Tıbbi malpraktis davalarında, davalı hastane ve çalışanı olan hekim tarafından tıp bilimi standartları ile oluşan özen yükümlülüğüne uygun davranılıp davranılmadığı, tedavi ve teşhiste hatalı olup olunmadığı, hastanenin ve hekimin kusurları bulunup bulunmadığının tespiti için İstanbul Adli Tıp Kurumu kurumundan rapor alınmaktadır. Tarafların itiraz veya itirazları mahkemece yerinde görülürse dosya belirtilen hususların tespiti amacıyla somut olayın özelliklerine göre belirlenmiş konularında uzman üniversite hocalarından oluşan bilirkişiler kuruluna gönderilecektir. Bilirkişi raporlarının dosya içeriğine uygun olması, Yargıtay, Danıştay, İstinaf, taraf ve mahkeme denetimine açık, bilimsel verilere dayalı ve denetlenebilir olması şarttır.

Bilirkişiler, raporlarını hazırlarken raporun dayanağı olan somut ve özel nedenleri bilimsel verilere uygun olarak göstermek zorundadır. Bilirkişi raporu aynı zamanda Yargıtay veya Danıştay denetimine de elverişli olacak şekilde bilgi ve belgeye dayanan gerekçe ihtiva etmelidir. Ancak, bu şekilde hazırlanmış raporun denetimi mümkün olup, hüküm kurmaya dayanak yapılabilir. Bilirkişi raporu kural olarak hâkimi bağlamaz. Hâkim, raporu serbestçe takdir eder. Hâkim, raporu yeterli görmezse, bilirkişiden ek rapor isteyebileceği gibi gerçeğin ortaya çıkması için önceki bilirkişi veya yeniden seçeceği bilirkişi vasıtasıyla yeniden inceleme de yaptırabilir. Bilirkişi raporları arasındaki çelişki varsa hâkim çelişkiyi gidermeden karar veremez[1].

Bilirkişiye başvurulmasındaki amacın, hukuka uygun karar verebilmek için gerekli verilere ulaşmak olduğu göz önünde tutulduğunda, bilirkişilerin uyuşmazlık konusunda özel ve teknik bilgiye sahip olan kişiler arasından seçilmesi gerektiği kuşkusuzdur. Buna ek olarak, bilirkişi veya bilirkişilerce düzenlenen raporda, sorulara verilen cevapların şüpheye yer vermeyecek şekilde açık, rapor içeriğinin ise hükme esas alınabilecek nitelikte olması gerekmektedir. Doğrudan sağlık hakkını ilgilendiren bu tür davalarda, olayların oluşumuna ilişkin olarak delilleri değerlendirmekle görevli olan mahkemelerce, somut verilere dayanmayan, bilimsel değerlendirme içermeyen, yalnızca varsayıma dayalı olarak görüş bildiren bilirkişi raporlarının hükme esas alınması halinde, kişilerin Anayasal haklarını korumaya yönelik yeterli yargısal güvence sağlanmamış olacaktır[2].

2659 sayılı Adli Tıp Kurumu Kanunu’nun 1. maddesinde, adalet işlerinde bilirkişilik görevi yapmak üzere Adalet Bakanlığına bağlı Adli Tıp Kurumu kurulduğu; 2. maddesinde, Adli Tıp Kurumunun, mahkemeler ile hakimlikler ve savcılıklar tarafından gönderilen adli tıp ile ilgili konularda bilimsel ve teknik görüşlerini bildirmekle yükümlü olduğu; 15. maddesinde, Adli Tıp Üst Kurullarının, adli tıp ihtisas kurulları ve ihtisas daireleri tarafından verilip de mahkemeler, hâkimlikler ve savcılıklarca kapsamı itibarıyla yeterince kanaat verici nitelikte bulunmadığı sebebi de belirtilmek suretiyle bildirilen işleri, adli tıp ihtisas kurullarınca oybirliğiyle karara bağlanamamış olan işleri, adli tıp ihtisas kurullarının verdiği rapor ve görüşleri arasında ortaya çıkan çelişkileri, adli tıp ihtisas kurulları ile ihtisas dairelerinin rapor ve görüşleri arasında ortaya çıkan çelişkileri, adli tıp ihtisas kurulları ile Adli Tıp Kurumu dışındaki sağlık kuruluşlarının heyet hâlinde verdikleri rapor ve görüşler arasında ortaya çıkan çelişkileri konu ile ilgili uzman üyelerin katılımıyla inceleyeceği ve kesin karara bağlayacağı düzenlenmiş iken, 703 sayılı “Anayasada Yapılan Değişikliklere Uyum Sağlanması Amacıyla Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname” ile anılan hükümler yürürlükten kaldırılmış olmakla birlikte, 15/07/2018 tarih ve 30479 sayılı Resmî Gazete ‘de yayımlanarak yürürlüğe giren 4 No.lu Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi’nin 2., 3. ve 16. maddelerinde, yukarıda yer verilen hükümler aynı şekilde yeniden getirilmiştir[3].

Malpraktis soruşturmalarında bilirkişi raporu alınmadan soruşturma izni talep edilmelidir. Malpraktisten kaynaklanan taksirle ölümü neden olma eylemleri kural olarak basit taksirle işlenmekte olup bilinçli taksir hali istisnadır. Hem basit taksirle öldürme hem de bilinçli taksirle öldürme eylemlerinin takibi şikâyete tabi olmayıp kamu adına re’sen Cumhuriyet başsavcılığı tarafında yürütülmekte olup öncelikle kovuşturma şartı olan Sağlık Bakanlığı Mesleki Sorumluluk Kurulu’ndan izin alınması şartı ile kamu davası açılmaktadır. Özel sağlık kuruluşunda görev yapan hekimler veya sağlık çalışanları hakkında Mesleki Sorumluluk Kurulundan soruşturma izni istenmesi ve hukuki durumunun buna göre değerlendirilmesi gerekir. Eğer kamu davası açılmış ise mahkemenin durma kararı vererek Sağlık Bakanlığı Mesleki Sorumluluk Kurulu’ndan izin talep etmesi şarttır.

Taksirle yaralama olaylarında önce şikâyet sonra soruşturma izni alınması eğer soruşturma izni verilmişse bilirkişi raporu alınması gerekmekte olup taksirle ölüme neden olma eylemlerinde şikâyet alınmaksızın önce soruşturma izni alınması eğer soruşturma izni verilmişse bilirkişi raporu alınması gerekmektedir.

Bilirkişi raporunun aktif veya pasif davranış içeren tıbbi müdahalenin tıp bilimi ve mevzuatlar ışığında gerekli ve yeterli olup olmadığı, hastanın muayene, tetkik, takip, tedavi ve izleme aşamalarında hekimler tarafından objektif özen yükümlülüğünün yerine getirilip getirilmediği, olayda tıbbi malpraktis olup olmadığı, eğer komplikasyon oluşmuş ise komplikasyonunun iyi yönetilip yönetilmediği, tıbbi müdahalenin veya müdahalesizliğin hastanın durumunun ağırlaşmasına veya ölümüne neden olunup olunmadığı, ayrıca kusur ve illiyet bağının tespitini içermesi gerekmekte olup iş birliği gerektiren tedavinin gerekli olduğu hallerde güven ilkesi de gözetilerek ayrıntılı ve gerekçeli olması şarttır.

------------

[1] Yargıtay 3. Hukuk Dairesi’nin 17.06. 2025 tarihli, 2024/2448 esas ve 2025/3362 sayılı kararı

[2] Danıştay 10. Dairesi’nin 25.03. 2025 tarihli, 2021/4765 esas ve 2025/1828 sayılı kararı

[3] Danıştay 10. Dairesi’nin 11.06. 2025 tarihli, 2022/443 esas ve 2025/2282 sayılı kararı