İtiraz merciinin kovuşturma aşamasında esas mahkemesinin yerine geçerek kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin, Ceza Muhakemesi Kanunu m.206/2-a’ya göre hukuka aykırı elde edilmesinden bahisle sanığın beraat etme ihtimalinin bulunduğunu öne sürerek tutuklu sanığın bihakkın veya adli kontrol tedbirleri tatbik edilmesi şartıyla tahliye edilmesine karar verip veremeyeceği sorusu “İtiraz Kanun Yolunda Delil Değerlendirmesi” başlıklı yazımızda cevaplandırılmıştır.
Kanaatimizce itiraz mercii; dosyanın bütünü içinde takdir edilmesi gereken delil usulsüzlüğü iddialarında müdahale etmemeli, sözkonusu delilleri dosyadan çıkarmamalıdır. Ancak tutukluluk kararı bilhassa ifade almada ve sorguda yasak usullerle elde edilmiş delillere veya tanıklıktan çekinme hakkı olan kişiye bu bildirim yapılmaksızın alınan beyanlara dayanmakta ise, itiraz mercii bunları dosyadan çıkarmalı veya bunların hukuka aykırı olduğunu değerlendirip, kuvvetli suç şüphesini gösteren başka delil yoksa, somut delil olmadığından bahisle sanığın tahliyesine karar vermelidir. İtiraz mercii; delilin hukuka aykırılığında açıkça keyfilik veya bariz takdir hatası tespit ettiğinde müdahale edebilmeli, yani bu kapsama giren delilin hukuka aykırı olduğundan bahisle sanık aleyhine kullanılamayacağına karar verebilmelidir.
İtiraz mercii; itirazın önüne geçen, dosyanın esasına girilmesine yol açan, açıkça keyfilik veya bariz takdir hatası niteliğinde olmayan, takdir ve değerlendirilmesi esas mahkemesine ait olan delili CMK m.206’ya göre inceleyip, bu delilin hukuka aykırılığına karar vermek suretiyle sonuca varamaz. İtiraz mercii; itiraz kanun yolu uyarınca önüne gelen talebin yasal şartları taşıyıp taşımadığına bakar, bu incelemeyi yaparken de kararına itiraz edilen mahkemenin yerine geçip karar veremez, yani esas mahkemesinin yargılama yetkisine müdahale edemez.
Soruşturma aşamasında ise;
Kişinin soruşturma aşamasında tutuklanması, adli kontrole tabi tutulması, tahliyesi veya adli kontrol tedbirine son verilmesi veya koruma tedbirleri ile ilgili talep ve itirazların incelenmesi sırasında görevli ve yetkili olan sulh ceza hakimi; elbette bu talep ve itirazları değerlendirirken, suçun işlendiğine dair şüphe için dayanak gösterilen delillerin hukuka uygun elde edilip elde edilmediğini inceleyebilir, dayanak delilin hukuka aykırı elde edildiği gerekçesi ile talebin veya itirazın reddine karar verebilir. Soruşturma ile kovuşturma aşamalarını birbirine karıştırmamak gerekir. Soruşturmada işin esasına girilmeyip, suçlanan kişinin hak ve özgürlükleri üzerinden koruma tedbirlerine başvurulduğundan, koruma tedbirleri ile ilgili talep ve itirazların değerlendirilmesinde elbette sulh ceza hakimi delillerin hukuka uygun toplanıp toplanmadığına da bakacaktır. Kovuşturmada ise; işin esasına girilip, mahkemece iddia ve delil değerlendirmesi yapılacağından, bu aşamada koruma tedbirleri ile ilgili itirazların itiraz merciince sınırlı değerlendirilmesi ve işin esasına müdahale teşkil edebilecek “hukuka aykırı delil” tartışmasından kaçınılması, bu meselenin kovuşturmayı yürüten mahkemeye bırakılması isabetli olacaktır. Soruşturma aşamasında görev yapan sulh ceza hakimi; kovuşturma yürütmediğinden ve yürütemeyeceğinden, henüz bu safhada kamu davasının açılması amacıyla iddianame hazırlanması için yeterli şüphe oluşturacak delil de elde edilmediğinden, koruma tedbirleri ile ilgili önüne gelen talep ve itirazları soruşturma dosyasında bulunan suça konu iddia, sunulan deliller ve özellikle de koruma tedbirleri ile ilgili yasal şartların gerçekleşip gerçekleşmediğini gösteren delilleri dikkate alarak, yani delilin koruma tedbirinin tatbiki için yeterli gerekçe oluşturup oluşturmayacağını incelemek suretiyle karar vermelidir.
Bununla birlikte Yargıtay 16. Ceza Dairesi; 30.12.2016 tarih, 2016/5166 E. ve 2016/7735 K. sayılı kararında sulh ceza hakimliğinin delil değerlendirmesi konusunda farklı bir fikri ortaya koymuştur.
“Delilerin elde edilişi bakımından hukuka uygunluğunun takdiri soruşturma aşamasında mı yoksa kovuşturma sırasında mı yapılacağı sorununun çözümü gereklidir.
‘Kanuna aykırı olarak elde edilmiş bulgular delil olarak kabul edilmez’ (Anayasa m.38/6).
‘Yüklenen suç, hukuka uygun bir şekilde elde edilmiş her türlü delille ispat edilebilir’ (CMK m.217/2).
‘Deliller ortaya konulduktan sonra, delil, kanuna aykırı elde edilmişse reddolunur’ (CMK m.206).
‘Ortaya konulan delillerle ilgili tartışmada söz, sırasıyla katılan veya vekili, Cumhuriyet savcısı, sanık ve müdafii veya kanuni temsilcisi verilir’ (CMK m.216/1).
‘Hakim kararını ancak duruşmaya getirilmiş huzurunda tartışılmış delillere dayandırabilir’ (CMK m.217/1).
‘Hukuka aykırı yöntemlerle elde edilen deliller kararın gerekçesinde açıkça gösterir’ (CMK m.230/1-b).
Emredici hükümlerinden açıkça anlaşılacağı üzere, delillerin hukuka uygunluğu kural olarak yargılama aşamasında görevli mahkemece tartışılır. Tartışmada adil yargılamadaki ‘silahların eşitliği’ ilkesi doğrultusunda davanın bütün süjeleri yer almalıdır. Hakim delilerin elde ediliş sekli ile hukuka uygun olduğuna kanaat getirdikten sonra serbestçe takdir edecektir.
Soruşturma aşamasında hakim, koruma tedbirlerine ilişkin verilecek kararlarda, özellikle tutuklama taleplerinde, elde edilen delillerin hukuka uygunluğu ve kuvvetli suç şüphesi oluşturup oluşturmadığını vicdani kanaatine göre serbestçe takdir edebilecektir. Ancak, yargılama yapacak mahkemenin yerine geçerek delilin hukuka uygunluğu hakkında kesin yargı oluşturamaz.”
Hukuka aykırı delillerin sanık aleyhine kullanılamayacağına dair CMK m.206/2-a ile m.217/2’nin kovuşturma aşamasıyla ilgili olduğu, soruşturma aşamasında sulh ceza hakiminin önüne gelen dosya ve delili incelerken bu hükümleri dikkate alamayacağı, talep ve itirazlar, deliller değerlendirilip sonuca bağlandırılırken delillerin hukuka uygun yolla elde edilip edilmediği ile ilgili bahse konu kovuşturmada uygulanacak hükümlerin gözönünde bulundurulamayacağı ileri sürülse de, bu düşüncenin kabulü iki nedenle mümkün değildir. Birincisi; Anayasa m.38/6’da öngörülen hukuka aykırı delilleri kullanma yasağı sadece ceza kovuşturması ile sınırlı olmayıp, tüm hukuku ve yargı sistemini kapsar. Kaldı ki; Anayasa m.138/1 gereğince de hakimler Anayasaya, kanuna ve hukuka uygun olarak vicdani kanaatlerine göre karar verirler. İkincisi ise, her ne kadar CMK m.206/2-a ve m.217/2 kovuşturma aşaması ile ilgili olsa da CMK m.160/2’de dürüst bir yargılamanın yapılabilmesi için soruşturma aşamasında şüphelinin lehine ve aleyhine olan delillerin toplanıp muhafaza altına alınması ve şüphelinin haklarının korunması cumhuriyet savcısına yüklenmiştir. Soruşturma aşamasında suçsuzluk/masumiyet karinesinin sorunlu olabileceği ve hatta kovuşturmaya göre daha kısıtlı tatbik edilmesi gerektiği ileri sürülecek olsa da, CMK m.160/2’nin net hükmü karşısında cumhuriyet savcısı bile, hukuka aykırı elde edildiği ortaya çıkan bir delili şüpheli aleyhine dikkate alarak soruşturma yürütemez ve iddianame düzenleyemez, yani hukuka aykırılığı anlaşılan bir delilin takdir ve değerlendirmesini CMK m.206’ya göre esas mahkemesi yapsın diyerek, bu delili soruşturma dosyasında tutmak ve özellikle de iddianamede şüpheli aleyhine kullanmak isabetli olmayacaktır. CMK m.160/2’nin son kısmında, şüphelinin haklarının korunmasına dair yükümlülük net bir şekilde belirtilmiştir. Hükümde; maddi hakikatin araştırılması ve dürüst bir yargılamanın yapılabilmesi için, şüphelinin haklarının korunması görevinin cumhuriyet savcısına verildiği ve bu yükümlülüğün soruşturma aşamasında bir delilin hukuka aykırı olup olmadığını denetleme yetkisini kapsamayacağı ileri sürülse de, yargılama aşamalarına bir bütün olarak bakıldığında ve Anayasa m.2 ile güvence altına alınan “hukuk devleti” ilkesi ile Anayasa m.38/6’da yer alan “hukuka aykırı delili kullanma yasağı” dikkate alındığında, önüne gelen dosyada yer alan ve dayanak gösterilen delilin hukuka uygun elde edilip edilmediğini sulh ceza hakiminin inceleyip değerlendirme yetkisinin varlığı izahtan varestedir. Sulh ceza hakimi; hukuka aykırı olduğunu tespit ettiği bir delili dosyanın bir yerinde muhafaza altına alabileceği gibi, sadece “hukuka aykırı delil” değerlendirmesini yapıp bu konu ile ilgili kararını vermek suretiyle de gereğini yapabilir, yani bu konuda hukuka aykırı delilin dosyadan çıkarılması ile ilgili iki görüş savunulabilir.
Cumhuriyet savcısının uyguladığı veya talep ettiği veya itiraz ettiği koruma tedbirleri ile ilgili kararların verilmesi sırasında da sulh ceza hakimi; yukarıda bahsettiğimiz hükümleri dikkate alarak, talep, karar ve itirazların hukukiliğini, yasal şartlarını ve delillerin hukuka uygun olup olmadığını inceleyerek karar vermelidir. Bununla birlikte; iddianamesi yazılmış, görevli ve yetkili mahkemeye yeni sunulmuş, iddianame değerlendirme aşamasında bulunan, dolayısıyla da henüz kovuşturma aşamasına geçilmeyen durumda, sulh ceza hakiminin koruma tedbirleri ile ilgili önüne gelen talep ve itirazları daha sınırlı, yani işin esasına girecek ve kovuşturma merciinin görevine müdahale edecek şekilde incelememesi gerektiği, bu kapsamda hukuka aykırı delil tartışmasını ve değerlendirmesini esas mahkemesine bırakması gerektiği ileri sürülebilir.
(Bu köşe yazısı, sayın Prof. Dr. Ersan ŞEN tarafından www.hukukihaber.net sitesinde yayınlanması için kaleme alınmıştır. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısının tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısının bir bölümü, aktif link verilerek kullanılabilir. Yazarı ve kaynağı gösterilmeden kısmen ya da tamamen yayınlanması şahsi haklara ve fikri haklara aykırılık teşkil eder.)