Giriş
Bu yazımızda; 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu m.216/3’e göre hükümden önce son sözün hazır bulunan sanığa ve müdafiine verilmesi veya hazır bulunmayan sanığın müdafiine verilip verilemeyeceği hususunda farklı görüşler ve Yargıtay kararları tartışılmış olup, son sözün sanık müdafii tarafından kullanılıp kullanılamayacağı ele alınmıştır.
Hükümden önce son söz; ceza yargılamasında şahsi savunmayı ön plana çıkarmak ve duruşmanın sanığın son sözleri ile bitmesi amacını taşımakta olup, sanığın mahkemeye karşı kendisini son defa ifade etmesi amacını taşımaktadır. Bu halde, yargılama sona ererken ve maddi hakikate ulaşılırken sanığın tüm toplanan delillere ve beyanlara karşı vereceği cevapların mahkemeyi etkileyebileceği de şüphesizdir.
5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun “Delillerin ortaya koyulması ve tartışılması” başlıklı 216. maddesinin 3. fıkrasına göre; “Hükümden önce son söz, hazır bulunan sanığa verilir.” cümlesiyle, yargılamanın son aşamasında hükümden önce son sözün hazır bulunan sanığa verileceği belirtilmiş, hazır bulunmayan sanık müdafiinin bu hakkı kullanabileceğine ilişkin hükme yer vermeyerek, duruşmanın duruşma salonunda veya SEGBİS’te hazır bulunan sanığın son sözü ile bitmesi gerektiği ifade edilmiştir. Ayrıca; son sözün sanığa verilmesi kuralı yalnızca son aşamada değil, yargılamanın her döneminde uygulanması gerekmekte olup, bu kurala aykırılığın sonuca etkili olsun veya olmasın bozmayı gerektirdiği şüphesizdir.
Bir görüşe göre; ceza muhakemesinde sanığın en önemli hakkı savunma hakkı olup, hazır olduğu oturumda son sözün sanığa verilmeden hüküm kurulması, hem Anayasa m.36 ve hem de İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi m.6’ya göre adil/dürüst yargılanma hakkının sınırlanması sonucunu doğuracaktır. Nitekim doktrinde; son sözün sanığa verilmesinin savunma bakımından önemli olduğu, son sözün hazır bulunan sanığa verilmemesinin hukuka kesin aykırılık hali oluşturduğu, mutlak temyiz sebebi ve dolayısıyla bozma sebebi teşkil ettiği[1] şeklindeki görüşle birlikte, hüküm verilmeden önce son sözün hazır bulunan sanığa verilmesinin zorunlu olduğu, bu durumun CMK m.216/3’e göre “silahların eşitliği” ilkesi ve suçsuzluk/masumiyet karinesinin bir gereği olarak düzenlendiği ve uyulmasının zorunlu olduğu, dolayısıyla emredici bir hüküm olduğu[2] şeklinde yeknesak görüşler ileri sürülerek, duruşmada mutlaka hazır bulunan sanığa son sözün verilmesi gerektiği görüşü benimsenmiştir.
Ceza muhakemesinde hükümden önce son söz mutlaka sanığa aittir, ancak CMK’da son söz hakkının, sanık hazır olmadığında hazır olan sanık müdafine verileceğine ilişkin bir düzenlemenin bulunmaması kanun koyucunun bilinçli bir tercihidir. Dolayısıyla, sanığın duruşmada hazır bulunmadığı durumda son söz hakkının hazır olan müdafiine verilmemesi kanuna aykırı değildir[3].
CMK m.216’da delillerin ortaya koyulması ve tartışılması sırasında yargılamanın süjelerinin hangi sıra ile söz alacağı, cevap hakkı ve en son kimin sözü ile biteceği CMK m.216/1’e göre düzenlenmiştir. Buna göre; ortaya konulan delillerle ilgili tartışmada söz, sırası ile katılana veya vekiline, Cumhuriyet savcısına, sanığa ve müdafiine veya kanuni temsilcisine verileceği ifade edilmiştir. Delillerin tartışılmasında söz sırasına ilişkin düzenlenen kural genel kural iken, son sözün hazır bulunan sanığa ait olduğu kuralı delillerin ortaya koyulması ve tartışılmasından sonra, yargılamanın son aşamasında yalnızca sanığa tanınmış bir haktır. Delillerin tartışılması sırasında sanık duruşmada hazır olsun veya olmasın, son söz hakkının sanık müdafiine verilmesi gerekir. Ancak hükümden önce son söz hakkı, sanığın kendisi tarafından kullanılması gereken bir hak niteliğindedir.
Sanığın hükümden önce son söz hakkı, tıpkı ifade ve sorgu gibi şahsi bir haktır ve sanığın bizzat kendisi tarafından kullanılması gerekmektedir. Sanık müdafii nasıl ki sanığın yerine sorgulanamaz veya ifadesi alınamazsa, sanığın yerine de son söz hakkını kullanamaz. Bu kapsamda son sözün sanığa verilmesi kuralı, niteliği yönünden kişiye sıkı sıkıya bağlı bir hak ve yetkidir, dolayısıyla ancak sanık tarafından kullanılır. Bu hak ve yetkinin kullanılmasında bir teknik yardımcısı olsa da; savunmaya, yani sanığın müdafiine devri yerinde değildir. Bu halde kanun koyucunun bu düzenleme ile şahsi savunmayı ön plana çıkarmak ve duruşmanın sanığın son sözleri ile bitmesini istemiştir[4].
Bir başka görüşe göre; sanığın yokluğunda veya duruşmada onu temsil eden müdafiine son söz hakkı verileceğine ilişkin açık bir usul kuralı, Ceza Muhakemesi Kanunu’nda yer almamaktadır. Ancak Kanunun her konuyu ayrıntısı ile düzenlemesi beklenmemelidir, dolayısıyla usul kurallarının düzenlemediği kişi hak ve özgürlüklerine aykırı olmamak, kanunun özüne ve ruhuna uygun olmak koşulu ile yorum ve kıyas yoluyla doldurulabilmektedir. CMK 226/4’ün ikinci cümlesinde yer alan “Müdafi sanığa tanınan haklardan onun gibi yararlanır.” hükmü değerlendirildiğinde, sanığın haklarından müdafiinin lehe olduğu için kıyas yoluyla yararlanması mümkündür. Bunun sonucu olarak; CMK m.216/3 uyarınca sanığın oturumda hazır bulunmaması halinde, hükümden önce son sözün sanık müdafiine tanınması gerekmektedir[5].
İlgili Yargıtay Kararları
Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 17.02.2009 tarihli 2008/1-172 E., 2009/26 K. sayılı kararında; bozmadan sonra sanık ve katılana usulüne uygun olarak davetiye tebliğ edilmiş, sanık oturuma katılmamış, sanık müdafii ve katılan vekili iştirak etmiştir. Mahkeme önce sanık müdafiine, sonra katılan vekiline, en son da Cumhuriyet savcısına bozma konusunda diyeceklerini sorarak bozma ilamına direnilmesine karar vermiş, sonrasında ise kimseye söz vermeden duruşmayı bitirerek direnme hükmü kurmuştur. Yargıtay, sanığın hazır bulunmadığı son oturumda Cumhuriyet savcısının esas hakkında mütalaasından sonra hazır bulunan sanık müdafiine son sözün verilmemesi savunma hakkının kısıtlanması niteliğinde olup, yerel mahkeme direnme hükmünün diğer yönleri incelenmeksizin bozulmasına karar vermiştir.
Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 22.01.2013 tarihli 2012/3-1469 E., 2013/19 K. sayılı bir başka kararına göre ise; uyuşmazlık konusu sanığın hazır bulunmadığı duruşmada hükümden önce son sözün hazır bulunan sanık müdafiine verilmemesi nedeniyle hükmün bozulmasının isabetli olup olmadığının belirlenmesine ilişkin kararında; hükmün kurulduğu son oturumda sanığın hazır olmaması nedeniyle sadece sanığa tanınmış olan son söz hakkından söz edilemeyeceği gözönünde bulundurulduğunda, Özel Dairece hükmün CMK m.216/3 uyarınca sanık müdafiine son sözün verilmemesinden bahisle bozulmasında isabet bulunmamakta olduğunu, Cumhuriyet savcısının esas hakkında mütalaasından ve sanık müdafiinin de esas hakkında savunmasını yapmasından sonra son olarak katılan vekiline söz verilmek suretiyle CMK m.216’ya göre sıralamaya aykırı uygulama yapılması usule aykırı ise de, yeniden savunma yapmayı gerektiren esaslı bir açıklamada bulunulmamış olması karşısında savunma hakkının kısıtlandığından bahsedilemeyeceği ifade edilmiştir.
Özetle Yargıtay Ceza Genel Kurulu; 22.01.2013 tarihli 2012/3-1469 E., 2013/19 K. sayılı kararı ile 17.02.2009 tarihli 2008/1-172 E., 2009/26 K. sayılı kararından dönmüştür.
Değerlendirme
“Adil/dürüst yargılanma hakkı” başlıklı İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi (İHAS) m.6/3-c uyarınca; bir suç ile itham edilen herkesin bizzat savunma veya seçeceği bir müdafiin yardımından yararlanma, eğer avukat tutmak için gerekli maddi olanaklardan yoksunsa ve adaletin yerine gelmesi için gerekli görüldüğünde re’sen atanacak bir avukatın yardımından ücretsiz olarak yararlanabilme hakkına sahiptir. Yine Anayasa m.36’da; herkesin meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil/dürüst yargılanma hakkına sahip olduğu ifade edilerek, güvence altına alınmıştır. Bu açıklamalar ışığında; ceza yargılamasında sanığın en önemli hakkının savunma ve savunulma olduğu, hem İHAS’ta ve hem de Anayasada belirtilmiştir. Dolayısıyla; sanığın en önemli hakkının müdafi tarafından sanığın duruşmada hazır bulunup bulunamayacağı gözönünde bulundurulmaksızın kullanılabileceği, yargılamanın tüm aşamalarında müdafiden yardım alan sanığın hazır bulunmadığı duruşmada da son sözün müdafiine verilmesi gerektiğini ifade etmeliyiz.
Yine sanığın yokluğunda duruşmada müdafiine son söz hakkı tanınacağına ilişkin her ne kadar usul kuralı olmasa da, ek savunmaya ilişkin CMK m.226/4’de belirtilen; “Müdafii sanığa tanınan haklardan onun gibi yararlanır.” hükmü gözönünde bulundurularak, Kanunun özüne aykırı olmamak kaydıyla kıyasen CMK m.216’nın uygulanması gerektiği, sanığın duruşmada hazır bulunmaması halinde hükümden önce son sözün hazır bulunan müdafiine verilmesinin zorunlu olduğu, savunma hakkının en önemli aşamasında bu zorunluluğa uyulmamasının kanuna mutlak aykırılık oluşturacağı, savunma hakkının hiçbir şekilde kısıtlanamayacağı, böylece müdafiin sanığa tanınan haklardan kişi hak ve özgürlükleri yararına kıyasen yararlanabilme olanağına sahip olacağı tartışmasızdır.
Kanaatimizce; sanık duruşmada hazırsa son sözün sanığa verilmesi gerekir ve o sırada hazır olan müdafiine son söz verilmez. Ancak sanık hazır olmayıp müdafii hazırsa, her ne kadar CMK m.216/3’de “Son söz hazır olan sanığa verilir.” hükmü yer alıp, gerek CMK m.226/4’ün ikinci cümlesinden ve gerekse son söz hakkının sanığa sıkı sıkıya bağlı olup devredilemeyeceği iddia edilse de, bu yolla, yani son sözü duruşmaya katılmayan sanık yerine müdafii kullanarak savunma hakkı korunduğundan, katılmayan sanık yerine müdafiin son söz hakkını kullanıp savunma yapabileceği kabul edilmelidir. Bunun yargılamanın bir gereği olduğu, hükümden önce son sözün CMK’nın özüne ve ruhuna uygun olarak kıyas yoluyla sanığın en önemli hakkı olan savunma hakkının müdafii tarafından kullanılmasının kabul edilmesi gerektiği kanaatindeyiz.
Son olarak; duruşmada hazır bulunmayan sanık müdafiinin son söz hakkını kullanması yoluyla, sanığın yokluğunda haklarının koruması ve bu yolla belki de mahkemenin hükmüne sanık lehine tesir edebilecek son savunmanın yapılması sağlanacaktır. Bu halde; sanığın yokluğunda duruşmada müdafiine son söz hakkı tanınacağına ilişkin her ne kadar açık kural olmasa da, CMK m.226/4’ün ikinci cümlesine göre, sanığa tanınan hakları, sanığın yararına olmak kaydıyla ve kıyasen müdafiinin kullanabilmesi mümkündür.
Prof. Dr. Ersan Şen
Stj. Av. Tamer Berk Bayraklı
(Bu köşe yazısı, sayın Prof. Dr. Ersan ŞEN tarafından www.hukukihaber.net sitesinde yayınlanması için kaleme alınmıştır. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısının tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısının bir bölümü, aktif link verilerek kullanılabilir. Yazarı ve kaynağı gösterilmeden kısmen ya da tamamen yayınlanması şahsi haklara ve fikri haklara aykırılık teşkil eder.)
---------------
[1] Nurullah Kunter, Feridun Yenisey, Ayşe Nuhoğlu, Ceza Muhakemesi Hukuku, 18. Bası, Beta Yayınları, İstanbul 2014, s.1484
[2] Yener Ünver, Hakan Hakeri, Ceza Muhakemesi Hukuku, 7. Bası, Adalet Yayınevi, Ankara 2013, cilt:2, s.146
[3] Osman Yaşar, Cengiz Otacı, Ceza Muhakemesi Kanunu, 10. Bası, Seçkin Yayınevi, Ankara 2022, Cilt: 2, s.2029
[4] Yaşar, Otacı, s.2030
[5] Yaşar, Otacı, s.2255