2021 yılında, müvekkil şirketimizin genel müdürüne yönelik "marka hakkına tecavüz" nedeniyle başlatılan soruşturma ile birlikte müvekkil şirketin kullandığı markayı, geçmiş yıllarda şirketin ortaklarından birinin kendi şirketine devrettirdiğini öğrendik. Bizler de "marka devrinin iptaline" ilişkin dava açtık. Somut olayda, şirket ortaklarından birisi, vekalet vererek yetkilendirdiği ve işbirliği yaptığı eski müdür aracılığıyla, şirkete ait markayı cüz'i bir ücret karşılığında kendi şahsi şirketine devrettirmişti. Yıllar sonra ise şirkete ihtar çekerek markanın kullanılmamasını istemiş ve hemen ardından şikayette bulunmuş ve müvekkile yönelik ceza yargılamasına başlanılmasına neden olmuştu.
Kovuşturma aşamasında, Sivas Asliye Hukuk Mahkemesi'nde açtığımız "marka devrinin iptali" davası bekletici mesele yapıldı. Sivas Asliye Hukuk Mahkemesi'nde açtığımız davada ise temel tezlerimiz, şirket ortağının devri kötüniyetle yaptırdığı, şirkete ait önemli bir değerin ortakların onayı olmadan devredilemeyeceği, yapılan devrin şirket ortağının ve vekilin özen yükümlülüğüne aykırı olduğu yönündeydi. Konuya ilişkin çeşitli yüksek yargı kararlarının yanı sıra aşağıdaki AİHM kararını da dava dilekçemize eklemiştik:
"Somut olayda OHIM, Bay R’nin başvuruyu yaparken kötü niyetli davrandığı tespitini, LLR-G5 şirketinin sunduğu belgelere dayandırmıştır. Bu belgelerden anlaşıldığına göre Bay R şirket müdürü olmasına rağmen şirketi bilgilendirmeden ve şirkete danışmadan, şirketin ticaret unvanının çekirdek unsurunu kendi adına tescil ettirmiştir. Bay R bilerek şahsi menfaatini şirket menfaatinin üzerinde tutmuştur ve şirketin bu markayı kullanarak ticaret yapmasını engelleyerek şirkete ciddi suretle zarar verebileceğini bilmektedir. Her ne kadar, başvurunun yapıldığı sıradaki “niyet” değerlendirmesi subjektif bir kavram olsa da olayın objektif koşullarının değerlendirilmesi neticesinde bir sonuca ulaşmak mümkündür. Buna göre niyet değerlendirmesi yapılırken başvurucunun, (i)pozisyonu gereği yaptığı somut hareketleri, (ii)söz konusu markanın önceki kullanımına dair bilinç düzeyi, (iii)hükümsüzlük talep edenle sözleşmesel, sözleşme öncesi ve sonrası ilişkisi, (iv)karşılıklı hak ve yükümlülükler, (v)şirket içindeki mevcut veya önceki görevi gereği sadakat ve dürüstlük yükümlülüğü ve (vi)marka konusunda çatışan menfaat tablosu gibi tüm somut koşullar dikkate alınır." (https://curia.europa.eu/juris/document/document.jsf?) (AİHM 16 HAZİRAN 2015 tarihli kararı T306/13)
Dava lehimize sonuçlandı. Yerel mahkeme tarafından verilen kararın gerekçe kısmının oldukça önemli olduğunu düşünüyor meslektaşlarımızın istifadesine sunuyorum:
"davacı şirketin yetkili organlarınca alınması gerekli olan kararlar alınmaksızın işlem yapılması ve vekalet görevinin kötüye kullanılması sebeplerine dayanarak 2012 ... marka nolu … tescil tarihli ...l" markasının Sivas 2. Noterliğinin … tarih ... yevmiye sayılı işlemle yapılan marka devir sözleşmesinin geçersizliği ile 2012 ... tescil nolu marka devrinin iptalini talep etmiş, davalı vekili yapılan devir işleminin usule uygun olduğunu ... öne sürmüştür.
Bilindiği üzere Türk Borçlar Kanunu’nun temsil ve vekâlet akdini düzenleyen hükümlerine göre vekâlet sözleşmesi büyük ölçüde tarafların karşılıklı güvenine dayanır. Vekilin borçlarının çoğu bu güven unsurundan, onun vekil edenin yararına ve iradesine uygun davranış yükümlülüğünden doğar. 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nda (TBK) sadakat ve özen borcu, vekilin vekil edene karşı en önde gelen borcu kabul edilmiş ve 506. maddesinde aynen "Vekil, vekâlet borcunu bizzat ifa etmekle yükümlüdür. Ancak vekile yetki verildiği veya durumun zorunlu ya da teamülün mümkün kıldığı hâllerde vekil işi başkasına yaptırabilir. Vekil üstlendiği iş ve hizmetleri, vekâlet verenin haklı menfaatlerini gözeterek, sadakat ve özenle yürütmekle yükümlüdür.
Vekilin özen borcundan doğan sorumluluğunun belirlenmesinde, benzer alanda iş ve hizmetleri üstlenen basiretli bir vekilin göstermesi gereken davranış esas alınır" hükmüne yer verilmiştir.
Öte yandan vekil ile sözleşme yapan kişi 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun (TMK) 3. maddesi anlamında iyi niyetli ise yani vekilin vekâlet görevini kötüye kullandığını bilmiyor veya kendisinden beklenen özeni göstermesine rağmen bilmesine olanak yoksa vekil ile yaptığı sözleşme geçerlidir ve vekil edeni bağlar. Vekil vekâlet görevini kötüye kullansa dahi bu husus vekil ile vekâlet eden arasında bir iç sorun olarak kalır vekil ile sözleşme yapan kişinin kazandığı haklara etkili olamaz.
Ne var ki üçüncü kişi vekil ile çıkar ve işbirliği içerisinde ise veya kötü niyetli olup vekilin vekâlet görevini kötüye kullandığını biliyor veya bilmesi gerekiyorsa vekil edenin sözleşme ile bağlı sayılmaması, TMK'nin 2. maddesinde yazılı dürüstlük kuralının doğal bir sonucu olarak kabul edilmelidir. Söz konusu yasa maddesi buyurucu nitelik taşıdığından hakim tarafından kendiliğinden (re'sen) göz önünde tutulması zorunludur. Aksine düşünce kötü niyeti teşvik etmek en azından ona göz yummak olur. Oysa bütün çağdaş hukuk sistemlerinde kötü niyet korunmamış daima mahkum edilmiştir. Nitekim uygulama ve bilimsel görüşler bu yönde gelişmiş ve kararlılık kazanmıştır. (Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 16. Hukuk Dairesinin 2018/966 E-2020/698 K sayılı ilamı)
Yukarıda yer verilen bölge adliye mahkemesi ilamındaki bilgiler ile dosya kapsamı birlikte değerlendirildiğinde dava konu edilen 2012 .... marka nolu … tescil tarihli "..." markasının devir tarihinde davacı şirketin yetkilisi dava dışı ....'nin verdiği vekaletname ile 250,00 TL gibi çok cüzi ve kabul edilemeyecek bir ücret karşılığında kendi yetkilisi olduğu davalı şirkete devredildiği, söz konusu işlemin açıkça vekalet görevinin kötüye kullanılması niteliğinde olduğu, davalı şirketin iyi niyetinden de söz edilemeyeceği, davalı şirketin bu işlemde açıkça kötü niyetli olduğu bu yönüyle söz konusu işlemin TMK'nin 2. Maddesi gereğince davacı şirketi bağlamayacağı değerlendirilmekle davaya konu devir işleminin iptaline karar verilmiştir.”
SİVAS 3. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ (FİKRİ VE SINAI HAKLAR HUKUK MAHKEMESİ SIFATIYLA) E. 2021/505 K. 2023/379
Öte yandan, davaya emsal teşkil etmesi amacıyla dosyaya sunduğumuz yüksek yargı kararlarını da burada paylaşmanın faydalı olacağına inanıyorum:
“zira davaya konu markanın davacı şirketin ticaret unvanını da içerdiği ve şirketin varlığını sürdürebilmesi için hayati öneminin bulunduğu, kaldı ki her iki şirkette de yönetici olan İlhan’ın davacının anılan markasını davalı şirkete devrini sağlanmasının sadakat ve özen yükümlülüğüne uygun sayılamayacağı gerekçesiyle davanın kabulüne, “Eser İnşaat ve Ticaret A.Ş. + Şekil” ibareli markanın devrine dair işlemin iptaline, tpe’ndeki devir tescilinin terkinine dair verilen kararın davalı vekilince temyizi üzerine karar dairemizce onanmıştır.” Yargıtay 11. HD E. 2010/9098 K. 2010/10255 T. 14.10.2010;
"şirketin ana sözleşmesinde marka devir işleriyle uğraşılacağı yönünde bir madde yoksa ve söz konusu marka şirketin faaliyeti açısından önemliyse markanın devri işleminin ortaklar kurulu kararıyla yapılabileceği kabul edilmektedir” Yargıtay 11. HD 13.02.2006 gün, 2005/1362 E. ve 2006/1253
"Açıklanan yasa hükümlerine ve şirket ana sözleşmesine göre, kural olarak şirketi temsile yetkili müdürün şirkete ait bir malvarlığı üzerinde tasarrufta bulunabileceğinin kabulü gerekir. Ancak bu malvarlığının, şirketin sahip olduğu tek malvarlığı olduğunun veya şirketin varlığını sürdürebilmesi için hayati önemi haiz bulunduğunun belirlenmesi halinde bu kez, anılan devir yönündeki taahhüdün geçerli olabilmesi için ortaklar kurulundan karar alınması gerekmektedir. Esasen açıklanan husus mahkemece kabul edilmiş ise de bu çerçevede hüküm kurmaya yeterli derecede araştırma ve inceleme yapılmamıştır. Zira, TPE tarafından gönderilen yazıdan, davacı şirketin dava konusu marka dışında aynı sınıflarda tescilli başka bir markaya da sahip olduğu anlaşıldığı gibi söz
konusu markanın, davacı şirketin varlığını sürdürebilmesi için hayati öneme sahip olup olmadığı konusunda da denetime elverişli bir inceleme yapılmamıştır." Yargıtay 11. HD E. 2013/1107 K. 2014/7690 T. 18.4.2014
Av. Haldun BARIŞ