6112 sayılı Radyo Televizyon Kuruluş ve Yayın Hizmetleri Hakkında Kanun’un “Amaç” başlıklı 1. maddesinde; ifade ve haber alma hürriyetinin sağlanması ile televizyon ve isteğe bağlı yayın hizmetlerinin düzenlenmesi ve denetlenmesi, bu Kanunun amaçları arasında sayılmıştır. Bu iki amaç arasında denge doğru kurulmadığı takdirde, ifade ve haber alma hürriyeti amaç olmaktan çıkıp araç haline gelecektir.
Kanunda; Radyo ve Televizyon Üst Kurulu (RTÜK) vasıtasıyla, televizyon ve isteğe bağlı yayın hizmetlerinin düzenlenip denetlenmesi öngörülmüştür.
6112 sayılı Kanunun 3. maddesinde; radyo, televizyon ve isteğe bağlı yayın hizmeti içeriğinin seçiminde editoryal sorumluluğu bulunan ve bu hizmetin düzenlenme ve yayınlanma biçimine karar veren tüzel kişi “medya hizmet sağlayıcı”; programların içeriği ve seçimi ile radyo ve televizyon yayın hizmetlerinde bir yayın akış çizelgesi, isteğe bağlı yayın hizmetlerinde ise bir katalog içinde sunulmasına ilişkin düzenleme ve kontrol yetkisine sahip olmak ise “editoryal sorumluluk” olarak ifade edilmektedir. Yayıncı ise, televizyon veya radyo hizmeti veren medya hizmet sağlayıcıdır.
6112 sayılı Kanunda; medya hizmet sağlayıcıları tarafından uyulacak ilkeler, yükümlülükler ve yasaklar belirlenmiş olup, Kanunun 32. ve 33. maddelerinde de bu ilkelere, yükümlülüklere ve yasaklara aykırı yayın yapılması halinde uygulanacak idari ve adli yaptırımlar öngörülmüştür.
6112 sayılı Kanunun 8. maddesinde yayın hizmeti ilkeleri sayılmıştır. Medya hizmet sağlayıcıların uyması gereken yayın hizmeti ilkelerini düzenleyen 8. madde dört fıkradan oluşmakta ve her bir fıkrada yayın hizmet ilkeleri sayılmakta, bunlardan 1. fıkra altında 24 bentte yayın hizmeti ilkelerine yer verilmekte, yine diğer üç fıkrada da yayın hizmeti ilkeleri bulunmaktadır. 8. maddenin birinci fıkrasında belirtilen yayın hizmeti ilkelerinin arasında; Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin bağımsızlığına, Devletin ülkesi ve milleti ile bölünmez bütünlüğüne, Atatürk ilke ve inkılaplarına aykırı yayınların yapılamayacağına, ayırımcılık yapılmak suretiyle toplumu kin ve düşmanlığa tahrik eden veya toplumda nefret duygularını oluşturan veya hukukun üstünlüğüne, adalet ve tarafsızlığa aykırı veya insan onuruna ve özel hayatın gizliliğine saygısızlık içeren, eleştiri sınırlarının ötesinde küçük düşürücü, aşağılayıcı ve iftira niteliği taşıyan, terörü öven, teşvik eden, eşitlik ilkesini ihlal eden, toplumun milli ve manevi değerleri ile genel ahlaka ve ailenin korunmasına aykırı yayınların yapılamayacağı, özetle 8. maddenin birinci ve devam eden fıkralarda öngörülen yayın hizmeti ilkelerine bağlı kalınmak suretiyle medya hizmet sağlayıcılarının yayın hizmetlerini sunabileceğine “emredici kural” olarak yer verildiği görülmektedir. RTÜK’ün; yayın hizmetlerinin denetimi sırasında, yayın hizmet ilkelerinin ihlal edilip edilmediğine dair incelemeyi ve tespiti, 8. maddede yer alan yayın hizmet ilkelerini “kanunilik” ilkesinin dışına çıkmaksızın ve somut olayın özelliklerine uygun düşecek şekilde, ancak kanuni tipe uygun hukuka aykırılığı belirlediğinde 6112 sayılı Kanunun 32. maddesine uygun düşen idari yaptırımları tatbik etme yetkisi vardır. RTÜK’ün yayınları denetleme ve yayın hizmeti ilkelerine aykırı yayınlar hakkında idari yaptırım uygulama yetkisi, idari yargının hukukilik denetimine tabidir (m.32/9).
Medya hizmet sağlayıcısı, yani radyo veya televizyon, yayın hizmetlerini kamusal sorumluluk anlayışına bağlı kalarak, 8. maddede sıralanan yayın hizmet ilkelerine uygun olarak sunmakla yükümlüdür. Bir medya hizmet sağlayıcısının 8. maddede öngörülen yayın hizmet ilkelerine uymadığı tespit edildiğinde, Kanunun “idari yaptırımlar” başlıklı 32. maddesinde tanımlanan yaptırımlar, RTÜK kararı ile yayın hizmeti ilkelerini ihlal eden medya hizmet sağlayıcısı radyo ve televizyon hakkında uygulanır. Kanunun “Adli yaptırımlar” başlıklı 33. maddesinde ise, Üst Kuruldan lisans almadan veya lisans tipi dışında yayın yapılması veya yayın kayıtlarının muhafaza edilmemesine ilişkin adli suç ve cezalara yer verildiği görülmektedir.
Kanunun 8. maddesinde sayılan yayın hizmeti ilkelerinin öngörülebilir ve bilinir olması, bu ilkelerin RTÜK tarafından objektif biçimde medya hizmeti sağlayıcılarına önceden ulaşılabilir kaynaklar yoluyla açıklanması, yayın hizmet ilkelerinin ihlal edilip edilmediği hususunda, “kanunilik” ilkesinden sapılmadan, çifte standarda ve çelişkili uygulamalara yol açmayacak şekilde eşit ve adaletli incelemelerin ve tespitlerin yapılması suretiyle kararların verilmesi zorunludur. Çünkü basın hürriyetini kullanan medya hizmeti sağlayıcılarının yayınları, yayın içerikleri, topluma haber verme haklarını isabetli ve özgür biçimde kullanabilmeleri, yayınlar sırasında kamu otoritesinin baskısına uğramamaları, programların hazırlanması ve yayınlanması sırasında tarafsız yayıncılığı koruyabilmeleri için yayın hizmeti ilkelerinin soyut tanımalarının ve açıklamalarının basın özgürlüğü ile çelişmemesi, somut olaylarda ise yayın hizmeti ilkelerinin ihlal edilip edilmediğinin sübjektiflikten uzak, iktidar ve muhalif görüş ayırımı yapılmaksızın, caydırıcı etkiye ve sansüre yol açmayacak bir şekilde, özerk yapıya sahip RTÜK tarafından düzenlenip denetlenmesi, ifade ve haber alma özgürlüğünün korunması şarttır.
6112 sayılı Kanunun 32. maddesinde, 8. maddede sayılan yayın hizmeti ilkelerinden birisinde veya birkaçına aykırı yayın yapan ve/veya bu Kanun hükümleri kapsamında Üst Kurul tarafından belirlenen yükümlülüklerini yerine getirmeyen medya hizmet sağlayıcıya idari para cezası verileceği hüküm altına alınmıştır. Bu maddenin gerekçesine göre; ilgili hüküm, yayın ilkelerine ve Kanunda belirtilen diğer esaslara aykırı yayın yapan medya hizmet sağlayıcı kuruluşlara uygulanacak idari yaptırımları düzenlemektedir. Yayın ihlali ve uygulanacak yaptırım arasında orantılılık olması son derece önemlidir.
Kanunun 6. maddesinin 4. fıkrası uyarınca; “Medya hizmet sağlayıcılar, ticari iletişim ile üçüncü şahıslar tarafından üretilenler de dahil olmak üzere, yayınlanan tüm yayın hizmetlerinin içeriğinden ve sunumundan sorumludur”.
6112 sayılı Kanun m.6/4 ile m.32 birlikte değerlendirildiğinde; ilk bakışta, medya hizmet sağlayıcı olan televizyon kanalının herhangi bir yayınında her türlü içerikten sorumlu tutulacağı sonucuna varılabilir. Oysa m.6/4, “Yayın hizmetlerinin içeriğine ve yayımlanmasına önceden müdahale edilemez ve yayınların içeriği önceden denetlenemez.” hükmünü öngören m.6/1 ile çelişmektedir. 6. maddenin gerekçesine göre; Madde ile medya hizmet sağlayıcıların bağımsızlığı ve sorumluluğu ile ilgili genel esaslara yer verilmiştir. Basın hürriyetinin ve medya çoğulculuğunun sağlanmasının ön şartı, medya hizmet sağlayıcının editoryal bağımsızlığının sağlanmasıdır. Hiçbir makam ya da merci yayın hizmetinin seçimi ve sunumunda medya hizmet sağlayıcısına baskı yapamaz. Yayınların önceden denetlenmesi, başka bir ifade ile sansür yasaklanmıştır. Medyanın sahip olduğu haklar aynı zamanda belirli sorumlulukları da beraberinde getirmektedir. Bu sorumluluklar gereği, medya hizmet sağlayıcı, sahip olduğu imkanları kendi amaç ve çıkarları için kullanmamalıdır. Madde ile medya gücünün, medya hizmet sağlayıcının çıkarları için kullanılmasının önüne geçilmesi amaçlanmıştır.
Görüleceği üzere 6112 sayılı Kanunun 6. maddesi, kendi içinde ve “Amaç” başlıklı m.1 ile çelişkilidir; bir yandan medyaya karşı sansürü engelleme niyeti varken, diğer yandan medya hizmet sağlayıcıyı tüm içerikten sorumlu tutma suretiyle gizli bir sansür uyguladığı görülmektedir. Objektif/kusursuz sorumluğunun bakısını sürekli üzerinde hisseden yayıncının, program ve yayınların çoğulculuğu ne kadar sağlayabileceği tartışmalıdır.
Sansür konusu, Uluslararası Basın Enstitüsü (IPI) tarafından yayınlanan 2020 tarihli Misyon Raporuna da konu olmuş ve IPI medya üzerindeki baskıya dikkat çekmiştir[1]:
Misyon Heyetinin raporunda; geçtiğimiz iki sene içerisinde medyayı denetleyici kurumlar tarafından uygulanan para cezaları ve diğer yaptırımlarda görülen ani artış sebebiyle, ayakta kalmayı başaran eleştirel gazetelerin, haber sitelerinin ve yayıncılarının ciddi bir finansal baskı ve sansür baskısı altında tutulduğuna dikkat çekilmiştir. Raporda; Radyo ve Televizyon Üst Kurulu (RTÜK), Basın İlan Kurumu (BİK) ve Bilgi Teknolojileri ve İletişimi Kurumu (BTK) gibi Türk medyasının aslen bağımsızlığını, çeşitliliğini ve kalitesini korumak ve düzenlemek amacıyla özerk statüde kurulan kamuya bağlı denetleyici kurumların siyasi iradenin ve kamu otoritesinin kontrolüne girdiği ileri sürülmüştür.
RTÜK’ün internet sitesinde 19.12.2020 tarihinde yayınlanan Duyurunun[2], medyanın bağımsızlığına ve tarafsızlığına gölge düşürdüğü savunulabilir. Bu Duyuruya göre:
“(…)Programlara katılan konukların kendi popülerliklerini artırmak amacıyla bilinçli olarak spekülatif söylemlerde bulundukları da görülmektedir. Bu kişilerin bilinçli ya da bilinçsiz olarak maksadını aşan söylemler kullandıkları da tespit edilmiştir. Amacından uzak yorumlara yer verilen bu tür yayınlarla kamusal sorumluluktan uzaklaşıldığı; sözkonusu konukların yaptıkları yorumların toplumu yanlış bir şekilde bilinçlendirdiği; bu durumda kamuoyunu bilinçlendirmek amacıyla yapılan yayınların da amacından saptığı görülmektedir. Bu durum yanlış anlaşılmalara ve toplumda infial oluşmasına sebebiyet vermektedir.
Yayınlar vasıtasıyla kamuoyunun yanlış yönlendirilmesi halinde, sözkonusu yayınlar nedeniyle medya hizmet sağlayıcılara müeyyide uygulanması durumu da sözkonusu olabilmektedir. Açıklanan sebeplerle yayıncı kuruluşların muhtemel mağduriyetlerinin önüne geçilebilmesi için konuk olarak görüşlerine başvurulacak uzmanların seçiminde azami hassasiyetin gösterilmesi gerekmektedir(…)”.
Medyanın sansürlenmesi şöyle dursun, yukarıda değindiğimiz m.6/4, medya hizmet sağlayıcı olarak anılan radyo ve televizyon kanallarının objektif/kusursuz sorumluluğunu gündeme getirebilmektedir. Burada ikili bir değerlendirme yapılmalıdır. İlk olarak; televizyon kanal banttan yayın yapmakta, yani canlı yayın yapılmamakta ise, televizyon kanalı tarafından içeriğin denetlenmesi mümkün olacağından, bu halde içerikle ilgili sorumluluk televizyon kanalına aittir olacaktır ki, bu yükümlülük kanalın editoryal sorumluluğundan kaynaklanmaktadır.
İkinci olarak, canlı yayın sırasında konuğun sözlerinden ve fiillerinden televizyon kanalının objektif sorumluluğunun olup olmayacağı tespit edilmelidir. Kanunun 6. maddesinin 4. fıkrasına; medya hizmet sağlayıcı televizyon kanalının “editoryal sorumluluk” altında tüm yayınlardan, içeriklerinden ve yayına katılanların her türlü sözünden ve davranışlarından sorumlu tutulacağına yönelik “ucu açık” anlam yüklenmesi ve hükmün bu şekilde yorumlanması, gerek sorumluluk sınırı ve gerekse de basın hürriyeti bakımından hukuki sakıncalar içermektedir.
İfade ve basın hürriyetinin zor kullanılabildiği, bu hürriyeti koruyan Anayasa, uluslararası sözleşmeler, kanunlar ile müesseselerden kaynaklanan koruyucu etkinin deyim yerinde ise kağıt üzerinde kaldığı, koruyuculuğun uygulamaya tam manası ile yansıtılamadığı veya bu konuda çifte standart yaşandığının ileri sürüldüğü vaziyette, ifade ve basın hürriyetini sınırlayan hukuk kurallarının düzenlenmesinde ve tatbikinde hukukun evrensel ilke ve esaslarından sapılmamalıdır. Nitekim aşağıda, yayın hizmeti ilkeleri ile 6112 sayılı Kanunda öngörülen yasakları ihlal ettiği düşünülen medya hizmeti sağlayıcıları hakkında “ceza sorumluluğu şahsiliği” ve “kusur” ilkelerinin nasıl uygulanması gerektiği hakkında kısa tespit ve açıklamalara yer verilecektir.
Belirtmeliyiz ki; ceza sorumluluğunda şahsilik, yani herkesin kendi fiilinden sorumluluğu esastır ve suça veya hukuka aykırı fiilin icrasında kusurluluğa bakılmalıdır. Failin, kast (hareketi ve neticeyi bilerek ve isteyerek yaptığı) veya taksir (hareketi bilerek ve isteyerek yapıp öngörülebilir neticeyi istemediği) halleri dışında, kabahat veya adli derecede sorumluluk kişiye yüklenmemelidir.
- Anayasanın m.38/7’de “ceza sorumluluğunun şahsiliği” ilkesi kabul edilmiştir. Bu ilke, “ceza sorumluluğunun şahsiliği” başlığı altında Türk Ceza Kanunu m.20/1’de kanuni güvence altına da alınmıştır. TCK m.20/2’ye göre; tüzel kişiler hakkında ceza yaptırımı uygulanamaz, ancak bir suçtan dolayı kanunda öngörülen güvenlik tedbiri niteliğinde yaptırımlar tatbik edilebilir.
- İdari Ceza Hukuku yönünden “Organ veya temsilcinin davranışından dolayı sorumluluk” başlıklı Kabahatler Kanunu m.8’de farklı bir düzenlemeye gidildiği görülmektedir. Bu maddenin ilk iki fıkrasına göre; “(1) Organ veya temsilcilik görevi yapan ya da organ veya temsilci olmamakla birlikte, tüzel kişinin faaliyeti çerçevesinde görev üstlenen kişinin bu görevi kapsamında işlemiş bulunduğu kabahatten dolayı tüzel kişi hakkında da idari yaptırım uygulanabilir. (2) Temsilci sıfatıyla hareket eden kişinin bu sıfatla bağlantılı olarak işlemiş bulunduğu kabahatten dolayı temsil edilen gerçek kişi hakkında da idari yaptırım uygulanabilir. Gerçek kişiye ait bir işte çalışan kişinin bu faaliyeti çerçevesinde işlemiş bulunduğu kabahatten dolayı, iş sahibi kişi hakkında da idari yaptırım uygulanabilir”.
- Görüleceği üzere; ceza sorumluluğunu düzenleyen TCK m.20 ve kabahatlerden kaynaklanan sorumluluğu düzenleyen m.8, esas itibariyle “ceza sorumluluğunun şahsiliği” ilkesinden ayrılmamaya çalışmış ve üçüncü kişilerin söz ve fiillerinden sorumluluğun ilgili kişilere ait olacağının kabulü ile 6112 sayılı Kanunun 6. maddesinin 4. fıkrasından ayrılmıştır. Gerek TCK m.20 ve gerekse Kabahatler Kanunu m.8, suça veya kabahate konu sözle ve fiille ilgisi olmayan kişilerin sorumluluğu yoluna gitmediği halde, idari yaptırımlara yer veren 6112 sayılı Kanunda “medya hizmet sağlayıcı” sıfatı taşıyan televizyonlara, “editoryal sorumluluk” kapsamında sorumlulukların yüklendiği ve haklarında idari yaptırımların tatbik edilebildiği görülmektedir. “Editoryal sorumluluk” çerçevesinde 6112 sayılı Kanunun 6. maddesinin 4. fıkrasını kusursuz/objektif sorumluluk olarak anlayıp, televizyon canlı yayınlarında televizyonu temsil etmeyen, yayını idare eden moderatörün dışında, moderatörün sevk ve idaresinin dışında, herhangi bir tahriki, teşviki veya yönlendirmesi olmaksızın, yayına katılan bir konuğun söylediği sözler ve icra ettiği hukuka aykırı fiilden dolayı televizyonun sahibini ve temsilcilerini sorumlu tutmak, özellikle Ceza Hukuku ve İdari Ceza Hukuku yaptırımlarını sübjektif/kusur sorumluluğu aramaksızın tatbik etmek, yukarıda işaret edilen Anayasa m.38/7’ye, TCK m.20’ye ve Kabahatler Kanunu m.8’e açıkça aykırıdır. Belirtmeliyiz ki; Türk Ceza Kanunu’nun “Özel kanunlarla ilişki” başlıklı 5. ve Kabahatler Kanunu’nun “Genel kanun niteliği” başlıklı 3. maddeleri, 6112 sayılı Kanunda öngörülen idari ve adli yaptırımlara tabi suç ve kabahatler hakkında da uygulanmalıdır. Her ne kadar Kabahatler Kanunu’nun 3. maddesinin 1. fıkrasının (b) bendinde, Kabahatler Kanunu’nun 8. maddesi dahil sorumluluğu tanımlayan genel hükümlerinin idari para cezasını veya mülkiyetin kamuya geçirilmesi yaptırımını gerektiren tüm fiiller hakkında uygulanacağı söylense de, idari para cezası dışında kalan diğer idari yaptırım türlerini gerektiren fiillerin icrasından dolayı uygulanması gündeme gelen idari cezalarda da Kabahatler Kanunu’nun genel hükümleri dikkate alınmalıdır.
- 6112 sayılı Kanunu “Medya hizmet sağlayıcının bağımsızlığı ve sorumluluğu” başlıklı 6. maddesi incelendiğinde; ilk fıkrasında, yayın hizmetlerinin içeriğine ve yayınlanmasına önceden müdahale edilemeyeceği ve yayın içeriğinin de yayından evvel denetlenemeyeceği, ancak ikinci fıkrasında, televizyon yayıncılığı ile ilgili Kanun ve diğer mevzuat ile RTÜK tarafından bu hükümlerin uygulanmasına dair yürürlüğe koyulan düzenleyici tasarrufların müdahale sayılmayacağı, üçüncü fıkrasında, medya hizmet sağlayıcılarının, yayın hizmetlerini kendilerinin, yakınlarının veya üçüncü kişilerin haksız menfaatleri doğrultusunda kullanılmamasını sağlamak zorunda oldukları, dördüncü fıkrasında ise, medya hizmet sağlayıcılarının, ticari iletişim ile üçüncü kişiler tarafından üretilenler de dahil olmak üzere, yayınlanan tüm yayın hizmetlerinin içeriğinden ve sunumundan sorumlu tutuldukları görülmektedir.
- 6112 sayılı Kanunun 6. maddesinin 4. fıkrasının öngördüğü sorumluluğun; “İdari yaptırımlar” başlıklı m.32 ve “Adli yaptırımlar” başlıklı m.33’de düzenlenen kabahat ve yaptırımları ile suç ve cezalardan kaynaklanacak sorumlulukları açısından, Anayasa m.38/7, Kabahatler Kanunu m.8 ve TCK m.20 ile çelişir gözükmektedir. Televizyonlarda banttan veya canlı yayınlanan programlar dahil olmak üzere; medya hizmet sağlayıcı televizyonların ve temsilcilerinin tüm bu yayınlardan, sübjektif/kusur sorumluluğu olmasa da, özellikle canlı yayınlara katılan ve medya hizmet sağlayıcıyı temsil etmeyen, sübjektif/kusur sorumluluğu ve hatta istihdam edenin sorumluluğu veya medya hizmet sağlayıcı tarafından yayınların önceden denetimi kapsamına girmeyen, fakat 6112 sayılı Kanunun 6. maddesinin 4. fıkrası gereğince objektif/kusursuz sorumluluk uyarınca sorumlu tutulacakları iddia edilebilir. Bu düşünceye katılmadığımızı, 6112 sayılı Kanunun 6. maddesinin 4. fıkrasının Özel Hukuktan kaynaklanan tazminat sorumluluğu için objektif/kusursuz sorumluluğu veya istihdam edenin sorumluluğunu gündeme getirebileceği düşünülse de, bu yönde bir kabulün Ceza Hukuku ve İdari Ceza Hukuku, yani kabahatler bakımından savunulamayacağı, çünkü Anayasa m.38/7 ile TCK m.20’nin ve Kabahatler Kanunu m.8’in, 6112 sayılı Kanunun 32 ve 33. maddelerinin medya hizmet sağlayıcının objektif/kusursuz sorumlu tutulmasını engelleyeceğini ifade etmek isteriz.
- İlgili yayını yönetmekte olan kişinin veya moderatörün canlı yayın sırasında sarf edilen sözlerin ve fiillerin suç veya hukuka aykırılık teşkil edip etmediğini o an anlayıp müdahale etme imkanı oldukça sınırlıdır. Özellikle tartışma programlarında içerikler seri bir şekilde üretilmekte ve o an yayını durdurma veya konuşmacıların sözünü kesme gibi bir müdahalenin anlık olarak gerçekleşmesi zor ve hatta imkansız olabilir veya müdahale imkanı bulunsa dahi o an için suça veya hukuka aykırılığa konu söz söylenmiş veya fiil icra edilmiş olabilir. Bariz bir hukuka aykırılık gerçekleşmediği sürece, tartışma programını yöneten kişiden derin bir hukuk bilgisinin ve canlı yayın konuğunun fiilinin haksızlık teşkil edip etmediğini hemen muhakeme etmesinin beklenmesi isabetli olmayacağı gibi, konuğun açıklamasının veya fiilinin sorumluluğunun medya hizmet sağlayıcıya sirayet etmesi ve yüklenmesi hakkaniyete uygun düşmez. Ayrıca, konuğun sözünden ve fiilinden dolayı yaptırım sorumluluğunun medya hizmet sağlayıcıya yüklenmesi “sübjektif/kusur sorumluluğu” ilkesini de ihlal edecektir.
- Buna karşılık; televizyon kanalının canlı yayın öncesi ilgili konuğu yayın ilkeleri ile ilgili bilgilendirmesi, en azından Kanunun 8. maddesinde öngörülen yayın ilkelerini konuğa hatırlatması zorunluluğu getirilebilir. Ancak medya hizmet sağlayıcı bakımından konuğu yayın ilkeleri ile ilgili bilgilendirme veya hatırlatma zorunluluğu 6112 sayılı Kanunda yer almamaktadır. Kaldı ki; böyle bir zorunluluk Kanun ile öngörülse ve bu bilgilendirme yapılsa bile, canlı yayınlarda konuğun sözlerinin ve davranışlarının önceden tahmin edilmesi ve denetlenmesi teknik olarak mümkün değildir.
- Ayrıca Türk Hukuku’nda; objektif/kusursuz sorumluluk hallerinin tümünde kurtuluş beyyinesi/delili olarak nedensellik bağının kesilmesi kabul edilmiştir. Kurtuluş beyyinesinin medya hizmet sağlayıcıyı da kapsaması gerekir. Televizyon kanalı; gerekli özeni gösterdi ise ve canlı yayında konuğun haksızlık içeren sözünün ve eyleminin zeminini hazırlamamışsa, örneğin program sunucusu tarafından konuk tahrik edilmemişse veya bir mizansen yoksa, konuğun sözlerinin ve eyleminin sorumluluğu ve sonuçları medya hizmet sağlayıcıya yüklenmemelidir.
- Her ne kadar RTÜK tarafından 19.12.2020 tarihinde medya hizmet sağlayıcılarının hassasiyet göstermesi gerektiği duyurusu[3] yapılsa da, bu duyuru Sorumluluk Hukuku açısından yukarıda çizdiğimiz çerçeveyi genişletemez. Bu husus, 6112 sayılı Kanunun 6. maddesinin 2. fıkrası ile güvence altına alınmıştır. 6112 sayılı Kanunun 32/2. maddesi esas alınarak, bu duyurunun yayınlanmasından önce vuku bulmuş fiillerden dolayı medya hizmet sağlayıcıya yaptırım uygulanması zaten düşünülemez. Kaldı ki RTÜK duyurusu; Anayasanın 28. maddesi ile güvence altına alınmış basın hürriyeti ile Anayasanın 48. maddesinde güvencesinde bulunan çalışma hürriyetini sınırlamaktadır. İfade hürriyetinin bir yansıması olan ve özel bir madde ile güvence altına alınan basın hürriyeti, her türlü baskıya ve zorlamaya karşı korunmalı ve caydırıcı etki riski ile karşı karşıya bırakılmamalıdır.
- 6112 sayılı Kanunda gösterilen yaptırımların ölçülü uygulanması gerektiği de gözardı edilmemelidir. Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu, 28.06.2018 tarihli, 2016/1087 E. ve 2018/3749 K. sayılı kararında; “(…)kamu düzeni ile güvenliği, suç işlenmesinin önlenmesi, genel sağlık ve ahlakı koruyacak emniyet, güvenlik ve trafik tedbirlerinin ilgili mercilerce (vali ve kaymakamlarca) alınmasının gerektiği, bununla birlikte, düşünceyi açıklama ve yayma hürriyetinin sınırlanmasında sözkonusu hakkın özüne dokunulmamasına özen gösterilmesi gerektiği, bu bakımdan sınırlama yapılırken adil ve ölçülü bir dengenin kurulması zorunluluk arz etmektedir.” diyerek, ifade hürriyeti ile hukuk düzeni tarafından korunan diğer değerler arasında dengenin ölçülü kurulmasına vurgu yapmıştır. “Hukukun yeknesaklığı” ilkesi gereği, aynı usul 6112 sayılı Kanun bakımından da uygulanmalıdır.
Sonuç itibariyle; m.6/4’ün, medya hizmet sağlayıcılarının tüm yayın hizmetinin içeriğinden ve özellikle canlı yayınlarda söylenen her sözden ve davranıştan sorumlu tutulacağı yönünde yorumlanması ve uygulanması kabul edilemez. Bu yönde bir kabul, cezai ve idari yaptırımlar bakımından kabul edilen “sübjektif/kusur” ilkesine aykırıdır. Bir an için m.6/4’ün objektif/kusursuz sorumluluğa işaret ettiği düşünülmekte ise, medya hizmet sağlayıcılarını her türlü yayın içeriğinden sorumlu tutan bu düzenlemenin en azından canlı yayınlar bakımından revize edilmesi gerektiği tartışmasızdır. Yine en azından bu hüküm, canlı yayınlar yönünden nedensellik bağının kesilmesi sebebiyle medya hizmet sağlayıcısı açısından kurtuluş beyyinesi kabulü ile uygulanmalıdır. 6122 sayılı Kanunun 6. maddesinin 4. fıkrası medya hizmet sağlayıcı aleyhine yorumla geniş uygulandığı takdirde, hem basın üzerinde gizli sansüre yol açmakta ve hem de sübjektif/kusur sorumluluğu ile çelişmektedir.
(Bu köşe yazısı, sayın Prof. Dr. Ersan ŞEN tarafından www.hukukihaber.net sitesinde yayınlanması için kaleme alınmıştır. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısının tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısının bir bölümü, aktif link verilerek kullanılabilir. Yazarı ve kaynağı gösterilmeden kısmen ya da tamamen yayınlanması şahsi haklara ve fikri haklara aykırılık teşkil eder.)
----------------
[1] Türkiyeli Gazeteciler Baskının Kıskacında: 6-9 Ekim 2020’de Türkiye’de Gerçekleştirilen Uluslararası Basın Özgürlüğü Ortak Misyonu, Misyon Raporu, s. 18, Çevrim İçi: https://freeturkeyjournalists.ipi.media/wp-content/uploads/2020/11/20201125_Turkey_PF_Mission_Report_TUR.pdf, Erişim Tarihi: 21.12.2020.
[2] RTÜK, Duyuru, 19.12.2020, Çevrim içi: https://www.rtuk.gov.tr/duyurular/3788/8470/duyuru.html, Erişim Tarihi: 19.12.2020.
[3] RTÜK, Duyuru, 19.12.2020, Çevrim içi: https://www.rtuk.gov.tr/duyurular/3788/8470/duyuru.html, Erişim Tarihi: 19.12.2020.