Medeniyetin tek ölçüsü şehir ve şehirliliktir. Ne kadar şehirliyseniz o kadar medenisiniz.

Hukuk sadece şehir için gerekliliktir ve ancak şehirde üretilir.Köy-kasaba, “elalem ne der” baskısı ve ayıp gibi manevi baskılarla yönetilebilir.

Tek bir planlamaya ihtiyaç duymadan, zamanı mevsimlik kullanarak ve bir mekanı ihya etmeye ihtiyaç duymadan yaşayıp gidebilir. Disiplinli bir yaşama ihtiyacı çok azdır.

Şeriat (Hukuk veya malum kullanımıyla İslam Hukuku) istemli internet ortamında iki gencin yaptığı tartışmayı izledim. Böyle tartışmalar iki şehirlinin meraklı ve entellektüel fikir kavgasıdır ve doğaldır. Bir tarafın fikirlerini daha az savunabilmesi, diğer tarafın da etkili argümanlarla konuya yaklaşması dahi mühim. Sonuçtan ziyade olayın kendisini önemsiyorum.

Kendini iyi savunamayan taraf diğer tarafı tehdit etmek yerine,etkili argümanları olan başka birini fikir kavgasının içine sokabilir. Netice olarak sorular ortaya sorulmuş.

Roma şehir olarak hukuk inşa edip, dünyaya ihraç etmişti. Ordunun disiplini dahi hukuk inşa etmiş kent sebebiyledir. Çünkü kentlilik disiplin gerektirir.

Daha sonra alternatif hukuklar yine kendi iç disiplinini sağlamış şehirlerden çıktı ve ordularıyla ihraç edildi. Mekke, Medine, Musul, Bağdat daha sonra İstanbul, modern dönemde Kuala Lumpur ve Kahire, şimdi ne istediğini bilmeden şeriat isteyen köy çevrelerinin İslam hukukunu oluşturdukları merkezlerdi.

Şimdi köylerden ve köylü entellektüelliğinden talep edilen şey,  Şeriat(hukuk) falan değil. Bir kısım köylü adetlerini İslama bulayıp meşrulaştırma talebi. Bu talepler mahallelere ve köylere sıkışmış cemaatlerin propagandalarıyla üretiliyor ve aslında hiçbir altyapısı, derinliği ve hukuki yeterliliği yok.

Şeriat (hukuk) düzgün uygulanan ellerde olduktan sonra, seküler veya dini olmasının önemi olmayacağına inanlardanım. Yeter ki düzgün uygulayabilecek olayları anlayabilen ve uygulayabilen bir hukukçu topluluğu ile bu kurallara riayet etmeyi kendisine vazife bilmiş insanlar olsun. Yoksa seküler hukukların da son derece zalimliklere neden olabileceğini modern zamanda onlarca örnekle tecrübe ettik.

Şeri/hukukî kuralları ne olursa olsun, hakkaniyetli uygulanması ve insanın başına ihlâl halinde ne geleceğinin bilinmesi aynı adalet tatminini toplumda sağlayacaktır.

Talep edilen köylü aklının şeriat(islam hukuku) talebini kim karşılayacak peki? Uygulayıcısı kim olacak?

Başkasının hayatına karışmayı meşru zemine oturtmak dışında beyinini hiçbir fikri tartışmaya harcamamış insanların istediği şeriat (hukuk) neyi koruyacak?

Cevap: Dedikoduyu, gammazlığı ve başkalarının hayatlarına müdahaleyi koruyacak.

Modern dönemde az sayıda ve zayıf olarak inşa edilebilmiş şehirliliği, yani medeniyetimizin eldeki çarpık örneğini de hedef alacak.

Şimdi aklı az insanlar köylü kimliklerine saldırıldığını düşünecek. Köylü olmak başka, köylülük başkadır diyip fazla laf anlatmaya çalışmayacağım.

Bu tartışmada gördüğüm ve kendimce tespit ettiğim tek şey, bu köylü kafasının, haklı olarak Şeriatla (islam hukukuyla) ilişkilendirilerek argüman üretilmesi.

Yani talep eden aslında Şeriatı (İslam Hukuku) talep etmiyor, şeriattan (İslam Hukukundan) korkan da Şeriattan korkmuyor. Daha öyle bir aşamaya gelinmedi.

Şeriatı (İslam Hukuku) köylü ideolojisi, karşıtlığını da şehirlilik ideolojisi olarak tespit etmenin doğru olduğunu düşünüyorum. Kentliliği koruyacak hiçbir hukuki vaadi olmayan, kentleri kalabalık köylere dönüştürme ideolojisi olarak kurgulanan şeriat isteği; görünüş olarak İslam Hukuku talebi olsa da, “elalem ne der” hukukunun şehirlerde arzulanmasından başka bir şey değil.

Konuya ilişkin kendince şehirli bir bakış açısı oluşturmaya çalışan tartışmanın şeriat talep eden tarafının da bu argümanları zamansal olarak savunup,şimdiye muhalefet etme yeterliliğine henüz sahip olmaması (hiç kolay da değil fakat bu çabasını destekliyorum) bence bu açığı ortaya daha çok çıkardı.

Bu kendisinin hatası da değil. Bu konuda faydalanabileceği yeterli güncel kaynak olmadığı, içtihat oluşturacak kurumların ve fukahanın da henüz oluşmadığı düşünüldüğünde, böyle bir tartışmaya girmesi dahi çok önemli.

Özetle ben Şeriat (hukuk) ve hatta İslam hukuku uygulanması talebini bir talep olarak normal karşılıyorum ve tehlike görmüyorum. İnsanların her türlü talebi olabilir. Hatta bu talepler saçma ve dayanaksız da olur, olabilir, olmalı.

Ancak bunu uygulayacağı iddiasında olan kendisini “Şeriatçı” olarak tanımlayan, cahil ve köy ideolojili kitlenin, İslam hukukundan habersiz talebinin büyük tehlike olduğunu görüyor ve konuyla ilgili mücadelenin en çok  kentli muhafazakarlarca üstlenilmesi gerektiğini düşünüyorum. Çünkü arzulanan şey İslam Hukuku falan değil, şehirlerin köyleştirilmesi, az gelişmiş medeniyetin de yıkılıp, köylü bir baskı rejimi inşa edilmesi.

Bu arada benzeri bir talep, “seküler şeriatçılarda” da var. Kentin “mahalle sekülerleri” de başka mahallere aynı hukuki yollara müdahale etme derdindeler ve karşıtlarından bu anlamda pek bir farkları yok. Tek farkı, kent yaşamına daha adapte olması olan bu kitle, koca kenti kendi mahallesine göre şekillendirmeye çalıştığı zaman baskıcı ve otoriter bir hukuk talep ediyor. Kendini kentli sanan bu mahalle insanlarının(kent köylülerinin)hukuktan anladıkları kendileri dışındaki kitlenin örtüsü, inancı ve yaşayışı.

Hatta bunlar da var olan hukukta farklı bir versiyonla elalem olarak taleplerini delil kabul edip, tutuklama, salıverme gibi kararlar için mahkemeleri zorlayabiliyorlar. Elalem sadece İslam Şeriatı talep edenlerin bir çıkmazı değil. Kent köylüsünün ve kır köylüsünün ortak meselesi.

Bu iki kesimi henüz az gelişmiş medeniyetimizin gelişiminin önündeki bariyer olarak görüyorum.

Elalemci köylüler, iki gencin şehirli tartışmalarını yapan muhafazakârları yoz olarak görebilirler. Hatta bu gibi çevreler modernistlikle dahi şehirli muhafazakarları itham edip, karşı mahalleye dahil edebilirler. Oysa ikisi arasındaki anlayış farkı sadece kendinden olmayanla kurulacak ilişkidedir.

Bir şehirli umursamazlığıyla kendinden olmayana bakmak, konuşabilmek ve varlığını kabul etmekle; elalem olarak kendisini konumlandırıp agresif bir dışlamayla karşıtına yaklaşmak arasındaki farktan söz ediyorum.

Oruç tuttuğu zaman, tutmayandan mahçup saygılar beklemeyip, hatta gösterildiği takdirde çok umursamayıp; ibadetini kendi ve Allah’la kurduğu ilişkiye odaklayarak yapmayı kast ediyorum. Taklitsel bir, bir arada olma davranışına dönüşmüş ve aslında dünyevi mükâfatlar talep eden ibadetin yerine; neye, ne için yapıldığı içselleşmiş olan ibadet etme farkını tartışıyorum.

Son olarak hiç kimse hakaret etmediği sürece, sadece sorduğu sorular üzerinden yargılanmamalı, tutuklanmamalı ve sorularına cevap verilmelidir.

Av. Burak DİYARBAKIRLIOĞLU