Ergenekon ve Malatya Zirve katliamı sanıklarının tahliyesine giden sürece değinmeden, tutuklamanın kesin suçluluk/mahkumiyet anlamına gelmediği gibi, tahliyelerin de beraat anlamına gelmediğini hatırlamamız gerekiyor.
 
Tutuksuz yargılama esas, yasal şartları varsa tutuklu yargılama istisnai olarak yapılacak bir yargılamadır. Tutukluluk infaz değil bir tedbirdir.
Adil yargılama ilkesi gereği tüm yargılamaların makul sürede tamamlanması gerekir. Sanık veya sanıklar tutuklu ise, görülen davanın sanık sayısı, hacmi, delillerin toplanmasındaki zorluklar gibi kriterlere göre belirlenen makul süre daha da önem arz etmektedir.
 
Kaçma şüphesi, delilleri yok etme veya karartma ihtimali gibi yasal nedenlerle bir tedbir olarak uygulanan tutuklamanın uzun sürmesinin her zaman özgürlük hakkının ihlali olabilme ihtimali, tutuklama tedbirinin dikkatli uygulanarak hak ihlallerine sebebiyet verilmemesi gerekmektedir.
2010 Anayasa değişikliği ile, Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru yolunun açılmasıyla mahkeme kararları ‘hak ihlali’ yapılıp yapılmadığı yönünden incelenmeye başlanmıştır. İhlalin varlığı tespit edilmesi halinde, AYM kararı gereği için mahkemesine gönderilmektedir.
 
İlker Başbuğ’un tahliyesi
 
Ergenekon davası sanığı olup, 5 Ağustos 2013 tarihinde verilen karar ile müebbet hapis cezasına çarptırılan Başbuğ’un avukatının başvurusu üzerine AYM, Anayasa’nın 19.maddesinin 8.fıkrası uyarınca güvenlik ve özgürlük hakkının ihlal edildiğine karar verdi. İhlalin gerekçesi olarak da, hükmün açıklandığı 5 Ağustos tarihinden itibaren geçen 7 aylık sürede gerekçeli kararın mahkemece yazılmaması ve bu nedenle tutukluluk durumunun da inceleneceği Yargıtay temyiz incelemesinin yapılamamasını gösterdi. Başbuğ’un tahliye edilmesinin sebebi, mahkemenin gerekçeli kararını yazmaması olmuştur.
Ceza muhakemesi Kanununda hüküm açıklandıktan sonra 15 gün içinde gerekçeli kararın yazılması zorunlu olduğu halde mahkeme yasayı ihlal ederek gerekçesini yazmamıştır. Bu nedenle de dün itibariye HSYK inceleme başlatılacağını açıklamıştır. Gerçekten de, 7 aydır gerekçenin yazılmamasının ağır sonucu tutukluluğu tartışmalı Başbuğ’un tahliyesi ile kalmamış, Danıştay cinayeti sanığının da içinde bulunduğu diğer sanıkların da tahliyesiyle sonuçlanmıştır.
Anayasa Mahkemesi kararı gerekçe gösterilerek yapılan tahliyelerin, azami tutukluluk süresini 5 yıl ile sınırlandıran yasa değişikliğiyle alakası olmadığının altını çizmek gerekir.
 
Hükmen tutuklu olanlar nasıl tahliye edildi ?
 
Azami tutukluluk süresi 5 yıla indirilse de, haklarında mahkumiyet verilen tutuklu sanıkların statülerinin ‘tutuklu’ olmaktan çıkıp ‘hükmen tutuklu’ kabul edilmeleri nedeniyle yasa değişikliğinden etkilenmeyeceklerini, AYM tarafından da benimsenen Yargıtay Ceza Genel Kurulu kararına göre söyleyebiliriz.
Şayet 5 Ağustosta kararını açıklayan yerel mahkeme, yasal süresi içinde gerekçeli kararını yazıp dosyayı Yargıtay’a gönderseydi, dosya hem usulden hem esastan Yargıtay’da incelenecek, tutukluk konusu da dahil temyiz mahkemesi karar verecekti. Hükmen tutuklu statüsünde olanlar hakkında da, dosyadan el çekmiş olan yerel mahkeme yeniden tutukluluk incelemesi yapamayacaktı. Anayasa Mahkemesine yapılan bireysel başvuru da reddedilecekti.
 
Hatırlanacağı gibi Balyoz davasında kısa zamanda gerekçeli karar yazılmış, kararın açıklanmasından itibaren tam bir yılda Yargıtay incelemesi de sonuçlanmıştır. Dolayısıyla ‘hak ihlali’ gündeme gelmemiş, yargılamadan el çekmiş olan yerel mahkemelerin yeniden tutuklulukla ilgili karar vermeleri söz konusu olmamıştır.
 
Ergenekon davasında gerekçeli kararın yazılmaması, hükmen tutuklu olanlara tahliye yolunu açmıştır. Tutuklu sanıkların aldıkları cezanın en ağır ceza olması neticeye etkili değildir. Hem AYM incelemesi, hem de tutukluluk süresi yönünden inceleme, davanın esasıyla ilgili olmayıp usul hükümleriyle ilgilidir.
 
Azami tutukluluğun 5 yıl ile sınırlandırılması
 
Ağır cezalık suçlarda tutukluluk süresi yasada 2 yıldır. Zorunlu hallerde yapılabilecek uzatmalarla en fazla 5 yıl olabilir. Terör suçlarında bu süre iki kat uygulandığı için azami sür 10 yıl idi. Geçen yıl AYM 10 yıl düzenlemesini iptal ederek yeni düzenleme için bir yıllık süre tanımıştı.
Anayasa Mahkemesinin iptal kararı doğrultusunda hükümet süreyi 5 yıla indiren yasal düzenlemeyi yapmak zorundaydı. Bu nedenle ‘hükümet 5 yıl düzenlemesini Ergenekon sanıklarını tahliye için çıkardı’ şeklindeki değerlendirmelerin gerçeği yansıtmayan, iyiniyetle söylenemeyecek maksatlı açıklamalar olduğunu ifade etmeliyiz.
Bu yasal düzenleme gereği de, tutukluluğu 5 yılı geçen bir kısım tutuklular tahliye edildiler. Dosyaları yeni incelenenler de bugün yarın tahliye edilecekler. Ceza infazına dönüşen uzun tutuklulukların engellenmesinin yolunun ancak yasa ile sağlanması, mahkemelerin özgürlükçü uygulamalara ayak uyduramamasının sebepleri üzerinde mutlaka düşünülmesi gerektiğine işaretle yetinerek konumuza devam edelim.
 
Vicdanları rahatsız eden tahliyeler
 
Uzun tutukluluk olmasın, özgürlük hakkı ihlal edilmesin tamam. Peki 5 yıl düzenlemesi ile, insanların boğazını keserek öldürdüğünü itiraf eden Zirve davası sanıklarının, Danıştay hakimini öldüren tetikçinin tahliyesine ne diyeceğiz ?
Gerçekten kamu vicdanını rahatsız eden, adalete olan güveni yerin dibine batıran, insanları korkuya sürükleyen tahliyeler var. Suçlarını itiraf eden, suçüstü yakalanan müebbet hapis cezası alması gereken korkunç cinayetlerin failleri nasıl olur da serbest bırakılır?
 
Bu tür tahliyelerin sorumlusu yasalar değil uygulayıcı olan mahkemelerdir. Bir mahkeme müebbet hapisle mahkum ettiği sanık veya sanıkların gerekçeli kararını 7 ay yazmıyorsa veya sanıkları tutuklu bir davayı 5 yılda kararını verip bitirmiyorsa, burada bir sorun var demektir.
Anayasa Mahkemesi 10 yıl tutukluluğu iptal kararının üzerinden yaklaşık 7 ay geçmiş, Anayasa gereği bu konuda yasal düzenleme yapılmanın zorunlu olduğunu,     5 yılı geçen tutuklulukların ‘hak ihlali’ olacağını  sayın hakimlerimiz bilmiyorlar mı? Öyleyse makul sürede, özellikle 5 yılı doldurmadan tutuklu davaları karara bağlayıp gerekçeli kararlarını neden yazmazlar?
Mahkemelerin bağımsızlığı ve hakimlik teminatı sorumsuzluk olarak yorumlanamaz.
Sanık sayısı fazla hacimli dosyaların yargılama sürecinin zorluğu ve daha uzun süreye ihtiyaç olduğunu elbette göz ardı edemeyiz. Bunun için yasa tutukluluk süresini azami 2 yıl olarak belirlemiş, sözünü ettiğimiz zorunlu sebeplerin varlığı halinde 3 yıl daha uzatılabileceğini, ama her halde 5 yılı geçemeyeceğini düzenlemiştir.
 
Bu yasal düzenlemelerden habersiz gibi takınılan tavır, gerekçeli kararın yazılmayarak özgürlük hakkının ihlali, bir de ‘TBMM’nin mahkemeleri kaldırma yetkisi yoktur’ diyerek kanun tanımaz bir tutum sergilenmesi hukuk çerçevesinde izah edilebilecek bir durum değildir.
Kanunlara göre karar vermesi gereken mahkemelerin yasa koyucu gibi hareket ederek kanunu tanımadığını kamuoyuna ilan etmesi, savunulacak değil soruşturulacak ve yaptırımı olacak bir davranıştır. Basına bildiri dağıtan savcıdan sonra, kanunu tanımadığını ilan eden mahkemeyle karşı karşıya olmak ülkemiz yargısının bir talihsizliği olarak geçiştirilebilecek bir durum olamaz.
Bu tutum ve davranışın sebebiyet verdiği olumsuzlukların sorumlusu olarak hükümeti ve yasa koyucu TBMM’ni gösterme gayretlerini topyekûn değerlendirdiğimizde, T.C. Hükümetine karşı girişilen bir darbe girişiminde maalesef yargının araç olarak kullanıldığını görmekteyiz.