Kısa kısa yazacağım. Eskiden buna müteferrik denilirdi. Yani farklı konular ve konu başlıkları bir yazıda bir seferde söylenirdi. Ancak bu yazımın bir ortak tarafı var. Bu ortak nokta da, ülkede 15 Temmuz’dan sonra akl-ı selimi kaybetmeye başladığımız ve nihayetinde devlet işlerine de adaletin değil kin ve nefretin hakim olmaya başladığıdır.

Zarar Gören Din Duygusu Oldu
Bir taraftan cemaat diğer taraftan iktidar, ülkede ciddi anlamda bir kaosa neden oldu. Ülkeyi yönetenlerin liyakat yerine kolkola bir cemaatle yürümesi bir çok acı sürecin başlangıcıydı. Cemaatin siyasallaşmaktan nefret ettiği söyleminin arkasında -ahlaksız ve haksız- bir siyasete girmesi, kadrolaşma hırsı, bütün müntesiplerinin değil ama iktidarın tabiri ile alttaki ibadet kesiminin zarar görmesine yol açtı. Bu işi çekip çevirenlerin hiç birisi ise bir yaptırımla karşılaşmadı. Çoğu çoktan kaçmıştı zaten. Acılar yaşandı, mağduriyetler oldu. Ancak altı çizilmesi gerekir ki, bu acılar tamamen muhafazakar diye tabir edilen kesimin sinesine düştü, cemaatin de garibanlarının sırtına. Bugüne kadar muhafazakar camianın hiç yaşamadığı acılar ve bölünmeler yaşandı. Hayal kırıklıkları, bir ihbarla atılan insanlar ve onlara sırt dönen diğerleri. Nihayetinde aslında önümüzdeki yıllarda da göreceğiz, insanlardaki dini koruma duygusu zarar gördü asıl. Zira cemaate gönül verenlerin temel saiki bir dine hizmetti. Ancak bu halis kesimin aşağıda sadece itaati esas alan düşünce ile niyetlerinden başka taraflara sevkedildiği de vakıadır. Bir de şöyle düşünün: İktidarın, istihbaratının olduğu, polisinin olduğu, jandarmasının olduğu, hatta üstüne üstelik -eniştesinin- olduğu yerde kandırılabilmesi mümkünse, sıradan halkın kandırılması işten bile değildir.

İçeride tutuklu bulunanların büyük kısmının dahi esasen dini koruma ve daha iyi dinini yaşama duygusu ile cemaat içinde yer aldıkları bir gerçek. Bunu devleti yönetenlerin de gayet iyi bildiği ancak yönetemediği bir durum olduğu düşüncesindeyim artık. İktidarın “ibadet” dediği kısım bu idi ancak acılar da ne yazık ki bunlara kaldı. Darbe girişiminden sonra adalete vurgu yapılmıştır ancak asıl faillerin kaçtığı ve ibadet kesimine acıların paylaştırıldığı bir adalet anlayışıyla karşılaştık.

Bütün bunlardan çıkan sonuç: Zarar gören din oldu. Daha seküler bir Türkiye’nin kapıları açıldı. Sorumluluğu sadece cemaate yüklemek ise kolaycılıktan başka bir şey değil.

Neden Gruplarda Sorgulama Yapılmaz
Bugün cemaat sorgulaması yapılırken insanların akıllarını neden bu kadar kolay teslim ettikleri sorulur hep. Bu sorgulama daha çok bu günlerde -aslında bu kültürden gelen- muhafazakar camia tarafından yapıldı. Oysa Necip Fazıl’ı okuyanlar bilir: “Gassalın elindeki meyyit gibi olacaksın mürşidin elinde”. Yani bir ölü yıkayıcısının elindeki ölü gibi olacaksın, nereye çevirirse oraya döneceksin. Türkiye’de olan da budur. Aslında dini yapılar dışındaki örgütlenmeler de böyle değil midir? Bir parti içi demokrasiden bahsedebilir misiniz bu ülkede? “Araştıran-tartışan-eleştiren” kurum anlayışı kaç şirket/kurum ya da kuruluşta bilinir?

Bu ülke sanırım daha uzunca süre bir gün birine diğer gün bir başkasına körü körüne itaat edenlerin ülkesi olacaktır ne yazık ki.

Biçilen Anadolu Evladıdır
Bütün bu olaylarda zarar gören kesim Anadolu evladıdır. Rahmetli Serdengeçti’nin kitabı geldi bir anda aklıma: “Bir Nesli Nasıl Mahvettiler” isimli. 12 Eylül gibi kim nasıl organize etmişse bir Anadolu nesli daha berheva edildi. Rahmetli kalkıp gelse kitabını yeniden kaleme alırdı. Kendisine inanları ateşe atıp kaçanları da en başa yazardı.

Neden mahvoldu bu nesil? Sebep açık: Devletin liyakate dayalı bir sistem kuramaması ve insanların kendilerini yükseltecek kapılardan / cemaatten / cemaatlerden medet umması.

Hukuka ve Dine Uymayan Bu İşlemler Nasıl Yapılabiliyor?
Örnekler:
Gazetelerden İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nde yaşananları okuyoruz. Bir yönetici 17/25 öncesi bir yeri Türkçe Olimpiyatlarına verdiği için görevinden oldu. Tek suçu önceki sözleşmenin icrası. Yine bir başka hanımefendi bir darbecinin yakını imiş. Tazminatları verilerek işten atılmış.
Bir başka “yalaka mestan örneği” üniversite ise bütün mensuplarına soruşturma geçiren akrabasının olup olmadığını beyan ettirmiş!
Devlete hukuku egemen kılmaz/kılamaz isek işte bu akıl ve izandan uzak şeyler yaşanır.
Suçların ve cezaların şahsiliği ilkesini bilmeyen ve bu işi icra edenler acaba “vela teziru vazireten vizra uhra” ilkesini de mi bilmezler? Ne hukuk ne din durdurabiliyor bu olan biteni.
Bir değer yoksunluğu ve cinnet hali yaşıyoruz.

Sorunun Temel Kaynağı
Ülkede bütün sorunların temel kaynağı, liyakate dayalı sistemin olmaması/kurulmaması/kurulmakta istenmemesidir. Her seferinde hak etmeyenlerin geldiği ve elinden tutulanların yükseldiği sistemde insanlar her zaman bedel ödemek zorunda kalacaktır. Bir gün cemaate diğer gün başka bir gruba başka bir gün bir partiye.
Ama asıl bedel bu millete ödetilmektedir.

Sanıklara Tek Tip Elbise
Tepkilerle yönetilen bir ülkeyiz. Sanırım hep söylenen şu sözleri hatırlarsınız: Türkiye’ye dışarıdan müdahale ediyorlar, bize karışıyorlar! Bence durum şu: Yönetemezseniz yönetilirsiniz. Basit kural bu! Eğer bir devlette gelenek ve ilkeler yoksa o ülke tepkilerle yönetilir. Sözü Fetö sanıkları için getirilen tek tip elbiseye getireceğim. Bir sanık “Hero” kıyafeti giymiş diye bütün sanıklara tek tip elbise giydirilmesine karar veriliyor. Örnek olarak ise Guantanamo gösteriliyor. Bu kadar basit bu devleti yönlendirmek işte….

Bu kadar olmaz doğrusu.

Zira bu kimseler, darbeci de olsa “cürm-ü meşhut” halinde bile yakalansa sanıktır. Eğer ülke hukuk devleti ise sanık, mahkeme kararı verilene dek sanıktır. Anayasanın 38. Maddesinde yer alan “Suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz” ilkesi de unutulmuş gibidir. Yine diğer sanıklardan farklı bir kıyafetle mahkemeye çıkarılması da Anayasa’nın eşitlik ilkesine aykırıdır.

Peki mahkumlar neden “grand tuvalet” mahkemeye gelirler?

Esasen bu halkı rahatsız etse dahi hukuk sisteminin gereğidir ve geleneğidir. Zira oraya gelen tutuklu ya da sanıklar, mahkemeye saygı göstermektedir. Biz bu saygıyı mı yok etmek istiyoruz?

Dahası da var.

Mahkemeye gelenin elleri çözülür. Zira orada hürdür ve yargılama adildir. Konuşur, kendini savunur, zira savunma hakkı kutsaldır. Bu gelenekler, hukukun temel ilkeleridir.

Ayrıca ben ülkemin ve devletimin Amerika’ya benzemesini ve -hele hele- utanılası Guantanamo örneğini yakıştıramıyorum. Bu üsde yapılanları gördükçe de insanlığımdan utanıyorum.

Bir densizin çıkıp bir tişört giymesi ile hukuk geleneğimizi alt üst edemeyiz. Diğer bir deyişle tepkilerle devleti yönetemeyiz adaletin geleneğini değiştiremeyiz. Mahkemede şov yaptırmazsınız olur biter. Ama mahkemenin hükmünü vermediği insanları Guantanamo üssünde yapılanlar gibi aşağılayamazsınız. Bunlardan bir kişi bile mahkeme kararı ile aklanırsa kendilerine yapılan bu haksızlığı, bu kıyafeti ömrünce unutmayacaktır. Kaldı ki bu durum sanıklar arası eşitliğe de aykırıdır.

Ben bekledim ki devlette aklı selim galip gelir. Ama icraata başlanmış bile. Ne Barolar Birliği’nden ses var ne başka bir insan hakları savunucusundan.
Ben bu hukuka uygun olmayan utanılası durumla adil yargılama hakkının bir kez daha yara alacağı kanaatindeyim.
Kimseler yazmaz madem ben söyleyeyim dedim…

Hülasa:
Gitgide ülkeye, devlete ve insanımıza kin ve nefret hakim oluyor. Bugüne kadar olduğu gibi bütün olan bitenlerden yine iktidar sorumludur ve sorumluluğu her gün daha da artmaktadır. Vebal daha da büyümektedir.