Yine bir hikaye ile başlamak istiyorum. Tasavvufta Muhyiddin-i İbn-i Arabi’yi bilmeyen yoktur. Çok sayıda kitabı vardır ve hala bu kitapları okunur ve hala anlaşılmaz, anlaşılamaz. Gerçek anlamıyla ilim denizidir.
Bir gemi yolculuğunda deniz kabarır, fırtına çıkar, dalgalar kabarır. İbn-i Arabi denize seslenir: “Ey deniz sakin ol, senin üstünde bir ilim denizi vardır”.
Deniz sakinleşir. İçinden bir balık çıkar o da İbn-i Arabiye cevap verir: “Seni duyduk, madem sen ilim denizisin peki sen benim soruma cevap ver” der. Sonra boşanma hukukundan bir soru sorar. İbn-i Arabi, soru karşısında afallar, çünkü böyle bir soru belki de yazılı her eseri okumasına rağmen kafasında canlanmaz, cevap veremez. Sonra balık “eğer beni kendine hoca kabul edersen ben sana söylerim cevabını” der. İbn-i Arabi de balığın kendisine hocalığını kabul eder, öğrenir cevabı.
Der ki İbn-i Arabi, bir daha bildiklerimle, ilmimle hiç övünmedim.
Bu hikayenin ilmiyle övünmemek yanında bende çağrıştırdığı başka şeyleri de anlatmak istiyorum size bugün. Bu da kim olursa olsun karşınızdaki ondan öğrenecek bir şeyinizin olabileceğidir. Yaşlılık nedir derseniz ben yaşlılığı yıllanmak olarak tanımlamam. Yaşlılık, öğrenmeye kapanmaktır, üretmeye kapanmaktır. Eğer öğrenmiyorsa bir insan artık yaşlanmıştır. Yine derler ki, beynin yaşlanmasına engel olan da öğrenmektir.
Hayat sürecinde öğrenmek kadar güzel bir şey yok. Peki kim öğretecek size. İlk olarak anne babanız, sonra hocalarınız, sonra kitaplar, sonra çevremiz, belki bütün dünya.
Öğrenmenin önündeki en büyük engel ise her zaman gururdur. Sen kimsin ki bana akıl veriyorsun, ben zaten her şeyi biliyorum tavrı öğrenme engelidir. İşte bana biri dese öğrenme engellisi kim diye, tam da bu tür adamları gösteririm ben. Ben oldum, ben zaten bu işin üstadıyım, benden daha iyi kim bilebilir ki marazaları…
Hz. Ömer, bir gün Cuma hutbesinden seslenir. Der ki “evlilikte kadınların fazla mehir istemesi doğru değildir, yapmayın”! Camide hutbeyi dinleyen bir kadın arkadan itiraz eder. “Sen” der “bilmez misin, Kuran’da yüklerle mehir verseniz bile geri almayın ayetini”? Devlet başkanı Hz. Ömer, bu itirazı duyar duymaz hak verir ve der ki ben nasıl biriyim ki bir yaşlı kadın kadar bilmiyorum bu dini?
Öğrenmenin önündeki gurur sadece kişiler için geçerli değildir. Milletler için de geçerlidir. Örneklemek istiyorum. Bizim başka milletlerden öğrenecek bilgiye ihtiyacımız yok zihniyeti, kişideki benliğin ve gururun millette vücut bulmuş halidir. Hele hele bir de ayrı dinlerden ise öğreneceklerimiz işte o zaman sormayın.
Temizliği bize Hristiyanlar öğretemez, ya da ahlakı “gavurlar” mı öğretecek bize tavrı mesela? Zaten herkes bize düşman, bunların dini nedir ki bilgileri olsun!
Kadın hakları zaten bizim buluşumuz. Kadına gerçek değeri veren biziz! Çevre koruma zaten Müslümanların icadı…. Ne kadar da tanıdık cümleler değil mi?
Daha uzatabiliriz listeyi. Öğrenme engellisi olmak sadece gerçek kişilere has değil yani. Koskoca milletler, ümmetler, devletler de aynı hastalığa tutulabiliyor.
Bence görmek engel değil, yürüyememek engel değil. Aşık Veysel gibi gönlü açık olsa da herkes görme engelli olsa keşke. Bilgiye ve öğrenmeye yüreği ve kafası açık olana nasıl engelli diyebiliriz ki?
Sevgili öğrencilerim sevgili dostlarım,
Biri bir şey öğretmek isterse can kulağıyla dinleyin. Bu kim ki demeyin, kimden gelirse öğrenin. Sakın gurur yapmayın. İlmin denizi İbn-i Arabi bir balıktan bir şey öğrenebiliyorsa biz herkesten öğrenebiliriz. Sakın öğrenme engelli olmayın.
Nihayet şunu gördüm ben bu hayat yolculuğunda. Ya anne babadan ya hocalardan ya kitaptan öğrenirsiniz.
Öğrenmediniz mi yine de öğretir hayat: Ama kafanızı taşlara vura vura öğretir ve bedel ödeterek öğretir.
Velhasıl herkesin tercihine kalan bir öğrenme yolculuğudur hayat.