Tanım
Lekelenme kelimesi “adı kötüye çıkma”, lekelenmek kelimesi ise, “kötü tanınmak” anlamına gelmektedir.[1]
Lekelenmeme hakkını, suç şüphesi nedeniyle hakkında soruşturma veya kovuşturma yürütülen kişinin bu işlemlerden dolayı onur, şeref ve haysiyetinin zarar görmemesi, toplum içindeki saygınlığının zedelenmemesi, hakkında henüz kesin hüküm verilmemiş kişinin masumiyetine zarar verecek, kişiyi toplum nezdinde mahkûm edecek her türlü söz, yayın, haber gibi davranışlardan kaçınma olarak tanımlayabiliriz.
Lekelenmeme Hakkı İle Soruşturmanın Gizliliği İlkesi Arasındaki İlişki
Gizlilik ile lekelenmeme hakkı arasında doğrudan bir ilişki vardır.
Soruşturma aşamasında egemen olan Gizlilik ilkesinin iki esaslı amacı bulunmaktadır. Bu amaçlar şunlardır:
1) Delillerin korunması,
2) Suç şüphesi altında bulunan şüphelinin toplumsal saygınlığı, şeref ve onurunun gereksiz yere zarar görmemesi.
Konumuz açısından 2. Başlıkta yer alan amaç doğrultusunda, soruşturma aşamasında, kişilerin lekelenmeden, yani şüpheli olarak afişe edilmeden kamu davası için yeterli şüphe yok ise üzerindeki “leke”nin kalkmasının sağlanması gerekmektedir.
Oysa bu konuya yeteri kadar riayet edilmediğini görmekteyiz. Soruşturma aşamasında şüpheli olarak isimleri geçen kişilerin, gerek yazılı ve gerekse görsel medyada peşinen suçlu gibi değerlendirildikleri çok bilinen bir husustur.
Her şeyden önce, çağdaş ceza yargılaması insan onurunu korumak için vardır.
Başka bir söylemle, “insan onurunun korunması” ilkesi, ceza yargılamasına egemen olan ilkelerden biridir.
Bu nedenle ceza yargılamasında, ne şekilde olursa olsun maddi gerçeğe ulaşmak amacı yoktur. Ceza yargılaması, insan onuru, lekelenmeme hakkı gibi ceza yargılama hukukunun esaslı ilkelerini dikkate alarak hukuka uygun biçimde aranan maddi gerçeği ortaya çıkarmaya çalışmaktadır.
Bu nedenle soruşturma aşamasına gizlilik ilkesi egemen olmak zorundadır.
Başka bir söylemle, kanunun başka hüküm koyduğu hâller saklı kalmak ve savunma haklarına zarar vermemek koşuluyla soruşturma aşamasındaki usul işlemleri gizli tutulmaktadır. (CMK m. 257).
Soruşturmanın gizliliği ilkesi, bir taraftan şüphelinin kaçmasını, delilleri karartmasını önleyerek soruşturma işlemlerinin sağlıklı şekilde yürümesini sağlamak; bir taraftan da şüpheliyi lekelenme riskine karşı korumak için kabul edilmiştir.[2]
Soruşturmanın gizli tutulması, henüz hakkındaki iddialar araştırılmakta olan kişinin saygınlığının ve manevi haklarının korunması açısından son derece önemlidir.
Türk Ceza Kanununun 285. maddesi ve Basın Kanununun 19. maddesinde yer alan düzenlemeler, soruşturmanın gizliliğinin ihlal edilmesini önlemek amacıyla ihdas edilmiştir.
Lekelenmeme hakkı ve masumiyet karinesi kişilerin haklarında soruşturma başlatılma olasılığı bulunan bir adli sürece karşı soruşturma aşaması başlatılmadan dahi korunmasını gerektirmektedir.
Bu korumayı sağlamak Devletin pozitif yükümlülükleri arasında yer almaktadır.
Bu nedenle, ceza muhakemesinin amacı insan hakları ihlallerine yol açmadan maddi gerçeğin araştırılıp bulunması, adaletin gerçekleştirilmesi ve hukuki barışın sağlanmasıdır.
Sonuç olarak soruşturma aşamasında Cumhuriyet Savcıları’nın filtre görevini gereği gibi yerine getirmesi gerekmektedir.
Yani gereksiz yere, beraat edecek kişiler hakkında kamu davası açılmamalıdır.
Burada iki husus karşımıza çıkmaktadır.
1) Birincisi, etkin bir soruşturma yapılmaması halidir.
2) İkincisi ise, “itham kolaycılığına” kaçılması halidir.
Bu iki durumun etkisi altında açılan kamu davaları, kişilerin uzun süren yargılamalarla toplumda suçlu olarak algılanmalarına, onur ve saygınlıklarının yıpranmasına ve sonuç olarak da lekelenmeme hakkının ihlaline yol açmaktadır.
Soruşturmaya yer olmadığı kararı
Bu kapsamda çağdaş ceza muhakemelerinde soruşturma aşamasında da benimsenen lekelenmeme hakkına kayıtsız kalmayan yasa koyucu lekelenmeme hakkına güçlü bir vurgu ve yasal güvence için 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 158/6. maddeye bir ekleme yaparak “soruşturmaya yer olmadığına dair karar” kurumunu getirmiştir.
Bu yasal düzenleme ile kişilerin haksız ve yersiz ihbar ve şikâyetler ile kamu ve toplum nezdinde suçlu muamelesi görmesini ve ceza soruşturmalarına muhatap olmalarının önüne geçilmesi amaçlanmıştır.
Lekelenmeme hakkı ile “Soruşturmaya yer olmadığına dair karar” kurumu arasında çok sıkı ve doğrudan bir ilişki bulunmaktadır.
Başka bir söylemle, lekelenmeme hakkı soruşturma soruşturma aşamasındaki işlemlerin gizli tutulmasını temin etmek yanında, hakkındaki iddialar araştırılmakta olan kişilerin saygınlığının ve manevi haklarının muhafaza edilmesini güvenceye bağlamaktadır.
Bu gerekçelerle Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 158’inci maddesine yeni bir fıkra eklenmiştir. Bu yasal düzenlemeye göre; içeriği suç oluşturmayan veya soyut ve genel nitelikteki ihbar ve şikâyetler için soruşturma öncesi bir değerlendirme sistemi oluşturulmuştur.
Bu tür ihbar ve şikâyetler üzerine derhal soruşturmaya başlanması, ilgililere şüpheli sıfatı verilerek yakalama ve ifade alma başta olmak üzere çeşitli muhakeme işlemlerine girişilmesi hem usul ekonomisi ile hem de “lekelenmeme hakkı” ile uyumlu olmadığından “ihbar kayıt sistemi” olarak da isimlendirebileceğimiz bir sistem getirilmiştir.
Bu sistemle, içeriği suç oluşturmayan veya soyut ve genel nitelikteki ihbar ve şikâyetler için soruşturma öncesi başvuralar soruşturma defterine kayıt edilmemekte, önce ihbar kaydı yapılmakta ve burada değerlendirilmektedir. Bu şekilde hakkında ihbar bulunan kişilere peşinen “şüpheli” sıfatı verilmemektedir.
Bu tür ihbar ve şikâyetlerin duruşma aşaması başlatılmadan hukuki sonuca bağlanması, lekelenmeme hakkının sağladığı korumanın bir sonucudur.
Lekelenmeme Hakkı İle Masumiyet Karinesi Arasındaki İlişki
”Adil yargılanma hakkının temel ilkelerinden olan suçsuzluk karinesi aynı zamanda lekelenmeme hakkına da kapsamaktadır. Ancak, lekelenmeme hakkı masumiyet karinesi ile bağlantılı ancak farklı ve özel bir haktır.
Şüphelinin onuru ve saygınlığının ceza soruşturması ve kovuşturması nedeniyle uğrayacağı örselenme ve toplum önündeki lekelenme olasılığı dikkate alındığında suç şüphesi altındaki herkes açısından ve ceza muhakemesinin tüm evrelerinde, adli işlemlerin yapılmaya başlandığı andan itibaren lekelenmeme hakkının gözetilmesi gerekir.
Şüphelinin lekelenmemesi için en büyük sorumluluk yargı makamlarına düşmektedir. Gizlilik esaslı bir soruşturma lekelenmeme hakkının teminatıdır.
Masumiyet karinesi, hakkında soruşturma ya da kovuşturma yürütülen şüpheli ya da sanığın “mahkûmiyet hükmü kesinleşinceye kadar suçlu sayılmamasını ifade eder.”[3]
Anayasamızın 38/3 üncü maddesinde “suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz”; Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (AİHS) 6/2 nci maddesinde “bir suç ile itham edilen herkes, suçluluğu yasal olarak sabit oluncaya kadar suçsuz sayılır.” şeklinde yer almıştır.
“Sanıklık kendine özgü bir statüdür, sanık, ne masum ve ne de suçludur, sanığın masum olduğu tahmin edilmektedir”[4] ya da şüpheli veya sanık “sadece suçlu sanılan kimsedir.”[5]
Bu nedenle, sanık hakkındaki mahkûmiyet hükmü kesinleşinceye kadar suçlu sayılmaması gerekir.
Lekelenmeme hakkı, suçsuzluk karinesinin bir sonucudur.
Lekelenmeme hakkı, kovuşturma aşaması için olduğu kadar soruşturma aşaması için de geçerli bir haktır.
Bu bakımdan delillerin henüz yeterli suç şüphesini ortaya koymadığı soruşturma aşamasının gizliliği de lekelenmeme hakkını güvenceye bağlamaktadır.
Başka bir söylemle, özellikle kamuoyu bakımından önem taşıyan soruşturma işlemlerinin gizliliğinin ihlali lekelenmeme hakkının da ihlali manasını taşımaktadır.
AİHM kararları
AİHM, adil yargılama ilkesinin sadece kovuşturma aşamasıyla sınırlandırılamayacağını, ilkenin soruşturma aşamasında uygulanamayacağı yönünde bir engel bulunmadığı, ilkenin sağladığı güvencenin kovuşturma aşaması öncesinden başladığını kabul etmek gerektiğini bazı kararlarında ifade etmiştir.[6]
AİHM, bazı kararlarında soruşturma aşamasında elde edilen delillerin yargılamayı şekillendirdiğini, sonuç olarak mevcut olayın hangi suça vücut vereceği yönüyle tüm belirlemelerin büyük oranda soruşturma aşamasında yapılan faaliyetler ve elde edilen delillere göre şekillenmekte olduğuna işaret etmektedir.
AİHM, bu kararlarında soruşturmanın gizliliğinin kişilerin suçsuzluk karinesini teminat altına almayı amaçladığını ayrıca belirtmektedir.[7]
YARGITAY UYGULAMASI
Türk Ceza Adalet Sistemimizde "Kişilerin Lekelenmeme Hakkı" ile "Eksiksiz soruşturma ve Tek Celsede Duruşma" ilkeleri benimsenmiştir.
Bu ilkeler uyarınca soruşturmayı yürüten Cumhuriyet Savcıları, makul sürede bütün delilleri toplamaları, sadece mahkûmiyetle sonuçlanacağını değerlendirdikleri hususları dava konusu yapmaları gerekmektedir.
Bu nedenle cumhuriyet savcısının beraatla sonuçlanacağını değerlendirdiği eylemleri dava konusu yapmaması gerekir. Başka bir söylemle, cumhuriyet savcısının burada bir nev’i filtre görevi yapması gerekliliği öngörülmüştür.[8]
5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 160. maddesinin ikinci fıkrası ile, soruşturma aşamasında Cumhuriyet savcılarına şüphelinin lehine olan delilleri de toplama ve şüphelinin haklarını koruma yükümlülüğü getirilmiştir.
Şüphelinin lekelenmeme ilkesi uyarınca yine 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 170 ve 174. madde hükümlerinde iddianamenin iadesi kurumu düzenlenmiştir.
5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 174. maddesindeki iddianamenin iadesi kurumu ile, kamu davasının açılmasından önce yasal şartları taşımayan, yeterli bilgileri içermeyen ve hatalı düzenlenen iddianamelerin bir nevi süzgeçten geçirilip filtrelenerek yargının faaliyetinin hızlandırılması, makul sürede yargılamanın gerçekleştirilmesi, gereksiz davaların önüne geçilmesi, lekelenmeme hakkının korunması hedef alınmıştır.[9]
Yargıtay’a göre, delil toplanmaksızın, deliller şüpheliye isnat edilen fiille (veya şüpheliyle) ilişkilendirilmeden hazırlanan bir iddianame, şüphelinin adil yargılanma hakkını (lekelenmeme hakkını) ihlal edecektir.[10]
Belirtmek gerekir ki adil yargılanma hakkı, sadece kovuşturma aşaması ile ilgili bir hak olarak değerlendirilemez. Bu anlamda şüphelinin lekelenmeme hakkı, özellikle soruşturma aşamasında dikkate alınmalı ve üzerinde hassasiyetle durulmalıdır.[11]
İddiayı ortaya koyacak bir delilin iddianamede gösterilmemesi
Yargıtay, şüphelilerin müştekiyi darp ettiklerinin iddia edilmesine rağmen, bu iddiayı ortaya koyacak bir delilin iddianamede gösterilmediği ve dolayısıyla olayla ilişkilendirilmediği olayda, bu gerekçelerle 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 174/1-a maddesi delaletiyle 170/4. maddesi gereğince verilen iade kararının yerinde olduğuna hükmetmiştir.[12]
Hakkın da soruşturma ve kovuşturma yapılmayan kişiler hakkında suçlayıcı üslup kullanılarak haber yapılması
Yargıtay, henüz haklarında soruşturma dahi açılmayan kişiler hakkında kamuoyu nezdinde, yolsuzluk yapan kişi izlenimini oluşturacak biçimde suçlayıcı bir üslup kullanılarak haber yapılmasını, lekelenmeme hakkını ihlal ettiğini düşünmektedir.[13]
Dava açmaya yeterli kuşkunun varlığı gerekçe gösterilerek eksik soruşturmayla iddianame düzenlenmesi
Yargıtay, nitelikli hırsızlık suçundan şüpheliler hakkındaki bir dosyada; soruşturma aşamasında Cumhuriyet Savcısı tarafından öncelikle şüphelinin savunmasının alınması ve savunmasında lehine toplanmasını istediği deliller, şüphelilerin ifadeleri kapsamında toplanması gereken deliller ile şüphelilerin olay yerine gidip gitmedikleri ve birbirleriyle görüşüp görüşmediklerinin açıklığa kavuşturulması için iletişimin tespiti ve HTS raporlarının temin edilip olayla ilişkilendirilip açıklanmadan, dava açmaya yeterli kuşkunun varlığı gerekçe gösterilerek eksik soruşturmayla düzenlenen iddianamenin iadesinde bir isabetsizlik görülmediğini karara bağlamıştır.[14]
Uzlaştırma usulünün değişmesi ve iddianamenin iadesi
Yargıtay, 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 6763 sayılı yasa ile değişiklik öncesi 253 ve devamı maddelerinde düzenlenen şekilde usulüne uygun biçimde uzlaşma teklifi yapılmış olması halinde; 6763 sayılı Yasa ile uzlaştırma usulünün değiştiği gerekçeleriyle, şüpheli hakkında düzenlenen iddianamenin iadesine karar verilemeyeceğini düşünmektedir.[15]
Karşılıksız yararlanma suçunda müşteki kurumun zararının ödenmesi halinde kamu davası açılamayacağı kuralı
Karşılıksız yararlanma suçu bakımından özel bir etkin pişmanlık düzenlemesi olan TCK'nın 168/5. maddesi gereğince ve kanun koyucunun amacı doğrultusunda şikâyetçi kurumun uğradığı zararı, vergisi dâhil suç tutanağı ile belirlenmiş veya belirlenecek olan cezasız tutarının ödenmesi halinde şüpheli hakkında kamu davası açılamaz.[16]
Burada yasal düzenlemenin dikkate aldığı zarar, vergili ve cezasız tutardır. Bu durumda Cumhuriyet savcısı sulh ceza hâkiminden keşif yapılması ve rapor alınması için talepte bulunması gerekecektir. Buradan alınacak raporun neticesine göre, sanığa ödeme bildiriminde bulunulmalıdır.
Yargıtay, TCK'nın 168/5. Maddesi kapsamındaki zarar hesabında, gecikme faizi ve benzeri zararların dikkate alınmayacağını, bu zararların 168. madde kapsamında değerlendirilemeyeceğini düşünmektedir.[17]
Yargıtay, 168. maddeye göre, ödenmesi halinde şüpheli hakkında takipsizlik kararı verilmesi sonucunu doğuracak olan vergili zarar miktarının gerekirse keşifte yaptırılmak (veya yapılmak) suretiyle tespit edilip, şüphelinin bu miktarı şikayetçi kuruma ödemesi halinde hakkında dava açılmayacağına dair bir bildirimin de yapılmadığı olayda, bu nedenle iddianamenin iadesi kararı verilmesini usul ve yasaya uygun bulmuştur.[18]
HAGB uygulaması
Hükmün açıklanmasının geri bırakılması kurumu, (HAGB) kişilerin işledikleri birtakım suçlardan dolayı adli yönden lekelenmemeleri için bir fırsat ve bu anlamda sanık ile Devlet arasında imzalanmış bir sözleşme anlamına gelmektedir.
HAGB ile sanık denetim süresi içerisinde bir daha kasıtlı bir suç işlememeyi taahhüt ederken, Devlet ise sanığa lekelenmeme hakkı tanımakta ve belirli bir süre içerisinde kasıtlı başka bir suç işlememesi hâlinde cezanın düşürüleceğinin garantisini vermektedir.
Sanığın Devlete verdiği sözü tutmayıp denetim süresi içerisinde kasıtlı bir suç işlemesi halinde, açıklanması geri bırakılan ceza aynen açıklanacak ve sanık cezalandırılacaktır.
Bu nedenle, açıklanması geri bırakılan hükümde değişiklik yapılmak suretiyle sanığın daha fazla cezalandırılmasına karar verilmesi, bir nevi sözleşmeye aykırılık anlamına gelecektir. Bu gibi hallerin de, kişilerin Devlete ve adalete olan güvenlerinin sarsılmasına neden olacağı çok açıktır.
Bundan başka, ilk hükümdeki hukuka aykırılıkların ileride sanık tarafından kazanılmış hak konusu olma ihtimali de dikkate alındığında, mahkeme tarafından uygulanması unutulan veya fark edilmeyen herhangi bir hususun ancak aleyhe başvuru olması hâlinde temyiz veya istinaf yoluyla giderilebileceği, özellikle sanık aleyhine olacak şekilde hükmün düzeltilemeyeceği veya değiştirilemeyeceği kabul edilmektedir.[19]
HAGB, kişi hakkında kurulan hükmün hukuki sonuç doğurmamasını ifade etmektedir. Bu nedenle, hükmün açıklanmasının geri bırakılması ile belirli şartların gerçekleşmesi hâlinde kişilerin işledikleri birtakım suçlardan dolayı adli yönden lekelenmemeleri için bir tür fırsat tanınmaktadır.[20]
Şüpheli ifadesinin temini için gerekli araştırma ve soruşturma faaliyetlerine rağmen şüpheli ifadesinin temin edilememesi ve uzlaştırma işlemlerinin yapılamaması
Yargıtay bir kararında, Cumhuriyet savcısının soruşturma dosyası içerisinde şüpheli ifadesinin temini için gerekli araştırma ve soruşturma faaliyetlerine başvurmasına rağmen şüpheli ifadesinin temin edilemediği, Sulh Ceza Hâkimliğinden bu konuda yakalama kararı aldığı ve bu kararın infazının da makul bir süre beklendiği buna rağmen şüphelinin yakalanamadığından dolayı ifadesinin alınamadığı, bu nedenle sonucu olarak da uzlaştırma işlemlerinin de yapılamadığı olayla ilgili olarak, bu nedenlere dayanarak, iddianamenin iadesi kararının ve bu karara yapılan itirazın red kararının hukuka uygun olmadığını, tebliğnamedeki talebin kabulüne karar vermek gerektiğini ifade etmiştir.[21]
Başka bir söylemle, Yargıtay bu kararı ile hakkında yakalama kararı çıkarılan kişi hakkında, ifadesi alınmadan ve uzlaştırma işlemleri yapılmadan kamu davası açılabileceğini, bu hususlara egemen iddianamenin iadesine karar verilemeyeceğini dile getirmektedir.
(Bu köşe yazısı, sayın Dr. Suat ÇALIŞKAN tarafından www.hukukihaber.net sitesinde yayınlanması için kaleme alınmıştır. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısının tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısının bir bölümü, aktif link verilerek kullanılabilir. Yazarı ve kaynağı gösterilmeden kısmen ya da tamamen yayınlanması şahsi haklara ve fikri haklara aykırılık teşkil eder.)
KAYNAKÇA
Ergün Güneş Okuyucu; (2010), Soruşturmanın Gizliliği, AÜHFD, 59(2)
İlhan Üzülmez; (2005), Türk Hukukunda Suçsuzluk Karinesi ve Sonuçları, TBB Dergisi, Sayı 58.
Nur Centel; Hamide Zafer; (2010), Ceza Muhakemesi Hukuku, 7. Bası, İstanbul, Beta Yayınevi.
Türk Dil Kurumu, Türkçe Sözlük, Ankara-2005, 10. Baskı, 4. Aksam Sanat Okulu Matbaası.
Y. 17. CD, , E: 2015/18830, K: 2016/9113, T: 16.06.2017.
Y.13.CD, E: 2019/1287, K: 2019/4349, T: 19.03.2019.
Y.13.CD, E: 2011/27923, K: 2012/2008, T: 02.02.2012.
Y.17.CD, E: 2018/7711, K: 2019/296, T: 09.01.2019
Y.13.CD, E: 2019/1287, K: 2019/4349, T: 19.03.2019.
Y.18.CD, E: 2018/6736, K: 2019/1186, T: 14.01.2019.
Y.18.CD, E: 2019/1547, K: 2019/10878, T: 19.06.2019.
Y.3.CD, E: 2015/7099, K: 2015/10801, T: 25.03.2015.
YCGK, E: 2016/468, K: 2019/502, T: 25.06.2019.
YCGK, E: 2016/596, K: 2019/363, T: 30.04.2019.
-------------------------
[1] Türk Dil Kurumu, Türkçe Sözlük, Ankara-2005, 10. Baskı, 4. Aksam Sanat Okulu Matbaası, s. 1304.
[2] Ergün Güneş Okuyucu; (2010), Soruşturmanın Gizliliği, AÜHFD, 59(2) s. 246.
[3] Nur Centel; Hamide Zafer; (2010), Ceza Muhakemesi Hukuku, 7. Bası, İstanbul, Beta Yayınevi, s. 152.
[4] Centel; Zafer, s. 152.
[5] İlhan Üzülmez; (2005), Türk Hukukunda Suçsuzluk Karinesi ve Sonuçları, TBB Dergisi, Sayı 58, s. 44.
[6] Salduz/Türkiye kararı.
[7] Dupuis ve diğerleri/Fransa kararı.
[8] Y.13.CD'nin 02.02.2012 tarihli ve 2011/27923 esas, 2012/2008 karar sayılı ilamı.
[9] Y.18.CD, E: 2019/1547, K: 2019/10878, T: 19.06.2019.
[10] Y.3.CD, E: 2015/7099, K: 2015/10801, T: 25.03.2015.
[11] Y.3.CD, E: 2015/7099, K: 2015/10801, T: 25.03.2015.
[12] Y.3.CD, E: 2015/7099, K: 2015/10801, T: 25.03.2015: “…somut olay değerlendirildiğinde, mağdur... Soruşturma aşamasında İlçe Jandarma Komutanlığında verdiği 10/01/2014 tarihli ifadesinde, aracın arkasında birlikte oturdukları Urfa’da asker olan şahsın kendisinin burnuna elinin tersi ile vurduğunu beyan ettiği, aracı kullanan diğer şüphelinin kendisine yönelik darp eyleminde bulunduğuna dair herhangi bir iddia ileri sürmediği, D…. Cumhuriyet Başsavcılığınca düzenlenen iddianamede, şüphelilerin iştirak iradesiyle müştekiyi darp ettikleri iddia edilmesine rağmen, bu iddiayı ortaya koyacak bir delilin iddianamede gösterilmediği ve dolayısıyla olayla ilişkilendirilmediği, bu nedenle 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 174/1-a maddesi delaletiyle 170/4. maddesi gereğince verilen iade kararının yerinde olduğu gözetilerek itirazın reddine karar verilmesi gerekirken, yazılı gerekçeyle kabulüne karar verilmesinde; isabet görülmediğinden bahisle, 5271 sayılı CMK'nin 309. maddesi gereğince anılan kararın bozulması lüzumunun ihbar olunduğu anlaşıldı…”
[13] Y.16.CD, E: 2015/4961, K: 2016/4656, T: 08.09.2016: “…Somut olayda haberin konusunun güncel olması, siyasetçiler ve kamuoyunda tanınan şahıslara ilişkin bulunması nedeniyle, toplumsal ilginin bulunduğu kabul edilebilecektir. Bu çerçevede konunun ana hatları ile haber ya da makale konusu yapılması hukuka aykırı görülmez ise de; olaya ilişkin yorumun içeriğinde, kişilere, zaman ve mekan gibi kavramlara ayrıntılı biçimde yer verilerek gizliliğin ihlal edildiği gibi henüz haklarında soruşturma dahi açılmayan katılanlar hakkında kamuoyu nezdinde, yolsuzluk yapan kişi izlenimini oluşturacak biçimde suçlayıcı bir üslup kullanılarak, lekelenmeme hakkının da ihlal edildiği görülmektedir. Bu şekilde basın özgürlüğünde sınır aşılarak hakkın kötüye kullanıldığı, her iki özgürlük arasındaki dengenin katılanlar aleyhine bozulduğu gözetildiğinde, atılı suçun unsurlarının oluştuğu halde yazılı olduğu şekilde hüküm kurulması bozmayı gerektirmekle; katılanlar vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün bu sebepten dolayı BOZULMASINA 08.09.2016 tarihinde oybirliği ile karar verildi…”
[14] Y.17.CD, E: 2018/7711, K: 2019/296, T: 09.01.2019: “….Müştekinin şikayeti üzerine B…. Cumhuriyet Başsavcılığınca şüpheliler ... ve ... hakkında hırsızlık suçundan TCK'nun 142/2-h maddesi gereğince, şüpheli ... hakkında ise hırsızlık malı satın almak suçundan TCK'nun 165/1. maddesi gereğince cezalandırılmaları talebiyle B…. Asliye 2. Ceza Mahkemesine dava açıldığı, mahkeme yaptığı inceleme sonunda sanık ...'in şüpheli sıfatıyla savunmasının alınmaması ve sanık lehine ileri sürülecek delillerin toplanmamış olması ile sanık ...'nın olay günü suça konu ağacık mahallesine gitmediği ve şüpheli ... ile samimiyetinin olmadığı yönündeki savunması nazara alındığında, şüphelilerin olay yerine gidip gitmedikleri ve birbirleriyle görüşüp görüşmediklerinin tespitine yönelik iletişimin tespiti ve HTS raporlarının temin edilmeden şüpheliler hakkında dava açılmış olması nedeniyle iddianamenin iade edildiği; bu karara karşı Burhaniye Cumhuriyet Savcısı tarafından şüphelinin kimlik bilgilerinin iddianamede bulunmasının yeterli olduğu ve ifadesinin alınmasının kanunda iade sebebi olarak düzenlenmediği, yine şüpheliler hakkında dava açmaya yeterli kuşku oluştuğundan haklarında iddianame düzenlendiği gerekçeleriyle itirazda bulunulduğu; itirazı inceleyen B… Ağır Ceza Mahkemesi de Asliye Ceza Mahkemesinin iade sebeplerini yerinde görerek itirazın reddine karar verdiği, bu karara karşı kanun yararına bozmaya gelindiği olayda; Yukarıda izah edildiği üzere soruşturma safhasında Cumhuriyet Savcısı tarafından öncelikle süphelinin savunmasının alınması ve savunmasında lehine toplanmasını istediği deliller, şüphelilerin ifadeleri kapsamında toplanması gereken deliller ile şüphelilerin olay yerine gidip gitmedikleri ve birbirleriyle görüşüp görüşmediklerinin açıklığa kavuşturulması için iletişimin tespiti ve HTS raporlarının temin edilip olayla ilişkilendirilip açıklanmadan, dava açmaya yeterli kuşkunun varlığı gerekçe gösterilerek eksik soruşturmayla düzenlenen iddianamenin iadesinde bir isabetsizlik görülmemiştir…”
[15] Y.18.CD, E: 2018/4990, K: 2019/1749, T: 21.01.2019: “…Yukarıda yapılan açıklamalardan da anlaşılacağı üzere, müşteki şüpheliler hakkında yürütülen soruşturma kapsamında soruşturma dosyasının tüm taraflarına 15-16/10/2016 tarihlerinde teklif edilen uzlaşma önerilerini kabul etmedikleri, şüpheli D.G.’in uzlaşmaya tabi olan hakaret suçunu uzlaşmaya tabi olmayan silahla kasten yaralama teşebbüs suçu ile birlikte işlemesi nedeni ile zaten bu suçların uzlaşma kapsamında olmadığı, şüpheli Y.A.’ün hakaret ve basit yaralama suçları açısından ise, soruşturma aşamasında taraflara usulüne uygun olarak uzlaşma teklifi yapıldığı, işlemin, tarafların uzlaşmayı istememesi nedeni ile sonuçsuz kaldığı, dolayısı ile CMK’nın 6763 sayılı yasa ile değişiklik öncesi 253 vd maddelerinde düzenlenen şekilde usulüne uygun biçimde uzlaşma teklifi olması karşısında; 6763 sayılı Yasa ile uzlaştırma usulünün değiştiği gerekçeleriyle, şüpheliler hakkında düzenlenen iddianamenin iadesine yapılan itirazın kabulü yerine reddine karar verilmesi hukuka aykırı görülmekle kanun yararına bozma talebinin kabulüne karar vermek gerekmiştir.
[16] Y.13.CD, E: 2019/1287, K: 2019/4349, T: 19.03.2019.
[17] Y. 17. CD, , E: 2015/18830, K: 2016/9113, T: 16.06.2017.
[18] Y.13.CD, E: 2019/1287, K: 2019/4349, T: 19.03.2019.
[19] YCGK, E: 2016/468, K: 2019/502, T: 25.06.2019.
[20] YCGK, E: 2016/596, K: 2019/363, T: 30.04.2019.
[21] Y.18.CD, E: 2018/6736, K: 2019/1186, T: 14.01.2019.