Yargıda yapısal sorunlar birçok farklı mecrada, farklı yer ve zamanda konuşuluyor. Gerek resmi, gerekse gayri resmi toplantılarda bu konuda fikirler beyan ediliyor. Fikirler çeşit çeşit olmakla birlikte hemen herkesin üzerinde ittifak ettiği bir husus var ki, o da yargı sistemimizde çok ciddi yapısal sorunların mevcut olduğudur. Ancak bu konun hiçbir insanın bir solukta kavrayamayacağı kadar farklı boyutlarının olması ve tartışmanın son derece dağınık bir şekilde yürümesi, verimli değerlendirmeler yapılmasını engelliyor. Bu nedenle, yapısal sorunlar meselesinin daha verimli konuşulabilmesini sağlayabilecek kuşbakışı bir idrake ihtiyaç duyuluyor. İşte bu makalede kuşbakışı bir çerçeve çizmeye ve konun daha verimli bir şekilde tartışılmasına katkı sunmaya çalışacağız.
“Yargıda yapısal sorunlar ve çözüm önerileri” başlığı altında tartışılan konular ve yapılan sunumlarda birçok noktada detaylara inmek gerekiyor. Hatta bazı çözüm önerileri adeta bir parti programı kadar detaylı. Temel kanunlarımızdan birçoğunu yeniden hazırlayıp yürürlüğe koymamızın üzerinden henüz hukuk için çok kısa sayılabilecek bir süre geçti. Bu nedenle, yapısal reform tartışmalarının, gözden kaçırılan birinci ana hattı, yeni bir yenilikler akımına dayanabilecek güçte olup olmadığımızdır. Mevcut yasaların daha disiplinli bir şekilde uygulanabilmesini sağlamadan üst üste büyük reform projeleri açıklamak aslında gerçekleşmeyeceğini bile bile vicdanımızı rahatlatmaksa, büyük bir yanılgının içerisindeyiz demektir. Üstelik, projemizin çok iyi hazırlanmış ve çok nitelikli bir proje olması da bu gerçeği değiştirmez.
Geçtiğimiz ay İstanbul Barosu tarafından düzenlenen ve çok az sayıda katılımcının iştirak ettiği Yapısal Sorunlar II Sempozyumunda çok kıymetli sunumlar yapıldı. Ancak, bunun bir heyecan meydana getirmediğini, çok ciddi sorunlar yaşayan meslektaşlarımızın bile sempozyuma ilgi göstermediğini görmek dikkat çekiciydi. Elbette, meslektaşlarımızın duyarsızlığından bahsedebiliriz, şüphesiz bunda haklılık payımız da olabilir. Gene de, meslektaşlarımızın verdiği mesajı okumak zorundayız. Sadece, “ben üzerime düşeni yaptım, proje hazırladım” diyerek bir yere varamayız. Şunu kabul etmeliyiz ki, henüz ortada ilgi toplayabilmiş bir proje, çalışma modeli ya da söylem bulunmuyor. O halde, yargıda yapısal sorunları, çözüm önerilerini ve reformu düşünürken ve konuşurken çözmemiz gereken ana meselelerde bir başkası da önerimizin nasıl ilgi toplayacağı ve nasıl anlatılacağı olmalıdır.
Türkiye Barolar Birliği’nin ülkemizdeki tüm Baro Başkanları ile yürüttüğü çalışmalardan bahsediliyor. Tabi ki, bu çalışmaları ancak Baro Başkanlarının anlattığı kadarıyla bilebiliyoruz. Burada da çok yoğun emek veriliyor ancak verimsiz bir çalışma yöntemi var. TBB kapsamında daimi olarak görevlendirilen ekiplerin çalışmaları devam ederken, bir de Baro Başkanlarının periyodik aralıklarla yaptığı çalışmalar var. Daimi ekiplerin çalışmaları konusunda yeterince bilgi sahibi değiliz, ancak özellikle yeni bir avukatlı yasası için bilim komisyonu oluşturulduğu ve komisyonun çalışmalarına devam ettiğini biliyoruz. Daimi ekiplerin yanında çalışmalara yön veren ve gündemi belirleyen ikinci bir kanal daha var. Bu kanal, Baro Başkanlarının düzenli aralıklarla yaptığı toplantılardan oluşuyor. Fakat bu kanalın işleyişi prosedürel engellere fazlasıyla maruz kalıyor. Öncelikle, iki yılda bir Baro seçimleri olduğu için toplantı katılımcılarında sürekli değişiklik oluyor, çalışma arkadaşlığı az çok tanışıklık gerektirdiği için, her değişiklikte yeni bir tanışma faslı ve büyük bir zaman kaybı meydana geliyor. Her Baro Başkanı, kendi şehri için daha iyi hakimlerin gelmesini, daha fazla adli yardım hizmeti sunabilmeyi, CMK hizmetlerini daha kısıtlı ama daha etkin olmasını arzu ediyor. Her Baro Başkanı, kendi mensuplarının daha iyi fiziki şartlara sahip olmasını ve daha iyi ücretlerle iş alabilmesini istiyor. Tabi ki, bu sorunlar meselenin çok daha farklı bir boyutunu teşkil ediyor. O halde, bir yapısal düzelme ve sistemleşme konuşulacaksa ve çözüm önerilecekse, temel meselelerden birini de Baro Başkanlarından beklenen realiteler ile yargının işleyiş sorunları arasında nasıl bir denge kurulacağı oluşturuyor. Bu konuda hukuk camiasında bir kollektif mutabakat oluşmasına yönelik hukuk politikası önerisi ortaya koymadan yüzlerce sayfa proje açıklamanın da bir ehemmiyeti bulunmuyor. Konuyu belirginleştirmek ve somutlaştırmak için küçük bir örnekleme yapmak faydalı olabilir: Söz gelimi, bir taraftan hakim ve savcıların da etkin bir denetime tabi olması gerektiğini söylüyoruz, diğer yandan “kürsüye saygı kültürü”nün de yaşaması gerektiğine inanıyoruz. Tabi ki, bu ikisi birbiriyle çelişmiyor, ancak birlikte uygulanabilmesi aralarında bir denge kurulmasına bağlı. Bununla birlikte, bu çalışma kanalının bazı avantajları da var. Baro Başkanları için Bakanlık ve Genel Müdürlüklere ulaşmak çok daha kolay. Özellikle bazı Baro Başkanlarının randevu dahi almadan doğrudan üst makamlar ile iletişime geçebilme imkanı var. Yeni bir meslek yasası hazırlanırken bu imkanın kullanılması da büyük önem arz ediyor. Neticede, yapısal sorunlar ve çözüm önerileri ele alınırken hukuk camiasının sahip olduğu insan kaynaklarının nasıl kullanılacağı da en az yapısal sorunlar kadar önem arz ana hatlardan birini oluşturuyor. Bu ve benzeri süreç problemlerinin konuşulmadığı bir yapısal çözüm önerisi, sadece öneri olarak kalacaktır.
Üst mahkemelerin, ilk derece mahkemelerinden beklentileri bağlamında da yapısal sorunlar ve çözüm önerileri sıkça gündeme geliyor. Öyle ki, üst derece hakimleri de alt derece mahkemelerindeki sistemsizlikten yakınıyor. Yakın zamanda Yargıtay’ın kuruluşunun yüzüncü yılı münasebetiyle düzenlenen sempozyumda uzun yıllar Yargıtay’da görev yapmış olan Daire Başkanlarının içtihatların takibi, yerleşmesi ve ilk derece mahkemesi kararlarına yansımasına dair yaşadıkları ve çözmeye çalıştıkları problemleri dinledik ve yapısal reform meselesinin bu boyutunun da çok önemli olduğunu gördük. Netice itibariyle, ana hatlardan birini oluşturan yapısal sorunların ve çözüm önerilerinin farklı derece mahkemelerde yansımalarının nasıl olacağı göz önüne alınmadan yetkin bir öneri sunulması da mümkün görülmüyor. Söz gelimi, içtihatların sistematize edilmesine dair resmi ve profesyonel bir çalışma bulunmuyor. Her ne kadar “emsal karar”, “yerleşmiş içtihat” ve “ilke kararı” gibi kavramlardan bahsediliyor olsa da bunların teorik bir zemini ve pratik bir karşılığı bulunmuyor. Mesela, CISG Danışma Kurulu’nun görüşlerini, periyodik aralıklarla güncellenmiş ve sistematize edilmiş bir şekilde yayımlaması gibi bir uygulama bulunmuyor.
Akademik dünyada, hukukta yöntem konusuna vurgu yapan ve hukuk metodolojisinin gelişmesi ile etkin bir hukuk sistemine sahip olunacağını ileri süren ve bu yönde çalışmalar yapan bir yaklaşım var. Bu akademik yaklaşım, hukuk branşlarının hukukçu için yeterli olmadığını, hukuk metodolojisinin daha önemli olduğunu ve yorum yöntemlerini kritik bir öneme haiz olduğunu sıklıkla dile getirerek hukuk fakültelerine bu yönde güçlü müfredat içeren dersler konulduğunda çok yetkin hukukçuların yetişeceğini ve hukuk sisteminin yapısal sorunlarını ortaya çıkaran nedenlerin ortadan kalacağını ileri sürüyor. Dolayısıyla hukukta yöntem ve hukuk metodolojisi alanında söyleyecek sözü olmak da çözüm önerileri için ana hatlardan birini oluşturuyor.
Akademik dünyada özellikle, usul hukuku boyutu açısından ileri sürülen ve yargılamalara ciddi bir kalite katacağı düşünülen öneri, “karar formatı önerisi” olarak tabir edilebilir. Bilindiği üzere, Anayasa Mahkemesi’nin bir karar yazım formatı var, yakın zamanda Yargıtay Genel Kurul Kararları da benzer bir format ile yazılmaya başlandı. Eğer, sonradan basmakalıp bir yazıma evrilmezse, çok büyük bir gelişme sağlayacağı ümit edilebilir. Gerçekten, yeni tarihli bir Hukuk Genel Kurulu kararını okuduğunuzda adeta konuyu çepeçevre kuşattığını görüyorsunuz ve dosyanın yargılaması bir film şeridi gibi gözünüzün önünden geçiyor. Bu karar formatının ilk derece mahkemelerinde uygulanmasının birçok sorunu çözeceği ileri sürülüyor. Ancak bu görüşe yapılan bir itiraz var. Buna göre; Yargıtay Hukuk Genel Kurulu kararları alanına hakim yetkin hukukçuların elinden çıktığı için böyle, sadece karar formatı getirerek ilk derece mahkemesi kararlarında da bu kaliteyi yakalamak mümkün değil. O halde, başta nihai karar olmak üzere önem arz eden karar türleri için bir format olması gerekip gerekmediği, eğer gerekiyorsa nasıl bir format olması gerektiği de yapısal çözüm önerilerinin asla kayıtsız kalmaması gereken ana hatlardan birini oluşturuyor. Zira, çok arzu edilen fakat bir türlü gerçekleştirilemeyen gerekçeli karar hakkının tahakkuku bu noktaya göbekten bağlı.
Tüm bu yaklaşım ve boyutlar arasında koordinasyon olmadan herhangi bir yapısal soruna çözüm önerisi getirmek mümkün görünmüyor. Bununla birlikte başka bir yoldan gitmek de mümkün, otomotiv başta olmak üzere birçok sektörde uygulanan bir sistemleşme yöntemi var: KAİZEN. İlk olarak, Japon otomobil üreticileri tarafından üretilen yöntem, sistemleşmede sistem üretmek yerine, her gün bir sorunu çözmeyi ve sadece dünden daha iyi olmayı esas alıyor. Böylece bir sadece basit gündelik sorunlar çözülüp standardize edilerek sistemleşme sağlanıyor. O halde, alternatif bir yöntem olarak, küçük ama somut önerilerle disiplinli bir şekilde gelişme yöntemini ele almak en azından öneri hem hızlı gelişim hem Kaizen modeli ile gelişim olarak sunulması ufuk açıcı olabilir. Bazen, adım adım çözüm, birdenbire çözümden çok daha kolay ve sempatik olabilir. Neticede, çözüm önerilerinin mutlaka değinmesi gereken ana hatlardan biri sunulan önerinin birden mi yoksa Kaizen modelinde mi gerçekleştirilmesinin elverişli olacağıdır.
Bir konunun detaylarıyla fazlaca meşgul olmak zorunda kalan herkes, meselenin ana hatlarını tekrar gözden geçirmelidir. Çünkü, detaylara dalmak her zaman ana unsurları gözden kaçırma riski doğurur, özellikle de bir detaya çok iyi odaklanmak gerektiğinde. Konular, kurumlar ve kuruluşlar birbirinden tamamen bağımsız bir şekilde ve konunun kendine bakan yönünün esas alarak meseleye yaklaştığında detaylar arasında kaybolmak ve ana sorunları unutmak kaçınılmaz hale geliyor. Hiç şüphesiz, sistemimizin en büyük ve en temel sorunu yargılamaların çok uzun sürmesidir. Bu sorun, dilekçeler aşamasından nihai karara kadar birçok usul sorununda detaylı analizler ortaya koymayı gerektirebilir, ancak netice olarak yargılama süresinde belirgin bir hızlanma meydana gelmiyorsa, dahiyane usul fikirleri üretilmiş olsa bile beyhudedir.
Bu konuda az ya da çok emek veren ve katkı sunan tüm meslektaşlarımızın büyük bir teşekkürü hak ettiğini söylemeliyiz. Esasen bu makalede de konunun fikir aşamasına katkı sunmayı ve mesleki gündemde yer almasını sağlamaya çalıştık. Yapısal sorunların daha nitelikli ve verimli bir şekilde ele alınabilmesi, daha fazla meslektaşımızın konuya ilgi göstermesine bağlı.