“Kürt sorunu” cümlesini bile sorunlu görüyorum aslında. Bu güne kadar “Kürt yoktur” diyenlerin tam aksine, kendi içinde ayrımcılık kokan bir cümle gibi geliyor bana. Sorunlu, problemli insanlar gibi bir algı rahatsız edici bir durum.
Bana göre “Kürt sorunu” değil sorun, sorunumuz bir vücut olarak hasta olmamızdan kaynaklanıyor. Beynimize yeterli oksijen gitmiyor, kaslarımız erimiş, bakışlarımız bulanık. Yorgun ve bitkiniz.. “Sağlam kafa sağlam vücut” istiyor ama ikisi de birbirinden muzdarip.. Şimdilik durum bu ancak ayakta kalmak zorundayız. Uzun yıllardır sendeliyoruz ancak bir kez daha düşmeye tahammülümüz yok.. Bir bacağımız kırık, canımız çok yanıyor.. Kırık bacağımızın acısı tüm bedenimizi sarmış durumda, ağzımızın tadı yok..Teşbihte hata olmaz diye düşünüyorum, işte bizim sorunumuz böyle bir sorun. Öyle “Kürt sorunu” diye bakamayız bu acıya.. Kimileri diyor ki bu bacağı keselim “özgür” bırakalım kardeş iki organ olalım bu sorun da böylece çözülsün! Kime yarar bu ayrılık? Kesilen bacağa mı yoksa ayaksız kalan vücuda mı?
Kürt sorunu demeden önce bir bütün olarak hasta bir vücudumuz olduğunu görmek zorundayız. Yeterince beslenmiyoruz. Demokrasi ve Hukuka ihtiyacımız var. Sorunlu bir cumhuruz. Dikkate alınmayan, şikâyetleri dinlenmeyen, egemenlik hakları kendilerine rağmen kullanılan ve her fırsatta “halk bunu istiyor” gibi kendileri adına yalanlar söylenen bir cumhuruz. Bu cumhur aynı zamanda tehdit olarak algılanan bir cumhur olmuştur. Yasalarımız, anayasamız sürekli tehdit algısı ile hazırlanmış ve demir bir kafes gibi üzerimize giydirilmiştir. Yenisinin de çok farklı olacağını zannetmiyorum.
Dışa karşı bağımsızlığını ilan eden, özgürlüğünü koruyan cumhur kendi bireysel özgürlüğünden mahrum kalmış ve vesayete mahkum edilmiştir. Klasik bir egemen iktidar sorunu ile yaşıyoruz yıllardır. Yüzyıllardır tartışılıyor, hangi sistem daha iyidir? Krallık, monarşi, aristokrasi, demokrasi.. Tüm bu tartışmalar egemenliğin kaynağı, amacı gibi meşruiyet tartışmalarını da beraberinde getirmiştir. Tek bir cevap bulunmuş değildir fakat bugünkü gibi bir sahtekarlık ve yalancılık yoktur bu tartışma içinde. Aristo’dan N.Machaevelli ‘ye kadar her düşünür inandığı sistemi savunmuştur. Söz gelimi monarşiyi savunanlar en iyi sistem olduğunu açıkça yazmışlar söylemişlerdir. Aristokrasiyi savunanlar da öyle.. Bazıları da karma bir sitemin daha iyi olacağını savunmuşlardır. Doğrusu demokrasinin yüzüne bakan da pek olmamış, şüpheyle yaklaşılmış hep. Dürüstçe ve korkusuzca tartışılmış. Şimdi bakıyorum aman allahım, herkes demokrasi havarisi. Bu güne kadar kimsenin demediği kadar demokrasiden bahsediliyor. Ama bu kadar yalan söylenen ve insanların kandırıldığı bir dönem var mıdır bilemiyorum..! Hepsi yalan ama bir geleceği işaret ediyor bu tartışmalar fakat bugün o gün değil..! Zira her toplum kendisinden sonraki bir toplumun habercisidir. Cumhuriyet Machaevelli’nin öngördüğü gibi, yönetimin kurumsallaşması ve “kişisizleşmesi”dir biraz da. Kendi bireysel özgürlüğünü kanıksamış, egemenliğin kendinden kaynaklandığı bilincine sahip, demokratik bir cumhuriyetin kurumsallaşması için bugünkü toplumumuzun daha bir süre çile çekeceği ve monarşi ile yönetileceği kesin..! Sahte bir demokrasi çok uzak olmayan bir gelecekte gerçeğe dönüşecek, göreceksiniz. Tüm bu yalanlar gerçek bir demokrasiyi beslemektedir. Şuanda demokrasi diyoruz ama zihinleri monarşik olan bireylerden oluşmaktayız. Basın, yayın, yazar çizer, aydın vs. birçoğumuz böyle.. Bir kesim “aman Tayyip Erdoğan’a bişey olursa mahvoluruz” diyor; bir diğer kesim ise “şu adamdan nasıl kurtulacağız” diye kaygı içinde. İki zıt duygu ama aynı zihin, aynı algı aynı düşünce. Monarşik beyinler.. Bir kişi ile kurtulacağız veya batacağız..! Oysa demokratik cumhuriyetler “kişisiz”lerdir. Tek bir insana bağlı değildir hiçbir şey. Kim gelirse gelsin sistem değişmez. Kurumsallaşmış egemenlik hakkını içinde yaşatan toplum yeni bir yönetici çıkarmakta zorlanmaz bu sistemde. Bu da demek oluyor ki biz kişilere göre yönetim anlayışı olan monarşi ile yönetiliyoruz, kişilerin iktidar olduğu bu monarşide muhalefetimiz de aynı monarşik zihinle muhalefet ediyor. “Kral öldü yaşasın yeni kral”
Evet “Kürt sorunu”ndan geldik konuya. Yani şunu demek istiyorum, her özgür devlet halka tutkularını açığa vurma araçlarını sağlamalıdır. Demokrasiye ihtiyacımız var, insan haklarına dayalı bir sisteme ihtiyacımız var. “İnsan haklarına saygılı” Anayasal anlayışını toptan çöpe atarak, Anayasayı “insan haklarının üzerine inşa etmeliyiz”. Detaylandırabiliriz. Ancak konumuz itibariyle bu Anayasada herhangi bir milletin üstünlük vurgusuna atıf yapmaya gerek yok. Kahraman, çalışkan, vefakar, cefakar demekle olunmuyor. Yazmakla olsaydı bu gün Ay’da uzay üssümüz olması gerekirdi.
Her neyse; insanların anadilde okuması yazması niye problem olsun ki? “Ama efendim nasıl olur” diyenler bunun sadece bir tabu olduğunu aslında, kürtçe’nin serbestçe konuşulup şarkılar dinlemenin, bugüne kadar anlamsızca yasaklandığını anlamışlardır. Anadilde eğitim de böyle bir durum. Serbest olsun anadilde eğitim, bunu lütuf olarak görmek de asla kimsenin haddi değil, bu bir haktır..! Ne yaparsınız ki hakların lütuf gibi verildiği bir ülkedeyiz. Mahkemede hakim bile suçsuz bir insana beraat kararı verirken lütfederek veriyor düşünün artık..! Neden biliyor musunuz zihni monarşik bir zihindir çünkü, kağıt üzerinde “Türk Milleti Adına” karar veriyor ama gerçekte bunun ne demek olduğu konusunda en ufak bir fikri yoktur. Üzerinde düşünmemiştir bile, “yahu Milet adına yargılama yapmak ne demektir” diye kafa yormamıştır. O yüzdendir ki millete millet gibi, insan gibi davranmaz, sen diye konuşur, otur diye bağırır, yalan konuşma diye azarlar..! Bu zihinlerin karşısında bir de Avukat’ı düşünün..”hıkmık” söylenen şeyler “ha hı” diye dinlenir ve hazırdaki karar “kopyala yapıştır” verilir. Önceden daktilo vardı, önceden yazılan karar Avukatın savunmasını yapmasının hemen ardından “kararı ver kızım avukat beylere” denirdi. Ama savunma ne oldu? Güme gitti, gelmeyecek..!
Bakın ne çok sorunumuz var meseleyi “kürt sorunu” diye daraltıyoruz..
Özgürlüğe ihtiyacımız var, bireysel özgürlüğe, fikir hürriyetine, egemenlik hakkının asıl sahipleri olarak hesap sorma hakkına ihtiyacımız var, şeffaflığa ihtiyacımız var, kişilere bağlı olmayan kurumsallaşmış demokratik bir cumhuriyete ihtiyacımız var. Ama bu ihtiyaçlarımız elindeki silah ile masum insanların, çocukların katillerini kucaklayanların, “Barış ve Demokrasi” diye ağzından kan sıçrayanların talep ettiği gibi bir şey değil..! Eline silah alıp dağa çıkanlar, otoriteyi silahla devirmeye kalkanlar, kırılan bacağı kesmeye çalışmaktadırlar.. Bunun adı tüm zamanlarda olduğu gibi, anarşi ve terörizimdir..! Kimse bunu haklı göremez müsamaha bekleyemez. Tıpkı Luther gibi. Luther bir zamanlar Kiliseye itiraz etmiş, o günlerde adet olduğu üzere, düşüncelerini kilisenin duvarına asmış, özgür düşünceyi savunmuş, kilisenin öğretilerine karşı çıkmıştır. Sonrasında sürülmüş ve mahkûm edilmiştir. Luther’in fitilini ateşlediği bu özgür düşünce evrilip de silahlı ayaklanmalara dönüşünce “katil ve hırsız köylü sürülerine karşı” adlı bir risale neşretmiş ve “bunları parça parça etmeli” diyebilmiştir. Bu kalkışmaya karşı Luther gibi derim. Ve bu demem beni çelişkiye düşürmez, zira böyle bir silahlı kalkışma sadece anarşi ve kaosun malzemesidir.
Cumhuriyetimizi, tüm vatandaşlarımızın yürekten inanıp sahip çıktığı, özgür düşüncenin, bireysel haklar ve hukuk ilkelerinin hakim olduğu, insan hakları temeline oturan bir demokrasi ile donatmalıyız. Tüm sorunlarımız gibi Kürt sorununun da çözümü budur. “İstekleri bitmiyor ki” diyenlere karşı bende şu soruyu sormak istiyorum. Kimin istekleri bitmiyor? Muhatabınız kim? Eli kanlı PKK’mı veya onlarla aynı zihniyeti aynı kanlı gömleği paylaşan, Barış ve Demokrasi diyerek gözümüzün içine baka baka yalan söyleyen ve sahtekarca davranan BDP mi? Muhataplarınız bunlar ise istekler bitmez tabiî ki. Ama Kürt ve Türk halkının istekleri bellidir. Demokrasi ve Hukuk Devleti ilkeleri içinde birlikte bir yaşamdır. Zira ne Türkler Kürtlersiz yapabilir ne de Kürtler Türklersiz..! Aksini iddia eden ve kırılan bacağı kesmeye kalkanlar Luther’in risalelerindeki gazaba uğramalıdır! Başbakan bir TV programında “istekleri bitmiyor ki” demişti. İşte bu cümle muhataptaki hedef sapmasını göstermektedir. Vatandaşlara “terörle teröristle masaya asla oturmam” derken onları muhatap almıştır. Bu sözler bunun şifresidir. Zira istekleri asırlardır bitmeyen yegane şey terörizimdir. Halkın istekleri ise basit ve anlaşılabilir bir istektir. Biz “Anadolu insanlarının” muhatap alınmasına daha ne kadar zaman var? Zira biz bekliyoruz. Kars’lı bir Kürt kardeşim ile evimizde ailecek oturmuş bir bardak çay elimizde, konuşmaktayız, ,. Misafir severiz sizleri de bekleriz..!
(Bu köşe yazısı, sayın Av. Zafer KAZAN tarafından www.hukukihaber.net sitesinde yayınlanması için kaleme alınmıştır. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısının tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısının bir bölümü, aktif link verilerek kullanılabilir. Yazarı ve kaynağı gösterilmeden kısmen ya da tamamen yayınlanması şahsi haklara ve fikri haklara aykırılık teşkil eder.)