Koronavirüs, dünya genelindeki toplumsal yaşam dengesini doğrudan etkilemiştir. Modern Hukuk tarihinde benzeri görülmemiş bu olayın, sözleşme ilişkilerini ne şekilde etkileyebileceği konusunda kesin nitelikli görüşler ortaya koymak mümkün değildir. Çünkü, halihazırda salgın hastalığın ne zaman son bulacağını kestirmek imkansızdır.

Hukuk kuralları, kişilerin somut ve belirlenebilir zararları doğduktan sonra işlemeye başlar.

Koronovirüs etkisinin birkaç ay içerisinde sona ereceğini düşünerek, benzer olaylara ilişkin Yargıtay İçtihatları, mücbir sebeple ilgili doktrin görüşleri ve kişisel tecrübelerimiz ışığında değerlendirme yapacağız.

Öncelikle ifade etmeliyiz ki ; Koronavirüs’ün dünya genelindeki toplumsal yaşama yönelik etkilerini dikkate alırsak, buna benzer bir olayın daha önce yaşanmamış olması nedeniyle, özellikle Yargıtayın daha önce vermiş olduğu mücbir sebep içtihatlarının bire bir emsal olarak kabul edilmesi mümkün değildir.

Modern insanlık tarihinde, tüm ülkelerin sınırlarının kapatıldığı, ticari hayatın durma noktasına geldiği ve sayısız ülkenin sokağa çıkma yasağı ilan ettiği böyle bir olay ilk kez yaşanmaktadır. Şüphesiz ki, Yargı Kararları da bu çerçeve içerisinde, konunun özel yönleri değerlendirilerek şekillenecektir.

I- KORONAVİRÜS’ÜN MÜCBİR SEBEP SAYILMASI ;

6098 sayılı Borçlar Kanununda, hangi olayların mücbir sebep sayılacağı belirtilmemiştir. Fakat, esas itibariyle mücbir sebep teşkil edecek olayların tek tek sayılmaması hukuken daha doğrudur. Çünkü, mücbir sebep zaten, Taraflarca Öngörülmeyen ve Öngörülmesi de Beklenmeyen Hallerdir. Kanun koyucunun mücbir sebep için sınırlayıcı bir tanım yapması, sonradan yaşanabilecek bazı sarsıcı olayların bu kapsamın dışında kalmasına neden olabileceği için, özel bir sınırlama yapılmamıştır. Yani, konunun doğası gereği, hangi hallerin mücbir sebep olacağını önceden öngörmek mümkün değildir.

Koronavirüs’ün Önceden Öngörülemeyecek Olağanüstü bir durum olduğu kuşkusuzdur. Bu sebeple, dünya üzerindeki somut etkilerini de dikkate alırsak, olayın mutlak surette mücbir sebep kabul edilmesi gerektiği açıktır.

Mücbir Sebep Kabulü’nün somut dayanakları ;

- Dünya Sağlık Örgütü, 12.03.2020 tarihli kararında, Koronavirüs’ü, “Pandemi” (Küresel Salgın) olarak ilan etmiş ve küresel risk seviyesini “yüksekten” “çok yüksek” seviyesine çıkarmıştır.

- Cumhurbaşkanlığı’nca alınan Kararlarda, halka zorunlu olmadıkça sokağa çıkmaması tavsiye edilmiş, okullar kapatılmış ve üniversiteler tatil edilmiştir. Birçok ülkeyle sınırlar kapatılarak havayolu trafiği durdurulmuş, yurtdışından gelen yolcular için karantina uygulamaları başlatılmıştır.

- Hakimler Savcılar Kurulu’nca alınan, 16.03.2020 tarihli karar ile, tüm duruşmalar talep olmaksızın ertelenmiş, ivedi işler haricinde yargılama faaliyetlerine son verilmiştir.

- İçişleri Bakanlığı’nın Genelgeleri ile halka açık işyerlerinin büyük bölümü kapatılmıştır.

Mevcut durum dikkate alındığında, yaşanan küresel salgının mücbir sebep olarak kabul edilmesi için başkaca bir göstergeye ihtiyaç olmadığı anlaşılmaktadır.

II- MÜCBİR SEBEBİN SÖZLEŞMELERE ETKİSİ NASIL OLACAKTIR ?

Mücbir sebeple ilgili olarak, cumhuriyet tarihi boyunca verilmiş Yargıtay Kararlarını incelediğimizde, maruz kalınan olay mücbir sebep olarak kabul edilse dahi, bu durumunun peşinen, “Borçtan Kurtulma” nedeni sayılamayacağı görülmüştür.  

Konuyla ilgili yasal düzenlemelere bakacak olursak;

6098 sayılı Borçlar Kanunu’nun 136. Maddesi uyarınca ; Borcun  ifası  borçlunun Sorumlu tutulamayacağı sebeplerle imkansızlaşırsa, borç sona erer.” Yine, Borçlar Kanunu’nun 138. Maddesi uyarınca ; Sözleşmenin yapıldığı sırada taraflarca öngörülmeyen ve öngörülmesi de beklenmeyen olağanüstü durum borçludan kaynaklanmayan bir nedenle ortaya çıkarsa, borçlu hakimden sözleşmenin yeni koşullara göre uyarlanmasını veya sözleşmeden dönme hakkının yürürlüğe konulmasını ister.”

Doktrinde yer alan görüşlere göre;Borçlu, borcunu ifa edememesinin mücbir sebepten ileri geldiğini ispat ederek mesuliyetten kurtulabilir. Mücbir sebep, akdi mesuliyette, borçlunun borcunu yerine getirmesinin kusurundan ileri gelmediğini gösteren borçluyu mesuiyetten kurtaran bir hadisedir.”(Prof. Dr. Haluk Tandoğan-Türk Mesuliyet Hukuku-Sayfa 467-468)

Buraya kadar açıkladığımız Kanun maddeleri ve doktrin görüşlerine göre, öncelikle, borçlunun borcunu ifa edememesinin nedeninin mücbir sebepten kaynaklandığının ispat etmesi gerektiği anlaşılmaktadır. Yani, burada ispat yükü tamamen borçluya aittir.

Mücbir sebeple ilgili sorumluluklarda sözleşme serbestisi geçerlidir. Borçlu, mücbir sebepten kaynaklanan sorumluluğu sözleşmede üstlenmişse, artık alacaklıya karşı mücbir sebepten kaynaklanan herhangi bir talep ileri sürmesi mümkün değildir.

Borçlunun fevkalade halden ve hatta mücbir sebepten de mesul olmayı mukavele ile kabul etmesine cevaz vardır. Bundan başka, hangi hadiselerin mücbir sebep sayılacağının mukavele ile önceden tayin ve tahdidi de caizdir. Mücbir sebepler, sözleşmede hasren tayin edildiği takdirde, bunlar dışında kalan hadiseler artık mücbir sebep olarak kabul edilemez.” (Prof. Dr. Haluk Tandoğan-Türk Mesuliyet Hukuku-Sayfa 468)

Mücbir sebepler sözleşmede sınırlı olarak belirtilmişse, bunlar haricindeki olaylar mücbir sebep olarak kabul edilemez. Dolayısıyla, mücbir sebep nedeniyle açılacak uyarlama davalarına, taraflar arasındaki sözleşme hükümlerinin çok iyi irdelenmesi gerekmektedir.

III- YARGITAY KARARLARI IŞIĞINDA KORONAVİRÜS’ÜN MÜCBİR SEBEP OLARAK DEĞERLENDİRİLMESİNİN SONUÇLARI:

A) Ticari Sözleşmeler Yönünde İnceleme ;

Mücbir sebep gerekçe gösterilerek, ülkemiz genelindeki tüm ticari sözleşmeler,  kira sözleşmeleri ve diğer özel hukuk sözleşmelerine hakim müdahalesinin  istenebilmesinin hukuki dayanağı, Borçlar Kanunu’nun 138. Maddesinde öngörülen, “Aşırı İfa Güçlüğü” düzenlemesidir. Açılması muhtemel dava dosyalarının ağırlıklı olarak bu madde kapsamında değerlendirileceğini düşünüyoruz.

Bu madde uyarıca Mahkemeden;                 

1- Sözleşmenin yeni koşullara göre Uyarlanmasını,

veya,

2- Sözleşmenin Feshedilmesi talep edilebilecektir.

Bununla birlikte, Borçlar Kanunu’nun 136. Maddesinde yer alan, “İfa İmkansızlığı” hükümlerinin de bazı olaylarda uygulama alanı bulacağı kanaatindeyiz. Bu maddeye göre, borcun ifası borçlunun sorumlu tutulamayacağı sebeplerle imkansızlaşırsa borcun sona ereceği öngörülmüştür. Örneğin, ülkemizde bulunan ithalatçı bir firmanın, Mart ayı içerisinde İtalya’dan getirmeyi taahhüt ettiği bir mal, sınırların kapatılmış olması nedeniyle temin edilemeyecektir. Bu durumda, borçlu borcundan kurtulmuş olacak ve aldığı edimi de sebepsiz zenginleşme hükümleri uyarınca karşı tarafa iade etmekle yükümlü olacaktır.

Yargıtayın konuya ilişkin içtihatlarında, mücbir sebeple ilgili her olaya özel hükümler verildiği görülmektedir. Yargıtay 13. Hukuk Dairesi’nin 26.11.1982 tarihli 1982/6186 Esas sayılı kararında ; “Sözleşmenin yeniden gözden geçirilmesi için, önceden görülemeyen, borçlunun şahsı ve işletmesi dışında meydana gelen bir olayın neden olduğu değişiklikler yüzünden sözleşmedeki ekonomik denge bozulmuş ve sözleşmenin yanlarından birine yükletilmesi gereken tehlike sınırı objektif olarak aşılmış olması gerekir. Kira parası olarak kararlaştırılan altın fiyatlarının, olağanüstü artışı nedeniyle işlemin temelinden çöktüğü ve sözleşmenin yeni durumlara uyarlanması gerekirhükmü verilmiştir.

Yargıtay 13. Hukuk Dairesi’nin 12.06.2003 tarih ve 2003/4175 E. Sayılı içtihadında ; “Yabancı para üzerinden kira sözleşmesi yapan davalıya karşı uyarlama talebinde bulunan davacının mücbir sebebin varlığı ile işlemin temelinden çöktüğünü kanıtlaması gerekir” denmiştir.

Yargıtay 19. Hukuk Dairesi’nin 14.03.205 tarih ve 2004/6340 Esas sayılı içtihadı kanaatimizce koronavirüs nedeniyle açılabilecek ticari nitelikli uyarlama davalarında dikkate alınabilecek bir içtihattır.

İlgili içtihatta ; “Dava konusu sözleşmenin “garantili kontenjan” sözleşmesi olduğuna ve depremin mücbir sebep sayılmayacağına göre, aşağıdaki bent haricindeki temyiz itirazları yersizdir. Davacının sözleşmede yer alan odaları üçüncü kişilere kiralayıp kiralamadığı gözetilerek davacının talep edebileceği tazminat miktarının belirlenmesi için davacının defter ve kayıtları üzerinde bilirkişi incelemesi yapılması gerekmektedir” şeklinde hüküm kurulmuştur.

Ülkemizdeki şirketlerin özellikle bankalara ve tedarikçilerine yönelik borçlarının ödenmesinde ciddi zorluklar meydana gelecektir. Dünya ticaretinin durduğu bir ortamda yükümlülüklerin yerine getirilmesi imkansız görünmektedir.

Bu durumda olan şirketlerin, bankalara ve üçüncü şahıslara olan borçlarının ödemelerinin durdurulmasını istemeleri kanaatimizce mümkündür. 6100 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 389. ve devamı maddeleri uyarınca ödemelerin durdurulması için ihtiyati tedbir talep edilebileceğini düşünüyoruz.(Tabi, halihazırda ihtiyati tedbir kararı verebilecek Mahkeme bulunabilirse)

Ticari akitlerin uyarlanmasına yönelik davalarda, borç ödemelerinin koronavirüs nedeniyle oluşan ticari krize bağlı olduğunun ispat edilmesi gerekecektir. Bunun için, kanaatimizce, davacının ticari defterleri ve banka hesapları üzerinde inceleme yapılmalıdır. Medeni Kanunun 2. Maddesinde yer alan, “Hakkın Kötüye Kullanılması Yasağı” nedeniyle, keyfi taleplerin reddedileceği açıktır.

Her ne kadar kanunun ilgili maddesinde yer alsa dahi, ödeme yapıldıktan sonra yapılacak uyarlama taleplerinin mahkemelerce reddedileceği kanaatindeyiz. Çünkü, mahkemelerin genel uygulamasında somut zararlar dikkate alınmaktadır. Samimiyet ve dürüstlük olgusunun yoğun olarak tartışılacağı bu davalarda, eğer bir kişi borcunu ödemişse, mahkemece ödeme gücüne sahip olduğunun düşünüleceği çok yüksek bir ihtimaldir.

Borçlar Kanununda, mücbir sebebin alacaklıya bildirimi konusunda bir şekil şartı öngörülmemiştir. Bütün işyerlerinin kapatıldığı ve insanların sokağa çıkmamasının tavsiye edildiği bir durumda, noterden bildirim zorunluluğu olduğundan bahsetmek son derece güçtür. Alacaklıya yapılacak resmi bildirimde dahi mücbir sebep engeli olduğu unutulmamalıdır. Kanaatimizce, sokağa çıkmanın mümkün olmadığı bir durumda, diğer iletişim araçlarıyla alacaklıyı bilgilendirme bulunmak yeterli olacaktır.

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 18.11.1981 tarihli kararında ; Mücbir sebep nedeniyle süresinde protesto başvurusu yapamayan senet lehdarının, protesto başvurusu yapmış sayılacağı kabul edilmiştir.

B) Kira Sözleşmeleri Yönünden Değerlendirme ;

Halihazırdaki beklentinin önemli bir kısmı kira sözleşmelerine yöneliktir. Hatta, kira bedellerinin direkt olarak kesintiye uğrayacağı gibi ütopik hayaller kurulmaktadır. Esas itibariyle, asıl mağduriyetin işyeri kira sözleşmelerine ilişkin olduğu anlaşılmaktadır. Ticaretin neredeyse tamamen durduğu ve hükümetin aldığı kararlarla işyerlerinin kapatıldığı bir ortamda, öngörülemeyen bir mağduriyet olduğu kuşkusuzdur. Ancak, Borçlar Kanunu’nun kira sözleşmesi hükümlerinde özellikle işyeri kiracıları yönünden ciddi boşluklar olduğu görülmektedir.

Konuya ilişkin Borçlar Kanunu’nun 331. Maddesinde ; “Taraflardan her biri, kira ilişkisinin kendisi için çekilmez hale getiren önemli sebeplerin varlığı durumunda, sözleşmeyi yasal fesih bildirim süresine uyarak her zaman feshedebilir” hükmü mevcuttur. Ancak, bu hükmün işyeri kira sözleşmeleri açısından uygulanması, 2020 yılının Temmuz ayına kadar ertelenmiştir.

Aslında bu madde işyeri kiraları açısından yürürlükte olsa dahi, halihazırdaki soruna çözüm getirmemektedir. Çünkü, olağanüstü bir hal olsa dahi, kiracının yasal bildirim sürelerine uyarak kira sözleşmesini feshedebileceği belirtilmiştir. Borçlar Kanunu’nun 347. Maddesinde, konut ve çatılı işyeri kiralarında fesih bildiriminin dönem sonundan 15 gün önce yapılabileceği öngörülmüştür. Dolayısıyla, olağanüstü bir sebep mevcut olsa dahi fesih bildirimi için dönem sonunun beklenmesi gerekliliği mevcut sorunu çözmeyecektir.

İşyeri kira sözleşmeleri yönünden yasal olarak boşluk bulunduğuna göre, Borçlar Kanunu’nun genel hükümlerinde yer alan ve yukarıda açıklamış olduğumuz, “Aşırı İfa Güçlüğü” maddesinin kira sözleşmeleri açısından da uygulama alanı bulacağını düşünüyoruz.

Borçlar Kanunu’nun 363. Maddesinde, tarımsal kiralar yönünden açık bir uyarlama hükmü mevcuttur. Benzer bir uygulamanın özellikle işyeri kiraları açısından yapılabileceğini düşünüyoruz.

Kira Bedelleri Nasıl Uyarlanacaktır ;

Öncelikle ifade etmek gerekirse, kira bedelinin uyarlanmasında zararın ispatı kiracıya aittir. Yargıtay 13. Hukuk Dairesi’nin 12.06.2003 tarih ve 2003/4175 E. Sayılı kararında  ; “Kira uyarlama talebinde bulunan davacının mücbir sebebin varlığı ile işlemin temelinden çöktüğünün kanıtlanması gerekir” denmiştir. Özellikle, devlet otoritesinin verdiği kararlarla kapatılan işyerlerinde zarar unsurunu ispat etmek zor olmayacaktır.

Kira uyarlama davalarında Mahkemece;

1- İşyerinin Kapalı Kaldığı Süre,

2- İşyerinin Uğradığı Zarar,

3- Yapılacak Uyarlama ile sözleşmenin ayakta kalıp kalamayacağı unsurları dikkate alınmalıdır.

Şüphesiz ki, uyarlama bedeli hem kiracı hem de kiralayan açısından hak dengesini koruyacak şekilde tatbik edilmelidir. Sadece kira ile geçinen binlerce insan olduğu da gözetilerek adalete uygun bir değerlendirme yapılacağını tahmin ediyoruz. Netice itibariyle, küresel salgından herkes etkilenmiş ve mağduriyetler yaşanmıştır. Bu sebeple, zarara katılım da hak ve nesafet ilkesine göre tüm taraflarca paylaşılmalıdır. Örneğin, 5.000 TL kira ödeyen bir işyeri kirası mahkeme tarafından direkt olarak 1.000 TL’ye indirildiğinde, kiraya veren açısından ciddi mağduriyetler yaşanabilecektir.

Yargıtayın konuya ilişkin kararlarında, uyarlama davalarında sadece kira bedelinden kısmi indirim yapılabileceği, kira ödeme takviminin Mahkemece değiştirilemeyeceği belirtilmiştir.

Yargıtay 6. Hukuk Dairesi’nin 19.03.2015 tarih ve 2014/6223 Esas sayılı kararında ; “Meydana gelen felaket nedeniyle Mahkemece kira parasından yapılması gereken indirim miktarı ile yetinilmesi gerekirken, ayrıca sözleşme şartlarına da müdahale edilerek taraflarca sözleşmede aylık olarak ödenmesi kararlaştırılan kira parasının hasat sonunda yıllık olarak ödenmesine karar verilmesi doğru değildir” şeklinde hüküm kurulmuştur.

Konut Kira Sözleşmeleri Yönünde İnceleme ;

Yukarıda da açıkladığımız üzere, mecurun kullanımın geçici olarak sonlandırılması ve kısıtlılık hali asıl olarak işyeri kiraları yönünden geçerlidir. Konut kiraları yönünden ise, kullanımın engellenmesi durumu sözkonusu olmamakla birlikte, ödeme güçlüğü devreye girmektedir. Konut kiracısının koronavirüs nedeniyle işine son verilmesi, iflas etmesi gibi durumlar söz konusu olabilir. Bu durumda, Borçlar Kanunu’nun 331. Maddesinde belirtilen olağanüstü fesih koşulları konut kiraları açısından geçerlidir. Mevcut şartlar altında konut kiraları yönünden uyarlama taleplerinin çok özel koşullar olmadığı sürece dikkate alınacağını düşünmüyorum.

Üniversite Öğrencilerinin Özel Yurtlarla Yaptığı Kira Sözleşmeleri Ne Olacak ?

Üniversite öğrencilerinin özel yurtlarla yaptığı kira sözleşmeleri, 6502 sayılı Tüketici Kanunu gereğince tüketici sözleşmesi niteliğindedir. Yurt işleten şirket ise, tüketici kanunu uyarınca hizmet sağlayıcı konumundadır. Üniversitelerin tatil edilmesi ile birlikte, yurt sözleşmelerinin kısmi dönemli olarak askıya alınması ihtimali mevcuttur. Bu durumda, Borçlar Kanunu’nun 137. Maddesinde belirtilen; “Kısmi İfa İmkansızlığı” hali gündeme gelebilecektir. Bu yasa maddesine göre; “Borcun ifası borçlunun sorumlu tutulamayacağı sebeplerle kısmen imkansızlaşırsa, borçlu borcunun sadece imkansızlaşan kısmından sorumlu olur.” Yasanın uygulanabilmesi için, üniversitelerin kapalı kalacağı süre ve yurt imkanından ne oranda faydalanılamadığının net olarak tespit edilmesi şarttır. Söz konusu taleplerin miktarı, 10.390,00 TL’yi aşmıyorsa öncelikle Tüketici Hakem Heyetine başvuru yapılması zorunluluğu unutulmamalıdır.

SONUÇ  ;   

Uyarlama davaları yasal hak gibi görünse de, zaten yoğun olan Mahkemelerin, açılacak milyonlarca uyarlama davasından sonra kilitlenebileceği de düşünülmelidir. Ülkemiz yargılamasında, bir hakkın özünden ziyade, Mahkemelerin işyükünü arttırıp arttırmadığı da dikkate alınmaktadır. Maalesef tabi gerçek budur. 

Örneğin; Bir dönem elektrik aboneleri tarafından açılan kaçak kayıp bedeli davalarının önü yargı kararlarıyla kesilmiştir. İşyükünü arttırdığı düşünülen onbinlerce kaçak bedeli iadesi davası bir anda düşürülmüştür. Yine, çeklerden kaynaklanan hapis cezaları birçok kez, mahkemelerin işyükünü arttırdığı gerekçesiyle kaldırılmıştır. Son derece gerekli olan bazı icra ceza davaları işyükünü arttırdığı gerekçesiyle yargı kararlarıyla sonlandırılmıştır.

Mevcut durumda, bir kişi, ticari işletmesiyle ilgili kira sözleşmesini, ev kirasından kaynaklanan kira sözleşmesini ve çocuğunun okul taksitleriyle ilgili sözleşmeden dolayı üç ayrı uyarlama davası açabilir. Yani kişi başına üç adet uyarlama davasından bahsediyoruz. Bu durumda, Mahkemeler maalesef size “hoşgeldiniz” demeyecektir. Mevcut tecrübelerimize göre, uyarlama davalarının son derece zor koşullara bağlanacağı ve çoğunlukla reddedileceği kuvvetle muhtemeldir. Çünkü, davalar kabul edildiği takdirde bu tür davaların sayısı katlanarak artacaktır. Böyle bir durumda, zaten halihazırda sayısız sorunu olan yargı kurumunun çökmesi muhtemeldir.

Halihazırda, yeni açtığımız davalarda hedef süre olarak, 780 gün verilmektedir. Bir de uyarlama davaları devreye girdiğinde, herhangi bir davadak, hedef sürelerin 1500 güne çıkma ihtimali uzak değildir.

Uyarlama davalarının ağırlıklı olarak kira sözleşmelerine yönelik açılacağı görülmektedir. Sulh Hukuk Mahkemeleri’nin görevine giren bu davalar açılmadan önce arabuluculuğa başvuru zorunluluğu getirilmesi kuvvetle muhtemeldir. Hatta, iki gün önce meclise sunulan yargı paketine bu husus derhal dahil edilebilir.

Üniversite öğrencilerinin yurt ödemeleri gibi tüketici işlemlerinin tabi olduğu uyarlama davalarında Tüketici Kanunu uygulanacaktır. Bu başvurularda, tüketici hakem heyetleri devreye sokularak ve bu konulara özel olarak, hakem heyeti başvuru sınırı arttırılmak suretiyle mahkemelerin işyükü hafifletilebilir.

Biliyoruz ki ; “Her sağanak yağmurun ardından güneş doğar.” Öncelikle, milletimizin bu küresel felaketten en az zararla atlatmasını diliyoruz. Travma bittikten sonra, Türk Yargısının konuyla ilgili en adaletli kararları vereceğine inanıyoruz.