Mali durumu bozulan veya bozulmaya yüz tutmuş bazı borçlular alacaklılardan mal kaçırmak amacıyla bir takım tasarruflara girişirler. Alacaklılar alacağını tahsil sadedinde takip başlattıklarında alacaklarına kavuşamazlar. Böyle bir tabloyla karşılaşan alacaklıları korumak maksadıyla alacaklılara tasarrufun iptali davası (İİK m. 277-284) açma hakkı tanınmıştır.
Bazen borçlunun tasarruf işlemi yaptığı üçüncü kişinin tasarruf konusu şeyi bir başkasına (dördüncü kişiye) devrettiği de olmaktadır. Nitekim kanun koyucu bu ihtimali de düşünmüş ve iptal davasının üçüncü kişinin elinden çıkarmış olduğu mallar yerine geçen değere ilişkin olması halinde üçüncü kişinin bu değerler nispetinde nakden tazmine mahkûm edileceği hükme bağlanmıştır (İİK m. 283, II).
Şu halde, üçüncü bir kişi malı dördüncü bir kişiye devretse ve böylelikle mal ile arasında maddi hukuk bakımından hiçbir bağ kalmasa dahi tasarrufun iptali davasının davacısına, yani alacaklıya karşı sorumluluğu devam etmektedir. Fakat acaba üçüncü kişi malı devretmek yerine mal üzerinde kendi alacaklısı lehine ipotek tesis ederse ne olur? İpotek alacaklısının hakkı tasarrufun iptali davası açıp kazanan alacaklıdan önce mi, yoksa sonra mı gelir? Yargıtay’ın bu konudaki içtihatlarının istikrar kazandığı söylenebilir. Nitekim Yargıtay 6. Hukuk Dairesi inceleme konumuzu teşkil eden yakın tarihli bir kararında da bu konudaki içtihadını şu sözlerle sürdürmüştür: “…(T)asarrufun iptali davasını kazanan alacaklı, taşınmaz sanki kendi borçlusunun üzerinde kayıtlıymış gibi cebri icra marifetiyle taşınmazı satma hakkını elde eder ve bu iptal davasına konu mal üzerine sonraki malikin alacaklıları tarafından konulan hacizlerden, ipotek ve rehinlerden önce alacağını alma hakkına sahip olacağından şikâyet olunan Başaran M. A.Ş. vekilinin temyiz sebepleri yerinde görülmemiştir...”[1]
Görüldüğü üzere kararda açıkça tasarrufun iptali davasını kazanan davacı-alacaklının, ipotekli alacaklıya, yani taşınmaz üzerine lehine ipotek tesis edilmiş bulunan, üçüncü kişinin alacaklısına nazaran alacağını öncelikle alacağı içtihat edilmiştir.
Belirtmek gerekir ki, Yargıtay’ın bu kararı doktrinde eleştirisi konusu olmuştur. Eleştirilerin iki temel gerekçeye dayandığı söylenebilir: 1) İcra ve İflâs Kanunu’nda tasarrufun iptali davasını kazanan alacaklıya, rehin hakkı sahibi alacaklıya nazaran öncelik tanıyan bir hükme yer verilmemiştir. 2) Yargıtay’ın içtihadının kabulü, iptal davası açan alacaklının henüz haciz koydurmadan önce tapu sicilindeki kayda güvenerek işlem yapan kişilerin hukuki güvenliklerini zedelenmesine yol açmaktadır.[2]
İleri sürülen bu eleştirilerde haklılık payı olduğu kanısındayız. Bununla birlikte, Yargıtay’ın bu içtihatlarının alacaklıları koruma kaygısından kaynaklandığı söylenebilir. Kanaatimizde bu içtihadın altında şöyle bir mantık yatmaktadır: Borçlu ile işbirliği yapan üçüncü kişi önce borçludan taşınmazı satın almakta daha sonra yine borçlu ile işbirliği içerisinde olan dördüncü bir kişi lehine taşınmaz üzerinde ipotek tesis edilmektedir. Alacaklı ise tasarrufun iptali davasını kazansa bile cebri icra yoluna başvurduğunda ipotek hakkı sahibi olan dördüncü kişi rüçhan hakkına sahip olduğundan (İİK m. 206, I, c. 1) ya alacağını hiç alamamakta ya da cüzi bir miktarla yetinmek zorunda kalmaktadır. Yargıtay işte böyle bir tertibe karşı alacaklıları korumaya çalışmaktadır. Ancak Yargıtay’ın bu konuda bulduğu çözümü -yukarıda da belirtildiği üzere- gerek medeni hukukun gerekse icra ve iflas hukukunun temel ilkeleriyle bağdaştırmak güçtür. Zira hukukumuzda sahibine en geniş yetkileri bahşeden mülkiyet hakkının dahi tapu kütüğündeki kayda iyi niyetle güvenilmek suretiyle iktisabı mümkünken (TMK m. 1023) sahibine ondan daha dar bir yetki tanıyan rehin hakkının korunmaması çelişmektedir. Ancak yukarıda belirttiğimiz gibi Yargıtay’ın tasarrufun iptali davasının davacısını koruma endişesi de temelsiz değildir. Zira alacaklının borçludan taşınmazı alan üçüncü kişi ile ipotek tesis ettiren (dördüncü) kişi arasındaki ilişki hakkında bilgi sahibi olması ve dördüncü kişinin kötü niyetini ispatlayabilmesi son derece zordur.
Kanaatimizce bu soruna İİK m. 283, II hükmünün varlık sebebinden hareketle bir çözüm bulunmaya çalışılabilir. Bu cümleden olarak uygulamada hemen her zaman “satılma”, “devredilme” olarak anlaşılan “elden çıkarma” ibaresinin, üçüncü kişinin, alacaklının tasarruf konusu mal üzerinde cebri icra ile alacağını tahsil etmesini önleyen fiilleri olarak anlaşılabileceği kanısındayız. Şayet hüküm bu şekilde anlaşılırsa üçüncü kişinin taşınmaz üzerinde kendi alacaklısı lehine ipotek tesis ettirmesi durumunda da üçüncü kişinin sorumluluğunun devam edeceği sonucuna varmak gerekir. Bu sayede hem iyi niyetli olmak kaydıyla üçüncü kişinin taşınmazı üzerinde ipotek tesis ettirmiş olan iyi niyetli dördüncü kişinin bu hakkı korunmuş olacak (TMK m. 1023) hem de üçüncü kişi bu davranışıyla alacaklının taşınmaz üzerinde ipotek hakkı nedeniyle alacağını alamadığı ölçüde nakden tazminata mahkûm edilebilecektir.
Av. Dr. Cenk AKİL
--------------
[1] Yarg. 6. HD 18.09.2024, 2024/745, E. 2024/2768 K. (https://karararama.yargitay.gov.tr/)
[2] Güray Erdönmez, “Tasarrufun İptali Davasını Kazanan Alacaklıya Paraların Paylaştırılması Sırasında İpotekli Alacaklılardan Önce Ödeme Yapılması Gerekir Mi?”, Prof. Dr. Seza Reisoğlu Armağanı, Ankara 2016, s. 663-683, s. 681; Serhat Sarısözen, “Tasarrufun İptali Davasının İpotek Alacaklısı ve Dördüncü Kişiye Etkisi (Özellikle Tasarruf Tarihinden Sonra Yeni Malik Tarafından Tesis Edilen İpoteğin Öncelik Hakkının Bulunmayışı”, TBBD, Yıl: 2016, Sayı: 125, s. 231-262, s. 250-251.