GİRİŞ
İnsan ticareti sadece günümüzde karşılaşılan bir fiil değildir. Kölelik, köle ticareti kapsamında insan medeniyeti kadar eski ve hatta toplumsal kabul görmüş bir olgudur. Nitekim köle ticaretinin suç tipi olarak yasaklanması ancak 18. Yüzyıl ve sonrasında gerçekleşmiştir[1].
Mezopotamya, Çin, Mısır ve Hint gibi medeniyetlerin hemen hepsi köleliği toplumun bir gerçeği olarak kabul etmişlerdi. Keza dünyanın diğer bölümünde Güney Amerika uygarlıklarından Aztek, Maya ve İnca’lar da kölelerden yoğun şekilde yararlanmışlardı[2].
Antik dönemlerde köleler genellikle savaş esirlerinden veya ülke dışında fethedilen yerlerin sakinlerinden seçilirdi. Bu kişiler tarımsal faaliyetlerde veya ev hizmetlerinde kullanılırdı[3]. Roma ve Yunan düşünürleri, kölelik olgusu karşısında katı bir tutum almadıkları gibi, Aristoteles gibi bazı Yunan düşünürleri köleliği şiddetle savunmuşlardı[4]. Gerçekten kölelik eski dönemlerin iktisadi hayatının zaruri bir unsuru olarak görülmekteydi. Toplumun maddi ihtiyaçlarını onlar görür, evde, tarlada onlar çalışır, sanayi işlerinde topluca kullanılırlardı. Hatta o çağlarda bu işlerin para mukabilinde hür kimseler tarafından yapılması bazı toplumlarda ayıplanırdı[5].
Toplumların genişlemesi, medeniyetin ilerlemesi köleliği ortadan kaldırmadı. Sadece ilk çağlarda görülen kölelik, farklı biçimlerde ve yoğunlukta ortaya çıktı. Musevilik ve Hıristiyanlık, uygarlıkları, sosyal ve siyasal yapıları derinden etkilerken, köleliği kabul ederek engelleyici hükümler sevk etmedi. İslamiyet de kölelik olgusunu sosyal hayatın bir gerçeği olarak kabul etti, bununla birlikte azalması ve koşulların iyileştirilmesine yönelik hükümlere ağırlık verdi.
Batıda Roma İmparatorluğu’nun çöküşü ile birlikte Ortaçağ’da feodalizm ve toprağa bağlı kölelik gelişti. Aradan birkaç asır geçtikten sonra, toprağa bağlı kölelik ortadan kalktı. Bunun yerine yeni ülkelerin keşfi ve sömürgeleşmeyle birlikte ırksal, tehcire dayalı ve acımasız bir kölelik olgusu, “Atlantik köle ticareti” doğdu. Milyonlarca Afrikalı zorla bulundukları topraklardan koparılarak, Amerika kıtasına, Avrupa ülkelerinin sömürgelerine götürüldü. 18. Yüzyıla gelindiğinde köleliğin kaldırılması, yeryüzünden silinmesi için ulusal ve uluslararası alanda çalışmalara başlandı ve neticede bir kimsenin köleliğe, esarete tabi kılınmasının kanuna aykırılığı hukukun genel ilkesi (ius cogens)[6] olarak kabul edildi.
Günümüz toplumlarının inkişafına ve insan ticaretinin yasaklanmış ve yaptırım altına alınmış bir fiil olmasına rağmen, halen bir kısım insanlar, başka insanları esarete tabi tutmaya devam etmektedir. Keza köleliğin hukuk sistemleri tarafından kabul gördüğü birkaç ülke istisna tutulursa[7]; insan ticareti ya da bireyleri esarete tabi kılarak alıp satmak, hukukun cevaz verdiği bir faaliyet olmamakla birlikte, alınan tüm önlemlere rağmen farklı bir formda varlığını sürdürmektedir[8].
Bu çalışmamızda bir insanlık dramını, Atlantik köle ticaretini, boyutlarını ve özelliklerini aktarmaya çalışacağız.
ATLANTİK KÖLE TİCARETİ YA DA AFRİKA HALKLARININ TEHCİRİ
15. Yüzyılda Avrupalı kâşif ve maceracılar tarafından, Asya, Afrika ve Amerika’da yeni bölgelere deniz seyahatleri yapılması, kölelik tarihinde yeni bir dönemi başlattı[9]. Bu dönemde Avrupa’da baş gösteren ekonomik ve siyasi krizler, Avrupa Devletlerinin deniz aşırı bölgelere yönelmesine ve buralarda sömürgeler oluşturmasına sebebiyet verdi. Söz konusu arayışın hedefleri yeni gelir getiren tarım alanlarının yaratılması, Avrupa’daki işsizlerin istihdamı, toplumdaki ekonomik taleplerin karşılanması ile ticaretin yaygınlaştırılmasıydı[10].
Sömürgelere yapılan göçler ve ihtiyaçlar 1650’lerden itibaren Amerika kıtasında Kuzey Amerika, Brezilya, Meksika, Peru, Ekvator ve Karayipler’de sahibi Hollanda, Danimarka, İngiltere, İspanya, Fransa ve Portekiz gibi ülkeler olan yeni sömürgeler ortaya çıkardı[11]. Bunun akabinde buraların kalkınması ve üretimin artması için anılan ülkelerden yapılan göçler yeterli olmadı. Sonuç olarak 16. Yüzyıldan 19. Yüzyıla kadar tarihte eşi benzeri görülmemiş şekilde Afrika halklarının köleleştirilmesi sistematik olarak uygulandı[12].
Kölelik, eski çağlardan bu yana kabul edilen ve uygulanan bir müessese olmasına rağmen 15. Yüzyılla 19. Yüzyıl arasındaki uygulama daha önceki çağların kölelik mefhumundan farklıydı. Özellikle bu köleliğin kaynağının sadece yer olarak Afrika ve ırksal olarak siyahi yerliler olması ve kölelerin zorla topraklarından alınarak zalimce tehçir edilmeleri ayırt ediciydi[13].
İlk kez 1441 yılında köle ticaretine başlayan Portekiz[14], Altın Sahili (Gold Coast) olarak isimlendirilen (günümüzde Gana) bölgede madencilik sanayinde kullanılmak üzere köle ticareti yapmıştı[15]. 1470’lerden 1620’lere kadar bu bölgede Afrikalı köle tüccarlarına köle tedarik ederek aracı rolü de üstlenilmişti. Köleler Benin, Köle Nehri, Arguin, Grain Kıyısı, Kongo ve Angola’dan getiriliyordu. Portekiz 1500-1535 yılları arasında 10.000 ila 12.000 arasında köle satışı gerçekleştirdi[16].
Avrupa ülkelerini Afrika’ya çeken ilk kaynak kölelerden ziyade altın madeniydi. Altın Sahili olarak bilinen bölgede bu değerli madenin çıkarılması ve ticareti Portekizliler tarafından başlatıldı. Ardından Portekizlileri 1637 ve 1642 yılları arasında bölgeden çıkartan Hollandalılar ticareti altınla sınırlı tutup, köle ticareti faaliyetlerini Afrika’nın diğer bölgelerine kaydırdılar[17].
İngiltere, Afrika’dan köle ticaretine resmi olarak 1663 yılında başladı. Bu tarihten 43 yıl önce Richard Jobson isimli bir İngiliz kendisine köle satın alması teklif edildiğinde; “biz İngilizler ne bu tür malların ticaretiyle uğraşan, ne de birbirimizi veya bize benzeyen herhangi bir başkasını alıp satan insanlarız” cevabını vermişti[18]. Ne var ki, bu fikrin, konu iktisadi menfaatler olunca, pek kıymeti olmadığını, ilerleyen dönemde İngiltere’nin köle ticaretinin önemli pay sahiplerinden birisi olması ortaya koymuştur.
Avrupa’dan kalkan gemilerin en sık uğradıkları köle pazarları Güneybatı Afrika’da, Senegal ve Angola arasındaki bölgede bulunuyordu. 15. ve 19. Yüzyıllar arasında başlıca köle ticareti merkezleri; Senegambia, Yukarı Gine (modern Gine-Bissau ve Sierra Leone dâhil, Güney Gambia bölgesini içerecek şekilde), Winward Kıyısı (Altın Sahili sınırına kadar Cape Mount bölgesi), Altın Sahili, Benin Körfezi, Biafra Körfezi, Kongo ve Angola idi. Senegambia deniz yoluyla Avrupa ve Amerika kıtasına köle ihraç eden Sahra Çölü’nün güneyindeki ilk büyük merkezlerden biriydi. Benin Körfezi, diğer adıyla Köle Sahili 18. Yüzyıl boyunca ana köle tedarik merkezlerinden biri oldu. Biafra Körfezi’nde köle ticareti 17. Yüzyıl sonlarına doğru önemli hale geldi ve 18. Yüzyıl sonlarında bu bölge en önemli köle merkeziydi. Portekizliler köle ticaretinin temel özelliklerinin ortaya konulduğu ve kölelerin haydutluk ve adam kaçırma yoluyla elde edilmeye başlandığı 17.Yüzyıl başlarına kadar köle ticaretinde baskın durumdaydı[19].
Köleler toplandıkları merkezlerden Amerika kıtasına insanlık dışı koşullarda götürülürdü. Literatürde bu safhaya “middle passage”, “orta geçit” ismi verilmiştir[20]. Toplanan köleler nakliyeyi yapacak şirket tarafından satın alındığında göğüslerine bu şirketin ayırt edici markası kızgın bir demirle dağlanırdı. Yola çıkılacağı gün bol şekilde yemek verilirdi ve bu onların Afrika’ya veda edeceklerinin işaretiydi. Doyurulduktan sonra ayak bileklerinden ikişer ikişer zincirlenmiş şekilde gemilere götürülürlerdi.
Gemiye bindiklerinde çırılçıplak soyulurlardı. Avrupalı tacirler bu uygulamayı çıplaklığın seyahat sırasında temizliği ve sağlığı garanti edecek tek yöntem olduğu düşüncesiyle savunmuşlardı. İfade edelim ki, kimi hallerde ödül olarak kölelere giysi verilmesi bu uygulamanın başka amaçlara da hizmet ettiğini göstermektedir. Çıplak durumda bulunan kadın ve erkekler farklı hücrelere konulurdu. Bununla birlikte kadınların ve çocukların genellikle güvertede kalmalarına izin verilirdi. Bu koşullar hemen hemen tüm gemilerde benzerdi. Bazı tacirler geminin yan taraflarına yarı güverteler inşa ettirmiş ve köleleri iki sıra halinde biri diğerinin üstünde istif edilmiş şekilde taşımışlardı. Erkek köleler sürekli olarak zincirli şekilde taşınır, gündüzleri güverteye sabitlenmiş uzun bir zincirden halkaları geçirilerek güverteye çıkartılır, gemi doktorları tarafından muayene edilir ve yıkanacaklara su verilirdi.
Kölelere günde iki öğün yemek verilir ve beslenmeleri kontrol edilirdi. Zira kölelerin aç kalarak zayıflamaları istenmezdi. Fırtınalı havalarda varış süresi uzayabileceğinden (40 ila 69 gün) erzak kısıtlaması olurdu. Keza 1781 yılında yiyecek ve su sıkıntısına düşen Zong adındaki köle gemisinin kaptanı 136 köleyi gemiden denize atmıştı. Kadın kölelerle cinsel ilişki yasak olmakla birlikte bu kurala hiçbir şekilde uyulmadığı ve yolculuk süresince kadın kölelerin bu duruma katlanmak zorunda kaldıkları kaynaklarda ifade edilmektedir. Gemilerdeki ağır koşullar dolayısıyla köle ölümlerine rastlanmaktaydı. Örneğin, 1680 ve 1688 yılları arasında Royal African Şirketi tarafından 249 gemi ile taşınan 60.783 köleden, sadece 45.396’sı yolculuğu tamamlayabilmişti. 1790 yılında Batı Afrika’dan ticaret yapan 522 adet gemideki ölüm oranı %6.6 iken ilerleyen dönemlerde %18 ila %52 gibi yüksek ölüm oranlarına da rastlanmıştır. Yapılan bir araştırmada 1590-1867 yılları arasında Portekiz, İspanyol, Fransız, İngiliz ve Hollandalı tacirlerce 5966 deniz yolculuğunda taşınan kölelerin %12,4’ü yolculuk sırasında ölmüştür[21].
Köleler götürüldükleri sömürgelerde maden ve tarım alanlarında kullanılmaktaydı. Özellikle Amerika’nın keşfinden sonra keşfedilen bölgelerde yetişen şeker kamışı ve tütün gibi bitkilerin yetiştirilmesinde köleler yoğun şekilde kullanılmıştır[22].
Örneğin, 1580 yılından önce Afrika’dan İspanya, Portekiz ve İngiltere tarafından gemilerle sömürgelere getirilen köle sayısı 68.000 iken, aynı dönemde Avrupalı özgür göçmenlerin sayısı 158.000 idi. Buna mukabil 1580-1640 yılları arasında Portekiz, Hollanda ve İngiltere tarafından 607.000 Afrikalı köle olarak sömürgelere götürülürken, aynı dönemde yine bu ülkeler tarafından sömürgelere nakledilen Avrupalı göçmenlerin sayısı 199.000’dir. 1640-1700 tarihlerinde Portekiz, Fransa, Hollanda ve İngiltere tarafından sömürgelere götürülen Afrikalı köle sayısı 829.000 iken, yine bu ülkeler tarafından sömürgelere götürülen göçmen sayısı 371.000’dir. Yine 1700-1760 yıllarında İspanya, Portekiz, Fransa, Hollanda ve İngiltere tarafından Afrika’dan sömürgelere nakledilen köle sayısı 2.846.000 iken, göçmen sayısı 646.000 şeklindedir[23]. İfade edelim ki, Avrupa’dan nakledilen göçmenlerin kimlerden oluştuğu konusu, hürriyeti bağlayıcı cezaların infaz rejiminin tarihsel kökenleri ve gelişimi açısından önemli bir açılım getirebilir.
Bu dönemde köle ticaretini yaygın olarak yapan ülkeleri İngiltere, İspanya, Portekiz, Fransa, Hollanda, Danimarka ve İsveç olarak belirtmek mümkündür[24]. Keza Afrika’dan getirilen kölelerin %38’i Brezilya, %17’si İngiliz Karayipleri, %17’si Fransız Karayipleri, %17’si İspanyol Amerikası, %6’sı Kuzey Amerika ve %6’sı da Hollanda, Danimarka ve İsveç Karayipleri’nde istihdam edilmişti[25].
Afrika köle ticareti sırasında 11.698.000 insanın gemilerle taşındığı ve bunların 9.778.500 adedinin Amerika kıtasına ayak bastığı ileri sürülmüştür. Diğer bir araştırmada 1451-1600 yıllarında 293.400 köle, 1601-1700 yılları arasında 1.494.600 köle, 1701-1810 yılları arasında ise 5.737.600 kölenin ithal edildiği belirtilmiştir. Böylece 1500’lü yılların ortalarından 1800’lü yılların ortalarına kadar yaklaşık 9 milyon Afrikalı, Brezilya ve Küba gibi Latin Amerika ülkelerine, insanlık dışı koşullarda gönderilmiştir[26].
KÖLE TİCARETİNİN SONLANDIRILMASI
Atlantik köle ticaretinin sona erdirilmesinde pek çok unsur etkili olmuştur. Günümüzde insani unsurlara dikkat çekilmekle birlikte, çok acıdır ki, ekonomik nedenler ve ülkelerin iktisadi menfaatleri, tarıma dayalı ekonomiden ziyade, endüstri devriminin etkisiyle sanayileşme, sömürgeciliğin ve buralardaki faaliyetlerin kılık değiştirmesi gibi faktörler etkin rol oynamıştır.
Avrupa’da köle ticaretinin ve köleliğin kaldırılması konusunda önemli adımlar ilk olarak İngiltere tarafından atılmıştı. 1772 yılında sahibi tarafından zorla İngiltere’den gönderilmek istenen bir köle hakkında karar veren Hâkim Lord Mansfield; “Kölelik kurumu öylesine mide bulandırıcıdır ki, pozitif yasa hariç hiçbir şey onu desteklemeye katlanamaz. Kararı hangi uygunsuz durum izlerse izlesin, İngiliz yasalarının olaya izin verebileceğini ve onaylayabileceğini söyleyemem, dolayısıyla siyah serbest bırakılmalıdır” diyerek kölelik karşıtlarını cesaretlendirdi[27]. Ancak bu karar İngiltere’deki diğer kölelerin serbest kalmasını sağlamadı. Köleliğin kaldırılmasına ilişkin faaliyetler ancak 1806 yılında kabul edilen bir kanunla önemli ölçüde başarıya ulaştı. Bu Kanun, köle ticaretinin toptan yasaklanmasından ziyade, fethedilen adalara ve yabancı kolonilere köle ticaretini durduruyordu. Köleliğin tümden kaldırılması 1 Mart 1807 tarihinde yasalaşan bir kanunla gerçekleşti. Köle ticaretinin müeyyidesini başlangıçta para cezası olarak düzenleyen Parlamento, 1811 yılında yaptırımı ağırlaştırarak ceza kolonilerine gönderilme olarak belirledi. İngiliz sömürgelerinde köleliğin kaldırılması 1833 yılında yasalaşan bir Kanunla 1 Ağustos 1834’ten itibaren geçerli olmak üzere kabul edildi. Buralardaki tüm kölelerin özgürlüklerine kavuşmaları ancak 1 Ağustos 1838’de gerçekleşti[28].
Köle ticaretini 1815 tarihinde yasaklayan Fransa, 1848’de İngiltere’yi takip ederek kendi kolonilerinde köleliği kaldırmıştır[29].
İngiltere kendi ülkesinde köle ticaretini yasakladıktan sonra başta Portekiz, Brezilya ve İspanya olmak üzere pek çok ülke ile ikili antlaşmalar yaptı. Bunun sonucunda İspanya 1814 yılında kendi ihtiyaçları dışında köle ticaretini yasaklamayı kabul etti. 1817 yılında Ekvator’un kuzeyinde ve 1820’de ise tüm bölgelerde köle ticaretini durdurma kararı aldı[30].
İspanya ve Brezilya köle ticaretinin yasaklanmasına en fazla direnç gösteren ülkelerdi. Bunun sebebi Küba ve Brezilya’da halen kölelere yoğun olarak ihtiyaç duyulmasıydı. Küba, İspanya’nın en önemli gelir kaynağıydı. Bu sebeple İspanya tüm taahhütlerine ve antlaşmalara rağmen Küba’ya yapılan köle ticaretine devam etti[31]. 1830’larda Küba’da köle ticaretine son verilirken 1860’lı yıllarda devam eden köleliğin kademeli olarak yasaklanması için köle sahiplerine tazminat verilmesi düşünüldü. Ancak henüz bu konuda somut bir adım atılmadan Küba’da iç savaş çıktı (1868-1878). 4 Temmuz 1870’de İspanya bu tarihten sonra doğan her çocuğa özgürlük bahşeden Moret Yasası’nı yürürlüğe koydu. Bu kanunda ayrıca 17 Eylül 1868-4 Temmuz 1870 tarihleri arasında doğan kölelerin devlet malı oldukları ve sahiplerine köle başına bir miktar para ödenmesi kararlaştırıldı[32]. Bunun yanı sıra İspanyol Devleti’ne hizmet eden 60 yaşından büyük köleler de özgür bırakıldı. Nihayet İspanya’da 1873, Küba’da 1886’da kölelik tamamen kaldırıldı[33].
Brezilya 1831 yılında köle ticaretini yaptırıma bağlayan yasalar yürürlüğe koydu. Ancak bu yasalar fiilen uygulanmadı. Köle ticareti Brezilya Hükümeti’nin bilgisi ve onayı ile 1852 yılına kadar devam etti. İngiltere’nin limanlarını bloke etme tehdidi sonucunda köle ticaretine bu tarihte son verildi. 1871 yılında onaylanan bir yasa ile köle ailelerden doğan tüm çocuklar özgür ilan edildi. Kölelik karşıtı hareket 1880’lerde yoğunluk kazandı. 1884 yılında Brezilya’nın Amazon ve Ceara bölgelerinde kölelik yasaklandı. Bu tarihten sonra köleliğin devam ettiği Campos, Rio de Janerio ile Sao Paolo gibi bölgelerde köleler büyük gruplar halinde firar etmeye başladı. Ordu kaçak kölelerin yakalanıp sahiplerine geri verilmesi konusunda herhangi bir faaliyette bulunmadı. Bunun sonucunda köle sahipleri köleleri özgür bırakmayı tercih ettiler. Nihayet 13 Mayıs 1888’de kölelik tamamen yasaklandı[34].
Köleliğin kaldırılması ABD’de ilk kez 1688 yılında yayımlanan bir bildiri ile gündeme geldi. Quakerlar da bu yönde protestolarda bulundu. 1754 yılında Quaker John Wollman “Considerations on Keeping Negroes” (Zenci Sahibi Olma Hakkındaki Düşünceler) isimli kitabında konuyla ilgili eleştirilerini dile getirdi. 1775 ve 1776 yıllarında Quakerlar tarafından kölelik karşıtı girişimlere devam edildi. Köleliğin kaldırılmasına yönelik çalışmalarda Metodistler de önemli rol oynadı[35]. Bağımsızlık Savaşı’nın sonunda Birleşik Devletler’de köleliğin varlığı, Amerikan Devrimi’nin ilkeleriyle çelişki oluşturuyordu. Ancak kölelik o dönemlerde ekonominin merkezini teşkil ettiğinden 1787 yılındaki anayasal metin köle ticareti sorununa yasaklamayı erteleme şeklinde bir çözüm getirdi. 2 Mart 1807 yılında kabul edilen bir yasayla 1808 yılının Ocak ayının ilk gününden itibaren ABD’nin yargılama yetkisi dâhilindeki bir liman veya bölgeye köle ithali yasaklandı[36].
Köle ticaretinin kanun dışı ilan edildiği 1808 yılından güneyde büyük köle ayaklanmasının[37] çıktığı 1831 yılı arasında köleliğin kaldırılmasına yönelik talepler arttı. Kölelik karşıtı hareketler Kuzey’e oranla Güney’de daha yoğundu. Zira Amerika Birleşik Devletlerindeki kölelerin çoğu güney bölgesindeki tütün, pirinç ve diğer bitkilerin yetiştirilmesinde kullanılmışlardı[38]. Kuzey eyaletlerinde de kölelik uygulamasının görülmesine rağmen hiçbir zaman güneydeki kadar yaygın olmamıştır ve 1800 yılına kadar büyük ölçüde kaldırılmıştır[39].
Köleliğin yasal olarak kaldırılması mümkün olmayınca halktan bazı kimseler tarafından oluşturulan fonlarla (azat edilmelerine karşılık sahiplerine ödeme yapılarak) özgürlüklerine kavuşan köleler Afrika’ya geri gönderildi. Ancak bu fonları oluşturan grupların bazı üyeleri hakkındaki söylentiler ve kampanyalar neticesinde bu hareket uzun vadede başarısızlıkla sonuçlandı. Buna rağmen 1860 yılına kadar 4.000 civarında köle bu yolla Afrika’ya geri gönderilmişti. 1833 yılında köleliğin İngiliz kolonilerinde yasaklanmasının ardından Amerikan Kölelik Karşıtı Topluluğu kuruldu. Bu grup yayınladıkları yazılar, düzenledikleri konferanslar ve dağıttıkları mecmualarla 1840 yılına gelindiğinde yasaklama hareketini milli bir seferberliğe dönüştürdüler. Bu kampanyaların Kuzey’deki etkisi ve Güney’deki kölelik taraftarlığı neticesinde sorun önemli bir ayrılığa dönüştü. Nihayet Kuzey ve Güney arasındaki bölgesel uyuşmazlıklar 1861 yılında iç savaşın çıkmasıyla doruk noktasına ulaştı[40]. 1863 yılında iç savaşın ortasında Abraham Lincoln, Azat Bildirgesi’ni (Emancipation Proclamation) yayınlayarak güneydeki tüm kölelerin özgürlüğünü tanıdı. 1865’te savaşın bitmesinden hemen sonra Anayasa’da yapılan 13 üncü değişiklikle kölelik tüm ülkede tamamen kaldırılmıştır[41].
Köle ticaretinde önemli rol oynayan ülkelerden Danimarka 1802, İsveç 1813, Hollanda 1814 yılında köle ticaretini yasakladı[42].
İnsan ticareti sadece günümüzde karşılaşılan bir fiil değildir. Kölelik, köle ticareti kapsamında insan medeniyeti kadar eski ve hatta toplumsal kabul görmüş bir olgudur. Nitekim köle ticaretinin suç tipi olarak yasaklanması ancak 18. Yüzyıl ve sonrasında gerçekleşmiştir[1].
Mezopotamya, Çin, Mısır ve Hint gibi medeniyetlerin hemen hepsi köleliği toplumun bir gerçeği olarak kabul etmişlerdi. Keza dünyanın diğer bölümünde Güney Amerika uygarlıklarından Aztek, Maya ve İnca’lar da kölelerden yoğun şekilde yararlanmışlardı[2].
Antik dönemlerde köleler genellikle savaş esirlerinden veya ülke dışında fethedilen yerlerin sakinlerinden seçilirdi. Bu kişiler tarımsal faaliyetlerde veya ev hizmetlerinde kullanılırdı[3]. Roma ve Yunan düşünürleri, kölelik olgusu karşısında katı bir tutum almadıkları gibi, Aristoteles gibi bazı Yunan düşünürleri köleliği şiddetle savunmuşlardı[4]. Gerçekten kölelik eski dönemlerin iktisadi hayatının zaruri bir unsuru olarak görülmekteydi. Toplumun maddi ihtiyaçlarını onlar görür, evde, tarlada onlar çalışır, sanayi işlerinde topluca kullanılırlardı. Hatta o çağlarda bu işlerin para mukabilinde hür kimseler tarafından yapılması bazı toplumlarda ayıplanırdı[5].
Toplumların genişlemesi, medeniyetin ilerlemesi köleliği ortadan kaldırmadı. Sadece ilk çağlarda görülen kölelik, farklı biçimlerde ve yoğunlukta ortaya çıktı. Musevilik ve Hıristiyanlık, uygarlıkları, sosyal ve siyasal yapıları derinden etkilerken, köleliği kabul ederek engelleyici hükümler sevk etmedi. İslamiyet de kölelik olgusunu sosyal hayatın bir gerçeği olarak kabul etti, bununla birlikte azalması ve koşulların iyileştirilmesine yönelik hükümlere ağırlık verdi.
Batıda Roma İmparatorluğu’nun çöküşü ile birlikte Ortaçağ’da feodalizm ve toprağa bağlı kölelik gelişti. Aradan birkaç asır geçtikten sonra, toprağa bağlı kölelik ortadan kalktı. Bunun yerine yeni ülkelerin keşfi ve sömürgeleşmeyle birlikte ırksal, tehcire dayalı ve acımasız bir kölelik olgusu, “Atlantik köle ticareti” doğdu. Milyonlarca Afrikalı zorla bulundukları topraklardan koparılarak, Amerika kıtasına, Avrupa ülkelerinin sömürgelerine götürüldü. 18. Yüzyıla gelindiğinde köleliğin kaldırılması, yeryüzünden silinmesi için ulusal ve uluslararası alanda çalışmalara başlandı ve neticede bir kimsenin köleliğe, esarete tabi kılınmasının kanuna aykırılığı hukukun genel ilkesi (ius cogens)[6] olarak kabul edildi.
Günümüz toplumlarının inkişafına ve insan ticaretinin yasaklanmış ve yaptırım altına alınmış bir fiil olmasına rağmen, halen bir kısım insanlar, başka insanları esarete tabi tutmaya devam etmektedir. Keza köleliğin hukuk sistemleri tarafından kabul gördüğü birkaç ülke istisna tutulursa[7]; insan ticareti ya da bireyleri esarete tabi kılarak alıp satmak, hukukun cevaz verdiği bir faaliyet olmamakla birlikte, alınan tüm önlemlere rağmen farklı bir formda varlığını sürdürmektedir[8].
Bu çalışmamızda bir insanlık dramını, Atlantik köle ticaretini, boyutlarını ve özelliklerini aktarmaya çalışacağız.
ATLANTİK KÖLE TİCARETİ YA DA AFRİKA HALKLARININ TEHCİRİ
15. Yüzyılda Avrupalı kâşif ve maceracılar tarafından, Asya, Afrika ve Amerika’da yeni bölgelere deniz seyahatleri yapılması, kölelik tarihinde yeni bir dönemi başlattı[9]. Bu dönemde Avrupa’da baş gösteren ekonomik ve siyasi krizler, Avrupa Devletlerinin deniz aşırı bölgelere yönelmesine ve buralarda sömürgeler oluşturmasına sebebiyet verdi. Söz konusu arayışın hedefleri yeni gelir getiren tarım alanlarının yaratılması, Avrupa’daki işsizlerin istihdamı, toplumdaki ekonomik taleplerin karşılanması ile ticaretin yaygınlaştırılmasıydı[10].
Sömürgelere yapılan göçler ve ihtiyaçlar 1650’lerden itibaren Amerika kıtasında Kuzey Amerika, Brezilya, Meksika, Peru, Ekvator ve Karayipler’de sahibi Hollanda, Danimarka, İngiltere, İspanya, Fransa ve Portekiz gibi ülkeler olan yeni sömürgeler ortaya çıkardı[11]. Bunun akabinde buraların kalkınması ve üretimin artması için anılan ülkelerden yapılan göçler yeterli olmadı. Sonuç olarak 16. Yüzyıldan 19. Yüzyıla kadar tarihte eşi benzeri görülmemiş şekilde Afrika halklarının köleleştirilmesi sistematik olarak uygulandı[12].
Kölelik, eski çağlardan bu yana kabul edilen ve uygulanan bir müessese olmasına rağmen 15. Yüzyılla 19. Yüzyıl arasındaki uygulama daha önceki çağların kölelik mefhumundan farklıydı. Özellikle bu köleliğin kaynağının sadece yer olarak Afrika ve ırksal olarak siyahi yerliler olması ve kölelerin zorla topraklarından alınarak zalimce tehçir edilmeleri ayırt ediciydi[13].
İlk kez 1441 yılında köle ticaretine başlayan Portekiz[14], Altın Sahili (Gold Coast) olarak isimlendirilen (günümüzde Gana) bölgede madencilik sanayinde kullanılmak üzere köle ticareti yapmıştı[15]. 1470’lerden 1620’lere kadar bu bölgede Afrikalı köle tüccarlarına köle tedarik ederek aracı rolü de üstlenilmişti. Köleler Benin, Köle Nehri, Arguin, Grain Kıyısı, Kongo ve Angola’dan getiriliyordu. Portekiz 1500-1535 yılları arasında 10.000 ila 12.000 arasında köle satışı gerçekleştirdi[16].
Avrupa ülkelerini Afrika’ya çeken ilk kaynak kölelerden ziyade altın madeniydi. Altın Sahili olarak bilinen bölgede bu değerli madenin çıkarılması ve ticareti Portekizliler tarafından başlatıldı. Ardından Portekizlileri 1637 ve 1642 yılları arasında bölgeden çıkartan Hollandalılar ticareti altınla sınırlı tutup, köle ticareti faaliyetlerini Afrika’nın diğer bölgelerine kaydırdılar[17].
İngiltere, Afrika’dan köle ticaretine resmi olarak 1663 yılında başladı. Bu tarihten 43 yıl önce Richard Jobson isimli bir İngiliz kendisine köle satın alması teklif edildiğinde; “biz İngilizler ne bu tür malların ticaretiyle uğraşan, ne de birbirimizi veya bize benzeyen herhangi bir başkasını alıp satan insanlarız” cevabını vermişti[18]. Ne var ki, bu fikrin, konu iktisadi menfaatler olunca, pek kıymeti olmadığını, ilerleyen dönemde İngiltere’nin köle ticaretinin önemli pay sahiplerinden birisi olması ortaya koymuştur.
Avrupa’dan kalkan gemilerin en sık uğradıkları köle pazarları Güneybatı Afrika’da, Senegal ve Angola arasındaki bölgede bulunuyordu. 15. ve 19. Yüzyıllar arasında başlıca köle ticareti merkezleri; Senegambia, Yukarı Gine (modern Gine-Bissau ve Sierra Leone dâhil, Güney Gambia bölgesini içerecek şekilde), Winward Kıyısı (Altın Sahili sınırına kadar Cape Mount bölgesi), Altın Sahili, Benin Körfezi, Biafra Körfezi, Kongo ve Angola idi. Senegambia deniz yoluyla Avrupa ve Amerika kıtasına köle ihraç eden Sahra Çölü’nün güneyindeki ilk büyük merkezlerden biriydi. Benin Körfezi, diğer adıyla Köle Sahili 18. Yüzyıl boyunca ana köle tedarik merkezlerinden biri oldu. Biafra Körfezi’nde köle ticareti 17. Yüzyıl sonlarına doğru önemli hale geldi ve 18. Yüzyıl sonlarında bu bölge en önemli köle merkeziydi. Portekizliler köle ticaretinin temel özelliklerinin ortaya konulduğu ve kölelerin haydutluk ve adam kaçırma yoluyla elde edilmeye başlandığı 17.Yüzyıl başlarına kadar köle ticaretinde baskın durumdaydı[19].
Köleler toplandıkları merkezlerden Amerika kıtasına insanlık dışı koşullarda götürülürdü. Literatürde bu safhaya “middle passage”, “orta geçit” ismi verilmiştir[20]. Toplanan köleler nakliyeyi yapacak şirket tarafından satın alındığında göğüslerine bu şirketin ayırt edici markası kızgın bir demirle dağlanırdı. Yola çıkılacağı gün bol şekilde yemek verilirdi ve bu onların Afrika’ya veda edeceklerinin işaretiydi. Doyurulduktan sonra ayak bileklerinden ikişer ikişer zincirlenmiş şekilde gemilere götürülürlerdi.
Gemiye bindiklerinde çırılçıplak soyulurlardı. Avrupalı tacirler bu uygulamayı çıplaklığın seyahat sırasında temizliği ve sağlığı garanti edecek tek yöntem olduğu düşüncesiyle savunmuşlardı. İfade edelim ki, kimi hallerde ödül olarak kölelere giysi verilmesi bu uygulamanın başka amaçlara da hizmet ettiğini göstermektedir. Çıplak durumda bulunan kadın ve erkekler farklı hücrelere konulurdu. Bununla birlikte kadınların ve çocukların genellikle güvertede kalmalarına izin verilirdi. Bu koşullar hemen hemen tüm gemilerde benzerdi. Bazı tacirler geminin yan taraflarına yarı güverteler inşa ettirmiş ve köleleri iki sıra halinde biri diğerinin üstünde istif edilmiş şekilde taşımışlardı. Erkek köleler sürekli olarak zincirli şekilde taşınır, gündüzleri güverteye sabitlenmiş uzun bir zincirden halkaları geçirilerek güverteye çıkartılır, gemi doktorları tarafından muayene edilir ve yıkanacaklara su verilirdi.
Kölelere günde iki öğün yemek verilir ve beslenmeleri kontrol edilirdi. Zira kölelerin aç kalarak zayıflamaları istenmezdi. Fırtınalı havalarda varış süresi uzayabileceğinden (40 ila 69 gün) erzak kısıtlaması olurdu. Keza 1781 yılında yiyecek ve su sıkıntısına düşen Zong adındaki köle gemisinin kaptanı 136 köleyi gemiden denize atmıştı. Kadın kölelerle cinsel ilişki yasak olmakla birlikte bu kurala hiçbir şekilde uyulmadığı ve yolculuk süresince kadın kölelerin bu duruma katlanmak zorunda kaldıkları kaynaklarda ifade edilmektedir. Gemilerdeki ağır koşullar dolayısıyla köle ölümlerine rastlanmaktaydı. Örneğin, 1680 ve 1688 yılları arasında Royal African Şirketi tarafından 249 gemi ile taşınan 60.783 köleden, sadece 45.396’sı yolculuğu tamamlayabilmişti. 1790 yılında Batı Afrika’dan ticaret yapan 522 adet gemideki ölüm oranı %6.6 iken ilerleyen dönemlerde %18 ila %52 gibi yüksek ölüm oranlarına da rastlanmıştır. Yapılan bir araştırmada 1590-1867 yılları arasında Portekiz, İspanyol, Fransız, İngiliz ve Hollandalı tacirlerce 5966 deniz yolculuğunda taşınan kölelerin %12,4’ü yolculuk sırasında ölmüştür[21].
Köleler götürüldükleri sömürgelerde maden ve tarım alanlarında kullanılmaktaydı. Özellikle Amerika’nın keşfinden sonra keşfedilen bölgelerde yetişen şeker kamışı ve tütün gibi bitkilerin yetiştirilmesinde köleler yoğun şekilde kullanılmıştır[22].
Örneğin, 1580 yılından önce Afrika’dan İspanya, Portekiz ve İngiltere tarafından gemilerle sömürgelere getirilen köle sayısı 68.000 iken, aynı dönemde Avrupalı özgür göçmenlerin sayısı 158.000 idi. Buna mukabil 1580-1640 yılları arasında Portekiz, Hollanda ve İngiltere tarafından 607.000 Afrikalı köle olarak sömürgelere götürülürken, aynı dönemde yine bu ülkeler tarafından sömürgelere nakledilen Avrupalı göçmenlerin sayısı 199.000’dir. 1640-1700 tarihlerinde Portekiz, Fransa, Hollanda ve İngiltere tarafından sömürgelere götürülen Afrikalı köle sayısı 829.000 iken, yine bu ülkeler tarafından sömürgelere götürülen göçmen sayısı 371.000’dir. Yine 1700-1760 yıllarında İspanya, Portekiz, Fransa, Hollanda ve İngiltere tarafından Afrika’dan sömürgelere nakledilen köle sayısı 2.846.000 iken, göçmen sayısı 646.000 şeklindedir[23]. İfade edelim ki, Avrupa’dan nakledilen göçmenlerin kimlerden oluştuğu konusu, hürriyeti bağlayıcı cezaların infaz rejiminin tarihsel kökenleri ve gelişimi açısından önemli bir açılım getirebilir.
Bu dönemde köle ticaretini yaygın olarak yapan ülkeleri İngiltere, İspanya, Portekiz, Fransa, Hollanda, Danimarka ve İsveç olarak belirtmek mümkündür[24]. Keza Afrika’dan getirilen kölelerin %38’i Brezilya, %17’si İngiliz Karayipleri, %17’si Fransız Karayipleri, %17’si İspanyol Amerikası, %6’sı Kuzey Amerika ve %6’sı da Hollanda, Danimarka ve İsveç Karayipleri’nde istihdam edilmişti[25].
Afrika köle ticareti sırasında 11.698.000 insanın gemilerle taşındığı ve bunların 9.778.500 adedinin Amerika kıtasına ayak bastığı ileri sürülmüştür. Diğer bir araştırmada 1451-1600 yıllarında 293.400 köle, 1601-1700 yılları arasında 1.494.600 köle, 1701-1810 yılları arasında ise 5.737.600 kölenin ithal edildiği belirtilmiştir. Böylece 1500’lü yılların ortalarından 1800’lü yılların ortalarına kadar yaklaşık 9 milyon Afrikalı, Brezilya ve Küba gibi Latin Amerika ülkelerine, insanlık dışı koşullarda gönderilmiştir[26].
KÖLE TİCARETİNİN SONLANDIRILMASI
Atlantik köle ticaretinin sona erdirilmesinde pek çok unsur etkili olmuştur. Günümüzde insani unsurlara dikkat çekilmekle birlikte, çok acıdır ki, ekonomik nedenler ve ülkelerin iktisadi menfaatleri, tarıma dayalı ekonomiden ziyade, endüstri devriminin etkisiyle sanayileşme, sömürgeciliğin ve buralardaki faaliyetlerin kılık değiştirmesi gibi faktörler etkin rol oynamıştır.
Avrupa’da köle ticaretinin ve köleliğin kaldırılması konusunda önemli adımlar ilk olarak İngiltere tarafından atılmıştı. 1772 yılında sahibi tarafından zorla İngiltere’den gönderilmek istenen bir köle hakkında karar veren Hâkim Lord Mansfield; “Kölelik kurumu öylesine mide bulandırıcıdır ki, pozitif yasa hariç hiçbir şey onu desteklemeye katlanamaz. Kararı hangi uygunsuz durum izlerse izlesin, İngiliz yasalarının olaya izin verebileceğini ve onaylayabileceğini söyleyemem, dolayısıyla siyah serbest bırakılmalıdır” diyerek kölelik karşıtlarını cesaretlendirdi[27]. Ancak bu karar İngiltere’deki diğer kölelerin serbest kalmasını sağlamadı. Köleliğin kaldırılmasına ilişkin faaliyetler ancak 1806 yılında kabul edilen bir kanunla önemli ölçüde başarıya ulaştı. Bu Kanun, köle ticaretinin toptan yasaklanmasından ziyade, fethedilen adalara ve yabancı kolonilere köle ticaretini durduruyordu. Köleliğin tümden kaldırılması 1 Mart 1807 tarihinde yasalaşan bir kanunla gerçekleşti. Köle ticaretinin müeyyidesini başlangıçta para cezası olarak düzenleyen Parlamento, 1811 yılında yaptırımı ağırlaştırarak ceza kolonilerine gönderilme olarak belirledi. İngiliz sömürgelerinde köleliğin kaldırılması 1833 yılında yasalaşan bir Kanunla 1 Ağustos 1834’ten itibaren geçerli olmak üzere kabul edildi. Buralardaki tüm kölelerin özgürlüklerine kavuşmaları ancak 1 Ağustos 1838’de gerçekleşti[28].
Köle ticaretini 1815 tarihinde yasaklayan Fransa, 1848’de İngiltere’yi takip ederek kendi kolonilerinde köleliği kaldırmıştır[29].
İngiltere kendi ülkesinde köle ticaretini yasakladıktan sonra başta Portekiz, Brezilya ve İspanya olmak üzere pek çok ülke ile ikili antlaşmalar yaptı. Bunun sonucunda İspanya 1814 yılında kendi ihtiyaçları dışında köle ticaretini yasaklamayı kabul etti. 1817 yılında Ekvator’un kuzeyinde ve 1820’de ise tüm bölgelerde köle ticaretini durdurma kararı aldı[30].
İspanya ve Brezilya köle ticaretinin yasaklanmasına en fazla direnç gösteren ülkelerdi. Bunun sebebi Küba ve Brezilya’da halen kölelere yoğun olarak ihtiyaç duyulmasıydı. Küba, İspanya’nın en önemli gelir kaynağıydı. Bu sebeple İspanya tüm taahhütlerine ve antlaşmalara rağmen Küba’ya yapılan köle ticaretine devam etti[31]. 1830’larda Küba’da köle ticaretine son verilirken 1860’lı yıllarda devam eden köleliğin kademeli olarak yasaklanması için köle sahiplerine tazminat verilmesi düşünüldü. Ancak henüz bu konuda somut bir adım atılmadan Küba’da iç savaş çıktı (1868-1878). 4 Temmuz 1870’de İspanya bu tarihten sonra doğan her çocuğa özgürlük bahşeden Moret Yasası’nı yürürlüğe koydu. Bu kanunda ayrıca 17 Eylül 1868-4 Temmuz 1870 tarihleri arasında doğan kölelerin devlet malı oldukları ve sahiplerine köle başına bir miktar para ödenmesi kararlaştırıldı[32]. Bunun yanı sıra İspanyol Devleti’ne hizmet eden 60 yaşından büyük köleler de özgür bırakıldı. Nihayet İspanya’da 1873, Küba’da 1886’da kölelik tamamen kaldırıldı[33].
Brezilya 1831 yılında köle ticaretini yaptırıma bağlayan yasalar yürürlüğe koydu. Ancak bu yasalar fiilen uygulanmadı. Köle ticareti Brezilya Hükümeti’nin bilgisi ve onayı ile 1852 yılına kadar devam etti. İngiltere’nin limanlarını bloke etme tehdidi sonucunda köle ticaretine bu tarihte son verildi. 1871 yılında onaylanan bir yasa ile köle ailelerden doğan tüm çocuklar özgür ilan edildi. Kölelik karşıtı hareket 1880’lerde yoğunluk kazandı. 1884 yılında Brezilya’nın Amazon ve Ceara bölgelerinde kölelik yasaklandı. Bu tarihten sonra köleliğin devam ettiği Campos, Rio de Janerio ile Sao Paolo gibi bölgelerde köleler büyük gruplar halinde firar etmeye başladı. Ordu kaçak kölelerin yakalanıp sahiplerine geri verilmesi konusunda herhangi bir faaliyette bulunmadı. Bunun sonucunda köle sahipleri köleleri özgür bırakmayı tercih ettiler. Nihayet 13 Mayıs 1888’de kölelik tamamen yasaklandı[34].
Köleliğin kaldırılması ABD’de ilk kez 1688 yılında yayımlanan bir bildiri ile gündeme geldi. Quakerlar da bu yönde protestolarda bulundu. 1754 yılında Quaker John Wollman “Considerations on Keeping Negroes” (Zenci Sahibi Olma Hakkındaki Düşünceler) isimli kitabında konuyla ilgili eleştirilerini dile getirdi. 1775 ve 1776 yıllarında Quakerlar tarafından kölelik karşıtı girişimlere devam edildi. Köleliğin kaldırılmasına yönelik çalışmalarda Metodistler de önemli rol oynadı[35]. Bağımsızlık Savaşı’nın sonunda Birleşik Devletler’de köleliğin varlığı, Amerikan Devrimi’nin ilkeleriyle çelişki oluşturuyordu. Ancak kölelik o dönemlerde ekonominin merkezini teşkil ettiğinden 1787 yılındaki anayasal metin köle ticareti sorununa yasaklamayı erteleme şeklinde bir çözüm getirdi. 2 Mart 1807 yılında kabul edilen bir yasayla 1808 yılının Ocak ayının ilk gününden itibaren ABD’nin yargılama yetkisi dâhilindeki bir liman veya bölgeye köle ithali yasaklandı[36].
Köle ticaretinin kanun dışı ilan edildiği 1808 yılından güneyde büyük köle ayaklanmasının[37] çıktığı 1831 yılı arasında köleliğin kaldırılmasına yönelik talepler arttı. Kölelik karşıtı hareketler Kuzey’e oranla Güney’de daha yoğundu. Zira Amerika Birleşik Devletlerindeki kölelerin çoğu güney bölgesindeki tütün, pirinç ve diğer bitkilerin yetiştirilmesinde kullanılmışlardı[38]. Kuzey eyaletlerinde de kölelik uygulamasının görülmesine rağmen hiçbir zaman güneydeki kadar yaygın olmamıştır ve 1800 yılına kadar büyük ölçüde kaldırılmıştır[39].
Köleliğin yasal olarak kaldırılması mümkün olmayınca halktan bazı kimseler tarafından oluşturulan fonlarla (azat edilmelerine karşılık sahiplerine ödeme yapılarak) özgürlüklerine kavuşan köleler Afrika’ya geri gönderildi. Ancak bu fonları oluşturan grupların bazı üyeleri hakkındaki söylentiler ve kampanyalar neticesinde bu hareket uzun vadede başarısızlıkla sonuçlandı. Buna rağmen 1860 yılına kadar 4.000 civarında köle bu yolla Afrika’ya geri gönderilmişti. 1833 yılında köleliğin İngiliz kolonilerinde yasaklanmasının ardından Amerikan Kölelik Karşıtı Topluluğu kuruldu. Bu grup yayınladıkları yazılar, düzenledikleri konferanslar ve dağıttıkları mecmualarla 1840 yılına gelindiğinde yasaklama hareketini milli bir seferberliğe dönüştürdüler. Bu kampanyaların Kuzey’deki etkisi ve Güney’deki kölelik taraftarlığı neticesinde sorun önemli bir ayrılığa dönüştü. Nihayet Kuzey ve Güney arasındaki bölgesel uyuşmazlıklar 1861 yılında iç savaşın çıkmasıyla doruk noktasına ulaştı[40]. 1863 yılında iç savaşın ortasında Abraham Lincoln, Azat Bildirgesi’ni (Emancipation Proclamation) yayınlayarak güneydeki tüm kölelerin özgürlüğünü tanıdı. 1865’te savaşın bitmesinden hemen sonra Anayasa’da yapılan 13 üncü değişiklikle kölelik tüm ülkede tamamen kaldırılmıştır[41].
Köle ticaretinde önemli rol oynayan ülkelerden Danimarka 1802, İsveç 1813, Hollanda 1814 yılında köle ticaretini yasakladı[42].
(Bu köşe yazısı, sayın Prof. Dr. A. Caner Yenidünya tarafından www.hukukihaber.net sitesinde yayınlanması için kaleme alınmıştır. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısının tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısının bir bölümü, aktif link verilerek kullanılabilir. Yazarı ve kaynağı gösterilmeden kısmen ya da tamamen yayınlanması şahsi haklara ve fikri haklara aykırılık teşkil eder.)
--------------------------------------
[1] Masci, David, “Human Trafficking and Slavery”, The CQ Researcher, Vol.:14, No.:12, 26 March 2004, s.282.
[2] Masci, s.284; Bozkurt, Gülnihal, “Eski Hukuk Sistemlerinde Kölelik”, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, C.:38, S.:1-4, 1981, s.65.
[3] Masci, s.282.
[4] Masci, s.282; aynı yönde bkz. Özel, Ahmet, “Tarih Boyunca Savaş Esirleri ve Hukuk”, İnsan Hakları Araştırmaları, Y.:2, S.:3, Ağustos-Aralık 2004, s.82.
[5] Umur, Ziya, Roma Hukuku Ders Notları, İstanbul 1999, s.156,157.
[6] Buyurucu hukuk kuralları, amir hükümler. Bkz. Yılmaz, Ejder, Hukuk Sözlüğü, Genişletilmiş 7. Baskı, Ankara 2002, s.603. Viyana Andlaşmalar Hukuku Sözleşmesinin 53 üncü maddesine göre, “…Bir bütün olarak Devletlerin milletlerarası toplumun kendisinden hiçbir surette sapmaya müsait olmayan ve ancak aynı nitelikte olan daha sonraki bir milletlerarası genel hukuk normu ile değiştirilebilecek olan bir norm olarak kabul ettiği ve tanıdığı bir hukuksal normdur…”. Böylece bir kuralın ius cogens olabilmesi için iki şartın varlığı gerekmektedir. Birincisi böyle bir normun bütün devletler topluluğunca kabul edilmiş olması, ikincisi devletlerin bu normu kabul ederken ve tanırken ondan hiçbir surette sapılamayacağı kaydıyla onu kabul ve tanımasıdır. İus cogens’in pratik sonuçları şunlardır: İus cogens’e aykırı olarak yapılan veya daha sonra ona aykırı hale gelen andlaşmalar geçersizdir. İus cogens’ten kaynaklanan haklar herkese karşı ileri sürülebilir. Bu kuralların ihlal edilmesi halinde devletler toplumunun her üyesinin harekete geçmek hakkı vardır. Günümüzde bu şekilde emredici hukuk kuralı olarak kabul görmeye aday kurallar arasında soykırımı, köleliği ve köle ticaretini, işkenceyi ve korsanlığı yasaklayan kurallar zikredilebilir. Bkz. Gündüz, Aslan, Milletlerarası Hukuk. Temel Belgeler Örnek Kararlar, 5. Bası, İstanbul 2003, s. 35-36.
[7] Bkz. Summerer, Kolis, “Köleliğin Çağdaş Şekilleri, İnsan Ticareti ve Cinsel istismarla Mücadele Bağlamında Kadınların Korunması: İtalyan Mevzuatındaki Reformlar”, (çeviren: R.Murat Önok), HPD., Sayı:7, Temmuz 2006, s.131.
[8] Masci, s.275-277, 290
[9] Masci, s.285.
[10] Rawley, James A., London, Metropolis of the Slave Trade, Missouri 2003, s.1 vd.; Yürükel, Sefa M., Batı Tarihinde İnsanlık Suçları, 2. Baskı, İstanbul tarihsiz, s.31.
[11] Yürükel, s.61; Rawley, s.3,4.
[12] Masci, s.285; Yürükel, s.32; Klein, Herbert S., The Atlantic Slave Trade, Cambridge 1999, s.130; Drescher, Seymour, White Atlantic? The Choice for African Slave Labor in the Plantation Americas, in: Slavery in the Development of the Americas, Edited by David Eltis, Frank D. Lewis, Kenneth L. Sokoloff, Cambridge 2004, s.40.
[13] Rawley, s.2; Yürükel, s.34 vd.
[14]Bkz. A Brief Chronology Of Slavery, Colonialism and Neo-Colonialism, http://www.arm.arc.co.uk/CronOfColonialism.html (erişim tarihi, 15 Ekim 2016); Klein, Herbert S. , African Slavery in Latin America and the Caribbean, New York-Oxford 1986, s.16 vd.
[15] Reynolds, Edward, Fırtınaya Karşı Ayakta Kalmak, (Çeviren: Koray Akten), Ankara 2004, s.22; Drescher, s.45.
[16] Reynolds, s.22; Drescher, s.45.
[17] Reynolds, s.53.
[18] Rawley, s.2.
[19] Reynolds, s.59-61.
[20] Bkz. Klein, s.130; Reynolds, s.85 vd.
[21] Konuyla ilgili bkz. Reynolds, s.85-96; Klein, The Atlantic Slave Trade, s.130-160.
[22] Drescher, s.40 vd.; Masci, s.285; Rawley, s.2 vd.; Reynolds, s.101 vd.
[23] Drescher, s.41 vd.; Reynolds, s.118 vd.
[24] Reynolds, s.118 vd.
[25] Reynolds, s.126.
[26] Bkz. Reynolds, s.102 vd.; Masci, s.285.
[27] Reynolds, s.137.
[28] Reynolds, s.137-149; Klein, s.185-187; Masci, s.286.
[29] Reynolds, s.142; Masci, s.286.
[30] Reynolds, s.143.
[31] Reynolds, s.143-145.
[32] Reynolds, s.145-147.
[33] Reynolds, s.147; Masci, s.286.
[34] Reynolds, s.145-154; Masci, s.286.
[35] Reynolds, s.135-136.
[36] Reynolds, s.137.
[37] Ağustos 1831’de Virginia’daki Southhampton Kasabası’nda vaizlik yapan siyah bir köle Nat Turner ve onu izleyen bir grup 61 beyazı öldürdü. Bu olay Güney’de kölelik yanlısı kimseleri cesaretlendirdi. Köleliğin kaldırılmasını savunan kimseler Kuzey’e gitmek zorunda bırakıldı. Bkz. Reynolds, s.151,152.
[38] Reynolds, s.149.
[39] Masci, s.286.
[40] Reynolds, s.151,152; Masci, s.286.
[41] Masci, s.286.
[42] Reynolds, s.142.