I. Giriş

5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu m.170/2 uyarınca cumhuriyet savcısı; soruşturma aşamasında toplanan delillerin, suçun işlendiği hususunda yeterli şüphe oluşturması halinde kamu davasını açabilmek için iddianame düzenlemek zorundadır.

Yetkili merci ile iddianamenin düzenlenebilme şartını açıklayan CMK m.170, ayrıca iddianamede yer alması gereken bilgilere de yer vermektedir. CMK m.170/3 uyarınca iddianamede; şüphelinin kimliği, müdafiin kimliği, öldürülen, mağdur veya suçtan zarar görenin kimliği, mağdurun veya suçtan zarar görenin vekili veya yasal temsilcinin kimliği, açıklanmasında sakınca bulunmayan hallerde, ihbarda bulunan kişinin kimliği, şikayette bulunan kişinin kimliği, şikayetin yapıldığı tarih, yüklenen suç ve uygulanması gereken yasa maddeleri, yüklenen suçun işlendiği yer, tarih ve zaman dilimi, suçun delilleri, şüphelinin tutuklu olup olmadığı, tutuklanmışsa gözaltına alma ve tutuklama tarihleri ile bunların süreleri yer almalıdır.

İddianamede yüklenen fiilin neler olduğunun açıklanması, olayın anlatılması ve delillerin fiille bağlantısı durumunda; mahkeme hangi fiilden yargılama yaptığını, sanık ise hangi suçtan yargılandığını bilecektir.

İddianamede esas olan, yazılı sevk maddesinden ziyade eylemin açıklanış biçimidir[1]. Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 20.01.2004 tarihli, 313/6 sayılı kararına göre, “İddianamede suçun adı ve temas ettiği kanun maddelerinin yazılması yeterli olmayıp, olayın ve eylemin/eylemlerin suçun kanuni unsurlarını da içerecek şekilde açıklanması gerekir”.

İddianamede sadece yukarıda değindiğimiz bilgilere yer verilmesi yeterli görülmemiş, CMK m.170/4 uyarınca cumhuriyet savcısının, işlendiğini iddia ettiği suçu oluşturan fiiller ile elde ettiği delilleri ilişkilendirerek açıklaması aranmıştır. Cumhuriyet savcısının bu ilişkilendirmeyi yapamadığı halde, yeterli araştırmayı yapamadığı veya yeterli şüphe yoğunluğuna ulaşılamadığı sonucuna varılmalıdır. Bu durumda; kovuşturma aşamasına geçilmesi lüzumsuz olacağından, iddianamenin düzenlenmemesi, yani kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmesi veya düzenlenmişse, CMK m.174 uyarınca mahkemece iddianamenin iadesine karar verilmesi gerekir.

CMK m.174/1’e göre; CMK m.170’e aykırı olarak düzenlenen, suçun sübutuna doğrudan etki edecek mevcut bir delil toplanmadan, önödemeye, uzlaştırmaya ve seri muhakemeye tabi olup da, bu usuller işletilmeksizin, soruşturulması veya kovuşturulması izne veya talebe bağlı olan suçlarda, izin veya talep olmaksızın düzenlenen iddianame, 15 gün içinde cumhuriyet başsavcılığına iade edilecektir.

Mahkemenin; 15 günde iddianameyi iade etmeyerek, iddianamenin kabulü kararı verdiği takdirde dava açılmış sayılacağından, artık o iddianame içeriğindeki eylemler ve diğer hususlar açısından bir yetkisi doğmamaktadır.

CMK m.175’e göre iddianamenin kabulü kararı ile birlikte kamu davası açılmış olur ve kovuşturma evresi ile şüpheli, sanık sıfatını almaya başlar. CMK m.191/3-b uyarınca sanığa iddianame veya iddianame yerine geçen belgede yer alan suçlamanın dayanağını oluşturan eylemler ve deliller ile suçlamanın hukuki nitelendirilmesi anlatılır.

İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi (İHAM); Kamasinski/Avusturya kararında, iddianamenin ceza kovuşturmalarında belirleyici rol oynadığını, tebliğ edilmesinden itibaren sanığın resmi olarak hukuki ve olgusal temelinden yazılı olarak haberdar olduğunu; Pelissier ve Sassi/Fransa kararında ise sanığa yargılamanın dayanağı olan maddi olguları tanımakla kalmamakla birlikte, bu olgulara atfedilen hukuki nitelendirmeden de haberdar olma hakkını ve bunu detaylı olarak yapma hakkını tanıdığını belirtmiştir.

CMK m.225/1’e göre mahkeme, iddianameye konu edilmeyen bir fiil hakkında kendiliğinde yargılama yapamaz ve hüküm veremez. “Davasız yargılama olmaz” ve “yargılamanın sınırlılığı” olarak ifade edilen bu ilkenin sonucu, ancak iddianamede gösterilen fiil hakkında hüküm kurulabilmesidir. CMK m.223 uyarınca duruşma sona erdikten sonra hüküm verilir. İlgili maddeye göre; beraat, ceza verilmesine yer olmadığı, mahkumiyet, güvenlik tedbirine hükmedilmesi, davanın reddi ve düşmesi kararı hükümdür.

Yargıtay 4. Ceza Dairesi’nin 15.04.2013 tarihli ve 13328/11412 sayılı kararına göre; “İHAS m.6/3-a, resmi merciler tarafından bir suç isnadına maruz kalan kişinin, kendisine yöneltilen suçlamanın niteliğini ve sebeplerini ayrıntılı olarak öğrenme hakkına sahip olduğunu belirtmektedir. İddianame; sanığa savunma hazırlayabilme imkanı vermesi açısından isnat edilen ve suç sayılan maddi fiilleri, fiillerin hukuki nitelendirilmesini, yerini, zamanını açıkça göstermeli, hukuki nitelendirilmesi yapılan fiilin, kanunda karşılığı olan suç ve cezası hakkında bilgi içermelidir”.

CMK m.170/2-6 uyarınca iddianamede, “Yüklenen suç ve uygulanması gereken kanun maddeler, mevcut delillerle ilişkilendirilerek yüklenen suçu oluşturan olaylar” gösterilecek ve CMK m.225/1’e göre de hüküm, ancak iddianamede unsurları gösterilen suça ilişkin fiil ile suçun faili hakkında verilecektir.

Hükmün konusu iddianamede gösterilen fiildir. İddianamede açıklanan fiilin dışına çıkarılarak dava konusu yapılmayan bir fiil nedeniyle yargılama yapılması ve açılmayan davadan hüküm kurulması kanuna aykırıdır. Bu nedenle iddianamenin ayrıntılı olması, sanığa yüklenen fiilin nelerden ibaret olduğunun hiçbir duraksamaya meydan vermeyecek şekilde açıklanması zorunludur. Sanık sorgusundan önce iddianame okunduğunda yüklenen suçun ne olduğunu anlamalı ve buna göre savunmasını yapabilmeli, fiille ilişkilendirilen kanıtlara karşı kendi kanıtlarını sunabilmelidir. İşlendiği iddia edilen fiil ve yüklenen suç belirsiz olmamalı, açık ve net olarak anlaşılmalı, sanığın savunma hakkı kısıtlanmamalıdır[2].

Sanığın savunma hakkının kısıtlanması durumunda, şüphesiz İHAS m.6/3-d ve Anayasa m.36/1’de güvence altına alınan adil/dürüst yargılanma hakkı kapsamında “silahların eşitliği” ilkesinin ihlali gündeme gelecektir. “Silahların eşitliği” ilkesi, “davanın tarafları arasında yargılama sırasında usul hükümleri yönünden eşit konumda bulunma, taraflardan birine dezavantaj, diğerine avantaj sağlayacak kurallara yer vermeme” esasını öngörmektedir”[3]. Bu ilkeye göre davanın tarafları arasında hakkaniyete uygun bir denge sağlanması, hukuk devleti olmanın bir gereğidir.

II. İddianamenin Açıklatılması

İddianame kabul edildikten sonra verilebilecek hükümlerin CMK m.223 ile belirlenmiş olmasına rağmen, bazı ilk derece mahkemeleri tarafından “iddianamenin açıklatılması” kararı verildiği ve, “iddianamede, sanıklara yüklenen ve suç olduğu kabul edilen eylemlerin neler olduğu mevcut delillerle ilişkilendirilerek gösterilip eylemler açıklanmadığı için bu eksikliklerin giderilmesi bakımından iddianamenin açıklatılmasına, iddianamenin açıklanması için dosyanın … Başsavcılığına gönderilmesine” gerekçesinin esas alındığı görülmektedir.

İddianamede gösterilen fiillerin neler olduğunun mevcut delillerle ilişkilendirilerek gösterilip açıklanmaması durumunda, mahkeme iddianameyi kabul ettikten sonra CMK m.225/1 uyarınca iddianamede sınırları belirtilen ve dava nedeni yapılan maddi olayla bağlıdır. CMK m.225/2’ye göre; mahkeme iddianamedeki fiille bağlı olmakla birlikte, fiilin vasıflandırmasıyla bağlı değildir. İddianamede vasıflandırılan suçun nitelendirilmesinin mahkeme tarafından değiştirilme ihtimali gündeme geldiğinde “silahların eşitliği” ilkesi uyarınca CMK m.226 esas alınmalı ve savunma hakkının güvence altına alınması amacıyla sanığa ek savunma hakkı verilmelidir.

CMK m.226 uyarınca; hükmün açıklatılması durumunda sanığa ek savunma hakkı verilebileceği bir an düşünülse dahi, ilgili maddenin suçun niteliğinin değiştirildiği durumlar için düzenlendiği, bu nedenle fiilin/maddi olayın değiştirilmesini kapsamadığının vurgulanması gereklidir.

İddianamenin başsavcılığa gönderilerek, başsavcılıktan açıklatılmasının istenmesinin hukuki dayanağı olmamakla beraber, bu durumun iddianameye konu fiilin değiştirilmesini veya suça konu olabilecek fiil yoksa bunun yazılı olarak bildirilmesinin talep edildiği açıktır. Yukarıda açıklanan nedenlerle mahkeme, kovuşturmanın sınırını belirleyen iddianamede ileri sürülen fiil veya fiillerle bağlıdır, bu fiillere ilişkin ekleme, çıkarma veya açıklatma yaptıramaz. Aksi halde, “davasız yargılama olmaz” ilkesinin ihlali gündeme gelir ve bu uygulama CMK m.225/1’e aykırılık oluşturur.

Bu itibarla mahkeme, iddianameyi iade etmeyip kabul ettikten sonra delillerle ilişkilendirilemeyen fiilin sanık tarafından işlenmediğinin sabit olması durumunda CMK m.223 uyarınca hüküm vermekle yükümlüdür. CMK m.223/9 uyarınca derhal beraat kararı verilebilecek durumlarda; durma, düşme ya da ceza verilmesine yer olmadığı kararları verilemez. İlgili hükmün düzenlenme gerekçesine göre, sanık hakkında toplanan delillere göre mahkumiyet dışında bir karar verilmesi gerektiği kanısına varıldığında, sanığın sorgusu yapılmasa dahi dava gıyabında bitirilebilir. Bu düzenlemeyle anlaşıldığı üzere, sanık hakkında mahkumiyet dışında bir karar verileceği açık olan hallerde davanın gereksiz yere uzamasını önlemek ve sanık lehine hüküm kurulmasını sağlamak amacıyla derhal beraat kararı verilebilmektedir.

Kanaatimizce; ilk derece mahkemelerinin toplanan delillerle sanığa yüklenen ve suç olduğu kabul edilen eylemlerin ilişkilendirilmediğini tespit ettiği bu kararlarda, iddianameyi iade etmeyerek kabul ettiği de gözönünde bulundurulmak suretiyle CMK m.223/9 uyarınca derhal beraat kararı vermekle yükümlüdür.

Mahkemenin derhal beraat kararı vermekten kaçındığı durumda ise; CMK m.223/2-a,b uyarınca beraat kararı vermelidir. Yargıtay 13. Ceza Dairesi’nin 25.09.2012 tarihli ve 2012/17552 E., 2012/19690 K. sayılı kararına göre, “(…) fiilin ilk bakışta suç teşkil etmediği durumlarda iddianame düzenlenemez. Düzenlenirse; bu iddianame, iadeye mahkumdur. Her nasılsa böyle bir iddianame kabul edilmiş ise, o takdirde öncelikle beraat kararı verilmesini gerektiren bir durum sözkonusudur”.

Sanık tarafından suçun işlendiğinin sabit olmadığı halde ise mahkeme, iddianamede göterilen fiille bağlı kalmak suretiyle CMK m.223/2-e uyarınca beraat kararı vermelidir, çünkü şüpheden sanık yararlanır.

Cumhuriyet savcısının iddianameyi titiz bir şekilde hazırlaması zorunludur, etkili bir soruşturma yapmaması halinde kişinin yargılamaların uzun sürmesi sebebiyle toplumda suçlu olarak algılanmaları gündeme gelecek ve delillerin şüpheliyle isnat edilmeden hazırlanması durumunda da adil/dürüst yargılanma hakkının ihlali meydana gelecektir. İHAM; Salduz/Türkiye kararında, adil/dürüst yargılanma hakkının kovuşturma evresiyle sınırlandırılamayacağını, bu hakkın soruşturma evresini de koruma altına aldığını belirtmiştir.

Kovuşturmanın yol haritasını çizen CMK m.225 uyarınca; iddianamenin ilk tesiri, hükmün ancak suça ilişkin fiil ve fail hakkında verilebilmesidir. Sanık bu madde doğrultusunda; suçun unsurlarının oluşturan fiil/fiillerinin nelerden ibaret olduğunu hiçbir tereddüde yer bırakmayacak biçimde anlayacak, buna göre savunmasını yapabilecek ve delillerini sunabilecektir. İkinci tesiri olarak bu hüküm, hukuki güvenlik ilkesinin sirayetidir; mahkeme iddianame ile sınırlı olarak hüküm kuracak, iddianame kapsamında yer almayan iddialar bakımından hüküm kuramayacaktır. Anayasa m.2’de yer alan “hukuk devleti” ilkesinin temel sonuçlarından birisi “öngörülebilirlik” ise, diğeri “belirlilik” olarak kabul edilir. Bu ilkeye göre; kanun düzenlemelerinin hem kişiler ve hem de idare yönünden herhangi bir tereddüde ve şüpheye yer vermeyecek şekilde açık, net, anlaşılır ve uygulanabilir olması ayrıca kamu otoritelerinin keyfi uygulamalarına karşı koruyucu tedbirler içermesi amaçlanmaktadır. “Belirlilik” ilkesi; hukuki güvenlikle bağlantılı olarak bireyin hangi somut eylem ve olguya hangi müeyyidenin veya neticenin bağlandığını, bunların idareye hangi müdahale yetkisini doğurduğunu bilmesini sağlamaktadır. Hukuk güvenliği; normların öngörülebilir olmasını, bireylerin tüm fiillerinde ve işlemlerinde devlete güven duyabilmesini, devletin de yasal düzenlemelerde bu güven duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını gerekli kılmaktadır[4]. Kişinin Devlete güven duymasının, ancak hukuki güvenliğin sağlandığı bir hukuk devleti düzeninde mümkün olacağı tartışmasızdır.

Kanunlarda düzenlenmeyen bir konuda, hukukun dışına çıkılmak suretiyle hakim veya mahkemelerce kurulan kararların yok hükmünde olacağını, yazımıza konu örnek uyarınca da meselenin, CMK m.223/9 uyarınca derhal beraat veya CMK m.223/2-b veya CMK m.223/2-e uyarınca verilecek beraat kararı ile çözümlenmesi gerektiği, çünkü kovuşturmada verilecek hükümlerin sınırlı olduğu ve iddianamenin açıklatılması gibi bir kararın Kanun sistematiğinde yer almadığı açıktır. Bu nedenle, yazımıza konu ilk derece mahkemesi kararlarının isabetsiz olduğunu belirtmek gerekir.

Prof. Dr. Ersan Şen

Stj. Av. Berra Berçik

(Bu köşe yazısı, sayın Prof. Dr. Ersan ŞEN tarafından www.hukukihaber.net sitesinde yayınlanması için kaleme alınmıştır. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısının tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısının bir bölümü, aktif link verilerek kullanılabilir. Yazarı ve kaynağı gösterilmeden kısmen ya da tamamen yayınlanması şahsi haklara ve fikri haklara aykırılık teşkil eder.)

-------------------------

[1] Osman Yaşar, Ceza Muhakemesi Kanunu, 8. Baskı, s.1877

[2] Y. 18. CD; 15.02.2017, 2015/43117 E., 2017/1717 K.

[3] https://www.anayasa.gov.tr/tr/baskan/konusmalar/adil-yargilanma-guvencesi-olarak-silahlarin-esitligi-ilkesi Çevrimiçi erişim: 08.02.2022

[4] AYM; 26.12.2013, 2013/67 E., 2013/164 K.