Cebri İcra Kanunu Taslağı ile getirilmek istenen yeni kurumlardan birisi de "Askıya Alma" kurumudur. Taslağın konuya ilişkin düzenlemesi şu şekildedir;

Askıya Alma Hâli Olarak Borçlunun Ölümü

Madde 41- (1) İcra takibi sırasında borçlunun ölümü hâlinde, icra takibi bir hafta süreyle askıya alınır. Alacaklı, takibi borçlunun mirasçılarına karşı devam ettirebileceği gibi terekeye karşı da devam ettirilebilir. (2) Takibin mirasçılara karşı devam ettirilmesi hâlinde icra takibi, borçlunun mirasçılarının mirası açıkça kabul etmeleri hâli dışında ve bir haftalık askıya alma süresi dolmuş olsa bile, 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanununun 606 ncı maddesinde belirtilen süre sonuna kadar askıda kalmaya devam eder. Bu takdirde takibin mirasçılara karşı devamı ancak haciz veya rehnin paraya çevrilmesi yoluyla mümkündür. (3) Takibe terekeye karşı devam olunması terekenin henüz tasfiye edilmemiş ve mirasçılar arasında aile şirketi kurulmamış olmasına bağlı olup, bu durumda borçluya karşı başlamış olan takip iflas yolu da dahil olmak üzere aynı usulle devam ettirilebilir. (4) Borçlu icra takibi başlatılmadan önce ölürse, ölümünden sonra tereke aleyhine yeni icra takibi yapılamaz.

Diğer Askıya Alma Hâlleri

Madde 42- (1) Eşi veya kan ya da kayın hısımlığı itibarıyla altsoy veya üstsoyundan birisi yahut kardeşi ölen bir borçlu aleyhine başlatılmış olan icra takibi bir hafta süreyle askıya alınır. (2) İcra ve iflas dairesi aşağıda belirtilen hâllerde borçluya bir temsilci tayin etmesi için uygun bir süre verir ve takibi bu sürenin bitimine kadar askıya alır:

a) Borçlunun er veya erbaş olarak askerlik hizmetinde olması.

b) Temsilci tayini vesayet makamına ait olmadıkça, borçlunun tutuklu veya hükümlü olarak ceza infaz kurumu ya da tutukevinde bulunması yahut takip sırasında ceza infaz kurumu veya tutukevine girmesi. (3) Borçlunun temsilci tayin edemeyecek derecede ağır hastalığı hâlinde, bir temsilci tayin edebilecek derecede iyileşmesine kadar geçecek olan süre için icra ve iflas müdürü takibi askıya alır. Ağır hastalığın resmî belge ile doğrulanması gerekir. (4) Yukarıdaki ikinci ve üçüncü fıkralar uyarınca kendisine verilen süre içinde temsilci tayin edip icra ve iflas dairesine bildirmeyen borçlu hakkında takibe devam olunur.

Askıya Almanın Etkileri

Madde 43- (1) Askıya alma hâllerinde ve askıya alma süresi içinde borçluya karşı hiçbir icra takip işlemi yapılamaz. Mal kaçırılması ihtimali olan hâllerde haciz ve muhafaza işlemi yapılması bunun dışındadır. (2) Askıya alma hâllerinde sürelerin işlemesi durmaz. Sürenin sonu bir askıya alma gününe rastlarsa süre, askıya almanın bitiminden itibaren bir hafta uzatılır.

İcra ve İflas Kanununa eklenmesi öngörülen “askıya alma” kurumu, öncelikle taslağın ilk maddesinin ikinci fıkrasında ifade edilen;

İcra organları bu kanunun uygulanmasında borçlu ile alacaklının menfaatlerini gözetmek ve dengelemek zorundadır." şeklindeki düzenlemeye aykırıdır. Zira, getirilmek istenen yeni düzenleme ilk bakışta borçlunun korunması amacını taşıyor gibi görünmekte ise de, düzenlemenin bütünü incelendiğinde bu durum ölçülülük ilkesini zedeleyen ve uygulamada ciddi belirsizlikler yaratmaya elverişli bir görünüm arz etmektedir

Askıya alma, klasik icra hukuku teorisinde olağanüstü ve geçici bir koruma tedbiridir. Bu tedbirin amacı, borçlunun iradesini fiilen kullanamayacağı istisnai hâllerde, icra baskısının geçici olarak durdurulmasıdır. Oysa taslak düzenleme, askıya almayı biçimsel bir ara durak hâline getirmekte; borçlu lehine olduğu iddia edilen bu kurumu, gerçekte alacaklı lehine sonuçlar doğurabilecek bir mekanizmaya dönüştürmektedir.

Borçlunun ölümü hâlinde icra takibinin yalnızca bir hafta süreyle askıya alınması, miras hukukunun yapısı ve Türk Medeni Kanunu’nun mirasçılara tanıdığı haklar dikkate alındığında hukuki gerçeklikle bağdaşmamaktadır.

Mirasçıların reddi miras hakkı TMK m. 606 uyarınca üç aylık bir süreye yayılmışken, icra hukukunda yalnızca bir haftalık sembolik bir askı öngörülmesi, askıya alma kurumunu işlevsizleştirmektedir. Mirasçıların henüz mirası kabul edip etmeyecekleri belli değilken, takibin haciz veya rehnin paraya çevrilmesi yoluyla devam ettirilebilmesine imkân tanınması, askıya alma kurumunun ruhuna açıkça aykırıdır. Henüz borçtan sorumlu olup olmayacağı belirsiz olan kişilere karşı fiilî icra baskısı kurulması haksız ve orantısız bir durum olup hukuk devleti ilkesine aykırıdır.

Diğer sorunlu bir durum da tereke ile ilgili düzenlemedir. Taslakta, terekeye karşı takibin “iflas yolu da dahil olmak üzere aynı usulle” sürdürülebileceği yönündeki hüküm, hukuki şahsiyet ve sorumluluk teorisi bakımından ciddi sorunlar içermektedir. Tereke geçici ve sınırlı bir malvarlığı bütünlüğüdür. Bu nedenle tereke ile sağ kalan borçlu arasında usul bakımından özdeşlik kurulması, icra hukukunun temel dogmalarına aykırıdır. Özellikle iflas gibi ağır sonuçlar doğuran bir yolun, tereke bakımından otomatik olarak açık tutulması, ölçülülük ilkesini ihlal eder niteliktedir.

Yakın hısımların ölümü, askerlik, tutukluluk ve ağır hastalık gibi hâllerde askıya alma öngörülmesi, insani ve sosyal devlet anlayışı bakımından ilk bakışta olumlu görünmekle birlikte, düzenleme belirsizliklerle doludur.

Özellikle “uygun süre” kavramının tamamen icra müdürünün takdirine bırakılması, uygulamada keyfîlik ve eşitsizlik oluşturacağı neredeyse kesindir. Keza aynı hukuki durumda bulunan borçlular hakkında farklı icra dairelerinde tamamen farklı sonuçlar doğması kaçınılmazdır.

“Ağır hastalık” kavramı tamamen belirsiz olup tıbbi açıdan da tam ve tek bir bir tanımı yapılabilmiş değildir. Ayrıca ağır hastalığın hangi kriterlere göre belgelendirileceğinin de düzenlenmemesi, askıya alma kurumunun istismara açık hâle gelmesine neden olabilecektir.

Taslak düzenlemenin en problemli ve paradoksal yönlerinden biri de, askıya alma hâllerinde sürelerin işlemeye devam etmesi durumudur. Askıya alınan bir takipte sürelerin işlemeye devam etmesi, askı kavramının mantığını tamamen ortadan kaldırmaktadır

Askıya alma, doğası gereği süreleri de durdurmalıdır. Aksi hâlde borçlu, fiilen takip işlemleri yapılamazken, süreler yönünden hak kaybına uğramaya devam edecek, askıya alma yalnızca isimden ibaret bir kurum hâline gelecektir.

Sürenin sonunda bir haftalık uzatma öngörülmesi ise bu çelişkiyi gidermekten uzaktır ve şekli ve palyatif bir telafi niteliği taşımaktadır.

Sürenin sonunun bir askıya alma gününe rastlarsa süre, askıya almanın bitiminden itibaren bir hafta uzatılacağının ayrıca düzenlenmesi de tamamen gereksiz ve işlevsiz bir durumdur. Zira, sürelere ilişkin mevcut düzenleme zaten bu imkanı vermektedir.

Sonuç olarak, İcra ve İflas Kanunu’na getirilmek istenen askıya alma kurumu, koruma amacı ile bağdaşmayan ve uygulamada yeni ihtilaf alanları yaratmaya elverişli bir düzenleme niteliğindedir.