I.GENEL OLARAK

Anayasa’nın 36. Maddesine göre; herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir. Hiçbir mahkeme, görev ve yetkisi içindeki davaya bakmaktan kaçınamaz.

Buna göre herkes hukuk düzeninin kendisine tanıdığı meşru sınırlar dahilinde hak arama hürriyetini konusu el verdiği ölçüde yargı organları vasıtasıyla (icra-dava) kullanabilir. İcra hukuku alacakların (hakların) devlet gücünün kullanılması suretiyle yerine getirilmesidir. Bu yerine getirme işleminde doğması muhtemel itilafların yani icra takibinden kaynaklı hadiselerden etkilenen tüm gerçek ve tüzel kişilerin söz konusu etkileri bertaraf edebilmek için Anayasanın yukarıda tanımlanan 36. Maddesindeki hak arama hürriyetinden faydalanabilmek adına 2004 Sayılı İcra ve İflas Kanunu 4. Maddesinde düzenlenen İcra Mahkemesi marifetiyle yerine getirilmesini talep edebilir.  Konu taleplerin çözüme kavuşturulması İcra ve İflas Kanununda şikâyet ve şartları başlığı altında 16, 17 ve 18. Maddeler yasa koyucu tarafından düzenlenmiştir.

“Bilindiği üzere, İcra ve İflas hukuku, alacaklının, Devlet kuvveti yardımı ile alacağına nasıl kavuşacağını düzenleyen bir hukuk dalıdır. Bu hukuk dalının amacı, bir yandan takip alacaklısının alacağına kavuşması için borçlu ve üçüncü kişilerin çıkarabilecekleri zorlukları ortadan kaldırmak, diğer yandan kötü niyetli takiplere karşı takip borçlusunun kendisini korumasını sağlayacak hukuki çareler bulmak, bu arada takipten etkilenen üçüncü kişilerin menfaatlerini korumak, takip işlemlerinin yapılması sırasında insan hak ve hürriyetlerinin ihlal edilmesini önlemektir. İcra İflas hukukunun en önemli kaynağı İcra ve İflas Kanunun olup, bu Kanun, icra ve iflas takibin başlangıcından sonuçlanmasına kadar uygulanması gereken usul ve hükümlerini düzenlemektedir. İcra mahkemesi, önüne gelen itiraz ve şikayetleri, İcra ve İflas Kanunu'nda düzenlenen özel usul ve kurallarını uygulayarak takip hukuku bakımından kesin hükme bağladığından, anılan mahkemenin kararları kural olarak maddi anlamda kesin hüküm teşkil etmez. İcra mahkemeleri, uyuşmazlıkları İcra İflas Kanunu ve genel anlamda takip hukuku çerçevesinde değerlendirir ve sadece icra takibinin sonuçlanmasına odaklıdır. Yargıtay 8. Hukuk Dairesi 2020/2947 Esas ve 2020/5861 Karar”

Takip hukukunda kamu düzeninin ne anlama geldiği ve icra dairelerine yapılan sözlü yahut yazılı başvuruların neticelendirilmesi ile icra dairelerinin vermiş oldukları kararların icra mahkemeleri tarafından değerlendirilmesinde büyük önem arz eden ve hukuki yeknesaklığın sağlanması açısından büyük öneme sahip olan kamu düzeni kurumunun yasaların emrettiği kurallar çerçevesinde uygulanmaması doğru değildir.

Kamu düzeni kavramı hiç şüphesiz gücünü normlar hiyerarşinin en üstünde yer alan Anayasa’dan almaktadır. Buna göre kavramın idrak edilmesi ve usul hukuku kuralları çerçevesinde dikkate alınmasında; tarafların, yerin ve zamanın hiçbir önemi olmaksızın herkesin tabi olması gerektiği yargısal bir kurallar bütünü olarak kabul edilmesi gerekmektedir.

Kamu düzenine aykırılık icra takip hukuku kapsamında kimi hallerde süresiz şikâyet yolu ile ileri sürülebilirken bazı durumlarda sadece süresi içerisinde yapılan şikâyet üzerine hâkim tarafından incelenebilir. (İ.İ.K 168/3, 169,170)  

Pratik uygulamada bir kısım başvuruların yasa koyucu tarafından süreyle sınırlandırıldığı bir kısmının ise süresiz başvuru konusu yapılabileceği anlaşılmakla birlikte süresiz şikâyet başvurusu da bir süreye tabidir. Yani süresiz şikâyet konusu olan bir işlem ancak icra takibi sonlanana kadardır. İcra takibi son bulduktan sonra süresiz şikâyet başvurusu yapılamayacaktır. Diğer bir anlatımla bir şikâyet ister süreye tabi olsun ister süresiz olsun ancak ve ancak icra takibi sonuçlanıncaya kadar ileri sürülebilir.

Türk hukuk sözlüğünde kamu düzeni; Bir ülkedeki kurum ve kuralların, devletin güvenliğini, kamu hizmetlerinin iyi işlemesini ve bireyler arasındaki ilişkilerde huzuru, hukuk ve ahlak kurallarına uygunluğu sağlamasıyla oluşan düzen şeklinde tanımlanmaktadır. (https://sozluk.adalet.gov.tr/kamu%20d%c3%bczeni)

Kamu düzeni kavramının ne olduğunu anlayabilmek için pratik hayatın içerisinde yer alan kanunların tamamına uygun ve kanun koyucunun yasa yapma iradesi ile amaçladığı düzenin tesis edilmesi olduğu anlaşılmalıdır. Toprağın yeşermesinde ekilip biçilmesindeki tohum neyse yasalar içinde doğru uygulanabilmesi adına kamu düzeni odur. Söz konusu düzen ile bireyden çok toplumun tamamının ve devletin genel menfaatleri ön planda tutulmak istenmesi unutulmamalıdır. 

Yasanın; borçlunun, alacaklının, üçüncü kişilerin ya da kamunun yararını korumak amacıyla yapılmasını emrettiği işlemlerin hiç yapılmaması ya da aynı amaçla konulmuş hükümlerin ağır bir şekilde çiğnenmesi halinde yapılan işlemler kamu düzenine aykırı sayılırlar. Bu işlemlerin hükümsüzlüğü, icra takibi bitinceye kadar şikâyet yolu ile ileri sürülebilir. Hatta bu gibi işlemler icra hukuk mahkemesi tarafından öğrenildiğinde resen yapılan işlemin iptaline karar verilir.

İcra takip sürecinde icra dairesinin yapmış olduğu veya yapmadığı bir işlemden etkilenen taraflar (İcra ve İflas Kanununda şikâyet hakkı olan kişiler genel olarak düzenlenmemiştir. Ancak bu durumun herkesin şikâyet hakkına sahip olacağı anlamına gelmez. Hukuki yararı bulunmak şartı ile takip alacaklısı, borçlusu ve üçüncü kişiler şikâyet hakkına sahiptir.- Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 1709/2019 tarih ve 2017/720 esas 2019/893 karar sayılı ilamı) bu etkiyi bertaraf edebilmek için icra mahkemesine başvuruda bulunmak durumundadır.

Yasa koyucu bu hususu 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu’nun 16 ve devamı maddelerinde düzenleme altına almıştır.

Şikâyet İİK'nın 16, 17 ve 18. maddelerinde düzenlenmiştir. Şikâyet icra ve iflas dairelerinin, kanuna aykırı olan veya hadiseye uygun bulunmayan işlemlerinin iptali veya düzeltilmesi veya yerine getirilmeyen veya sebepsiz sürüncemede bırakılan bir hakkın yerine getirilmesi için icra takibinin taraflarına veya hukuki yararı bulunan diğer kişilere tanınmış kendine özgü bir kanun yoludur (Kuru, s. 103).

Bilindiği üzere şikâyet, icra ve iflas hukukunda düzenlenen kendine özgü bir yoldur. İcra takibinin taraflarına ve hukuki yararı bulunan diğer kişilere tanınmış ve bu yolla icra ve iflas dairelerinin kanuna ve olaya uygun olmayan işlemlerinin iptalini veya düzeltilmesini ya da yapamadıkları veya geciktirdikleri işlemlerin yapılmasını sağlayan bir başvuru yoludur. Bu anlamda şikâyete, maddi hukuka değil, takip hukukuna ilişkin kuralların yanlış uygulanması üzerine başvurulur. Cebri icra organı tarafından yapılan bir işlemin iptal edilmesi veya düzeltilmesi konusunda yararı olan her ilgili şikâyet yoluna başvurabilir. Şikâyet talebinde bulunabilmek için söz konusu icra takip işleminin, doğrudan doğruya şikayet talebinde bulunan ilgilinin hukuki durumuna yönelik ve zararına olması gerekir. (Yargıtay 12. Hukuk Dairesi 2011/25499 E. Ve 2011/20142 K.)

Şikâyet ve Şartlar başlığı altındaki 16.madde;

Kanunun hallini mahkemeye bıraktığı hususlar müstesna olmak üzere İcra ve İflas dairelerinin yaptığı muameleler hakkında kanuna muhalif olmasından veya hadiseye uygun bulunmamasından dolayı icra mahkemesine şikâyet olunabilir. Şikâyet bu muamelelerin öğrenildiği tarihten yedi gün içinde yapılır.

Bir hakkın yerine getirilmemesinden veya sebepsiz sürüncemede bırakılmasından dolayı her zaman şikâyet olunabilir.” Şeklinde düzenlenmiştir.

Bu hükme göre şikâyet nedenleri:

1-Kanuna muhalif (Kanuna Aykırılık, İcra Dairesince yapılan işlemin veya verilen kararın mevzuata- kanun yönetmelik nizamnamelere- aykırı yapılması)

2-Hadisiye Uygun Bulunmaması (Somut olay ile verilen kararın uyumlu olmaması)

3-Bir hakkın yerine getirilmemesi (İlgilinin kanun ve yönetmeliklere uygun olan başvurusunun haksız yere yerine getirilmemesi)

4-Sebepsiz Yere Sürüncemede Bırakılması (İlgilisi tarafından talep olunan konu hakkında herhangi bir işlem yapılmaması yahut karar verilmemesi)

İcra veya iflas daireleri tarafından yapılan bir işlemden etkilenen taraf bu işlemi öğrendiği tarihten itibaren yedi gün içinde icra mahkemesine taşıması gerekir (İİK mad.16).

Burada dikkate edilmesi gereken hususların başında sürenin tebliğ ile değil öğrenme ile başlayacağıdır.

Öreğin icra dairesi tarafından yapılan hesap tablosuna karşı çıkan taraf bu işlemi öğrendiği tarihten itibaren yedi gün içinde şikâyet konusu yapmak durumundadır.

Haczedilmezlik iddiası da yine öğrenme tarihiden itibaren yedi günlük süreye tabidir.

İİK’nın 16/2.maddesine göre icra dairesi tarafından bir hakkın yerine getirilmemesi veya sebepsiz yere sürüncemede bırakmasına dair işlemlerine karşı ilgililer süresiz şikâyet yoluna başvurabilirler. Bunun yanında yargı kararları ve doktrinde diğer bir şikâyet durumu da kamu düzenine aykırılıktır.

İcra mahkemesi kendisine yapılan bu başvuru üzerine öncelikle yapılan başvurunun süreye tabi olup olmadığını tespit ettikten sonra işlem süresi içinde veya süresiz bir şikâyet ise işlemin bozulmasına ya da düzeltilmesine (İİK mad.17/1) karar verir. Ancak yapılan başvuru sebepsiz yapılmayan veya geciktirilen bir işlem ise bu işlemin icrasını emreder (İİK mad. 17/2).

Öte yandan icra mahkemesi hâkimi kendisine yapılan başvuru nedenleri arasında olmasa da kamu düzenine aykırı bir durumun olup olmadığını resen inceler. Yani hâkim tarafların ileri sürdükleri vakıa ve delile bağlı değildir. Kendisi de araştırma yapabilir. Çünkü kamu düzenine aykırı durumlarda kişilerin menfaatinden çok toplumun menfaati ön plandadır.

İpoteğin paraya çevrilmesi yoluyla başlatılan icra takibinde takip konusu ipotek alacağının limit ile sınırlı olması ve takip talebinde de limiti aşan bir tutarın bulunması durumunda borçlu limiti aşar bir biçimde yapılan takibe karşı çıkmış olduğundan limiti aşar şekilde ipotekli takip yapılması Yargıtay 12.Hukuk Dairesi’nin yerleşik içtihatlarına göre, kamu düzenine ilişkin olup süresiz şikâyete tabidir.

İpotek veren 3.kişinin sorumluluğu satış bedeli ile sınırlıdır. Alacak satış bedeli ile karşılanmadığı takdirde açıkta kalan tutar asıl borçlunun kişisel borcu olup ipotek veren 3.kişiden bu tutar istenemez. Aksi durum süresiz şikâyet konusudur.

İlama aykırılık nedenine dayalı itirazlar da süreye tabi değildir. Yani ilamlı icra takibinde alacaklının ilama aykırı şekilde bir tutar veya işlem talep etmesi halinde bu duruma karşı borçlu tarafından süresiz şikâyet yoluna başvurabilir.

Gayrimenkulün aynına ilişkin ilamlar kesinleşmedikçe icra takibine konu edilememesine rağmen takip konusu yapılmış ise takibin iptali istemi süresiz şikâyete tabidir.

İlamsız icra takibine borçlu tarafından süresi dışında itiraz edilmiş olmasına rağmen icra dairesi tarafından takip durdurulmuş ise bir hakkın yerine getirilmemesi söz konusu olacağından alacaklı süresiz şikâyet yolu ile işlemin iptalini icra mahkemesinde isteyebilecektir.

Yetkisiz icra dairesinde başlatılan takibe borçlu tarafından itiraz edilmiş ve dosya yetkili icra dairesine gönderildikten sonra yetkili icra dairesi tarafından borçluya yeni bir ödeme emri gönderilmeden takibe devam edilmiş ise bu durum yine süresiz şikâyet yolu ile icra mahkemesine yapılan başvuru ile iptale konu edilebilir. 

Borçluya ödeme emri tebliğ edilmeden –yani takip kesinleşmeden– borçlunun hak ve alacakları ile menkul veya gayrimenkullerine yönelik bir haciz işlemi yapılmış ise süresiz şikâyet yolu ile icra mahkemesine başvuruda bulunulabilir.

Borçluya ödeme emri tebliğ edilmeden evvel borçlu malvarlığı üzerine haciz konulamadığının kabulü halinde usulen konulması mümkün olmayan bir haciz sonrasında geçersiz hacze dayalı olarak satış isteminin kabul edilmesi de mümkün değildir. İcra dairesi bu gibi bir durumu tespit etmesi halinde resen kendi satış kararından dönüp dosya borcunun tüm borçlular hakkında kesinleştirilmesinden sonra taşınmaz satışlarının tamamlatılması gerektiği gibi konu uyuşmazlık icra mahkemesi hâkimi önüne gelmesi halinde de resen mahkeme tarafından gerekli araştırma yapılarak tüm borçlular yönünden takibin kesinleşmediğinin tespit edilmesi halinde ihalenin feshine karar verilmesi gerekir. 

Takip talebine aykırı düzenlenmiş ödeme emrinin iptali istemi süreye tabi değildir.

İcra takip işlemleri nazarında kamu düzenine aykırılık hallerinin bir kısmı ise ancak süresi içerisinde bulunulan itiraz ve şikâyet dolayısıyla resen incelenebilir. Borçlunun kambiyo hukuku bakımında şikâyeti kapsamında yapılacak değerlendirme ise bunlardan biridir. (İ.İ.K 170/a-2, İcra mahkemesi müddetinde yapılan şikâyet veya itiraz dolayısıyla, usulü dairesinde kendisine intikal eden işlerde takibin müstenidi olan kambiyo senedinin bu vasfı haiz olmadığı veya alacaklının kambiyo hukuku mucibince takip hakkına sahip bulunmadığı hususlarını re’sen nazara alarak bu fasla göre yapılan takibi iptal edebilir.) Ancak bu yönde karar verilebilmesi için başvurunun 5 gün içinde ileri sürülmesi gereklidir ki bu durum İİK’nın 170/a-1.maddesinde (Borçlu, alacaklının bu fasıl hükümlerine göre takip hakkı olmadığını 168 inci maddenin 3 üncü bendine göre şikayet yolu ile ileri sürebilir.) şeklinde düzenlenmiştir.

II.GÜNCEL YARGI KARARLARI

Kamu Düzeninde Süresiz Şikayetin Süresi

Yargıtay 12. Hukuk Dairesi 2019/14012 Esas ve 2020/5820 Karar

Somut olayda; takibe konu gayrimenkulün (29/01/2018 tarihinde) yapılan ihale sonucunda alacağa mahsuben alacaklıya ihale edilip akabinde (alacaklı vekilinin 05/03/2018 tarihli talebi üzerine 07/03/2018 tarihli) Rehin Açığı Belgesi düzenlenerek icra takibi sonuçlandırıldıktan sonra (23/03/2018 tarihinde) şikâyet yoluna başvurulduğu anlaşılmaktadır.

O halde mahkemece, takip sonuçlandıktan sonra o takibe ilişkin bir işleme karşı gerek süreli gerekse de süresiz şikâyet yoluna başvurulamayacağı gerekçesiyle şikâyetin reddine karar verilmesi gerekirken, kabulü ile icra emrinin iptali yönünde hüküm tesisi ve istinaf başvurusunun da Bölge Adliye Mahkemesince esastan reddedilmesi isabetsiz olup, Bölge Adliye Mahkemesi kararının kaldırılması ile ilk derece mahkemesi kararının bozulması gerekmiştir.

Kıymet Takdiri Yönünden Kamu Düzeni

Yargıtay 12. Hukuk Dairesi 2021/11307 Esas ve 2021/11023 Karar

Hukuk Genel Kurulu'nun 26.02.1992 tarih ve 1992/4-70 E.- 1992/130 K. sayılı kararında da vurgulandığı üzere, İİK'nun 128. maddesinde öngörülen iki yıllık sürenin başlangıcı, sonradan kesinleşmesi koşulu ile kıymet takdirinin fiilen yapıldığı keşif tarihidir. Dairemizin yerleşik içtihatları gereğince; kıymet takdiri tarihi kural olarak icra dairesince fiilen yapılan keşif tarihidir ve satışın kıymet takdirinin esas alındığı tarihten itibaren 2 yıl sonra yapılması başlı başına ihalenin feshi sebebi olup bu hususun, 2 yıl içinde taşınmazın değerinde oluşacak muhtemel değişiklikler nedeniyle hem borçlu hem de alacaklı tarafın menfaatlerini korumaya yönelik bir düzenleme olması nedeniyle, kamu düzenine ilişkin olduğundan re'sen gözetilmesi gerekir.

Öte yandan; İİK’nun 128/a maddesinin 2. fıkrasında yer alan 2 yıllık sürenin, taraflar yönünden getirilen bir itiraz yada hak düşürücü süre niteliğinde olmayıp, taşınmazın değerinde oluşacak muhtemel değişimler nedeniyle taraf menfaatlerini korumaya yönelik bir süre olduğu tabii olup, söz konusu fıkranın son cümlesinde yazılı “doğal afetler ve imar durumundaki çok önemli değişiklikler meydana getiren benzer hallerde yeniden kıymet takdiri istenebilir.” düzenlemesi de, bu sürenin taşınmazın gerçek değerinden satılması amacına matuf olduğunu gösterir.

Tüm bu açıklamalar birlikte değerlendirildiğinde; 7226 sayılı Kanun’la getirilen durma sürelerinin, İİK’nun 128/a-2. maddesinde düzenlenen 2 yıllık süreyi kapsamadığının, aksi yorumun maddenin konuluş amacına aykırı düşeceğinin kabulü gerekir. İİK’nun anılan hükmünde güdülen amacın kesinleşen kıymet takdirinden sonra 2 yılın geçmesi halinde yeniden kıymet takdiri yapılması zorunluluğuna ilişkin olduğu açıktır. Kaldı ki; İİK’nun 128/a-2 maddesinin Dairemizin içtihatları ile taşınır satışlarında da uygulandığı düşünüldüğünde; pandemi sürecinde ülkemizdeki taşınır ve taşınmaz değerlerinde oluşan büyük artışlar nazara alındığında, kanunda düzenlenen 2 yıllık azami sürenin üzerine durma sürelerinin de eklenmesi ile daha da uzayacak sürenin, taşınmazın gerçek değerinden satılmasına engel olacağı ve tarafların hak kaybına uğramalarına neden olacağı açıktır.

Somut olayda; ihalenin feshi istemine konu taşınmazların kıymet takdiri işleminin, icra müdürlüğünce 20.02.2019 tarihinde yaptırıldığı, iki yıllık sürenin başlangıcı olan 20.02.2019’dan satış tarihi olan 22.03.2021 tarihine kadar İİK'nun 128/a-2. maddesinde öngörülen iki yıllık sürenin geçtiği görülmüştür.

O halde, İİK’nun 128/a-2. maddesinde düzenlenen 2 yıllık sürenin, 7226 sayılı Kanun’un Geçici 1. maddesinde yer alan durma hükümlerine tabi olmadığı nazara alınarak, kesinleşen kıymet takdirinin yapıldığı 20.02.2019 tarihinden itibaren iki yıldan fazla süre geçtikten sonra 22.03.2021 tarihinde ihale gerçekleştirildiğinden ve bu hususun kamu düzeni nedeniyle re'sen gözetilmesi gerektiğinden, İlk Derece Mahkemesince şikayetin kabulü ile ihalenin feshine karar verilmesi yerinde olup, Bölge Adliye Mahkemesince alacaklının istinaf başvurusunun esastan reddi yerine yazılı şekilde hüküm tesisi isabetsiz olup kararın bozulması gerekmiştir.

Yetki Yönünden Kamu Düzenine Aykırılık

Yargıtay 12. Hukuk Dairesi 2021/5681 Esas ve 2021/10716 Karar

İİK'nun 50. maddesi göndermesi ile icra takipleri hakkında da uygulanması gereken, HMK'nun 20. maddesi gereğince; görevsizlik veya yetkisizlik kararı verilmesi halinde, taraflardan birinin, bu karar süresi içinde kanun yoluna başvurulmayarak kesinleşmiş ise kararın kesinleştiği tarihten, kanun yoluna başvurulmuşsa bu başvurunun reddi kararının tebliğ tarihinden itibaren iki hafta içinde kararı veren mahkemeye başvurarak, dava dosyasının görevli ya da yetkili mahkemeye gönderilmesini talep etmesi gerekir. Aksi takdirde, bu mahkemece davanın açılmamış sayılmasına karar verilir. Aynı kural, takip hukukunda da geçerlidir.

Somut olayda; alacaklı tarafından 28.05.2018 tarihinde İstanbul 27. İcra Müdürlüğü’nün 2018/20925 E. sayılı takip dosyasında borçlu aleyhine başlatılan takipte, borçlunun süresinde yetki itirazında bulunması üzerine, İstanbul 20. İcra Hukuk Mahkemesi’nin 02.07.2018 tarih ve 2018/589-785 K. sayılı kararıyla yetki itirazının kabulüne, dosyanın yetkili olan Küçükçekmece İcra Müdürlüğü’ne gönderilmesine karar verildiği ve söz konusu kararın taraflarca istinaf edilmemesi üzerine 14.08.2018 tarihinde kesinleştiği, alacaklı vekili tarafından HMK'nun 20. maddesinde öngörülen iki haftalık yasal süre geçtikten sonra, 08.10.2018 tarihinde dosyanın yetkili Küçükçekmece İcra Müdürlüğü’ne gönderilmesinin talep edildiği ve icra müdürlüğünce dosyanın gönderilmesine karar verildiği, bu tarih itibari ile başvurunun yukarıda açıklanan yasa maddesinde öngörülen iki haftalık kesin süre içerisinde olmadığı görülmüştür.

O halde, İlk Derece Mahkemesince; kamu düzeni ile ilgili olan HMK'nun 20. maddesi uyarınca re’sen takibin açılmamış sayılmasına karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde şikâyetin reddi yönünde hüküm tesisi isabetsiz olup, Bölge Adliye Mahkemesi kararının kaldırılması ve İlk Derece Mahkemesi kararının bozulmasına karar verilmesi gerekmiştir.

Ödeme Emri Tebliğ Edilmeden Haciz Konulamaz

Yargıtay 12. Hukuk Dairesi 2016/6997 Esas ve 2016/9020 Karar

Kambiyo senetlerine özgü haciz yoluyla takipte alacaklı icra mahkemesine başvurusunda, ...çlunun alacaklı olduğu dosyaya konulan haciz neticesinde tahsil edilen paranın icra dairesinin yetkisizliğine karar verildiği gerekçesiyle ödenmediğini belirterek müdürlük işlemini şikayet konusu etmiş, mahkemece icra veznesindeki paranın alacaklıya ödenmemesi hususunda bir karar verilmediğinden şikayetin kabulüne, 26.06.2015 günlü müdürlük işleminin iptali ile paranın ödenmesine karar verilmiştir.

İİK.nun 168/5. maddesi gereğince ...çlu yetki itirazını ödeme emri tebliğinden itibaren 5 gün içerisinde icra mahkemesine bildirir. İcra mahkemesi yetki itirazını doğru bulursa kabulüne karar verir. İtirazın kabulü kararına karşı temyiz süresinin sona erdiği veya onama kararının tebliğ edildiği tarihten başlayarak 10 gün içinde takibin yapıldığı yetkisiz icra dairesine başvurularak dosyanın yetkili icra dairesine gönderilmesinin istenilmesi gerekir. Bunun üzerine yetkili icra dairesinden ...çluya yeni bir ödeme emri gönderilir.

Öte yandan İİK’nun 168/2. maddesine göre kambiyo senetlerine mahsus haciz yolu ile başlatılan takipte, ödeme süresi ödeme emrinin tebliğinden itibaren 10 gün olarak belirlenmiştir. Anılan hüküm nedeni ile sözü edilen 10 günlük ödeme süresi geçmeden haciz yapılamaz.

Bu yasal düzenlemeler ışığında, yetkisizlik kararının, yetkisiz icra dairesince ...çluya tebliğ edilen ödeme emrinin iptali ve buna bağlı olarak da yetkisiz icra dairesince konulan hacizlerin hükümsüz kaldığı sonucunu doğurduğunun kabulü gerekir. Zira yetkili icra dairesince yeniden ödeme emri tebliği gerekip, alacaklı, tebliğ tarihinden itibaren on günlük ödeme süresinin geçmesinden sonra haciz isteyebilecektir. Bu nedenlerle yetkili icra dairesince tebliğ edilen ödeme emrinde öngörülen on günlük ödeme süresinden önce konulan hacizler geçersizdir. Dolayısıyla yetkisiz icra dairesince konulan haczin, yetki itirazının kabulüne karar verilmesi üzerine kaldırılması gerekir.

Somut olayda, takip ...çlusu ...'ın alacaklı olduğu ... İcra Müdürlüğünün 2013/5605 Esas sayılı takip dosyasındaki dosya alacağına haciz konulmuş ve haczedilen miktar dosyaya yatırılmıştır. ... Asliye Hukuk (İcra Hukuk) Mahkemesinin 10.06.2015 tarih, 2014/51 Esas ve 2015/24 Karar sayılı kararı ile ... İcra Müdürlüğünün yetkisizliğine karar verildiğinden, yetkisiz icra müdürlüğünce konulan hacizler hükümsüz olup, haciz sonucu dosyaya yatırılan paranın alacaklıya ödenmesine yasal imkân yoktur.

O halde mahkemece, şikâyetin reddi gerekirken kabulü yönünde hüküm tesisi isabetsizdir.

Haczin Geçerli Olup Olmadığı Yönünden Kamu Düzeni

Yargıtay 12. Hukuk Dairesi 2021/6703 Esas ve 2021/9618 Karar

Talep, davacı alacaklının açtığı İİK 97-99. maddelerinin uygulanmasına ilişkin şikâyet ile terditli olarak ileri sürdüğü istihkak iddiasının reddi istemine ilişkindir.

Davalı üçüncü kişi, davanın reddini talep etmiştir. İlk Derece Mahkemesince haczin borçlu nun adresinde yapılmadığı ve mahcuzların üçüncü kişinin ticari defterinde kayıtlı olduğu gerekçesi ile istihkak davası açmak üzere süre verilmesine ilişkin 11.5.2017 tarihli müdürlük işleminin iptal talebinin reddi ile istihkak davasının reddine karar verilmiş, karara karşı davacı alacaklı tarafından istinaf yoluna başvurulmuştur. Bölge Adliye Mahkemesince, inceleme konusu kararın usul ve esas yönünden hukuka uygun olduğu gerekçesi ile davacının istinaf başvurusunun esastan reddine karar verilmiş, hüküm davacı alacaklı tarafından temyiz edilmiştir.

Hemen belirtmek gerekir ki, istihkak davalarında geçerli bir haczin bulunması dava şartı olup, hüküm kesinleşinceye kadar yargılamanın her aşamasında re'sen gözetilmesi gerekir.
İİK’nin 88/1. maddesinde: “Haczolunan paraları, banknotları, hamiline ait senetleri, poliçeleri ve sair cirosu kabil senetlerle altın ve gümüş ve diğer kıymetli şeyleri icra dairesi muhafaza eder…” düzenlemesi yer almaktadır.

Taşınırlarda haczin geçerli olabilmesi için haczi yapan memurun haciz iradesinin belirli bir şekilde haricileşmiş olması yeterli olup, yasada açıklanan ayrıcalıklı durumlar dışında fiili el koyma ve muhafaza tedbiri gerekli değildir. İİK’nin 88/1. maddesinde bu genel kural ile ilgili istisnai haller sayılmıştır. Buna göre madde metninde geçen taşınır eşyalar söz konusu olduğunda haciz merasiminin tamamlanabilmesi için, haczedilen eşyaların fiilen el konularak icra dairesinde muhafaza edilmesi gerekir.

Somut olayda, 5.5.2017 tarihinde yapılan haciz de, 283,35 gr 14 ayar muhtelif ebatlarda küpe, bileklik, kolye haczedilmiş olup haciz sırasında alacaklının menkullerin muhafaza altına alınması talebi reddedilmiştir. Bu durumda, fiilen el koyma ve icra dairesinde muhafaza edilme koşulları gerçekleşmemiştir.

Geçerli haczin bulunup bulunmadığı resen gözetilmesi gereken kamu düzenine aykırılık teşkil eden bir husus olup, Bölge Adliye Mahkemesince istinaf talebinin kabulü ile ön koşul yokluğundan davanın reddine karar verilmesi gerekirken istinaf talebinin esastan reddi doğru olmamıştır.

Yabancı Para Takiplerinde Kamu Düzeni

Yargıtay 12. Hukuk Dairesi 2021/3333 Esas ve 2021/7750 Karar

2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu'nun 58. maddesinin 3. fıkrasında; alacağın veya istenen teminatın Türk parasıyla tutarının ve faizli alacaklarda faizin miktarı ile işlemeye başladığı günün, alacak veya teminat yabancı para ise alacağın hangi tarihteki kur üzerinden talep edildiğinin ve faizinin, takip talebinde belirtilmesi gerektiği düzenlenmiştir. Yine aynı Kanunun 60. maddesinin birinci fıkrasının birinci bendinde; alacaklının veya vekilinin banka hesap numarası hariç olmak üzere, 58. maddeye göre takip talebine yazılması lazım gelen kayıtların ödeme emrinde bulunması gerektiği belirtilmiştir.

Buna göre; alacaklı, yabancı para alacağının TL karşılığını, takip talebinde göstermek zorunda olup, buna bağlı olarak bu zorunluluğun ödeme emrinde de yerine getirilmesi gerekmektedir. Bu noksanlık kamu düzeni ile ilgili olup, takibin her safhasında re'sen göz önünde tutulmalıdır (HGK.nun 12/05/1999 tarih ve 1999/12-271 E. - 99/301 K.sayılı kararı).

Somut olayda, hem takip talebinde hem de ödeme emrinde yabancı para alacağının TL karşılığının gösterilmediği anlaşılmaktadır.

O halde ilk derece mahkemesince, takip talebi ve ödeme emrinde 25.764,38-USD yabancı para alacağının harca esas değer olarak Türk Lirası karşılığı gösterilmediğinden takibin iptaline karar verilmesi gerekirken şikayetin kısmen kabulüne karar verilmesi isabetsiz olup, Bölge Adliye Mahkemesi kararının kaldırılması, İlk Derece Mahkemesi kararının bozulması gerekmiştir.

Kamu Düzenine Aykırılık Süresinde Yapılan Şikayet ile İncelenir

Yargıtay 12. Hukuk Dairesi 2021/7954 Esas ve 2021/8598 Karar

İİK'nun 129/1. maddesi uyarınca, birinci ve ikinci ihalede satışın yapılabilmesi için artırma bedelinin, malın tahmin edilen bedelinin yüzde ellisini bulması ve satış isteyenin alacağına rüçhanı olan alacakların toplamından fazla olması, bundan başka paraya çevirme ve paraların paylaştırılması masraflarını geçmesi zorunludur. İhale bedelinin, İİK'nun 129. maddesinde öngörülen kriterlere uygun olmaması ise, tek başına ihalenin feshi sebebi olup; mahkemece re’sen nazara alınmalıdır.

Ancak, mahkemenin ihalenin kamu düzeni ile ilgili kurallara uyulup uyulmadığını işin esasına girmek sureti ile kendiliğinden inceleme zorunluluğu, süresinde borçlu tarafından açılmış bir ihalenin feshi davasında mümkündür.

Somut olayda; İlk Derece ve Bölge Adliye Mahkemeleri’nce yerinde bir tespitle borçlu şirkete yapılan satış ilanı tebliğ işleminin usulüne uygun olduğu belirlenmiş olmakla, 10.9.2020 tarihinde yapılan ihaleye karşı 05.11.2020 tarihinde açılan işbu ihalenin feshi davasının İİK’nun 134/2. maddesindeki 7 günlük süreden sonra olduğu anlaşılmaktadır.

Bu durumda, Bölge Adliye Mahkemesi'nce, borçlu şirket yönünden şikayetin süreden reddi yerine yanılgılı değerlendirme ile süresinde yapılmayan ihalenin feshi şikayetinde İİK’nun 129. maddesi gerekçe gösterilerek ihalenin feshi yönünde hüküm tesisi doğru bulunmamıştır.

O halde Bölge Adliye Mahkemesi’nce yerel mahkeme kararına yönelik istinaf başvurusu hakkında, borçlu şirket yönünden şikâyetin süreden reddine karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde hüküm tesisi isabetsiz olup, bozmayı gerektirmiştir.

Taraf Ehliyeti Kamu Düzenine İlişkindir

Yargıtay 12. Hukuk Dairesi 2021/8989 Esas ve 2021/9088 Karar

Borçlu şirketin icra mahkemesine başvurusunda, İstanbul Anadolu 1.İcra Müdürlüğü’nün 2010/** Talimat sayılı dosyasından yapılan ihalenin feshini talep ettiği, mahkemece, davacı şirketin ticaret sicilden resen terkin edildiğinden dava açıldığı tarih itibariyle tüzel kişiliği bulunmadığından davanın usulden reddine karar verildiği, bu karara karşı borçlu şirket tarafından istinaf kanun yoluna başvurulması üzerine Bölge Adliye Mahkemesin’ce istinaf başvurusunun esastan reddine karar verildiği anlaşılmaktadır.

6102 Sayılı TTK' nun 545. maddesine göre, "Tasfiyenin sona ermesi üzerine şirkete ait ticaret unvanının sicilden silinmesi tasfiye memurları tarafından sicil müdürlüğünden istenir. İstem üzerine silinme tescil ve ilan edilir." Aynı Kanunun 547. maddesinde ise; tasfiyenin kapanmasından sonra ek tasfiye işlemlerinin yapılmasının zorunlu olduğu anlaşılırsa, son tasfiye memurları, yönetim kurulu üyeleri, pay sahipleri veya alacaklıların, şirket merkezinin bulunduğu yerdeki asliye ticaret mahkemesinden, bu ek işlemler sonuçlandırılıncaya kadar, şirketin yeniden tescilini isteyebilecekleri hükme bağlanmıştır.

Tasfiyesi tamamlanıp ticaret sicilinden silinmek suretiyle hukuk alemindeki varlığı sona eren (münfesih) şirketin, yargılamanın tarafı olmak ehliyeti de bulunmamaktadır. Davadan önce veya dava devam ederken tüzel kişiliğin son bulması halinde davaya devam edilmesine imkân yoktur. Taraf ehliyeti kamu düzeni ile ilgili olup hâkimin bu hususu resen de göz önünde bulundurması zorunludur.

Somut olayda, borçlu şirketin 18.02.0215 tarihinde ticaret sicilden terkin edildiği açık ise de; mahkemece 04.12.2018 tarihli tensip tutanağının 6.maddesinde “Davacı şirket temsilcisi ...’ya şirketin ihyası hususunda dava açması için duruşma gününe kadar süre verilmesine” karar verildiği bunun üzerine şirket yetkilisi ...’nın İstanbul Anadolu 10.Asliye Ticaret Mahkemesi’nin 2019/** E.,sayılı dosyası ile yeniden ihyaya ilişkin dava açtığı ve aynı mahkemenin **.**.** tarihli kararı ile “davanın kabulü ile İstanbul Ticaret Sicil Müdürlüğü’nün *** sicil nosuna kayıtlı bulunup 18.02.2015 tarihinde 6102 Sayılı TTK’nun geçici 7.maddesi gereğince resen ticaret sicilden terkin edilen ** A.Ş.’nin 6102 Sayılı TTK’nun 547.ve geçici 7.maddeleri gereğince yeniden ihyasına” karar verildiğinden şirketin tüzel kişilik kazandığının kabulü gerekmektedir.

O halde, mahkemece, yeniden ihyasına karar verilen borçlu şirketin ileri sürdüğü ihalenin feshi isteminin esasının incelenerek, oluşacak sonuca göre bir karar verilmesi gerekirken, davanın usulden reddi ile, Bölge Adliye Mahkemesince de istinaf başvurusunun esastan reddine karar verilmesi isabetsiz olup, kararın bozulması gerekmiştir.

İpoteğin Paraya Çevrilmesinde Zorunlu Takip Arkadaşlığı Kamu Düzenine İlişkindir

Yargıtay 12. Hukuk Dairesi 2021/10963 Esas ve 2021/10717 Karar

Alacaklı tarafından ipoteğin paraya çevrilmesi yoluyla başlatılan ilamlı takipte borçlunun, ipotek yönünden eş muvafakati alınmadığını, ipotekli taşınmazdaki mülkiyet değişikliğinin banka tarafından kendisine bildirilmediğini, satış ilanının yapıldığı gazete tirajının düşük olduğunu ve taşınmazın muhammen bedelin altında satıldığını ileri sürerek 124 ada 14 parsel 1 nolu bağımsız bölümdeki taşınmaza ilişkin ihalenin feshi istemi ile icra mahkemesine başvurduğu, İlk Derece Mahkemesince; şikayetin reddi ile ihale bedellerinin %10'u oranında para cezasına hükmedildiği, kararın borçlu tarafından istinaf edilmesi üzerine Bölge Adliye Mahkemesince; borçlunun istinaf başvurusu yerinde görülmemekle birlikte, para cezası yönünden kamu düzeni nedeniyle İlk Derece Mahkemesi kararının kaldırılmasına, şikayetin reddine ve yalnızca ihalenin feshi şikayetinin konusu olan taşınmazın ihale bedeli üzerinden para cezasına hükmedildiği görülmektedir.

Şikayet konusu taşınmaz üzerinde alacaklı Şekerbank T.A.Ş. lehine 01.07.2014 tarihinde ipotek tesis edildiği, söz konusu taşınmazın takipten evvel, 30.03.2018 tarihinde ipotekle yükümlü olarak 3. kişi Vural Altunkara 'ya satıldığı, takibin ise 12.09.2018 tarihinde yalnızca ... ile Ahmet Tayat aleyhine başlatıldığı anlaşılmaktadır.

İİK'nun 149/b maddesi gereğince; icra memuru, borçluya ve varsa taşınmaz sahibi üçüncü şahsa 60. maddeye göre birer ödeme gönderir. Anılan maddede sözü edilen bu husus, aralarında zorunlu takip arkadaşlığı olan borçlu ile rehin veren üçüncü kişi hakkında birlikte takip yapılmasını gerektirir.

İcra müdürlüğünce yasanın emredici bu hükmüne rağmen taşınmazı takip tarihinden önce satın alan yeni malike icra emri gönderilmemesi ve dolayısı ile taşınmazın yeni malikine itiraz ve defilerini ileri sürme hakkı verilmemesi yasaya aykırıdır. Bu eksiklik ancak HMK'nun 124. maddesine göre, alacaklı tarafından, taşınmazı takip tarihinden önce ipotekle yükümlü olarak satın alan kişiye karşı ek takip talebinde bulunulup icra emri gönderilmesi suretiyle sonradan tamamlatılabilir. Bu husus takibin her aşamasında ve süresiz olarak ileri sürülebilir.

Somut olayda, ihale konusu edilen ipotekli taşınmazı takipten evvel satın alan Vural Altunkara'nın asıl borçlu yanında borçlu olarak gösterilmeden takip talebi ve icra emri düzenlendiği, bu icra emrinin adı geçene tebliği ile satışın yapıldığı görülmektedir. İpotek veren üçüncü kişi ile asıl borçlu arasında zorunlu takip arkadaşlığı bulunduğundan bu husus, mahkemece re'sen göz önünde bulundurulmalıdır. İpotekli taşınmaz maliki üçüncü kişiye kıymet takdir raporu ve satış ilanının tebliğ edilmesi usulsüz olan icra takibini usulüne uygun hale getirmez.

Bu durumda, HMK'nun 124. maddesi uyarınca alacaklı tarafından, Vural Altunkara yönünden ek takip talebinde bulunulması ve buna göre düzenlenecek icra emrinin tebliği gerekirken, adı geçen usulünce takibe dahil edilmediği halde takibin yürütülmesi ve taşınmazın ihale yoluyla satılması doğru olmadığından, Bölge Adliye Mahkemesince; ihalenin feshine karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde hüküm tesisi isabetsizdir.

Zorunlu Takip Arkadaşlığı Kamu Düzenine İlişkindir

Yargıtay 12. Hukuk Dairesi 2016/28414 Esas ve 2018/2087 Karar

Alacaklı Türkiye Vakıflar Bankası vekili tarafından, tüketici kredisi sözleşmesine dayalı olarak asıl borçlu ** ** ve kefiller ** **, ... hakkında genel haciz yoluyla ilamsız icra takibine başlandığı, borçlu kefil ...’ın icra mahkemesine yaptığı başvuruda, sair sebepler yanında takibin tüketici kredisinden kaynaklandığını ve asıl borçlu hakkında yapılan takip semeresiz kalmadan kefil hakkında takip yapıldığını, maaşına haciz konulduğunu sonuç olarak asıl borçlunun borcunu ödemekten kurtulacağını ileri sürerek takibin iptalini ve maaş haczinin kaldırılmasını istediği, mahkemece şikayetçi borçlu ile beraber asıl borçlu hakkında da takip yapıldığı gerekçesiyle şikayetin reddine karar verildiği anlaşılmıştır.

6502 sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun’un 4. maddesinin 6. fıkrası "Tüketici işlemlerinde, tüketicinin edimlerine karşılık olarak alınan şahsi teminatlar, her ne isim altında olursa olsun adi kefalet sayılır. " düzenlemesini içermektedir.

TBK.'nun 585.maddesi uyarınca ise adi kefalette alacaklı, borçluya başvurmadıkça, kefili takip edemez. Ancak, borçlu aleyhine yapılan takibin sonucunda kesin aciz belgesi alması, borçlu aleyhine Türkiye’de takibatın imkânsız hâle gelmesi veya önemli ölçüde güçleşmesi, borçlunun iflasına karar verilmesi ya da borçluya konkordato mehli verilmiş olması koşullarından birinin varlığı halinde doğrudan doğruya kefile başvurabilir:

Somut olayda, takip konusunun tüketici kredisi olduğu ve şikayetçi borçlunun söz konusu kredi sözleşmesinin kefili olduğu, takibin asıl borçlu ile beraber şikayetçi kefil hakkında başlatıldığı görülmüştür.

Bu durumda alacaklı bankanın, kefil olan şikayetçi borçlu hakkında icra takibi yapabilmesi için, TBK.'nun 585.maddesinde ön görülen koşullardan birinin bulunması zorunludur. Bu konudaki başvuru ise İİK'nun 16. maddesi kapsamında şikâyet olup, anılan hüküm emredici nitelikte ve kamu düzeni ile ilgili olmakla borçlunun, aynı maddenin 2. fıkrası uyarınca süreye bağlı olmaksızın icra mahkemesine başvuru hakkı vardır.

O halde mahkemece TBK.'nun 585. maddesinde ön görülen koşulların bulunup bulunmadığı değerlendirilerek, oluşacak sonuca göre bir karar verilmesi gerekirken eksik inceleme ve yazılı gerekçe ile şikâyetin reddi yönünde hüküm tesisi isabetsizdir.

İstihkak İddiasının İncelenmesinde Haczin Geçerli Sayılması Kamu Düzenine İlişkindir

Yargıtay 8. Hukuk Dairesi 2018/670 Esas ve 2020/4025 Karar

Dava, üçüncü kişinin İİK'nin 96. vd. maddelerine dayalı istihkak iddiasına ilişkindir.

1. İcra Mahkemesince verilen kararın davalı alacaklı vekiline 19.01.2017 tarihli duruşmada tefhim edildiği, davacı vekilinin İİK’nin 363. maddesi uyarınca süresi içinde, 27.01.2017 günü, HMK’nin 342/3. maddesine uygun olacak şekilde istinaf dilekçesi verdiği halde, İcra Mahkemesi kararının tebliğ edildiği 24.05.2017 tarihinden sonra, istinaf gerekçelerini içeren gerekçeli istinaf dilekçesinin süresi geçtikten sonra 07.06.2017 tarihinde verildiği, Bölge Adliye Mahkemesininde HMK’nin 342/3.maddesinde belirtildiği üzere, istinaf dilekçesini reddetmeden, HMK’nin 355. maddesi uyarınca kamu düzeni ile sınırlı inceleme yapmış olması usul ve yasaya uygundur.

2. İstihkak davalarında geçerli bir haczin bulunması dava şartı olup, hüküm kesinleşinceye kadar yargılamanın her aşamasında re'sen gözetilmesi gerekir.

İİK’nin 88/1. maddesinde: “Haczolunan paraları, banknotları, hamiline ait senetleri, poliçeleri ve sair cirosu kabil senetlerle altın ve gümüş ve diğer kıymetli şeyleri icra dairesi muhafaza eder…” düzenlemesi yer almaktadır.

Taşınırlarda haczin geçerli olabilmesi için haczi yapan memurun haciz iradesinin belirli bir şekilde haricileşmiş olması yeterli olup, yasada açıklanan ayrıcalıklı durumlar dışında fiili el koyma ve muhafaza tedbiri gerekli değildir. İİK’nin 88/1. maddesinde bu genel kural ile ilgili istisnai haller sayılmıştır. Buna göre madde metninde geçen taşınır eşyalar söz konusu olduğunda haciz merasiminin tamamlanabilmesi için, haczedilen eşyaların fiilen el konularak icra dairesinde muhafaza edilmesi gerekir.

Somut olayda, İstanbul Anadolu 7. İcra Müdürlüğünün 2014/295 Talimat sayılı dosyasında 29.01.2015 tarihinde yapılan hacizde 500 gr ağırlığında bilezik haczedilerek davacı üçüncü kişiye yediemin olarak bırakılmıştır, fiilen el koyma ve icra dairesinde muhafaza edilme koşulları gerçekleşmemiştir.

Geçerli haczin bulunup bulunmadığı resen gözetilmesi gereken kamu düzenine aykırılık teşkil eden bir husus olup, Bölge Adliye Mahkemesince istinaf talebinin kabulü ile ön koşul yokluğundan davanın reddine karar verilmesi gerekirken istinaf talebinin esastan reddi doğru olmamıştır.

Bu durumda, İlk Derece Mahkemesi tarafından geçerli bir haciz bulunmadığından davanın ön koşul yokluğundan reddi gerekirken, işin esası incelenip sonuca gidilmesi isabetsiz ise de, istem sonuçta reddedildiğinden sonucu itibariyle karar doğru olmuştur. Ayrıca, davalı yararına da Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi'nin 7/2. maddesi gereğince maktu vekalet ücreti takdiri gerekir.

Açıklanan bu hususlar yargılamanın tekrarını gerektirir nitelikte görülmediğinden, 6100 sayılı HMK’nin ek geçici 3. maddesi yollaması ile 1086 sayılı HUMK’un 438/7. maddesi uyarınca İlk Derece Mahkemesi hükmünün düzeltilerek onanması uygun görülmüştür.

Toplu (Birlikte) İpotekte, rehin kurulmuş olan taşınmazların her birinin aynı zamanda satılmasını talep etmek zorundadır.

Yargıtay 12. Hukuk Dairesi 2021/8455 Esas ve 2021/9900 Karar

Toplu rehin, Türk Medeni Kanunu’nun “Taşınmaz birden çok ise” kenar başlığını taşıyan 855/1. maddesinde; “Birden çok taşınmazın aynı borç için rehnedilmesi, taşınmazların aynı malike veya borçtan müteselsilen sorumlu olan maliklere ait olmalarına bağlıdır” şeklinde düzenlenmiştir. Yasa metninde de açıkça ifade edildiği gibi, bu rehin türü, "üzerinde rehin kurulmak istenen taşınmazların mülkiyetinin aynı kişiye ait olması" ya da "taşınmazlar ayrı kişilerin mülkiyetinde, yani taşınmazların malikleri farklı kimseler ise, bu kişilerin güvence altına alınmak istenen borçtan müteselsil olarak sorumlu bulunmaları" hallerinde kurulabilmektedir. Bu şartlar yoksa toplu rehin kurulamaz.

Toplu rehinde, tek bir alacağın tamamı, birden fazla taşınmaz ile teminata alınmış olup, birden fazla taşınmaz üzerinde kurulu rehinler arasında hukuki bağlılık vardır ve bu bağ içerisinde, alacaklının alacağını tahsil etmesi asıldır. Rehin alacaklısının teminatı ne denli fazla olursa olsun, temelde alacağını, ancak bir kere elde edebileceğinin de unutulmaması gerekir. Böylece rehinli taşınmazlardan birisinin paraya çevrilmesi halinde, rehin alacaklısı alacağını tahsil etmişse, artık diğer taşınmaz üzerindeki rehnin konusu kalmayacak ve sona erecektir. Kısacası, alacaklı, alacağının tutarını bir kez isteyebilir. Alacağı tümüyle karşılandığında, bütün taşınmazlar hakkındaki rehin hakkının sona ermesi gerekir.

4721 Sayılı TMK'nın 873/3. maddesinde; "Aynı alacak için birden fazla gayrimenkul üzerinde rehin tesis edilmiş ise, alacaklı bunların aynı zamanda satılmasını talep etmeye mecburdur. Bununla beraber, icra memuru ancak gerektiği kadarını satar" hükmüne yer verilmiştir. Buna göre, toplu rehin durumunda, ipotek alacaklısı, alacağı gününde ödenmemişse, açıklanan yasa hükmü gereği, üzerinde toplu (birlikte) rehin kurulmuş olan taşınmazların her birinin aynı zamanda satılmasını talep etmek zorundadır. Bu zorunluluk, alacaklının, istediği taşınmazı sattırarak keyfi davranmayı önlemeye yöneliktir (HGK. 27.11.2002. T, 12-823/1020 K.).

Somut olayda, 04.12.2012 tarihli, 35, 37 ve 38 numaralı bağımsız bölümlere ilişkin ipotek resmi senetlerinin incelenmesinde; tamamının borçlu şirketin, alacaklı bankadan doğmuş ve doğacak borçlarına ilişkin olarak üst sınır ipoteği şeklinde toplu ipotek olarak tesis edildiği, 14 numaralı bağımsız bölümün ise asıl kredi borçlusu şirketin borçlarına müşterek borçlu müteselsil kefil olan ... tarafından ipotek edildiği açık olup bu taşınmazın da toplu ipoteğe konu olduğunun kabulü gerekmektedir.

İpotek konusu taşınmazlar ile ilgili olarak ipoteğin paraya çevrilmesi yolu ile takip yapılmış ve alacaklı tarafından satış avansı da yatırılmak sureti ile 30.06.2014 tarihinde tüm taşınmazların satışı talep edilmiş ise de, ... İli ... İlçesi ... Mah.405 Ada 52 Parsel 35 Nolu Bağımsız bölümün tapuda... adına tescil edildiği ancak...’a icra emrinin gönderilmediği ve toplu ipotek kapsamında kalan bu taşınmazın satışının talep edilmediği görülmektedir.
TMK'nun 850 ve 873. maddeleri uyarınca, aynı alacaktan dolayı birden fazla taşınmaz üzerinde toplu ipotek tesis edilmiş bulunduğundan, tüm taşınmazların birlikte satışının istenmesi ve birlikte satış kararı verilmesi zorunludur.

O halde ilk derece mahkemesince, birleşen dosya şikayetçisi ... ve birleşen dosya şikayetçisi ... yönünden verilen şikayetin reddi ile birleşen dosya şikayetçisi ... yönünden 1 nolu bağımsız bölüm hakkında verilen şikayetin reddi kararı yerinde ise de, birden fazla taşınmaz hakkında takip yapılmasına karşılık, toplu ipotek kapsamında kalan 35 nolu bağımsız bölüme ilişkin ipotekli taşınmazın malikine icra emri gönderilip takibe dahil edilmeden ve toplu ipotek kapsamında kalan bu taşınmazın satışı talep edilmeden ihale yapılması usulsüz olup; asıl dosya şikayetçisi borçlu şirketin 14 ve 38 nolu bağımsız bölüm, birleşen dosya şikayetçisi ...’nın 14 nolu bağımsız bölüm ve birleşen dosya şikayetçisi ...’nın 38 nolu bağımsız bölüm hakkındaki ihalenin feshi taleplerinin kabulü ile bu taşınmazlara hasren ihalenin feshi gerekirken yanılgılı değerlendirme ve yazılı gerekçe ile istemin reddi yönünde hüküm tesisi ve Bölge Adliye Mahkemesince de istinaf başvurusunun esastan reddine karar verilmesi isabetsiz olup, bozmayı gerektirmiştir.

Adi Ortaklıkta Takip Ehliyeti

Yargıtay 12. Hukuk Dairesi 2018/16355 Esas ve 2019/18039 Karar

Alacaklı tarafından borçlu sıfatıyla ...... hakkında bir adet çeke dayalı olarak kambiyo senetlerine özgü haciz yolu ile ilamsız icra takibi yapıldığı, borçlulardan ... . Şti.nin icra mahkemesine yaptığı başvuruda; adi ortaklığın tüzel kişiliği olmadığından aleyhine takip yapılamayacağını ileri sürerek, ortaklık hakkında başlatılan takibin iptalini talep ettiği, İlk Derece Mahkemesince; adi ortaklığı oluşturan şirketlerin ayrı ayrı borçlu gösterilerek icra takibinin başlatıldığı gerekçesi ile istemin reddine karar verildiği, borçlu şirketlerin istinaf yoluna başvurusu üzerine Bölge Adliye Mahkemesince istinaf başvurusunun esastan reddine karar verildiği anlaşılmıştır.

Adi ortaklığın aktif ve pasif dava (takip) ehliyeti bulunmadığından, takibin veya davanın bütün ortaklar aleyhinde açılması zorunludur. Taraf ehliyeti kamu düzeninden olup mahkemece kendiliğinden göz önüne alınmalıdır.

Somut olayda, icra dosyasında mevcut takip talebi ve ödeme emrinde adi ortaklığı oluşturan ortaklar ile birlikte...-... İş Ortaklığı’nın da borçlu olarak gösterildiği ve adi ortaklık adına da ödeme emri çıkartıldığı dolayısıyla adi ortaklığı oluşturan şirketlerin ve adi ortaklığın ayrı ayrı borçlu olduğu neticesinin doğduğu, ancak takibe dayanak çekin incelenmesinde keşidecinin...-... İş Ortaklığı olduğu dolayısıyla asıl borçlunun da iş ortaklığı olduğu görülmektedir.

O halde; adi ortaklığın tüzel kişiliği olmadığından aktif ve pasif dava (takip) ehliyeti bulunmadığı dikkate alındığında, takip talebi ve ödeme emrinin, asıl borçlu ...-... İş Ortaklığı ana başlığı altında adi ortaklığı oluşturan şirketlerin borçlu hanesinde 1 ve 2 numara altında gösterilerek düzeltilmesi ve ödeme emri tebligatının da yalnızca iş ortaklığını oluşturan şirketlere çıkartılması gerektiğinden...-... İş Ortaklığı’na çıkartılan ödeme emri tebligatının iptaline karar verilmesi gerekirken istemin tümden reddi yönünde hüküm tesisi ve Bölge Adliye Mahkemesince de istinaf başvurusunun esastan reddi isabetsiz olup Bölge Adliye Mahkemesi kararının kaldırılması ve İlk Derece Mahkemesi kararının bozulması gerekmiştir.

Kıymet Takdiri Tarihi İcra Dairesince Fiilen Yapılan Keşif Tarihidir

Yargıtay 12. Hukuk Dairesi 2021/11307 Esas ve 2021/11023 Karar

7226 sayılı Kanun’un Geçici 1. maddesinin birinci fıkrasında bu düzenlemelerin, Covid-19 salgın hastalığının ülkemizde görülmüş olması sebebiyle yargı alanındaki hak kayıplarının önlenmesi amacıyla yapıldığı belirtilmiştir. Bu amaç doğrultusunda İİK’nun 128/a maddesinin 2. fıkrasındaki “Kesinleşen kıymet takdirinin yapıldığı tarihten itibaren iki yıl geçmedikçe yeniden kıymet takdiri istenemez. Ancak, doğal afetler ve imar durumundaki çok önemli değişiklikler meydana getiren benzer hallerde yeniden kıymet takdiri istenebilir.” düzenlemesinin incelenmesinde;

Hukuk Genel Kurulu'nun 26.02.1992 tarih ve 1992/4-70 E. - 1992/130 K. sayılı kararında da vurgulandığı üzere, İİK'nun 128. maddesinde öngörülen iki yıllık sürenin başlangıcı, sonradan kesinleşmesi koşulu ile kıymet takdirinin fiilen yapıldığı keşif tarihidir. Dairemizin yerleşik içtihatları gereğince; kıymet takdiri tarihi kural olarak icra dairesince fiilen yapılan keşif tarihidir ve satışın kıymet takdirinin esas alındığı tarihten itibaren 2 yıl sonra yapılması başlı başına ihalenin feshi sebebi olup bu hususun, 2 yıl içinde taşınmazın değerinde oluşacak muhtemel değişiklikler nedeniyle hem borçlu hem de alacaklı tarafın menfaatlerini korumaya yönelik bir düzenleme olması nedeniyle, kamu düzenine ilişkin olduğundan re'sen gözetilmesi gerekir.

Öte yandan; İİK’nun 128/a maddesinin 2. fıkrasında yer alan 2 yıllık sürenin, taraflar yönünden getirilen bir itiraz yada hak düşürücü süre niteliğinde olmayıp, taşınmazın değerinde oluşacak muhtemel değişimler nedeniyle taraf menfaatlerini korumaya yönelik bir süre olduğu tabii olup, söz konusu fıkranın son cümlesinde yazılı “doğal afetler ve imar durumundaki çok önemli değişiklikler meydana getiren benzer hallerde yeniden kıymet takdiri istenebilir.” düzenlemesi de, bu sürenin taşınmazın gerçek değerinden satılması amacına matuf olduğunu gösterir.

Tüm bu açıklamalar birlikte değerlendirildiğinde; 7226 sayılı Kanun’la getirilen durma sürelerinin, İİK’nun 128/a-2. maddesinde düzenlenen 2 yıllık süreyi kapsamadığının, aksi yorumun maddenin konuluş amacına aykırı düşeceğinin kabulü gerekir. İİK’nun anılan hükmünde güdülen amacın kesinleşen kıymet takdirinden sonra 2 yılın geçmesi halinde yeniden kıymet takdiri yapılması zorunluluğuna ilişkin olduğu açıktır. Kaldı ki; İİK’nun 128/a-2 maddesinin Dairemizin içtihatları ile taşınır satışlarında da uygulandığı düşünüldüğünde; pandemi sürecinde ülkemizdeki taşınır ve taşınmaz değerlerinde oluşan büyük artışlar nazara alındığında, kanunda düzenlenen 2 yıllık azami sürenin üzerine durma sürelerinin de eklenmesi ile daha da uzayacak sürenin, taşınmazın gerçek değerinden satılmasına engel olacağı ve tarafların hak kaybına uğramalarına neden olacağı açıktır.

Somut olayda; ihalenin feshi istemine konu taşınmazların kıymet takdiri işleminin, icra müdürlüğünce 20.02.2019 tarihinde yaptırıldığı, iki yıllık sürenin başlangıcı olan 20.02.2019’dan satış tarihi olan 22.03.2021 tarihine kadar İİK'nun 128/a-2. maddesinde öngörülen iki yıllık sürenin geçtiği görülmüştür.

O halde, İİK’nun 128/a-2. maddesinde düzenlenen 2 yıllık sürenin, 7226 sayılı Kanun’un Geçici 1. maddesinde yer alan durma hükümlerine tabi olmadığı nazara alınarak, kesinleşen kıymet takdirinin yapıldığı 20.02.2019 tarihinden itibaren iki yıldan fazla süre geçtikten sonra 22.03.2021 tarihinde ihale gerçekleştirildiğinden ve bu hususun kamu düzeni nedeniyle re'sen gözetilmesi gerektiğinden, İlk Derece Mahkemesince şikayetin kabulü ile ihalenin feshine karar verilmesi yerinde olup, Bölge Adliye Mahkemesince alacaklının istinaf başvurusunun esastan reddi yerine yazılı şekilde hüküm tesisi isabetsiz olup kararın bozulması gerekmiştir.

Gerekçeli Karar ile Kısa Kararın Uyumlu Olması Gereklidir

Yargıtay 8. Hukuk Dairesi 2021/564 Esas ve 2021/3301 Karar

6100 sayılı HMK'nin 298/2. maddesine göre, gerekçeli karar, tefhim edilen hüküm sonucuna aykırı olamaz. Kısa kararla gerekçeli karar arasındaki uyumsuzluk mahkemelere olan güveni sarsar. Hükümlerin kurulmasında esas olan kısa karardır. Gerekçeli karar ile kısa kararın uyumlu olması gerekir.

Bu konuya ilişkin 10.04.1992 tarihli ve 1991/7 Esas, 1992/4 Karar sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararında; “1.Kısa kararla gerekçeli kararın aykırı olması bozma nedenidir. 2.Yerel mahkeme bozmadan sonra önceki kısa karara bağlı olmaksızın çelişkiyi kaldırmak kaydıyla hâkimin vicdani kanaatine göre karar verebilir.” denilmiştir. Hüküm, bu nedenle HMK'nin 298/2. maddesine, tarih ve numarası anılan Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararına aykırı olarak tesis edilmiştir. Mahkemece yapılacak iş, HMK'nin 294, 297 ve 298. maddelerine uygun şekilde, yukarıda açıklanan uyumsuzluk ve çelişkiyi giderecek şekilde, davanın esası hakkında yeniden bir karar vermekten ibarettir. Hükmün açıklanan bu sebeple bozulması gerekmiştir.

III. SONUÇ

Pratik uygulama alanı içerisinde çok kere itilafa düşülen konuların bir kısmı yukarıda bahsi geçen yargı kararları ile örneklendirilerek gösterilmiştir. Buna göre takip hukukundan doğan ve kamu düzenine etki eden tüm uyuşmazlıklar hakkında icra mahkemesince karar verilebileceği, bazı durumlarda taraflarca ileri sürülemeyen hallerin dahi hakim tarafından resen dikkate alınarak uyuşmazlığın çözümüne gidilebileceği, kamu düzeninden sayılan bazı hallerin kanunda açıkça gösterilen süre içerisinde taraflarca ileri sürülmemesi halinde bu durumda süresiz şikayetten bahsedilemeyeceği, her hâlükârda kamu düzenini ilgilendiren ve uyuşmazlığın doğmasına sebebiyet veren hadise hakkında takibin sonuçlanmasına kadar olan sürede bu durumun ileri sürülmesi gerektiği hususlarına dikkat edilmesi gerekmektedir.

Öte yandan icra dairesince, müdürlük önüne gelen iş ve işlemlerde başta icra ve iflas kanunu ve diğer mevzuat hükümlerine bağlı kalınarak taraf taleplerinin çözümlenmesi hakkında iş ve işlemlerin yapılması açıkça kanunun hilafına sayılabilecek hususların dikkatlice hukuki nitelendirmeden geçirilerek taraf taleplerinin gerekçeli bir şekilde hüküm ve karar altına alınmasında fayda bulunmaktadır.