Şeyh San’an’ın hikayesi çok meşhurdur. Hele Mantıkut-Tayr’daki anlatımı, inanın bir harikadır. Kendisi, etrafında dervişleri olan, ders halkası bulunan bir ermiş kişidir.

Şeyhin gönlü bir gün Papaz’ın kızına düşer. Aşk ateşi öyle bir yakar ki Şeyhi... Kapısından ayrılmaz kızın. En sonunda babasından ister bu kızı. Babasının ve kızının ise şartı çok ağırdır. Şeyh’ten dinini değiştirmesini, kilisenin koyunlarına çoban olmasını ister. Kara sevdalı Şeyh, çaresiz kabul eder, beline Zünnarı bağlar, boynuna ise haçı takar. Kilisenin koyunlarını gütmeye başlar.

Etrafındaki o kalabalık halka dağılmıştır. Bir avuç talebesi hariç diğerleri bırakmıştır Şeyhi. İşte bu vefa ehli talebeler bir başka gönül ehline giderler, anlatırlar Şeyhlerinin durumunu.

O da der ki, sakın bırakmayın Şeyhinizi. Onun koyun otlattığı yere gidin, karşısına geçin ve yine sanki başınızda imişçesine zikrinizi yapın. Giderler bu vefalı talebeler, denileni yaparlar. Şeyh, bir anda uyanır rüyasından, belindeki Zünnarı çözer, talebelerine koşar, eşi de arkasından gelir. Şeyh San’an yeniden halkanın başına geçmiştir. Yeniden o çevrenin gönül tahtına oturmuştur.

Bu hikaye beni hep etkilemiştir. Hayat, gönül dünyamızdan hep alıp götürüyor bir şeyleri. Daha fazlasını istemek, elimizdekine kanaat etmemek ya da  görünmek, bilinmek, takdir edilmek duyguları, çizgimizi eğip bükebiliyor, bize hatalar yaptırıyor. Görmüşsünüzdür, çeşmelerin altındaki mermerler bile zamanla aşınıyor.

Korkum şu: Bir gün aşındığım zaman, yıprandığım zaman hata yaptığım zaman ne olacak? Kalacak mıyım yüzüstü? Nasıl kalkar doğrulurum? Gücüm kalır mı? Gönül ibrem hala doğru ve güzeli gösterir mi?

Düşenin dostu olmaz sözünün aksini anne-babalar ne güzel ispat eder. Çocuklarının her düşüşünde yanındadırlar. İşte tam da bu yüzden adları anne-baba olur, veli olur onların. Dostlar için de aynısı değil midir? Bu yüzden derler ya hakiki dost zor zamanda belli olur diye. Hele bir de kara gün dostu diye tabirimiz vardır ki, bu kavram da tam bu konuyu anlatır.

Mali durumu bozulana, hastalanana yardım daha kolaydır, düşküne el uzatmak daha keyiflidir. Zor olan, büyük hatalar yapana yardım edebilmektir. Zira bu zamanlarda herkes kaçar bu insanlardan. Kapılar kapanır, yüzler döner. İşte tam da anlatmak istediğim budur.

İnsanın evi, çevresindekilerin gönlüdür, kalbidir. Hata yapan insanlara eğer gönül kapıları kapanırsa nereye dönecekler? Evsiz, yurtsuz kalmayacaklar mı? Işıkları olmayan bir çölde bir daha nasıl bulacak bu insanlar yollarını? Nasıl doğruyu bulacak kalp ibreleri.

Sevgili öğrencilerim ve dostlarım.

Kara gün dostu olmak gerek. Zor zamanlarda olmak bulunmalı dostun yanında. Ama asıl daha önemlisi, arkadaşımız, dostumuz ve kardeşimiz hata yaptığında, çizgileri saptığında yeniden tutabilmeli elinden.

Ben kendi adıma rahatlıkla şunları söyleyebilirim. Fakirliğe dayanırım, yokluğa alışırım, zor zamanlarda yaşarım. İnanın bir yardım beklemem kimselerden. Gücenmem de... Ama, ya eğer yolum ve çizgim saparsa, ayaklarım sendelerse ve düşersem? Güzel ve iyiden ayrılırsam, dürüstlük iddiamı kaybedersem? İşte benim asıl düştüğüm an da budur.

Sizden tek isteğim, ne olur.... düşersem bırakmayın ellerimi...


(Bu köşe yazısı, sayın Prof. Dr. Tekin MEMİŞ tarafından www.hukukihaber.netsitesinde yayınlanması için kaleme alınmıştır. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısının tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısının bir bölümü, aktif link verilerek kullanılabilir. Yazarı ve kaynağı gösterilmeden kısmen ya da tamamen yayınlanması şahsi haklara ve fikri haklara aykırılık teşkil eder.)