Çalışmak ve hakettiğini almak kadar güzel bir şey yok herhalde dünyada. Kimselerin elindekine bakmadan kazandığı bir lokma kadar yemek ve yetinmek de öyle.
Bu hikaye bana çok şeyler anlattı hep. Bir kere kimselerden bir şey beklemeden yaşamayı, sonra istememeyi. Aza kanaat etmeyi ve hepsinden de öte azdan da verebilmeyi. Vermek için çok kazanmayı beklemeden vermeyi. Bu çolak adamın dediği gibi, maharet bu elle verebilmek.
Bugünün bize bulaştırdığı hastalık emeksiz ve zahmetsiz kazanmak. Hep istiyoruz hep daha iyisi ve daha çoğu olsun diyoruz ama gayret yok, çaba yok. Hele hele kanaat hiç yok. Bugünün amansız hastalığı bu. Azla yetinmek ve kazandığına kanaat etmek kadar büyük bir hazine mi var ki?
Ben Uzunyol’daki dilencilere benzetirim bir çoğunu hayatta. Bunlar o gün o çolak adamdan para isteyen dilencinin modern versiyonlarıdır. Haketmediklerini isteyenleri bu sınıfa sokarım mesela. Hiç kazanmadıklarını hayattan bekleyenleri de öyle. Ya da sağında ya da solundakilerin elindekilerden kendilerine hisse bekleyenler.
Galiba en azından bu yönüyle kimsenin elindekine göz dikmedim ve bu konuda rahatım. Çalışmadığım çabalamadığım bir karşılık beklemedim. Kimselerden lütuf, hediye beklentim de olmadı. Her zaman duam, Rabbim beni kimsenin eline baktırma oldu.
Sevgili öğrencilerim ve dostlarım.
Hayat bazen az veriyor bazen çok. Ama kanaat varsa, azla çok arasındaki fark kalkıyor. Çalışın ve bunun karşılığını bekleyin. Kimselerin kazandıklarıyla uğraşmayın ve onlardan lütuflar beklemeyin.
Ne zaman aksi davranışları görsem hep hikayesini dinlediğim o çolak adam gelir aklıma. Rahmetle anılır diye satırlara döktüm onu bu gece.Hikayesini babamdan dinledim. Babam, o gün babasının bir adım gerisinde yürüyen ve olanlara şahitlik eden oğuldu.
O çolak kolu ile hep veren ama hiç almayan adam da dedem Çolak Şükrü idi. Nur içinde yatsın.