Yine hasta yatağında olan babamdan bir hatıra ile başlamak istiyorum. Babam köyünü çok severdi. Çankırı’nın kıraç ve susuz bir köyünde doğmuştu. Tatlı su bulmanın oldukça zor olduğu bir köy, Ünür köyü! Köyün ve etrafın çoğu kuyu ve pınarının suyu içilemeyecek kadar acı idi. Gelişmemiş olması da cabası. Babama bir gün köyü özleyip özlemediğini sormuştum. Dedi ki “oğlum bazen damarlarımda köyün acı suyunun dolaştığını hissediyorum”. Köyüne özlem herhalde bu kadar güzel anlatılabilirdi.
Aslında babam aidiyetini anlatıyordu. Dağını, ormanını, Acı Deresini, acı suyunu, zorluklarını bile sevdiği köyüne aidiyetini ifade etmişti. Damarlarında dolaşan sadece köyün acı suyu değildi. Bütün hayatı, hatıraları idi. Babam kendini oraya ait hissediyordu.
Ümit Meriç Hanımdan dinlemiştim. Hafızam yanıltmıyorsa Osmanlı sultanlarının sonuncusunun İstanbul’a defnine izin verilmeyince Şam’a defnedilmesi ile ilgili anlatmıştı. Bunu değerlendirirken şöyle demişti. Esasen fark etmezdi, zira son Osmanlı Sultanı için İstanbul ne ise Şam da aynısı idi; orası da memleketin toprağı idi. Bu cümleler de bana aidiyeti ifade ediyor.
Yurtdışında akademik çalışmalarımda oradaki Alman hocalar, Üniversite’de kalmamı teklif etmişlerdi. Ailemi getirirsem lojman vereceklerdi. Türkiye’de aldığımın yaklaşık dört katı maaş da teklif etmişlerdi. Çok düşünmedim bunu reddetmek için. Zira inanın ben kendimi hep bu topraklara ait hissettim. Yaşamak zor da olsa, zorlukları da olsa hatta bazen Necip Fazıl’ın tabiri ile bir mücrim gibi takip edilsek de ben her zerremle bu topraklara aidim. Aradan geçen onca yıl ve onca zorluk bu düşüncemi zerre kadar değiştirmedi, red kararımdan hiç pişmanlık duymadım. Ben verebileceğim az ya da çok ne varsa kendi topraklarıma vermeliyim diye düşündüm hep.
Yeni nesle bakınca onlarda eksik olanın aidiyet duygusu olduğunu görüyorum. Kendilerini bu topraklara ait hissetmiyorlar. Daha güzel ülkelerde yaşamak en büyük arzuları. 23 Nisan Bayramı’nda bir çocuğumuzun ilerideki hayalinin Alman vatandaşlığı olması gibi. Hüzün verici bence.
Aidiyet duygusunun kırılmasına her kesimde şahit oluyoruz. Sağcısında da solcusunda da. Dindarında da dine uzağında da.
Neden bu hale geldiğimizi sorgulamamız gerek. Bir kere siyasetin kutuplaştırıcı etkisini, insanların kamplaştırılmalarını başa koymak gerek. Ananı da al git, beğenmiyorsan git, yolları, köprüleri yaptık, -sanki şahsi parasından yapmış gibi- hastaneleri yaptık buradan beğenmeyenler gelip yararlanırlar gibi cümleler son derece rencide edici. Bu milletin makamları, hizmet makamıdır. Yavuz Sultan gibi hakim değil hadim (hizmetçi) olunmalı. Bu arada kendi adıma da belirtmem gerekir ki, büyüklerimden duyduğum “koministler Moskova’ya” cümlesini ben de çocukluğumda yollarda bağırmadım değil!
Sonra biz büyükler de suçluyuz bence. Bu ülkeden adam olmaz daha da beter olsun cümleleri çocuklarımızın iyice aidiyet duygularını kırmakta. Belki sormamız gerek, güzel olması için biz ne yaptık?
Güzel şeyler olabileceğini yeniden göstermeliyiz. Ümitleri tazelemeli, yaraları sarmalıyız. Hangi görüşte olursa olsun herkesin aidiyetini zerrelerine kadar hissedeceği ülkeyi yeniden inşa etmeliyiz. Ülkenin içinde ruhen “vatansız” insanlar yetiştirmemeliyiz.
İyisi ile kötüsü ile sevebilmektir aidiyet. Taş taş örmektir aidiyet.
Hatıralar biriktirmek gerek yeni nesilde. Muhafazakâr kesimin nargile kafelerde biriktirdiğinden, günahlarını umrelerde temizlediğinden değil ama. Ya da solun sol el sıkıp her şeye başkaldırmasında da değil.
Güzel anılar biriktirmekten bahsediyorum. Sokaktaki dükkândan yolda devriye gezen polise kadar tebessüm etmeli insanına. Camiden çıkan ihtiyarın elinden mahalleli çocuk tutabilmeli. Oruç tutmasa da yan komşuya bir tas çorba gidebilmeli. Alevi vatandaşın inancının da güzellikleri konuşulabilmeli. Yeniden başka partiden de olsa ekmeğine, emeğine saygı duyulabilmeli. Yeni neslin ümitleri kırılmadan çalışınca hak ettiğini alabileceğine inanmalı. Kimseyi tanımasa bile, torpili olmasa bile yandaş olmasa bile aş ve iş bulacağından endişesi olmamalı.
Eğer bunlar olursa aidiyet olur. Yaşanacak ülke olur ve herkes bir nebze de olsa bu ülkeyi yaşatmak için uğraşır.
Sevgili dostlarım ve öğrencilerim.
Dedim ya ben kendimi zerre zerre bu topraklara ait hissediyorum. Sizleri de bir parçam olarak görüyorum.
Nereye giderseniz gidin, ülkenizin içinden anılarınızı beraber götürün yanınızda.
Benim gördüğüm şudur bu ülkede: Toprağı kıraçtır, taşlıdır tarlası. Zordur ekmek-biçmek ve suyu çoğu kez bizim köyün suyu gibi acıdır.
Ama bir avuç sevgi attığınızda bu topraklara inanın bin başak verir. Hava buz olsa da hava kara kış olsa da.
Hadi gönlünüzden bir avuç tohumu bırakıverin toprağa, baharlar daha çabuk gelsin diye, güller açsın diye.
Nice güzel bayram dileklerimle.