1. Müdafi Olmadan Tutuklama Kararı Verilebilir mi?
Tutuklama koruma tedbiri, 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 100. maddesi ve devamında düzenlemiş olup, zorunlu müdafilik aynı Kanunun farklı hükümlerinde (CMK m.74/2, 91/7, 101/3, 147/1-c, 150/2, 150/3, 204, 244/4, 247/4) düzenlenmektedir.
Öncelikle belirtmek isteriz ki, yazımıza konu tartışma, yargılamada zorunlu müdafiliği gerektiren bir halin olmadığı durumlarda geçerlidir. Eğer zorunlu müdafiliği gerektiren bir durum varsa, verilecek kararlarda zorunlu müdafinin duruşmaya katılması, işin doğası gereği, bir zorunluluk olarak düzenlenmiştir (CMK m.33, m.151, m.188/1). Zorunlu müdafinin duruşmaya katılması müdafi bakımından bir görev olduğu kadar, mahkemeler bakımından da önem arz etmektedir. Öyle ki, zorunlu müdafiin mazeretsiz olarak duruşmaya gelmemesi durumunda, CMK m.151/1’e göre derhal yeni bir müdafi görevlendirilmesi için gerekli işlemler yapılacak, yargılama devam etmeyecek, duruşmaya ara verilecek veya başka bir tarihe ertelenecektir. (151. madde ile 188. madde arasında çelişki olduğu söylenebilirse de, özel hüküm olan ve kişi hak ve özgürlüklerini koruyan 151. maddenin öncelikle uygulanması gerekeceği söylenmelidir). Bu sebeple yazımızın esas konusu, sanığın hiç müdafiinin bulunmadığı veya ihtiyari müdafiliğin sözkonusu olduğu, ancak sanık müdafinin duruşmada hazır bulunmadığı ihtimalde, tutuklamanın devamına veya hükümle birlikte tutukluluk kararı verilip verilemeyeceğidir.
Kovuşturma evresinde sanığın tutuklanmasına Cumhuriyet savcısının istemi üzerine veya re’sen mahkemece karar verilir (CMK m.101/1). Tutuklama talep edildiğinde; şüpheli veya sanık kendi müdafiinden, yoksa baro tarafından görevlendirilecek zorunlu müdafiin hukuki yardımından yararlanmalıdır (CMK m.101/3). Dolayısıyla, sanık müdafiinin hazır bulunmadığı duruşmada, sanık hakkında tutuklama kararı verilemeyecektir. Müdafiin ilk tutukluluk hakkında savunmasının alınmaması açıkça Kanuna aykırılık teşkil eder.
Talep olmaksızın kovuşturmada mahkeme tarafından şartlar oluştuğundan bahisle sanığın re’sen tutuklanması mümkün olabilir ki, bu durumda da sanığın yanında avukatının bulunmasının gerekip gerekmediği hususu tartışmalıdır.
Bu konuda görüş farklılığının olduğu, görüşlerden ilkine göre; kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının önemi, suçsuzluk/masumiyet karinesi devam ederken tutuklamanın tatbiki, İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi m.5 ile Anayasa m.19’un kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına sağladığı güvenceler, insan hak ve hürriyetlerinin, özellikle şüpheli ve sanık haklarının gözetilmesi bakımından CMK m.101/3’ün birey lehine kıyasen uygulanabileceğine dair görüş dikkate alındığında, ilk tutukluluk dışında da diğer tüm değerlendirmelerde CMK m.101/3 ve m.108/1’in son kısmında yer alan müdafiin dinlenilmesi usulünün tatbikinin gerektiği, ancak m.108/1’in lafzına da uygulamada bağlı kalınıp, ya şüphelinin veya sanığın veya müdafiinin dinlenmesiyle yetinildiği, hatta hükümde şüpheli veya müdafii dinlenilmek suretiyle karar verilir ibaresi yer almasına rağmen, dinlemeden dosya üzerinden karar verilmeye çalışıldığı, bu tür bir yöntemin de açıkça Kanuna aykırı olduğu ifade edilmektedir.
Diğer görüşe göre ise; ilk tutukluluk dışında da Kanunun açık hükümlerine bağlı kalmak gerektiği, buna göre müdafiin hukuki yardımından yararlanmanın CMK m.149’da açıkça düzenlendiği, fakat bunun bir zorunlu müdafilik olmadığı, özellikle m.149/3’de şüphelinin veya sanığın yanında müdafiinin olma ve ona hukuki yardım hakkının engellenemeyeceği ve kısıtlanamayacağından bahsedildiği, zorunlu müdafiliğin CMK m.150’de tanımlandığı, esas olanın isteğe bağlı müdafilik olduğu, suçlama altında olan çocuğa, kendisini savunamayacak olanlara, sağır ve dilsizlere ve alt sınırı 5 yıldan fazla hapis cezasını gerektiren suçlardan dolayı yapılan soruşturma ve kovuşturmalarda talebi aranmaksızın şüpheliye ve sanığa avukat görevlendirileceği, bunun dışında ilk tutukluluk bakımından CMK m.101/3’de zorunlu müdafiliğin öngörüldüğü, yine CMK m.108/1’in son kısmına göre şüphelinin veya m.108/3’ün atfı ile kovuşturmada sanığın müdafiinin dinlenmesinin gerektiği, bunun dışında tutuklama tedbiri bakımından şüpheli veya sanık yanında avukat bulunma zorunluluğunun aranmadığı, her ne kadar konu suçsuzluk/masumiyet karinesi altında yargılanan şüphelinin veya sanığın kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının son çare niteliği taşıyan tutuklama tedbiri ile kısıtlanması gündeme gelse de, Kanunun açık hükmü olmadıkça yasal düzenlemenin bu yönde olduğu, kaldı ki kovuşturma aşamasında mahkemenin duruşmada veya hükümle tutuklayacağı durumda, birazdan sizi tutuklayacağım, avukatınız nerede veya size avukat bulalım gibi sorgu ve savunma içermeyen vaziyette sırf şekil yerine gelsin ve usuli güvence sağlansın diyerek avukat bulundurmanın ve bu aşamada savunma almanın bir anlamının da olmayacağı düşünülmektedir.
Kanaatimizce; CMK m.101/3 hükmü zorunlu müdafiliğin bir görünümü olup, soruşturma ve kovuşturma aşamalarında yapılan tüm tutukluluk incelemelerinde uygulanmalıdır. Yalnızca, tutuklu olmayan sanığın hüküm ile birlikte mahkemece re’sen tutuklanmasının gündeme geldiği durumda ortada bir tutuklama talebi olmadığından avukatın bulunması aranmayacaktır. Kanunun öngördüğü çerçevede tutuklama tedbirinin tatbikini mümkün kılan şekil ve şartların varlığı gündeme geldiğinde, her ne kadar Kanuna göre şüphelinin veya sanığın isteminin olmadığı durumda her tutukluluk bakımından müdafiin hukuki yardımının zorunlu olmayacağı, yanında avukat olmaksızın tutuklama tedbiri ile ilgili aleyhe verilen karar ve yapılan tasarrufların usuli güvenceyi ihlal etmeyeceği ileri sürülse de, zorunlu müdafiliğin gerekli olup olmadığına bakılmaksızın, tutuklama tedbirinin şüphelinin veya sanığın aleyhine tatbikinin gündeme geleceği her durumda, talebe bağlı olmaksızın hukuki yardımla ilgili gerekli usuli güvencenin sağlanmasında şartlar bellidir; neyle suçlandığı, neden tutuklanabileceği, yargı merciinin kullandığı dili bilmiyorsa ve anlamıyorsa anlayabileceği dilden şüpheliye veya sanığa tercümesi, yanında avukat bulunup hukuki yardımı sağlaması ve tutuklulukla ilgili tasarrufa karşı hangi kanun yoluna gidilebileceğine dair tüm usuli güvencelerin şüpheliye ve sanığa temini zorunludur.
Belirtmeliyiz ki; soruşturma aşamasında talep olmaksızın re’sen sulh ceza hakimliğinin tutuklama yetkisi bulunmamaktadır. Aynı şekilde; soruşturma aşamasında savcının adli kontrol tedbirini talep ettiği durumda, hakim bu talebi aşıp şüphelinin tutuklanmasına karar veremez. Ancak bu usul kovuşturmada farklı işler, müdahil, yani katılanın veya Cumhuriyet savcısının talebi olsun veya olmasın veya talebi adli kontrol olmakla birlikte, günün sonunda taleple bağlı olmayan mahkeme talebi reddedebileceği gibi, talebi kabul edebilir veya tutuklama talebi olmayıp da yalnızca adli kontrol talep edildiği durumda da, adli kontrol yerine tutuklama kararı verebilir. Bu yönden de işin soruşturma ve kovuşturma aşamalarını ayrı değerlendirmek ve ele almak gerekir.
CMK m.289/1-a’da, mahkemenin kanuna uygun şekilde teşekkül etmemesi hukuka kesin aykırılık hali olarak belirtilmiştir. Müdafiin savunması alınmaksızın tutuklama kararı verildiği durumda, mahkemenin CMK m.101/3’e uygun şekilde teşekkül etmediği aşikardır. Dolayısıyla; sanığın kendi seçtiği müdafii varsa ve mazeretsiz olarak duruşmalara katılmıyorsa, bu davranış hakkın kötüye kullanılması olarak değerlendirilip, sanığa CMK m.101/3 kapsamında zorunlu müdafii görevlendirilmeli, tutukluluk kararı müdafii yokluğunda verilmemelidir. Zorunlu müdafiinin duruşmaya katılmadığı ihtimalde ise, derhal yeni bir müdafii atanması için gerekli işlemler yapılmalıdır.
Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 06.12.2016 tarihli, 2016/939 E. ve 2016/465 K. sayılı kararında;
“(…) 5271 sayılı CMK zorunlu müdafilik sistemini, önemli ölçüde genişletmiştir. 5271 sayılı CMK’na göre; müdafii bulunmayan şüpheli veya sanığın, çocuk, kendini savunamayacak derecede malul veya sağır ve dilsiz olması (150/2. md.), soruşturma veya kovuşturma konusu suçun cezasının alt sınırının beş yıldan fazla hapis cezasını gerektirmesi (150/3. md.), resmi bir kurumda kusur yeteneğinin araştırılması için gözlem altına alınmasına karar verilecek olması (74/2. md.), tutuklama talebiyle mahkemeye sevk edilmesi (101/3. md.), davranışları nedeniyle, hazır bulunmasının duruşmanın düzenli olarak yürütülmesini tehlikeye sokacağı anlaşılan sanığın yokluğunda duruşma yapılması (204/1. md.) ve kaçak sanık hakkında duruşma yapılması (247/4. md.) hallerinde, şüpheli veya sanığın istemi bulunmasa hatta açıkça müdafi istemediğini beyan etse bile müdafi görevlendirme zorunluluğu bulunmaktadır”.
Açıklamasına yer vererek, CMK m.101/3 hükmünün zorunlu müdafilik kapsamında kaldığına işaret etmiştir. Dolayısıyla; müdafii bulunmaksızın tutuklama incelemesi yapılması durumunda zorunlu müdafiilik tesis edilmediğinden, mahkemenin kanuna uygun teşekkül etmediği sonucuna varılacaktır.
Yargıtay 16. Ceza Dairesi’nin; tutuklu sanığın, CMK m.108’e göre duruşmalarda ve periyodik olarak yapılan tutukluluk incelemelerine katılan müdafiinin bulunmadığını, bu durumun mahkemenin kanuna uygun teşekkül etmediği anlamına geldiğini, CMK m.101/3’e muhalefet edildiğini ortaya koyduğu, 30.10.2018 tarihli, 2018/2033 E. ve 2018/3686 K. sayılı kararında;
“(…) müdafisiz tutuklama yargılaması yapılamaz (CMK. 101/3). ... CMK’nın 102. maddesinde öngörülen tutukluluğu uzatma kararları, Cumhuriyet savcısının şüpheli veya sanık ile müdafiinin görüşleri alındıktan sonra verilir (CMK. 102/3), (Ünver/Hakeri, Ceza Muhakemesi Hukuku 3. baskı syf. 222). (…) tutukluluk yargılamasında sadece soruşturmada değil, kovuşturma aşamasında da müdafiin bulunması ve tutukluluk hususunda görüşünün alınması zorunluluğuna işaret edilmiştir.
Somut olayda silahlı terör örgütü üyeliği suçundan CMK’nın 101/3 maddesi gereğince tutuklamaya sevk edilip tutuklu olarak yargılanan sanığın; yargılama aşamasında kendisinin seçtiği bir müdafii bulunmadığı gibi, CMK’nın 156. maddesi gereğince re’sen müdafi görevlendirilmeyerek bulunduğu hal nedeniyle, delillere erişme ve savunma hazırlama imkanları itibariyle çelişmeli yargılamanın gereği olan ‘silahların eşitliği’ ilkesinin ve Anayasanın 36, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 6. maddeleri ile teminat altına alınan adil yargılama hakkının ihlali sonucunu doğuracak biçimde, adaletin selameti açısından gerekli olan müdafiinin hukuki yardımından yararlandırılmadan yargılama yapılıp sorgusu tespit edilmek ve hüküm kurulmak suretiyle savunma hakkının kısıtlanması sonucunu doğuracak biçimde CMK 101/3, 188/1 ve 289/1-a-e maddelerine muhalefet edilmesi”,
Kanuna aykırı bulunmuştur[1].
Yine Yargıtay 16. Ceza Dairesi’nin 26.02.2019 tarihli, 2018/5940 E. ve 2019/1211 K. sayılı kararında;
“(…) Somut olayda silahlı terör örgütü üyeliği suçundan CMK’nın 101/3 maddesi gereğince tutuklamaya sevk edilip tutuklu olarak yargılanan sanığın, 05.10.2017 tarihli duruşmada müdafisinin bulunmadığı, 25.01.2018 tarihli duruşma aşamasında ise müdafisinin bulunduğu ancak sanık müdafiinin bu duruşma için mazeret dilekçesi gönderdiği, mahkemenin de ara karar ile söz konusu mazeret dilekçesinin reddine karar vererek CMK’nın 188/1 maddesine aykırı hareket ettiği anlaşılmakla bulunduğu hal nedeniyle, delillere erişme ve savunma hazırlama imkanları itibariyle çelişmeli yargılamanın gereği olan ‘silahların eşitliği’ ilkesinin ve Anayasanın 36, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 6. maddeleri ile teminat altına alınan adil yargılama hakkının ihlali sonucunu doğuracak biçimde, adaletin selameti açısından gerekli olan müdafiinin hukuki yardımından yararlandırılmadan yargılama yapılıp sorgusu tespit edilmek ve hüküm kurulmak suretiyle savunma hakkının kısıtlanması sonucunu doğuracak biçimde CMK 101/3, 150, 156, 188/1 ve 289/1,a-e maddelerine muhalefet edilmesi,”
Kanuna aykırı bulunmuştur. Bu kararı diğer karardan ayıran özellik, sanığın müdafii bulunmakla birlikte, görülen bir duruşmaya sanık müdafiinin mazeret sunarak katılamamasıdır. Mazeretin reddine karar verilmesine rağmen, CMK m.101/3 gereğince barodan müdafi görevlendirilmesi yapılmadan tutukluluk incelemesi yapılması kesin hukuka aykırılık kabul edilmiştir.
Yargıtay 16. Ceza Dairesi’nin 01.03.2018 tarihli, 2017/3793 E. ve 2018/521 K. sayılı kararında;
“5271 sayılı CMK’nın 101/3. maddesi gereğince tutuklanması istenen ve seçtiği bir müdafi de bulunmayan sanığa müsnet suçun niteliği ve ön görülen ceza miktarı gözetilmeksizin müdafi görevlendirilmesinin yasal zorunluluk olması karşısında; görevlendirilen müdafi refakatinde tutuklanması nedeniyle, delillere erişme ve savunma hazırlama imkanları itibariyle (AİHM Gregaceviç/Hırvatistan) çelişmeli yargılamanın gereği olan ‘silahların eşitliği’ ilkesinin ve Anayasanın 36, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 6. maddeleri ile teminat altına alınan adil yargılanma hakkının ihlali sonucunu doğuracak biçimde (AİHM Salduz/Türkiye), adaletin selameti açısından gerekli olan müdafi görevlendirilmeden yargılama yapılıp savunması tespit edilmek suretiyle savunma hakkının kısıtlanması”,
Kanuna aykırı bulunmuştur[2].
Her ne kadar CMK m.188/1’de, müdafiin mazeretsiz olarak duruşmaya gelmemesi veya duruşmayı terk etmesi halinde duruşmaya devam edileceği hükmü yer alsa da; tutuklama koruma tedbiri ile ilgili özel hüküm bulunduğu, müdafii bulunmadan sanık hakkında tutuklama kararı verilemeyeceği, aksi bir kabulün, “çelişmeli yargılama” ilkesi, adil/dürüst yargılanma hakkı ile kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkının ihlali anlamına geleceği, CMK m.149/3’göre kovuşturma aşamasında müdafiin sanığa hukuki yardımda bulunmasının engellenemeyeceğinin belirtildiği, sanık müdafiinin savunmasın alınmadan tutuklama kararının verilmesinin bu maddeye de aykırı olacağı, bunun yanında 188. maddede sadece duruşmaya devam edileceğinden bahsedildiği, sanık müdafii bulunmaksızın hüküm veya karar verilebileceğine dair açık bir anlatımın bulunmadığı, bu sebeple m.188’i duruşmadaki usuli işlemlere devam edilebileceği ve sanık aleyhine karar verilmesinin yine mümkün olmadığı şeklinde yorumlamak gerektiği, CMK m.101/3’ün zorunlu müdafiliği düzenlediği, zorunlu müdafiinin duruşmaya katılmasının mahkemenin teşekkülünde kurucu rol aldığı, CMK m.33 gereğince duruşmada, duruşmaya katılması zorunlu olan müdafi dinlendikten sonra karar verilebileceği görüşündeyiz.
Bununla birlikte; Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 05.11.2020 tarihli, 2018/153 E. ve 2020/446 K. sayılı kararında;
“(...)Uyuşmazlığa konu, 5271 sayılı CMK’nın ‘Tutuklama kararı’ başlıklı 101. maddesinin üçüncü fıkrasında tutuklama istenildiğinde, şüpheli veya sanığın kendisinin seçeceği veya baro tarafından görevlendirilecek bir müdafinin yardımından yararlanacağının düzenlendiği, hukuki niteliği bakımından bir koruma tedbiri olan tutuklamada dosyaya erişim ve dosyadan örnek alma imkânı şüpheli veya sanığa tam olarak tanınmadığından müdafi zorunluluğu ilk aşama, yani ilk tutuklama talebi için öngörülmüş olup CMK’da tutukluluğun devamına ilişkin kararlarda ve sanığın tutuklu olduğu yargılamalarda müdafi atanmasına ilişkin zorunluluk hâli düzenlenmemiştir.
Sanık K1’nın soruşturma aşamasında alınan ilk ifadesi müdafi huzurunda alındığı gibi, sorgusunda da CMK’nın 101/3. maddesine uygun olarak müdafiinin hazır bulunduğu, kovuşturma aşamasında ise müdafi seçecek durumda olmaması ve bir müdafinin yardımından faydalanmak istemesi halinde, kendisine baro tarafından bir müdafinin görevlendirilebileceğine yönelik hakkı da hatırlatıldığında, sanığın müdafi yardımından yararlanmak istemediğini beyan ederek savunmasını yaptığı ve hakkındaki tüm delillerden haberdar olduğu,
Özel Daire bozma ilamında yer alan ve AİHM’nin oluşturduğu bir kavram olan ‘adaletin selameti’ ilkesinin, Ceza Muhakemesi Hukukunda adli yardım müessesesinin konusu olarak tanımlandığı ve kişinin maddi olanaklarının avukat tutmaya elverişli olmadığı hallerde re’sen atanacak bir avukatın yardımından ücretsiz olarak yararlanma hakkını ifade ettiği, (…) tutuklanması amacıyla sevk edildiği sulh ceza hâkimliğinde CMK’nın 101/3. maddesi uyarınca kendisine zorunlu olarak müdafi atanan sanık hakkında kovuşturma evresinde, CMK’nın 147/1-c maddesindeki hakkından haberdar edilen ve müdafi talebinde bulunmayan sanığın müdafiye erişim hakkı da kısıtlanmadığından zorunlu müdafi atanmamasında bir isabetsizlik bulunmadığı ve sanığın savunma hakkının kısıtlanmadığı kabul edilmelidir”.
Şeklindeki açıklamalarıyla, yukarıda yer verdiğimiz Özel Daire kararlarının karşı oylarında yapılan açıklamaları doğru bulduğu, bu kapsamda, CMK m.101/3’ün ilk kez verilecek tutuklama kararları için düzenlendiği, kovuşturma aşamasında CMK m.108 uyarınca yapılacak tutukluluk incelemeleri için zorunlu müdafiliğin öngörülmediği belirtmiştir[3].
Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 05.11.2020 tarihli kararının isabetli olmadığı düşüncesindeyiz. Soruşturma aşamasında müdafii bulunduğu halde tutuklanan kişinin, kovuşturma aşamasında yapılacak tutukluluk incelemelerinde CMK m.101/3’de belirtildiği gibi Cumhuriyet savcısının tutukluluğun devamına karar verilmesini istediği durumda zorunlu müdafilik gündeme gelir. Sanığın istemi olmamasının hukuki bir sonucu yoktur. Zorunlu müdafiliğin doğal sonucu da sanığın isteminin görevlendirmede öneminin bulunmamasıdır. Ancak karara şu ihtimalde katılmak mümkün olabilir; sanığın aşamalarda tutuklu olmamakla birlikte, mahkeme re’sen mahkumiyet hükmü ile birlikte tutuklama kararı verdiği durumda, CMK m.101/3’de tutuklamanın istenmesinden bahsedildiğinden, zorunlu müdafiliğin gerekmeyeceği söylenebilir. Bu konu ile ilgili son düşüncemiz, tutuklulukla ilgili usuli güvencenin sağlanmasının şüphelinin veya sanığın yanında en az bir avukat bulunması ile mümkün olabileceği yönündedir
2. Değerlendirme
Öncelikle belirtmeliyiz ki; sanık hakkında adli kontrol hükümlerinin uygulandığı yargılamalarda, CMK m.112/1’in mefhumu muhalifinden anlaşıldığı üzere, sanığın adli kontrol tedbirlerine aykırı davranmadıkça hakkında tutukluluk kararı verilmesinin kanuna ve hukuka uygun olmayacağı tartışmasızdır.
Bunun yanında; yukarıda belirttiğimiz üzere, sanık hakkında ilk defa hükümle birlikte tutukluluk kararı verilebilmesi veya soruşturma aşamasında verilen tutukluluk kararının kovuşturma aşamasında yapılan incelemelerde devamına karar verilebilmesi için, CMK m.101/3 gereğince sanık müdafinin savunmasının alınması zorunludur. Kovuşturma aşamasında verilen her bir tutuklama kararı yeni bir tutuklamadır. Sanık müdafii bulunmaksızın ve CMK m.156’ya göre zorunlu müdafi görevlendirilmeksizin tutuklama kararı veya tutukluluğun devamına karar verilmesi, CMK m.289/1-a’da yer alan hukuka kesin aykırılık hallerinden mahkemenin kanuna uygun teşekkül etmemesi anlamına gelmektedir.
Yerleşik Yargıtay içtihadı incelendiğinde; tutukluluğun devamına dair kararlarda, sanık müdafinin veya zorunlu müdafiin olmamasının bozma sebebi yapıldığı görülmektedir. Bu sonuçtan yola çıkarak evleviyetle söyleyebiliriz ki, sanığın mahkumiyet hükmü ile birlikte tutuklanmasına karar verildiği durumlarda, sanık müdafinin yoksa zorunlu müdafinin savunması alınmalıdır. Aksi halde verilen tutukluluk kararı, sanığın Anayasa m.36 ve İHAS m.36’da yer alan adil yargılanma hakkı ile Anayasa m.19 ve İHAS m.5’de yer alan kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkını ihlal edecektir.
Prof. Dr. Ersan Şen
Av. Alperen Gözükan
(Bu köşe yazısı, sayın Prof. Dr. Ersan ŞEN tarafından www.hukukihaber.net sitesinde yayınlanması için kaleme alınmıştır. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısının tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısının bir bölümü, aktif link verilerek kullanılabilir. Yazarı ve kaynağı gösterilmeden kısmen ya da tamamen yayınlanması şahsi haklara ve fikri haklara aykırılık teşkil eder.)
------------
[1] Aynı yönde bkz. Yargıtay 16. CD., E. 2017/3697, K. 2018/3389, T. 16.10.2018; Yargıtay 16. CD., E. 2018/1505, K. 2018/2529, T. 12.9.2018; Yargıtay 16. CD., E. 2018/2543, K. 2018/2655, T. 18.9.2018; Yargıtay 16. CD., E. 2018/5250, K. 2019/1330, T. 28.2.2019; Yargıtay 16. CD., E. 2018/125, K. 2018/1049, T. 9.4.2018; Yargıtay 16. CD., E. 2018/1748, K. 2018/2291, T. 6.7.2018.
[2] Aynı yönde bkz. Yargıtay 16. CD., E. 2017/3692, K. 2018/348, T. 12.2.2018; Yargıtay 16. CD., E. 2017/3987, K. 2018/749, T. 14.3.2018; Yargıtay 16. CD., E. 2017/3706, K. 2018/424, T. 20.2.2018.
[3] Aynı yönde değerlendirme için bkz. https://www.hukukihaber.net/zorunlu-mudafiligin-siniri (Erişim Tarihi: 22.06.2023).