Hukuka aykırı yol ve yöntemle elde edilen delilin yargılamada kullanılamayacağı tartışmasızdır. Basit veya kişi hak ve hürriyetlerini ihlal etmeyen hukuka aykırılıklar yoluyla elde edilen delilin şüpheli veya sanık aleyhine kullanılabileceğine dair fikirler olsa da, yazılı hukuk sisteminde normlar hiyerarşisinin tepesinde olan Anayasa m.38/6 uyarınca hukuka aykırı delillerin ve hatta bu deliller yoluyla elde edilen delillerin yargılamada şüpheli veya sanık aleyhine kullanılması, bu kapsamda şüphelinin tutuklanması veya sanığın mahkumiyetine karar verilmesi hukuka aykırıdır. Anayasa m.38/6’ya göre; “Kanuna aykırı elde edilmiş bulgular, delil olarak kabul edilemez”.

Burada tartışma konumuz, kovuşturma aşamasında sanık veya sanıkların sorgusu yapıldıktan sonra CMK m.206’ya göre ortaya koyulup tartışılacak delillerin hukuka aykırı yol ve yöntemlerle elde edilip edilmediğine dair talep üzerine veya mahkemenin re’sen incelemesi sonucunda hukuka aykırılıkları tespit edilen delillerin dosyadan çıkarılıp çıkarılmayacağı, çıkarılmayacaklarsa da davanın sonuna, yani CMK m.230 uyarınca gerekçeli karar oluşturuluncaya kadar yargılamada kullanılmaya devam edip etmeyecekleri, dolayısıyla yargılamanın hukuka aykırı delillerin etkisine maruz bırakılıp bırakılmayacağıdır.

Hukuka aykırı delillerle ilgili yukarıda yer verdiğimiz Anayasa hükmünün yanında, birer alt norm olarak Ceza Muhakemesi Kanunu’nun muhtelif maddelerinde hukuka aykırı delillerden bahsedilmiş ve hukuka aykırı delillerin fark gözetilmeksizin yargılama dışında tutulması gerektiğine yer verilmiştir. Bu maddeleri; CMK m.206/2-a, 217/2, 230/1-b ve 289/1-i olarak sıralayabiliriz.

CMK m.206, sanıkların sorgusundan sonra “çelişmeli yargılama” ve “delillerin doğrudan doğruyalığı” ilkeleri uyarınca kovuşturma aşamasında delillerin ortaya koyulmasını, tartışılmasını, değerlendirilmesini ve reddini düzenlemektedir.

Cumhuriyet savcısının çizdiği yol haritası ve iddiasını desteklemesi amacıyla koyduğu deliller uyarınca, sanığın iddiaya konu suçu işleyip işlemediğinin ortaya çıkarılması tartışması kovuşturma aşamasında yapılır. Kovuşturmaya hakim ilke dürüst yargılanma hakkıdır. Dürüst yargılanma hakkı, maddi hakikatin üstünün örtülmesi ve adalete ulaşılmasının engellenmesi anlamını taşımaz. Delillerin hukuka uygun yol ve yöntemlerle toplanıp ortaya koyulması, tartışılması ve hukuka aykırı elde edilenlerin reddedilmesi, dürüst yargılanma hakkının bir gereği ve sonucudur.

İşte delillerin ortaya koyulup hukuka aykırı olanlarının reddi, yani yargılamada en azından sanık aleyhine kullanılamayacağı ve dava dosyasından çıkarılmasının gerekli olduğu aşama, hiç de CMK m.206 ila 217’nin tüketilmesi ile geçilen gerekçeli karar evresi değildir.

Yeri gelmişken; hukuka aykırı delilin sanık aleyhine olması durumunda kullanılamayacağı ve fakat lehine olması durumunda kullanılacağı fikrine, hem delil toplama sorumluluğunun kamu otoritesine ait olması ve hem de suçsuzluk/masumiyet karinesinin gözetilerek, suçsuzluğu hukuka aykırı toplanmış delile de dayansa, bu durumda sanığın cezalandırılamayacağı gereği ve gerçeğinden hareketle katılmaktayız.

Sanığın sorgusundan sonra ortaya koyulan delillerin mahkemece hangi hallerde reddedileceği, yani dava dosyasından çıkarılıp yargılamada kullanılamayacağı CMK m.206/2’de sayılmıştır. Buna göre mahkeme; delil kanuna aykırı olarak elde edilmişse, delille kanıtlanmak istenen olayın karara etkisi yoksa veya delilin ortaya koyulması istemi davayı uzatmak için yapılmışsa delilin ortaya koyulmasını reddeder.

CMK m.206/3’e göre, cumhuriyet savcısı ile sanık veya müdafii birlikte rıza gösterirlerse, tanığın dinlenmesinden veya başka herhangi bir delilin ortaya koyulmasından vazgeçilebilir. 5271 sayılı Kanunda mahkeme için kovuşturma aşamasında “re’sen araştırma” ilkesinin kabul edilmediği, yani kovuşturmayı yürüten mahkemenin delil toplamasına izin verilmediği görülmektedir. Tarafların anlaşması durumunda delilin ortaya koyulmasından vazgeçilmesi mahkemece bir zorunluluk olarak öngörülmemiş, bu nedenle kanun koyucu “vazgeçilebilir” ibaresini kullanmıştır. Kovuşturmayı yürüten, huzurunda delillerin ortaya koyulup tartışılmasını takip eden ve buradan çıkacak sonuca göre CMK m.217 uyarınca karar verecek olan mahkeme; maddi hakikatin ortaya çıkarılması ve adalete ulaşılması amacına hizmet edeceğini düşündüğünde, tarafların anlaşmasını dikkate almayarak delilin ortaya koyulmasını emreder. Bir başka ifadeyle mahkeme, bir delilin ortaya koyulmasından vazgeçilmesi konusunda ortak irade sergileyen cumhuriyet savcısı ile sanık veya müdafiinin bu kararı ile bağlı değildir.

Uygulamada; özellikle CMK m.206/2-a’da öngörülen delilin hukuka aykırı elde edilmesi halinde mahkemece reddine dair hükmün uygulanmadığı, geciktirildiği, dava sonuna bırakıldığı, bunda da CMK m.230/1-b’nın dayanak alındığı, bu hükümde yer alan “Delillerin tartışılması ve değerlendirilmesi, hükme esas alınan ve reddedilen delillerin belirtilmesi; bu kapsamda dosya içerisinde bulunan ve hukuka aykırı yöntemlerle elde delillerin ayrıca ve açıkça gösterilmesi.” ifadesinin yanlış kullanıldığı, delillerin ortaya koyulduğu aşamada hukuka aykırı olmaları itibariyle reddedilip dosya dışına çıkarılması ve böylece yargılamada kullanılmaması gereken delillerin dava dosyasında tutulmaya devam edildiği, “Hükmün gerekçesinde gösterilmesi gereken hususlar” başlıklı CMK m.230/1-b’nin kovuşturmayı yürüten mahkemeye, tartışılan delillerden hukuka aykırı olduğu ileri sürülenlerle alakalı hukuki nitelendirmenin dava sonunda yapılmasına yetki verdiği şeklinde anlaşıldığı, oysa ilgili hükümden bu sonucun çıkmadığı, aksine ilgili hükmün CMK m.206/2-a’ya üstünlük verdiği, sanığın sorgusu sonrasında ortaya koyulup tartışılan delillerden hukuka aykırı yol ve yöntemlerle elde edildiği tespit edilenlerin mahkemece reddedilip dosyadan çıkarılmasının CMK m.230/1-b ile engellenemeyeceği, delili reddin ihsas-ı rey, yani mahkemenin görüş bildirmesi anlamına gelmeyeceği, aksine dürüst yargılanma hakkının ve delillerin değerlendirilmesinde hukukiliğin bu yolla korunacağı, özetle CMK m.206/2’ye göre yapılacak delil incelemesinin gözardı edilemeyeceği, bu inceleme ile hukukiliği bozan, etkisiz veya adaleti geciktirmesi amacına hizmet ettiği düşünülen delillerin somut gerekçeleri gösterilmek suretiyle reddedilmesi gerektiği, CMK m.230/1-b’nin ise, CMK m.217’ye göre delilleri takdir eden ve bu takdirini hukuka uygun şekilde toplanmış delillere göre yapan, bunun dışında, yani hukuka aykırı delillere göre yapılacak ispata izin vermemesi gereken, özetle duruşmaya getirilmiş ve huzurunda tartışılmış hukuka uygun deliler uyarınca ve vicdani kanaati ile serbestçe takdir edip karar veren mahkemenin verdiği karar sonrasında ne şekilde gerekçeli kararı, yani hükmü kaleme alabileceğine dair toplanıp tartışılan delillerle ilgili gösterdiği usule ilişkin olduğu, yoksa bunun kovuşturmanın başlangıcında ve sanık sorgusundan sonra ortaya koyulup tartışılan delillerden hukuka aykırı olanların reddedilip yargılama dışı bırakılması yerine dava dosyasında tutulabileceği anlamına gelmeyeceği tartışmasızdır.

CMK m.206/1’de kural olarak sanığın sorguya çekilmesinden sonra delillerin ortaya koymaya başlanılacağı ifade edilse de, hükmün devamında sanığın tebligata rağmen mazeretsiz olarak gelmemesi sebebiyle sorgunun yapılamayışının delillerin ortaya koyulmasını engellemeyeceğine bir ibareye yer verildiği görülmektedir. Kanaatimizce sorgu sanık için bir haktır ve delillerin ortaya koyulmasına da sanığın sorgusundan sonra başlanmalıdır. Hatta mümkün olduğu kadar sorgu yapılmaksızın ve sanığın gıyabında delillerin ortaya koyulması faslına geçilmemeli, bu yöntemle İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi m.6/3-d’nin güvencesi altında olan sanığın tanıklarla yüzleşme ve onlara soru sorma hakkı engellenmemelidir. Kanaatimizce, sanığın sorgusu yapılmaksızın ve özellikle de yokluğunda delillerin ortaya koyulması pek istisnai hallerde ortaya koyulmalıdır ki, prensip olarak zaten sanığın yokluğunda mahkumiyet kararı verilebilmesi mümkün değildir.

Sonuç olarak; gerek Anayasa ve gerekse 5271 sayılı Kanunun amir hükümleri uyarınca hukuka uygun yol ve yöntemlerle elde edilmiş delillerle suçun ispatlanabileceğini ve sanık hakkında mahkumiyet kararı verilebileceğini, bunun dışında hukuka aykırı delillere dayanılarak sanığın mahkum edilemeyeceğini, mahkeme kararının ancak duruşmaya getirilmiş ve huzurunda tartışılmış delillere dayanacak olmakla birlikte, bunun sınırsız anlaşılamayacağını, iddianın her türlü delille kanıtlanma ve hakimin de buna göre vicdani kanaati ile serbestçe delilleri takdir edip karar verme yetkisinin sınırlarının olduğunu, bu sınırların CMK m.206/2-a ve 217/2’de gösterildiğini, bu hükümlere göre hukuka aykırı yol ve yöntemlerle elde edilen delillere dayanılamayacağını, ancak bu dayanmamanın davanın sonu beklenerek değil, CMK m.206/2’de gösterilen usulün izlenmesi suretiyle kovuşturmanın başında tespit edilmesinin gerektiğini, reddi gereken delilin dava dosyasından çıkarılması için hüküm aşamasının beklenemeyeceğini, bu konu ile ilgili zaman ve karar aşamasının CMK m.206’da öngörüldüğünü, CMK m.217/2’de de bu usulün izlenmesinin zorunluluğuna işaret edildiğini, hatta hukuka aykırı delillere dayanma yasağının bu hükümle tekrar hakime ve mahkemeye hatırlatıldığını, bu kapsamda CMK m.230/1-b’nin hukuka aykırı delillerle ilgili karar verme konusunda yargılamanın sonunun, yani hüküm aşamasının beklenmesine gerekçe yapılamayacağını, hukuka aykırı delille ilgili iddialar konusunda mahkemenin CMK m.206/2’ye göre beklemeksizin ara karar oluşturulması gerektiğini, bu yolla deliller üzerinde hukukilik denetiminin tamamlanacağını, bu denetimin CMK m.230/1-b’de gösterilen usule uygun olarak gerekçeli kararda gösterilmesinin zorunluluk olduğunu, hukuka aykırı delillere dayanma yasağı ihlalinin istinaf ve temyiz aşamalarında dikkate alınması gereken hukuka kesin aykırılık hallerinden sayıldığını, bu denetimin de duruşma sırasında ve sorgunun hemen sonrasında yapılacak delil tartışmasının duruşma tutanağına yansıtılması ile sağlanabileceğini, yalnızca gerekçeli kararda hukuka aykırı delilleri göstermenin yeterli olmayacağını, özellikle hukuka aykırılığı ileri sürülüp de reddedilmeyen delillere ilişkin tartışmanın duruşma sırasında yapılmasının denetime elverişlilik açısından da gerekli olduğunu ifade etmek isteriz.

Belirtmeliyiz ki bağımsız ve tarafsız hakimler, Anayasa m.138/1 uyarınca Anayasaya, kanunlara ve hukuka uygun olarak vicdani kanaatlerine göre karar verirler. Vicdani kanaat, Anayasa ve kanunların amir hükümlerinin önünde değildir. Anayasa ve kanunlarda delillerin toplanması, hukuka aykırı deliller veya yasak deliller, delillerin ortaya koyulup tartışılması, değerlendirilmesi ve reddi ile ilgili hükümler vicdani kanaatin önünde yer alır. Hakim, ancak hukuka uygun yol ve yöntemlerle toplanan delillere göre vicdani kanaati ile karar verir. Bir delilin yargılamanın esası olan kovuşturma aşamasında maddi hakikatin ortaya çıkarılması ve adalete ulaşılmasında hukuka uygunluğunun tespitine ihtiyaç vardır.

Türk Ceza Muhakemesi Hukuku, iddianın kanıtlanmasında hukuka uygun delillerin varlığını zorunlu görmüştür. Şu an için benimsenen sistem, iddianın hukuka uygun yol ve yöntemlerle elde edilen delillerle kanıtlanmasını öngörmektedir. Delillerin hukuka uygunluğunun tartışılması ve uygun olmadığının tespiti aşaması davanın sonu olmayıp, yukarıda işaret ettiğimiz şekilde kovuşturmanın başı olup, bunun için sonunun beklenmesine gerek yoktur. Hukuka aykırı olduğu için mahkemece reddedilen delil, dava dosyasından derhal çıkarılmalı ve yargılama dışı bırakılmalıdır. Bu konuda ayrıca bir yasal düzenlemeye ihtiyaç olmayıp, CMK m.206/2 konu ile ilgili yeterli açıklığa sahiptir.
 

(Bu köşe yazısı, sayın Prof. Dr. Ersan ŞEN tarafından www.hukukihaber.net sitesinde yayınlanması için kaleme alınmıştır. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısının tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısının bir bölümü, aktif link verilerek kullanılabilir. Yazarı ve kaynağı gösterilmeden kısmen ya da tamamen yayınlanması şahsi haklara ve fikri haklara aykırılık teşkil eder.)