Prof. Dr. Ersan Şen
Av. Mahmut Can Şenyurt
16 Aralık 2014 tarihli İbrahim ve diğerleri – Birleşik Krallık kararında İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi; 21 Temmuz 2005 tarihinde Londra metrosuna koyulan, ancak patlamayan bombaların şüphelileri olarak gözaltına alınan başvurucuların geçici bir süre ile avukata erişim haklarının sınırlandırılması ve avukatlarının yokluğunda verdikleri ifadelerinin Yerel Mahkemede kullanılmasının, İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi’nin “Dürüst yargılanma hakkı” başlıklı 6. maddesini ihlal etmediğine hükmetmiştir. Somut olayın koşullarını detaylı şekilde değerlendiren ve istisnai nitelik taşıyan bu kararın dikkatli değerlendirilmesi isabetli olacaktır.
Başvuruya konu olayda; 21 Temmuz saldırıları kapsamında Londra toplu taşıma araçlarına bombalar yerleştirilmiş, ancak bombalar patlamamıştır. Olayın şüphelileri olduğu düşünülen İbrahim, Muhammet ve Ömer isimli üç başvurucu gözaltına alınmış ve başvurucuların güvenlik sorgusuna tabi olabilmeleri için avukata erişim hakları geçici olarak sınırlandırılmıştır[1]. Sorgu sırasında üç başvurucu da 21 Temmuz’da gerçekleşen olaylara katılmadıklarını ifade etmişlerdir. Yargılamada ise, bu olaylara katıldıklarını kabul etmişler, ancak bombaların sahte olduğunu ve asla patlatılmak amacıyla yerleştirilmediğini belirtmişlerdir. Üç başvurucunun avukat olmaksızın alınan ifadeleri yargılamada delil olarak kullanılmış ve başvurucuların 40 yıl hapis cezasına mahkumiyetlerine karar verilmiştir.
Dördüncü başvurucu Abdurrahman ise, başlangıçta bombaların yerleştirilmesinden sorumlu tutulmamış ve tanık olarak ifadesine başvurulmuştur. Bu ifadesinde başvurucu, saldırıdan sonra bombayı yerleştiren kişilerden birisi ile karşılaştığını ve bu şüpheliye yardım ettiğini ifade ederek kendisini suçlayıcı beyanda bulunmuştur. Bu aşamada polis, başvurucuyu gözaltına almamış ve sessiz kalma hakkı ile avukat talep etme hakkını kendisine bildirmemiştir. Aksine polis, başvurucudan tanık olarak beyan almaya devam etmiş ve yazılı bir ifade almıştır. Bu işlemin hemen ardından başvurucu gözaltına alınarak, yasal hakları kendisine hatırlatılmıştır. Daha sonra gerçekleştirilen sorgularında başvurucu, daha önce verdiği yazılı ifadesine atıfta bulunmuş ve yazılı ifadesi mahkemede delil olarak kullanılmıştır. Başvurucu 2008 yılında bombayı yerleştiren kişilere yardım ettiğinden bahisle 10 yıl hapis cezasına mahkum edilmiş, ancak soruşturmanın başında polise verdiği yardımcı nitelikli bilgiler sebebiyle cezası 8 yıla indirilmiştir.
Başvurucular; polisin gerçekleştirdiği sorgu sırasında avukata erişimlerinin olmaması ve avukatları olmaksızın alınan ifadelerinin yargılamada delil olarak kullanılması sebebiyle mahkumiyet hükmünün dürüst yargılanma hakkını ihlal ettiğinden bahisle İHAS m.6/1 ve 6/3-c ile güvence altına alınan haklarının ihlal edildiğini iddia etmiştir.
İHAM, makul sebeplerin olması halinde şüphelinin/sanığın hukuki yardımdan yararlanma hakkının kısıtlanabileceğine dair görüşünü tekrarlamaktadır. Salduz – Türkiye Büyük Daire kararında İHAM, avukata erişim hakkının mücbir sebeplerin varlığı halinde kısıtlanabileceğini belirtmişti. Avukata erişim hakkının kısıtlanması mücbir sebeplerin varlığı ile açıklansa dahi, şahsın avukatı olmaksızın polis tarafından alınan ifadelerin ceza yargılamasında kullanılmaması, dürüst yargılamanın sağlanabilmesi amacıyla gerekli olabilir.
Mahkemeye göre somut olayda sorun; hukuki yardıma erişim hakkı olmaksızın verilen ifadelerin kullanılmasının, ceza yargılamasında başvurucular aleyhine hukuka aykırı bir önyargı oluşturup oluşturmadığı ve yargılamanın bir bütün olarak dürüst gerçekleşip gerçekleşmediğidir.
Mahkeme öncelikle, avukata erişim hakkını sınırlandırma açısından mücbir sebeplerin bulunup bulunmadığını değerlendirmiştir. Mahkeme, başvurucuların polis ifadelerinin alındığı sırada, kamu güvenliğini tehdit eden istisnai nitelikte ciddi ve yakın bir tehlike olan saldırıların tekrarlama riski bulunduğuna ikna olduğunu ifade etmektedir. Mahkemeye göre bu tehdit, avukata erişim hakkının geçici süre ile engellenmesi için mücbir sebep oluşturmaktadır.
İHAM’a göre ilk üç başvurucunun avukata erişim hakkına yönelik sınırlandırma, bir kanun hükmüne dayanan ve süreklilik arz eden, yani sistematik nitelikte olmayıp, somut olaya dair tüm şartlar değerlendirilmek suretiyle istisnai olarak verilen bir karardır. Mahkemeye göre polis, dikkatli bir uygulama ile yürürlükte bulunan mevzuat hükümlerine bağlı kalmıştır. Ayrıca Mahkeme, kamu güvenliği ile ilgili meselelere dair çok önemli bilgiler veren dördüncü başvurucunun gözaltına alınmasının başvurucunun bu nitelikte bilgileri vermekten vazgeçmesine sebebiyet vereceğine dair korkuya dayalı olarak resmi şekilde gözaltına alınmamasını da, somut olayın şartları altında makul olduğunu belirtmiştir. Dördüncü başvurucunun bilgi verdiği sırada diğer üç başvurucudan sadece Ömer’in gözaltında olması ise, bu başvurucunun verdiği bilgileri daha önemli hale getirmektedir.
Mahkeme bu meseleden sonra, başvurucuların hukuki yardım almaksızın verdikleri kolluk ifadelerinin delil olarak kullanılmasının yargılamanın dürüstlüğünü etkileyip etkilemediğini değerlendirmiştir.
Mahkeme öncelikle, gözaltına alınan kişinin avukata erişim hakkı ve bu hakkın istisnai olarak da olsa geciktirilmesine izin veren hukuki çerçeveyi net ve detaylı bulduğunu belirtmektedir. Bu sebeple 2000 yılına ait Terörizm Kanunu, hukuki yardıma erişim hakkı ile istisnai durumlarda polisin kamu güvenliğini korumak amacıyla gerekli bilgiyi elde etmesine dair acil ihtiyaç arasında uygun bir denge kurmaktadır. Mahkemeye göre bu Kanunda yer alan hükümler, ilk üç başvurucuya dikkatli bir şekilde uygulanmıştır; zira bu başvurucuların avukata erişim hakları kanunun öngördüğü 48 saatlik süre kapsamında (dört ila sekiz saat süre ile) sınırlandırılmış ve hükmün uygulanmasına izin veren sınırlama gerekçeleri kaydedilmiştir. Ayrıca, güvenlik sorgusu olarak bilinen bu kavramın amacına uyulmuş, sadece kamuyu korumaya yönelik bilgiler elde edilmiştir. Başvurucuların hiçbirisinin, cebir-şiddet, baskı veya başka herhangi bir uygunsuz muameleye tabi tutulduklarına dair şikayeti de bulunmamaktadır.
Bundan başka İHAM; somut olayda başvurucuların, avukat olmaksızın alınan ifadelerinin yargılamada kullanılmasına ve bu ifadelere atfedilen öneme gerekli itirazları yapabilmelerine dair usule ilişkin güvencelerin de mevcut olduğunu ifade etmiştir.
İHAM’a göre Yerel Mahkeme yargıcı, başvurucuların güvenlik sorgularına dair her türlü unsuru titizlikle incelemiş ve avukat olmaksızın alınan ifadelerin yargılamada kullanılmasının başvurucuların dürüst yargılanma hakkını hangi sebeplerle ihlal etmeyeceğine dair görüşünü açıklarken özenli davranmıştır. Mahkemeye göre görevini dikkat, dürüstlük ve özenle yerine getiren yargıç, jüri üyelerine başvurucuların yasal haklarının kısıtlandığına dair hatırlatmada bulunmuştur.
İHAM son olarak, güvenlik sorgusu kapsamında alınan ifadelerin suçlayıcı yegane delil olmaktan uzak olduğunu belirtmiştir. Mahkemeye göre yargılamada, başvurucuların savunmasını zayıflatacak nitelikte birçok bağımsız delil bulunmaktadır. Bu kapsamda; başvurucuların radikal görüşlere sahip olduğu, 21 Temmuz 2005’den önce ve sonra aralarında çok yoğun irtibat kurulduğu, yüksek miktarda hidrojen peroksit satın aldıkları, bu maddenin sabırla konsantre edildiği, patlamaya elverişli hale gelen miktarda madde içeren şişelerin işaretlendiği ve bombaların mümkün olan en yüksek etkiyi oluşturacak tekniklerle hazırlandığına dair deliller bulunmaktadır. Dosyada, bombaların patlamaması üzerine Ömer ve Muhammet’in şok olmuş şekilde tepki verdiğini gören ve bu kişilerle aynı trende yer alan tanık beyanları da yer almaktadır.
İHAM, dördüncü başvurucunun kendisini suçlayıcı ifade vermeye zorlandığını gösteren bir zorlamaya tabi tutulmadığını belirtmektedir. Kaldı ki bu başvurucu, polis karakoluna gönüllü olarak gelmiştir. Gözaltına alınıncaya kadar bu başvurucu, şüpheli olarak değil, tanık olarak muamele görmüş ve ifadesi bu şekilde alınmıştır. İHAM’a göre, polis sorgusunun dördüncü başvurucunun iddiaya konu suçun işlenişine iştirak ettiğine ilişkin bir tespite yönelik olmaması, iddiaya konu suçun hazırlığı ve planlanması ile saldırıyı gerçekleştiren ve bunlara yardım eden kişilerin kimliklerinin tespitine yönelik olması önemlidir. Dördüncü başvurucunun kendisini suçlayıcı bu tanık beyanı, aynı zamanda kendisini suçsuz gösteren niteliktedir. Bu beyanla, dördüncü başvurucunun bombacı şahısla umulmadık şekilde görüştüğü ve başlangıçta bu şahsın saldırılara katıldığını bilmediği ortaya çıkmıştır.
İHAM, dördüncü başvurucunun ifadesini hiçbir zaman reddetmediğini veya geri almadığını da hatırlatmaktadır. Dördüncü başvurucu, kolluk ifadesinden sonra ve avukatının huzurunda gerçekleştirilen sorguların hiçbirisinde, olayların ilk ifadesinde anlattığından farklı şekilde geliştiğini de belirtmemiştir. Dahası, başvurucunun gözaltına alınmadan önce verdiği bu bilgiler, mahkumiyet hükmünde iki yıl indirime gidilmesini sağlamıştır.
En önemlisi, somut olayda başvurucuyu suçlayan çok fazla sayıda delil mevcuttur. Bunlar; başvurucunun bombayı yerleştiren faillerden birisiyle birlikte olduğunu gösteren kapalı devre kamera sistemi kayıtları ve başvurucunun, bombayı yerleştiren şahsın saldırıyı gerçekleştirdikten sonra Birleşik Krallık’dan kaçması için pasaport temin ettiği iddiası destekleyen telefon baz kayıtlarıdır. Bombayı yerleştiren şahıs da, dördüncü başvurucunun ifadelerini destekleyen mahiyette deliller sunmuştur. Mahkemeye göre tüm bu deliller, açıkça suçlayıcı nitelikte olup, dördüncü başvurucuyu bombayı yerleştiren kişinin polisten saklanması ve yurtdışına kaçması olaylarına bağlamaktadır.
Yukarıda detaylı şekilde açıklanan hususlar birlikte değerlendirildiğinde İHAM, somut olayda ilk üç başvurucunun güvenlik sorgusu öncesinde veya sırasında, dördüncü başvurucunun ise polis ifadesinin başlangıcında avukata erişim hakkının kısıtlanmasının ve başvurucuların avukatları olmaksızın verdikleri ifadelerin delil olarak kabul edilmesinin, İHAS m.6/3-c delaletiyle m.6/1’i ihlal etmediğine karar vermiştir.
Yorum
Demokratik hukuk toplumlarında istisnalar, şartların gerçek anlamda mevcudiyeti halinde tatbik edilen ve asıl kuraldan ayrılmak suretiyle farklı uygulamanın yapıldığı durumlardır. Ancak Ülkemizde; yakalama, gözaltına alma, tutuklama, arama, elkoyma, teknik takip gibi Ceza Muhakemesi Hukuku tedbirlerinin sürekli olarak orantısız ve gerekçesiz şekilde uygulanması, istisnai niteliğe sahip konulara dair tecrübemizin başarısızlığını göstermektedir.
Yukarıda detaylarına yer verdiğimiz, gözaltına alınan şahsın avukata erişim hakkına getirilen sınırlamanın Ülkemizde kabul edilmesi halinde orantısız şekilde uygulanacağı ve amacına ulaşamayacağı bizce nettir. Bu konuda soruşturmanın gizliliği güncel ve çarpıcı bir örnektir. Hangi kanun yürürlüğe girerse girsin, hukuk uygulaması bir kültür meselesidir, bu sebeple insanda başlar ve biter. Ülkemizde istisnai niteliğe sahip birçok müessesenin genel kurala dönüştüğünü, bu durumun da sayısız mağduriyete yol açtığı gözönünde bulundurulduğunda, Birleşik Krallık’da dikkatli şekilde uygulanan istisnai bir sistemin Ülkemizde aynı hassasiyet ve başarı ile uygulanacağına inancımız ve güvenimiz bulunmamaktadır.
Kişi hak ve hürriyetlerinin kabulü ve korunmasının esas, kim olduğu bilinmeyen insanların hak ve hürriyetlerinin korunması amacıyla yine kim olduğu bilinmeyen insanların hak ve hürriyetlerine Anayasa m.13’e bağlı kalarak bazı sınırlamalar getirilmesinin istisna olduğu durumda, gerek kanunda ve gerekse uygulamada bu istisnalar asıl haline dönüştürülmemelidir. Yararlar dengesi ışığında, kişi hak ve hürriyetlerine zorunlu sınırlamalar getirilebileceği tartışmasızdır. Ancak kural ve/veya uygulamada müesseseleşmenin olmadığı, denetimin iyi işlemediği, “hukuk devleti” ilkesinden uzaklaşan keyfi veya sübjektif kural ve/veya uygulamaların ön palana çıktığı hallerde, kamu düzeni, barışı, huzur, sükun, kişi hak ve hürriyetlerinin korunması maksadıyla getirilen sınırlamalardan kaynaklanan yetkilerin yanlış veya kötüye kullanıldığı bilinmektedir. Yakın geçmişte bunun en güzel örneği, savunmayı tümü ile etkisiz hale getiren uzun, istisnai olmaktan uzak soruşturma gizliliği, uzun ve gereksiz tutuklama ile telefon dinleme kararlarıdır.
İHAM kararına konu olayda uygulanan kural, esasında savunma hakkını ezen çok sert bir kuraldır. İngiltere, insanların can ve mal güvenliği bakımından karşı karşıya kaldığı terör sorunu ile sınırlı şekilde bu tür bir istisnai yöntemi kabul etmek zorunda kaldığını, ancak bu istisna hakkında çok titiz hareket edilip, şüpheli/sanık haklarının özünü zedelemeyecek biçimde uygulandığını ve işlemlerinin hukukilik denetimine açık olduğunu ileri sürmektedir.
Hukuk düzeninin istikrarlı bir şekilde devamı için istisnai sınırlamalar gündeme gelebilir. Önemli olan, bu kuralların düzenlenmesinde hukukun evrensel ilke ve esaslarının özünü zedelememek, yürürlüğe koyulan kuralları da dürüst, eşit ve denetime açık uygulamaktır. Ülkemiz, daha olağan sınırlamaların tatbikinde deyim yerinde ise sınıfı geçememişken, bazı suç tipleri bakımından bu sınırlamaların derecesini artırmanın ortaya çıkaracağı sonuçları da iyi hesaplamak gerekir.
Sonuç olarak; “hukuk devleti” ilkesinin ışığı altında kamu otoritesinin yetkilendirilmesi, bunun da kişi hak ve hürriyetlerine bazı sınırlamalar getirmesi mümkündür. Sınırlama öngören kuralın kanun veya polis devleti anlayışına hizmet etmemeli, ana amaç toplumun ve insanların can ve mal güvenliklerinin sağlanması olmalı, kuralın tatbiki de doğru, dürüst, hukukilik denetime açık bir şekilde gerçekleşmelidir.
“Kanun devleti” izlerini taşıyan kuralların, kolluğun hatalı uygulamalarını meşrulaştıran veya gözardı eden anlayışın, basmakalıp sözlere dayalı talepler ile kişi hak ve hürriyetlerini sınırlayan somut gerekçeden ve gerçek denetimden uzak yargı kararlarının kaderimiz ve hukuk kültürümüz olmasına izin verilmemelidir.
------
[1] Güvenlik sorgusu, insan hayatının korunması ve malvarlığına yönelik ciddi zararın önlenmesi amacıyla acilen gerçekleştirilen sorgu türüdür. Terörizm Kanunu uyarınca bu sorgular, avukatın yokluğunda ve gözaltına alınan kişi avukat talep etmeden önce gerçekleştirilebilir.
(Bu köşe yazısı, sayın Prof. Dr. Ersan ŞEN tarafından www.hukukihaber.net sitesinde yayınlanması için kaleme alınmıştır. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısının tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısının bir bölümü, aktif link verilerek kullanılabilir. Yazarı ve kaynağı gösterilmeden kısmen ya da tamamen yayınlanması şahsi haklara ve fikri haklara aykırılık teşkil eder.)
16 Aralık 2014 tarihli İbrahim ve diğerleri – Birleşik Krallık kararında İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi; 21 Temmuz 2005 tarihinde Londra metrosuna koyulan, ancak patlamayan bombaların şüphelileri olarak gözaltına alınan başvurucuların geçici bir süre ile avukata erişim haklarının sınırlandırılması ve avukatlarının yokluğunda verdikleri ifadelerinin Yerel Mahkemede kullanılmasının, İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi’nin “Dürüst yargılanma hakkı” başlıklı 6. maddesini ihlal etmediğine hükmetmiştir. Somut olayın koşullarını detaylı şekilde değerlendiren ve istisnai nitelik taşıyan bu kararın dikkatli değerlendirilmesi isabetli olacaktır.
Başvuruya konu olayda; 21 Temmuz saldırıları kapsamında Londra toplu taşıma araçlarına bombalar yerleştirilmiş, ancak bombalar patlamamıştır. Olayın şüphelileri olduğu düşünülen İbrahim, Muhammet ve Ömer isimli üç başvurucu gözaltına alınmış ve başvurucuların güvenlik sorgusuna tabi olabilmeleri için avukata erişim hakları geçici olarak sınırlandırılmıştır[1]. Sorgu sırasında üç başvurucu da 21 Temmuz’da gerçekleşen olaylara katılmadıklarını ifade etmişlerdir. Yargılamada ise, bu olaylara katıldıklarını kabul etmişler, ancak bombaların sahte olduğunu ve asla patlatılmak amacıyla yerleştirilmediğini belirtmişlerdir. Üç başvurucunun avukat olmaksızın alınan ifadeleri yargılamada delil olarak kullanılmış ve başvurucuların 40 yıl hapis cezasına mahkumiyetlerine karar verilmiştir.
Dördüncü başvurucu Abdurrahman ise, başlangıçta bombaların yerleştirilmesinden sorumlu tutulmamış ve tanık olarak ifadesine başvurulmuştur. Bu ifadesinde başvurucu, saldırıdan sonra bombayı yerleştiren kişilerden birisi ile karşılaştığını ve bu şüpheliye yardım ettiğini ifade ederek kendisini suçlayıcı beyanda bulunmuştur. Bu aşamada polis, başvurucuyu gözaltına almamış ve sessiz kalma hakkı ile avukat talep etme hakkını kendisine bildirmemiştir. Aksine polis, başvurucudan tanık olarak beyan almaya devam etmiş ve yazılı bir ifade almıştır. Bu işlemin hemen ardından başvurucu gözaltına alınarak, yasal hakları kendisine hatırlatılmıştır. Daha sonra gerçekleştirilen sorgularında başvurucu, daha önce verdiği yazılı ifadesine atıfta bulunmuş ve yazılı ifadesi mahkemede delil olarak kullanılmıştır. Başvurucu 2008 yılında bombayı yerleştiren kişilere yardım ettiğinden bahisle 10 yıl hapis cezasına mahkum edilmiş, ancak soruşturmanın başında polise verdiği yardımcı nitelikli bilgiler sebebiyle cezası 8 yıla indirilmiştir.
Başvurucular; polisin gerçekleştirdiği sorgu sırasında avukata erişimlerinin olmaması ve avukatları olmaksızın alınan ifadelerinin yargılamada delil olarak kullanılması sebebiyle mahkumiyet hükmünün dürüst yargılanma hakkını ihlal ettiğinden bahisle İHAS m.6/1 ve 6/3-c ile güvence altına alınan haklarının ihlal edildiğini iddia etmiştir.
İHAM, makul sebeplerin olması halinde şüphelinin/sanığın hukuki yardımdan yararlanma hakkının kısıtlanabileceğine dair görüşünü tekrarlamaktadır. Salduz – Türkiye Büyük Daire kararında İHAM, avukata erişim hakkının mücbir sebeplerin varlığı halinde kısıtlanabileceğini belirtmişti. Avukata erişim hakkının kısıtlanması mücbir sebeplerin varlığı ile açıklansa dahi, şahsın avukatı olmaksızın polis tarafından alınan ifadelerin ceza yargılamasında kullanılmaması, dürüst yargılamanın sağlanabilmesi amacıyla gerekli olabilir.
Mahkemeye göre somut olayda sorun; hukuki yardıma erişim hakkı olmaksızın verilen ifadelerin kullanılmasının, ceza yargılamasında başvurucular aleyhine hukuka aykırı bir önyargı oluşturup oluşturmadığı ve yargılamanın bir bütün olarak dürüst gerçekleşip gerçekleşmediğidir.
Mahkeme öncelikle, avukata erişim hakkını sınırlandırma açısından mücbir sebeplerin bulunup bulunmadığını değerlendirmiştir. Mahkeme, başvurucuların polis ifadelerinin alındığı sırada, kamu güvenliğini tehdit eden istisnai nitelikte ciddi ve yakın bir tehlike olan saldırıların tekrarlama riski bulunduğuna ikna olduğunu ifade etmektedir. Mahkemeye göre bu tehdit, avukata erişim hakkının geçici süre ile engellenmesi için mücbir sebep oluşturmaktadır.
İHAM’a göre ilk üç başvurucunun avukata erişim hakkına yönelik sınırlandırma, bir kanun hükmüne dayanan ve süreklilik arz eden, yani sistematik nitelikte olmayıp, somut olaya dair tüm şartlar değerlendirilmek suretiyle istisnai olarak verilen bir karardır. Mahkemeye göre polis, dikkatli bir uygulama ile yürürlükte bulunan mevzuat hükümlerine bağlı kalmıştır. Ayrıca Mahkeme, kamu güvenliği ile ilgili meselelere dair çok önemli bilgiler veren dördüncü başvurucunun gözaltına alınmasının başvurucunun bu nitelikte bilgileri vermekten vazgeçmesine sebebiyet vereceğine dair korkuya dayalı olarak resmi şekilde gözaltına alınmamasını da, somut olayın şartları altında makul olduğunu belirtmiştir. Dördüncü başvurucunun bilgi verdiği sırada diğer üç başvurucudan sadece Ömer’in gözaltında olması ise, bu başvurucunun verdiği bilgileri daha önemli hale getirmektedir.
Mahkeme bu meseleden sonra, başvurucuların hukuki yardım almaksızın verdikleri kolluk ifadelerinin delil olarak kullanılmasının yargılamanın dürüstlüğünü etkileyip etkilemediğini değerlendirmiştir.
Mahkeme öncelikle, gözaltına alınan kişinin avukata erişim hakkı ve bu hakkın istisnai olarak da olsa geciktirilmesine izin veren hukuki çerçeveyi net ve detaylı bulduğunu belirtmektedir. Bu sebeple 2000 yılına ait Terörizm Kanunu, hukuki yardıma erişim hakkı ile istisnai durumlarda polisin kamu güvenliğini korumak amacıyla gerekli bilgiyi elde etmesine dair acil ihtiyaç arasında uygun bir denge kurmaktadır. Mahkemeye göre bu Kanunda yer alan hükümler, ilk üç başvurucuya dikkatli bir şekilde uygulanmıştır; zira bu başvurucuların avukata erişim hakları kanunun öngördüğü 48 saatlik süre kapsamında (dört ila sekiz saat süre ile) sınırlandırılmış ve hükmün uygulanmasına izin veren sınırlama gerekçeleri kaydedilmiştir. Ayrıca, güvenlik sorgusu olarak bilinen bu kavramın amacına uyulmuş, sadece kamuyu korumaya yönelik bilgiler elde edilmiştir. Başvurucuların hiçbirisinin, cebir-şiddet, baskı veya başka herhangi bir uygunsuz muameleye tabi tutulduklarına dair şikayeti de bulunmamaktadır.
Bundan başka İHAM; somut olayda başvurucuların, avukat olmaksızın alınan ifadelerinin yargılamada kullanılmasına ve bu ifadelere atfedilen öneme gerekli itirazları yapabilmelerine dair usule ilişkin güvencelerin de mevcut olduğunu ifade etmiştir.
İHAM’a göre Yerel Mahkeme yargıcı, başvurucuların güvenlik sorgularına dair her türlü unsuru titizlikle incelemiş ve avukat olmaksızın alınan ifadelerin yargılamada kullanılmasının başvurucuların dürüst yargılanma hakkını hangi sebeplerle ihlal etmeyeceğine dair görüşünü açıklarken özenli davranmıştır. Mahkemeye göre görevini dikkat, dürüstlük ve özenle yerine getiren yargıç, jüri üyelerine başvurucuların yasal haklarının kısıtlandığına dair hatırlatmada bulunmuştur.
İHAM son olarak, güvenlik sorgusu kapsamında alınan ifadelerin suçlayıcı yegane delil olmaktan uzak olduğunu belirtmiştir. Mahkemeye göre yargılamada, başvurucuların savunmasını zayıflatacak nitelikte birçok bağımsız delil bulunmaktadır. Bu kapsamda; başvurucuların radikal görüşlere sahip olduğu, 21 Temmuz 2005’den önce ve sonra aralarında çok yoğun irtibat kurulduğu, yüksek miktarda hidrojen peroksit satın aldıkları, bu maddenin sabırla konsantre edildiği, patlamaya elverişli hale gelen miktarda madde içeren şişelerin işaretlendiği ve bombaların mümkün olan en yüksek etkiyi oluşturacak tekniklerle hazırlandığına dair deliller bulunmaktadır. Dosyada, bombaların patlamaması üzerine Ömer ve Muhammet’in şok olmuş şekilde tepki verdiğini gören ve bu kişilerle aynı trende yer alan tanık beyanları da yer almaktadır.
İHAM, dördüncü başvurucunun kendisini suçlayıcı ifade vermeye zorlandığını gösteren bir zorlamaya tabi tutulmadığını belirtmektedir. Kaldı ki bu başvurucu, polis karakoluna gönüllü olarak gelmiştir. Gözaltına alınıncaya kadar bu başvurucu, şüpheli olarak değil, tanık olarak muamele görmüş ve ifadesi bu şekilde alınmıştır. İHAM’a göre, polis sorgusunun dördüncü başvurucunun iddiaya konu suçun işlenişine iştirak ettiğine ilişkin bir tespite yönelik olmaması, iddiaya konu suçun hazırlığı ve planlanması ile saldırıyı gerçekleştiren ve bunlara yardım eden kişilerin kimliklerinin tespitine yönelik olması önemlidir. Dördüncü başvurucunun kendisini suçlayıcı bu tanık beyanı, aynı zamanda kendisini suçsuz gösteren niteliktedir. Bu beyanla, dördüncü başvurucunun bombacı şahısla umulmadık şekilde görüştüğü ve başlangıçta bu şahsın saldırılara katıldığını bilmediği ortaya çıkmıştır.
İHAM, dördüncü başvurucunun ifadesini hiçbir zaman reddetmediğini veya geri almadığını da hatırlatmaktadır. Dördüncü başvurucu, kolluk ifadesinden sonra ve avukatının huzurunda gerçekleştirilen sorguların hiçbirisinde, olayların ilk ifadesinde anlattığından farklı şekilde geliştiğini de belirtmemiştir. Dahası, başvurucunun gözaltına alınmadan önce verdiği bu bilgiler, mahkumiyet hükmünde iki yıl indirime gidilmesini sağlamıştır.
En önemlisi, somut olayda başvurucuyu suçlayan çok fazla sayıda delil mevcuttur. Bunlar; başvurucunun bombayı yerleştiren faillerden birisiyle birlikte olduğunu gösteren kapalı devre kamera sistemi kayıtları ve başvurucunun, bombayı yerleştiren şahsın saldırıyı gerçekleştirdikten sonra Birleşik Krallık’dan kaçması için pasaport temin ettiği iddiası destekleyen telefon baz kayıtlarıdır. Bombayı yerleştiren şahıs da, dördüncü başvurucunun ifadelerini destekleyen mahiyette deliller sunmuştur. Mahkemeye göre tüm bu deliller, açıkça suçlayıcı nitelikte olup, dördüncü başvurucuyu bombayı yerleştiren kişinin polisten saklanması ve yurtdışına kaçması olaylarına bağlamaktadır.
Yukarıda detaylı şekilde açıklanan hususlar birlikte değerlendirildiğinde İHAM, somut olayda ilk üç başvurucunun güvenlik sorgusu öncesinde veya sırasında, dördüncü başvurucunun ise polis ifadesinin başlangıcında avukata erişim hakkının kısıtlanmasının ve başvurucuların avukatları olmaksızın verdikleri ifadelerin delil olarak kabul edilmesinin, İHAS m.6/3-c delaletiyle m.6/1’i ihlal etmediğine karar vermiştir.
Yorum
Demokratik hukuk toplumlarında istisnalar, şartların gerçek anlamda mevcudiyeti halinde tatbik edilen ve asıl kuraldan ayrılmak suretiyle farklı uygulamanın yapıldığı durumlardır. Ancak Ülkemizde; yakalama, gözaltına alma, tutuklama, arama, elkoyma, teknik takip gibi Ceza Muhakemesi Hukuku tedbirlerinin sürekli olarak orantısız ve gerekçesiz şekilde uygulanması, istisnai niteliğe sahip konulara dair tecrübemizin başarısızlığını göstermektedir.
Yukarıda detaylarına yer verdiğimiz, gözaltına alınan şahsın avukata erişim hakkına getirilen sınırlamanın Ülkemizde kabul edilmesi halinde orantısız şekilde uygulanacağı ve amacına ulaşamayacağı bizce nettir. Bu konuda soruşturmanın gizliliği güncel ve çarpıcı bir örnektir. Hangi kanun yürürlüğe girerse girsin, hukuk uygulaması bir kültür meselesidir, bu sebeple insanda başlar ve biter. Ülkemizde istisnai niteliğe sahip birçok müessesenin genel kurala dönüştüğünü, bu durumun da sayısız mağduriyete yol açtığı gözönünde bulundurulduğunda, Birleşik Krallık’da dikkatli şekilde uygulanan istisnai bir sistemin Ülkemizde aynı hassasiyet ve başarı ile uygulanacağına inancımız ve güvenimiz bulunmamaktadır.
Kişi hak ve hürriyetlerinin kabulü ve korunmasının esas, kim olduğu bilinmeyen insanların hak ve hürriyetlerinin korunması amacıyla yine kim olduğu bilinmeyen insanların hak ve hürriyetlerine Anayasa m.13’e bağlı kalarak bazı sınırlamalar getirilmesinin istisna olduğu durumda, gerek kanunda ve gerekse uygulamada bu istisnalar asıl haline dönüştürülmemelidir. Yararlar dengesi ışığında, kişi hak ve hürriyetlerine zorunlu sınırlamalar getirilebileceği tartışmasızdır. Ancak kural ve/veya uygulamada müesseseleşmenin olmadığı, denetimin iyi işlemediği, “hukuk devleti” ilkesinden uzaklaşan keyfi veya sübjektif kural ve/veya uygulamaların ön palana çıktığı hallerde, kamu düzeni, barışı, huzur, sükun, kişi hak ve hürriyetlerinin korunması maksadıyla getirilen sınırlamalardan kaynaklanan yetkilerin yanlış veya kötüye kullanıldığı bilinmektedir. Yakın geçmişte bunun en güzel örneği, savunmayı tümü ile etkisiz hale getiren uzun, istisnai olmaktan uzak soruşturma gizliliği, uzun ve gereksiz tutuklama ile telefon dinleme kararlarıdır.
İHAM kararına konu olayda uygulanan kural, esasında savunma hakkını ezen çok sert bir kuraldır. İngiltere, insanların can ve mal güvenliği bakımından karşı karşıya kaldığı terör sorunu ile sınırlı şekilde bu tür bir istisnai yöntemi kabul etmek zorunda kaldığını, ancak bu istisna hakkında çok titiz hareket edilip, şüpheli/sanık haklarının özünü zedelemeyecek biçimde uygulandığını ve işlemlerinin hukukilik denetimine açık olduğunu ileri sürmektedir.
Hukuk düzeninin istikrarlı bir şekilde devamı için istisnai sınırlamalar gündeme gelebilir. Önemli olan, bu kuralların düzenlenmesinde hukukun evrensel ilke ve esaslarının özünü zedelememek, yürürlüğe koyulan kuralları da dürüst, eşit ve denetime açık uygulamaktır. Ülkemiz, daha olağan sınırlamaların tatbikinde deyim yerinde ise sınıfı geçememişken, bazı suç tipleri bakımından bu sınırlamaların derecesini artırmanın ortaya çıkaracağı sonuçları da iyi hesaplamak gerekir.
Sonuç olarak; “hukuk devleti” ilkesinin ışığı altında kamu otoritesinin yetkilendirilmesi, bunun da kişi hak ve hürriyetlerine bazı sınırlamalar getirmesi mümkündür. Sınırlama öngören kuralın kanun veya polis devleti anlayışına hizmet etmemeli, ana amaç toplumun ve insanların can ve mal güvenliklerinin sağlanması olmalı, kuralın tatbiki de doğru, dürüst, hukukilik denetime açık bir şekilde gerçekleşmelidir.
“Kanun devleti” izlerini taşıyan kuralların, kolluğun hatalı uygulamalarını meşrulaştıran veya gözardı eden anlayışın, basmakalıp sözlere dayalı talepler ile kişi hak ve hürriyetlerini sınırlayan somut gerekçeden ve gerçek denetimden uzak yargı kararlarının kaderimiz ve hukuk kültürümüz olmasına izin verilmemelidir.
------
[1] Güvenlik sorgusu, insan hayatının korunması ve malvarlığına yönelik ciddi zararın önlenmesi amacıyla acilen gerçekleştirilen sorgu türüdür. Terörizm Kanunu uyarınca bu sorgular, avukatın yokluğunda ve gözaltına alınan kişi avukat talep etmeden önce gerçekleştirilebilir.
(Bu köşe yazısı, sayın Prof. Dr. Ersan ŞEN tarafından www.hukukihaber.net sitesinde yayınlanması için kaleme alınmıştır. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısının tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısının bir bölümü, aktif link verilerek kullanılabilir. Yazarı ve kaynağı gösterilmeden kısmen ya da tamamen yayınlanması şahsi haklara ve fikri haklara aykırılık teşkil eder.)