“Herkes bir defa doğar, ben iki defa doğdum… İlk doğuşumu elbette hatırlamıyorum ama bu ikinci doğuşum hala taze duruyor belleğimde…” diyor ve sözlerini şöyle sürdürüyordu Yiğit Okur:

“Deprem bütün Erzincan Ovası’nı yerle bir etmişti. Yıkılan evlerin altında ölüme terk edilmiş binlerce insandan biri de bendim. Sarsıntı o kadar şiddetliydi ki, yatak odamızda annem beni birkaç kez kucağından yere düşürüp gene yerden kapıp kapıya yönelmeye çalışıyor ama bir türlü başaramıyordu. Babam oda kapısındaydı. Bu işlemeli ahşabın pirinçten sarı bir tokmağı vardı. Onu güçlükle çeviriyor, kapıyı çekiyor fakat kapı, kasasından ayrılmıyor, açılmıyordu. Açabilseydi kapıyı yok olacaktı. Çünkü kapının ardındaki sofa, evin diğer kanadıyla uçup gitmişti. Bir yerlerden ürpertici bir uğultu geliyordu. Birkaç dakika geçmeden çatırtıyla bütün tavan üzerimize çöktü. Üçümüz de yere düştük. Tavanı, karyolanın sarı pirinç ayakları tutuyordu. (…) Zifiri bir karanlığa gömülmüştük. Uğultu kesilmişti. Hiçbir şey duyulmuyordu.”

Bu satırların yazarı çocuk yaşta depremden kurtarılan Yiğit Okur, Erzincan da görevli bir yargıcın çocuğuydu. Onu kurtaran ise anlatıldığına göre adam öldürmekten idama çarptırılmış bir mahkûmdu. Suç adam öldürmek olduğuna göre bu mahkûm ağır cezada bir savcı ve üç yargıç tarafından yargılanmıştı ve kurtardığı çocuk bunlardan birinin oğluydu.

Yiğit Okur adlı bu çocuk sonradan Haldun Taner Öykü Ödülü ve Yunus Nadi Roman Ödülü sahibi olmuştu. Bir kişinin canını alan fakat kendisinin de canını kurtaran mahkûmla yaşanan anısını “Buralardan Geçerken / Yaşam ve Oyun” adlı kitabında şöyle sürdürüyordu:

“Adam öldürme suçundan, idam cezasına çarptırılıp cezası henüz infaz edilmemiş bir hükümlü, o gece elindeki kazmayla, sabaha karşı bir ev yıkıntısına vura vura açtığı delikten, başka birini öldürmüş ellerini uzatınca, benim çocuk bedenimi buldu. Beni ağır ağır çekti enkazın altından, dışarı çıkardı. Sonra kucağına alıp ayağa kalktı.

Çocuk başımı omuzuna dayadım. Ceketi ıslaktı, ter ve tütün kokuyordu. Bu kokuyla aramdaki uzaklık, yetmiş yılı aşkın. Ama hâlâ belleğimde. Genç bir adam olmalıydı. Ne adını bildim, ne yüzünü. Konuşmadım, konuşmadı. Tuğla, kerpiç, kırılmış tahta ve marsık yığınlarından oluşmuş bir moloz tepeciğini, düşe kalka indik, yere vardık...

ÖLÜM UZAKTA KALMIŞTI

Mahkûm yere çömeldi, oturmadı. Beni, dizleriyle gövdesi arasına aldı. Sonra annemi getirdiler… Bir battaniyeye sarınmıştı. Sonra genç mahkûm beni anneme teslim etti, gitti. Sonra babamı da getirdiler. Böylece tamamlandık. Babam da enkazı altından mahkûmların yardımıyla çıkmıştı. Konuşmuş muydu onlarla? Bilmiyorum. Hapse mahkûm ettiği adamların, hayatını kurtarmaları karşısında ne gibi duygular içerisindeydi? Bilmiyorum. Daha sonraki yıllarda bunları sormak aklıma gelmedi. Pişmanım. Dünyaya ikinci defa geldiğim o 27 Aralık gecesi, tahta bir ranzanın üstünde anamın sıcaklığına sığınarak uykuya daldım. Çığlıklar, ölüm uzakta kalmıştı. Yaşıyorduk.”

Bir yazarın yaşadığı anılardan yola çıkarak anlattığı olay bize ceza hukukçusu Prof. Dr. Faruk Erem’in “Bir Ceza Avukatının Anıları kitabından birkaç cümleyi anımsattı:

-Suçluyu kazıyınız altından insan çıkar.

-Amaç suçludaki insanı değil; insandaki suçluyu yok etmektir!

-Bana öyle geliyor ki adalet yanıldığını anlayınca geri veremeyeceğini baştan almamalıdır.

1939 depreminde mahkûmların insanlık derslerine tanık olurken

İzmit merkezli depremde ve Kahramanmaraş merkezli depremde felaketi fırsat bilen insanlıktan nasibini almamış yağmacılar, dolandırıcılar, hırsızların yakalandığını, hatta bunların arasında istisna da olsa resmi görevlilerin bile yer aldığını gördük.

Örneğin deprem bölgesinde görevlendirilen Y.I adlı bir Çevik Kuvvet Şube Müdürü bazı yardım malzemelerini evine götürdüğü iddiasıyla açığa alındı ve tutuklandı.

Yine Hatay’da deprem bölgesinde görevlendirilen Komiser Yardımcısı H.G., iddiaya göre enkaz bölgesinden aldığı ve içinde çok sayıda ziynet eşyası, döviz ve elektronik cihaz bulunan çantayla yakalandı ve çıkarıldığı mahkemede tutuklandı.

Diyeceğim şu ki “ Az gittik uz gittik dere tepe düz gittik altı ay bir güz gittik, döndük bir de arkamıza baktık ki bir arpa yol gitmişiz”

E. İstanbul Yargıcı. İzzet DOĞAN

Aşağıda 1939 depreminden bir resim.

Ve H.G nin çantasından çıkan ziynet eşyalarının resmi.