Hukuki Sorumluluk
Türk Borçlar Kanunu (TBK) kapsamında sorumluluk türleri, sözleşme sorumluluğu, haksız fiil sorumluluğu, kusursuz sorumluluk ve sebepsiz zenginleşmeden kaynaklanan sorumluk olarak sınıflandırılmaktadır.
Haksız fiillerden doğan borç ilişkileri TBK 49 ve devamı maddelerinde düzenlenmiştir. Buna göre, kusurlu ve hukuka aykırı bir eylemle bir başkasına zarar verenin bu zararı tazmin etme yükümlülüğü bulunmaktadır. Bu durumda hâkim, haksız fiil nedeniyle hükmedilecek tazminatın kapsamını ve ödenme biçimi belirlerken, durumun gereğini ve özellikle kusurun ağırlığını göz önüne alacaktır.
Yasa metninde soyut bir şekilde belirtilen durumun gereği ve kusurun ağırlığı kavramları, her olayın niteliğine göre somutlaştırılacak ve haksız fiilin işleniş biçimi, yani fiilin ağırlığı, ardından ise kusurun ağırlığı, tazminat miktarının belirlenmesinde etkili olacaktır. Yasada kusurun ağırlığı, tazminat miktarının belirlenmesinde ölçü olarak kabul edildiğine göre, zararın hesabından sonra, sorumlu kişinin kusuru ağır ise hükmedilecek tazminat miktarı uğranılan zararın miktarına eşit olabilecektir. Ancak sorumlu kişinin kusuru hafif ise, bu durumda hükmedilecek tazminat miktarı zarara denk dahi olmayabilecektir.
Bunun yanı sıra zarar gören, zararı doğuran fiile razı olmuş veya zararın doğmasında ya da artmasında etkili olmuş yahut tazminat yükümlüsünün durumunu ağırlaştırmış ise hâkim, tazminatı indirebileceği gibi tamamen de kaldırabilecektir. Örneğin, yapının tamamlanmasından sonra, yapıyı malik veya kiracı sıfatıyla kullananlar tarafından, deprem esnasında yapının yıkılmasına sebebiyet verecek nitelikte ve derecede bir eylemde bulunmaları, misalen yapının taşıyıcı kolonlarına zarar vermeleri halinde, hâkim yapının yıkılmasında yapı müteahhidinin kusurunun bulunmaması halinde tazminatı tamamen kaldırabilecektir.
Son olarak belirtmek gerekirse, zarara hafif kusuruyla sebep olan tazminat yükümlüsü, tazminatı ödediğinde yoksulluğa düşecek olur ve hakkaniyet de gerektirirse hâkim, tazminat miktarından hakkaniyet çerçevesinde indirim yapabilecektir.
Yasal düzenlemeye göre, ölüm hâlinde uğranılan zararlar özellikle cenaze giderleri, ölüm hemen gerçekleşmemişse tedavi giderleri ile çalışma gücünün azalmasından ya da yitirilmesinden doğan kayıplar ve ölenin desteğinden yoksun kalan kişilerin bu sebeple uğradıkları kayıplardır. Bedensel zararlar ise özellikle tedavi giderleri, kazanç kaybı, çalışma gücünün azalmasından ya da yitirilmesinden doğan kayıplar ve ekonomik geleceğin sarsılmasından doğan kayıplardır.
Bir kimsenin bedensel bütünlüğünün haksız bir eylem nedeniyle zarara uğraması durumunda, zarar görenin uğramış olduğu maddi zararlarının tazminin yanı sıra, olayın özellikleri göz önünde tutularak, manevi zararlarının giderilmesi bakımından manevi tazminat ödenmesine de karar verilebilecektir. Ağır bedensel zarar veya ölüm hâlinde, zarar görenin veya ölenin yakınları lehine de manevi tazminata hükmedilmesi gerekmektedir.
Öte yandan yapının yıkılarak tamamen yok olması, ağır hasar alarak kullanılamaz hale gelmesi ya da hafif hasar nedeniyle güçlendirme çalışması yapılmasının gerekmesi gibi durumlarda, yapı maliklerinin ve yapıdan yararlananların, yapının mevcut durumu nedeniyle uğramış oldukları maddi zararların tazmini de söz konusu olacaktır.
***
Yasal düzenlemede haksız fiil nedeniyle tazminat zamanaşımı, zarar görenin zararı ve tazminat yükümlüsünü öğrendiği tarihten başlayarak iki yıl ve her hâlde fiilin işlendiği tarihten başlayarak on yıl olarak belirlenmiştir. Ancak tazminat hakkı, ceza kanunlarının daha uzun bir zamanaşımı öngördüğü cezayı gerektiren bir eylemden doğmuşsa, bu durumda ceza zamanaşımı süresi, uzamış tazminat zamanaşımı süresi olarak uygulanacaktır.
Yargıtay içtihatlarına göre, depremde yıkılan yapı nedeniyle ölüm ya da yaralama meydana gelmiş ise ceza zamanaşımı süresinin, suçun meydana geldiği, yani yapının yıkıldığı tarihten itibaren başlayacağı kabul edildiğinden (Bkz. YCGK, E.2002/9-314, K.2003/15, T.4.3.2003), tazminat zamanaşımının başlangıç tarihinin de yapının yapıldığı tarih değil, haksız fiilin gerçekleştiği, yani yapının zarara uğradığı tarih olarak kabul edilmesi gerektiği hususunda tereddüt bulunmamaktadır.
Gerçekten de Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun E. 2003/4-603, K. 2003/594, T. 22.10.2003 sayı ve tarihli kararında, zamanaşımı süresinin, zararın meydana geldiği, yani haksız fiilin bütün unsurlarıyla gerçekleşip hukuken bu niteliğe büründüğü tarihten itibaren işlemeye başlayacağı, davacıya ait mesken her ne kadar Yapı Kullanma İzin Kâğıdına göre 06.11.1975 tarihinde tamamlanıp teslim edilmiş ve o tarih itibariyle hukuken binanın davalılar ile ilişkisi kesilmiş ise de, davalıların haksız fiili ve onun sonucunda oluştuğu ileri sürülen zararın meydana geldiği (zararın oluşmasına neden olan olgu olarak depremin oluştuğu) 17.8.1999 tarihinde gerçekleşmiş sayılacağı, dolayısıyla zamanaşımı süresinin başlangıcında yapının tamamlandığı değil, zarara uğradığı tarihin esas alınması gerektiği açıkça hüküm altına alınmıştır.
***
Depremde yıkılan yapı nedeniyle zarara uğrayanların zararlarının giderilmesi için açılmış olan davalarda hükmedilecek tazminatın kapsamı ve ödenme biçimi belirlenirken, durumun gerekleri ve yapının yıkılmasında kusuru bulunanların kusur oranları ile ağırlıklarını göz önüne alınması, bu kapsamda belirlenecek kusur oranlarına göre sorumluların ödeyeceği tazminat miktarının belirlenmesi, gerekmesi halinde belirlenecek tazminat miktarından hakkaniyet indirimi yapması ve nihayetinde DASK tarafından Zorunlu Deprem Sigortası kapsamında yapılan ödemelerle, doğan maddi zarara mahsuben başkaca bir kurum ya da kuruluşlardan yapılan ödemelerin tazminat miktarından düşülmesi, gerekmektedir.
Örneğin; Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun, depremde hasar oluşması nedeniyle uğranılan maddi zararın yükleniciden tazmini istemli bir dava kapsamında vermiş olduğu kararında, dava konusu zararın, 17 Ağustos 1999 günü gerçekleşen deprem nedeniyle oluştuğu, bina plan ve projesine, imar düzenlemelerine ve deprem yönetmeliğine uygun yapılmış olsa bile, gerçekleşen depremin 7,4 şiddetinde olduğu göz önüne alındığında, binanın deprem nedeniyle hasara uğramasının kaçınılmaz olduğu, bu nedenle belirlenen tazminat tutarından hakkaniyet gereği uygun bir indirim yapılması gerektiği, belirtilmiştir (Bkz. YHGK, E.2012/4-786, K.2013/318, T.6.3.2013).
Yine Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun, E. 2013/4-1706, K. 2015/1205, T. 15.4.2015 sayı ve tarihli kararında, deprem nedeniyle, resmi raporlara göre 285.211 ev ve 42.902 iş yerinin, resmi olmayan bilgilere göre ise yaklaşık 133.683 çöken bina ile yaklaşık 16 milyon insanın, depremden değişik düzeylerde etkilenmiş olduğu, bu nedenle gerçekleşen depremin gerek büyüklük, gerek etkilediği alanın genişliği, gerekse sebep olduğu maddi kayıplar açısından son yüzyılın en büyük depremlerinden birisi olduğu hususları gözetilerek, zarar tutarının ne kadarlık kısmından davalıların sorumlu olacağının tam olarak tespit edilememesi halinde, depremin niteliği ve olumsuz etkisi de dikkate alınarak, adalete uygun bir şekilde karar verilmesi gerektiği, belirtilmiştir.