A) Delillerin Kollektifliği İlkesi
Ceza muhakemesi hukukunda ele alınacak delillerin ispat aracı olarak kullanılabilmesi, delillerin kollektiflik arz etmesine bağlıdır. CMK m. 217/1 uyarınca hakim, kararını ancak “duruşmaya getirilmiş ve huzurunda tartışılmış delillere dayandırabilir.” Bu hüküm aynı zamanda dinlenilme hakkının da somut bir örneğini de ifade eder. Buna bir istisna olarak ise tanıklıktan çekinme hakkı olan bir kişinin ifadesinden sonra bu hakkını kullanması durumu gösterilebilir. Böyle bir durumda artık tanığın beyanları delil olarak değerlendirilemez.
Delillerin kollektifliği ilkesi AİHS’de de yer bulmuştur. Şöyle ki AİHS m. 6/d bendinde kendisine bir suç isnat edilen herkes aleyhine olan tanıkları sorguya çekmek ya da çektirmek ve kendi lehine olan tanıkların, aleyhine olan tanıklarla aynı koşullar çerçevesinde, hazır bulunmalarını ve sorgulanmalarını sağlamak hakkına sahiptir, Denilmiştir. Buna aykırı yapılan yargılamaların hukuku çiğnemek olduğunu söylemekten geri durulmamalıdır. Deliller mahkeme huzurunda ortaya konulmalı, kişi ne ile suçlandığını bilmeli ve kendisine soru sordurma veya söz hakkı vermek suretiyle delilleri tartışmasına, inandırıcılığının ve kontrolünün sağlanmasına mutlaka izin verilmelidir.
B) Delillerin Re’sen Araştırılması İlkesi
Ceza muhakemesinde temel amaç somut gerçeğin araştırılması sayesinde hukukun uygulanmasıdır. Bu nedenle yargılama makamları delilleri ve dolayısıyla da somut gerçeği re’sen araştırmalıdır. CMK m.160 uyarınca delil toplama yükümlülüğü ve yetkisi cumhuriyet savcılarına aittir. Ancak belirtmek gerekir ki CMK’da hakimin böyle bir yükümlülüğü bulunmamaktadır.[1]
Ancak bu somut gerçeği ortaya koyma çabası “ne pahasına olursa olsun” gerçekleştirilemez. Yapılan araştırma ve soruşturma, mutlak ve sınırsız olarak algılanmamalıdır. Bu etkinlikler sırasında kişisel ve/veya toplumsal değerlerin korunması zorunludur".[2] CMK m. 177’de yer alan “sanık, tanık veya bilirkişinin davetini veya savunma delillerinin toplanmasını istediğinde, bunların ilişkin olduğu olayları göstermek suretiyle bu husustaki dilekçesini duruşma gününden en az beş gün önce mahkeme başkanına veya hâkime verir.
C) Delillerin Vasıtasızlığı İlkesi
Delillerin doğrudan doğruyalığı olarak da ifade edilen bu ilke, kısaca hakimin delillerle, verilerle, tanıklarla doğrudan kendisinin muhatap olması, incelemesi, arada başka bir kişinin incelemesiyle kanaat getirmemesi olarak izah edilebilir. Hakim delilleri incelerken beş duyusunu da kullanmalı, sanığın, tanığın beyanlarını, hal ve hareketlerini bizzat kendisi analiz etmelidir. Bu ilke kararı verecek olan kişinin sağlıklı karar verebilmesi açısından vazgeçilmez bir ilkedir.[3]
Bu ilkenin iki önemli istisnası bulunmaktadır; naip hakimlik (niyabet) hali ve istinabe hali.
Naiplik hali heyetle yapılan yargılamalarda gündeme gelmektedir. Yargılamanın bir heyetçe yapıldığı hallerde, delili incelemeye bu kuruldan tüm hakimlerin incelemesi zorunlu kılınmamıştır. En az birinin incelemesi yeterli görülmüştür. Bu şekilde yapılan işlem heyet adına yapılmış sayılır.
Hakim-savcıların yetki alanını aşan hususlarda hakim-savcının yetkisini aşması veya görevini yerine getirmemesi söz konusu olamaz. Bu nedenle istinabe kurumu doğmuştur ve delillerin vasıtasızlığı ilkesinin önemli istisnalarından biri de istinabe halidir. Ancak istinabe halinde de dikkat edilmesi gereken önemli hususlar vardır. Bunlardan ilki incelemeyi yapacak makamlar arasında eşitlik olmasıdır. Savcının ilgileneceği bir delille savcı, sulh hakiminin ilgileneceği bir delille de sulh hakimi ilgilenmelidir. İkinci husus ise görevin yerine getirilmesini talep eden makamın hangi işlemin ve nasıl yapılacağı hususunda detaylı olarak bilgilendirmesidir. Örneğin hakim tanığa soracağı soruları da göndermelidir.[4]
D) Delil Serbestisi İlkesi
Ceza muhakemesi hukukumuzda delillerle ilgili geçerli olan bir diğer ilke, "delil serbestisi" ilkesidir. Bu nedenle, ceza muhakemesi hukukunda, medeni hukuktan farklı olarak, her şey –kural olarak- delil olarak kabul edilebilir. CMK m.217 uyarınca “hâkim, kararını ancak duruşmaya getirilmiş ve huzurunda tartışılmış delillere dayandırabilir. Bu deliller hâkimin vicdanî kanaatiyle serbestçe takdir edilir”. Aynı maddenin 2. Fıkrasına göre “yüklenen suç, hukuka uygun bir şekilde elde edilmiş her türlü delille ispat edilebilir”. Yargılama sürecinde sunulan ve toplanan delillerin değerlendirilmesi hakimlerin takdirine bırakılmıştır. Bu hükme dayanarak hakim herhangi bir ispat kuralına, bilirkişi raporuna veya sanığın ikrarıyla bağlı olmadığını söylememiz mümkündür. Ancak hem "delil serbestisi" hem de "delillerin hakimlerin kanaatine göre takdir edilmesi" ilkelerinin belli sınırları bulunmaktadır. Bunlardan biri, mahkemenin, ancak hukukun izin verdiği yöntemlerle elde edilen delilleri dikkate alabilecek olmasıdır.[5] Bir diğeri de hakimin delillere ilişkin değerlendirmesinin gerekçeli olmasıdır. Ayrıca hukuka aykırı deliller, delil yasakları da bu ilkenin bir sınırını oluşturur.
E) Şüpheden Sanık Yararlanır İlkesi
Sanığa yüklenen suç isnadının “hiçbir kuşkuya yer bırakmayacak şekilde ispatlandığına dair hakim kanaati, mahkumiyetin en önemli koşuludur”.[6] Etkin bir şekilde yürütülen soruşturma sürecinde toplanan delillerin, kovuşturma aşamasında hakim ve taraflar huzurunda geçerlilikleri ve hukuka uygunlukları tartışılmalı, ardından somut ve varsayımdan uzak bir şekilde fiilin sanık tarafından gerçekleştirildiği ortaya konulabiliyorsa, sanık hakkında mahkumiyet kararı verilmelidir.[7] Anayasa m. 38/4’te yer alan “suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz” hükmünün bir sonucudur. Ayrıca CMK m.223/2-e hükmü bu ilkenin bir yansımasıdır. Bu hükme göre “yüklenen suçun sanık tarafından işlendiğinin sabit olmaması halinde” sanığa beraat kararı verilecektir.
Bu ilkenin temel dayanağı, kamu adına yargılama yetkisini elinde bulunduran uygulayıcıların, otoritesini keyfi olarak ya da keyfilik boyutuna varmasa dahi belirsizliğe dayalı şekilde bir bireyi cezalandıramayışıdır.[8]
Yargıtay Ceza Genel Kurulu, bir kararında bu ilkeyi şu şekilde açıklamıştır: “...Ceza muhakemesi hukukunun temel prensiplerinden birisi de şüpheden sanığın yararlanacağı ilkesidir. Her hukuk devletinde kabul edilen ve masumluk karinesi ile sıkı bir ilgisi olan bu ilkeye göre, yapılan ceza muhakemesi sonunda fiilin sanık tarafından işlendiği, yüzde yüz belliliğe ulaşmadığı takdirde beraat kararı verilecektir.” (Yargıtay CGK E. 2017/723, K. 2018/562,T. 22.11.2018)
Güncel tarihli bir diğer kararında Yargıtay: “Ceza hukukunun genel prensiplerinden olan şüpheden sanık yararlanır ilkesi uyarınca bir suçtan cezalandırılmanın temel koşulunu, suçun kuşkuya yer verilemeyeceği şekilde ispat edilmesine bağlı olduğunu, kuşkulu ve tam olarak aydınlatılmamış olaylar ve iddiaların sanığın aleyhine yorumlanarak mahkumiyet hükmü kurulamayacağı, yine ceza mahkumiyetinin yargılama sürecinde toplanan kanıtların bir kısmına dayanılarak ve diğer bir kısmı göz ardı edilerek oluşan olası kanıya değil, kesin ve açık bir ispata dayanması ve bu ispatın hiçbir kuşku ve başka türlü bir oluşa olanak vermeyecek açıklıkta olması gerektiği, yüksek de olsa bir olasılığa dayalı olarak sanığın cezalandırılmasının ceza yargılamasının en önemli amacı olan gerçeğe ulaşmadan varsayıma dayalı olarak hüküm vermek anlamına geleceği, bu durumda ceza yargılamasında mahkumiyetin büyük veya küçük olasılığa değil her türlü kuşkudan uzak bir kesinliğe dayanmasının şart olduğu, adli hataların önüne geçebilmenin de başka bir yolu olmadığı şeklinde ifade edilmiştir. Maddi delil ile desteklenmeyen söz konusu tape'lerin mahkumiyete esas alınması yerleşik uygulama ile usul ve yasaya aykırı görüldüğünden…” (Yargıtay 16. CD E.2019/6022, K.2019/4230, T. 17.06.2019) şüpheden sanık yararlanır ilkesini vurgulamıştır.
Şüpheden sanık yararlanır ilkesi ceza yargılamasında delillerin serbestçe değerlendirilmesinin önüne geçen, hakimin yetki alanını azaltan bir durum teşkil etmez. Aksine bu ilke adil yargılanma hakkının bir güvencesini ifade eder.
---------------------------------------------------
[1] “CMUK.nın 214 ncü maddesi 'Mahkeme reisi dahi resen şahit ve ehlihibre celbine ve başkaca sübut sebeplerinin toplanmasına karar verebilir.' şeklinde düzenleme getirmiş iken, aynı düzenleme CMK.ya alınmamıştır. CMK’nın hiç bir yerinde mahkeme hakiminin talep olmaksızın başka bir anlatımla resen delil toplayabileceği yönünde bir düzenleme yoktur. Bu durum gözetildiğinde Türk ceza yargılamasının çelişmeli yargılama sistemine doğru yol aldığını söylemek yanlış olmaz. Esasen suç, mağdurundan başkaca kamuya karşı işlenir ve suçu soruşturan kamudur. Mahkeme önüne götürende kamudur. Kamu kendisindeki düzen ve ahengin devamını sağlamak açısından suç işleyenin cezalandırılmasını talep etmektedir. Mahkemenin vereceği karar ile de toplumda düzen ve ahenk tesis edilmeye devam edilmektedir. Bu hale göre kamu suç işlediği iddiasında olduğu kişinin eylemine ilişkin bütün delilleri soruşturma evresinde cumhuriyet savcıları vasıtasıyla toplamalı, kovuşturma evresinde de mahkemeye sunmalı ve tartıştırmalıdır. Suç işlediği iddia olunan kişinin cezalandırılması da ancak kamunun topladığı mahkemece kabul gören deliller nisbetinde olabilmelidir, olabilmektedir. Suçu işlediği iddia olunan kişi de kovuşturmada kamunun bu delillerine karşı deliller sunabilmeli, sunabilmekte, bunların toplanmasını talep edebilmeli, talep edebilmekte ve bunlarında yargılama sırasında tartışılması imkanı yaratılabilmelidir, yaratılabilmektedir. Hükmü verecek olan hakimin bu süreçte ifa edeceği görev tarihi süreç boyunca çokça değişmiş olmakla birlikte, bugün için artık talep olmadıkça ceza mahkemesi hakiminin hiç bir şekilde resen delil toplamaması gerektiği ifade edilir olmuştur. Zira ceza hakiminin resen delil toplaması ne kadar yargılamayı süratle sonlandırma hedefine ilişkin olursa olsun felsefi anlamda bir önyargıdır ve atılan adım hakiminin reyine ilişkin olarak işaret vermektedir. İş bu nedenle ceza hakimi tüm yargılama süreci boyunca duruşmada silik kalmalı, tarafların ileri sürdüğü delilleri ileri sürmelerine imkan tanımalı, yaratmalı, toplanılması istenilen delillerin toplanması kararını vermeli, bunları duruşmalarda tartıştırtmalı ve esas hakkındaki iddia ve savunmalardan sonra kararını açıklamalıdır.” AYM, E.2011/43, K. 2012/10, 19.01.2012.
[2] Yargıtay 4. CD. E. 1994/7351, K. 1994/7693, 04.10.1994.
[3] Şahin Cumhur, Ceza Muhakemesi Kanunu Gazi Şerhi, Ankara 2005, s.662-663
[4] Ünver, Yener - Hakeri, Hakan, Ceza Muhakemesi Hukuku, Ankara 2012, s.66
[5] Yargıtay CGK, E.2005/7-144 K. 2005/150 T. 29.11.2005.
[6] Doğan, Koray, Ceza Muhakemesinde Belirsizlik Kuşkudan Sanık Yararlanır İlkesi "in dubio pro reo", Ankara 2018, s.357.
[7] Doğan, s.491.
[8] Doğan, s.492.