5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun yürürlükte olan 86. maddesinin; 1. fıkrasına göre, yaralama suçunun cezasının alt ve üst sınırları bir yıldan üç yıla kadar olarak gösterilmiş, 3. fıkrasında suçun üstsoya, altsoya, eşe, kardeşe veya beden veya ruh bakımından kendisini savunamayacak durumda bulunan kişiye karşı veya kişinin yerine getirdiği kamu görevi nedeniyle veya kamu görevlisinin sahip bulunduğu nüfuz kötüye kullanılmak suretiyle veya silahla işlenmesi halinde 1. fıkraya göre verilecek cezanın yarı oranında artırılacağı düzenlenmiştir. TCK m.87/2’de ise; kasten yaralama suçunun işlenmesi neticesinde mağdurun iyileşmesi olanağı bulunmayan bir hastalığa veya bitkisel hayata girmesine, duyularından veya organlarından birinin işlevinin yitirilmesine, konuşma ya da çocuk yapma yeteneklerinin kaybolmasına, yüzünün sürekli değişikliğine, gebe bir kadına karşı işlenip de çocuğunun düşmesine sebep olunması halinde yukarıda yer verilen hükümlere göre verilecek cezanın iki kat artırılacağı, TCK m.86/3 kapsamına giren şekilde işlenen suçtan verilecek cezanın 8 yıldan az olamayacağı düzenlenmektedir.
Türk Ceza Kanunu m.86’da yapılacak değişiklikle; maddenin 3. fıkrasına kasten yaralama suçunun “canavarca hisle” işlenmesi hali yeni bir nitelikli hal olarak eklenecek ve suçun bu şekilde işlenmesi halinde maddenin 1. fıkrasına göre verilen cezanın bir kat artırılacağı düzenlemesine yer verilecektir.
TCK m.86/3 ve 87/2’nin şu an yürürlükte olan şekli ile yapılacak yeni düzenlemeler kıyaslandığında; örneğin mağdurun yüzüne kezzap atmak suretiyle yüzünde sürekli değişikliğe sebep olan fail hakkında, TCK m.86/3 ve 87/2 tatbik edildiğinde azami 13 yıl 6 ay hapis cezası verilebilmekte iken, yeni düzenlemede bu süre azami 18 yıl olacaktır.
Bununla birlikte; temel cezanın belirlenmesine ilişkin yasal değişikliği, infaz sisteminde yapılacak değişikliklerle birlikte değerlendirdiğimizde; failin daha az süre ile cezaevinde kalacağı görülmektedir ki, bu durumda cezaların miktarının artırılmasının uygulamada etkisinin kalmayacağı anlaşılmaktadır.
Yürürlükte olan 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun’un 107. maddesine göre koşullu salıverilme oranı 2/3 olup, örneğin mevcut TCK m.86 ve 87’ye göre 13 yıl 6 ay hapis cezası alan failin, koşullu salıverilmeden faydalanabilmesi için 9 yılını cezaevinde infaz etmesi gerekmektedir. Ceza İnfaz Kanunu m.107’de yapılacak değişiklikle bu oran 1/2’ye indirileceğinden, koşullu salıverilme için cezaevinde infaz edilecek süre 6 yıl 9 ay olacaktır.
Ceza İnfaz Kanunu m.105/A’nın şu an yürürlükte olan haliyle fail, denetimli serbestlikten 1 yıl süre ile yararlanabilmektedir. Bu maddede yapılacak değişiklikle denetimli serbestlikten faydalanma, “koşullu salıverilme için infaz edilecek sürenin 4/5’inin infaz edilmesi” ve “açık cezaevine ayrılma veya ayrılmaya hak kazanma” şartlarına bağlandığından ve koşullu salıverilme süresi de 6 yıl 9 aya indiğinden, hükümlü cezaevinde 5 yıl 4 ay 24 gün geçirdikten sonra, toplam 1 yıl 4 ay 6 gün süre ile denetimli serbestlikten faydalanabilecektir. Ceza İnfaz Kanunu’na eklenecek geçici 9. madde uyarınca; denetimli serbestlikten faydalanmada lehe olan düzenleme uygulanacağından, failin lehine olan yeni düzenleme tatbik edilecektir.
Denetimli serbestlikten faydalanmanın ön koşulu, açık cezaevine ayrılmak veya ayrılmaya hak kazanmaktır. Şu an yürürlükte olan Açık Ceza İnfaz Kurumlarına Ayrılma Yönetmeliği m.6/1’e göre; toplam cezasının onda birini kapalı kurumda infaz etmek, iyi halli olmak ve koşullu salıverilmesine 7 yıl veya daha az süre kalmak koşuluyla hükümlü, açık cezaevine ayrılabilir. Bu durumda; yürürlükte olan sistemde 13 yıl 6 ay hapis cezası alan hükümlünün koşullu salıverilme süresi 9 yıl olduğundan ve açık cezaevine ayrılabilmesi için koşullu salıverilmesine 7 yıl veya daha az süre kalması gerektiğinden, hükümlünün 2 yıl kapalı cezaevinde kaldıktan sonra açık cezaevine çıkabilmesi mümkündür. Yeni yapılacak düzenlemede ise; açığa ayrılma hakkı elde etmesine 1 yıl kala açık cezaevine ayrılacağından ve koşullu salıverilmesine yeni düzenlemeye göre 7 yıldan az kalacağından (koşullu salıverilme süresi 1/2 orana göre 6 yıl 9 ay olacaktır), toplam cezasının onda biri yaklaşık 1 yıl 4 ay olup, 1 yıl daha erken açık cezaevine ayrılabilecek ve toplamda 4 aylık süreyi kapalı kurumda geçirmesi gerekecektir.
Hüküm kesinleşinceye kadar tutuklulukta geçen süreler infaz edilecek sürelerden mahsup edileceğinden; koşullu salıverilme, denetimli serbestlik ve açık cezaevine ayrılma süreleri yönünden somut olay bazında toplam tutukluluk süresi gözetilerek ayrıca hesaplama yapılması gerekmektedir.
Yukarıda yer verilen koşullu salıverilme ve açık cezaevine ayrılma sürelerinin tatbik edilebilmesi için, mahkumiyet kararının kesinleşmesi ve failin “hükümlü” sıfatını alması gerekir. Çünkü Ceza İnfaz Kanunu m.105/A ve 107 ile Açık Ceza İnfaz Kurumlarına Ayrılma Yönetmeliği m.6 “hükümlüler” hakkında cezaların infazı sırasında uygulanacak hükümleri düzenlemekte olup, tutukluların durumunu düzenleyen Ceza İnfaz Kanunu m.116’da bu hükümler tutuklular hakkında uygulanacak düzenlemeler arasında sayılmamıştır. Elbette mahkumiyet kararı henüz kesinleşmeyen tutuklunun (uygulamada “hüküm özlü” olarak adlandırılmaktadır) infaz hesaplamasına göre; koşullu salıverilme, denetimli serbestlikten faydalanma veya açık cezaevine ayrılma sürelerinin tutuklu kaldığı sürelere denk gelmesi halinde mahkemece bihakkın veya adli kontrolle tahliye kararı verilebilir.
Son olarak; özellikle kadına karşı işlenen nitelikli yaralama ve neticesi sebebiyle ağırlaşmış yaralama suçlarında mağdurun şikayetten vazgeçmesi, kamu davasının yürütülmesine ve failin cezalandırılmasına engel olmaz. Çünkü bu suçların takibi şikayete bağlı olmayıp, şikayetten vazgeçmenin yargılama sürecine hukuki etkisi bulunmayacaktır.
Failin tutuklukta geçen süresinin, infazda geçecek süreye denk olması halinde koşullu salıverilme, denetimli serbestlik ve açık cezaevine ayrılma müesseselerinden faydalanabilmesi için “hükümlü” sıfatını haiz olması, mahkumiyet kararının kesinleşmesini gerektirdiğinden, kanun yolu aşamaları devam ettiği sürece, bihakkın veya adli kontrolle tahliye edilmedikçe, tutukluluk hali kapalı cezaevinde devam edecektir.
Mağdurun şikayetten veya kanun yolu başvurusundan vazgeçmesi ve failin hükmü kesinleştirmek amacıyla kanun yoluna başvurmaması veya yaptığı başvuruyu geri çekmesi halinde, hüküm kesinleşecektir. Ancak bu suçlarda; 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun m.20/2 uyarınca Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı’nın davaya katılma hakkı bulunmakta olup, davaya katılan Bakanlığın kanun yoluna başvurması ve bu başvurudan vazgeçmemesi halinde kamu davası devam edecek, fail hakkında verilen hüküm kesinleşmeyecektir. Bir başka ifadeyle; mağdurun şikayetten ve kanun yolu başvurusundan vazgeçmesi, Bakanlığın davaya müdahalesini etkisiz hale getirmeyecektir.
Sonuç olarak; kanun koyucu bir taraftan canavarca hisle kasten yaralamanın cezasında artırıma giderken, diğer taraftan getirdiği kalıcı ve geçici düzenlemelerle İnfaz Hukuku yönünden bu suçu işleyenlerin cezasını hafifletmektedir. Ceza Hukuku, Ceza Yargılaması Hukuku ve Ceza İnfaz Hukuku bir bütün olup, bir fiilin suç olup olmadığı, işlenip işlenmediği ve kim tarafından işlendiği, işlendiğinin tespiti ile cezaya hükmedilmesi ve ardından da bu cezanın infazı birlikte değerlendirilmelidir. Tüm bunlar; toplum, fail ve mağdur bakımından “adalet”, “hakkaniyet” ve “eşitlik” ilkelerine uygun düzenlemeler yapılarak tatbik edilmelidir.
Bir fiilin suç sayılmasında, cezasının belirlenmesinde, suçun ve failinin tespitinde, cezalandırılmasında ve bu cezanın infazında; “adalet”, “hakkaniyet” ve “eşitlik” ilkelerinin gözardı edilmesi, toplumsal inancı ve hukuk devleti ilkesinden beklenen ortak yarara ulaşmayı engeller. Adaletin olmadığı veya tesis edilemediği toplumlarda; keyfilik, kayırmacılık ve hukuk güvenliği hakkından yoksunluk kendisini gösterir ki, hem toplumsal mutabakat sözleşmesi ve hem de hukukun evrensel ilke ve esasları açısından bu tür bir sübjektif anlayış ve uygulama kabul edilemez.
Ayrıca; kanunlarda sürekli yapılan etki tepki değişiklikleri ile hukukun evrensel ilke ve esaslarını ihlale yol açabilecek yasal düzenlemeler, kanun istikrarını bozduğu gibi, sorunların çözümünde geçici olmaktan öteye geçilemediğini, yeni düzenlemelerle başka ve daha ağır adaletsizlikler ile eşitsizliklerin kapılarının açılabileceği gözardı edilmemelidir. Bu nedenle; bir yasa düzenlemesi yapılırken hukukun evrensel ilke ve esaslarının, Anayasa Mahkemesi’nin soyut ve somut norm denetiminde kabul ettiği ilkelerin, bir tepki ile veya günlük ihtiyaçla çıkarılacak yasanın hedeflenen toplumsal ve üstün kamu yararı amacını tesis edip etmeyeceği iyi hesaplanmalıdır.
Prof. Dr. Ersan Şen
Av. Beyza Başer Berkün
(Bu köşe yazısı, sayın Prof. Dr. Ersan ŞEN tarafından www.hukukihaber.net sitesinde yayınlanması için kaleme alınmıştır. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısının tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısının bir bölümü, aktif link verilerek kullanılabilir. Yazarı ve kaynağı gösterilmeden kısmen ya da tamamen yayınlanması şahsi haklara ve fikri haklara aykırılık teşkil eder.