Son zamanlarda birleşebildiğimiz yegane konu; savaş, milli savunma, ulusal güvenlik, somut olarak Zeytin Dalı Harekatı konuları oluyor. Başka acılarda, üzüntülerde, sevinçlerde, mutluluklarda buluşamıyoruz, kıyasıya birbirimizin canını acıtma ve başkasının mutsuzluğu üzerinden sevinme gayreti gösteriyoruz. Herkes birbirine düşmanlaşmaya çalışıyor. Buluşabildiğimiz yegane konu her nedense savaş veya askeri konular oluyor. Tamam da bu yeter mi? Hayır, esas olan milleti millet yapan ortak duygu ve düşüncelerde buluşabilmek, sadece savaşta veya askeri harekatlarda değil. Son zamanlarda “yakarız yıkarız” diyenleri, diğer taraftan ise bir uçak kazasında hayatını kaybedenlere sevinenleri anlamak mümkün değil. Başkasının mutsuzluğu üzerinden mutluluk veya mutluluğu üzerinden keder çıkarmak bir toplumu millet yapmaz, aksine birbirinden koparır, esas mesele de budur. Ulus olmak, milli olmak, ortak sevinç ve üzüntülerde birleşebilmek; ortaklaştığımız temel milli yararlara sahip çıkmak, bireysel veya toplumsal sevinç ve üzüntüleri, hiçbir fark gözetmeksizin yaşayabilmektir.
Siyasiler de “bir sözümüzle bu işi toparlarız” diyorlarsa, yanılıyorlar. Bu gibi konularda öyle ani düzelmeler olmaz, kültür bozulması gerçekleştiğinde onu toparlamak pek güçtür. Bunun bir an önce farkına varmamız gerekir. Mesele sadece hukuktan, iktisattan, siyasetten veya sosyal vaziyetten ibaret değildir. Önemli olan ulus olabilmek, öyle kalabilmek, ortak bireysel veya toplumsal duygu ve düşüncelerde birleşebilmektir. Ne oluyor bize, neden bu kızgınlık, bu kavga hali?
Seçimi konuşuruz, şeker fabrikalarını konuşuruz, birçok sorunu konuşuruz, bu sorunları çözeriz, çözemeyiz, birbirimizi eleştiririz, sonuçta ortak yol bulma gayretine gireriz. Esas önemli olan ise; bireysel ve toplumsal erozyonun, kopuşun önüne geçilmesi, ortak sorunlara ortak ve kalıcı çözümler üretilebilmesi, temel milli yararlarda ulusun ve ülkenin, her türlü menfaatin üstünde tutulabilmesidir. Çünkü temel milli yararlar gündeme geldiğinde, esas nokta milli birliğin ve vatan bütünlüğünün sınırsız ve sonsuz korunmasıdır.
Bu çerçevede yapılması gereken; birlikte yaşama bilincinin ve asgari müştereklerde hareket edebilme kültürünün geliştirilmesi, hukuk düzeninin ayakta tutulması, keyfiliğin ve “ben yaptım oldu” diyenlerin önüne geçilmesi, cebir, şiddet veya tehdit kültürünü kullanmak isteyenlerin engellenmesi, hem de herhangi bir fark gözetilmeden, ayırım yapılmadan, bireysel veya ortak veya siyasi menfaatleri gözetmeden. Ulus bu şekilde ayakta kalır; kuruluş felsefesini bilerek, asgari müştereklerde birleşerek, ortak hissiyatları paylaşarak, birbirimize düşmanlaşmadan, tartışarak ve ortak iyiliği birlikte arayarak.
Bir bölgesel veya milli meselenin doğruluğunu veya yanlışlığını; siyaset üzerinden, destekleyenlerin veya karşı olanların kimliği üzerinden, siyasi liderlerin tercihleri üzerinden değil, ortak duygu ve düşüncelerle tartışma konusunun ne kadar lehe veya aleyhe olduğuna göre değerlendirmek gerekir. Çünkü sırf ideolojik tercihler ve siyasi taraftarlıkla bir meselenin doğru veya yanlış olduğunu değerlendirmek isabetli sonuç vermez. Sadece “taraf” olmak için taraf veya “karşı” olmak için karşı olmak doğru değildir.
Bir toplum yukarıda işaret ettiğimiz şekilde hareket etmekle, “millet” kimliğini kazanıp sürdürebilir. Ayrışarak, sürtüşerek, düşmanlaşarak, birbirini dinlemeyerek ve anlamaya çalışmayarak, ulus bilincinin sürdürülebilmesi, asgari müştereklerde birleşilmesi ve toplumun aynı hissiyatları benimseyerek ayakta kalabilmesi imkansızlaşır.
Asgari müştereklerde birleşemeyen, ayrışan, yaşam tarzlarının farklılığı üzerinden birbirine müdahale eden, şiddet uygulamaya çalışan, birbirini tehdit eden bireylerden oluşan bir toplumda ulus bilincinin erozyona uğraması ve zamanla kaybolması kaçınılmazdır. Esas olan bu birlikteliğin ayakta tutulması olup, hiçbir şekilde ve hiçbir amaçla bundan fedakarlık yapılamaz. Önemli olan; hukukun evrensel ilke ve esaslarına bağlı bir hukuk düzeni kurmak, toplumda yaşayan başkalarının hak ve hürriyetlerine saygı göstermek, ortak sevinçlerde ve kederlerde buluşabilmektir. Din, mezhep, etnik kimlik, bölge, sosyal sınıf, cinsiyet veya yaşam tarzına ilişkin tercihler üzerinden kullanılan ayrıştırıcı dil, kinci ve kutuplaştırıcı hareketler; zamanında önlenmediği, ortak tepki gösterilip kınanmadığı, önleyici ve caydırıcı yeterli hukuk kuralları düzenlenip uygulanmadığı durumda, toplumsal birliği derinden ve temelden zedeleyebilecek, sayısı ile niteliğinde yoğunlaşma ve sonuçta da birlik duygusunu kaybetme tehlikesi ile toplumu karşı karşıya kalınabilecektir.
Her birey, her vatandaş ve her yetki sahibi; başkalarının yaşam tarzları ile tercihlerine saygı göstermek, kanunlara uymak, cebir ve şiddet, tehdit veya şantaj, tahrik, tahkir veya tezyif içeren açıklamalar yapmamak zorundadır ki, esas itibariyle bu mecburiyet birlikte yaşamanın ve hukuk düzeninin de bir gereğidir. Hukuk düzeninin olmadığı veya bozulduğu, hiyerarşik yapının terk edildiği, "liyakat", "eşitlik", kanunilik" ve "adalet" ilkelerinin zedelendiği, keyfi ve sınırsız bir düşünce açıklama ve hareket biçiminin benimsendiği aşamalarda, güvensizlik, ötekileşme ve ötekileştirme, birçok konuda kültür bozulması, özden kopmaya yüz tutmuş şekilcilik ön plana çıkar, asgari müştereklerde buluşma, ortaklık ve toplumsal mutabakat erozyona uğrar. Dolayısıyla; telafisi çok zor veya bazı hallerde imkansızlaşabilecek davranış kalıplarından kaçınılmalı, "hukuk devleti" ilkesinin hakimiyeti öne çıkarılmalı ve kuvvetlendirilmelidir. Yerli ve milli olmak da budur. Sadece sözlerden ibaret “yerlilik” ve “millilik”; şekilcilikten ve başkalarını kendine benzetme gayretinden öteye gidemez, sorunu çözemez, bu yöntem uzun vadede sonuç vermez.
(Bu köşe yazısı, sayın Prof. Dr. Ersan ŞEN tarafından www.hukukihaber.net sitesinde yayınlanması için kaleme alınmıştır. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısının tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısının bir bölümü, aktif link verilerek kullanılabilir. Yazarı ve kaynağı gösterilmeden kısmen ya da tamamen yayınlanması şahsi haklara ve fikri haklara aykırılık teşkil eder.)