I. Anayasa Mahkemesi’nin 21.04.2022 tarihli, 2020/87 E. ve 2022/44 K. sayılı İptal Kararının İncelenmesi
1. AYM’nin iptal kararında;
7188 sayılı Kanun m.31 ile 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’na eklenen geçici 5. maddenin 1. fıkrasının (d) bendinde “1/1/2020 tarihi itibarıyla kovuşturma evresine geçilmiş, hükme bağlanmış veya kesinleşmiş dosyalarda seri muhakeme usulü ile basit yargılama usulü uygulanmaz.” hükmünde yer alan, “kovuşturma evresine geçilmiş, hükme bağlanmış” ibarelerinin Anayasa m.2 ve m.38’e aykırı olup olmadığının, seri muhakeme usulü bakımından incelendiği,
İptal istemine konu kuralda, kovuşturma evresinde bulunan ile hükme bağlanan dosyalar şeklinde ayırıma gidildiği, CMK m.2/1-f’ye göre kovuşturma evresinin, “İddianamenin kabulüyle başlayıp, hükmün kesinleşmesine,” kadar olan süreci kapsadığı, geçici m.5/1-d’de kovuşturma evresinin, iddianamenin kabulüyle başlayıp, hükmün kesinleşmesine kadar olan süreç anlamında kullanılmadığı, “hükme bağlanan” şeklinde ayrı bir ibareye yer verildiği, bu ibare ile kastedilenin, ilk derece mahkemesince hüküm verilip kesinleşmeyen dosyalar olduğu,
Seri muhakeme usulünün, CMK m.250’de katalog halinde sayılan suçlarla sınırlı olarak, kamu davasının açılmasının ertelenmesi kararı verilmediği takdirde uygulanabileceği, bu usulün uygulanmasını, cumhuriyet savcısı huzurunda ve müdafii eşliğinde kabul eden şüphelinin cezasında yarı oranında indirim yapılacağı,
İptal istemlerinin gerekçesinde özetle, fail lehine düzenlemeler içeren seri muhakeme usulünün, iptali istenen kural nedeniyle geçmişe yönelik uygulanmamasının “suçta ve cezada kanunilik” ilkesine aykırılık teşkil ettiği, hukuk devleti ilkesi ile bağdaşmadığı, dolayısıyla Anayasa m.2 ve m.38’e aykırı olduğunun ileri sürüldüğü,
Türkiye Cumhuriyeti’nin taraf olduğu İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi m.7, Medeni ve Siyasal Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşme m.15, Anayasa m.13 ve m.38, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu m.2’de korunan aleyhe kanunun geçmişe yürümesi yasağının, lehe kanunun geçmişe yürümesini de kapsadığı, aksi düşüncenin hukuk devletinde geçerli “suçta ve cezada kanunilik” ilkesi ile bağdaşmayacağı,
Anayasa m.141’de düzenlenen, “Davaların en az giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılması, yargının görevidir.” hükmü çerçevesinde alınacak tedbirlerin, yargı kararlarının adalete ve hakkaniyete aykırılığına neden olmaması gerektiği,
Tüm bu açıklamalar ışığında, CMK m.250/4’de yer alan, seri muhakeme usulünde, yaptırımda yarı oranında indirim yapılmasını öngören kuralın, açıkça fail lehine olduğu, yargılama aşamasında olup, kesin hükümle sonuçlanmayan dosyalarda, fail lehine etkisi olan seri muhakeme usulünün, geçmişe uygulanmamasının Anayasa m.38’e aykırılık teşkil edeceği,
İfade edilerek, CMK geçici m.5/1-d’de düzenlenen “kovuşturma evresine geçilmiş, hükme bağlanmış” ibaresinin, “seri muhakeme usulü” yönünden aykırı olduğuna ve iptaline karar verilmiştir.
2. İptal kararına karşı üç farklı gerekçeyle karşı oy yazılmıştır;
İlk karşıoyda;
Anayasa Mahkemesi’nin 2020/16 E. ve 2020/33 K. ve 2020/81 E. ve 2021/4 K. sayılı dosyalarında daha önce basit yargılama usulü bakımından “kovuşturma evresine geçilmiş” ve “hükme bağlanmış” ibarelerinin iptal edildiği,
Anayasa m.38’de korunan, lehe kanunun geçmişe yürütülmesi kuralında tartışma bulunmadığı, ancak bu ilkenin maddi ceza hukuku kuralları bakımından geçerli olduğu, seri muhakeme usulünün, adından da anlaşılacağı üzere bir muhakeme kuralı olduğu,
Usul hukuku kuralında yapılan değişikliğin, ceza indirimi uygulanmasını veya cezanın niteliğinin değişmesini gerektirmesinin, ceza yaptırımını gerektiren fiile karşı, hukuk düzenince veya toplumca haksızlık algısının değiştiğini göstermediği,
Yargılama kuralında yapılan değişikliğin sanık lehine etki gösterdiği durumda, bu kuralın yürürlüğü bakımından “uygulanabilirlik” kriterinin gözetilmesi gerektiği, nitekim AYM’nin 2019/27 E. ve 2020/81 E. sayılı kararlarında bu kritere atıfla kesinleşmiş dosyalar bakımından basit yargılama usulünün uygulanmasının önünü kapattığı,
Lehe sonuç doğurduğu takdirde usul kurallarının geçmişe yürütülmesi gerektiği görüşünün, yargıya üstesinden gelemeyeceği bir yük yükleyeceği, bunun da, kanun koyucunun usul kuralları üzerinde değişiklik yapmasını engelleyeceği,
Seri muhakeme usulünde, cumhuriyet savcısının bu usulün uygulanmasını mahkemeden talep ettiği, mahkemenin talebi uygun görmediği takdirde reddettiği, seri muhakeme usulünün soruşturma evresine özgü, basitleştirilmiş, istisnai ve özel bir usul hukuku düzenlemesi olduğu, usulün uygulanmasıyla cezada indirim yapılmasının, bu kuralın maddi hukuk normu olarak nitelendirilmesini zorunlu kılmadığı,
Seri muhakeme usulünün, yalnızca soruşturma aşamasında uygulanan, dolayısıyla iddianame düzenlenerek davası açılmamış dosyalar bakımından uygulandığı dikkate alındığında, iddianamesi düzenlenip, mahkemesince kabul edilerek kovuşturma aşamasında geçilen dosyalar bakımından uygulanabilir olmayan seri muhakeme usulü bakımından, lehe kanunun geçmişe yürümesi kuralının geçerli olmadığı,
İfade edilmiştir.
İkinci karşıoyda;
Bahse konu kuralın iptali halinde, dosyada daha önce hangi yargılama usulünün uygulandığına bakılmaksızın seri muhakeme usulünün uygulanacağı, bu nedenle yargılamaya etkin katılım, duruşmada hazır bulunma, çelişmeli yargılama gibi hakların kullanılmaması sonucuna yol açacağı,
Sanığın rızası dahi olmaksızın, sözlü savunma, tanık dinletme ve tanığa soru sorma, duruşmada okunacak delillere karşı diyeceklerinin sözlü olarak bildirme ve delil tartışmasına katılma haklarının elinden alınacağı, bu nedenle kovuşturma aşamasında bulunan dosyada, seri muhakeme usulünün tatbikinin, sanığın lehine değil, aleyhine sonuç doğurabileceği, her ne kadar seri muhakemede yazılı savunma hakkı tanınsa da, bu hakkın ceza yargılamasında yüz yüzelik ve doğrudan doğruyalık haklarının yerini tutmayacağı,
Benzer şekilde, TCK m.61’de sayılan hususların, sanığın duruşmaya katılması ile hakim tarafından lehe olacak şekilde tatbik edilebileceği, sanığın yargı makamları tarafından hiç görülmediği bir ceza yargılamasında, TCK m.61’in sanığın aleyhine uygulanabileceği,
Tüm bu nedenlerle, dosyanın kovuşturma evresine geçmesiyle, sanığın duruşmaya bizzat katılma hakkının, iptal kararıyla birlikte re’sen mahkemece elinden alınacağı, dolayısıyla iptal kararının sanık lehine değil, aleyhine sonuç doğurmaya elverişli olduğu,
İleri sürülmüştür.
Üçüncü karşıoyda;
İptaline karar verilen düzenlemenin Anayasa m.141 ile adil/dürüst yargılanma hakkı arasında makul bir denge gözettiği, usul hukukunda “derhal uygulama” ilkesinin geçerli olduğu,
İfade edilmiştir.
II. Değerlendirmemiz
“Anayasa Mahkemesi'nin Basit Yargılama Usulü ile İlgili Verdiği İptal Kararının ‘Kanunilik’ ve ‘Eşitlik’ Yansımaları” başlıklı yazımızda; Anayasa Mahkemesi’nin 19.08.2020 tarihinde Resmi Gazete’de yayımlanan, 25.06.2020 tarihli, 2020/16 E. ve 2020/33 K. sayılı iptal kararını incelemiştik.
Bahse konu kararda; 7188 sayılı Kanun m.31 ile CMK geçici m.5/1-d’ye eklenen “kovuşturma evresine geçilmiş” ibaresinin aynı bentte yer alan “basit yargılama usulü” yönünden Anayasa m.38’e aykırı olduğuna ve iptaline karar verilmiştir.
İptal gerekçesinde; maddi ceza hukuku kurallarının “suçta ve cezada kanunilik” ilkesi kapsamında olduğu, ancak ceza yargılaması hukuku kurallarında, lehe veya aleyhe değerlendirmesi yapılmaksızın derhal uygulamanın esas olduğu, Anayasa m.141’de, “Davaların en az giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılması, yargının görevidir.” hükmüne yer verilerek, “usul ekonomisi” ilkesinin düzenlendiği, basit yargılama usulünün, yargılamaların makul sürede bitirilmesini mümkün kılacağı, bu amaçla kabul edilen bu yeni yargılama usulünün, sonuç cezada dörtte bir oranında indirim öngörmesi nedeniyle ceza miktarını etkilediği, ceza süresini kaldıran veya azaltan muhakeme hükümlerinin geçmişe uygulanmasının “suçta ve cezada kanunilik” ilkesinin bir gereği olduğu, hukuk kurallarına uygulanacak ilkeler bakımından, sırf o kuralın yer aldığı kanunun referans alınamayacağı, bu nedenle, basit yargılama usulü her ne kadar 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nda öngörülen bir müessese olsa da, yeri geldiğinde bu usule uygulanacak ilkeler bakımından maddi Ceza Hukuku ilkelerinin esas alınabileceği, nitekim İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi Büyük Dairesi’nin 17.09.2009 tarihli ve 10249/03 başvuru numaralı Scoppola - İtalya kararının 110 ila 113. paragraflarında da ceza miktarını azaltan yargılama usulü kurallarının fail lehine geçmişe etkili olarak uygulanması gerektiğinin ifade edildiği belirtilmiştir.
Bahse konu kararda; her ne kadar Anayasa m.10 gereğince “eşitlik” ilkesine aykırılık nedeniyle iptal davası açılmasa da, soyut ve somut norm denetiminde Anayasa Mahkemesi’nin sebep yönünden serbest olduğunu, Anayasa m.36 ve 38’in yanında, Anayasa m.10’da düzenlen “eşitlik” ilkesi bakımından da dosyanın incelenmesi gerektiğini, kararın “İtirazın gerekçesi” başlıklı 14. paragrafından, itiraz başvurusunun Anayasa m.36 ve 38’e dayandığının anlaşıldığı, Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun m.43/3’e göre, “Mahkemenin, kanunların, Cumhurbaşkanlığı kararnamelerinin ve Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün Anayasaya aykırılığı hususunda ileri sürülen gerekçelere dayanma zorunluluğu yoktur. Mahkeme, taleple bağlı kalmak şartıyla başka gerekçeyle de Anayasaya aykırılık kararı verebilir.” hükmünden anlaşılacağı üzere Mahkeme, itiraz talebi ile bağlı olsa da gerekçesiyle bağlı olmadığını, dolayısıyla iptale konu kural, yukarıda yer verdiğimiz gerekçelerle Anayasa m.10 açısından da incelenmesi gerektiğini ifade etmiştik.
İncelememize konu karardan sonra, Anayasa Mahkemesi’nin 14.01.2021 tarihli, 2020/81 E. ve 2021/4 K. sayılı kararında; 7188 sayılı Kanun m.31 ile CMK geçici m.5/1-d’ye eklenen “1/1/2020 tarihi itibarıyla(…) hükme bağlanmış veya kesinleşmiş dosyalarda(…) basit yargılama usulü uygulanmaz.” ibaresinin Anayasa m.10 ve m.38’e aykırı olup olmadığı incelenmiş, neticede Anayasa Mahkemesi’nin 25.06.2020 tarihli, 2020/16 E. ve 2020/33 K. sayılı yukarıda yer verdiğimiz iptal kararında ortaya koyulan gerekçeyle aynı yönde tespitlere yer verilerek “hükme bağlanmış” ibaresinin basit yargılama usulü bakımından Anayasa m.38’e aykırılık nedeniyle iptaline, “kesinleşmiş dosyalar” bakımından ne Anayasa m.10 ne de m.38 yönünden ihlal bulunduğuna karar verilmiştir.
“Anayasa Mahkemesi'nin Basit Yargılama Usulü ile İlgili Verdiği İptal Kararının ‘Kanunilik’ ve ‘Eşitlik’ Yansımaları” başlıklı yazımızda; Anayasa Mahkemesi’nin yukarıda yer verdiğimiz ilk iptal kararı bakımından (25.06.2020 tarihli, 2020/16 E. ve 2020/33 K. sayılı karar), kesinleşmiş dosyalarda “eşitlik” ilkesi gereğince geçmişe yönelik lehe uygulamanın gerçekleştirilmesi gerektiğini şu şekilde ifade etmiştik;
“Yeri gelmişken; olağan kanun yollarının tükendiği ve kararın kesinleştiği aşama ile birlikte ‘şüpheli’ ve ‘sanık’ sıfatı tükenip, olağan yargılama süreci tamamlandığından, artık bu aşamadan sonra başlayan ‘hükümlü’ statüsünde geriye dönük lehe uygulamanın yapılmaması gerektiği, Geçici m.5/1-d’nin ancak olağan kanun yolları tükenmemiş dosyalarda basit yargılama usulünün tatbikini mümkün kılacağı ileri sürülebilirse de, Anayasa Mahkemesi’nin iptal gerekçesi ve cezanın failin lehine değiştiği durumlarda hükümlü olanlar dahil uygulanması gerektiği halde, somut olayda Anayasa m.152 gereğince Anayasaya aykırılığın İlk Derece Mahkemesince ileri sürülmekle, ‘taleple bağlılık’ kuralı gereğince Anayasa Mahkemesi CMK Geçici m.5/1-d’nin ‘hükme bağlanmış veya kesinleşmiş dosyalarda’ ibaresini inceleyememiştir. Ancak dosyalardan henüz kesinleşmeyip, istinaf veya temyiz kanun yolları aşamasında bulunanlarda kovuşturma evresi devam ettiğinden, Anayasa Mahkemesi’nin iptal kararı bu dosyalar yönünden uygulanacak, fakat olağan kanun yolları tükenip de infaz aşamasına gelmiş dosyalarda Geçici m.5/1-d’nin engeli varlığını koruyacaktır. Kesinleşmiş bir dosya yönünden Anayasa Mahkemesi’ne gidildiğinde, Geçici m.5/1-d’de yer alan ‘kesinleşmiş dosyalarda’ ibaresinin özellikle ‘kanunilik’ ve bunun yanında ‘eşitlik’ ilkeleri yönünden inceleneceğini ve iptal edileceğini düşünmekteyiz. Ancak bu iptale kadar Anayasa Mahkemesi kararının dar uygulanması ve kanun koyucunun yerine geçememesi sebebiyle, ‘lehe uygulama’ prensibi yönünden sorun yaşanacağını ifade etmek isteriz.” görüşüne yer vermiştik.
Yazımızın devamında, başvurunun “eşitlik” ilkesi yönünden de incelenmesi ve özellikle kovuşturma aşamasında (CMK geçici m.5/1-d’de ifade edildiği şekliyle “hükme bağlanmış dosyalarda) olan dosyalarda basit yargılama usulünün geçmişe yönelik uygulanmamasının Anayasa m.10’u ihlal ettiğine ilişkin gerekçemizi;
“Mahkeme; yalnızca Anayasa m.38 bakımından inceleme yapmış olup, m.36 açısından inceleme gereği görmemiş ve Anayasa m.10’da düzenlenen ‘eşitlik’ ilkesine ise değinmemiştir.
Yazımızda, iptale konu kuralı ‘eşitlik’ ilkesi bakımından incelemeyi uygun gördük.
İptale konu kural, 01.01.2020 tarihi itibariyle ‘kovuşturma’ aşamasına geçilmiş yargılamalarda basit yargılama usulünün tatbik edilmeyeceğini ifade etmekte olup, bu tarih itibariyle ‘soruşturma’ aşamasında olan dosyalar bakımından böyle bir istisna öngörmemiştir. ‘Tanımlar’ başlıklı CMK m.2/1-a’ya göre ‘şüpheli’, ‘soruşturma evresinde, suç şüphesi altında bulunan kişiyi’, m.2/1-b’de ‘sanık’ ise, ‘Kovuşturmanın başlamasından itibaren hükmün kesinleşmesine kadar, suç şüphesi altında bulunan kişiyi’ ifade eder.
Basit yargılama usulünün; şüpheli sıfatını haiz kişiler bakımından tarih gözetilmeksizin uygulanırken, sanık bakımından 01.01.2020 tarihinden önce kovuşturma aşamasına geçilmiş yargılamalarda tatbik edilmemesinin ‘eşitlik’ ilkesine de aykırı olduğu dikkate alınmalıdır. Her ne kadar şüpheli ve sanığın hukuki statüleri farklı olduğundan, bu iki farklı statü için farklı uygulamaların öngörülmesinin ‘eşitlik’ ilkesine aykırı olmadığı düşünülebilirse de, neticede iki halde de henüz hakkında hüküm verilmemiş kişinin bulunması, dolayısıyla bu kişiler bakımından ‘suçsuzluk/masumiyet’ karinesinin geçerli olduğu, yargılama safhalarının farklı olmasının bu temel gerçeği değiştirmeyeceği ve bu tür bir ayırımı haklı kılmayacağı, sırf bazı yargılamaların diğerlerinden hızlı yürümesinin, yavaş yürüyüp 01.01.2020 tarihi itibariyle hala soruşturma aşamasında bulunması sebebiyle basit yargılama usulünün uygulanmasında yoksun bırakılamayacağı, ayrıca hem basit yargılama usulünün tatbiki ve hem de kamu davasının açılması için yeterli şüphenin gerektiği gözönünde bulundurulmalıdır.
Tekrar belirtmeliyiz ki; ‘şüpheli’ ve ‘sanık’ sıfatları birbirinden farklı olup, bu sıfatlar yönünden öngörülen farklı düzenlemelerin ‘hukuki eşitlik’ olarak ele alınarak, tam bir fiili eşitliğin Anayasa m.10’da öngörülmediği ileri sürülse de, fiili eşitsizlikten kaynaklanan farklı uygulamaların keyfi olmaksızın, haklı ve kabul edilebilir bir nedene dayandırılması şarttır. Aksi halde, sırf hukuki durumların farklı olduğundan hareketle yapılacak farklı düzenlemelerin ‘eşitlik’ ilkesine uygun olduğu söylenemez.” şeklinde beyan etmiştik.
Anayasa Mahkemesi’nin 14.01.2021 tarihli, 2020/81 E. ve 2021/4 K. sayılı kararında; 7188 sayılı Kanun m.31 ile CMK geçici m.5/1-d’ye eklenen “1/1/2020 tarihi itibarıyla(…) hükme bağlanmış veya kesinleşmiş dosyalarda(…) basit yargılama usulü uygulanmaz.” ibaresinin Anayasa m.10’a aykırı olup olmadığını incelenmiş, neticede basit yargılama usulünün ilk derece mahkemesi önündeki dosyalara ilişkin olduğu, Anayasa m.10’da düzenlenen “eşitlik” ilkesinin hukuksal durumları eşit olanlar bakımından koruma sağladığı, “eşitlik” ilkesinin amacının, aynı durumda olan kişiler bakımından eşitliği sağlamak, ayırım yapılmasını ve ayrıcalık tanınmasını engellemek olduğu, kanun önünde eşitliğin, herkesin her yönden aynı kurallara bağlı olacağı anlamına gelmediği,
“Eşitlik” ilkesinin ihlalinden bahsedebilmek için, bir kanunun aynı hukuksal duruma sahip olanlar arasında ayırım ve ayrıcalık ortaya çıkarması gerektiği, ceza yargılamasında, hakkında ceza davası devam eden sanıkla, hakkında verilen mahkumiyet hükmü verilip kesinleşen, cezası infaz aşamasında olan kişinin aynı hukuki statüde bulunmadığı, tüm bu nedenlerle kesinleşmiş dosyalarda basit yargılama usulünün tatbik edilmemesinin, “eşitlik” ilkesine aykırı olmadığı,
Kabul edilmiştir.
Kanaatimizce; nasıl maddi ceza hukuku kurallarında yapılan lehe yönde değişiklik, şüpheli, sanık veya hükümlü bakımından fark gözetilmeksizin uygulanıyorsa, aynı şekilde usul kurallarında geçmişe tatbik edilen ceza miktarı bakımından lehe etki eden değişikliğin, şüpheli ve sanığın yanında hükümlü yönünden de uygulanması isabetli olacaktır.
Anayasa Mahkemesi’nin; basit yargılama usulünde “kesinleşmiş” dosyalar bakımından Anayasa m.10 ve m.38’e aykırılık tespit etmediği dikkate alındığında, seri muhakeme usulünde “kesinleşmiş” dosyalar bakımından önüne gelecek dosyada, aynı yönde karar vereceği düşünülebilir. Yükse Mahkemenin kesinleşmiş dosyalar yönünden görüşün, iptal kararının gerekçesiyle bağdaşmadığını belirtmek isteriz. Yüksek Mahkeme; eğer muhalif görüşleri dikkate almak suretiyle iptal talebini reddetse idi, o halde kesinleşmiş dosyalar yönünde de benzer karar vermesi beklenirdi, fakat iptal yönünde verilen karar veya oluşturulan gerekçe bizce kesinleşmiş dosyaları da kapsamalıdır.
Anayasa Mahkemesi’nin, “kesinleşmiş” dosyalar bakımından yaptığı bu ayırımın, hem Anayasa m.10 ve hem de m.38’e aykırı olduğunu, çünkü basit yargılama bakımından Anayasa m.10’un ihlal edilmediğine gerekçe gösterilen “hukuki durumları farklı kişiler hakkında farklı uygulamanın ‘eşitlik’ ilkesini ihlal etmeyeceği” düşüncesinin sözkonusu tartışma bakımından hatalı olduğunu, “sanık” ve “hükümlü” olarak, hukuken farklı statülere sahip olmanın, yargısal sürecin ne kadar hızlı işlediğine bağlı olarak değişebilen, tümüyle bireyin kontrolü dışında ve katlanmak zorunda olmadığı bir dezavantajdan kaynaklanabileceği, kaldı ki maddi ceza hukuku kuralında lehe değişiklik, kesinleşmiş dosyalar bakımından geçmişe uygulanırken, kovuşturma aşamasında bulunan dosyalarda geçmişe yönelik uygulanmasına karar verilen basit yargılama ve seri muhakeme usullerinin, kesinleşmiş dosyalar bakımından da geçmişe yönelik tatbikinin gerektiği, AYM kovuşturma aşamasında bulunan dosyalar bakımından bahse konu kuralların geçmişe uygulanmamasını Anayasa m.38’e aykırı bulmasa, dolayısıyla CMK geçici m.5/1-d iptal edilmese idi, kesinleşmiş dosyalar bakımından böyle bir tartışmanın gündeme gelmeyeceği, ancak kovuşturma aşamasında bulunan dosyalar yönünden iptal kararı verildiği yerde, “kesinleşmiş” ibaresinin iptal edilmemesinin, basit yargılama usulü ve seri muhakeme usulü için hatalı olduğunu, TCK m.7/2’de “Suçun işlendiği zaman yürürlükte bulunan kanun ile sonradan yürürlüğe giren kanunların hükümleri farklı ise, failin lehine olan kanun uygulanır ve infaz olunur.” ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun m.98’de “sonradan yürürlüğe giren kanun hükmünün Türk Ceza Kanununun 7 nci maddesi kapsamında değerlendirilmesi gerekirse, hükmü veren mahkemeden(…) yerine getirilecek cezanın belirlenmesi için karar istenir.” hükümleri uyarınca, kesinleşen dosyalarda da basit yargılamanın tatbikiyle “eşitlik” ve “suçta ve cezada kanunilik” ilkelerine uygun hareket edilmesi gerektiğini ifade etmeliyiz.
Anayasa Mahkemesi’nin 14.01.2021 tarihli, 2020/81 E. ve 2021/4 K. sayılı kararının ilk karşı oy gerekçesinde; muhakeme kurallarında ceza miktarını lehe yönde etkileyen değişikliklerin kesinleşmiş dosyalarda uygulanmayacağına dair bir kural veya ilke bulunmadığı, tam aksine, Anayasa m.38 gereğince lehe değişikliğin geçmişe uygulanmasının zorunlu olduğu ifade edilmiş, yani kesinleşmiş dosyalar bakımından geçmişe dönük uygulama yapılmamasının, Anayasa m.38’e aykırı olduğu belirtilmiş, hukuki sorun “eşitlik” ilkesi bakımından incelenmemiştir.
Son olarak; Anayasa Mahkemesi’nin 21.04.2022 tarihli, 2020/87 E. ve 2022/44 K. sayılı iptal kararının ikinci karşı oy gerekçesinde ortaya koyulan, seri muhakeme usulünde sanığın usuli güvencelerinin elinden alındığı, bu nedenle bu kuralın iptali halinde, bu durumun her zaman sanığın lehine olmayı, aleyhine sonuç doğurabileceği ileri sürülmüşse de,
Kanaatimizce; seri muhakeme usulüne dair karşı oy gerekçesinde yer verilen sorunların, iptale konu hükümden ziyade, seri muhakeme usulünün sanığı, ceza muhakemesine hakim, adil/dürüst yargılanma hakkının temel güvencelerini oluşturan ilkelerden mahrum bırakması ile ilgili olduğu, karşı oyun iptale konu itiraz konusundan ziyade, seri muhakeme usulünün kendisinin Anayasaya aykırılığını akla getirdiği, seri muhakeme usulü bu haliyle yürürlükte olduğu sürece, genel hükümlere göre yapılan yargılamalarla karşılaştırıldığında lehe hükümler içerdiği, nihayetinde seri muhakeme usulünün tatbiki halinde sonuç cezada yarı oranında indirim yapılacağının tartışmasız olduğu, dolayısıyla aynı fiili işlemiş kişilerden seri muhakeme usulünün tatbikiyle mahkumiyetine karar verilen kişinin, seri muhakeme usulü yürürlüğe girmeden önce yargılanıp hakkında mahkumiyet verilen kişiye göre daha avantajlı olduğu gerçeğini değiştirmediğini belirtmeliyiz.
Son söz; Anayasa Mahkemesi tarafından iptal kararının tatbiki ile ilgili ileri bir tarih belirlenmediğinden, iptal kararı derhal yürürlüğe gireceğinden sanık lehine olan dosyalar yönünden iptal kararının etkisi derhal başlayacak olup, 01.01.2020’den önce (bu tarih hariç) kesinleşmiş dosyalar dışında ve bu tarih ile bu tarihten sonraki tüm dosyalar AYM’nin iptal kararından etkilenecektir.
Prof. Dr. Ersan Şen
Av. Buğra Şahin
(Bu köşe yazısı, sayın Prof. Dr. Ersan ŞEN tarafından www.hukukihaber.net sitesinde yayınlanması için kaleme alınmıştır. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısının tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısının bir bölümü, aktif link verilerek kullanılabilir. Yazarı ve kaynağı gösterilmeden kısmen ya da tamamen yayınlanması şahsi haklara ve fikri haklara aykırılık teşkil eder.)