I. Giriş

Bu yazımızda; Anayasa Mahkemesi’nin 25.05.2022 tarihli ve 2018/36546 başvuru numaralı Gülsün Giley kararı çerçevesinde mülkiyet hakkının yatay etkisi incelenecektir. Başvurunun konusunu; temsil yetkisini kötüye kullanan vekil tarafından gerçekleştirilen taşınmaz satışı işlemine istinaden alıcı adına yapılan tescilin iptali istemi ile açılan davada, hukuka aykırı karar verildiğinden bahisle mülkiyet hakkının, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiaları oluşturmaktadır.

Mülkiyet hakkı, İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi 1. Protokol 1. madde ile Anayasa m.35’in güvencesi altındadır.

II. Başvuru Süreci

Başvurucu, 2016 yılında ölen A.V’nin kızıdır. A.V.; 16.10.2006 tarihli vekaletname ile A.Ş.’yi, taşınmazlarının da satışı dahil olmak üzere bazı tasarruflarda bulunmak üzere yetkili kılmıştır. A.Ş. sözkonusu vekaletnameye istinaden A.V.’ye ait;

- 7092 ada 1 parsel sayılı taşınmazı 18.10.2006 tarihinde 50.000-TL bedelle D.Y.’ye,

- 7097 ada 1 parsel sayılı taşınmazı ise 27.08.2008 tarihinde A.Ş.’nin tevkil ettiği Ö.K. tarafından 5.500-TL bedelle S.K.’ye satmıştır.

A.Ş.; A.V.’yi satış işlemlerinden haberdar etmediği gibi, satış bedelini de A.V.ye ödememiştir. A.V.’nin şikayetçi olması üzerine A.Ş. İlk Derece Mahkemesi tarafından güveni kötüye kullanma suçundan 26.12.2011 tarihinde mahkum edilmiş, bu karar Yargıtay tarafından onanmıştır.

A.V.; 16.07.2010 tarihinde S.K. aleyhine, 27.01.2011 tarihinde de D.Y. aleyhine sicilin düzeltilmesi davası açmıştır. İlk Derece Mahkemesi her iki davayı birleştirmiştir. A.V.; vekaletnamenin taşınmazların satışı için değil, taşınmazlarda inşaat yapılması için verildiğini ileri sürmüş, satışın geçersiz olduğunu iddia etmiştir. Davalı taraf ise A.V.yi tanımadıklarını, taşınmazları iyiniyetli olarak satın aldıklarını ileri sürmüştür. Yargılama devam ederken ölen A.V.’nin yerine başvurucu davaya taraf olmuştur. İlk Derece Mahkemesi, alıcıların iyiniyetli olduğuna kanaat getirildiğini belirterek davayı reddetmiştir.

Bu karar üzerine başvurucu istinaf yoluna gitmiş, dilekçesinde; A.Ş. ile S.K.’nın adreslerinin aynı olduğunu, tevkil edilen Ö.K. ile S.K.’nın ise sonradan evlendiklerini belirtmiş ve işbirliği içinde hareket ettiklerini ileri sürmüştür.

Bölge Adliye Mahkemesi davanın yeniden görülmesi için dosyayı İlk Derece Mahkemesine gönderilmesine aşağıdaki gerekçelerle karar vermiştir;

i. 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nda sadakat ve özen borcu, vekilin müvekkile karşı en önde gelen ödevi olarak kabul edilmiştir. Kanunun 506. maddesine göre vekil; vekil edenin yararına ve iradesine uygun hareket etme, onu zarara sokan davranışlardan kaçınma yükümlülüğü altındadır. Müvekkilin yararı ile bağdaşmayacak bir eylem veya işlem yapan vekil, bahsedilen madde uyarınca sorumlu olur.

ii. Öte yandan vekille sözleşme yapan üçüncü kişinin 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu m.3 uyarınca iyiniyetli olması durumunda, vekille yaptığı sözleşme geçerlidir ve müvekkili bağlar. Vekil vekalet görevini kötüye kullansa dahi bu husus, vekil ile müvekkil arasında bir iç sorun olarak kalır ve vekille sözleşme akdeden üçüncü kişinin kazandığı haklara etki etmez.

iii. Üçüncü kişi; vekille çıkar ve işbirliği içinde ise, üçüncü kişinin kötüniyetli olduğu kabul edilir. Üçüncü kişi; vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını biliyor veya bilmesi gerekiyorsa, müvekkilin sözleşme ile bağlı sayılmaması dürüstlük kuralının doğal bir sonucudur.

iv. Diğer taraftan kişilerin huzur ve güven içinde alışverişte bulunması, satın aldıkları şeylerin ileride kendilerinden alınabileceği endişesini taşımaması gerekir. Bu sebeple, alıcının iyiniyetinin de korunması zorunludur. Nitekim 4721 sayılı Kanunun 1023. maddesinde, iyiniyetli üçüncü kişinin haklarını koruyucu hükümler getirilmiştir.

v. Tapulu taşınmazların intikalinde huzur ve güveni koruma, toplum düzenini sağlama uğruna önceki malikin hakkı feda edileceği için alıcının iyiniyetli olduğunun tam olarak tespiti büyük önem taşımaktadır. Bir yanda, tapu sicilinin doğruluğuna inanarak iktisapta bulunulduğunu ileri süren kimse ve diğer yanda ise, ayni hakkını yitirme tehlikesi karşı karşıya kalan önceki malik bulunmaktadır. Bu nedenle, yüzeysel ve şekilci bir araştırma ve yaklaşımın büyük mağduriyetlere yol açacağı açıktır. Kanun koyucunun amacının gerçekten iyiniyetli olan kişiyi korumak olduğu hususu daima gözönünde bulundurulmalıdır.

vi. Açıklanan nedenlerle; davada ve birleşen davada davalıların iyiniyetli olup olmadığı hususunda taraflardan tüm delillerin sorulup toplanması, gerekirse bu hususta re’sen araştırma yapılması, toplanan deliller incelendikten sonra oluşacak sonuca göre karar verilmesi gerekir.

İlk Derece Mahkemesi bu karar üzerine; başvurucuya, alıcıların kötüniyetli olduklarını gösteren delillerini sunması için mühlet vermiş, başvurucu ise başkaca delil toplanmasına ihtiyaç duyulmadığını belirtmiştir. İlk Derece Mahkemesi, alıcıların kötüniyetli olduğunun kanıtlanamadığı gerekçesiyle davayı yine reddetmiştir.

III. Anayasa Mahkemesi’nin Değerlendirmesi

A. Mülkiyet Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia Bakımından

AYM’ye göre[1] Anayasa m.35’de güvence altına alınan mülkiyet hakkı; mülk sahibine müdahalenin kanun dışı veya keyfi veya makul olmayan şekilde uygulandığına ilişkin savunma ve itirazlarını sorumlu makamlar önünde etkin bir biçimde ortaya koyabilme olanağının tanınması güvencesini kapsamaktadır. Bu değerlendirme ise, uygulanan sürecin bütününe bakılarak yapılmalıdır.

Ayrıca, mülkiyet hakkının usule ilişkin güvenceleri hem özel kişiler arasındaki mülkiyet uyuşmazlıklarında ve hem de taraflardan birisinin kamu gücü olduğu durumlarda geçerlidir. Bu bakımdan mülkiyet hakkının korunmasının gerekli olduğu durumlarda usule ilişkin güvencelerin somut olayda yerine getirildiğinden söz edilebilmesi için derece mahkemelerinin kararlarında konu ile ilgili ve yeterli gerekçe bulunmalıdır.

Son olarak; somut olayın bütün koşulları ve taraflara tanınan tüm imkanlar ile tarafların tutum ve davranışları gözönünde bulundurularak, menfaatlerin adil bir şekilde dengelenip dengelenmediği değerlendirilmelidir[2].

AYM başvuruya konu olayı değerlendirirken; maddi vakıaların ispatlanması için sunulan delillerin değerlendirilmesi ve bunların ispata yeterli olup olmadığının karara bağlanmasının kural olarak derece mahkemelerinin yetkisinde olduğunu, keyfilik veya bariz takdir hatası içermedikçe AYM’nin kendi değerlendirmesini derece mahkemelerinin değerlendirmesi yerine ikame etmesinin, bireysel başvurunun amacıyla bağdaşmadığını belirtmiştir.

AYM; başvuruya konu olayda, İlk Derece Mahkemesinin başvurucunun önceki aşamalarda ileri sürdüğü ve alıcıların satıcı vekilinin temsil yetkisini kötüye kullandığının işareti olarak görülebilecek iddia ve olgulara ilişkin olarak hiçbir değerlendirme yapmadığının görüldüğünü, bu bakımdan başvurucunun ileri sürdüğü iddiaların, alıcıların satıcı vekili A.Ş.nin temsil yetkisini kötüye kullandığını bilip bilmediği meselesinin değerlendirilmesinde önem taşıdığının açık olduğunu belirtmiştir. Bu bakımdan; ilk derece mahkemesinin alıcıların kötüniyetli olup olmadığı meselesini karara bağlarken sözü edilen olgularla ilgili olarak bir değerlendirme yapmamış olmasını devletin mülkiyet hakkının korunması ödevinden doğan pozitif yükümlülüklerinin gerektirdiği özende bir inceleme yapılmaması sonucunu doğurduğunu ve Anayasa m.35’de öngörülen pozitif yükümlülüklerin ihlal edildiği kanaatine ulaşmıştır.

B. Makul Sürede Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia Bakımından

AYM; başvuruya konu davanın 8 yıl 3 ay 2 gün devam eden yargılama süresinin, benzer başvurularda verdiği kararları[3] dikkate alarak makul olmadığı sonucuna ulaşmıştır.

IV. Değerlendirmemiz

Anayasa Mahkemesi; Anayasa m.35’de güvence altına alınan mülkiyet hakkı ihlali iddialarını incelerken, devletin maddi ve usule ilişkin pozitif yükümlülükleri yönünden de inceleme yapmaktadır. Bu incelemeyi yaparken; somut olayda belirli, ulaşılabilir ve öngörülebilir bir kanun hükmünün mevcut olup olmadığını değerlendirmektedir. Bundan sonra ise, usuli güvencelere ilişkin olarak başvurucunun iddialarını yetkili makamlar önünde ortaya koyabilme imkanına sahip olup olmadığını incelemektedir. Bu doğrultuda, mülkiyet hakkını koruyacak ve bireye yeterli güvenceler sağlayacak hukuksal mekanizmaların varlığı önem kazanmaktadır.

İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi de; devletin mülkiyet hakkına karşı negatif yükümlülükleri olduğunu kabul etmekle birlikte, bazı durumlarda mülkiyet hakkının korunması bakımından devletin pozitif yükümlülükleri olabileceğini kabul etmektedir.

30.11.2014 tarihli Öner Yıldız ve Diğerleri/Türkiye kararında İHAM Büyük Dairesi; pozitif yükümlülükleri, esas yönünden ve usul yönünden yükümlülükler olarak iki kısımda incelemiştir.

İHAM’a göre; İHAS’da güvence altına alınan hakların korunması için oluşturulması gerekli mevzuat devletin esas yönünden yerine getirmesi gereken yükümlülüğüdür. Devletin mülkiyet hakkını korumak için gerekli yasal güvenceleri oluşturması gerekmektedir. Bu yasal güvencelerin etkili şekilde yürütülmesine yönelik yükümlülükler ise, pozitif yükümlülüklerin usul yönünden korunmasını oluşturmaktadır.

Burada dikkat edilmesi gereken; devletin usul yönünden pozitif yükümlülüklerinin, sadece devlet tarafından kişilerin mülkiyet hakkına yapılan müdahaleleri önlemekle sınırlı olmadığı, özel hukuk kişileri tarafından birbirlerinin mülkiyet hakkına yapılan müdahaleleri de kapsadığıdır[4]. Bu duruma anayasal hakların/insan haklarının yatay etkisi denilmektedir.

Mülkiyet hakkının yatay uygulanması ile kamu makamlarının sadece müdahale etmeyerek hakkı ihlal etmekten kaçınmaları değil, ayrıca pozitif yükümlülüğü gereği hakkın üçüncü kişiler tarafından ihlal edilmesini engelleme ve maliki koruma yükümlülüğü ile ihlal sonrası telafi edici mekanizmaları oluşturma yükümlülüğü de meydana gelmektedir.

Ancak bu yükümlülük devletin her hukuki ihtilafta sorumluluğunu getirmemekte, yargı makamlarının kararları ve mevzuat hükümlerinin özel hukuk kişileri arasındaki etkileri bakımından açıkça keyfi ve ölçüsüz uygulamaların varlığı halinde devletin sorumluluğu gündeme gelmektedir.

İHAM Buceaş and Buciaş/Romanya kararında, Romanya yargısal makamlarının iç hukuktaki “iyiniyet” ilkesini başvurucular aleyhine hatalı ve keyfi yorumladığı ve uyguladığı sonucuna ulaşmıştır[5].

İHAM 01.12.2005 tarihli ve 63252/00 başvuru numaralı Paduraru v. Romania kararında ise; yerel mahkemenin karşılaştığı sorunların karmaşıklığını inkar etmediğini belirtmekle birlikte, bu karmaşıklığın açık ve tutarlı bir iyiniyet tanımının standart bir tanım olmamasına bağlamaktadır. Mahkemeye göre bu sorunlar yerel mahkemenin iyiniyeti tam olarak tanımlayıp değerlendirememelerinden kaynaklanmaktadır.

İHAM; mülkiyet hakkının ihlali iddialarını incelediği ve devletin pozitif yükümlüğünü değerlendirdiği diğer davalarda[6]; devletlerin özel hukuk kişilerinden gelecek saldırılara karşı önleme, soruşturma, yürütme ve göz yummama yükümlülüklerinin bulunduğunu belirtmiştir.

AYM; devletin pozitif yükümlülüklerinin, mülkiyet hakkına yapılan müdahalelere karşı usule ilişkin güvenceleri sunan yargısal yolları da içeren etkili hukuksal bir çerçeve oluşturma ve oluşturulan bu hukuksal çerçeve kapsamında yargısal ve idari makamların bireylerin özel kişilerle olan uyuşmazlıklarında etkili ve adil bir karar vermesini temin etme sorumluluklarını da içerdiğini belirtmektedir[7]. AYM’nin bu doğrultuda incelediği 2015/12563 başvuru numaralı Kamil Darbaz ve GMO Yapı Grup End. San. Tic. Ltd. Şti. kararında, derece mahkemelerinin kararlarının başvurucuların mülkiyet haklarına ilişkin davanın sonucuna etkili olabilecek mahiyetteki iddia ve itirazlarına cevap verecek nitelikte yeterli bir gerekçe içermemesi nedeniyle mülkiyet hakkının korunmasına ilişkin usuli güvencelerin ihlal edildiği sonucuna ulaşmıştır.

Yargıtay 8. HD 26.04.2005 tarihli ve 2005/238 E. 2005/3312 K. sayılı kararında; “TMK.nun 1023. maddesi hükmüne göre, tapu kütüğündeki tescile iyiniyete dayanarak mülkiyet veya başka bir ayni hak iktisap eden kimsenin bu iktisabı korunur. Anılan hüküm uyarınca kural olarak davalı iktisabında iyiniyetli sayılır. Ancak, 8.11.1991 gün ve 4/3 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı ile MK.nun 931 (TMK. 1023) maddesinde öngörülen iyiniyet kuralına aykırılık nedeniyle açılan tapu iptali davalarında, dava açma iradesinin kötüniyete dayalı olduğu iddiasını da taşıdığı kabul edilmiş olup, davalının iktisabında kötüniyetli olup olmadığının belirlenmesi gerekmektedir. Dava açılmakla davalının kötüniyetle iktisapta bulunduğu ileri sürüldüğüne göre bu hususun davacı tarafça kanıtlanması gerekmektedir. Davalının iktisabında kötüniyetli olduğu yolundaki davacının delillerinin sorulması, göstereceği delillerin yöntemine uygun bir biçimde toplanıp ondan sonra uyuşmazlığın esası hakkında hüküm kurulması gerekmektedir. Bu yön gözönünde tutulmadan ve davacının delilleri toplanılmadan yazılı şekilde davanın kabulüne karar verilmiş olması doğru değildir.” açıklamalarına yer verilerek, kötüniyetin ispatlanmasında davacıya verilen ispat yükümlülüğünün, davacının göstereceği delillerin uygun bir biçimde mahkeme tarafından değerlendirilmesiyle mümkün olabileceği belirtilerek yerel mahkemenin kararı bozulmuştur.

“İyiniyetli üçüncü kişilere karşı” başlıklı TMK m.1023’e göre, “Tapu kütüğündeki tescile iyiniyetle dayanarak mülkiyet veya bir başka ayni hak kazanan üçüncü kişinin bu kazanımı korunur”.

İHAS ve Anayasa ile korunan mülkiyet hakkının ihlali; Devletin sadece negatif yükümlülükleri ile sınırlı kalmamakta, ayrıca pozitif yükümlülüklerin ihlali ile de devletin sorumluluğunu gündeme getirmektedir. Bu bakımdan; başvuruya konu olayda olduğu gibi, özel hukuk kişileri arasında gerçekleşen ihtilafta mahkemenin yargılamaya etki edecek nitelikteki iddiaları değerlendirmeden karar vermesi durumunda, mülkiyet hakkının yatay etkisi ile Devletin sorumluluğu doğabilecektir.

Sonuç olarak; AYM kararını yerinde bulmakla birlikte, Devletin yukarıda açıklanan negatif ve pozitif yükümlülüklerini yerine getirmesi şartıyla bireyin mülkiyet hakkının etkin şekilde korunabileceği gözönünde bulundurulmalı, bireye aşırı külfet yükleyen müdahalelerden kaçınılmalıdır.

Prof. Dr. Ersan Şen

Stj. Av. Berra Berçik

------------------

[1] Züliye Öztürk, B. No: 2014/1734, 14/9/2017, § 36; Bekir Yazıcı [GK], B. No: 2013/3044, 17/12/2015, § 71

[2] Faik Tari ve Sultan Tari, B. No: 2014/12321, 20/7/2017, § 52

[3] Güher Ergun ve diğerleri, B. No: 2012/13, 2/7/2013, §§ 50, 52

[4] http://tbbdergisi.barobirlik.org.tr/m2010-91-658 s.227

[5] https://www.anayasa.gov.tr/media/3548/06_mulkiyet_hakki.pdf s.196

[6] Cyprus v. Turkey 10.05.2011 tarihli ve 25781/94 başvuru numaralı İHAM kararı, Manfred Paul v. Germany 29.05.2007 tarihli ve 25556/03 başvuru numaralı İHAM kararı

[7] Selahattin Turan, B. No: 2014/11410, 22/6/2017, § 41