Avukat, yalnızca mahkemelerde, dosyaların içinde veya müvekkilleriyle yaptığı görüşmelerde var olan bir figür değildir. Onun en güçlü silahlarından biri, hatta belki de en güçlüsü, kalemidir. Avukatın yazı yazması, sadece bir meslek pratiği değil; aynı zamanda hukukun, adaletin ve bilginin toplumdaki yankısını artıran bir faaliyettir. Bu yazıyı, yazmanın avukat için neden bu kadar önemli olduğunu, tarihten ve günümüzden örneklerle ele alarak, kalemin bir hukukçu için ne ifade ettiğini irdeleyerek ve belki de bu yazıyı okuyan avukatların içindeki yazma isteğini tetikleyerek kaleme alıyorum.

Gad Franko: Bir Avukatın Günlük Disiplini

Milaslı Gad Franko’nun hayatı, yazmanın avukat için ne denli büyük bir değer taşıdığını gözler önüne seren bir örnek. Kızı İvet Bigio, onun her gün sabah erkenden kalkarak yazmaya vakit ayırdığını söylüyor:

“Gad son derece metodik bir insandı. Her sabah saat 06:00’da kalkar ve doğrudan bürosuna giderdi. Her gün üç sayfa yazı yazmayı görev bilirdi ve bu kadar makale ve kitabı böylece yazabildi. Okula gitmeden önce birlikte kahvaltı ederdik.” (Devletin Yahudileri ve Öteki Yahudi, Rıfat N. Bali, İletişim Yayınları,2010, s:119)

 Gad Franko, sadece bir avukat değil, aynı zamanda eğitimci ve yayıncıydı. Onun kalemi, yalnızca mahkemelerde savunmalarını oluşturmak için değil, hukuka dair düşüncelerini yaymak, hukukçulara rehberlik etmek, hatta topluma yeni bir perspektif sunmak için de vardı.

Hayatı müddetince birçok talihsizlik de yaşayan Gad,  İzmir’de makalelerini yayınladığı Hizmet isimli gazetenin kapanmasına da sebep olmuş ve Şair Eşref’in Türk edebiyat tarihine giren şu latifesine konu olmuştur:

Bir makale yazdı oğlan, aferin!

Pek musıb oldu çıfıtça himmeti!

Havrada yazdı haham tarihini

Gad Franko turfa etti Hizmet’i!

Rıfat Bali’nin onun hakkında yazdığı “Unutulmuş Bir Fikir Adamı ve Hukuk Âlimi” adlı eserinde de vurgulandığı gibi, Franko kendi kendini yetiştirmiş bir hukukçuydu. Onun gibi düşünen, araştıran, üreten hukukçular için yazı yazmak, kendi gelişimlerini tamamlamanın ve meslektaşlarına katkıda bulunmanın vazgeçilmez bir yoluydu. Onun yazı disiplini, hukukçular için bir mihenk taşı olabilir mi? Bugün, günlük iş yükünün arasında boğulan bir avukat için düzenli yazı yazmak bir lüks mü, yoksa kendini geliştirmek için bir zorunluluk mu?

Ali Haydar Özkent: Avukatın Tanınma Yolu

Avukat Ali Haydar Özkent, Genç Avukatlarla Gizli Konuşmalar adlı yazısında yazmanın bir avukat için ne anlama geldiğini açıkça ortaya koyuyor. Şu ifadeler, avukatın tanınmasının ve bilinirliğinin yalnızca mahkeme salonlarında kazanılmadığını gösteriyor:

“Avukatın sermayesi, önce doğruluk ve namuskârlık, sonra bilgidir. (...) Fakat bu doğruluğu ve bilgiyi herkese nasıl öğretmeli? İş sahiplerine nasıl anlatmalıdır? (...) İlmi, mesleki mecmualarda yazı yazmak, fikre açıklık verir, bilgiyi genişletir. Fakat temin edeceği şöhret... bunlardan aşağı değildir.”

Özkent, yazmanın yalnızca bir akademik faaliyet olmadığını, aynı zamanda avukatın kimliğini inşa eden ve onu görünür kılan bir unsur olduğunu anlatıyor. Çünkü hukuk, yalnızca mahkemelerde değil, hukuk kitaplarında, makalelerde ve dergilerde de şekillenir. Bir avukat, bilgisini kağıda dökerek yalnızca kendini değil, mesleğini de inşa eder.

Özkent’in vurguladığı gibi, bir avukatın yazı yazması onun bilgisini pekiştirir, meslektaşlarıyla etkileşimini artırır ve hukuki meselelere dair kendi iç dünyasında yeni kapılar açar. Bu noktada, yazmanın sadece avukatın şahsi gelişimi için değil, aynı zamanda meslektaşları ve kamuoyu için de büyük bir hizmet olduğu görülür.

Ali Tantavi: Yazmak, Öğretmek ve Öğrenmek

Bir avukatın yazması neden önemlidir? Belki de bunun en güzel cevabını hukukçu ve edebiyatçı Ali Tantavi şöyle veriyor:

“Bir ilmi öğrenmenin ve ona bihakkın vakıf olmanın en iyi yolu onu öğretmektir.”

Yazı yazmak, bir çeşit öğretme biçimidir. Bir hukukçu, yazarken düşüncelerini şekillendirir, bilgilerini pekiştirir ve meseleleri daha derinlikli bir şekilde kavrar. Hukuk, teorik bir bilgi alanı olduğu kadar, pratiğe dökülerek anlam kazanan bir disiplindir. Yazmak, bu teoriyi pratiğe dökmenin en iyi yollarından biridir

Avukatın yazması, bir dava dilekçesi hazırlamak veya bir sözleşme kaleme almakla sınırlı değildir. Hukuki makaleler, köşe yazıları, akademik incelemeler ve hatta blog yazıları aracılığıyla hukukçular, kendi seslerini duyurabilir ve hukukun toplumsal hayattaki rolüne dair daha geniş bir perspektif sunabilirler.

Bir Avukat Neden Yazmalıdır?

Şimdiye kadar öne sürdüğümüz noktaları toparlarsak, bir avukatın yazması neden hayati önemdedir?

1. Bilgiyi Derinleştirmek ve Genişletmek: Yazmak, öğrenme sürecinin bir parçasıdır. Hukuk alanında bir konu hakkında yazarken, o konunun derinliklerine inmek ve yeni bakış açıları geliştirmek gerekir. Bu, avukatın entelektüel gelişimini sağlar.

2. Meslektaşlarla ve Kamuoyuyla Etkileşim: Bir avukatın yazdığı makaleler, yalnızca akademik camiada değil, uygulamacılar arasında da etkileşim yaratır. Meslektaşlar arasında fikir alışverişi başlatabilir, hukuki meseleleri farklı açılardan ele alabilir.

3. Kendi İsmini ve Kariyerini İnşa Etmek: Özkent’in de belirttiği gibi, yazı yazmak bir avukat için en iyi tanınma yöntemlerinden biridir. Hukuki bir konuda yazılan iyi bir makale, meslektaşların gözünde o avukatı yetkin bir uzman olarak konumlandırabilir.

4. Toplumsal Katkı ve Hukukun Gelişimi: Hukuk, yalnızca mahkeme kararlarıyla değil, aynı zamanda hukukçuların yazılarıyla da şekillenir. Hukuki konular hakkında yazmak, toplumda hukuk bilincini artırmanın önemli bir yoludur.

5. Zihni Disiplin Altına Almak: Gad Franko’nun her sabah üç sayfa yazma alışkanlığı, bir avukatın zihnini nasıl disipline edebileceğine dair güçlü bir örnektir. Yazmak, düşünceleri düzenler, argümanları güçlendirir ve analitik düşünmeyi pekiştirir.

Sonuç: Avukatın Kalemi, Hukukun Sesi

Hukuk, kelimelerle inşa edilir. Kanunlar, mahkeme kararları, sözleşmeler, dilekçeler… Hepsi birer metin olarak var olur ve hukukun uygulanabilirliğini sağlar. Bu yüzden, bir avukatın yazı yazması sadece akademik bir çaba değil, aynı zamanda mesleğin özüne dair bir gerekliliktir.

Gad Franko gibi disiplinli bir hukukçunun kalemiyle inşa ettiği hukuk anlayışı, Özkent’in yazı yazmayı avukatlık mesleğinin ayrılmaz bir parçası olarak görmesi ve Ali Tantavi’nin öğretme ile öğrenme arasındaki bağı vurgulaması… Bunların hepsi, yazmanın avukat için neden vazgeçilmez olduğunu gösteriyor.

Bu noktada, avukatların yazı yazmaya daha fazla vakit ayırması gerektiğini söylemek bir temenni değil, hukuki geleneğin gelişmesi adına bir zorunluluktur. Kalemini eline alan her avukat, sadece bir metin üretmekle kalmaz, aynı zamanda hukuka yeni bir boyut kazandırır ve adaletin sesi olur.

İşte bu yüzden, avukatın kalemi, yalnızca hukukun değil, aynı zamanda insanlığın ortak hafızasını da şekillendiren en önemli araçlardan biridir. Ve belki de hukukçu için en büyük miras, geride bıraktığı yazılardır.