Avrupa Birliği, üyelik başvurusu incelenen Türkiye Cumhuriyeti’nin yol haritasına uyup uymadığının tespiti amacıyla farklı başlıklarda hazırladığı 2014 Yılı İlerleme Raporunu açıkladı. Bu Raporda; “hukuk düzeni, yargı ve adalet” konusu hakkında yapılan inceleme ve sonuçlar da ortaya koyulmuştur.
Avrupa Birliği Türk Ceza Yargısı ile ilgili özetle;
· İddianamelerin yüzeyselliği, gerekçesizliği, yani yüklenen suça konu eylem ile somut delillerin ilişkilendirilip açıklanmasında yetersizlik,
· Çapraz sorgunun gereği gibi uygulanmaması,
· Tutuklamanın aşırı şekilde ve uzun süreli uygulanması,
· Karar gerekçelerinin yetersizliği,
· Hakim ve savcıların yerlerinin değiştirilmesi, yer ve yetki güvencesinin, yani coğrafi teminatlarının olmaması,
· “Kuvvetler ayrılığı” ilkesine aykırı düşecek şekilde HSYK’nın yetkilerinin kısıtlanıp Adalet Bakanı’na devredilmesi ve yasa değişikliği yolu izlenerek yargı bağımsızlığına ve tarafsızlığına müdahale edilmesi,
· Adli kolluğun, idari kolluk olarak hiyerarşik en üst amirine soruşturma hakkında bilgi verme zorunluluğunun getirilmesi,
· Duruşma salonunda savcının oturma yeri ve düzeninin, “silahların eşitliği” ilkesine aykırılığının giderilmemesi,
· TCK m.314/2’nin özellikle sol görüşlü veya Kürt gazetecileri sindirmek amacıyla aşırı uygulanması,
· Adalet Bakanlığı 2014 yılı bütçesinin, Türkiye’nin gayrisafi milli hasılasının yaklaşık % 0.48’ine karşılık gelmesi,
· Hakim ve savcılık mesleğinde kadınların oranın toplamda %25’e karşılık gelmesi,
· Kanun düzenlemelerinde, işin ilgililerinden ve uzmanlarından (akademisyen, uygulayıcı ve sivil toplum kuruluşlarından) görüş alınmaması,
· Adli yardımın kapsamında, kalitesi ve uzun süreli sorunların çözümüne dair etkin gözlem sisteminin bulunmaması,
· Bölge adliye mahkemelerinin 2007 yılında faaliyete geçirilmemesi ve uygulamanın 2014 yılına bırakılması,
· Özel yetkili mahkemelerin kapatılması sürecinde, “eşitlik” ilkesi ile dürüst yargılanma hakkına aykırı sonuçların meydana gelmesini önleyecek “geçiş dönemi” adlı bir yöntemin izlenmemesi, kapatılan mahkemelerin dosyalarını devralan mevcut mahkemelerin zaten fazla olan işyükünün daha da artması,
Sorunlarına işaret etmiştir.
Avrupa Birliği’nin gözleme dayalı olarak hazırladığı 2014 yılı İlerleme Raporu’nun bazı yanlarını eleştirmek, bu kapsamda 17-25 Aralık sonrası gerçekleşen yasal düzenlemelerin ve değişikliklerin sebeplerini ve zorunluluğunu, bunların temelde zaten sarsılmış yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığına hizmet edip etmediğini, Anayasa ve kanunların tanıdığı yetkilerle bağımsızlığı ve tarafsızlığı sarsılan yargıyı desteklemek amacı taşıyıp taşımadığını, bunların samimi olup olmadığını, İlerleme Raporu ile tespit edilenlerin aksine, bu yasal değişikliklerin bir müdahale değil destek amacıyla yapıldığını, ilerleyen zamanda “kuvvetler ayrılığı” ilkesi açısından faydalarının bulunduğu tartışmaya açılabilir.
Bundan başka, yargı kararlarında yaşanan hukuka aykırılıklarla ortaya çıkan hak ihlalleri, bunların sonuçları ve sorumluları da ek bir sorun olarak karşımızda durmaktadır. Bir başka ifadeyle, özellikle koruma tedbirleri ile ilgili yapılan talep ve verilen kararlarda, bunlar sonucunda elde edilen deliller ve “hukuka aykırı delil” olarak nitelendirilebilecek bulgulara dayalı mahkumiyet kararlarında yaşanan sorunların da etkin şekilde değerlendirilmesi isabetli olacaktır.
Belirtmeliyiz ki, Türk Yargısı uzun süredir yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığı açısından ciddi yaralar almış ve bu yaraları tedavi edememiştir.
Bu tespitlerimiz yanında, aşağıda yer alan önerileri de takdir ve değerlendirmelerinize sunmak isteriz.
- Türk Ceza Kanunu m.220/2 ve 314/2’de öngörülen örgüt üyeliği; fail, cebir-şiddet içeren bir suçun işlenişine fiilen, yani bizzat katılmadıkça tatbik edilmemelidir. Sadece suç veya terör örgütü veya bunların lideri lehine slogan atmak, toplantı ya da gösteriye yüzünü kapatmak suretiyle katılmak, sözde bayrak veya flamalarını taşıyıp sallamak, bu fiiller yönünden suç kabul edilip cezalandırılabilir. Ancak bu cezalandırma, örgüt üyeliği veya kişinin üyesi olmadığı örgüte desteği olarak değerlendirilmek suretiyle ayrı bir yaptırıma tabi tutulmamalıdır. Türk Hukuku’nda maalesef bu tür eylemlere katılanlar hakkında; 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu m.23, 33 ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu m.2, 5, 6/2, 7/2-4, TCK m.220/6 ve 314/2 uyarınca terör örgütü üyeliğinden ayrıca ceza tatbiki yoluna gidilmektedir.
- Parlamenterler, gerek sınırsız dokunulmazlıktan faydalanmaları ve gerekse pozitif ayrımcılık, yani eşitlik ilkesine uyumun sağlanması amacıyla, basında veya kamuoyunda kendileri hakkında yapılan haberler veya eleştiriler dolayısıyla ceza mekanizmalarını kullanamamalılar. Çünkü dokunulmazlığa sahip politikacılar, kanun önünde bir gazeteci veya sıradan birey karşısında zaten avantajlı durumdadır. Gazeteci veya bireyin, politikacıya karşı herhangi bir yargı mekanizmasını işletme imkanı bulunmamaktadır.
Ayrıca bu görüş, İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi’nin politikacıların eleştirilere karşı sıradan vatandaşlardan çok daha fazla hoşgörüye sahip olması gerektiği şeklinde müstakar içtihatları ile uyumludur. Türkiye gibi, hukuk kültürünün zayıf olduğu, kişi hak ve hürriyetleri lehine düzenlemelerin, genellikle bireyleri sindirmek için devlet tarafından sistematik olarak kullanıldığı devletlerde, eleştiriye hoşgörünün ihtiyarı hukuk kuralları ile sağlanması mümkün değildir. Bırakalım ihtiyari hukuk kurallarını, Türkiye’de yukarıda açıkladığımız dokunulmazlık zırhından dolayı milletvekilleri, halihazırda yasa önünde dokunulmazlığı olmayan vatandaştan daha avantajlı durumdadırlar.
Bu sebeple, milletvekillerinin eleştiri veya daha açık ifade etmek gerekirse hakarete uğradıkları zaman ceza mekanizmalarını işletmeleri engellenmeli ve hatta tazminat talepli dava açma hakları olmamalıdır. İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi m.10’da düzenlenen ifade özgürlüğü ve m.14’de düzenlenen ayırımcılık yasağı ile İHAM’ın müstakar içtihatlarına uyumun, ancak bu şekilde sağlanabileceği görüşündeyiz.
- Türkiye’nin gerçekten de çok acil bir şekilde Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’nu gözden geçirmesi gerekmektedir. Kanun, toplantı veya gösteri için önceden bildirimde bulunma yükümlülüğü getirmesi sebebiyle halihazırda Anayasa m.34’e aykırıdır. Uygulamada, bildirim prosedürünün “izin” gibi algılanıp tatbik edildiği görülmektedir. Bu anlayış, Anayasa m.34/1’de yer alan izin almaksızın toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkını ihlal etmektedir.
Ülkemiz uygulamasında, gösteri veya toplantının hukuka aykırı olduğunu kabul edip polisin orantısız güç kullanmasına izin verilmesi için gösterinin şiddet içerip içermemesi değil, aşırı şekilci yorumla bildirim şartına uyulup uyulmadığı aranmaktadır. Bu hususun kabulü mümkün değildir.
Prof. Dr. Ersan Şen
Av. Mahmut Can Şenyurt
(Bu köşe yazısı, sayın Prof. Dr. Ersan ŞEN tarafından www.hukukihaber.net sitesinde yayınlanması için kaleme alınmıştır. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısının tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısının bir bölümü, aktif link verilerek kullanılabilir. Yazarı ve kaynağı gösterilmeden kısmen ya da tamamen yayınlanması şahsi haklara ve fikri haklara aykırılık teşkil eder.)
Trend Haberler
Yargıtay’ın 3 Gün Kuralı
AVUKATIN TARAF OLDUĞU (MESLEKTEN KAYNAKLI OLMAYAN) DOSYALARINDA E-TEBLİGAT ZORUNLULUĞU VAR MIDIR?
KARŞI DAVA AÇMA SÜRESİ (HMK m. 133)
'ARABULUCULUK KÖTÜYE VE AMACI DIŞINDA KULLANILARAK İŞÇİNİN HAKLARI ÇİĞNENEMEZ'
SORUŞTURMAYA YER OLMADIĞI KARARI (SYOK) ÜZERİNE DEĞERLENDİRMELER: KABAHATLER KANUNU (MADDE 23) AÇISINDAN SYOK’UN DURUMU
HUKUKİ ALACAĞIN TAHSİLİ AMACI İLE TEHDİT SUÇU - SİLAHLA TEHDİT - DAHA AZ CEZAYI GEREKTİREN HAL