KONU

Anayasa Mahkemesi 23/06/2023 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanan 22/03/2023 tarihli ve E:2022/105, K:2023/54 sayılı kararında; 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 407. ve 471. maddelerinin iptali istemini incelemiş ve karara bağlamıştır.

İPTALİ İSTENEN KANUN MADDELERİ

İptali talep edilen 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 407. ve 471. maddeleri şöyledir;

Madde 407- Bir yıl veya daha uzun süreli özgürlüğü bağlayıcı bir cezaya mahkûm olan her ergin kısıtlanır.

Cezayı yerine getirmekle görevli makam, böyle bir hükümlünün cezasını çekmeye başladığını, kendisine vasi atanmak üzere hemen yetkili vesayet makamına bildirmekle yükümlüdür.

Madde 471- Özgürlüğü bağlayıcı cezaya mahkûmiyet sebebiyle kısıtlı bulunan kişi üzerindeki vesayet, hapis hâlinin sona ermesiyle kendiliğinden ortadan kalkar.

ANAYASA MAHKEMESİNİN DEĞERLENDİRMESİ

Anayasa Mahkemesi, Kanun’un 407. maddesinin ilk fıkrasında yer alan kuralla, ergin ve ayırt etme gücüne sahip olmakla birlikte bir yıl veya daha uzun süreli özgürlüğü bağlayıcı bir cezaya mahkûm olan kişilerin mutlak olarak vesayet altına alınmalarının Anayasa’nın 20. ve 35. maddeleri çerçevesinde özel hayata saygı ve mülkiyet haklarına sınırlama getirdiğini belirtmiş, bu kapsamda özel hayata saygı ve mülkiyet haklarına yönelik bir kanuni düzenlemenin şeklen var olmasının yeterli olmayıp kuralların keyfiliğe izin vermeyecek şekilde belirli ve öngörülebilir nitelikte olması gerektiğine vurgu yapmıştır.

Söz konusu kuralın, bir yıl veya daha uzun süreli özgürlüğü bağlayıcı bir cezaya mahkûm olan her erginin kısıtlanmasına dair usullerin ve vesayeti gerektiren hâllerin sona ermesini düzenlemesi nedeniyle “kanunilik şartını taşıdığını” belirtmiştir.

Yine söz konusu kuralla, hükümlünün kişisel gözetimi ile şahsen korunması ve mahkûmiyeti süresince mal varlığını yönetememesinden dolayı hak ve menfaatlerinin zarar görmesinin engellenmesi amaçlandığından, kuralla öngörülen sınırlamanın anayasal anlamda “meşru bir amacının bulunduğunu”, ayrıca bu kişilerin şahsen ve mal varlıkları yönünden korunmalarının sağlanmasıyla hak ve menfaatlerinin zarar görmesinin engellenmesi amacına ulaşma bakımından da “elverişsiz olduğunun söylenemeyeceğini” ifade etmiştir.

Bu noktadan sonra Anayasa Mahkemesi söz konusu kuralın Anayasa’ya aykırı bulduğu hususlarını şöyle değerlendirmiştir;

Mahkeme, bir yıl veya daha uzun süreli özgürlüğü bağlayıcı bir cezaya mahkûm olan kişilerin ayırt etme gücünü haiz ve herhangi bir vasi atanmaksızın kendi işlemlerini yürütebilecek durumda olduklarını, dolayısıyla hükümlü, kendi işlemlerini görebilecek durumda olup olmadığı değerlendirilmeksizin kendisine vasi atanmasıyla kural olarak vasinin rızası olmadıkça kendi işlemleriyle borç altına giremeyeceğini, özellikle mal varlığıyla ilgili kimi işlemlerde vesayet ve denetim makamlarının izninin gerekeceğini, kişiye sıkı sıkıya bağlı nişanlanma ve evlenme gibi işlemler için dahi öncelikle vasinin rızasının aranacağını, kefalet, vakıf kurmak, önemli bağışlarda bulunmak için vasinin onayı olsa da herhangi bir işlem yapamayacağını, böylece hükümlünün şahsi gözetimi ve mal varlığının idaresi adına özel hayatın korunması ve mülkiyet haklarına büyük ölçüde sınırlama getirildiğini değerlendirmiştir.

Bunun sonucu olarak da, söz konusu kuralla hükümlünün gerçekten korunmasını gerektiren durumların bulunup bulunmadığının araştırılıp ancak böyle bir durumun varlığı hâlinde vesayet kararı verilmesi hususunda mahkemeye takdir hakkı tanınmadığı ya da ihtiyaçları dikkate alınarak hükümlünün ergin ve ayırt etme gücünün bulunması nedeniyle vesayete göre kişinin ehliyetini daha az sınırlayan ve daha dar koruma sağlayan yasal danışmanlık ve kayyımlık atamasına imkân sağlanmadığı, dolayısıyla kuralın ulaşılmak istenen amaç bakımından sınırlamanın zorunlu olmadığı, diğer bir ifadeyle aynı amaca daha hafif bir sınırlama ile ulaşılmasının mümkün olduğu, bu nedenle de kuralla hükümlüye zorunlu olarak vasi atanmasının hükümlünün korunması amacı bakımından gerekli olmadığı sonucuna ulaşarak  Anayasa’nın 13., 20. ve 35. maddelerine aykırı bulduğu kuralın iptaline karar vermiştir.

Mahkeme, 4721 sayılı Kanun’un 407. maddesinin birinci fıkrasının iptali nedeniyle aynı maddenin ikinci fıkrası ile 471. maddesinin uygulanma imkânı kalmaması nedeniyle bu hükümlerin de iptaline karar vermiştir. Ayrıca iptal hükümlerinin kararın Resmî Gazete’de yayımlanmasından başlayarak dokuz ay sonra yürürlüğe girmesini uygun bulmuştur.

SONUÇ VE DEĞERLENDİRME

Anayasa Mahkemesi öncelikle iptale konu “Bir yıl veya daha uzun süreli özgürlüğü bağlayıcı bir cezaya mahkûm olan her ergin kısıtlanır” hükmünün, “kanunilik” şartını taşıdığını ve “amaca ulaşma bakımından elverişsiz olduğunun söylenemeyeceği” tespitinde bulunmuştur.

Mahkemenin Anayasa’nın 13., 20. ve 35. maddeleri yönünden aykırı bulduğu hususlar; “vesayet kararı verilmesi hususunda mahkemeye takdir hakkı tanınmaması” ve “vesayete göre kişinin ehliyetini daha az sınırlayan ve daha dar koruma sağlayan yasal danışmanlık ve kayyımlık atamasına imkân sağlanmadığı” hususlarıdır.

Bu sonuca ulaşırken de hükümlünün “ergin ve ayırt etme gücünün bulunmasını” dikkate almıştır.

Bu nedenle, hükümlünün durumuna göre vesayet yanında, daha hafif sınırlamalar olan yasal danışman veya kayyım atanması konusunda da sulh hukuk mahkemesine takdir hakkı tanınması gerektiği sonucuna ulaşmıştır.

Bu karar doğrultusunda, sulh hukuk mahkemesine yukarıda belirtilen şekilde daha geniş takdir hakkı sunacak yönde bir yasal düzenleme yapılması beklenmelidir.