Anayasa Mahkemesi Başkanı Sayın Zühtü Arslan açıklamalarında özetle;

Bireysel başvuru hakkının tanındığı 23.09.2012 tarihinden bugüne kadar 236 bin civarında başvurunun 190 bininin karara bağlandığını, buna göre dosyaların bitirilmesi oranının %80’i aştığını, Anayasa Mahkemesi’nin son yıllarda çok kritik kararlar verdiğini, itibar cellatları karşısında bazen çaresizlik hissedip yutkunduklarını, bireysel başvuruya “anayasal önem” kriterinin getirilmesi gerektiğini, çünkü iş yüklerinin ağırlaştığını, sorunların bireysel başvuru yolunu kullanmadan çözülmesinin isabet olacağını, bunun için de Anayasa Mahkemesi’nin hak ihlal kararlarının benzer olaylarda emsal alınması gerektiğini, bireysel başvuru süresinin bir aydan iki aya çıkarılabileceğini söyledi.

Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru yolu yetkisi; 12.09.2010 tarihli referandumla Anayasa m.148’de yapılan değişiklikle tanınmış olup, hakkın kullanılmaya başlanması ise 23.09.2012 tarihiyle olmuştur.

Herkes; İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi güvencesi altında bulunan hak ve hürriyetlerinin ihlal edildiği iddiasıyla, Anayasa m.148’e ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesi’nin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’da gösterilen şekil ve şartlara göre Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuruda bulunma hakkına sahiptir. Anayasa Mahkemesi’nin rol modeli İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi’dir. Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru hakkı tanınması isabetli olup, hak ve hürriyetleri ihlal edildiğini iddia eden başvuruculara, Strazburg’a gitmeden önce Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru hakkı tanınarak, “hukuk devleti” ilkesi ve “hak arama hürriyeti” kuvvetlendirilmiştir.

İlk aşamada bireysel başvuruları sonuçlandırmakta zorlanan Anayasa Mahkemesi’nin; zamanla ve İHAM kararlarından aldığı destekle başvuruları sonuçlandırıp ilke kararlar verdiği, insan hak ve hürriyetleri konusunda “yol gösterici” bir nitelik kazandığı görülmektedir.

1- Anayasa Mahkemesi’ne yapılan bireysel başvuruların; cumhuriyet başsavcılığına verilen şikayet dilekçesi, yine yerel mahkemeler ile istinaf kanun yolu ve hatta temyiz aşamasında sunulan dilekçe içeriklerinden çok farklı olması gerektiği tartışmasızdır. Anayasa Mahkemesi, bireysel başvuruya konu edilen iddiaları maddi vaka ve geniş hukukilik denetimi yaparak incelemez. Anayasa Mahkemesi’nin asıl işlevi, İHAS güvencesi altında bulunan hak ve hürriyetlerin ihlal edildiği iddialarına ilişkin başvuruları bir an önce inceleyip sonuçlandırmaktır. Yüksek Mahkeme bu incelemesini; derece mahkemeleri ve temyiz mercii gibi yapmayıp, prensip olarak başvuruyu yalnızca İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi’nin güvencesi altında bulunan hak ve hürriyetlere aykırılıkla sınırlı gerçekleştirir. Anayasa Mahkemesi’ne yapılan bireysel başvuruların, ihlale konu maddi vakayı belirttikten sonra Anayasa Mahkemesi’nin ve İHAM’ın benzer konularda verdiği kararlarla desteklenmesi gerekir.

2- Sayın AYM Başkanı iş yükünden şikayet etmektedir. Bu yoğunluğun azaltılması; her konuda Anayasa Mahkemesi’ne başvuru yapılmaması ile mümkündür ki, özellikle kesinleşen yargı kararları yönünden bireysel başvuru hakkına sınırlama veya yasak getirilmesi düşünülemez. Bu konuda iş biraz hukukçulara ve belki de yoğunlaşmış ihlal tespitlerinin yasal yolla giderilmesi noktasında Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne düşmektedir. Uygulamada bir olağanüstü kanun yolu olarak kabul edilen AYM’ye bireysel başvuru[1], esasen maddi vaka ve hukukilik denetiminden geçmiş bir dava dosyasının “son çare” olarak denetimden geçirilmesi de değildir. Başvurmak isteyenlere yol gösteren ve hukuki yardımda bulunan avukatların, İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi kapsamında güvence altına alınmış bir hak veya hürriyetin ihlal edildiği iddiasını görmediği durumda bu başvurudan kaçınması, yine AYM’nin daha evvel çözüp redle sonuçlandırdığı konularda da başvurunun faydalı olmayacağı konusunda başvurucuyu bilgilendirmesi gerekir. Ancak uygulama bakımından bunun temenniden öte geçemeyeceğini bilmekteyiz. Çünkü başvurucular birçok durumda AYM’ye bireysel başvuru yolunu “son çare” olarak görmektedirler.

Hakimlerimizin ve savcılarımızın, gerek AYM’nin ihlal kararlarının gereklerinin yerine getirilmesi ve gerekse de emsal kararlarının dikkate alınması konusunda hassasiyet göstermeleri, hem Yüksek Mahkeme’nin etkin iç hukuk yolu özelliğini devam ettirmesi ve hem de AYM’nin iş yükünün azaltılması bakımından önem taşımaktadır. Anayasa Mahkemesi’nin ihlal kararlarına karşı mahkemelerin direnç göstermesi, İHAM ve Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Komitesi nezdinde AYM’ye bireysel başvuru yolunun etkin iç hukuk yolu sayılmasına zarar verebilecek, bu da hukuk devleti açısından ciddi prestij kaybına yol açabilecektir. Nitekim Anayasa Mahkemesi’nin hak ihlali verdiği birkaç karar yönünden bu tartışma yaşanmıştır.

3- Unutulmamalıdır ki; bireysel başvuruyu inceleyen AYM’nin yeterli inceleme yapmaması, hemen incelenmesi gereken başvuruları incelemekten kaçınması veya ihlal kararlarının diğer mahkeme ve kamu makamları tarafından yerine getirilmemesi veya yerine getirilmesinin geciktirilmesi, Türk Hukuku’nun önemli kazanımlarından olan AYM’ye bireysel başvuru hakkının etkin iç hukuk yolu sayılmasının özüne zarar verecektir. Yeri gelmişken; bireysel başvuru sayısının yoğunluğu ve inceleme yapacak hukukçuların yeterli sayıda olmamasından kaynaklanan sebeple başvuruların hızlıca sonuçlandırılamadığı, bu konuda İHAM’da da ciddi sorunlar yaşandığı, AYM’ye bireysel başvuru yetkisi tanınmasından sonra da bu geç inceleme sorununun İHAM’da da aşılamadığı, gerek başvurucunun başvurusunun hızlı sonuçlandırılmasını isteme ve gerekse de varsa ihlal iddiasının bir an önce tespiti ile hukuka aykırılığın giderilmesi hususunda daha kararlı ve bu sorunu çözen adımların atılması lüzumu tartışmasızdır. Ancak yargı erkinin davaları ve başvuruları geç sonuçlandırma sorunu kronik bir hal aldığından, “geç inceleme” meselesi AYM’nin etkin bir iç hukuk yolu sayılma özelliğini etkilememektedir.

4- Sayın AYM Başkanının gündeme getirdiği “anayasal önem” kriteri, “önemli zarar” kriteri olarak İHAS m.35/3-b’de düzenlenmiştir. Bu kriter İHAS’a 14. Ek Protokol m.20 ile gelmiştir. Bu kritere katılmamakla ve bu kriteri hak arama hürriyetini kısıtlayıcı görüp, keyfi kullanılmaya elverişli sebebiyle eleştirmekle birlikte, Sayın Başkanın bahsettiği “anayasal önem” kriteri bakımından 6216 sayılı Kanunda yasa değişikliğine gidilmesine gerek olmadığı fikri ileri sürülebilir. Ancak bu kriterin Anayasa m.148’de yer almaması ve m.90/5’de de kişi hak ve hürriyetleri aleyhine tatbik edilemeyeceği fikri savunulduğunda, bu konuda bir Anayasa değişikliğine ihtiyaç olduğu fikri de düşünülebilir. “Anayasal önem” ölçütünde öngörülen maddi zararın ne ile sınırlı olacağını belirlemek güçtür, henüz bu kriterin manevi zararın boyutu bakımından ne şekilde sınırlandırılacağı da bilinmemektedir. Bu kriteri AYM’nin daha önce karara bağladığı ve çözümlediği konularla ilgili başvurular bakımından dikkate almak doğru değildir. AYM’nin daha önce sonuçlandırdığı ve reddettiği benzer konularla ilgili başvuruların yapılmasını engellemek imkansız olduğundan, elbette bunların yapılan başvurular sonrasında AYM’nin bir ön süzgecinden geçirilip konu bakımından kabul edilmezlikle sonuçlandırılması yöntemi izlenebilir.

5- AYM’ye bireysel başvuru yolu, Yüksek Mahkemenin soyut ve somut norm denetimi olarak bilinen Anayasaya aykırılık incelemesinden ayrıdır. Yüksek Mahkeme bireysel başvuru yoluyla bir kanunun veya Cumhurbaşkanlığı kararnamesinin iptaline karar veremez. Belki bu konuda; bireysel başvuruyu sonuçlandırdığı sırada ihlalin sebebinin kanun veya Cumhurbaşkanlığı kararnamesi olduğunu söyleyip, bunu ancak norm denetimi sırasında dikkate alabileceğini belirtmesi ve bu olmadan önce de TBMM veya Sayın Cumhurbaşkanı tarafından aykırılığın değişiklik yoluyla giderilmesini önermesi beklenebilir. Kanaatimizce; AYM’nin bağlı olduğu “kuvvetler ayrılığı” ilkesi gereğince, tavsiyeden öte Meclise veya Cumhurbaşkanına, kanunda veya Cumhurbaşkanlığı kararnamesinde değişikliğe gidilmesi yönünde talimat vermesi mümkün değildir. Ancak Meclisin veya Cumhurbaşkanının aykırılığı görüp düzeltmesi ile hak ihlaline yol açtığı düşünülen kanun veya kararnamenin değiştirilmesi sağlanabilir ki, bunun dışında Anayasaya aykırı olduğu ileri sürülen düzenlemenin somut norm denetimi yoluyla Anayasa m.152 uyarınca diğer mahkemelerce ileri sürülebilir.

6- İHAM’a başvuru süresi mevcut durumda altı ay olup, yakın zamanda bu süre kısalıp dört aylık başvuru süresi değişikliği yürürlüğe girecektir. İç hukukumuzda benimsenmiş AYM’ye bireysel başvuru süresi 30 gündür. Bu başvuru süresi çok kısa olduğu gibi, başvuru süresinin başlangıcı konusunda bir netlik ve yeknesaklık yoktur. Hem başvuru süresi İHAM’a başvuru süresinde olduğu gibi dört aya çekilmeli veya en az iki ay olarak belirlenmeli ve hem de başvuru süresinin başlangıcı 6216 sayılı Kanunda yapılacak değişiklikle net hale getirilmeli ve tereddütler giderilmelidir.

7- AYM’nin UYAP sistemine erişimi bulunmaktadır, ancak yine başvuru ekleri olarak UYAP’da mevcut belgelerin aslı gibidir onayı ile ilgili mahkemeden alınması istenmekte, yoksa eksik belge gerekçesiyle başvurucuya veya avukatına bildirim yapılmaktadır. AYM'nin UYAP erişimi olduğuna göre; derece mahkemelerinin dava dosyalarında bulunan evrak dışında harici bir belge sunulacaksa sadece avukattan “aslı gibidir” onayı yeterli görülmeli, bunun dışında kalan belgeler Yüksek Mahkeme tarafından UYAP üzerinden temin edilmelidir.

8- Bireysel başvuru formunun kullanışsız olduğu, başvuru eklerinin listelendiği yerin yetersiz, başvuru yollarının tüketilmesi kısmının geniş tutulduğu, ancak ihlal gerekçeleri kısmının kısıtlı olduğu görülmektedir. Özellikle ihlal gerekçelerinin açıklanması kısmında sahife sayısının artırılması gerektiği, yine başvuru eklerinin listelendiği yerin de genişletilmesine ihtiyaç olduğu anlaşılmaktadır.

9- AYM’nin bireysel başvurular bakımından isabetli kararlar verdiği, fakat hala önünde çözüm bekleyen 46 bin dosya olduğu gözardı edilmemelidir. Yine Yüksek Mahkemenin ifade hürriyeti ve işkence iddiaları ile ilgili isabetli kararlar verdiği, kişi hak ve hürriyetleri konusunda ise, henüz beklenen seviyeye gelmediği görülmektedir. AYM’nin de, FETÖ ve darbe teşebbüsü sürecinden olumsuz etkilendiği ve bu tramvanın atlatılmaya çalışıldığı gözden uzak tutulmamalıdır. 20.07.2016 tarihinde ilan edilen olağanüstü hal ile başlayan süreçte çıkarılan kanun hükmünde kararnamelerin ve kamu otoritesi tasarruflarının hukukilik denetimi konusunda ciddi tartışmalar yaşandığı, bu konuda AYM’nin KHK’nın Anayasaya aykırılığı konusunda hukukilik denetiminden kaçındığı, bu konuda incelemeyi OHAL sonrasına bıraktığı ve yine bu dönemde askıya alınmış kişi hak ve hürriyetleri konusunda da sıkıntılar yaşadığı, OHAL’in ihlali ile daraltılmış hak ve hürriyetler alanından çıkışlarda da zorlandığı görülmektedir. Ancak bu konuda Yüksek Mahkemeye haksızlık edilmemelidir. 15 Temmuz’un öncesinde ve sonrasında ciddi zorluklarla karşı karşıya kalan Türkiye Cumhuriyeti, Türk Hukuku’nda ve yargısında yaşanan sorunları, hukukun evrensel ilke ve esaslarına artan inancı ile aşabilme kabiliyetine sahip olduğu kanaatindeyiz. Bir hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyeti’nin sarsılmaz biçimde vazgeçemeyeceği ilkelerden birisinin de kuvvetler ayrılığı olduğu bilinmelidir.

10- Hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararları ile ilgili dürüst yargılanma hakkının ihlali yönünden yapılan bireysel başvurular esastan incelenmeli ve konu bakımından kabul edilmezlik gerekçesiyle reddedilmemelidir. HAGB’yi kabul eden sanığın bireysel başvuru hakkından feragat ettiği düşünülemez. Hiç kimsenin hak ve hürriyetleri konusunda uğradığını düşündüğü haksızlıklara karşı hak arama hürriyetinden, HAGB’yi kabul etmesi nedeniyle vazgeçeceği düşünülemez. HAGB’nin kabulü hak arama hürriyetinden vazgeçme şeklinde “geniş rıza” olarak kabul edilmemelidir. AYM’nin HAGB ile ilgili kararlarda emsal kararları olsa da, bunlar HAGB kararının hak ihlaline yol açtığı kabul edilen ifade hürriyeti, masumiyet/suçsuzluk karinesi, mülkiyet hakkı gibi yan hak ve hürriyetleri gözettiği halde, gerekçeli karar hakkı gibi İHAS m.6’nın güvencesinde bulunan dürüst yargılanma hakkı iddialarına bakmadığı, konu yönünden kabul edilmezlik kararları verdiği, HAGB’nin etki ettiği diğer hak ihlali iddiaları bakımından ise orantılılık ve ölçülülük kurallarının dikkate alındığı, bu konuda başvurucunun işlediği iddia edilen suç ile uğradığını düşündüğü hak ve hürriyet kısıtlılığı arasında bir orantının ve ölçünün gözetilmeye çalışıldığı, fakat bu konuda da yeknesaklığın sağlanmadığı görülmektedir.

11- AYM’nin ihlal kararlarına ilişkin değerlendirmelerin ve bunların gereklerinin yetkili mercilerce yerine getirilmesi şarttır. Bu konuda AYM ile derece mahkemeleri arasında altlık üstlük değil, görev ve fonksiyon farklılıklarına dayalı, hak ihlalinin tespitine dayalı hukuka aykırılıklarının giderilmesi sistemi benimsenmelidir. Yeri gelmişken; Türk Hukuku’nda yargı kararlarının infazı için özellikle kamu bakımından bir süre şartının ve bu süreye uyulmadığında da özel ceza normunun getirilmesi, bu işin TCK m.257’de düzenlenen görevi kötüye kullanma ve görevi ihmal suçlarına bırakılmaması gerekir. Her ne kadar İYUK m.28’de idari yargı kararları bakımından kamu otoritesi tarafından infaz için 30 günlük süre şartı getirilmişse de, bunun bir yaptırıma bağlanmadığı görülmektedir.

Ayrıca, AYM’nin ihal kararı beklenmeden ve ihlale sebebiyet verilmeden emsal AYM kararları dikkate alınıp tatbik edilmelidir. Uygulamada bu konuda sorunlar yaşandığı, örneğin gizli tanığa İHAS m.6/3-d gereğince tanığın yüzü ve sesi başkalaştırılmış biçimde, eş zamanlı ve doğrudan soru sorma hakkının sanığa ve müdafiine engellendiği, bu konuda usuli güvencelerin yetersiz kaldığını tespit eden AYM’nin Baran Karadağ ve Serdar Batur kararlarına rağmen, teknik eksiklik gerekçe gösterilerek, gizli tanığın huzurda dinlenmeden önceden sanığın ve müdafiin hazırladığı soruların gizli tanığa ayrı bir zamanda ve oturumda sorulması yöntemine devam edildiği bilinmektedir. Oysa AYM, net bir şekilde gizli tanığa huzurda soru sorma hakkının sanığa ve müdafiine tanınmayarak, önceden soru hazırlatılmasının usuli güvence sayılmayacağını belirttiği halde, derece mahkemelerinin bu ihlal kararlarını dikkate almadığı ve yeni ihlallere sebebiyet verdiği görülmektedir.

12- AYM’nin etkin iç hukuk yolu sayılması önemlidir. Bir yargı yolunun etkin iç hukuk yolu olduğunu ispat yükü üye devlete aittir. İHAM bir iç hukuk yolunun etkin olmadığını tespit ederse, bu durumda doğrudan hak ihlali iddialarına dair başvuruları kabul edip inceleyebilecektir. Bu yöntemin Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Komitesi tarafından da kullanılabileceği gözardı edilmemelidir. İHAM; 20.03.2018 tarihli Mehmet Altan ve Şahin Alpay kararında bu riski yani AYM’nin etkin iç hukuk yolu özelliğinin zedelenmemesi gerektiğini dile getirilmiştir.

-----------------------------

[1] Kanaatimizce, Anayasada düzenlenişi ve niteliği itibariyle bir olağanüstü kanun yolu olmayıp, belki ihlal sonucu itibariyle olağanüstü kanun yolunun işletilmesine sebebiyet verdiği fikri daha isabetlidir.