Daha önce defalarca uyardık. “Sakarya'da Nevruz bahanesiyle Öcalan’a özgürlük mitingi yapılacak, aman yapmayın bu hiç hayra gidiş değil” dedik. Olmadı! Bu gösteriyi yapacak BDP lilere; “bu çok hassas bir süreç, madem barış ve kardeşlik diyorsunuz bunu yapmayın” demek ve bu provokasyonu engellemek yerine, ellerinde Türk bayraklarıyla “Öcalan’a özgürlük” diyenlere tepki gösterenler gözaltına alındı, tartaklandı..! İçlerinden bir tanesi şöyle diyordu; “kardeş değil miyiz, – elindeki al bayrağı açarak – madem kardeşiz gelin bu bayrak altında Nevruz’u birlikte kutlayalım”..! O kadar güzel ve doğru bir söz ki bu söz, üstüne ne dense boş…

Terörle mücadelede yüzlerce şehit vermiş bir şehirde bunu yapmak nasıl oluyor da “barış ve kardeşlik” oluyor biri bana izah etsin! Neden buna izin verildi? Şimdi Sakaryalılar da Tunceli’ye, Diyarbakır’a gitse ve oralarda işlenen faili meçhul cinayetleri ve Kürt'lere işkence yapan kişileri övse barış süreci denilen sürece katkı yapmış olur mu? Veya buna da izin verir misiniz ey Emniyet Müdürlüğü?

Adı Nevruz kutlaması amacı kışkırtma… Buna izin veren Sakarya Emniyet Müdürlüğü maalesef şehrin insanlarının provoke edilmesine mani olamamıştır.

Amacı açıkça belli olan bir gösteri engellenmemiştir. Şimdi böyle söylemenin adı “insanları kin ve düşmanlığa sevk etmek” oldu. Peki Nevruz bahanesi ile Sakarya gibi bir şehirde “Öcalan’a özgürlük” sloganı atanlar..? Bu onların demokratik hakları imiş… Ama ellerindeki Türk Bayrakları ile “gelin bu bayrak altında hep birlikte kutlayalım” diyenler haksız ilan edildi ve gözaltına alındı…

1923 yılında Musul meselesinin tartışıldığı günlerde Majestelerinin Hükümetine(İngiltere) bir mesaj gönderen İngiliz ajan der ki; “biraz daha ölçülü ve temkinli hareket etmeliyiz, Türkleri on defa tokatlarsınız sesini çıkarmaz ama onbirincide sizi öldürebilir”. (Cümleyi doğrudan anlayan! bir aklı evvel Savcı umarım hakkımda soruşturma başlatmaz:) Evet  bunu bilen ve değerlendiren Majestelerinin Hükümeti müthiş bir mühendislik çalışması yapar! Meclis, "Musul demek Anadolu demektir" sesleri ile inlerken "süreç" kademe kademe ilerlemiş ve nihayet Musul Anadolu'dan koparılmıştır! Merak edenler Prof. Dr.Mim Kemal Öke'nin İz yayıncılıktan çıkan "Musul-Kürdistan Sorunu 1918-1926" adlı kitabına müracaat edebilirler.

İşte 27 Şubat 1923 tarihli oturum; H.Rauf Bey- "Musul tehlikeye düşerse Türkiye tehlikeye düşer"; 6 Mart tarihli oturum; Erzurum Mebusu Mustafa Durak- "Türkiye için Erzurum'u, Kars'ı nasıl mühim görüyorsam, Musul'u da o kadar mühim görüyorum"; Aynı gün Bitlis Mebusu Yusuf Ziya Bey bir Kürt olarak- "bir insanı ikiye bölmek nasıl mümkün değilse Musul'u da Türkiye'den ayırmak mümkün değildir" diyor ve mukadderatlarını Ankara ile birleştirdiklerini kaydederek devam ediyordu; "Avrupa devletleri öyle tespit etmişler ki Türk ve Kürt teşrik-i mesai ederek yaşamazlarsa ikisi için de akibet yoktur"...

Öyle yada böyle tüm feryatlara rağmen, "ayrılması kabul edilemez, düşünülemez" denilen Musul, Anadolu'dan koparılmış ve İngiliz Mandasındaki Araplara bırakılmıştır. Güney Kürdistan(Kuzey Irak) bu sürecin birinci ayağıdır, ikinci ayağında başta Diyarbakır olmak üzere Anadolu topraklarında kurulacak bir Kuzey Kürdistan, üçüncü ve son süreçte ise Kuzey Suriye'den ayrılacak Kürtler ve sonra tüm bu parçalı yapının birleşmesi söz konusu olacaktır. Bana öyle geliyor ki bu uzun sürecin ikinci ve fakat en önemli kısmındayız. Musul için mücadele eden mebusların meclis tutanaklarını okursanız eğer tamamen bu günleri anlattıklarını göreceksiniz. Bu günleri basiretle görenler gerçekten Mecliste çok ciddi bir mücadele vermişlerdir. Tutanakları okuyun ve hayretle şahit olun! Ama ne çare...

İşte bu nedenle "İmralı Süreci” denilen sürece, açık söylüyorum, inanmıyorum! Keşke yanılıyor olsam. İnanın yanıldığım için hiç olmadığım kadar sevineceğim. Ama bu işin altında çok işler var..! En temel vatandaşlık hakları için mi pazarlık yapıldığını sanıyorsunuz! Eğer buysa mesele biz de insan gibi, hak ve adalet içinde, bireysel hakların geniş ve özgür olduğu bir ülkede yaşamak istiyoruz! Bunun için masum insanları öldürmek mi gerekiyor?

Neden bu hakları, hiçbir günahı olmayan, 20 yaşındaki Mehmetçiğimi öldürerek istiyorsunuz? İstediğiniz şey hak hukuk ve adalet içinde insan yerine konarak yaşamak ve devletin saygı gösterdiği bir birey olmak ise eğer biz sıradan Türkler de aynı özlem içindeyiz, gelin o halde hep beraber bu hakların mücadelesini verelim! Size ne oluyor ki elinizdeki silahla benim annemi, babamı, oğlumu, kızımı, kardeşimi öldürerek bu hakları istiyorsunuz?

Amacınız nedir? Ayrı bir ülke ayrı bir bayraksa amacınız, inanın ki bu sadece sizi ilgilendiren bir durum değil. “Bizim kaderimiz ayrıdır” diyemezsiniz,  istesek de istemesek de bizim kaderimiz bir, akıbetimiz bir, bunu değiştiremeyiz, birbirimizi sevsek de sevmesek de bu böyle! Evlendik akraba olduk, komşu olduk, dost olduk, arkadaş olduk, birbirimizle ayrışamayacak şekilde iç içe geçtik. Kimi, nereyi, nasıl  ayırıp “kaderimiz ayrı” diyebilirsiniz!!! Eğer "böyle bir talebimiz" yok diyorsanız nedir bu silah, neden bu terör?

Ve siz ey Başbakan! Bu durumun değerlendirmesini yeterince yaptınız mı? Bir bebek katilini “sayın Öcalan” noktasında muhatap almadan önce bütün olası sonuçları ortak bir milletin menfaati olarak gözden geçirdiniz mi?

Peki, yemek pişince ne sunacaksınız bize? Türkiye Cumhuriyetinde yaşayan tüm insanlar olarak hak-hukuk-adalet ve bireysel özgürlükler kıvamında yoğrulmuş bir vatandaşlık ziyafeti mi; yoksa bağımsız, yarı bağımsız veyahut özerk bir kürdistan kapısı ile Kürtleri sofradan kaldırdıktan sonra, bizimle baş başa bir akşam yemeği mi?

Ama dikkat edin bu yemek “İsa’nın son yemeği” olmasın..!


(Bu köşe yazısı, sayın Av. Zafer KAZAN tarafından www.hukukihaber.net sitesinde yayınlanması için kaleme alınmıştır. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısının tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısının bir bölümü, aktif link verilerek kullanılabilir. Yazarı ve kaynağı gösterilmeden kısmen ya da tamamen yayınlanması şahsi haklara ve fikri haklara aykırılık teşkil eder.)