4)        DAVAYA VEKÂLETTE ÖZEL YETKİ VERİLMESİNİ GEREKTİREN HALLER

“MADDE 74- (1) Açıkça yetki verilmemiş ise vekil; sulh olamaz, hâkimi reddedemez, davanın tamamını ıslah edemez, yemin teklif edemez, yemini kabul, iade veya reddedemez, başkasını tevkil edemez, haczi kaldıramaz, müvekkilinin iflasını isteyemez, tahkim ve hakem sözleşmesi yapamaz, konkordato veya sermaye şirketleri ve kooperatiflerin uzlaşma yoluyla yeniden yapılandırılması teklifinde bulunamaz ve bunlara muvafakat veremez, alternatif uyuşmazlık çözüm yollarına başvuramaz, davadan veya kanun yollarından feragat edemez, karşı tarafı ibra ve davasını kabul edemez, yargılamanın iadesi yoluna gidemez, hâkimlerin fiilleri sebebiyle Devlet aleyhine tazminat davası açamaz, hangileri hakkında yetki verildiği açıklanmadıkça kişiye sıkı sıkıya bağlı haklarla ilgili davaları açamaz ve takip edemez.”

1086 sayılı kanunun 63. Maddesine karşılık gelen bu hüküm, sistematik olarak korunmakla birlikte; bir takım yeni özel yetki verilmesi gereken haller içermektedir.

Eski kanunda yer aldığı üzere; vekilin sulh olması, hükmolunan şeyi teslim alması, haczin kaldırılması, tahkime başvurması ve hakem tayini, davadan feragat etmesi, karşı tarafın davasını kabul etmesi ve karşı tarafın ibrasını kabul etmesine ilişkin düzenlemeler yeni kanunda da korunmuştur.

Ancak yeni düzenleme gereğince hâkimin reddi, davanın tamamen ıslahı, yemin teklifi, iadesi veya reddi, başkasını tevkil etmek, müvekkilin iflasını istemek, hakem sözleşmesi yapmak, konkordato veya sermaye şirketleri ve kooperatiflerin uzlaşma yoluyla yeniden yapılandırılması teklifinde bulunmak ve bunlara muvafakat vermek, davaya ilişkin alternatif çözüm yollarına başvurmak, kanun yollarından feragat etmek, yargılamanın iadesi yoluna gitmek, hâkimlerin fiilleri sebebiyle Devlet aleyhine tazminat davası açmak vekile açıkça yetki verilmesini gerektiren işlemlerdir. Buna ek olarak, kişiye sıkı sıkıya bağlı haklar açısından ise, hangisi hakkında yetkilendirme yapıldığı açıkça belirtilmek kaydıyla, o hakka ilişkin vekil, müvekkili adına işlem yapabilir.

Vekilin, açıkça yetki verilmedikçe başkasını tevkil edememesine ilişkin kural[1], 1086 sayılı kanundan değil; Avukatlık Kanunu 171. Maddeden ileri gelmektedir. Özel bir kanun olan Avukatlık Kanununda yer alan bu madde, 6100 sayılı HMK’ da usulü karşılığını bulmuştur. 171. maddeye göre:

 “… (2) Avukata verilen vekâletnamede başkasını tevkile yetki tanınmış ise, yazılı sözleşmede aksine açık bir hüküm olmadıkça, işi başka bir avukatla birlikte veya başka bir avukata vererek takip ettirebilir. Vekâletnamede, bunun düzenlendiği tarihten sonra açılacak veya takip edilecek bütün dava ve işlerde vekâlete ve başkasını tevkile genel şekilde yetki verilmişse, avukat, bu tarihten sonraki dava ve işlerde müvekkilinden ayrıca vekâlet almaya lüzum kalmaksızın işi başka bir avukatla birlikte veya başka bir avukata vererek takip ettirebilir. (3) İkinci fıkradaki hallerde, avukatın müvekkile karşı sorumluluğu devam eder. Birlikte takip ettiği veya işi tamamen devrettiği avukatların kusurlarından ve meydana getirdikleri zarardan dolayı müvekkile karşı hem şahsen hem de diğer avukatla birlikte müştereken ve müteselsilen sorumludur. …”

5)        BİRDEN FAZLA VEKİL GÖREVLENDİRİLMESİ

“MADDE 75- (1) Dava için birden fazla vekil görevlendirilmiş ise vekillerden her biri, vekâletten kaynaklanan yetkileri, diğerinden bağımsız olarak kullanabilir. Aksi yöndeki sınırlamalar, karşı taraf bakımından geçersizdir.”

1086 sayılı kanunun 64. Maddesine karşılık gelen bu hüküm, bir değişiklik içermemektedir. Müvekkil, bir davanın takibi için birden fazla vekil görevlendirebilir. Maddede düzenlenen bu husus, farklı ihtimallerin incelenmesini gerektirmektedir.

 

Müvekkil, davanın başında birden fazla avukata vekâlet vermişse sorun yoktur; bu avukatların her biri kendilerine verilen yetki çerçevesinde bağımsız bir şekilde davranma ve işlem yapmaya muktedirlerdir. Ancak davanın başında bir avukatın görevlendirildiği ve ilerleyen aşamalarda başka bir avukata da vekâletname verildiği hallerde, dikkat edilmesi gereken birtakım durumlar vardır. Öncelikle, müvekkilin aynı davada ikinci bir avukata vekâletname verebilmesi için, birinci avukatın muvafakatini alması gerekmektedir. Birinci avukatın bu işleme muvafakat vermemesi halinde, kendisinin vekaleti kendiliğinden sona erer ve birinci avukat, o ana kadar hak ettiği tüm avukatlık ücretini kazanır.

 

Gerek başından itibaren gerekse sonradan (birinci avukatın rızası ile) davanın birden fazla avukatla görülmesi yol seçilerek birden fazla avukata vekâlet verilmesi halinde, bu vekillerden her biri davayı yalnız başına takip edebilirler. Ancak vekiller, kendi aralarında işlerin takibine ilişkin bir anlaşma yapabilirler veya birlikte hareket edeceklerini kararlaştırabilirler. Bu durumda, bu anlaşma karşı taraftaki hasım açısından bir hüküm ifade etmeyecektir.

 

Yargıtay’ın kararlarında da sabit olduğu üzere, mahkeme ve diğer taraf, davaya ilişkin usulü işlemleri vekillerden yalnız birine karşı yapabilir. Örneğin, birden fazla vekilin mevcut olduğu durumlarda, bir vekile yapılan tebligat geçerlidir ve sonuçlarını doğurur. Birden fazla vekile tebligat yapılmışsa, bunlardan ilkine yapılan tebligat tarihi esas tarih olarak kabul edilir ve ilgili sürenin o tarihten itibaren başladığı kabul edilir.[2]

 

6)    VEKÂLETNAMENİN İBRAZI

“MADDE 76- (1) Avukat, açtığı veya takip ettiği dava ve işlerde, noter tarafından onaylanan ya da düzenlenen vekâletname aslını veya avukat tarafından onaylanmış aslına uygun örneğini, dava yahut takip dosyasına konulmak üzere ibraz etmek zorundadır. (2) Kamu kurum ve kuruluşlarının avukatlarına, yetkili amirleri tarafından usulüne uygun olarak düzenlenip verilmiş olan temsil belgeleri de geçerli olup, ayrıca noterce onaylanmasına gerek yoktur.”

1086 sayılı kanunun 65. Maddesine karşılık gelen bu hüküm, vekâletnamenin ibrazını düzenlemektedir ve küçük değişikliklere uğrayarak yeni kanunda da genel yapısını korumuştur. Yapılan tek değişiklik, eski kanunda vekâletname düzenlemeye yetkili kurumlar birden fazla iken; yeni kanunda tek yetkili merci olarak noterlerin vekâletname düzenleyebilecekleridir. 1086 sayılı kanunun 65. Maddesinde, nahiye meclisi, ihtiyar heyeti ve sulh hâkimi vekâletname düzenlemeye yetkili kılınmıştı. Ancak günümüz şartlarında artık bu kuralın devamına gerek kalmadığı madde gerekçesinde de ifade edilmiştir ve tek yetkili kurum olarak noterler gösterilmiştir.

 

Vekâletnamenin şekil şartına ilişkin bu hüküm, vekâletname için bir geçerlilik şartı değil; sadece ispat şartıdır. Davaya vekâlet yetkisi verilmesi, tek taraflı bir hukuki işlemdir ve vekâlet verenin tek taraflı bir irade beyanı ile olur. Bu özelliği sebebiyle başlı başına bir akit olma özelliğine haiz değildir. Aşağıdaki Yargıtay kararında da belirtildiği gibi, verilen vekâletname, taraflar arasında bir vekâlet akdinin varlığına işaret etmez:

“Vekâletname denilen vesika, taraflar arasındaki vekâlet akdini değil; fakat müvekkil denilen kimsenin vekil denilen kimseye vermiş olduğu temsil yetkisini gösteren bir vesikadan ibarettir.” [3]

7)    VEKÂLETNAMESİZ DAVA AÇILMASI VE İŞLEM YAPILMASI

“MADDE 77- (1) Vekâletnamesinin aslını veya onaylı örneğini vermeyen avukat, dava açamaz ve yargılamayla ilgili hiçbir işlem yapamaz. Şu kadar ki, gecikmesinde zarar doğabilecek hâllerde mahkeme, vereceği kesin süre içinde vekâletnamesini getirmek koşuluyla avukatın dava açmasına veya usul işlemlerini yapmasına izin verebilir. Bu süre içinde vekâletname verilmez veya asıl taraf yapılan işlemleri kabul ettiğini dilekçeyle mahkemeye bildirmez ise dava açılmamış veya gerçekleştirilen işlemler yapılmamış sayılır.

(2) Vekâletnamesiz işlem yapmasına izin verilen ancak haklı bir sebep olmaksızın süresi içinde vekâletname ibraz etmeyen avukat, celse harcı ile diğer yargılama giderleri ve karşı tarafın uğradığı zararları ödemeye mahkûm edilir. Bunu kötü niyetle yapan avukat aleyhine, ceza ve disiplin soruşturması açılmasını sağlamak üzere, Cumhuriyet başsavcılığına ve vekilin bağlı olduğu baro başkanlığına durum yazıyla bildirilir.

(3) Bir tarafın avukat tutmak istemesi sebebiyle, yargılama hiçbir şekilde başka bir güne bırakılamaz.

(4) Avukatın istifa etmesi, azledilmesi veya dosyayı incelememiş olması sebebiyle yargılama başka bir güne bırakılamaz. Ancak, dosyanın incelenmemiş olması geçerli bir özre dayanıyorsa, hâkim bir defaya mahsus olmak üzere, kısa bir süre verebilir. Verilen süre sonunda, dosya incelenmemiş olsa bile davaya devam olunur.”

 

Taraflardan birinin vekili olarak taraf adına dava açan veya açılmış bir davayı takip etmek isteyen vekilin, vekâletnamesinin aslını veya onanmış örneğini mahkemeye vermesi gerekir. Vekil, vekâletnamesinin var olduğunu bildirmiş olsa bile onu mahkemeye ibraz etmeden hiçbir yargılama işlemi yapamaz. Ancak maddede de belirtildiği gibi, gecikmesinde zarar meydana gelebilecek hallerde mahkeme vekile, vekâletnamesini ibraz etmesi için kesin bir süre vererek işlem yapmasına izin verebilir.

 

Vekil, kendisine verilen bu kesin süre içinde vekâletnamesini mahkemeye ibraz ederse, bu süre içinde vekil tarafından yapılmış işlemler geçerli olacaktır. Söz konusu kesin süre içinde vekâletname ibraz edilmese dahi; aynı süre içinde asilin (müvekkilin), yapılan işlemlere muvafakat verdiğine dair bir dilekçeyi mahkemeye vermesi halinde de, bu sürede vekil tarafından yapılan işlemler geçerli hale gelecektir. Ancak bu iki işlem de kesin süre içinde yapılmazsa, bu süre içinde yapılan işlemler hükümsüz kalır ve yapılmamış sayılır. 

 

Yukarıda sayılan ve kesin süre içinde vekilin yaptığı işlemleri geçerli kılacak işlemlerin yapılmaması ve kesin süreyi izleyen oturuma vekilin gelmemesi halinde, diğer tarafın talebi üzerine, mahkeme yargılamaya, gelmeyen tarafın yokluğunda devam eder.

 

Vekâletnamesiz dava açılamayacağı da aynı maddede düzenlenmiştir. Mahkeme, vekâletnamesiz dava açan vekilin imzasını taşıyan reddetmek zorundadır. Nitekim 1989 tarihli bir Yargıtay kararında da bu ihlal, usulden bozmayı gerektirmiştir:

“… O halde mahkemece bu yön gözetilmeksizin vekâletnamesini vermeyen davacı vekillerinin açmış oldukları davaya bakılması ve yaptıkları usul işlemlerinin benimsenmesi bozmayı gerektirir.”[4]

Maddedeki ana kuralın istisnası olarak, gecikmesinde bir zarar meydana gelebilecek hallerde, vekilin vekâletname olmaksızın da davayı açabileceği, Yargıtay kararlarında da hukuki dayanağını bulmuştur. Ancak bu durumda, vekil kendisine verilen kesin süre içinde vekâletnamesini mahkemeye sunarak yaptığı işlemleri geçerli hale getirmelidir.

“… Vekil, gecikmesinde zarar umulan hallerde vekâletnamesini eklemeden dava açabilir. Kamulaştırma davaları hak düşürücü süreye bağlı olduğundan gecikmesinde zarar doğabileceği açıktır. … Davacılar tarafından vekile verilen vekaletname tarihlerinin hak düşürücü süre geçtikten sonraki bir tarihi taşıdığından söz edilerek davanın reddine karar verilmesi … doğru görülmemiştir.”[5]

Açılmış bir davayı vekil sıfatıyla takip eden veya vekil sıfatıyla dava açmış olan vekilin, vekâletnamesinin olmadığı fark edilmeden davaya bakılmış ve hüküm verilmişse, bu bir bozma sebebidir.[6] Bunun yanı sıra, bu şekilde bir hüküm verilmiş ve bu hüküm kesinleşmişse, HMK 375. Madde 1. Fıkrasının (c) bendi uyarınca, hükme karşı yargılamanın iadesi yoluna başvurulabilir.

 

8)    VEKİLİN VEKÂLET VEREN HUZURUNDAKİ BEYANI

“MADDE 78- (1) Kendisinin de hazır olduğu duruşmada, vekili tarafından yapılan açıklamalara derhâl ve açıkça itiraz etmeyen taraf, bu açıklamalara rıza göstermiş sayılır.”

 

Bu madde, 1086 sayılı kanundaki 69. Maddeyi karşılamaktadır ve aynen korunmuştur. Vekili aracılığıyla temsil edilen asilin duruşmada, rıza göstermediği hususlara açıkça itiraz etmesi gerektiği; itiraz etmemesi halinde rıza göstermiş sayılacağı hüküm altına alınmıştır.


(Bu yazı, sayın Av. Ferhat AKBAŞ tarafından www.hukukihaber.net sitesinde yayınlanması için kaleme alınmıştır. Yazarı ve kaynağı gösterilmeden kısmen ya da tamamen alıntılanması veya yayınlanması şahsi haklara ve fikri haklara aykırılık teşkil eder.)


-------------

[1] Yargıtay, 13. H.D. 05.06.1992, 1902/5282 “… Uyuşmazlıkta çözülmesi gereken sorun, tevkil yetkisini haiz vekilin tayin ettiği ikinci vekil ile müvekkilleri adına vekâletnamesinde bu konuda özel yetkisi olmamasına rağmen ücreti vekâlet sözleşmesi yapıp yapmayacağı ile yapılmış sözleşmenin müvekkilleri bağlayıp bağlamayacağında toplanmaktadır.”

[2] Yargıtay 2. H.D., 01.07.1974, 4449/4295: “… Birden çok vekile tebliğ yapılmışsa, ilk tebliğ tarihi, temyiz süresinin başlangıcı olur.”

[3] Yargıtay 4. H.D., 13.09.1958, 470/5599

[4] Yargıtay 4. H.D., 21.04.1989, 3661/3811

[5] Yargıtay 5. H.D., 04.12.1986, 15389/16406

[6] Yargıtay 4. H.D., 11.07.1961, 11359/6620