I. Şirket Yönetimi İçin Kayyım Tayini (CMK m.133)

5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun “Şirket yönetimi için kayyım tayini” başlıklı 133. maddesinde, bir koruma tedbiri olarak şirketlere kayyım tayini düzenlemesine yer verilmiştir. Türk Dil Kurumu “kayyum” kelimesine yer vermiştir. Sözlük anlamına göre kayyum; bir malın yönetilmesi veya bir işin yapılması için görevlendirilen kimsedir. Anlamları aynı olsa bile, CMK m.133’de “kayyım” kelimesinin kullanıldığı görülmektedir. Yazıda, Kanuna bağlı kalarak "kayyım" kelimesi kullanılacaktır.

Belirtmeliyiz ki, CMK m.133’de düzenlenen şirket yönetimi için kayyım tayininde aranan şartlar oldukça sıkıdır. Kanun koyucu CMK m.133’ün 1. fıkrasının ikinci cümlesinde; “Atama kararında, yönetim organının karar ve işlemlerinin geçerliliğinin kayyımın onayına bağlı kılındığı veya yönetim organının yetkilerinin ya da yönetim organının yetkileri ile birlikte ortaklık payları ve menkul kıymetler idare yetkilerinin tümüyle kayyıma verildiği açıkça belirtilir.” hükmüne yer verilmiştir. Dolayısıyla kanun koyucu iki türlü kayyımlık öngörmüştür; birincisi denetim kayyımlığı ve ikincisi yönetim kayyımlığıdır. Hakim veya mahkeme atama kararında; yönetim organlarının karar ve işlemlerinin geçerliliğini yalnızca kayyımın onayına bağlı kılmışsa şirkete denetim kayyımı, yönetim organının yetkilerinin tümü ile kayyıma vermişse yönetim kayyımı atandığı kabul edilecektir.

Elbette yönetim kayyımı, denetim kayyımından daha geniş hak ve yetkilere sahiptir. Bu genişlik, yönetimin kayyımının sorumluluğunu da artırır. Çünkü yönetim kayyımı, şirketin icra organı olarak faaliyetlerini sürdürecek ve şirketi idare edecektir. Bu idare; şirketin faaliyetlerinin durdurulması, sekteye uğratılması veya değiştirilmesi olmamalıdır. Yönetim kayyımı, şirketin hak ve yararlarını gözetmek zorundadır. Aksi halde, kayyımın hukuki ve cezai sorumluluğu gündeme gelecektir.

CMK m.133 uyarınca şirket yönetimi için kayyım tayini koruma tedbirine başvurulması için gerekli şartlardan birisi, CMK m.133/4’de sayılan suçlardan en az birisi ile ilgili başlatılan soruşturma veya iddianamenin kabulü ile başlayan kovuşturma sürecinde, suçun bir şirketin faaliyeti çerçevesinde işlenmekte olduğu hususunda kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığıdır. Burada önemli olan, CMK m.123 ve 128’de tanımlanan eşyaya, kazanca, taşınmazlara, hak ve alacaklara elkoyma dışında kalan, soruşturma veya kovuşturmaya konu suçun bir şirketin faaliyeti kapsamında işlenmekte olduğuna dair kuvvetli şüphe sebeplerinin tespit edilip edilemediğidir.

CMK m.133/1’de yer alan, “suçun bir şirketin faaliyeti çerçevesinde işlenmekte olduğu hususunda kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı” tümcesinde geçen “kuvvetli şüphe sebepleri” ibaresi dikkat çekicidir. Kanun koyucu şirket yönetimi için kayyım tayininde, iddiaya konu suç ile şirketin faaliyetleri arasında kuvvetli şüphenin olduğunu, yani illiyet bağının bulunduğunu gösteren sebeplerin varlığını aramıştır. Esasında bu ibare ile 6 Mart 2014 tarihinde değiştirilen CMK m.128’de yer alan “somut delillere dayanan kuvvetli şüphe sebebi” şartı farklılık arz etmektedir.

CMK m.128; elkoyma için kuvvetli şüphe sebebini gösteren somut delil aranmasını öngörerek, elkoyma tedbirinin tatbikini zorlaştırmıştır. CMK m.133’de ise, kuvvetli şüphe sebebinin varlığı yeterlidir ve buna ek olarak somut delilin elde edilme şartı aranmamıştır. Kanaatimizce, somut delille birlikte kuvvetli şüphe sebebinin varlığı gerçekleştiğinde, bir anlamda suç veya iddiaya konu malvarlığının suçla ilgili kanıtlanmış olmaktadır.

Tüm bunlara rağmen, CMK m.133/1’de öngörülen şartta da suç ile şirket arasında kurulması gereken illiyet bağında kuvvetli şüphe sebeplerinin bulunduğunu gösteren somut delile ulaşılmalı, kuvvetli şüphe için en azından iz ve emarelerin varlığı tespit edilmelidir. Bu şart oluşmadığı takdirde, zaten şirket yönetimi için kayyım tayininde aranan ön şartın gerçekleştiğinden bahsedilemez. Kanun hükmünde geçen “maddi gerçeğin ortaya çıkarılması için gerekli olması halinde” ibaresi de bir şart ve esasında şirket yönetimi için kayyım tedbiri uygulanmasının amacıdır. Suç ile şirket faaliyetleri arasında illiyet bağı net bir şekilde kurulmuşsa ve işlendiği iddia edilen suçun devamı son bulmuşsa, bu durumda CMK m.133’ün tatbiki değil, şartlarının varlığı halinde CMK m.123 veya 128’in tatbiki gündeme gelecektir.

Şirket yönetimi için kayyım tayin edilebilmesinde kanun koyucu; CMK m.133/4’de sayılan katalog suçlardan birisinin şirketin faaliyeti çerçevesinde işlendiğinden değil, işlenmekte olduğundan bahsetmiştir. “Suçun işlenmekte olması” demek, iddiaya konu suçun bir şirketin faaliyeti çerçevesinde işlenmeye devam edilmesi anlamını taşımaktadır. Aksi halde uygulanacak yöntem, taşıdığı şartlara göre CMK m.123, 127 veya 128 olacaktır.

Anayasa m.35’de düzenlenen ve bir temel hak olarak kabul edilen mülkiyet hakkının güvenliği önemlidir. Bir iktisadi hürriyet olarak Anayasa m.48’de düzenlenen çalışma ve sözleşme hürriyeti, yani hür teşebbüs ve serbest piyasa; beraberinde istikrarı ve müteşebbislerin güvenliğini de öngörür. Mülkiyet hakkına ve özel teşebbüse yasa ile getirilecek sınırlamaların “Temel hak ve hürriyetlerin sınırlanması” başlıklı Anayasa m.13’e uygun şekilde düzenlenmesi ve dolayısıyla bunlardan ceza yargılaması ile ilgili olanların da netleştirilmesi, yani sınırlama sebep, şart ve kurallarının muğlaklığının önüne geçilmesi ve sınırlamaya ilişkin karar ve tasarrufların denetime açık tutulması gerekir. Elbette bir suç işlendiği iddiası karşısında, soruşturulan suç, şüpheli ve sanıkla ilgili olan malvarlığının, iddiaya konu suçun faaliyeti çerçevesinde işlendiği tespit edilen şirket, hesap, kayıt ve tasarruflarının da gözardı edilmesi mümkün değildir. Ancak bu yöntemin tatbikinde, Anayasa ile kişiye sağlanan güvenceler dikkate alınmalı ve malvarlığı üzerinde genel elkoyma ile müsaderenin yasak olduğu unutulmamalıdır (Anayasa m.38/9).

Şirket yönetimi için kayyım tayini kararını, soruşturma aşamasında sulh ceza hakimliği ve kovuşturma aşamasında davayı gören mahkeme verir. Kovuşturmayı yapan bir hakimle değil de heyet halinde yargılama yapan mahkeme olduğunda, kayyım kararının oybirliği ile verilmesi zorunluluğu aranmaz.

CMK m.267’ye göre; “Hakim kararları ile kanunun gösterdiği hallerde, mahkeme kararlarına karşı itiraz yoluna gidilebilir”. Bu hükme göre, soruşturma aşamasında sulh ceza hakimliğinin ve dolayısıyla sulh ceza hakiminin verdiği kararlara karşı CMK m.133’de ayrıca bir düzenleme bulunmasına ihtiyaç olmaksızın itiraz kanun yoluna başvurulabilir. CMK m.260/1’e göre itiraz hakkı; cumhuriyet savcısı, şüpheli, sanık, katılan ve suçtan zarar görene, yani mağdura tanınmıştır. Ancak bu itiraz hakkı, kovuşturma aşamasında şirket yönetimi için kayyım tayinine dair mahkeme kararlarına karşı öngörülmemiştir. Çünkü CMK m.267; mahkeme kararlarına karşı itiraz yoluna başvuruda özel hüküm aramıştır. Mahkeme kararlarına karşı itiraz kanun yoluna başvuruda özel düzenleme olmadığı takdirde, itiraz konu karara karşı yalnızca hükümle birlikte temyiz kanun yoluna başvurulabilecektir.

Tutuklama tedbiri ile ilgili CMK m.103/2’de cumhuriyet savcısına tanınan serbest bırakma yetkisinin, şirket yönetimi için kayyım tayinini düzenleyen CMK m.133’de tanımlanmadığını görmekteyiz. Kayyım kararının uygulama ve etkisi bakımından farklılık içermesi, kayyımların ücret ve sorumlulukları, kayyım tayinine konu edilen şirket ve şirketin yetkilileri ile ortaklarının varlığı, kayyım kararının Özel Hukuka etkisi gibi sebepler düşünüldüğünde, bu kararın yine hakim tarafından kaldırılması gerektiği fikri ileri sürülebilir.

Elbette tutuklama gibi kişi hürriyeti ve güvenliğini sınırlandıran ağır bir tedbire son verebilen cumhuriyet savcısının, kayyım tayininde de aynı yetkiye sahip olması gerektiği, tutuklama kararını veremeyen cumhuriyet savcısının şüpheliyi serbest bıraktığı düşünüldüğünde, soruşturmanın amiri sıfatıyla kayyım konusunda da aynı yetkiye sahip olduğunun kabulünün doğru olacağı, bu sebeple soruşturma devam ederken şirket için kayyım ihtiyacının ortadan kalktığı durumda, cumhuriyet savcısının da ayrı bir hakim kararına ihtiyacı olmaksızın kayyımın görevine son verebileceği fikri savunulabilir. Ancak uygulamada; CMK m.103/2’de öngörülen serbest bırakma yetkisinin çok kullanılmadığı, bunu yerine salıverilmenin hakim tarafından yapılmasının tercih edildiği dikkate alındığında, aynı uygulamanın kayyımlıkta da devam edeceğini, cumhuriyet savcısının re’sen karar vermek yerine, hakim kararıyla şirket denetimi ve yönetimi için verilen kayyım tayin kararının kaldırılmasını sağlayacağı, böylece sorumluluk üstlenmek istemeyeceği ileri sürülebilir.

II. 7539 Sayılı Kanunla Getirilen Yeni Düzenleme

Daha önce “Kaçağın Kayyım Atanan Şirketinin veya Ortaklık Payının Satışı ve Tasfiyesi” başlıklı yazımızda; olağanüstü hal kapsamında yürütülen kayyımlık faaliyetlerinde, Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu’nun (TMSF) görevlendirildiğini, TMSF’nin kamu tüzel kişiliğini haiz, idari ve mali özerkliğe sahip bir kuruluş olup, görevini yaparken bağımsız olduğunu, TMSF’nin kayyım olarak atanmasının, 01.09.2016 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanan 674 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile bu KHK’nın kanunlaşmasını sağlayan 24.11.2016 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanan 6758 sayılı Kanun m.19/1-2 uyarınca gerçekleştiğini, 6758 sayılı Kanun m.19’a göre, bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten önce terör örgütüne aidiyeti, iltisakı veya irtibatı nedeniyle CMK m.133 uyarınca kayyım atanan şirketlerde, kayyım yetkilerinin TMSF’ye devredileceğini, yine bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten sonra ve OHAL süresince terör örgütüne aidiyeti, iltisakı veya irtibatı nedeniyle CMK m.133 uyarınca kayyım atanacak şirketlere doğrudan TMSF’nin kayyım olarak atanabileceğini, olağanüstü hal dönemi ile ilgili bu tür düzenlemelere gidildiğini ifade etmiştik. Bu hükmün, olağanüstü halin sonlanması ile tatbiki son bulmuştur.

Şu an olağanüstü hal değiliz, olağan hukuk düzenine 2018 yılının Temmuz ayının 19’undan sonra geçildi. Ancak 4 Şubat 2025 tarihinde Resmi Gazete’de yayımlanan bir hükümle, yukarıda yer verdiğimiz 19. maddeye benzer bir düzenlemeye gidildiği görülmektedir. 31.01.2025 tarihinde kabul edilip, 04.02.2025 tarihinde Resmi Gazete’de yayımlanan 7539 sayılı Kanunun 7. maddesi ile 25.07.2018 tarihli ve 7145 sayılı Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanuna eklenen geçici m.2’ye göre; “(1) 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun 282 nci, 314 üncü ve 315 inci maddelerinde veya 7/2/2013 tarihli ve 6415 sayılı Terörizmin Finansmanının Önlenmesi Hakkında Kanunun 4 üncü maddesinde düzenlenen suçların işlendiği hususunda kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı halinde Ceza Muhakemesi Kanununun 133 üncü maddesi gereğince şirketlere veya 128 inci maddesinin onuncu fıkrası gereğince malvarlığı değerlerine kayyım atanmasına karar verildiği takdirde, bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren beş yıl süreyle Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu kayyım olarak atanabilir. Bu halde kayyımlık hak ve yetkileri bakımından 19/10/2005 tarihli ve 5411 sayılı Bankacılık Kanununda Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonuna verilen hak ve yetkiler kıyasen uygulanır. Şirketlerin genel kurul yetkileri, 13/1/2011 tarihli ve 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu hükümlerine tabi olmaksızın Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu tarafından kullanılır. Bu şirketler veya malvarlığı değerleri Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonunun gözetiminde, Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonunun atadığı yöneticiler tarafından ticari teamüllere uygun olarak ve basiretli bir tacir gibi yönetilir. Bu şirketlerin veya malvarlığı değerlerinin mali durumu, ortaklık yapısı, piyasa koşulları veya diğer sorunları nedeniyle şirketin veya varlıklarının ya da malvarlığı değerlerinin kısmen veya tamamen satılmasına veya feshi ile tasfiyesine Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu tarafından karar verilebilir. Satış ve tasfiye işlemleri, ilgili şirketin yönetim/müdürler kurulu veya malvarlığı değerleri kayyım temsilcileri ya da Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu tarafından yerine getirilir. Satış ve tasfiye işlemlerinde azınlık hisselerinin sahiplerinin rızası aranmaz. Satıştan elde edilen gelirden şirket veya malvarlığı değerlerinin borçları ödendikten sonra kalan tutar, şirket veya malvarlığı değerlerinin işlerinde kullanılabilir. Fesih ve tasfiye işlemleri sonunda borçlar ödendikten sonra kalan tutar, yargılamanın kesin hükümle sonuçlandırılmasına kadar açılan bir hesapta nemalandırılır. Şirketlerin tasfiye işlemlerini yürütmek üzere Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu Kurulu tarafından görevlendirilen tasfiye komisyonu, adli işlemler veya davalar bakımından taraf ehliyetine sahiptir. Kayyımlık görevi Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu tarafından yürütülen şirketler, açtıkları davalarda harçtan muaftır. Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonunun kayyım olarak atanmasına karar verilen şirket, taşınmaz, hak, varlık ve alacaklar hakkında Ceza Muhakemesi Kanununun 128 inci maddesi uyarınca verilen el koyma ve tedbir kararları, kayyım yetkisinin Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonuna devriyle birlikte kendiliğinden kalkar. Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonunun kayyım olarak atandığı şirketleri veya malvarlığı değerlerini yönetmek ve temsil etmek üzere atananlar veya görevlendirilenler ya da atananlar tarafından temsil yetkisini haiz olmak üzere görevlendirilenler ile bu kapsamda yapılan işlemler hakkında 5411 sayılı Kanunun 127 nci maddesi uygulanır.

(2) Bu şirketlerin veya malvarlığı değerlerinin müsaderesine karar verilmesi halinde müsadere kararı; şirketlerin veya malvarlığı değerlerinin, bunların yönetim/müdürler kurulları veya kayyım temsilcilikleri ya da Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu tarafından satışı veya tasfiye edilmesi suretiyle yerine getirilir. Bu süreçte şirket ya da malvarlığı değerlerinin yönetimine birinci fıkra kapsamında devam edilir. Şirket veya malvarlığı değerlerinin satış veya tasfiyeleri veya ticari ve iktisadi bütünlük satışları 5411 sayılı Kanun ile Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonuna verilen yetkiler çerçevesinde yapılır. Satıştan elde edilen gelirden şirket veya malvarlığı değerlerinin borçları ödendikten sonra kalan tutar şirket veya malvarlığı değerlerinin işlerinde kullanılabilir. Tasfiyeye karar verilmesi halinde işlemler tasfiye komisyonlarınca yerine getirilir. Tasfiye sonunda bakiye kalması halinde Hazineye irat kaydedilir.

(3) Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonunun kayyımlık görevi kapsamındaki karar ve işlemlerine karşı açılan davalar, Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonunun merkezinin bulunduğu yer idare mahkemelerinde görülür”.

Bu yeni düzenleme; 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 282 (suçtan kaynaklanan malvarlığı değerlerini aklama), 314 (silahlı örgüt) ve 315. (silah sağlama) maddelerinde veya 6415 sayılı Terörizmin Finansmanının Önlenmesi Hakkındaki Kanun’un 4. maddesinde yer alan suçların işlendiği hususunda kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı halinde, CMK m.133 gereğince şirketlere veya CMK m.128/10 gereğince malvarlığı değerlerine kayyım atanmasına karar verilmesi halinde, bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu’nun (TMSF) kayyım olarak atanabileceğini öngörmektedir. Kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı kriteri önemli olmakla birlikte, uygulamada verilen kararlarla birlikte hakimlik veya mahkeme kararında bu kritere basmakalıp, yani hükümde geçen bir unsur olarak yer verildiği, somut hukuki ve fiili sebeplerin tartışılmadığı, Anayasa m.35 ile İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi Ek 1. Protokol m.1’in güvencesi altında bulunan mülkiyet ve zilyetlik haklarının korunmadığı görülmektedir. Hem getirilen hüküm ve hem de geçmiş uygulaması sorunlu, olağan hukuk düzeninde temel hak ve hürriyetleri aşırı kısıtlayıcı mahiyette olup, tatbikinde de birçok sorunla karşılaşıldığı anlaşılmaktadır. Hakim veya mahkeme tarafından kayyım tayini kararının verilmesi, temel hak ve hürriyetlerden olan mülkiyet hakkı ve ona bağlı olan zilyet hakkını tek başına korumaya yeterli değildir. Bu karara itiraz edilebileceği ve her zaman kararın gözden geçirilebileceği doğru olmakla birlikte, bilhassa soruşturma aşamasında etkin bir denetimin yapılamadığına dair birçok eleştiri ile karşılaşıldığı izahtan varestedir. Her ne kadar yeni metinde soruşturma ve kovuşturma ayırımı yapılmasa da, CMK m.133 ve m.128/10’a yapılan atıftan bu hükümlerde gösterilen şekil ve şartların tatbiki suretiyle şirketlere ve gerçek kişilere yönetim kayyımı tayin edilebileceği anlaşılmaktadır. Kararın sırf hakim veya mahkeme tarafından verilmesinden ziyade, hükümde öngörülen kayyım tayini suretiyle kısıtlamaya dönük şekil ve esas şartlarının çok iyi denetlenmesi gerekir. Sorun sadece madde metninden değil, hatta daha ziyade uygulamadan kaynaklanmaktadır.

Yine aynı düzenleme uyarınca; kayyım atanan şirketlerin genel kurul yetkilerinin 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu hükümlerine tabi olmaksızın TMSF tarafından kullanılabileceği, bu şirketler ve malvarlığı değerlerinin TMSF gözetiminde TMSF’nin atadığı yöneticiler tarafından ticari teamüllere uygun olarak basiretli tacir gibi yönetileceği, bu şirketlerin veya malvarlığı değerlerinin satılmasına veya feshi ile tasfiyesine TMSF tarafından karar verilebileceği, şirketlerin tasfiye işlemlerini yürütmek üzere TMSF yönetim kurulu tarafından görevlendirilen tasfiye komisyonunun adli işlemler veya davalar bakımından taraf ehliyetine sahip olduğu, TMSF’nin kayyım olarak atanmasına karar verilen şirket, taşınmaz, hak, varlık ve alacaklar hakkında CMK m.128 uyarınca verilen elkoyma ve tedbir kararlarının, kayyım yetkisinin TMSF’ye devri ile birlikte kendiliğinden ortadan kalkacağı, kayyım atanan şirketlerin veya elkoyulan malvarlığı değerlerinin müsaderesine karar verilmesi halinde müsadere kararının, şirketlerin veya malvarlığı değerlerinin, bunların yönetim/müdür kurulları veya kayyım temsilcilikleri ya da TMSF tarafından satışı veya tasfiye edilmesi suretiyle yerine getirileceği, TMSF’nin kayyımlık görevi kapsamındaki karar ve işlemlerine karşı açılan davalar bakımından, TMSF merkezinin bulunduğu yer idare mahkemelerinin yetkili olduğu ifade edilmiştir.

Belirtmeliyiz ki; CMK m.133 uyarınca hakim veya mahkeme, atadığı kayyımın şirketin denetimini veya idaresini yapabilme bilgi ve ehliyetine sahip olduğunu tespit etmelidir. Atanan kayyım; tarafsız olmalı, şirketin denetimi ve idaresi sırasında tarafsızlığını bozabilecek tasarruflarda bulunmasına yol açabilecek özellikleri taşımamalıdır. Hakim veya mahkeme; şirketle olan ilişkisi veya husumeti nedeniyle tarafsız edemeyeceği anlaşılan bir kişiyi, ya kayyım olarak atamamalı veya bu durumunu tespit ettiğinde kayyımın değiştirilmesine karar vermemelidir. Çünkü kayyım görevini; tarafsız bir şekilde sürdürmek, bu sırada şirketin yararlarını korumak ve hukuka riayet etmek zorundadır. Başlangıçta veya sonradan ortaya çıkan nedenlerle kayyım adayının veya kayyımın; objektif, güvenilir, ehliyetli bir şekilde görevini yapamayacağı anlaşıldığında, hakim veya mahkeme, ya o kişiyi kayyım tayin etmemeli veya bu durum tespit edildiğinde kayyımın değiştirilmesine karar vermelidir.

Yine aynı şekilde yukarıda birinci başlık altında açıkladığımız üzere; Anayasa m.35’de İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi’nin ise 1. Ek Protokolünde düzenlenen ve bir temel hak olarak kabul edilen mülkiyet hakkının ve buna bağlı zilyetlik, yani malı kullanma hakkının güvenliğinin önemli olduğunu, bir iktisadi hürriyet olarak Anayasa m.48’de yer alan çalışma ve sözleşme hürriyetinin hür teşebbüs ve serbest piyasa, beraberinde istikrar ve müteşebbislerin güvenliğini öngördüğünü, halihazırda olağanüstü hal döneminden geçmediğimizi ve dolayısıyla Anayasa m.15’in geçerli olmadığını, mülkiyet hakkına ve özel teşebbüse yasa ile getirilecek sınırlamaların Anayasa m.13’e uygun şekilde düzenlenmesi gerektiğini, elbette bir suç işlendiği iddiası karşısında, soruşturulan suç, şüpheli veya sanıkla ilgili olan malvarlığının, iddiaya konu suçun faaliyeti çerçevesinde işlendiği tespit edilen şirket, hesap, kayıt ve tasarrufların gözardı edilmesinin mümkün olmadığını, ancak bu yöntemin tatbikinde, Anayasa ile kişiye sağlanan güvencelerin dikkate alınması gerektiğini, malvarlığı üzerinde genel elkoyma ile müsaderenin yasak olduğunun unutulmaması gerektiğini düşünmekteyiz.

Bu kapsamda; olağanüstü hal döneminde olmadığımızı, “Temel hak ve hürriyetlerin kullanılmasının durdurulması” başlıklı Anayasa m.15’in tatbik edilemeyeceğini, olağanüstü hal döneminde getirilen bir düzenlemenin veya olağanüstü hal döneminde getirilen bir düzenlemeye oldukça yakın bir düzenlemenin olağan hukuk düzeninde yer almasının isabetli olmayacağını, ayrıca düzenlemenin geçici bir hüküm de olmadığını, bunun Anayasa m.13 ile bağdaşmayacağını, bu hususun Anayasa m.35, İHAS Ek 1. Protokolde düzenlenen mülkiyet hakkı ile Anayasa m.48’de yer alan çalışma ve sözleşme hürriyetlerinin özüne müdahale edebilecek nitelikte olduğunu belirtmek isteriz.

Prof. Dr. Ersan Şen

Av. Cem Serdar

(Bu makale, sayın Prof. Dr. Ersan ŞEN tarafından www.hukukihaber.net sitesinde yayınlanması için kaleme alınmıştır. Kaynak gösterilse dahi makalenin tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan makalenin bir bölümü, aktif link verilerek kullanılabilir. Yazarı ve kaynağı gösterilmeden kısmen ya da tamamen yayınlanması şahsi haklara ve fikri haklara aykırılık teşkil eder.)