1) Aile Konutu
Aile konutu kavramı ve aile konutu ile ilgili düzenlemeler Medeni Hukuk sistemimize 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu ile girmiştir. Ancak 4721 sayılı TMK’de aile konutu ile ilgili düzenlemeler yer almasına rağmen aile konutunun ne olduğunu ortaya koyan açık bir düzenleme mevcut değildir.
Ancak 4721 sayılı yasanın “Aile Konutu” başlıklı 194. maddesinin gerekçesinde şu ifadelerle aile konutu tanımlanmaktadır: “…Aile konutu eşlerin bütün yaşam faaliyetlerini gerçekleştirdiği, yaşantısına buna göre yön verdiği acı ve tatlı günleri içinde yaşadığı, anılarla dolu bir alandır…”
2) Aile Konutu Üzerindeki Tasarruflara İlişkin Sınırlamalar
Kural olarak kanunda aksine hüküm bulunmadıkça, eşlerden her biri diğeri ve üçüncü kişilerle her türlü hukukî işlemi yapma özgürlüğüne sahiptir (TMK m.193). Ancak 4721 sayılı yasanın “Aile Konutu” başlıklı 194/1. maddesi “Eşlerden biri, diğer eşin açık rızası bulunmadıkça, aile konutu ile ilgili kira sözleşmesini feshedemez, aile konutunu devredemez veya aile konutu üzerindeki hakları sınırlayamaz” şeklindeki ifadelerle eşlere bir takım hukuki işlemleri yaparken sınırlama getirmiştir.
Söz konusu maddenin gerekçesi ise şu şekildedir: “Bu madde ile İsviçre Medenî Kanununun 169 uncu maddesine uygun olarak eşlerin hukukî işlemlerinde 193 üncü maddeyle kabul edilen genel kuralın bir istisnasına yer verilmiştir. Madde eşlerin aile konutlarıyla ilgili hukukî işlemlerde eşlerin serbestliği ilkesine istisna getirmiş ve böylece, aile konutu ile ilgili bazı hukukî işlemlerin diğer eşin rızasına bağlı olduğu kabul edilmiştir. Aile konutu eşlerin bütün yaşam faaliyetlerini gerçekleştirdiği, yaşantısına buna göre yön verdiği acı ve tatlı günleri içinde yaşadığı, anılarla dolu bir alandır. Bu nedenle bu denli önemli bir malvarlığıyla ilgili olarak eşlerin tek başlarına hukukî işlemleri yapması diğer eşin önemli yararlarını etkileyebilir. Bunun sonucu olarak madde, konutla ilgili kira sözleşmesinin feshini, bu konutun başkalarına devrini ya da konut üzerindeki hakları ve buna benzer diğer hukukî işlemlerle tamamen ya da kısmen sınırlamasını diğer eşin rızasına bağlamıştır”. Anlaşılacağı üzere söz konusu sınırlama aile birliğinin konulması amacıyla getirilmiştir.
İlgili maddeye göre; eşlerden biri, diğer eşin açık rızası bulunmadığı sürece, aile konutu ile ilgili kira sözleşmesini feshedemeyecek, aile konutunu devredemeyecek ya da aile konutu üzerindeki hakları sınırlandıramayacaktır. Yalnız burada dikkat edilmesi gereken temel husus söz konusu sınırlandırıcı hukuki işlemlerin sadece aile konutu niteliğinde olan taşınmaz açısından anlam ifade ettiğidir. Aile konutu olmayan ya da aile konutu olma özelliğini sonradan yitiren taşınmazlar açısından maddede bahsedilen hukuki işlemlerin yapılabilmesi için diğer eşin açık rızasına ihtiyaç duyulmayacaktır.
Ayrıca dikkat edilmesi gereken bir diğer hususta diğer eşin yapılacak hukuki işleme nasıl bir “rıza” göstermesi gerektiğidir. Yasanın lafzından açıkça anlaşılacağı üzere aile konutu ile ilgili kira sözleşmesinin feshinde, aile konutunun devrinde veya aile konutu üzerindeki hakların sınırlandırmasında diğer eşin açık rızası bulunmalıdır. Şayet bu açık rıza diğer eş tarafından verilmemişse söz konusu hukuki işlem kesin hükümsüzlük yaptırımı ile karşılaşacaktır. Diğer eş tarafından verilecek rıza konusunda yasanın öngördüğü herhangi bir şekil şartı yoktur. Rıza sözlü verilebileceği gibi yazılı olarak da verilebilecek ancak verilen rıza açık olacaktır. Ayrıca rızayı sağlayamayan veya haklı bir sebep olmaksızın kendisine rıza verilmeyen eş, bu hususta hâkimin müdahalesini isteyebilecektir (TMK m.194/2).
Diğer eşin açık rızası olmadan yapılan kira sözleşmesinin feshedilmesi durumunda dava yolu ile bu feshin geçersizliği tespit edilebilecek, şayet aile konutu 3. Şahıslara devredilmişse yine dava yolu ile bu devrin iptali sağlanabilecek, aile konutu üzerinde ipotek gibi sınırlandırıcı bir hakkın kurulması durumunda ise bu hakkın kaldırılması dava yolu ile mahkemeden talep edilebilecektir. Bu genel bilgilendirmelerden sonra konumuzun esasını oluşturan aile konutu üzerinde diğer eşin rızası alınmadan tesis edilen ipoteğin geçerlilik durumu ile ilgili aşağıda hem bilgilendirmelerde bulunacağız hem de bu hususta emsal Yargıtay içtihatlarını paylaşacağız.
3) Diğer Eşin Rızası Olmaksızın Aile Konutu Üzerinde İpotek Tesis Edilmesi
Yukarıda detaylıca bahsettiğimiz üzere eşlerden biri, diğer eşin açık rızası bulunmadığı sürece, aile konutu ile ilgili kira sözleşmesini feshedemeyecek, aile konutunu devredemeyecek ya da aile konutu üzerindeki hakları sınırlandıramayacaktır. Aile konutu üzerinde ipotek tesis edilmesi de aile konutu üzerindeki hakları sınırlandıran bir işlem olduğundan yasa gereği diğer eşin açık rızası gerekecektir. İpotek, basit anlatımla bir alacağı güvence altına almak için taşınmaz üzerinde rehin kurulması işlemi olduğundan taşınmaz üzerindeki hakları sınırlandıracak, aile konutu üzerine malik olan eş tarafından diğer eşin açık rızası olmaksızın kurulan ipotek ise yasa gereği geçersiz bir ipotek tesis işlemi olabilecektir. Diğer eşin bu ipotek işleminin geçerli olabilmesi için açık rızasının yeterli olacağını, bunu herhangi bir şekle bağlı olarak yapmasının gerekmediğini yukarıda da belirtmiştik. Böyle bir açık rızası olmadan aile konutu üzerinde ipotek tesis edildiğini öğrenen eş mahkemeden aile konutu üzerindeki ipoteğin kaldırılmasını dava yolu ile talep edebilecektir.
Dava aile konutu üzerindeki ipotek tesisine rıza göstermeyen eş tarafından, ipotek işleminin tarafı olan eşe ve ipotek işleminin diğer tarafı olan 3.kişi ya da kişilere husumet yöneltilerek açılacaktır. Söz konusu davada görevli mahkeme 4787 sayılı Aile Mahkemelerinin Kuruluş Görev ve Yargılama Usullerine Dair Kanunun 4/1. maddesi uyarınca aile mahkemesidir. Aile konutu üzerindeki ipoteğin kaldırılması davalarında yetkili mahkeme ise taşınmazın bulunduğu yerdeki aile mahkemeleri değil genel yetki kuralı olan davalının yerleşim yeri mahkemesidir. Yetki hususunda Yargıtay içtihatları bu yönde olup aşağıda söz konusu içtihatlara örnek verilecektir. Son olarak aile konutu üzerindeki ipoteğin kaldırılması davası nispi harca tabi bir davadır.
Görüldüğü gibi aile konutu üzerinde diğer eşin açık muvafakati olmadan tesis edilen ipotek işlemi emredici yasa hükümlerine aykırı olduğundan hukuken geçersiz olup, diğer eş tarafından açılacak bir dava ile söz konusu tesis edilen ipotek kaldırılabilecektir. Bunun için ipoteğin aile konutu üzerine tesis edilmiş olması ve ipotek işleminin tarafı olmayan diğer eşin buna açık muvafakatinin olmaması gerekecektir Ayrıca aile konutu vasfı taşımayan ya da aile konutu vasfını yitiren konutlar üzerine tesis edilen ipoteklerin kaldırılması mümkün olmayacaktır. Aile konutunun ne olduğuna ilişkin yukarıda açıklamalarda bulunduğumuzdan tekrar bu husus ile ilgili açıklama yapmaya gerek görmemekteyiz. Ancak önemine binaen şu hususa değinmekte fayda görmekteyiz. Aile konutu niteliğine haiz konuttan üzerinde aile konutu şerhi bulunan konut çıkarımı yapmanın doğru olmadığını ifade etmekte fayda görmekteyiz. Yani üzerinde aile konutu şerhi olmayan ancak eşlerin bütün yaşam faaliyetlerini gerçekleştirdiği, yaşantısına buna göre yön verdiği acı ve tatlı günleri içinde yaşadığı, anılarla dolu bir alanın aile konutu niteliğinde olduğunu söyleyebiliriz. Öyle ki bir taşınmaza aile konutu olduğu için aile konutu şerhi konulabilmektedir, bir konut aile konutu şerhi olduğu için aile konutu haline gelmemektedir. Aile konutu şerhi doktrin ve Yargıtay görüşüne göre kurucu değil açıklayıcı şerh özelliğine sahiptir.
4) Konuya İlişkin Emsal Yargıtay Kararları
- İpotek tesis edilmesi sırasında davalı banka tarafından davacı eşin açık rızasının alınmaması ve eşin açık rızası arandığından yapılan işlemin geçerli olduğunun kabul edilmesinin imkânsızlığına dikkat çeken YHGK’nin 15.04.2015 tarih, 2013/2-2056 E.- 2015/1201 K. sayılı içtihadı şu şekildedir: “…Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık ipotek işleminin davacı ve ipotek veren davalı ile aynı çatı altında oturan müşterek çocukların kullandığı krediye teminat teşkil etmek üzere kurulmuş bulunmasına göre, bu hususun davacının ipotek işleminden haberdar olup bu işleme muvafakat ettiği anlamına gelip gelmediği noktasında toplanmaktadır. 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun 194/1. maddesine göre, "Eşlerden biri, diğer eşin açık rızası bulunmadıkça, aile konutu ile ilgili kira sözleşmesini feshedemez, aile konutunu devredemez veya aile konutu üzerindeki hakları sınırlayamaz." Bu madde hükmü ile aile konutu şerhi konulmuş olmasa da eşlerin birlikte yaşadıkları aile konutu üzerindeki fiil ehliyetleri sınırlandırılmıştır. Sınırlandırma aile konutu şerhi konulduğu için değil, zaten var olduğu için getirilmiştir. Bu sebeple tapuya aile konutu şerhi verilmese bile o konut aile konutu özelliğini taşır. Anılan madde hükmü ile getirilen sınırlandırma, emredici niteliktedir. Dolayısıyla bu haktan önceden feragat edilemeyeceği gibi eşlerin anlaşmasıyla da ortadan kaldırılamaz ve açık rıza ancak "belirli olan" bir işlem için verilebilir. TMK'nin 193. maddesi ile eşlerin birbirleri ve üçüncü kişilerle olan hukuki işlemlerinde özgürlük alanı tanınmış olmakla birlikte TMK'nin 194. madde hükmü ile eşlerin aile konutu ile ilgili bazı hukuksal işlemlerinin diğer eşin rızasına bağlı olduğu kuralı getirilerek eşlerin hukuki işlem özgürlüğü, "aile birliğinin" korunması amacıyla sınırlandırılmıştır. Buna göre, eşlerden biri diğer eşin açık rızası bulunmadıkça, aile konutu ile ilgili kira sözleşmesini feshedemez, aile konutunu devredemez ve aile konutu üzerindeki hakları sınırlayamaz. Bu cümleden hareketle, aile konutunun maliki olan eş aile konutundaki yaşantıyı güçlüğe sokacak biçimde, aile konutunun ipotek edilmesi gibi tek başına bir ayni hakla sınırlandıramaz. Bu sınırlandırma ancak diğer eşin açık rızası alınarak yapılabilir. TMK'nin 194. maddesi yetkili eşin izni için bir geçerlilik şekli öngörmemiştir. Bu nedenle söz konusu izin bir şekle tabi olmadan, sözlü olarak dahi verilebilir. Ancak maddenin ifadesinden de anlaşılacağı üzere, iznin "açık" olması gerekir (GÜMÜŞ, Mustafa Alper, Türk Medeni Kanununun Getirdiği Yeni Şerhler? Vedat Kitapçılık, İstanbul 2007, Birinci Basıdan İkinci Tıpkı Bası, 41-42 sh.). Her ne kadar ipotek doğrudan doğruya aile konutundan faydalanma ve oturma hakkını engellemiyorsa da, hak sahibi eşin kötüniyetli ve muvazaalı işlemleri ile aile konutunun elden çıkarılma tehlikesi nedeniyle ipotek işlemine diğer eşin açık rızası şarttır. Somut olayda, davalı eş dava konusu aile konutu üzerinde diğer davalı banka lehine ipotek tesis etmiş, bu işlem sırasında davalı banka tarafından davacı eşin açık rızası alınmamıştır. Yukarıda açıklanan kurallar çerçevesinde ipotek işleminin, davacı ve davalı eş ile aynı çatı altında oturan müşterek çocukların kullandığı krediye teminat teşkil etmek üzere kurulmuş bulunmasının da önemi bulunmamaktadır. Bu durumda, TMK'nin 194/1 maddesi eşin açık rızasını aradığından, yapılan işlemin geçerli olduğunu kabul etmek imkânsızdır. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında bir kısım üyelerce ipotek işleminin kurulmasına neden olan, davacı ve davalı eş ile aynı çatı altında oturan müşterek çocukların kullandığı krediden ve dolayısıyla da ipotek işleminden davacı eşin haberdar olmadığını kabul etmenin hayatın olağan akışına aykırı olduğu ileri sürülmüş ise de yukarıda açıklanan nedenlerle bu görüş Kurul çoğunluğunca benimsenmemiştir. Hal böyle olunca, mahkemece, yukarıda açıklanan yasal düzenleme ve ilkelere uygun değerlendirme yapılarak davanın kabulüne karar verilmesi ve bu kararda direnilmesi usul ve yasaya uygun olup direnme kararının onanması gerekir…”
- Geçerli bir ipotek işleminin olmadığının kabul edildiği hallerde, malik olan eşin yargılama sırasında ölmesi durumunda bu ipotek işleminin hukuki olduğunun düşünülemeyeceğine ilişkin Yargıtay 2. HD’nin 22.12.2020 tarih, 2020/6017 E.- 2020/6757 K. sayılı içtihadı şu şekildedir: “…Somut olayda, dava açıldığı tarihte davalı eş üzerine kayıtlı taşınmaz üzerinde davalı banka lebine konulmuş bir ipoteğin varlığı söz konusu olup davacı sağ eş dava açarak ipoteğin geçersiz olduğunu ileri sürmüştür. Şayet iddia edildiği gibi açık rıza alınmamış ise bu ipotek işleminin geçersiz olduğu açıktır. Dolayısıyla, geçerli bir işlemin olmadığının kabul edildiği hallerde, malik olan eşin ölümünün bu işleme hukukilik kazandırması düşünülemez. Diğer bir anlatımla ölü olan bir işlem diriltilemez. Belirtildiği üzere sağ kalan eşin mirasçı sıfatıyla yukarıda açıklanan hakları (TMK madde 240 ve 652) bulunmaktadır ve davacının bu davayı açtığı sırada var olan hukuki yararı yargılama sırasında davalı eşin ölümünden sonra da devam etmektedir. Bunun yanında halen ortada geçersizliği ileri sürülen bir ipotek bulunmaktadır. Bu nedenlerle, evlilik ölümle sona ermekle birlikte davanın konusuz kaldığını söylemek mümkün değildir. Aksi düşünce, davacının davasında haklı olup olmadığı hususunun araştırılmasına olanak sağlamadan, taşınmazın cebri icra ile satılması sonucunu doğuracak, bu durum ise büyük hak kayıplarına yol açacaktır. (Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 2017/2-2906 Esas-2017/1723 Karar) Açıklanan nedenlerle, davaya konu taşınmazın davacı ve davalı eş ... tarafından ipotek işlemi tesis edildiği tarihte aile konutu olarak kullanılıp kullanılmadığı, dava konusu taşınmaz üzerine davalı banka lehine tesis edilen ipotek işleminden davacı kadının bilgisi olup olmadığı, açık rızasının alınıp alınmadığı dosya içerisinde bulunan deliller bir arada değerlendirilip sonucuna göre karar verilmesi gerekirken davalı eş ...'nün ölümü nedeniyle davanın konusuz kaldığı belirtilerek karar verilmesine yer olmadığına dair karar verilmesi doğru olmayıp, bozmayı gerektirmiştir…”
- Bir konutun aile konutu şerhi ile aile konutuna haiz bir konut haline gelmeyeceğine ve diğer eş tarafından verilecek rızanın herhangi bir şekil şartına tabi olmadığını belirten Yargıtay 2. HD’nin 19.11.2020 tarih, 2020/3829 E.- 2020/5916 K. sayılı içtihadı şu şekildedir: “…4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun 194/1. maddesine göre, “Eşlerden biri, diğer eşin açık rızası bulunmadıkça, aile konutu ile ilgili kira sözleşmesini feshedemez, aile konutunu devredemez veya aile konutu üzerindeki hakları sınırlayamaz." Bu madde hükmü ile aile konutu şerhi “konulmuş olmasa da” eşlerin birlikte yaşadıkları aile konutu üzerindeki fiili ehliyetleri sınırlandırılmıştır. Sınırlandırma, aile konutu şerhi konulduğu için değil, zaten var olduğu için getirilmiştir. Bu sebeple tapuya aile konutu şerhi verilmese bile o konut aile konutu özelliğini taşır. Zira dava konusu taşınmaz şerh konulmasa da aile konutudur. Eş söyleyişle şerh konulduğu için aile konutu olmamakta, aksine aile konutu olduğu için şerh konulabilmektedir. Bu nedenle aile konutu şerhi konulduğunda, konulan şerh “Kurucu” değil “Açıklayıcı” şerh özelliğini taşımaktadır. Anılan madde hükmü ile getirilen sınırlandırma, “Emredici” niteliktedir. Dolayısıyla bu haktan önceden feragat edilemeyeceği gibi eşlerin anlaşmasıyla da ortadan kaldırılamaz ve açık rıza ancak “Belirli olan” bir işlem için verilebilir. Türk Medeni Kanunu'nun 193. maddesi hükmü ile eşlerin birbirleri ve üçüncü kişilerle olan hukuki işlemlerinde özgürlük alanı tanınmış olmakla birlikte Türk Medeni Kanunu'nun 194. madde hükmü ile eşlerin aile konutu ile ilgili bazı hukuksal işlemlerini diğer eşin rızasına bağlı olduğu kuralı getirilerek, eşlerin hukuki işlem özgürlüğü, “Aile birliğinin korunması” amacıyla sınırlandırılmıştır. Buna göre, eşlerden biri diğer eşin “Açık rızası bulunmadıkça” aile konutu ile ilgili kira sözleşmesini feshedemez, aile konutunu devredemez ve aile konutu üzerindeki hakları sınırlayamaz. Bu cümleden hareketle, aile konutunun maliki olan eş, aile konutundaki yaşantıyı güçlüğe sokacak biçimde, aile konutunu ipotek edilmesi gibi “Tek başına“ bir ayni hakla sınırlayamaz. Bu sınırlandırma “Ancak diğer eşin açık rızası alınarak” yapılabilir. Türk Medeni Kanunu'nun 194. maddesi yetkili eşin izni için bir geçerlilik şekli öngörmemiştir. Bu nedenle söz konusu izin bir şekle tabi olmadan, sözlü olarak da verilebilir. Ancak maddenin ifadesinden de anlaşılacağı üzere, iznin "Açık” olması gerekir. Somut olayda, taşınmaz üzerinde aile konutu niteliğinde bağımsız bölüm olduğu, davalı eşin dava konusu aile konutunun bulunduğu taşınmaz üzerinde diğer davalı kooperatif lehine ipotek tesis ettiği, bu işlem sırasında davacı eşin açık rızası alınmadığı anlaşılmıştır. Hukuk Genel Kurulu'nun 15.04.2015 tarih ve 2013/2-2056 esas, 2015/1201 karar sayılı kararında açıkça ifade edildiği ve Dairemizce de aynen benimsendiği üzere eşin açık rızası alınmadan yapılan işlemin geçerli olduğunu kabul etmek imkansızdır. Eş söyleyişle eşin "Açık rızası alınmadan" yapılan işlemin "Geçersiz olduğunu" kabul etmek zorunludur. Dava konusu taşınmaz üzerinde 2 katlı ve iki bağımsız bölümden oluşan bir bina olduğu iddia edildiğine göre ve dava aile konutu olarak kullanıldığı ileri sürülen taşınmaz üzerinde bulunan ipoteğin kaldırılmasına yönelik olduğuna göre, öncelikle aile konutu olarak kullanılan bölümün belirlenmesi gerekir. Bu durumda, mahkemece yapılacak iş; taşınmazın vasfı da dikkate alınarak, dava konusu aile konutunun bulunduğu yerde usulünce keşif yapılıp, ipotek tesis tarihinde ve halen tarafların aile konutu olarak kullandıkları bağımsız bölümün belirlenmesi, uzman bilirkişilerden "Aile konutu" olarak kullanılan bölümün kroki ve harita üzerinde işaretlenmesinin istenmesi, aile konutu olarak kullanılan bu bölümün belirlenip, davanın kabulü ile bu bölümle sınırlı olacak şekilde ipoteğin kaldırılmasına karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde ret hükmü kurulması usul ve kanuna aykırı olup, bozmayı gerektirmiştir…”
- Dürüstlük kuralına aykırı davranılarak, hakkın kötüye kullanılması sebebiyle TMK’nin 194/1. maddesindeki korumadan davacının yararlanamayacağını belirten Yargıtay 2. HD’nin 17.10.2019 tarih, 2019/3415 E.- 2019/10326 K. sayılı içtihadı şu şekildedir: “…Toplanan delillerden, dava konusu taşınmazın ekspertiz raporunun düzenlendiği 05/05/2016 tarihinde boş durumda olduğu ve dava dışı Sadun Karahan adına kayıtlı olduğu, aile konutu niteliğinde bulunmadığı, nüfus kayıt örneği, site ziyaret giriş defteri, tanık beyanları ve mernis kaydı içeriklerinden anlaşıldığı üzere ekspertiz raporunun düzenlendiği tarihten sonra 06/05/2016 tarihinde dava dışı Sadun Karahan'dan satın alınarak davacı ve eşinin dava konusu taşınmaza taşındığı ve aile konutu olarak kullanmaya başladıkları, davalı erkek patronunun borcu nedeniyle dava konusu taşınmaz üzerine ipotek tesis ettirdiğini, patronunun iflas etmesi sebebiyle borcu ödeyemediğini, davacı eşin açık rızasının alınmadığını ve yapılan işlemden haberdar olmadığını beyan etmişse de davalı bankanın ekspertiz işleminin yapıldığı tarihte taşınmazın boş olması sebebiyle üzerine düşen araştırma sorumluluğunu yerine getirdiği, inceleme tarihinden bir gün sonra taşınmazın satın alınarak taşınılmasının ve ipoteğin kadının rızasının alınmadan yapıldığının ileri sürülmesi iyi niyetle bağdaşmadığı anlaşılmaktadır. Herkes haklarını kullanırken ve borçlarını yerine getirirken dürüst davranmak zorundadır. Bir hakkın açıkça kötüye kullanılması hukuk düzenince korunamaz (TMK.m.2). İşlemlerin yukarıda açıklanan şekilde olduğunu baştan beri bilen davacının, lehine ipotek tesis edilmiş olan banka tarafından "İpoteğin paraya çevrilmesi” suretiyle takip başlatılması üzerine, devir işlemine “Olur” vermediğini ileri sürmesi ve Türk Medeni Kanunu'nun 194/1. maddesinin sağladığı haktan yararlanması, aynı Kanunun 2’nci maddesinde yer alan dürüstlük kuralına aykırıdır. Öyleyse davanın reddine karar verilmesi gerekirken, isteğin kabulü doğru bulunmamıştır…”
- İpoteğin tesis edildiği tarihte, tarafların aile konutu olarak kullandıkları bağımsız bölümle sınırlı olarak ipoteğin kaldırılması gerektiği yönündeki Yargıtay 2. HD’nin 09.10.2019 tarih, 2019/6360 E.- 2019/9875 K. sayılı içtihadı şu şekildedir: “…Davacı kadın; dava konusu taşınmazın aile konutu olduğunu, davalı eş ...tarafından kendisinin haberi ve izni olmadan üzerinde ipotek tesis edildiğini ileri sürerek, ipoteğin kaldırılmasını talep etmiş (TMK m. 194), mahkemece davanın kabulü ile dava konusu taşınmaz üzerine konulan ipoteğin kaldırılmasına karar verilmiştir. Dava konusu taşınmazın tapuda "İki katlı kargir ev ve arsası " vasfıyla kayıtlı olduğu, dosya içindeki beyanlara ve keşif raporuna göre taşınmaz üzerinde iki katlı bir bina, her katında birer daire olmak üzere iki daire bulunduğu, taşınmazın zemin katında davacı ve davalı ... tarafından aile konutu olarak kullanılan bağımsız bölümün bulunduğu anlaşılmaktadır. Dava aile konutu olarak kullanıldığı ileri sürülen taşınmaz üzerinde bulunan ipoteğin kaldırılmasına yönelik olduğuna göre, mahkemece yapılacak iş; taşınmazın vasfı da dikkate alınarak, ipotek tesis tarihinde ve halen tarafların aile konutu olarak kullandıkları bağımsız bölümle sınırlı olacak şekilde ipoteğin kaldırılmasına karar verilmesi gerekirken, taşınmazın tamamına yönelik olarak ipoteğin kaldırılmasına şeklinde karar verilmesi doğru olmayıp bozmayı gerektirmiştir…”
- Davanın açıldığı tarihte dava konusu taşınmazın aile konutu vasfı yoksa TMK m. 194/1 uyarınca sağlanan korumadan yararlanılamayacağına ilişkin Yargıtay 2. HD’nin 23.09.2019 tarih, 2019/3377 E.- 2019/9048 K. sayılı içtihadı şu şekildedir: “…Yapılan yargılama ve toplanan delillerden; davalı banka lehine ipotek ettirilen dava konusu taşınmazın Eskişehir ili, Tepebaşı Mah. ... Mahallesinde bulunduğu, davacı ve davalı eşi Saynur'un dava tarihi itibari ile yerleşim yeri adreslerinin ... olduğu, davacı tarafın dosya içindeki beyanına göre dava konusu taşınmazda kendilerinin oturmadığı, evli olan çocuklarının oturduğu, dava dilekçesinde de davacı ve davalı eşin adreslerini Efeler/Aydın olarak gösterdikleri, davanın açılış tarihi itibari ile davacı ve davalı eşinin davalı bankaya ipotek ettirilen dava konusu taşınmazda ikamet etmedikleri, dolayısıyla davanın açıldığı tarihte taşınmazın aile konutu vasfının kalmadığı anlaşılmaktadır. Bu durumda, davacının Türk Medeni Kanunu'nun 194. maddesindeki korumadan istifade etme imkanı kalmamıştır. Açıklanan sebeple ilk derece mahkemesi tarafından verilen davanın reddi kararı doğru iken, bölge adliye mahkemesince ilk derece mahkemesi kararının kaldırılarak davanın kabulü ile dava konusu taşınmaz üzerindeki ipoteğin kaldırılmasına karar verilmesi hatalı olup bozmayı gerektirmiştir…”
- Aile konutuyla ilgili işleme rızası gereken eşin ölümüyle davanın esasının konusuz kalacağına ve işlemin yapıldığı andan itibaren geçerlilik kazanacağına ilişkin Yargıtay 2. HD’nin 04.04.2019 tarih, 2018/4546 E.- 2019/4070 K. sayılı içtihadı şu şekildedir: “…Aile konutunun, hak sahibi eş tarafından devri ve konut üzerindeki hakların sınırlandırılması, diğer eşin açık rızasına bağlıdır (TMK m. 194). Bu rıza alınmadan konutla ilgili yapılan tasarruf işlemi geçersizdir. Bu geçersizliği, rızası gereken eş konutun bu vasfını devam ettirmesi koşuluyla evlilik birliği süresince ileri sürebilir. Evlilik, davacı eşin ölümü, boşanma yahut iptal kararıyla sona ermiş ise, Türk Medeni Kanunu'nun 194. maddesinin "Aile konutuna" sağladığı koruma da sona erer. Davacı eş 5.06.2017 tarihinde ölmüştür. Aile konutuyla ilgili tasarruf işlemine rızası gereken eş öldüğüne göre dava konusuz kalmıştır. Türk Medeni Kanunu'nun 194. maddesinin rızası gereken eşe sağladığı hak, şahsa bağlı olup, bu eşin ölümü halinde mirasçılarına intikali mümkün değildir. Böyle bir durumda, aile konutuyla ilgili işleme rızası gereken eşin ölümüyle davanın esası konusuz kalır ve işlem yapıldığı andan itibaren geçerlilik kazanır. Bu husus gözetilerek davanın esası hakkında “Karar verilmesine yer olmadığına” karar verilmesine dair karar vermek ve yargılama giderleri ile vekalet ücretini, dava tarihi itibariyle tarafların haklılık durumları dikkate alınarak, tayin ve takdir etmek üzere hükmün bozulmasına karar verilmesi gerekir. Bu sebeple davalının karar düzeltme isteğinin kabulü ile Dairemizin 29.03.2018 tarih, 2016/25670 esas ve 2018/4103 karar sayılı onama ilamının kaldırılmasına, hükmün yukarıda açıklanan sebeple bozulmasına karar vermek gerekmiştir…”
- Aile konutu üzerine tesis edilen ipoteğin kaldırılması davasının rızası gereken eş tarafından kimlere karşı açılması gerektiğini belirten Yargıtay 2. HD’nin 04.04.2019 tarih, 2018/6173 E.- 2019/4116 K. sayılı içtihadı şu şekildedir: “…Dava, aile konutu olarak özgülendiği iddia olunan taşınmaz üzerinde, davalı banka lehine tesis edilen ipoteğin iptali isteğine ilişkindir. Dava, sadece lehine ipotek tesis edilen bankaya karşı açılmıştır. Konutun, aile konutu olduğu iddia edilerek davacı eşin açık rızası alınmadan tesis edilen ipoteğin kaldırılması istendiğine ve dava, rızası gereken eş tarafından açıldığına göre, kaldırılması talep edilen ipotek akdinin diğer tarafının da davada, davalı olarak yer alması zorunludur. Bu bakımdan davacıya konut üzerinde hak sahibi olan ipotek akdinin diğer tarafını oluşturan malik eşini de davaya dahil etmek üzere uygun süre verilmesi, davaya dahil edildiği ve gösterdiği takdirde delillerinin toplanması ve taraf teşkili bu şekilde sağlandıktan sonra sonuca gidilmesi gerekirken eksik hasım ve inceleme ile hüküm kurulması usul ve kanuna aykırı olup, bozmayı gerektirmiştir. Ne var ki, bu husus ilk incelemede gözden kaçırıldığından hüküm onanmıştır. Açıklanan sebeple, davalı bankanın karar düzeltme itirazının kabulü ile Dairemizin 14.05.2018 tarihli, 2017/6592 esas, 2018/6132 karar sayılı onama ilamının kaldırılmasına, hükmün yukarıda açıklanan sebeple bozulmasına karar vermek gerekmiştir…”
- TMK m.194/1’in sunduğu korumadan yararlanabilmek için işlem tarafı olan 3. Kişinin iyiniyetli olup olmamasının herhangi bir önemi olmadığına ilişkin Yargıtay 2. HD’nin 04.04.2019 tarih, 2019/1311 E.- 2019/4071 K. sayılı içtihadı şu şekildedir: “…Diğer dava, ipoteğin kaldırılması isteğine ilişkindir. Davacı malik olmayan eş, aile konutu niteliğinde bulunan taşınmazın, malik olan davalı eş tarafından "açık rızası bulunmadan" ipotek ettirildiğini ileri sürerek, aile konutu üzerine konulan ipoteklerin (2007 ve 2009 tarihli ) kaldırılmasını talep ve dava etmiştir. Türk Medeni Kanunu madde 194. hükmü ile eşlerin fiil ehliyetine getirilen sınırlama aile konutuna şerhin konulması ya da konulmaması koşuluna bağlanmadığı gibi işlem tarafı olan üçüncü kişinin iyiniyetli olup olmamasının da herhangi bir önemi bulunmamaktadır…”
- TMK’nin 194.maddesine dayalı açılan ipoteğin kaldırılması davasında yetkili mahkemenin davalının ikametgâhı mahkemesi olduğuna ilişkin Yargıtay 2. HD’nin 18.03.2019 tarih, 2018/7401 E.- 2019/2896 K. sayılı içtihadı şu şekildedir: “…Türk Medeni Kanunu'nun 194. maddesi hükmüne göre, eşlerden biri, diğer eşin açık rızası bulunmadıkça aile konutu üzerinde hakkını sınırlayamaz ise de; bu kurala aykırı davranış durumunda malik olmayan eş aile konutu üzerindeki haklarını sınırlandırılmasına sebep olan işlemin iptali için dava açabilir. Kanunun malik olmayan eşe tanıdığı bu hak, ayni bir hak olmayıp, şahsi bir haktır. Dava, malik olmayan eş tarafından açılmış Türk Medeni Kanunu'nun 194. maddesine dayalı ipoteğin kaldırılması davası olup, bu davalarda yetkili mahkeme davalının ikametgâhı mahkemesi olup, genel yetki kuralı uygulanır. Bu durumda ilk derece mahkemesince verilen yetkisizlik kararı ve yetkisizlik kararı ile ilgili bölge adliye mahkemesi gerekçesi hatalıdır. Dava konusu taşınmazın cebri icra yolu ile satıldığı gerekçesi ile davanın konusu kalmadığından karar verilmesine yer olmadığı şeklinde karar verme yetkisi de; davaya bakmaya yetkili ve görevli ilk derece mahkemesine aittir. Bu husus nazara alınmadan bölge adliye mahkemesince esas hakkında verilen karar doğru görülmemiş, bozmayı gerektirmiştir…”
- TMK’nin 194. maddesine dayalı açılan ipoteğin kaldırılması davasında görevli mahkemenin aile mahkemesi olduğuna ilişkin Yargıtay 13. HD’nin 20.01.2020 tarih, 2018/3558 E.- 2020/348 K. sayılı içtihadı şu şekildedir: “…Dava, aile konutu üzerindeki ipoteğin (TMK, md. 194) kaldırılmasına ilişkin olup, 07/07/2014 tarihinde açılmıştır. 4787 sayılı Aile Mahkemelerinin Kuruluş Görev ve Yargılama Usullerine Dair Kanunun, 5133 sayılı Kanunla değişik 4/1. maddesi uyarınca, 4721 sayılı Türk Medeni Kanununun üçüncü kısmı hariç olmak üzere, ikinci kitabından (m.118-395) kaynaklanan davalara aile mahkemelerinde bakılır. Mahkemelerin görevine ilişkin kurallar kamu düzenine ilişkin olup, mahkemece yargılamanın her aşamasında dikkate alınması gerekir. Şu halde aile konutu iddiasıyla açılan ipoteğin kaldırılması davasında görevli mahkeme aile mahkemesi olup, mahkemece bu yönde görevsizlik kararı verilmesi gerekirken, yazılı şekilde işin esasına girilerek karar verilmesi usul ve yasaya aykırıdır…”
- Evliliğin, boşanma veya iptal kararıyla sona ermesi durumunda TMK m.194/1’in aile konutuna sağladığı korumanın sona ereceğine ilişkin Yargıtay 2. HD’nin 14.02.2019 tarih, 2018/6697 E.- 2019/1098 K. sayılı içtihadı şu şekildedir: “…Davacı kadın tarafından açılan tapu iptal ve tescil davasının kabulüne karar verilmiştir. Aile konutunun, hak sahibi eş tarafından devri ve konut üzerindeki hakların sınırlandırılması, diğer eşin açık rızasına bağlıdır (TMK m.194). Bu rıza alınmadan konutla ilgili yapılan tasarruf işlemi geçersizdir. Bu geçersizliği, rızası gereken eş konutun bu vasfını devam ettirmesi koşuluyla evlilik birliği süresince ileri sürebilir. Evlilik, boşanma yahut da iptal kararıyla sona ermiş ise, Türk Medeni Kanunu'nun 194 maddesinin "Aile konutuna" sağladığı koruma sona erer, diğer eşin rızası alınmadan yapılan tasarruf işlemi yapıldığı andan itibaren geçerlilik kazanır. Toplanan delillerden, tarafların 12.10.2016 tarihinde kesinleşen kararla boşandıkları anlaşılmaktadır. Evlilik boşanma ile sona erdiğine göre dava konusu taşınmaz aile konutu olma niteliğini kaybetmiştir. Bu husus gözetilerek konusuz kalan tapu iptal ve tescil davası hakkında "Karar verilmesine yer olmadığına" dair karar vermek ve yargılama giderleri ile vekâlet ücretini, dava tarihi itibariyle tarafların haklılık durumları dikkate alınarak, tayin ve takdir etmek üzere hükmün bozulmasına karar vermek gerekmiştir…”
- Aile konutu üzerinde tesis edilen ipoteğin kaldırılması isteminin ipotek değeri üzerinden belirlenecek nispi harca tabi olduğunu belirten Yargıtay 2. HD’nin 14.02.2019 tarih, 2019/125 E.- 2019/1080 K. sayılı içtihadı şu şekildedir: “…Davacı, aile konutu niteliğinde olan taşınmaz üzerine davalılardan kooperatif lehine tesis edilen ipoteğin kaldırılmasını talep etmiştir. İpoteğin kaldırılması isteği ipotek değeri üzerinden nispi harca tabidir. İpotek bedeli 100.000 TL'dir. İpoteğin kaldırılmasına ilişkin istemler nispi harca tabi olup, davanın değeri ipotek miktarı olduğundan, bu bedel üzerinden nispi harç tamamlattırılmadan müteakip işlemler yapılamaz (Harçlar Kanunu m. 30-32). Açıklanan nedenlerle davacıya nispi peşin harç noksanlığını tamamlaması için süre verilmesi, tamamlanmaması halinde Harçlar Kanunu'nun 30. maddesi gereğince işlem yapılması, tamamlandığı takdirde ise dosyada mevcut deliller değerlendirilerek hâsıl olacak sonuca göre karar vermek gerekirken, harç eksikliği tamamlanmadan yargılamaya devamla karar verilmesi doğru görülmemiştir…”
- Dava sırasında yargılama konusu konutun cebri icra ile satılması ve davanın konusuz kalması durumunda vekâlet ücreti ve yargılama giderlerine nasıl hükmedilmesi gerektiğine ilişkin Yargıtay 2. HD’nin 08.11.2016 tarih, 2016/22880 E.- 2016/14534 K. sayılı içtihadı şu şekildedir: “…Davanın konusuz kalması sebebiyle davanın esası hakkında bir karar verilmesine gerek bulunmayan hallerde, hakim, davanın açıldığı tarihteki tarafların haklılık durumuna göre yargılama giderlerine hükmeder (HMK m. 331/1). 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun 194/1. maddesine göre, eşlerden biri, diğer eşin açık rızası bulunmadıkça, aile konutu ile ilgili kira sözleşmesini feshedemez, aile konutunu devredemez veya aile konutu üzerindeki hakları sınırlayamaz. Türk Medeni Kanununun 194. maddesi hükmü ile eşlerin fiil ehliyetine getirilen sınırlama aile konutuna şerhin konulması ya da konulmaması koşuluna bağlanmadığı gibi işlem tarafı olan üçüncü kişinin iyiniyetli olup olmamasının da herhangi bir önemi bulunmamaktadır (HGK’nun 15.04.2015 tarih E.2013/2-2056-K.2015/1201 sayılı karan). Yapılan yargılama ve toplanan delillerle, aile konutu olan dava konusu taşınmazın, davalı eş tarafından, diğer davalı şirket lehine davacı eşin açık rızası olmadan ipotek verildiği, ancak yargılama sırasında dava konusu taşınmazın cebri icra ile satılması sonucu davanın konusuz kaldığı anlaşılmaktadır. Bu durumda, davacı eş, dava tarihinde dava açmakta haklıdır. O halde, davacı yararına vekalet ücreti takdiri ve yargılama giderine hükmedilmesi gerekirken, yazılı şekilde davalı yararına vekalet ücretine ve yargılama giderine hükmedilmesi doğru görülmemiştir…”
- İpotekli aile konutu, ipoteğin kaldırılması için dava açılmadan evvel cebri icra yoluyla satılmışsa söz konusu konutun aile konutu niteliğini yitirdiğine ilişkin Yargıtay 2. HD’nin 11.07.2017 tarih, 2016/22562 E.- 2017/8749 K. sayılı içtihadı şu şekildedir: “…İpotek 13.08.2012 tarihinde tesis edilmiş, dava 13.05.2015 tarihinde açılmıştır. İpotek tesis edilen taşınmaz ipoteğin paraya çevrilmesi yolu ile yapılan takip sonucu 07.04.2015 tarihli ihale ile cebri icra sonucu davalı bankaya satılmış, satış işlemi kesinleşmiştir. Türk Medeni Kanununun 705. maddesinde "taşınmaz mülkiyetinin kazanılması, tescille olur. Miras, mahkeme kararı, cebri icra, işgal, kamulaştırma halleri ile kanunda öngörülen diğer hallerde, mülkiyet tescilden önce kazanılır" hükmü yer almaktadır. Dava konusu taşınmaz cebri icra sonucu satılmakla, davalı erkek adına kayıtlı olmaktan çıkmış, davalı bankanın mülkiyetine geçmiştir. Türk Medeni Kanununun 194. maddesi uyarınca işlem diğer eşin rızasına bağlı olmaktan çıkmış, dava açıldığı tarih itibariyle taşınmaz aile konutu niteliğini yitirmiş durumdadadır. Açıklanan sebeple davacının tapu iptali ve tescil talebinin reddine hükmedilmesi gerekirken, yazılı şekilde hüküm tesisi bozmayı gerekmiştir. 2- Davacı, dava dilekçesinde tapu iptali ve tescil isteminin kabul edilmemesi halinde taşınmazın ekonomik karşılığının ödenmesini talep etmiştir. Yukarıda 1. bentte gösterilen sebeple tapu iptali ve tescili isteminin reddi gerektiği nazara alındığında görev hususu da düşünülerek, deliller değerlendirilip davacının taşınmazın ekonomik karşılığının ödenmesi talebi yönünden bir karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde hüküm kurulması usul ve yasaya aykırı olup, bozmayı gerektirmiştir…”
- Taşınmazın ipotek tesis edildiği anda aile konutu olmaması durumunda nasıl karar verilmesi gerektiğine ilişkin Yargıtay 2. HD’nin 06.11.2017 tarih, 2016/9661 E.- 2017/12232 K. sayılı içtihadı şu şekildedir: “…Somut olayda, davalı eş dava konusu taşınmaz üzerinde diğer davalı şirket lehine ipotek tesis etmiş, bu işlem sırasında davacı eşin açık rızası alınmamıştır. Ancak toplanan delillerden; dava konusu taşınmazın davalılardan ... tarafından 30.04.2010 tarihinde satın alındığı, aynı tarihte davalı banka lehine ipotek tesis edildiği ve tarafların taşınmazı satın aldıkları tarihten bir hafta sonra taşınmaza taşındıkları, dolayısıyla dava konusu İpoteğin tesis edildiği tarihte taşınmazın tarafların aile konutu olmadığı anlaşılmaktadır. Gerçekleşen bu durum karşısında davanın yazılı gerekçe ile reddine karar verilmesi doğru değil ise de, yukarıda açıklanan sebeple ile davanın reddine dair karar sonucu itibariyla doğru olup, gerekçenin değiştirilmek suretiyle hükmün onanması gerekmiştir (HUMK m.438/7)…”
- Davacının vefat eden eşinin mirasçılarının davaya dâhil edilip sonuca gidilmesi gerektiğine ilişkin Yargıtay 2. HD’nin 12.04.2022 tarih, 2022/1233 E.- 2022/3511 K. sayılı içtihadı şu şekildedir: “…Davacı, dava konusu taşınmazın aile konutu olduğunu, vefat eden eşi tarafından kendisinin açık rızası alınmadan taşınmaz üzerinde ipotek tesis edildiğini ileri sürerek, ipoteğin kaldırılmasını talep etmiş (TMK m. 194), mahkemece davanın kabulü ile dava konusu taşınmaz üzerine konulan ipoteğin kaldırılmasına karar verilmiştir. Hüküm, davalı banka tarafından istinaf edilmiştir. İstinaf incelemesi yapan bölge adliye mahkemesi tarafından dava konusu taşınmazın ipotek tesis tarihinde aile konutu niteliğinde olmaması sebebiyle davalı bankanın istinaf başvurusunun kabulüne, mahalli mahkeme kararının kaldırılmasına ve davanın reddine karar verilmiş, hüküm yukarıda belirtildiği şekilde temyiz edilmiştir. Taraf teşkili kamu düzeni ile ilgilidir. Davanın tarafları, müdahiller ve yargılamanın diğer ilgilileri, kendi hakları ile bağlantılı olarak hukuki dinlenilme hakkına sahiptirler. Bu hak; yargılama ile ilgili olarak bilgi sahibi olunmasını, açıklama ve ispat hakkını, mahkemenin, açıklamaları dikkate alarak değerlendirmesini ve kararların somut ve açık olarak gerekçelendirilmesini içerir (HMK m.27). Bu sebeplerle davacının vefat eden eşinin mirasçısının davaya dâhil edilip, taraf teşkili sağlanıldıktan, gösterdiği takdirde deliller toplanılıp mevcut deliller değerlendirilerek bir karar vermek gerekirken eksik hasımla karar verilmesi doğru olmayıp bozmayı gerektirmiştir…”
Not: Yargıtay kararlarının derlenmesinde Av. Mustafa Kırmızı hocamızın Açıklamalı-İçtihatlı Edinilmiş Mallara Katılma Rejimi ve Aile Konutu adlı eserinin 6. Baskısından ve sinerji mevzuat programından istifade edilmiştir. Aile konutu ve edinilmiş mallara katılma rejimi konularında bilgilendirici bu eseri hukuk camiasına kazandırdığı için ayrıca Av. Mustafa Kırmızı hocamıza teşekkür ederiz.