Pozitif yükümlülüklerin ortaya çıkmasının nedeni gerçek anlamda koruma sağlanmasıdır. Buna göre anılan maddede bir temel hak olarak güvence altına alınmış olan mülkiyet hakkının gerçekten ve etkili bir şekilde korunabilmesi yalnızca devletin müdahaleden kaçınmasına bağlı değildir. Gerçek anlamda koruma sağlanması için devletin negatif yükümlülükleri dışında pozitif yükümlülüklerinin de olması gerekir. Dolayısıyla Anayasa'nın 5. ve 35. maddeleri uyarınca devletin mülkiyet hakkının korunmasına ilişkin pozitif yükümlülükleri bulunmaktadır. Bu bağlamda söz konusu pozitif yükümlülükler, kimi durumlarda özel kişiler arasındaki uyuşmazlıklar da dâhil olmak üzere mülkiyet hakkının korunması için belirli tedbirlerin alınmasını gerektirmektedir.

Devletin pozitif yükümlülükleri, mülkiyet hakkına yapılan müdahalelere karşı usule ilişkin güvenceleri sunan yargısal yolları da içeren etkili hukuksal bir çerçeve oluşturma ve oluşturulan bu hukuksal çerçeve kapsamında yargısal ve idari makamların bireylerin özel kişilerle olan uyuşmazlıklarında etkili ve adil bir karar vermesini temin etme sorumluluklarını da içermektedir.

Mülkiyet hakkının usule ilişkin güvenceleri hem özel kişiler arasındaki mülkiyet uyuşmazlıklarında hem de taraflardan birinin kamu gücü olduğu durumlarda geçerlidir. Bu bağlamda mülkiyet hakkının korunmasının söz konusu olduğu durumlarda usule ilişkin güvencelerin somut olayda yerine getirildiğinden söz edilebilmesi için derece mahkemelerinin kararlarında konu ile ilgili ve yeterli gerekçe bulunmalıdır. Ayrıca belirtmek gerekir ki bu zorunluluk davacının bütün iddialarına cevap verilmesi anlamına gelmemekle birlikte mülkiyet hakkını ilgilendiren davanın sonucuna etkili esasa ilişkin temel iddia ve itirazların yargılama makamlarınca özenli bir şekilde değerlendirilerek karşılanması gerekmektedir.

Anayasa'nın 35. maddesi usule ilişkin açık bir güvenceden söz etmemektedir. Bununla birlikte mülkiyet hakkının gerçek anlamda korunabilmesi bakımından bu madde, Anayasa Mahkemesinin çeşitli kararlarında da ifade edildiği üzere mülk sahibine müdahalenin kanun dışı veya keyfî ya da makul olmayan şekilde uygulandığına ilişkin savunma ve itirazlarını sorumlu makamlar önünde etkin bir biçimde ortaya koyabilme olanağının tanınması güvencesini kapsamaktadır. Bu değerlendirme ise uygulanan sürecin bütününe bakılarak yapılmalıdır.

İlgili Kararlar:

♦ (Züliye Öztürk, B. No: 2014/1734, 14/9/2017)  
♦ (Kamil Darbaz ve Gmo Yapı Grup End. San. Tic. Ltd. Şti., B. No: 2015/12563, 24/5/2018)  
♦ (Mustafa Duman, B. No: 2015/19177, 19/2/2019)  
♦ (Arbay Petrol Gıda Turizm Taşımacılık Sanayi Ticaret Ltd. Şti. ve Arbay Turizm Taşımacılık İthalat İhracat İnşaat ve Organizasyon Sanayi ve Ticaret Ltd. Şti. [GK], B. No: 2015/15100, 27/2/2019)  
♦ (Lütfiye Şen ve diğerleri, B. No: 2015/19590, 7/3/2019)  

♦ (Hamit Aydemir, B. No: 2015/17844, 7/3/2019)  
♦ (Nilüfer Devrim, B. No: 2015/11857, 8/5/2019)
♦ (Sedat Şanlı, B. No: 2018/6812, 3/7/2019)
♦ (Arbay Petrol Gıda Turizm Taşımacılık Sanayi Ticaret Ltd. Şti., B. No: 2015/15104, 4/7/2019)  
♦ (Nurbay Taşımacılık Tekstil Gıda İthalat İhracat Ltd. Şti., B. No: 2016/7783, 18/7/2019)  
♦ (Ali Haydar Akan, B. No: 2016/5633, 12/9/2019)  
♦ (Behçet Taş, B. No: 2015/9815, 12/9/2019)
♦ (Fahrettin Çakıroğlu ve Saime Çakıroğlu, B. No: 2016/12574, 25/9/2019)  
♦ (Ercan Toğrul, B. No: 2016/71110, 25/9/2019)  

♦ (Fahrettin Çakıroğlu ve Saime Çakıroğlu, B. No: 2016/12574, 25/9/2019)  
♦ (Abdurrahim Daşçi ve diğerleri, B. No: 2015/17563, 9/10/2019)  
♦ (Ahmet Tomak, B. No: 2016/74138, 12/11/2019)  
♦ (Abdülmacit Selekler ve diğerleri, B. No: 2016/1107, 10/12/2019)
♦ (Süleyman Kaçmaz, B. No: 2016/72686, 10/12/2019)  
♦ (Güler Çetintaş ve diğerleri, B. No: 2017/27889, 8/1/2020)  
♦ (Doğan Depişgen, B. No: 2016/12233, 11/3/2020)  
♦ (Özersan İnşaat Turizm San. ve Tic. A.Ş., B. No: 2018/5186, 21/4/2021)  
♦ (Leyla Filho ve Thales De Almeida Martins Filho, B. No: 2016/6292, 24/6/2020)
♦ (Selahattin Begtaş, B. No: 2016/32254, 30/6/2020)
♦ (Mehmet Beşir Arda, B. No: 2017/15460, 8/9/2020)
♦ (Reşit Ertan, B. No: 2017/16522, 14/10/2020)
♦ (İlhan Begeç, B. No: 2018/23068, 26/5/2021)  
♦ (Ali Zeyrek ve diğerleri, B. No: 2018/6376, 8/6/2021)  
♦ (Aliye Yeşil ve diğerleri, B. No: 2018/19159, 16/6/2021)
♦ (Burcu Çağlayan ve diğerleri, B. No: 2018/23027, 29/6/2021)
♦ (Malaklar İnşaat Taahhüt Gıda Maden Sanayi ve Ticaret A.Ş. (2), B. No: 2018/3296, 30/6/2021)
♦ (Cahide Demir, B. No: 2018/25663, 14/9/2021)  
♦ (F. E., B. No: 2018/16483, 14/9/2021)
♦ (Muhammet Alparslan, B. No: 2019/2677, 17/11/2021)  
♦ (Makbule Tekin, B. No: 2019/7116, 23/11/2021)
♦ (Memet Yücel (2), B. No: 2019/2474, 24/11/2021)
♦ (İbrahim Şahintürk, B. No: 2019/9757, 29/12/2021)
♦ (Yavuz Çanğa, B. No: 2019/13139, 29/12/2021)  
♦ (Alya Elektronik İnşaat Sanayi Ticaret Ltd. Şti., B. No: 2019/18974, 29/12/2021)  
♦ (Hanife Yıldız Torum ve Nimet Filiz Seven [GK], B. No: 2018/1567, 10/2/2022)    
♦ (Onur Oral, B. No: 2019/15602, 22/2/2022)  
♦ (Sait Kaya İşyapan ve diğerleri, B. No: 2018/25711, 10/5/2022)
♦ (Nalan Uğurlu ve diğerleri, B. No: 2019/7091, 29/6/2022)  
♦ (Kasım Toprak, B. No: 2018/2800, 5/10/2022)
♦ (Latife Başbuğ ve diğerleri, B. No: 2018/2020, 6/10/2022)  
♦ (Aydın Tunel ve Mehdin Özkan, B. No: 2018/22284, 3/11/2022)  
♦ (Doğan Mimarlık İnşaat Gıda Sanayi ve Ticaret Ltd. Şti., B. No: 2019/23070, 17/11/2022)
♦ (Asiye Sarı ve diğerleri, B. No: 2019/40153, 8/2/2023)
♦ (Ahmet Alanay ve diğerleri [GK], B. No: 2018/32667, 27/4/2023)
♦ (Amelia Kukutara ve diğerleri [GK], B. No: 2019/7923, 27/4/2023)
♦ (Çetin İnan ve diğerleri, B. No: 2018/15602, 7/6/2023)

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

ZÜLİYE ÖZTÜRK BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2014/1734)

 

Karar Tarihi: 14/9/2017

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Burhan ÜSTÜN

Üyeler

:

Serruh KALELİ

 

 

Nuri NECİPOĞLU

 

 

Hicabi DURSUN

 

 

Hasan Tahsin GÖKCAN

Raportör

:

Özgür DUMAN

Başvurucu

:

Züliye ÖZTÜRK

Vekili

:

Av. Ahmet Ercan SAVAŞ

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, karşılıksız çek keşide etme suçundan verilen adli para cezasının usulüne uygun olarak tebliğ edilmemesine rağmen kesinleştirilerek infaz edilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının; yine bu gerekçeyle yakalama emri çıkarılması nedeniyle de kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 6/2/2014 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş sunmamıştır.

III. OLAY VE OLGULAR

7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:

8. Başvurucu adına vekâleten K.Ö. tarafından başvurucunun ..Bank A.Ş. P. şubesindeki hesabından 3/12/2004 tarihinde alacaklı M.M. Kalıp San. ve Tic. Ltd. Şti. lehine 11.000 TL bedelli bir adet çek keşide edilmiştir. Alacaklı şirketin, keşide edilen söz konusu çekin karşılıksız çıktığı iddiasıyla şikâyetçi olması üzerine İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının 19/7/2007 tarihli iddianamesi ile başvurucunun ve K.Ö.nün 19/3/1985 tarihli ve 3167 sayılı mülga Kanun'un 17. maddesinin birinci fıkrası uyarınca ayrı ayrı cezalandırılmaları talep olunmuştur.

9. İstanbul 8. Asliye Ceza Mahkemesince 30/7/2007 tarihinde iddianamenin kabulü ile kamu davasının görülmesine başlanmıştır. Mahkeme 13/12/2007 tarihli duruşmada başvurucunun iddianamede belirtilen adresine gönderilen çağrı kağıdının tebliğ edilemediğini tespit etmiştir. Bunun üzerine aynı oturumda başvurucunun muhatap banka şubesine daha önce bildirmiş olduğu "Darülaceze Cad. Perpa Ticaret Merkezi B Blok No: 64 Okmeydanı/İstanbul" adresine 11/2/1959 tarihli ve 7201 sayılı Tebligat Kanunu'nun 35. maddesine göre tebligat yapılmasına karar verilmiştir.

10. Yapılan yargılama neticesinde Mahkeme 17/3/2008 tarihinde başvurucunun ve K.Ö.nün 3167 sayılı mülga Kanun'un 16. maddesinin birinci fıkrasına göre ayrı ayrı 11.000 TL adli para cezası ile cezalandırılmalarına karar vermiştir. Mahkeme ayrıca bu Kanun'un 16. maddesinin üçüncü fıkrası uyarınca sanıkların bir yıl süre ile bankalarda çek hesabı açmalarının yasaklanmasına karar vermiştir. Karar yine başvurucunun banka şubesine bildirdiği adresine 7201 sayılı Kanun'un 35. maddesine göre 4/6/2008 tarihinde tebliğ edilmiştir. Karar, posta dağıtıcısı tarafından anılan kanun maddesi uygulanarak tebliğ edilmiştir. Tebligat mazbatasında başvurucunun adresi terk etmesi nedeniyle evrakın en yakın komşusunun imzası alınarak tebliğ edildiği belirtilmiştir.

11. Mahkemenin düzenlediği 9/7/2008 tarihli kesinleşme şerhinde hükmün temyiz edilmeksizin 12/6/2008 tarihinde kesinleştiği belirtilmiştir. Kesinleştirme işlemi sonrası karar infaz edilmek üzere ceza fişi düzenlenerek aynı tarihte İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmiştir.

12. Başvurucu, mahkûmiyet kararının usulüne uygun tebliğ edilmeden kesinleştirilerek infaza verildiği iddiasıyla ve infazın durdurulması talebiyle 30/6/2010 tarihinde Mahkemeye başvurmuştur. Başvurucu, bu dilekçesinde ayrıca çek üzerindeki imzanın kendisine ait olmadığını belirterek mahkûmiyet hükmünün yeniden incelenmesini de talep etmiştir. Mahkeme 29/7/2010 tarihinde talepleri incelemek görev ve yetkisinin Yargıtaya ait olduğu kanaatiyle görevsizlik kararı vermiştir. Mahkemeye göre başvurucu eski hâle iade talebinde bulunmuştur. Ayrıca temyiz talebinde de bulunduğundan bu talepleri inceleme görevi Yargıtaya aittir.

13. Temyiz incelemesi devam ederken başvurucu hakkında yakalama emri çıkarılmış olması nedeniyle mahkûmiyet hükmünde belirtilen adli para cezası, başvurucu tarafından 25/11/2010 tarihinde ödenmek suretiyle infaz edilmiştir.

14. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 13/3/2012 tarihli yazısı ile hükümden sonra 31/1/2012 tarihli ve 6273 sayılı Kanun ile yapılan değişiklik sonucu eylemin yaptırımının idari yaptırıma dönüştüğü gerekçesiyle dava dosyası İlk Derece Mahkemesine iade edilmiştir.

15. Dosyayı yeniden ele alan Mahkeme 11/6/2012 tarihinde kanun değişikliği nedeniyle karşılıksız çek keşide etme eylemi suç olmaktan çıkarıldığı için başvurucu hakkında çek düzenleme ve çek hesabı açmaktan yasaklanması idari yaptırımının uygulanmasına karar vermiştir.

16. Bunun üzerine başvurucu, infaz ettiği adli para cezasının iadesi için talepte bulunmuş; Mahkeme 25/10/2013 tarihli ek kararı ile infaz edilmiş bulunan para cezalarının sonradan çıkan yasa değişikliği nedeniyle iadesinin mümkün olmadığı gerekçesiyle talebin reddine karar vermiştir.

17. Başvurucu bu karara 6/11/2013 tarihinde itiraz etmiştir. İtiraz dilekçesinde ortada kesinleşmiş bir Mahkeme kararının bulunmadığı belirtilmiştir. Başvurucu, ayrıca eski hâle iade ve temyiz istemlerinin de Yargıtay tarafından değerlendirilmediğini, bu yüzden ikinci bir ceza anlamına gelecek yeni bir karar verilemeyeceğini ileri sürmüştür. İstanbul 21. Ağır Ceza Mahkemesinin 13/12/2013 tarihli ilamıyla itiraza konu ek kararda usul ve kanuna aykırılık bulunmadığı gerekçesiyle itirazın reddine karar verilmiştir.

18. Nihai karar, başvurucu vekiline 7/1/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir.

19. Başvurucu 6/2/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

IV. İLGİLİ HUKUK

A. Ulusal Hukuk

1. Mevzuat Hükümleri

20. 3167 sayılı mülga Kanun’un 16. maddesinin birinci ve üçüncü fıkraları şöyledir:

“Üzerinde yazılı keşide tarihinden önce veya ibraz süresi içinde 4 üncü madde uyarınca ibraz edildiğinde, yeterli karşılığı bulunmaması nedeniyle kısmen de olsa ödenmeyen çeki keşide eden hesap sahipleri veya yetkili temsilcileri, kanunların ayrıca suç saydığı haller saklı kalmak üzere, çek bedeli tutarı kadar ağır para cezasıyla cezalandırılırlar. Ancak verilecek para cezası seksenmilyar liradan fazla olamaz. Bu miktar, 01/03/1926 tarihli ve 765 sayılı Türk Ceza Kanununun ek 2 nci maddesine göre her yıl artırılır. Bu suçtan mükerrirlere, bir yıldan beş yıla kadar hapis cezası verilir.

Mahkeme, ayrıca işlenen suçun niteliğine göre bir yıl ile beş yıl arasında belirleyeceği bir süre için hesap sahiplerinin ve yetkili temsilcilerinin çek hesabı açtırmalarının yasaklanmasına karar verir. Yasaklanma kararı bütün bankalara duyurulmak üzere Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankasına bildirilir.”

21. 14/12/2009 tarihli ve 5941 sayılı Çek Kanunu'nun 6273 sayılı Kanun ile değiştirilmeden önceki 5. maddesinin ilgili kısımları şöyledir:

"(1) Üzerinde yazılı bulunan düzenleme tarihine göre kanunî ibraz süresi içinde ibrazında, çekle ilgili olarak karşılıksızdır işlemi yapılmasına sebebiyet veren kişi hakkında, hamilin şikâyeti üzerine, her bir çekle ilgili olarak, binbeşyüz güne kadar adlî para cezasına hükmolunur. Ancak, hükmedilecek adlî para cezası, çek bedelinin karşılıksız kalan miktarından az olamaz. Mahkeme ayrıca, çek düzenleme ve çek hesabı açma yasağına; bu yasağın bulunması hâlinde, çek düzenleme ve çek hesabı açma yasağının devamına hükmeder. Bu davalar, çekin tahsil için bankaya ibraz edildiği veya çek hesabının açıldığı banka şubesinin bulunduğu yer ya da hesap sahibinin yahut şikâyetçinin yerleşim yeri mahkemesinde görülür.

(2) Birinci fıkra hükmüne göre çek karşılığını ilgili banka hesabında bulundurmakla yükümlü olan kişi, çek hesabı sahibidir. Çek hesabı sahibinin tüzel kişi olması hâlinde, bu tüzel kişinin malî işlerini yürütmekle görevlendirilen yönetim organının üyesi, böyle bir belirleme yapılmamışsa yönetim organını oluşturan gerçek kişi veya kişiler, çek karşılığını ilgili banka hesabında bulundurmakla yükümlüdür.

 (3) Çek hesabı sahibi gerçek kişi, kendisi adına çek düzenlemek üzere bir başkasını temsilci veya vekil olarak tayin edemez. Gerçek kişinin temsilcisi veya vekili olarak çek düzenlenmesi hâlinde, bu çekten dolayı hukukî ve cezaî sorumluluk çek hesabı sahibine aittir.

 (4) Karşılıksız çek düzenleyen, adına karşılıksız çek düzenlenen ve ileri düzenleme tarihli çek üzerinde yazılı tarihe göre kanunî ibraz süresi içinde ibrazında, karşılığını ilgili banka hesabında bulundurmayan gerçek ve tüzel kişi hakkında, soruşturma evresinde Cumhuriyet savcısının talebi üzerine, sulh ceza hâkimi tarafından, kovuşturma evresinde resen mahkeme tarafından, karşılıksız çıkan her bir çekle ilgili olarak, çek düzenleme ve çek hesabı açma yasağı kararı verilir.

 (5) Çek düzenleme ve çek hesabı açma yasağı kararı ile ilgili olarak, herhangi bir adres değişikliği bildiriminde bulunulmadığı sürece ilgilinin çek hesabı açtırırken bildirdiği adrese 11/2/1959 tarihli ve 7201 sayılı Tebligat Kanununun 35 inci maddesine göre derhal tebligat çıkarılır. Adresin bankaya yanlış bildirilmesi veya fiilen terkedilmiş olması hâlinde de, tebligat yapılmış sayılır.

..."

22. 5941 sayılı Kanun'un 5. maddesinin 1/3/2012 tarihli ve 6283 sayılı Kanun'un 3. maddesi ile değiştirildikten sonraki hâliyle ilgili kısımları şöyledir:

“(1) Üzerinde yazılı bulunan düzenleme tarihine göre kanunî ibraz süresi içinde ibrazında, çekle ilgili olarak karşılıksızdır işlemi yapılması hâlinde, altı ay içinde hamilin talepte bulunması üzerine, çek hesabı sahibi gerçek veya tüzel kişi hakkında, çekin tahsil için bankaya ibraz edildiği veya çek hesabının açıldığı banka şubesinin bulunduğu yer ya da çek hesabı sahibinin yahut talepte bulunanın yerleşim yeri Cumhuriyet savcısı tarafından, her bir çekle ilgili olarak çek düzenleme ve çek hesabı açma yasağı kararı verilir. Bu fıkra hükmüne göre çek düzenleme ve çek hesabı açma yasağı kararı, karşılıksızdır işlemine tabi tutulan çekin düzenlenmesi suretiyle dolandırıcılık, belgede sahtecilik veya başka bir suçun işlenmesi hâlinde de verilir.”

“(10) Çek düzenleme ve çek hesabı açma yasağı kararına karşı yapılacak başvuru ve itirazlar hakkında, 30/3/2005 tarihli ve 5326 sayılı Kabahatler Kanununun kanun yoluna ilişkin hükümleri uygulanır. Çek düzenleme ve çek hesabı açma yasağı kararına karşı yapılan başvurunun kabulü hâlinde, bu kararla ilgili olarak da sekizinci fıkradaki bildirim ve yayımlanma usulü izlenir.”

23. 5941 sayılı Kanun'a 6283 sayılı Kanun'un 6. maddesi ile eklenen geçici 3. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

“(7) Bu Kanun hükümlerine göre suç karşılığı uygulanan yaptırımı, idarî yaptırıma dönüştürülen fiiller nedeniyle,

a) Soruşturma evresinde bulunan dosyalar hakkında Cumhuriyet başsavcılığınca,

b) Kovuşturma evresinde bulunan dosyalar hakkında mahkemece,

idarî yaptırım kararı verilir. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığında bulunan dosyalar hakkında Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca, Yargıtayın ilgili dairesinde bulunan dosyalar hakkında ise ilgili dairece, bu Kanuna göre işlem yapılmak üzere dava dosyası hükmü veren mahkemeye gönderilir ve bu mahkeme tarafından duruşma yapılmaksızın karar verilir.”

24. 7201 sayılı Kanun'un 10. maddesi şöyledir:

"Tebligat, tebliğ yapılacak şahsa bilinen en son adresinde yapılır.

(Ek fıkra: 11/1/2011-6099/3 md.) Bilinen en son adresin tebligata elverişli olmadığının anlaşılması veya tebligat yapılamaması hâlinde, muhatabın adres kayıt sisteminde bulunan yerleşim yeri adresi, bilinen en son adresi olarak kabul edilir ve tebligat buraya yapılır.

Şu kadar ki; kendisine tebliğ yapılacak şahsın müracaatı veya kabulü şartiyle her yerde tebligat yapılması caizdir."

25. 7201 sayılı Kanun'un 11/1/2011 tarihli ve 6099 sayılı Kanun'un 9. maddesi ile değiştirilmeden önceki hâlinin 35. maddesi şöyledir:

"Kendisine veya adresine kanunun gösterdiği usullere göre tebliğ yapılmış olan kimse, adresini değiştirirse, yenisini hemen tebliği yaptırmış olan kaza merciine bildirmeye mecburdur. Bu takdirde bundan sonraki tebliğler bildirilen yeni adrese yapılır.

 (Değişik: 19/3/2003-4829/11 md.) Adresini değiştiren kimse yenisini bildirmediği ve yeni adres tebliğ memurunca da tespit edilemediği takdirde tebliğ olunacak evrakın bir nüshası eski adrese ait binanın kapısına asılır ve asılma tarihi, tebliğ tarihi sayılır.

 (Değişik: 19/3/2003-4829/11 md.) Bundan sonra eski adrese çıkarılan tebliğler muhataba yapılmış sayılır.

 (Ek : 6/6/1985 - 3220/12 md.) Daha önce tebligat yapılmamış olsa bile, taraflar arasında yapılan, imzası resmi merciler önünde ikrar olunmuş sözleşmelerde belirtilen adresler ile kamu kurum ve kuruluşları ve kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarına, ticaret sicillerine ve esnaf ve sanatkarlar sicillerine verilen en son adreslerdeki değişiklikler hakkında da bu madde hükümleri uygulanır."

26. 7201 sayılı Kanun'un 6099 sayılı Kanun'un 9. maddesi ile değiştirildikten sonraki hâlinin 35. maddesi şöyledir:

"Kendisine veya adresine kanunun gösterdiği usullere göre tebliğ yapılmış olan kimse, adresini değiştirirse, yenisini hemen tebliği yaptırmış olan kaza merciine bildirmeye mecburdur. Bu takdirde bundan sonraki tebliğler bildirilen yeni adrese yapılır.

 (Değişik: 11/1/2011 - 6099/9 md.) Adresini değiştiren kimse yenisini bildirmediği ve adres kayıt sisteminde yerleşim yeri adresi de tespit edilemediği takdirde, tebliğ olunacak evrakın bir nüshası eski adrese ait binanın kapısına asılır ve asılma tarihi tebliğ tarihi sayılır.

 (Değişik: 19/3/2003-4829/11 md.) Bundan sonra eski adrese çıkarılan tebliğler muhataba yapılmış sayılır.

 (Değişik: 11/1/2011 - 6099/9 md.) Daha önce tebligat yapılmamış olsa bile, tüzel kişiler bakımından resmî kayıtlardaki adresleri esas alınır ve bu madde hükümleri uygulanır.

 (Ek: 11/1/2011 - 6099/9 md.) Daha önce yurt dışındaki adresine tebligat yapılmış Türk vatandaşı, yurt dışı adresini değiştirir ve bunu tebliğ çıkaran mercie bildirmez, adres kayıt sisteminden de yerleşim yeri adresi tespit edilemezse, bu kişinin yurt dışında daha önce tebligat yapılan adresine Türkiye Büyükelçiliği veya Konsolosluğunca 25/a maddesine göre gönderilen bildirimin adrese ulaştığının belgelendiği tarihten itibaren otuz gün sonra tebligat yapılmış sayılır."

27. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 40. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:

"Kusuru olmaksızın bir süreyi geçirmiş olan kişi, eski hale getirme isteminde bulunabilir."

28. 5271 sayılı Kanun'un 42. maddesi şöyledir:

"(1) Süresi içinde usul işlemi yapılsaydı, esasa hangi mahkeme hükmedecek idiyse, eski hâle getirme dilekçesi hakkında da o mahkeme karar verir.

(2) Eski hâle getirme isteminin kabulüne ilişkin karar kesindir; reddine ilişkin karara karşı itiraz yoluna gidilebilir.

(3) Eski hâle getirme dilekçesi, kararın yerine getirilmesini durdurmaz; ancak, mahkeme yerine getirmeyi erteleyebilir. "

2. Yargı İçtihatları

29. Yargıtay 10. Ceza Dairesinin 13/11/2006 tarihli ve E.2005/5567, K.2006/12496 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:

"..Tebligat Kanunu’nun 'kazai tebligat' faslının, 'adres değiştirmenin bildirilmesi mecburiyeti' konu başlıklı 35. maddesi uyarınca, adli mercilerce, tebligat yapılabilmesi için iki ihtimal kabul edilmiştir.

Birinci ihtimal; ilgili kişiye daha önce adli mercilerce anılan yasa hükümlerine uygun olarak bir tebligatın yapılmış olması ve tebligat yapılan bu kişinin, yeni adresini adli mercie bildirmemesi durumudur:

Bu durumda, daha önce tebligat yapılan ve adli mercice en son bilinen adrese Tebligat Kanununun 35. maddesi dışındaki maddeler uyarınca yeniden tebligat çıkarılması, ilgilinin adresten ayrıldığının anlaşılması durumunda Tebligat Tüzüğünün 28. maddesi uyarınca, tebliğ memurunun adreste bulunmama nedenini bilmesi muhtemel komşu, yönetici, kapıcı, muhtar, ihtiyar heyeti kurulu veya meclis üyeleri, zabıta amir ve memurlarından araştırarak, beyanlarını tebliğ tutanağına yazıp altını imzalatması, imzadan çekinmeleri halinde de bu durumu yazarak imzalaması gerekmektedir. Adres araştırmasına ilişkin söz konusu imzalı açıklamanın tebliğ tutanağında yer alması, zorunlu şekil şartı olup; belirtilen usule uygun olarak araştırma yapılmaması ve bu nedenle mahkemece, en son bilinen bu adresten sanığın ayrıldığının ve yeni adresinin tespit edilemediğinin kolluk görevlileri aracılığı ile de belirlenmemesi durumunda, Tebligat Kanunu’nun 35. maddesinde belirtilen şekilde tebliğ evrakının kapıya asılması suretiyle tebligat yapılması mümkün değildir.

Tebligat memurunca Tebligat Tüzüğü’nün 28. maddesinde öngörülen zorunlu araştırma belirtilen şekilde yapılıp tevsik edildikten sonra, ilgilinin yeni adresi belirlenemez ise, tebliğ evrakı mercie iade edilir ve ilgili kişilerce yeni bir adres de bildirilmez ise, herhangi bir adres araştırması yapılmaksızın bundan sonraki tüm tebligatlar 6 örnek numaralı tebligat evrakının eski adrese ait binanın kapısına asılması usulüyle yapılır.

İkincisi ihtimal ise; daha önce adli mercilerce ve usulüne uygun olarak tebligat yapılmamış olsa bile, anılan yasanın35/son maddesinde belirtilen kurum, kuruluş, mercilere ilgili tarafından bildirilen veya imzası resmi merciler önünde ikrar edilmiş sözleşmelerdeki (sadece taraflar yönünden) adreslere de bu madde uyarınca tebligat yapılabilmesidir:

Bu durumda, daha önce adli mercilerce usulüne uygun olarak yapılmış bir tebligat bulunmasa bile, belirtilen nitelikteki sözleşmelerde yer alan veya söz konusu kurum ve kuruluşlar tarafından bildirilen adrese veya bir kamu kurumu olan adli mercilere, tebligatın ilişkin olduğu soruşturma veya davaya ilişkin olarak tebligat yapılacak kişinin kendisinin bildirdiği en son adrese, önce, bu adresin değişip değişmediğinin bilinememesi nedeniyle anılan yasanın 35. maddesi dışındaki maddeler uyarınca tebligat çıkarılması ve tebligatın yapılamayarak, tebligat memurunca, ilgilinin adresinin değiştiğinin belirlenmesi ve yine Tebligat Tüzüğü’nün 55/2. maddesi yollamasıyla 28. maddesinde belirtilen usule uygun olarak yapacağı araştırma sonucunda yeni adresinin de tespit edilememesi durumunda, bu araştırma yukarıdaki açıklanan şekil koşuluna uyularak imza ile de tevsik edildikten sonra, evrak yine mercie iade edilir, ilgili kişilerce yeni bir adres de bildirilmez ise, herhangi bir adres araştırması yapılmaksızın bundan sonraki tüm tebligatlar 6 örnek numaralı tebligat evrakının eski adrese ait binanın kapısına asılması usulüyle yapılır. Bu tebligattan sonraki tebligatlar da, sanığın yeni adresinin hala bilinmemesi durumunda, kapıya asma usulüyle yapılır.

3167 sayılı Kanuna aykırılık suçlarında; adli mercilerce daha önce tebligat yapılmamış olması ve dosya içerisinde, muhatap banka şubesi tarafından gönderilen ve tebligat yapılacak kişinin adresini içeren Ticaret Sicili Gazetesi nüshası, noterlikçe düzenlenen resmi senetler, vergi levhası örneği ve bu gibi kamu kurum ve kuruluşları ve kamu kurumu niteliğinde meslek kuruluşları, ticaret sicilleri veya esnaf ve sanatkarlar odalarınca düzenlenmiş belgelerin yer alması durumunda, bu belgelerde yer alan adreslere öncelikle Tebligat Kanunu’nun 35. maddesi dışındaki maddelere göre tebligat çıkarılması ve tebligatın yapılamaması halinde, Tebligat Kanunu’nun 35. maddesi uyarınca yukarıda açıklanan usullere uyularak tebligat yapılması gerekmektedir.

Dosya kapsamına göre; gerekçeli kararın sanığın savunmasının alındığı oturumda bildirmiş olduğu en son bilinen adrese öncelikle Tebligat Kanunu’nun 35. maddesi dışındaki maddelere göre tebliğe çıkarılıp, yukarıda açıklanan işlemler yerine getirilmeksizin, doğrudan 6 örnek numaralı tebligat evrakının adrese ait binanın kapısına yapıştırılması suretiyle yasaya aykırı olarak tebliğ edilmiş olduğunun anlaşılması ve usulsüz bu tebligattan sanığın ne zaman haberdar olduğuna ilişkin olarak dosya içerisinde herhangi bir bilgi ve belgenin de yer almaması nedeniyle, sanık vekilinin temyiz dilekçesinde sanığın yakalandığı tarih olarak belirttiği 21.08.2004 tarihinin Tebligat Kanunu’nun 32. maddesi uyarınca, usulsüz tebligatın muhatap tarafından öğrenilmesi suretiyle geçerlilik kazandığı tarih olması ve böylelikle 23.08.2003 tarihinde yapılan temyiz inceleme isteğinin de süresinde yapılmış olması karşısında, yasaya aykırı olan anılan mahkemenin temyiz isteğinin reddine ilişkin kararının kaldırılması [gerekmiştir]..."

30. Yargıtay 10. Ceza Dairesinin 30/10/2006 tarihli ve E.2006/5164, K.2006/11894 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:

"Sanığın yokluğunda verilen mahkumiyet hükmünün sanığın ... tarihli oturumda mahkemeye bildirdiği adrese Tebligat Kanunu’nun 35. maddesi dışındaki maddeler uyarınca tebliğe çıkarılması ve tebligatın yapılamayarak, tebligat memurunca ilgilinin adresinin değiştiğinin belirlenmesi ve yine, Tebligat Tüzüğü’nün 55/2. maddesi yollamasıyla 28. maddesinde belirtilen usule uygun olarak yapacağı araştırma sonucunda yeni adresinin de tespit edilmemesi nedeniyle iade edilmesi halinde, artık herhangi bir adres araştırması yapılmaksızın Tebligat Kanunu’nun 35. maddesi gereğince tebligat yapılması gerekirken, gerekçeli kararın doğrudan 35. madde uyarınca tebliği usulsüz olup, aynı Kanun’un 32. maddesi uyarınca sanık tarafından sunulan 05.03.2004 tarihli temyiz dilekçesinin yasal süresinde olduğu kabul edil[miştir]..."

31. Yargıtay 10. Ceza Dairesinin 19/11/2007 tarihli ve E.2006/6566, K.2007/13312 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:

"Sanık için CMUK’nın 225. (CMK’nın 195.) maddesi gereğince düzenlenecek uyarılı davetiyenin; öncelikle bilinen son adresine (sanığın Mahkemeye bildirdiği veya daha önce kendisine geçerli bir tebligat yapılmış olan ya da Tebligat Kanunu’nun 35/son maddesinde sayılan kurum ve kuruluşlara sanık tarafından bildirilmiş bulunan adrese) gönderilmesi; tebligat memurunca, sanığın adresini değiştirmesi ve yeni adresinin belirlenememesi nedeniyle davetiyenin tebliğ edilemeyerek iade edilmesi durumunda, bu kez Tebligat Kanunu’nun 35. maddesine göre tebliğ edilmesi gerektiği gözetilmeden; sanık adına Tebligat Yasası’nın 35. madde hükmüne gore tebligat çıkarılmadan ve bu nedenle sanığın savunma hakkı kısıtlanarak yazılı biçimde hüküm kurulması.. Yasaya aykırı[dır]."

32. Yargıtay 15. Ceza Dairesinin 20/12/2011 tarihli ve E.2011/26288, K.2011/19498 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:

"7201 sayılı Tebligat Kanunu’nun 35. maddesi gereğince tebliğ edilerek hükmün kesinleştirildiği anlaşılmakta ise de, 7201 sayılı Kanun’un 35. maddesinin uygulanabilmesi için gerekli ön koşul olan kendisine veya adresine kanunun gösterdiği usullere göre, daha önce yapılmış bir tebliğ işleminin bulunması veya tebliğ yapılmamış ise 35. maddenin son fıkrasında gösterilen ayrıksı durumlardan birinin oluşmasının gerekli olması karşısında, Tebligat Kanunu’nun 35/son ve Tebligat Tüzüğünün 55/son maddeleri[ndeki]... düzenlemeye nazaran, söz konusu yasa hükmü uyarınca, daha önce adli mercilerce ve usulüne uygun olarak yapılmış bir tebligat bulunmasa bile, imzası resmi merciler önünde ikrar olunmuş sözleşmelerde belirtilen ya da anılan kurum ve kuruluşlara bildirilen adreslerdeki değişikliklerin bildirilmesi durumunda da, Tebligat Kanunu’nun 35. maddesindeki hükümlerin uygulanacağı dolayısıyla, daha önce adli mercilerce usulüne uygun olarak yapılmış tebligat bulunmasa bile, belirtilen nitelikteki sözleşmelerde yer alan veya söz konusu kurum ve kuruluşlar tarafından bildirilen adrese, mahkemece önce bu adresin değişip değişmediğinin bilinmemesi nedeniyle anılan Kanun’un 35. maddesi dışındaki maddeler uyarınca tebligat çıkarılması ve tebligatın yapılamayarak, tebligat memurunca sanığın adresinin değiştiğinin belirlenmesi ve Tebligat Tüzüğünün 55/2. maddesi yollamasıyla 28. maddesinde belirtilen usule uygun olarak yapacağı araştırma sonucunda yeni adresinin de tespit edilememesi durumunda, tebliğ olunacak evrakının bir nüshasının eski adrese (bilinen en son adrese) ait binanın kapısına asılması gerekeceği ve kapıya asma tarihinin tebliği tarihi sayılacağı, bu tebligattan sonraki tebligatlarında; sanığın adresinin hâlâ bilinememesi durumunda, kapıya asma usulüyle yapılacağı cihetle yargılama aşamasında sanığın Jandarma Karakol Komutanlığı aracılığıyla alınan ifadesi sırasında bildirdiği adres olan .... adresine çıkarılan açıklamalı davetiyenin muhatabın adresten ayrılmış olması nedeniyle bila tebliğ iadesi üzerine Tebligat Tüzüğünün 55/2. maddesi yollamasıyla 28. maddesinde belirtilen usule uygun olarak yapılacak araştırma sonucunda yeni adresinin de tespit edilememesi durumunda anılan Yasanın 35. maddesine göre tebliğ edilmesi gerekirken söz konusu araştırma yapılmadan doğrudan 35. madde uyarınca tebliğ edildiği ve bu nedenle hükmün kesinleşmediği anlaşıl[maktadır]..."

B. Uluslararası Hukuk

33. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), ister suç gelirlerinin elde edilmesinin önüne geçilmesi için müsadere olarak uygulansın isterse de doğrudan uygulansın para cezalarının veya parasal müsaderenin (kazanç müsaderesi) mülkiyet hakkına müdahale teşkil ettiğini kabul etmektedir. Mahkeme, bu suretle yapılan müdahalenin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne (Sözleşme) ek 1 No.lu Protokol'ün 1. maddesinin ikinci paragrafı kapsamında mülkiyetin kullanılmasının kontrolüne ilişkin üçüncü kural çerçevesinde incelenmesi gerektiği görüşündedir (Butler/Birleşik Krallık (k.k.), B. No: 41661/98, 27/6/2002; Phillips/Birleşik Krallık, B. No: 41087/98, 5/7/2001, §§ 50-51; Konstantin Stefanov/Bulgaristan, B. No: 35399/05, 27/6/2015, §§ 57, 58).

34. Konstantin Stefanov/Bulgaristan kararına konu olayda başvurucu avukatın ücreti yetersiz bulması nedeniyle zorunlu müdafii olmayı reddederek duruşmadan ayrılması üzerine ceza mahkemesince başvurucu avukata yaklaşık 260 euro tutarında para cezası verilmiştir. AİHM, şikâyet edilen cezaya konu paranın mülk teşkil ettiğini ve bu para cezasının uygulanmasının da mülkiyet hakkına müdahale teşkil ettiğini belirtmiştir (Konstantin Stefanov/Bulgaristan, § 57). AİHM'e göre uygulanan para cezası Sözleşme'nin anlamında bir "yaptırım" teşkil etmektedir. Bu sebeple müdahale, taraf devletlere yaptırımların ödenmesini sağlamak için mülkiyetin kullanımını kontrol yetkisi tanıyan Sözleşme'ye ek 1 No.lu Protokol'ün 1. maddesinin ikinci paragrafı çerçevesinde değerlendirilmiştir (Konstantin Stefanov/Bulgaristan, § 58). AİHM para cezasının açık, öngörülebilir ve ulaşılabilir mahiyette bir kanuna dayandığını ve yargılamanın etkin ve gecikmeden sürdürülmesi yönünde kamu yararına dayalı meşru bir amacının da bulunduğunu tespit etmiştir (Konstantin Stefanov/Bulgaristan, §§ 63-64). AİHM, ölçülülük yönünden yaptığı değerlendirmede ise farklı unsurları değerlendirmiştir. Öncelikle duruşmanın ertelenmesini önlemek amacı vurgulanmıştır. AİHM, caydırıcı bir etkinin sağlanması için parasal bir cezanın uygulanabileceğini belirtmiş ve bu alanda devletlerin geniş bir takdir yetkisi olduğuna dikkat çekmiştir. AİHM bu bağlamda en önemli güvencenin ise başvurucuya uygulanan cezaya karşı itiraz edebilme hakkının tanınması olduğunu ve somut başvuruda ise başvurucuya uygulanan cezaya ilişkin karar verme usulünün keyfî olduğunun ortaya konulamadığını belirtmiştir. Mahkeme son olarak başvurucuya verilen para cezasının üst sınırdan uygulanmakla beraber aşırı veya orantısız olmadığını değerlendirmiş, başvurucunun mülkiyet hakkı ile kamu yararı arasında olması gereken adil dengenin bozulmadığı sonucuna varmıştır (Stefanov/Bulgaristan, §§ 65-70).

35. AİHM, ceza olarak değerlendirdiği suç gelirlerinin müsaderesine ilişkin Phillips/Birleşik Krallık kararında da benzer değerlendirmeler yapmıştır. Bu olayda ceza mahkemesince başvurucunun uyuşturucu kaçakçılığı suçundan elde ettiği düşünülen gelirlerinin toplamı olan 91.400 sterlin tutarındaki paranın müsaderesine, bu paranın ödenmediği durumda ise iki yıl süreli hapis cezasının infazına karar verilmiştir. AİHM, bu cezanın başvurucunun mülkiyet hakkına müdahale teşkil ettiğini, bu sebeple Sözleşme'ye ek 1 No.lu Protokol'ün 1. maddesinin olayda uygulanabilir olduğunu belirtmiştir (Phillips/Birleşik Krallık, § 50). Mahkeme, ceza mahkemesinin kazanç müsaderesine ilişkin kararının Sözleşme anlamında bir "yaptırım/ceza" olduğunu vurgulamıştır (Phillips/Birleşik Krallık, § 51). Mahkemeye göre Sözleşme'ye ek 1 No.lu Protokol'ün 1. maddesinin ikinci paragrafı, taraf devletlere bu alanda geniş bir takdir yetkisi tanımakta olup uyuşturucu kaçakçılığı ile mücadele anlamında böyle bir tedbirin uygulanmasının caydırıcı etkisine dikkat çekilmiştir (Phillips/Birleşik Krallık, § 52). AİHM, tedbirin yalnızca suçtan elde edilen gelirler ile sınırlı olduğunu ve yargılamada başvurucuya etkin bir itiraz hakkının tanındığını gözeterek karşılaştırılan meşru amaca göre müdahalenin ölçülü olduğu sonucuna varmıştır (Phillips/Birleşik Krallık, § 53-54).

36. AİHM'e göre mülkün kamu yararına kullanılmasının kontrolü kapsamında mülke el konulması hususunda devletlerin geniş bir takdir yetkisi bulunmakla birlikte bu yetkinin tanınması kişilerin mülkünden yoksun bırakılması gibi ağır bir sonuca da yol açmaktadır. Bu nedenle başvurucunun mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin keyfî veya öngörülemez olmaması için bazı usule ilişkin güvenceler öngörülmelidir. AİHM kişilere, keyfî müdahalelerden korunmak amacıyla mülkiyet hakkına müdahale teşkil eden tedbirlerin kanun dışı veya keyfî ya da makul olmayan şekilde uygulandığına ilişkin savunma ve itirazlarını sorumlu makamlar önünde etkin bir biçimde ortaya koyabilme olanağının tanınması güvencesinin sağlanması gerektiğini belirtmektedir. Bu değerlendirme ise uygulanan sürecin bütününe bakılarak yapılmalıdır (AGOSI/Birleşik Krallık, B. No: 9118/80, 24/1/1986, § 60; Saccocia/Avusturya, B. No: 69917/01, 18/12/2008, § 89; Dzinic/Hırvatistan, B. No: 38359/13, 17/5/2016, § 68).

37. Bu bağlamda AİHM'in Denisova ve Moiseyeva/Rusya (B. No: 16903/03, 1/4/2010, §§55-65) ile Ünsped Paket Servisi/Bulgaristan (B. No: 3503/08, 13/10/2015, §§ 41-47) kararlarında yargılama sürecine etkin bir biçimde katılmaları imkânı tanınmadığı tespit edildiğinden başvurucuların mülkiyet haklarına yapılan müdahalelerin ölçülü olmadığına karar verilmiştir.

V. İNCELEME VE GEREKÇE

38. Mahkemenin 14/9/2017 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Mülkiyet Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Başvurucunun İddiaları

39. Başvurucu, karşılıksız çek keşide etme suçunu işlediği gerekçesiyle adli para cezası ile cezalandırılmasına karar verildiğini belirtmiştir. Başvurucu; bu mahkûmiyet hükmünün kendisine usulüne uygun olarak tebliğ edilmediğini, buna rağmen hükmün kesinleştirilerek infaz için gönderildiğini iddia etmiştir. Başvurucu bu hususu dile getirerek infazın durdurulması ve kesinleştirme işleminin iptal edilerek itirazlarının incelenmesini Mahkemeden talep ettiğini ancak Mahkemece bu talepler ile ilgili bir karar verilmediğini ve yakalama emri çıkarıldığı için söz konusu adli para cezasını ödediğini ifade etmiştir. Başvurucu, bu adli para cezasını ödemek durumunda kalması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

2. Değerlendirme

40. İddianın değerlendirilmesinde dayanak alınacak Anayasa’nın 35. maddesi şöyledir:

“Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.

Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir.

Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz.”

a. Kabul Edilebilirlik Yönünden

41. Başvurunun öncelikle zaman bakımından yetki yönünden değerlendirilmesi gerekmektedir. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un geçici 1. maddesinin (8) numaralı fıkrası uyarınca Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetkisinin başlangıcı 23/9/2012 tarihi olup bu tarihten sonra kesinleşen nihai işlem ve kararlar aleyhine yapılan bireysel başvurular incelenebilir (Zafer Öztürk, B. No: 2012/51, 25/12/2012, § 17).

42. Anayasa ve 6216 sayılı Kanun’un anılan hükümleri uyarınca Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetkisinin başlangıcı 23/9/2012 tarihi olup Anayasa Mahkemesi ancak bu tarihten sonra kesinleşen nihai işlem ve kararlar aleyhine yapılan bireysel başvuruları inceleyebilecektir. Bu açık düzenlemeler karşısında anılan tarihten önce kesinleşmiş nihai işlem ve kararları da içerecek şekilde yetki kapsamının genişletilmesi mümkün değildir. Mahkemenin zaman bakımından yetkisine ilişkin bu düzenlemelerin kamu düzenine ilişkin olmaları nedeniyle bireysel başvurunun tüm aşamalarında resen dikkate alınması gerekir (Ahmet Melih Acar, B. No: 2012/329, 12/2/2013, § 15; G.S., B. No: 2012/832, 12/2/2013, § 14).

43. Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetkisini doğru olarak belirleyebilmek için kesinleşen nihai işlem ve kararın tarihinin yanı sıra gerçekleştiği iddia olunan müdahalenin zamanını da doğru tespit etmek gerekir. Bu tespit yapılırken müdahaleyi oluşturan olaylar ve ihlal edildiği iddia olunan hakkın kapsamı birlikte değerlendirilmelidir (Zeycan Yedigöl [GK], B. No: 2013/1566, 10/12/2015, § 31).

44. Anayasa Mahkemesi içtihatlarına göre mülkiyetten yoksun bırakma şeklindeki mülkiyet hakkına yapılan müdahaleler kural olarak anlık eylemler olup sürekli bir müdahale oluşturmaz. Ancak bunun bir istisnası, mülkiyet hakkına ilişkin bir tazminat yolunun tanınması ve bu tazminat yolunun zaman bakımından yetki alanında devam etmesi durumudur (Agavni Mari Hazaryan ve diğerleri, B. No: 2014/4715, 15/6/2016, §§ 114, 116).

45. Başvuru konusu olayda Mahkemece 17/3/2008 tarihinde, karşılıksız çek keşide etme suçundan başvurucuya 11.000 TL adli para cezası verilmiştir. Mahkeme, başvurucuya kararı 7201 sayılı Kanun'un 35. maddesine göre tebliğ etmiş olup hükmün 12/6/2008 tarihinde kesinleştiği sonucuna vararak infaz için kararı 9/7/2008 tarihinde Cumhuriyet Başsavcılığına göndermiştir. Ancak başvurucu, kararın kendisine usulüne uygun olarak tebliğ edilmediği iddiasıyla kesinleştirme işleminin iptali ve temyiz taleplerinde bulunmuştur. Mahkeme başvurucunun bu istemini "eski hâle iade" talebi olarak nitelendirmiş ve dosyayı Yargıtaya göndermiştir. Bununla birlikte Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı kanun değişikliği sebebiyle dosyayı iade etmiş, Mahkeme ise sonrasında yalnızca uyarlama yönünden değerlendirme yapmıştır. Dolayısıyla başvurucunun kendisine usulüne uygun tebligat yapılmadan kararın kesinleşmediği yönündeki iddiası Derece Mahkemelerince değerlendirilmemiştir.

46. Öte yandan Mahkemece yapılan uyarlama neticesinde 11/6/2012 tarihinde kanun değişikliği nedeniyle karşılıksız çek keşide etme eylemi suç olmaktan çıkarıldığı için başvurucu hakkında çek düzenleme ve çek hesabı açmaktan yasaklanması idari yaptırımının uygulanmasına karar verilmiştir. Başvurucu, kararın infazı aşamasında 25/11/2010 tarihinde adli para cezasını ödemiş ancak gerek eski hâle iade talebi gerekse de uyarlama yargılaması neticesinde verilen karar gereği bu para cezasının ödenmesi talebinde bulunmuştur. Mahkeme ise 25/10/2013 tarihinde başvurucunun bu talebini reddetmiştir. Başvurucunun bu karara karşı yaptığı itiraz ise İstanbul 21. Ağır Ceza Mahkemesinin 13/12/2013 tarihli ilamıyla reddedilmiştir.

47. Buna göre öncelikle başvurucunun mülkiyet hakkının ihlali iddiasına konu kararın usulüne uygun olarak tebliğ edilmediği yönündeki şikâyetinin haklı bulunması durumunda Yargıtayın konuya ilişkin içtihatları gereği öğrenme tarihinin esas alınarak sürecin henüz kesinleşmemiş olacağı dikkate alınmalıdır (bkz. §§ 29-32). Somut olayda başvurucunun buna ilişkin talebinin karşılanmadığı ayrıca Mahkemece kanun değişikliği sebebiyle yapılan uyarlama sonrası başvurucu tarafından yapılan adli para cezasının iadesi talebinin reddine ilişkin nihai karar tarihi gözetildiğinde ve esas yönünden aşağıda yapılan açıklamalara göre (bkz. §§ 61-75) başvurucunun belirtilen iddialarıyla ilgili sürecin zaman bakımından yetki dâhilinde sonuçlandığı anlaşılmaktadır.

48. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir nedeni de bulunmadığı anlaşılan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

b. Esas Yönünden

i. Mülkün Varlığı

49. Anayasa'nın 35. maddesinin birinci fıkrasında "Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir." denilmek suretiyle mülkiyet hakkı güvenceye bağlanmıştır. Anayasa'nın anılan maddesiyle güvenceye bağlanan mülkiyet hakkı, ekonomik değer ifade eden ve parayla değerlendirilebilen her türlü mal varlığı hakkını kapsamaktadır (AYM, E.2015/39, K.2015/62, 1/7/2015, § 20). Bu bağlamda mülk olarak değerlendirilmesi gerektiğinde kuşku bulunmayan menkul ve gayrimenkul mallar ile bunların üzerinde tesis edilen sınırlı ayni haklar ve fikrî hakların yanı sıra icrası kabil olan her türlü alacak da mülkiyet hakkının kapsamına dâhildir (Mahmut Duran ve diğerleri, B. No: 2014/11441, 1/2/2017, § 60).

50. Somut olayda Mahkemece 17/3/2008 tarihinde başvurucunun karşılıksız çek keşide etme suçundan 11.000 TL tutarında adli para cezası ile cezalandırılmasına hükmedilmiş olup başvurucu bu parayı 25/11/2010 tarihinde ödemiştir. Mahkûmiyet hükmü neticesinde başvurucudan tahsil edilen belirtilen tutardaki paranın başvurucunun malvarlığına dâhil olduğu kuşkusuz olduğuna göre bu paranın başvurucu açısından "mülk" teşkil ettiği açıktır.

ii. Müdahalenin Varlığı

51. Anayasa’nın 35. maddesinde bir temel hak olarak güvence altına alınmış olan mülkiyet hakkı kişiye -başkasının hakkına zarar vermemek ve yasaların koyduğu sınırlamalara uymak koşuluyla- sahibi olduğu şeyi dilediği gibi kullanma, semerelerinden yararlanma ve tasarruf etme olanağı verir (Mehmet Akdoğan ve diğerleri, B. No: 2013/817, 19/12/2013, § 32). Dolayısıyla malikin mülkünü kullanma, semerelerinden yararlanma ve mülkü üzerinde tasarruf etme yetkilerinden herhangi birinin sınırlanması mülkiyet hakkına müdahale teşkil eder (Recep Tarhan ve Afife Tarhan, B. No: 2014/1546, 2/2/2017, § 53).

52. Anayasa’nın 35. maddesi ile mülkiyet hakkına temas eden diğer hükümleri birlikte değerlendirildiğinde Anayasa'nın mülkiyet hakkına müdahaleyle ilgili üç kural ihtiva ettiği görülmektedir. Buna göre Anayasa'nın 35. maddesinin birinci fıkrasında herkesin mülkiyet hakkına sahip olduğu belirtilmek suretiyle "mülkten barışçıl yararlanma hakkı"na yer verilmiş, ikinci fıkrasında da mülkten barışçıl yararlanma hakkına müdahalenin çerçevesi belirlenmiştir. Maddenin ikinci fıkrasında genel olarak mülkiyet hakkının hangi koşullarda sınırlanabileceği belirlenmekle aynı zamanda "mülkten yoksun bırakma"nın şartlarının genel çerçevesi de çizilmiştir. Maddenin son fıkrasında ise mülkiyet hakkının kullanımının toplum yararına aykırı olamayacağı kurala bağlanmak suretiyle devletin mülkiyetin kullanımını kontrol etmesine ve düzenlemesine imkân sağlanmıştır. Anayasa'nın diğer bazı maddelerinde de devlet tarafından mülkiyetin kontrolüne imkân tanıyan özel hükümlere yer verilmiştir. Ayrıca belirtmek gerekir ki mülkten yoksun bırakma ve mülkiyetin düzenlenmesi, mülkiyet hakkına müdahalenin özel biçimleridir (Recep Tarhan ve Afife Tarhan, §§ 55-58).

53. Başvuru konusu olayda başvurucunun karşılıksız çek keşide etme suçundan adli para cezası ile cezalandırılması yoluyla yapılan müdahalenin amacı ve sonuçları dikkate alındığında mülkün kamu yararına kullanılmasının kontrol edilmesine ilişkin üçüncü kural çerçevesinde incelenmesi gerekir.

iii. Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı

54. Anayasa’nın 13. maddesi şöyledir:

“Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.”

55. Anayasa’nın 35. maddesinde mülkiyet hakkı sınırsız bir hak olarak düzenlenmemiş, bu hakkın kamu yararı amacıyla ve kanunla sınırlandırılabileceği öngörülmüştür. Mülkiyet hakkına müdahalede bulunulurken temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasına ilişkin genel ilkeleri düzenleyen Anayasa'nın 13. maddesinin de gözönünde bulundurulması gerekmektedir. Anılan madde uyarınca temel hak ve özgürlükler, demokratik toplum düzeninin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olmaksızın Anayasa'nın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Dolayısıyla mülkiyet hakkına yönelik müdahalenin Anayasa'ya uygun olabilmesi için müdahalenin, kanuna dayanması, kamu yararı amacı taşıması ve ayrıca ölçülülük ilkesi gözetilerek yapılması gerekmektedir(Recep Tarhan ve Afife Tarhan, § 62).

(1) Kanunilik

56. Mülkiyet hakkına yönelik müdahalelerde ilk incelenmesi gereken ölçüt hukuka dayalı olma ölçütüdür. Bu ölçütün sağlanmadığı tespit edildiğinde diğer ölçütler bakımından inceleme yapılmaksızın mülkiyet hakkının ihlal edildiği sonucuna varılacaktır. Müdahalenin hukuka dayalı olması, iç hukukta müdahaleye ilişkin yeterince ulaşılabilir ve öngörülebilir kuralların bulunmasını gerektirmektedir (Türkiye İş Bankası A.Ş. [GK], B. No: 2014/6192, 12/11/2014, § 44).

57. Somut olayda başvuruya konu adli para cezası, dava ve kararın verildiği tarih itibarıyla yürürlükte olan 3167 sayılı mülga Kanun'un 16. maddesinin birinci fıkrasına göre verilmiştir. Söz konusu kanun hükmünün açık, ulaşılabilir ve öngörülebilir mahiyette olduğu dikkate alındığında, başvurucunun mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin kanuna dayandığı kuşkusuzdur.

(2) Meşru Amaç

58. Anayasa'nın 13. ve 35. maddeleri uyarınca mülkiyet hakkı ancak kamu yararı amacıyla sınırlandırılabilmektedir. Kamu yararı kavramı, mülkiyet hakkının kamu yararının gerektirdiği durumlarda sınırlandırılması imkânı vermekle bir sınırlandırma amacı olmasının yanı sıra mülkiyet hakkının kamu yararı amacı dışında sınırlanamayacağını öngörerek ve bu anlamda bir sınırlama sınırı oluşturarak mülkiyet hakkını etkin bir şekilde korumaktadır (Nusrat Külah, B. No: 2013/6151, 21/4/2016, § 53).

59. Kambiyo senetleri arasında düzenlenen çek, temel ilişkide bir sözleşmenin bulunup bulunmamasından bağımsız olarak kambiyo hukukuna özgü borç doğuran özel bir havaledir. Çeki elinde bulunduran hamil, keşideci ile lehdar arasındaki temel ilişkiden kaynaklanan bir alacağı değil doğrudan doğruya çekten doğan bir hakkı iktisap etmektedir. Temelde bir sözleşme ilişkisinin bulunduğu durumlarda ise çekte bu ilişkiden bağımsız ve sözleşme olarak nitelendirilemeyecek bir kambiyo taahhüdü söz konusudur. Borçlu, temel ilişki ne olursa olsun borcunu ödemek için çek kullandığında asıl borç ilişkisi dışında kambiyo ilişkisi doğmaktadır. Dolayısıyla borçlu ile alacaklı arasında önceden var olan sözleşme ilişkisinden doğan yükümlülüğün yerine getirilmemesinden dolayı ceza verilmesi söz konusu olmayıp belirtilen yükümlülüklere aykırı davranılması eyleminin cezalandırılması amaçlanmaktadır. Kaldı ki hukuk devletinde ceza hukukuna ilişkin düzenlemelerde Anayasa'ya ve ceza hukukunun temel ilkelerine bağlı kalmak koşuluyla hangi eylemlerin suç sayılacağı, bunlara uygulanacak yaptırımın türü ve ölçüsü, cezayı ağırlaştırıcı ve hafifleştirici nedenlerin belirlenmesi gibi konularda kanun koyucunun takdir yetkisi bulunmaktadır (AYM, E.2010/6, K.2011/54, 17/3/2011).

60. Kambiyo senetlerinden olan çekin güvenilir bir ödeme aracı olmasının ticaret hayatı ve ekonomi sistemi bakımından önemi dikkate alındığında kambiyo taahhüdüne uyulmamasının cezalandırılmasını amaçlayan başvuruya konu müdahalenin kamu yararına dayalı meşru bir amacı içerdiği değerlendirilmiştir.

(3) Ölçülülük

(a) Genel İlkeler

61. Son olarak kamu makamlarınca başvurucunun mülkiyet hakkına yapılan müdahaleyle gerçekleştirilmek istenilen amaç ile bu amacı gerçekleştirmek için kullanılan araçlar arasında makul bir ölçülülük ilişkisinin olup olmadığı değerlendirilmelidir.

62. Anayasa’nın 13. maddesinde yer alan ölçülülük ilkesi gereği kişilerin mülkiyet haklarına getirilen sınırlamanın hakkın özüne dokunmaması ve ulaşılmak istenen kamu yararı ile bireyin sınırlandırılan hakkı arasında adil bir dengenin kurulması gerekir. Bu adil denge, mülkiyet hakkına yapılan müdahaleyle bireye, şahsi olarak aşırı ve olağan dışı bir külfetin yüklenmesi durumunda bozulmuş olur (Arif Güven, B. No: 2014/13966, 15/2/2017, § 58). Müdahalenin ölçülülüğünü değerlendirirken Anayasa Mahkemesi, bir taraftan ulaşılmak istenen meşru amacın önemini ve diğer taraftan müdahalenin niteliğini, başvurucunun ve kamu otoritelerinin davranışlarını da gözönünde tutarak başvurucuya yüklenen külfeti dikkate alacaktır (Arif Güven, § 60; Lavrechov/Çek Cumhuriyeti, B. No: 57404/08, 20/6/2013, § 44).

63. Ölçülülük ilkesi, “elverişlilik”, “gereklilik” ve “orantılılık” olmak üzere üç alt ilkeden oluşmaktadır. “Elverişlilik” öngörülen müdahalenin ulaşılmak istenen amacı gerçekleştirmeye elverişli olmasını, “gereklilik” ulaşılmak istenen amaç bakımından müdahalenin zorunlu olmasını yani aynı amaca daha hafif bir müdahale ile ulaşılmasının mümkün olmamasını, “orantılılık” ise bireyin hakkına yapılan müdahale ile ulaşılmak istenen amaç arasında makul bir dengenin gözetilmesi gerekliliğini ifade etmektedir (AYM, E.2011/111, K.2012/56, 11/4/2012; E.2014/176, K.2015/53, 27/5/2015; E.2016/13, K.2016/127, 22/6/2016; Mehmet Akdoğan ve diğerleri, § 38).

64. Anayasa'nın 13. ve 35. maddeleri uyarınca mülkiyet hakkına yapılan bu müdahale ve sınırlamanın, belirlenen meşru amaç doğrultusunda kanuna dayalı olarak ölçülülük ilkesi ve kamu yararı ile bireyin hakları arasında olması gereken adil denge de gözetilerek yapılması zorunludur. Bunun için de öncelikle malike, uygulanan tedbirlere karşı savunma ve itirazlarını etkin biçimde ortaya koyabilme olanağının tanınması, söz konusu iddia ve savunmaların makul biçimde karşılanması, ayrıca malikin iyi niyetli olduğunun tespit edilmesi durumunda zararının tazmini gerekmektedir. Bu gerekliliklere uyulduğu takdirde mülkiyet hakkına yapılan müdahale ölçülü olacaktır (Başvurucuya diğer unsurlar yanında ayrıca etkin bir savunma hakkı tanındığı için müdahalenin ölçülü görüldüğü kararlar için bkz. Eyyüp Baran, B. No: 2014/8060, 29/9/2016, §§ 75-95; Fatma Çavuşoğlu ve Bilal Çavuşoğlu, B. No: 2014/5167, 28/9/2016, §§ 74-89; buna karşılık aynı koşulun yargılama sürecinde sağlanmaması nedeniyle müdahalenin ölçüsüz görüldüğü karar için bkz. Mahmut Üçüncü, B. No: 2014/1017, 13/7/2016, §§ 79-102; Arif Güven, §§ 57-72).

65. Öte yandan tebligat, yetkili makamlarca birtakım hukuki işlemlerin bu işlemin hukuki sonuçlarından etkilenmeleri amaçlanan kişilere kanuna uygun şekilde bildirimi ve bu bildirimin usulüne uygun olarak yapıldığının belgelendirilmesi işlemidir. Usulüne uygun işlemlerin kendilerine bağlanan hukuki sonuçları doğurabilmesi için muhatabına bildirilmesi gerekir. Usulüne uygun olarak yapılan tebligat, Anayasa'da güvence altına alınmış olan iddia ve savunma hakkının tam olarak kullanılabilmesinin ve bireylere tanınan hak arama hürriyetinin önemli güvencelerinden biridir (AYM, E.2013/95, K.2014/176, 13/11/2014).

(b) İlkelerin Olaya Uygulanması

66. Başvuru konusu olayda Mahkeme 17/3/2008 tarihinde, karşılıksız çek keşide etme suçundan başvurucunun 11.000 TL adli para cezası ile cezalandırılmasına karar vermiştir.Yargılama sırasında çağrı kâğıdı başvurucunun banka şubesine bildirdiği adresine 7201 sayılı Kanun'un 35. maddesine göre Mahkemece tebliğ edilmiş, karar da aynı adrese aynı yöntemle tebliğ edilmiştir. Mahkeme bu tebligatı esas alarak hükmün 12/6/2008 tarihinde kesinleştiği gerekçesiyle kararı 9/7/2008 tarihinde Cumhuriyet Başsavcılığına göndermiştir. Başvurucu da çıkarılan yakalama emri üzerine 25/11/2010 tarihinde adli para cezasını ödemiştir.

67. Başvurucu bu adli para cezasını ödemeden önce 30/6/2010 tarihinde Mahkemeye başvurmuş ve infazın durdurulmasını talep etmiştir. Bu dilekçede kararın usulüne uygun olarak tebliğ edilmediği belirtilerek temyiz talebinde bulunulmuştur. Mahkeme ise 29/7/2010 tarihinde, başvurucunun talebinin 5271 sayılı Kanun'un 40. ve 42. maddelerine göre "eski hâle iade" kapsamında olduğu nitelendirmesiyle dosyayı Yargıtaya göndermiştir. Ancak bu sırada 5941 sayılı Kanun'da ve 6273 sayılı Kanun ile değişiklik yapılarak karşılıksız çek keşide etme fiili suç olmaktan çıkarılmış ve kabahat olarak nitelendirilerek yalnızca "çek düzenleme ve çek hesabı açma yasağı" idari yaptırımının uygulanması öngörülmüştür. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı da bu sebeple dosyayı uyarlama yapmak üzere 13/3/2012 tarihinde İlk Derece Mahkemesine iade etmiştir. Mahkeme de bunun üzerine 11/6/2012 tarihinde başvurucu hakkında çek düzenleme ve çek hesabı açmaktan yasaklanması idari yaptırımının uygulanmasına karar vermiştir.

68. Bu durumda gerek dosyanın gönderildiği Yargıtayca gerekse de İlk Derece Mahkemesince başvurucunun kararın kendisine usulüne uygun olarak tebliğ edilmediği, yapılan kesinleştirme ve infaza gönderme işleminin kanuna uygun olmadığı yönündeki iddiaları karşılanmamıştır.

69. Her ne kadar başvurucu aynı iddiaları yineleyerek ve uyarlama sonucu verilen idari yaptırım kararını da gerekçe göstererek adli para cezasının iadesini talep etmiş ise de Mahkeme, bu talebi 25/10/2013 tarihinde reddetmiştir. Mahkeme, kararını infaz edilmiş bulunan para cezalarının sonradan çıkan yasa değişikliği nedeniyle iadesinin mümkün olmadığı gerekçesine dayandırmıştır. Başvurucunun bu karara karşı yaptığı itiraz da 13/12/2013 tarihinde reddedilmiştir. Buna karşın başvurucunun söz konusu iddiaları bu kararlarda da karşılanmamıştır.

70. Başvurucunun kararın usulüne uygun olarak tebliğ edilip edilmediğine ilişkin iddiaları esas itibarıyla delillerin değerlendirilmesine ve tebligata dair hukuk kurallarının yorumlanmasına ilişkindir. Anayasa Mahkemesinin delillerin değerlendirilmesi ve hukuk kurallarının yorumlanmasına yönelik şikâyetler bakımından görevi ise bireysel başvurunun ikincil doğası gereği sınırlıdır. Anayasa Mahkemesi belirtilen şikâyetleri ancak Anayasa ve Sözleşme'nin ortak koruma alanında kalan bir temel hak ve hürriyetin ihlaline yol açabilecek nitelikte olması hâlinde değerlendirebilir.

71. Somut olay bakımından başvurucunun belirtilen şikâyeti, mülkiyet hakkının ihlali iddiasına ilişkin yargılama sürecinin bütününü etkileyen önemli ve karşılanması gereken bir iddiadır. Çünkü başvurucunun mülkiyet hakkına müdahale eden karara karşı savunma ve itirazlarının incelenmesi, ancak kararın kendisine usulüne uygun olarak tebliğ edilmesiyle mümkün olabilir. Bu olayda yargılama sırasında başvurucuya aynı şekilde ve aynı yöntemle tebligat yapıldığı ve başvurucunun yargılama sürecine de dahil olamadığı dikkate alındığında, kararın tebliğ edilmesinin önemi artmaktadır. Buna göre başvurucuya kararın usulüne uygun olarak tebliğ edilmediğinin tespiti hâlinde ise başvurucunun mülkiyet hakkına müdahale eden karara karşı itirazları incelenmemiş olur ki bu durumun müdahaleyi ölçüsüz kılacağı kuşkusuzdur.

72. Mahkeme, infaz edilmiş bir adli para cezasının iade edilemeyeceği gerekçesine dayanmış ise de başvurucunun -Mahkemenin kendi nitelendirmesiyle- "eski hâle iade" talebi değerlendirilmemiştir. Tebligatın usulüne uygun olup olmadığının tespiti, elbette ki delilleri ilk elden değerlendirme ve hukuk kurallarını yorumlama yetkisine sahip olan derece mahkemelerine düşmektedir. Nitekim Yargıtayın 7201 sayılı Kanun'un 35. maddesinin uygulanması hakkındaki usule ilişkin çok sayıda kararı mevcuttur. Kararlarda, sanığın muhatap banka şubesince bildirilen adresine öncelikle bu madde dışındaki diğer maddelere göre tebligat çıkarılması gerektiği belirtilmiştir. Yargıtaya göre tebligatın yapılamaması hâlinde ise tebligat memurunca ilgilinin adresinin değiştiğinin belirlenmesi ve yine kanun ile ilgili tüzükte belirtilen usule uygun olarak yapacağı araştırma sonucunda yeni adresinin de tespit edilememesi durumunda 7201 sayılı Kanun'un 35. maddesine göre tebligat yapılabilir. Yargıtayca, bu usule uyulmadan doğrudan anılan maddeye göre tebligat yapılması kanuna aykırı görülmüştür (bkz. §§ 29-32). Kanunda öngörülen bütün bu koşulların yerine getirilip getirilmediği derece mahkemelerince tespit edilmelidir. Anayasa Mahkemesinin, açık bir keyfîlik olmadığı veya bariz takdir hatası içermediği sürece derece mahkemelerinin bu konudaki takdir yetkisine müdahalesi söz konusu olamaz. Ancak 5271 ve 7201 sayılı Kanunlar çerçevesinde incelenmesi gereken bu talebin hiç değerlendirilmemiş olması, başvurucuyu mülkiyet hakkına yapılan müdahaleye karşı savunma ve itirazlarını sunabilme olanağından yoksun durumda bırakmaktadır.

73. Üstelik tebligatın usulüne aykırı olduğu tespit edildiği takdirde yargılama sürecinde yapılan kanun değişikliği de dikkate alındığında başvurucunun mülkiyet hakkına müdahale teşkil eden adli para cezasının iadesi de söz konusu olabilecektir. Zira böyle bir durumda mahkûmiyet hükmünün başvurucunun itiraz talepleri doğrultusunda yeniden incelenmesi söz konusu olabileceği gibi yargılama sürecinin kesinleşmemesi karşısında kanun değişikliği sebebiyle başvurucuya adli para cezası verilmesinin mümkün olmadığı gözetilebilecek, dolayısıyla daha önce ödenmiş olsa bile bu paranın iadesi gerekebilecektir. Hâlbuki mevcut durumda ise kanun değişikliği sebebiyle yapılan uyarlamanın kesinleşmiş mahkûmiyet hükmüne etkisinin sınırlı olması sebebiyle infaz edilmiş cezalar ile ilgili bir değerlendirme yapılmadığı anlaşılmaktadır. Bu değerlendirme, başvurucunun tebligata ilişkin iddia ve şikâyetlerinin yersiz olduğunun anlaşılması durumunda yine yapılabilir. Ancak böyle bir sonuca varabilmek için başvurucu hakkındaki yargılama sürecinin uyarlamaya konu kanun değişikliği yapılmadan önce nihayete erip ermediği (kesinleşip kesinleşmediğinin) başvurucunun buna ilişkin itirazlarıyla birlikte değerlendirilmesiyle mümkün olabilir.

74. Somut olayda başvurucunun mülkiyet hakkına yapılan müdahale, mülkiyetin kamu yararına kullanılmasının kontrolü veya düzenlenmesi kapsamında mülkünden yoksun bırakılması gibi ağır bir sonuca yol açmaktadır. Müdahalenin hiçbir hukuki dayanağı olmadan keyfî bir biçimde veya hukuka aykırı olarak uygulanması durumunda adil olmayacağı kuşkusuzdur. Bu sebeple mülkiyet hakkına müdahale edilen kişilere bu müdahalenin keyfî olarak veya hukuka aykırı biçimde uygulandığını etkili biçimde ileri sürebilme olanağı tanınmalıdır. Mülkiyet hakkı sahibine bu şekilde bir itiraz hakkının tanınmaması müdahalenin ölçüsüz olmasına yol açar. Müdale, ancak olası keyfî uygulamalara karşı koyabilecek uygun güvenceleri içeren bir usulün varlığı ve bu usulüne etkin bir şekilde işletilmesi durumunda Anayasa ile uyumlu olabilir. Diğer bir deyişle kamu makamları, usule ilişkin güvenceler de dâhil olmak üzere Anayasa'nın 13 ve 35. maddelerindeki gereklilikleri yerine getirmek kaydıyla mülkiyet hakkına müdahale edebilirler.

75. Sonuç olarak başvurucunun karşılıksız çek keşide etme suçundan adli para cezası ile cezalandırılmasına ilişkin müdahalenin kanuni bir dayanağının mevcut olduğu ve kamu yararına dayalı meşru bir amacı da içerdiği anlaşılmaktadır. Ayrıca mülkiyetin kamu yararına kullanılmasının kontrolü veya düzenlenmesine ilişkin üçüncü kural çerçevesinde bu alanda kamu makamlarının geniş bir takdir yetkilerinin mevcut olduğu kabul edilmektedir. Bununla birlikte başvuru konusu olayda, yargılama sürecine katılamayan başvurucunun, mülkiyet hakkına yapılan müdahaleye konu kararın kendisine tebliğ edilmediği için müdahaleye ilişkin itirazlarının değerlendirilmediği yönünde şikâyeti bulunmaktadır. Somut olayda İlk Derece Mahkemesi, başvurucunun bu şikâyetini "eski hâle getirme" olarak nitelendirip incelenmesi için dosyayı Yargıtaya göndermiş ise de gerek Yargıtay gerekse de İlk Derece Mahkemesince bu şikâyet ile ilgili herhangi bir karar verilmemiştir. Dolayısıyla başvurucunun mülkiyet hakkına müdahale eden kararın usulünce tebliğ edilip edilmediği ve buna bağlı olarak başvurucunun karara yaptığı itirazların değerlendirilip değerlendirilemeyeceği açıklığa kavuşturulmamıştır. Ayrıca bu sürecin açıklığa kavuşturulması, yapılan kanun değişikliği ile fiilin suç olmaktan çıkarılması sebebiyle adli para cezasının ödenip ödenmeyeceği (somut olayda ödenen para cezasının iade edilip edilmeyeceği) bakımından da önem taşımaktadır. Bu durumda başvurucunun mülkiyet hakkına yapılan müdahaleye yönelik itirazlarının değerlendirilmesi için önem arz eden kararın tebliğine ilişkin iddialarının karşılanmaması, başvurucuyu müdahaleye ilişkin savunma ve itirazlarını etkin biçimde ortaya koyabilme olanağından yoksun bırakmıştır. Bu sebeple kamu makamlarınca yapılan müdahale, başvurucuya şahsi olarak aşırı ve olağandışı bir külfet yüklenmesine yol açmış, kamunun yararı ile başvurucunun mülkiyet hakkı arasında olması gereken adil denge başvurucu aleyhine bozulmuştur.

76. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

B. Diğer İhlal İddiaları

77. Başvurucu, mahkûmiyet hükmünün kanuna uygun olarak tebliğ edilmeden kesinleştirilerek hakkında yakalama emri çıkarılması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı ile suç ve cezaların kanuniliği ilkesinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

78. Yukarıda ulaşılan ihlal sonucu dikkate alındığında başvurucuların diğer iddialarının incelenmesine gerek görülmemiştir.

C. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

79. 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:

“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…

(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

80. Başvurucu tazminat talebinde bulunmuştur.

81. Mülkiyet hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.

82. Mülkiyet hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunduğundan kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere İstanbul 8. Asliye Ceza Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekir.

83. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 206,10 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.006,10 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Başvurucuların diğer iddialarının İNCELENMESİNE GEREK OLMADIĞINA,

D. Kararın bir örneğinin mülkiyet hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere İstanbul 8. Asliye Ceza Mahkemesine (E.2012/1096, K.2012/930) GÖNDERİLMESİNE,

E. Başvurucunun diğer taleplerinin REDDİNE,

F. 206,10 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.006,10 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,

G. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

H. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 14/9/2017 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

KAMİL DARBAZ VE GMO YAPI GRUP END. SAN. TİC. LTD. ŞTİ. BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2015/12563)

 

Karar Tarihi: 24/5/2018

R.G. Tarih ve Sayı: 22/6/2018-30456

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

Başkan

:

Engin YILDIRIM

Üyeler

:

Osman Alifeyyaz PAKSÜT

 

 

Celal MümtazAKINCI

 

 

Muammer TOPAL

 

 

M. Emin KUZ

Raportör

:

Özgür DUMAN

Başvurucular

:

1. Kamil DARBAZ

 

 

2. GMO YAPI GRUP End. San. Tic. Ltd. Şti.

Vekili

:

Av. İlker YAKUT

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, taşınmazın şirketin ortaklar kurulu kararı olmaksızın ve muvazaalı olarak satışı nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 21/7/2015 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:

8. Başvurucu Kamil Darbaz, diğer başvurucu GMO Yapı Grup End. San. Tic. Ltd. Şti.nin (Şirket) %50 payına sahiptir. Bu Şirketin diğer %50 payı ise Ö.Ş.ye aittir. Her iki ortak da Şirketi tek başına temsile yetkili kılınmıştır.

9. Başvurucu Şirket, İstanbul ili Kadıköy ilçesi Sahrayıcedit Mahallesi'nde 838 ada 21 parsel sayılı arsa vasıflı bir taşınmaz üzerinde inşaat yapmak üzere -başvuru formu ve eklerinde belirtilmeyen bir tarihte- arsa sahipleriyle arsa payı karşılığı inşaat sözleşmesi yapmıştır. Söz konusu taşınmazın 14.091.152/65.856.000 payı arsa sahiplerince -üzerinde kat karşılığı inşaat sözleşmesi şerhi bulunmaksızın- bedeli karşılığında, 3.841.350/65.856.000 payı ise arsa payı karşılığı inşaat sözleşmesi çerçevesinde tapuda başvurucu Şirkete devredilmiştir. Böylece taşınmazın toplamda 1.280.893/4.704.000 payı başvurucu Şirkete devredilmiştir. Başvurucu Şirket, bu taşınmaz ile ilgili olarak inşaat projesi hazırlamış ve proje üzerinden satış ve kira sözleşmeleri yapmıştır.

10. Proje devam ederken başvurucu Şirketin diğer ortağı Ö.Ş. ile başvurucu arasında uyuşmazlık çıkmıştır. Ö.Ş. 6/7/2009 tarihinde başvurucu Şirketi temsilen dava konusu taşınmazdaki Şirket payını Ortaklar Kurulu kararı olmaksızın 820.000 TL bedelle E.S.ye satmıştır.

11. Taşınmazın satışını öğrenen başvurucular Kadıköy 3. Asliye Ticaret Mahkemesinden Ö.Ş.nin zarar verici eylemlerinden dolayı haklı sebebe dayalı olarak müdürlükten azlini talep etmişlerdir. Mahkeme, konu hakkında Bilirkişi Kurulundan rapor almıştır. Bilirkişi Kurulunun 16/5/2011 tarihli raporunda, Şirkete ait taşınmaz payının satışının yapıldığı tarih itibarıyla gerçek değerinin 2.377.347,21 TL olduğu belirtilmiştir. Mahkeme, bilirkişi raporunu hükme esas alarak ve satış değeri ile gerçek değer arasındaki fark nedeniyle davalının Şirket müdürlüğünden azli koşullarının gerçekleştiğini belirterek 13/9/2011 tarihinde Ö.Ş.nin idare müdürlüğü yetkisinin kaldırılmasına karar vermiştir.

12. Başvurucular 20/7/2009 tarihinde Kadıköy 5. Asliye Hukuk Mahkemesinde (sonradan İstanbul Anadolu 21. Asliye Hukuk Mahkemesi) Ö.Ş. ve E.S. aleyhine tapu iptali ve tescil davası açmışlardır. Dava dilekçesinde; ihtilaflı taşınmazın satışının Ortaklar Kurulu kararı alınmadan yapıldığı, davalıların iyi niyetli olmadıkları ve satışın muvazaalı olduğu iddia edilmiştir. Ö.Ş. dışındaki davalılar ise taşınmazın tapu kaydına konulan hacizler sebebiyle 674.800 TL daha ödediklerini, böylece taşınmaz için ödedikleri toplam tutarın 1.642.400 TL olduğunu savunmuşlardır.

13. Mahkemece inşaat ve hukuk alanında bilirkişilerden oluşturulan heyetten alınan 28/12/2010 tarihli raporda, ödendiği bildirilen satış bedeli ile tespit edilen taşınmaz değeri arasında aşırı fark bulunduğu belirtilmiştir. Ayrıca bilirkişi raporunda, söz konusu taşınmaz payının kat karşılığı devredilmiş olması ve Şirketin bu payı avans olarak aldığının biliniyor olması karşısında davalı tarafın iyi niyetli kabul edilmeyeceği ve Şirketin tek taşınmazının Ortaklar Kurulu kararı olmaksızın satışının kanun gereği mümkün olmadığı görüşüne yer verilmiştir.

14. Buna karşın 4/9/2012 tarihinde davanın reddine karar verilmiştir. Kararın gerekçesinde, davalı E.S.nin üçüncü kişi konumunda olduğu ve başvurucuların bu sebeple muvazaa iddialarını her türlü delille ispatlayabilecekleri belirtilmiştir. Ancak akrabalık veya yakın ilişkileri sebebiyle başvurucuların dinlenen tanıklarını hükme esas almayan Mahkeme, başvurucuların satış işleminin muvazaalı olduğunu ispatlayamadıkları sonucuna varmıştır. Bu kapsamda satış bedelinin Şirket kasasına girip girmediğinin üçüncü kişi davalıyı ilgilendirmediği tespitine yer verilmiştir. Mahkeme kararının diğer ilgili kısmı şöyledir:

"Satışa konu hissenin keşifte belirlenen değerinin satış bedeli ile kıyaslandığında arada fark olduğu görülmekte ise de taşınmaz üzerinde birden fazla sayıda haciz bulunması bunun toplam borç tutarının 645.425,42 TL olduğu dikkate alındığında hissenin alımının riskli bir yatırım olduğu bu nedenle de bedelinin düşük olması da makul olarak değerlendirilmiştir.

Davalının taşınmaz üzerindeki hacizlere ilişkin borçlarını temlik aldığı, dosyada bulunan belgelerden anlaşılmıştır. Davalının ödediği bedele ilaveten hazice konu icra dosyalarının da temlik alan sıfatıyla borçları üstlendiği görülmüştür.

28/12/2010 Tarihli bilirkişi raporuna göre davalının kat karşılığı olarak devredilmiş payı satın alması nedeni ile yapılan işlemin muvazaa olduğu kanaati bildirilmiş ise de Mahkememizce şirkete devir yapılan hisseler üzerinde ayrıntılı olarak inceleme yapılması için Kadastro Mühendisi H.Ş. bilirkişi seçilmiş ve düzenlemiş olduğu ve hükme esas alınan raporunda belirttiği gibi, davalıya satıp devredilen hissenin, 14091152/65856000 hissesinin arsa sahiplerinin üzerinde kat karşılığı inşaat sözleşmesi şerhi bulunmaksızın bedeli karşılığında pay satışı olarak şirkete sattıkları pay olduğu, 3841350/65856000 hissenin ise arsa sahiplerinin kat karşılığı olarak sattığı hisseler olduğu anlaşılmıştır. Hisselerini kat karşılığı olarak devreden maliklerin davacı şirket ile yaptıkları kat karşılığı inşaat sözleşmesini fesh ettikleri, fesih protokolünde bu sözleşmeden dolayı hiç bir hak alacak talep etmedikleri, şirketi gayri kabili rücu ibra ettiklerini anlaşılmıştır.

Davalının toplanan tüm delilerine göre tapu kaydına güvenerek davacı şirketin yetkili temsilcisinin yaptığı satış ile dava konusu hisselerin alımında iyiniyetli olduğu anlaşılmakla davalı adına kayıtlı hisselerin iptali talep edilemeyeceğinden davanın reddine dair karar vermek gerekmiştir."

15. Temyiz edilen karar, Yargıtay 11. Hukuk Dairesince 3/6/2014 tarihinde usul ve kanuna aykırı bir yön bulunmadığı gerekçesiyle oybirliğiyle onanmıştır. Başvurucuların karar düzeltme talebi ise aynı Daire tarafından 19/3/2015 tarihinde oyçokluğuyla reddedilmiştir. Bu kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:

"Dosyadaki yazılara, mahkeme kararında belirtilip Yargıtay ilamında benimsenen gerektirici sebeplere, davacıların muvazaanın varlığını ispatlayamamalarına, satılan taşınmaz üzerinde 645.425 TL tutarında haciz bulunmasına ve davalının icra dosyasındaki borçları üstlenmiş olmasına, nakten tahsil edilen bedelin şirket kasasına intikal ettirilmemesinin müdürün sorumluluğunu gerektirmesine ve 6762 sayılı Kanun'un 443/2. maddesinin davacının iştigal konusu gözetildiğinde uygulanamayacak olmasına göre, davacı vekilinin HUMK’nın 440. maddesinde sayılan hallerden hiçbirisini ihtiva etmeyen karar düzeltme isteğinin reddi gerekir."

16. Nihai karar, başvurucular vekiline 22/6/2015 tarihinde tebliğ edilmiştir.

17. Başvurucu 21/7/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

IV. İLGİLİ HUKUK

A. Ulusal Hukuk

1. Mevzuat Hükümleri

18. Olay tarihi itibarıyla yürürlükte olan 22/4/1926 tarihli ve 818 sayılı mülga Borçlar Kanunu’nun "Muvazaa" kenar başlıklı 18. maddesi şöyledir:

“Bir akdin şekil ve şartlarını tayininde, iki tarafın gerek sehven gerek akitteki hakiki maksatlarını gizlemek için kullandıkları tabirlere ve isimlere bakılmıyarak, onların hakiki ve müşterek maksatlarını aramak lazımdır.

Tahriri borç ikrarına istinat ile alacaklı sıfatını iktisabeden başkasına karşı, borçlu tarafından muvazaa iddiası dermeyan olunamaz.”

19. 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun "İyiniyet" kenar başlıklı 3. maddesi şöyledir:

“Kanunun iyiniyete hukukî bir sonuç bağladığı durumlarda, asıl olan iyiniyetin varlığıdır.

Ancak, durumun gereklerine göre kendisinden beklenen özeni göstermeyen kimse iyiniyet iddiasında bulunamaz.”

20. Olay tarihi itibarıyla yürürlükte olan 29/6/1956 tarihli ve 6762 sayılı Türk Ticaret Kanunu'nun "Anonim Şirket" başlıklı Dördüncü Fasıl'ın "İdare Meclisi" başlıklı İkinci Kısım'ının "Temsil Salahiyeti" başlığı altında "1. Vüsat ve şümulü" kenar başlıklı 321. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"Temsile salahiyetli olanlar şirketin maksat ve mevzuuna dahil olan her nevi işleri ve hukuki muameleleri şirket adına yapmak ve şirket unvanını kullanmak hakkını haizdirler.

 Temsil salahiyetinin tahdidi, hüsnüniyet sahibi üçüncü şahıslara karşı hüküm ifade etmez. Ancak temsil salahiyetinin sadece merkezin veya bir şubenin işlerine hasrolunduğuna veya müştereken kullanılmasına dair tescil ve ilan edilen tahditler muteberdir.

...

 Temsile salahiyetli olanlar tarafından yapılan muamelenin esas mukaveleye veya umumi heyet kararına aykırı olması, hüsnüniyet sahibi üçüncü şahısların o muameleden dolayı şirkete müracatına mani olamaz.

..."

21. 6762 sayılı Kanun'un "Anonim Şirketlerin İnfisahı ve Tasfiyesi" başlıklı Yedinci Kısım'ının "Aktifleri satma salahiyeti" kenar başlıklı 443. maddesi şöyledir:

"Umumi heyet aksine karar vermiş olmadıkça tasfiye memurları şirketin aktiflerini pazarlık suretiyle de satabilirler.

 (Değişik: 16/6/1989 - 3585/6 md.) Aktiflerin toptan satılabilmesi için umumi heyetin kararı gereklidir. Bu karar hakkında 388 inci maddenin üçüncü ve dördüncü fıkraları uygulanır."

22. 6762 sayılı Kanun'un "Limited Şirket" başlıklı Yedinci Fasıl'ının "Şirketin Teşkilatı" başlıklı Üçüncü Kısım'ının "Salahiyetler" kenar başlıklı 539. maddesi şöyledir:

"Umumi heyet aşağıdaki salahiyetleri haiz olup bunları başka bir organa devredemez:

1. Şirket mukavelesini değiştirmek;

2. Müdürleri tayin ve azletmek;

3. Müdür olmıyan ortaklara bahşedilen kontrol hakları mahfuz kalmak şartiyle murakıpları tayin ve azletmek;

4. Kar ve zarar hesabını ve bilançoyu tasdik ve safi karın kullanma şeklini tayin etmek;

5. Müdürleri ibra etmek;

6. Payların bölünmesi hakkında karar vermek;

7. Kuruluş veya idare işlerinden dolayı şirketin kendi organlarına veya münferit ortaklara karşı haiz olduğu tazminat taleplerini dermeyan etmek.

 Şirket mukavelesinde aksine hüküm olmadıkça umumi heyet, ortakların koymayı taahhüt ettikleri sermayeye mahsuben ödiyecekleri paraların ödeme gününü tesbit ve ticari mümessillerle, bütün ticari işletmeyi idare hakkı verilen ticari vekilleri tayine salahiyetlidir."

23. 6762 sayılı Kanun'un "İdare ve Temsil" başlığı altında "Müdürler"e ilişkin "Ortak olanlar" kenar başlıklı 540. maddesi şöyledir:

"Aksi kararlaştırılmış olmadıkça, ortaklar hep birlikte müdür sıfatiyle şirket işlerini idareye ve şirketi temsile mezun ve mecburdurlar.

 Şirket mukavelesi veya umumi heyet kararı ile şirketin idare ve temsili ortaklardan bir veya birkaçına bırakılabilir.

 Kuruluştan sonra şirkete giren ortaklar, bu hususta umumi heyetin ayrı bir kararı olmadıkça, idare ve temsile mezun ve mecbur değildirler.

 Limitet şirketin temsilcileri arasında bir hükmi şahıs bulunduğu takdirde, ancak o hükmi şahıs adına limitet şirketin temsil ve idaresini üzerine almış bulunan hakiki şahıs limitet şirketin temsilcisi olarak tescil ve ilan edilir."

24. 6762 sayılı Kanun'un "Temsil Salahiyeti" başlığı altında düzenlenen "Şümulu" kenar başlıklı 542. maddesi şöyledir:

"Müdürlerin haiz oldukları temsil salahiyetinin şümul ve tahdidi hakkında, anonim şirketin idare meclisine dair olan 321 inci madde hükmü tatbik olunur.

Vazifelerini ifa dolayısiyle müdürlerin işlemiş oldukları haksız fiillerden şirket mesul olur."

25. 6762 sayılı Kanun'un "Anonim şirket hükümlerine yapılan atıflar" kenar başlıklı 556. maddesi şöyledir:

"Şirketin kuruluşuna iştirak edenlerle şirketin idare veya murakabesine memur edilen kimselerin ve tasfiye memurlarının mesuliyeti, cezai mesuliyetler ve şirketin vekaletlerce murakabesi hakkında anonim şirketin bu hususlara mütaallik hükümleri tatbik olunur."

2. Yargıtay İçtihadı

26. Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin 17/1/2000 tarihli ve E.1998/8298, K.2000/19 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:

"Dava, Limited Şti. müdürünün görev ve yetkisini aşarak şirketin üzerinde faaliyetini sürdürdüğü tek taşınmazının satışının iptali istemine ilişkindir.

Limited Şti.nin müdürlerinin yetkisi, TTK.nun 542. maddesi yollaması ile aynı Kanun`un 321. maddesi ile belirlenmiştir. Buna göre, "temsile selahiyetli olanlar şirketin maksat ve mevzuuna dahil her nevi işleri ve hukuki muameleleri şirket adına yapmak ve şirket adını kullanmak hakkını haiz oldukları" öngörülmüştür.

Anılan kanun hükümleri uyarınca, şirket yönetim kurulu veya temsilcisi, ancak şirket maksat ve konusuna göre her nevi iş ve hukuki işlemleri şirket adına yapmaya yetkilidir. Şirket maksat ve konusu dışına çıkan bir işin veya hukuki işlemin yönetim kurulu veya temsilciler tarafından yapılabilmesi TTK.nun 443/2 maddesi uyarınca, ancak genel kurulun vereceği özel bir yetki ile olabilir. Ayrıca, genel kurulun şirketin tek taşınmazını satmaya yetki verebilmesi için anılan Kanun hükmü gereğince, aynı Kanun`un 388. maddesinin 3. ve 4. fıkralarındaki toplanma ve karar yeter sayısı olması da şarttır.

Dava konusu şirketin ana sözleşmesinin 'amaç ve konusu' başlığı altında taşınmaz alım-satımı da düzenlenmiş ise de, burada söz konusu edilen taşınmazlar, şirketin olağan iştigal konusu ve faaliyetleri arasındaki işlere ilişkin taşınmazlar olup, şirketin üzerinde faaliyetini sürdürdüğü taşınmazın bu kapsamda olduğu düşünülemez.

Yukarıda anlatılanlar karşısında dava konusu satış, Ltd. Şti.`nin tek malvarlığı olduğu iddia edilen ve üzerinde fabrika kurulu arsa satışına ilişkin olduğuna göre, dışardan atanan müdürün tek başına temsil yetkisine dayanarak bu taşınmazı ortaklardan birine satması TTK.nun 542. maddesi yollaması ile aynı Kanun`un 321. ve şirketin tüm malvarlığının elden çıkarılması da yine limited şirketlerde de uygulanması mümkün olan TTK.nun 443/2. maddesi hükmü de dikkate alınarak inceleme yapılmak gerekirken, yazılı olduğu şekilde hüküm kurulması doğru görülmemiş ve kararın bu nedenle bozulması gerekmiştir."

27. Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin 20/10/2011 tarihli ve E.2011/2433, K.2011/14210 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:

"...Asıl davada, iki ortaklı limited şirkette ortaklardan birinin usulsüz olarak kendisini tam yetkili müdür tayin ederek, şirkete ait tek taşınmazı muvazaalı olarak satılması nedeniyle tapu iptali tescil, birleşen davada ise, daha sonra taşınmaz üzerinde bulunan otelin yıkılması nedeniyle, otelin içindeki malların değeri ile elde edilecek gelir ve manevi tazminatın tahsili talep edilmiştir. Mahkemece yukarda açıklanan gerekçeyle asıl ve birleşen davanın reddine karar verilmiştir.

Ancak, mahkemeninsahte olduğu iddia edilen ortaklar kurulu kararının iptali istemli bir dava açılmaması nedeniyle ortaklar kurulu kararının geçerli olup olmadığının bu davada incelenemeyeceği yönündeki gerekçesi yerinde olmayıp, ortaklar kurulu kararının geçersizliği iddiasının işbu davada hadise şeklinde incelenerek sonuçlandırılması mümkün bulunmaktadır. Bir an için ortaklar kurulu kararının sahte olmadığı kabul edilse dahi Dairemizin yerleşmiş içtihatları uyarınca şirket müdürünün şirkete ait tek taşınmazı ortaklar kurulu kararı olmadan satması mümkün değildir. Bu nedenle mahkemenin bu gerekçesine itibar olunması mümkün değildir..."

28. Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin 27/11/2012 tarihli ve E.2011/12391, K.2012/19288 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:

"...Dava, limited şirkete ait tek mal varlığı olan taşınmazın şatışından kaynaklanan tapu iptali ve tescil istemine ilişkindir. Mahkemece, satış işlemini yapan davalı İsmet Taş'ınşirket müdürlüğünün devam ettiği gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiştir.

Dava konusu taşınmaz dava dışı S... Tic. Ltd. Şti'nin tek mal varlığı olduğu anlaşıldığından, şirketin tek mal varlığının satışı için ortaklar kurulu kararı gerekmektedir. Bu konuda satışla ilgili ortaklar kurulu kararı olmadan yapılan satış yok hükmündedir. Bu nedenle davanın kabulü gerekirken reddine karar verilmesi doğru görülmemiş, davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün davacı yararına bozulması gerekmiştir...."

29. Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin 17/1/2013 tarihli ve E.2012/18016, K.2013/876 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:

"...dava konusu taşınmazınşirketinyetkilimüdürününimzasıylaveortakların4/3çoğunluğunun almış olduğu kararla [satıldığı]... satışı gerçekleştiren şirket ortağının, şirket ortaklar kurulunun aldığı karar ile şirketi temsil ve ilzama yetkili kılındığı, bu hususun ticaret sicilinde tescil ve ilan edildiği ve böylece bu işlemin yetki yönüyle TTK 540. maddesi uyarınca yasaya uygun olarak gerçekleştirildiği, satış işlemi sırasında o tarih itibariyle şirketi temsil yetkisi taşıyan K.B.'un bu yetkisini belgeleyen imza sirküleri ve yetki belgesinin tapu sicil müdürlüğüne ibraz edildiği ve bu belgelerin satışa dayanak yapıldığı, satış işlemi ve sonuçları Limited Şirket ortaklarını doğrudan ilgilendirdiğine ve zarara uğramalarına neden olabileceğine göre şirket ortağının da münferit olarak dava açabileceği genel kurulun şirketin tek taşınmazını satmaya yetkili verebilmesi için TTK'nun 443/2. maddesi uyarınca genel kurulun vereceği özel bir yetki ile olabileceğini ve satış işlemi sırasında o tarih itibariyle şirketi temsil yetkisi taşıyan K.B.'un bu yetkisini belgeleyen imza sirküleri ve yetki belgesinin tapu sicil müdürlüğüne ibraz edildiği ve bu belgelerin satışa dayanak yapıldığı, satış işlemi ve sonuçları Limited Şirket ortaklarını doğrudan ilgilendirdiğine ve zarara uğramalarına neden olabileceğine göre şirket ortağının da münferit olarak dava açabileceği genel kurulun şirketin tek taşınmazını satmaya yetkili verebilmesi için TTK'nun 443/2. maddesi uyarınca genel kurulun vereceği özel bir yetki ile olabileceğini ve 338. maddesi 3. ve 4. fıkralarındaki toplama ve karar yeter sayısının da olmasının gerektiği, somut olayda, dava dışı ve davalı K. ile birlikte hareket eden ortakların sermaye ve toplanma nisabının yasanın aradığı yeterlilikte olduğu, muvazaa iddiasının kanıtlanamadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir...Dava dosyası içerisindeki bilgi ve belgelere, mahkeme kararının gerekçesinde dayanılan delillerin tartışılıp, değerlendirilmesinde usul ve yasaya aykırı bir yön bulunmamasına göre, davacılar vekilinin tüm temyiz itirazlarının reddine karar vermek gerekmiştir...."

30. Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 6/4/2011 tarihli ve E.2010/4-650, K.2011/67 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:

"Limitet şirket müdürlerinin yetkisi, Türk Ticaret Kanunu'nun 542.maddesi yollaması ile aynı Kanun'un 321. maddesi ile belirlenmiştir. Anılan maddede, 'temsile salahiyetli olanlar şirketin maksat ve mevzuuna dahil her nevi işleri ve hukuki muameleleri şirket adına yapmak ve şirket adına kullanmak hakkına haiz oldukları' öngörülmüştür.

Şirket maksat ve konusu dışına çıkan bir işin veya hukuki işlemin yönetim kurulu veya temsilciler tarafından yapılabilmesi TTK'nın 443/2.maddesi uyarınca, ancak genel kurulun vereceği özel bir yetki ile olabilir. Ayrıca, genel kurulun şirketin tek taşınmazını satmaya yetkili verebilmesi için anılan Kanun hükmü gereğince, aynı Kanun'un 388.maddesinin 3. ve 4.fıkralarındaki toplanma ve karar yeter sayısı olması da şarttır.

Dava konusu şirketin ana sözleşmesinin 'amaç ve konu' başlığı altında taşınmaz alım- satımı da düzenlenmiş ise de, burada söz konusu edilen taşınmazlar, şirketin olağan iştigal konusu ve faaliyetleri arasındaki işlere ilişkin taşınmazlar olup, şirketin üzerinde faaliyetini sürdürdüğü taşınmazın bu kapsamda olduğu düşünülemez.

Yukarıda anlatılanlar karşısında dava konusu satış, limited şirketin tek malvarlığı olan ve üzerinde petrol ofisi kurulu arsa satışına ilişkin olduğuna göre, şirket müdürünün tek başına temsil yetkisine dayanarak bu taşınmazı satması TTK'nın 542.maddesi yollaması ile aynı Kanun 321.maddesi ve şirketin tüm malvarlığının elden çıkarılması da yine limited şirketlerde de uygulanması mümkün olan TTK'nın 443/2.maddesi hükmüne aykırılık oluşturduğu açıktır.

Diğer yandan, şirket müdürü ile 3. kişi M... B… arasında satışa ilişkin düzenlenen protokol ile tapuda gösterilen değerler birbirlerinden farklı olup, tapuya tescil sırasında tarafların beyanlarının gerçek iradelerini yansıtmadığı da açıktır.

Bu durumda, yerel mahkemece; tapuda yapılan satışın muvazaalı olduğu gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmesinde bir isabetsizlik bulunmamaktadır.

O halde, usul ve yasaya uygun bulunan direnme kararının onanması gerekir."

B. Uluslararası Hukuk

1. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi

31. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne (Sözleşme) ek 1 No.lu Protokol'ün "Mülkiyetin korunması" kenar başlıklı 1. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"Her gerçek ve tüzel kişinin mal ve mülk dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme hakkı vardır. Bir kimse, ancak kamu yararı sebebiyle ve yasada öngörülen koşullara ve uluslararası hukukun genel ilkelerine uygun olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılabilir.

..."

2. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Kararları

32. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) göre Sözleşme'ye ek 1 No.lu Protokol'ün 1. maddesinin temel amacı, devlet tarafından mülkiyet hakkına yapılan haksız müdahalelere karşı kişinin korunmasını sağlamaktır. Sözleşme'nin 1. maddesi uyarınca her taraf devlet "kendi yetki alanı içinde bulunan herkesin, Sözleşme'de tanımlanan hakları ve özgürlüklerden yararlanmalarını sağlama" yükümlülüğü altındadır. Bu genel nitelikli görevin yerine getirilmesi, Sözleşme ile güvence altına alınan hakların etkili bir biçimde uygulanmasını sağlamak için bazı pozitif yükümlülüklere yol açmaktadır (Ališić ve diğerleri/Bosna Hersek, Hırvatistan, Sırbistan, Slovenya ve Makedonya Cumhuriyeti [BD], B. No: 60642/08, 16/7/2014, § 100; Sovtransavto Holding/Ukrayna, B. No: 48553/99, 25/7/2002, § 96).

33. AİHM, Sözleşme'ye ek 1 No.lu Protokol'ün 1. maddesi ile güvence altına alınan mülkiyet hakkının da bazı pozitif yükümlülükler içerdiğini kabul etmektedir. AİHM'e göre mülkiyet hakkının gerçekten etkili bir biçimde korunabilmesi, devletin müdahale etmeme görevi yanında ayrıca bazı pozitif tedbirler almasını da gerektirmektedir (Öneryıldız/Türkiye [BD], B. No: 48939/99, 30/11/2004, § 134; Broniowski/Polonya [BD], B. No: 31443/96, 22/6/2004, § 143).

34. AİHM, Sözleşme'ye ek 1 No.lu Protokol'ün 1. maddesinin devletin doğrudan müdahalesinin söz konusu olmadığı özel kişiler arasındaki uyuşmazlıklar yönünden de -belirli durumlarda- mülkiyet hakkının korunması için gerekli tedbirleri alma yükümlülüğünü içerdiğini kabul etmektedir. Devletin pozitif yükümlülükleri çerçevesinde -özel kişiler arası mülkiyet ilişkileri bakımından olsa bile- kişilerin mülkiyet haklarına yapılacak keyfî müdahalelere karşı hukuksal bir koruma sağlaması gerekmektedir. Bu bağlamda devlet, özellikle tarafların mülkiyet hakkına ilişkin uyuşmazlıklar yönünden gerekli usule ilişkin güvenceleri sunan etkin bir yargısal mekanizma oluşturma yükümlülüğü altındadır. Bu çerçevede oluşturulan yargı yollarında ulusal mahkemeler de iç hukukta yer alan ilgili kanunlar ışığında makul ve adil bir biçimde mülkiyet uyuşmazlıklarını çözmek durumundadır. Mahkeme, bu gerekliliğin sağlanıp sağlanmadığını değerlendirirken uygulanan usulün bütününü incelemektedir (Sovtransavto Holding/Ukrayna, § 96; Fuklev/Ukrayna, B. No: 71186/01, 7/6/2005, §§ 90, 91; Kotov/Rusya [BD], B. No: 54522/00, 3/4/2012, § 112; Anheuser-Busch Inc./Portekiz [BD], B. No: 73049/01, 11/1/2007, §§ 82-87; Capital Bank AD/Bulgaristan, B. No: 49429/99, 24/11/2005, § 134; Kushoglu/Bulgaristan, B. No: 48191/99, 10/5/2007, § 47).

35. Bununla birlikte AİHM; iç hukukun yorumlanması ve uygulanması konusundaki görevinin sınırlı olduğunu, ulusal mahkemelerin hukuk kurallarının yorumlanması bakımından sahip oldukları takdir hakkına açık bir keyfîlik veya bariz bir takdir hatası içermedikçe karışamayacağını belirtmektedir (Anheuser‑Busch Inc./Portekiz, § 83).

36. Diğer taraftan AİHM, her ne kadar Sözleşme'ye ek 1 No.lu Protokol'ün 1. maddesinde açık olarak usule ilişkin güvencelerden söz edilmese de bu maddenin keyfî müdahalelerden korunmak amacıyla, mülkiyet hakkına yapılan müdahalelerin kanun dışı veya keyfî ya da makul olmayan şekilde uygulandığına ilişkin savunma ve itirazlarını sorumlu makamlar önünde etkin bir biçimde ortaya koyabilme olanağının tanınması güvencesini kapsadığını belirtmektedir. Bu değerlendirme ise uygulanan sürecin bütününe bakılarak yapılmalıdır (AGOSI/Birleşik Krallık, B. No: 9118/80, 24/10/1986, § 60; Jokela/Finlandiya, B. No: 28856/95, 21/5/2002, § 45).

37. AİHM ayrıca, usule ilişkin güvencelerin özel kişiler arasında ihtilaf oluşturan mülkiyet hakkı ile ilgili meseleler yanında taraflardan birinin devlet olması durumunda da geçerli olduğunu belirtmiştir (Plechanow/Polonya, B. No: 22279/04, 7/7/2009, § 100). Bu bağlamda mülkiyet hakkının korunmasına dair usule ilişkin güvenceler kapsamında mahkeme kararlarının ilgili ve yeterli bir gerekçeye sahip olması gerektiğine değinilmiştir. AİHM'e göre bu zorunluluk davacının her iddiasına ayrıntılı cevap verilmesi anlamına gelmemekle birlikte en azından mülk sahibinin esasa ilişkin temel iddia ve itirazlarının yargılama makamlarınca yapılacak dikkatli ve özenli bir inceleme sonucunda karşılanması gerektiği vurgulanmıştır (Gereksar ve diğerleri/Türkiye, B. No: 34764/05, 34786/05,34800/05, 34811/05, 1/2/2011, § 54).

38. Gereksar ve diğerleri/Türkiye kararına konu olayda idare tarafından sulama kanalına hasar verilmesi nedeniyle başvurucuların tarlalarının zarar görmesi söz konusudur. AİHM, derece mahkemelerinin kararlarının başvurucuların davanın sonucuna etkili olabilecek mahiyetteki iddia ve itirazlarına cevap verecek nitelikte yeterli bir gerekçe içermediği tespitine yer vermiştir. AİHM, bu sebeple Sözleşme'ye ek 1 No.lu Protokol'ün 1. maddesinde öngörülen usul güvencelerinin yerine getirilmediğini belirterek mülkiyet hakkının ihlal edildiği sonucuna varmıştır (Gereksar ve diğerleri/Türkiye, §§ 55-64).

V. İNCELEME VE GEREKÇE

39. Mahkemenin 24/5/2018 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucuların İddiaları ve Bakanlık Görüşü

40. Başvurucular, dava konusu taşınmazın satış bedeli ile yapılan keşif ve bilirkişi incelemesiyle tespit edilen bedel arasında aşırı bir fark bulunduğunu belirtmişlerdir. Başvurucular ayrıca henüz inşaata başlanmadan devredilen pay için inşaatın tesliminin üstlenilerek taşınmaz payının üzerindeki hacizler ile birlikte devralınması ve ayrıca satış bedelinin ödenmesi karşısında davalının iyi niyetli olmadığını ifade etmişlerdir. Başvuruculara göre yapılan satış muvazaalı olduğu hâlde bu hususlar bilirkişi raporunda ve derece mahkemelerince değerlendirilmemiştir.

41. Başvurucular ayrıca Şirketin tek ve yegâne mülkü olan ve bütün ekonomik geleceğini yatırmış olduğu taşınmazdaki payın Ortaklar Kurulu kararı alınmadan satıldığını belirtmişlerdir. Başvuruculara göre bu karar olmaksızın gerçekleştirilen satış işleminin geçerli olup olmadığı yönünde ise derece mahkemelerince yeterli bir gerekçe ortaya konulamamıştır. Başvurucular, yetkisiz olarak yapılan satış işlemi nedeniyle mülklerini kaybettiklerinden yakınmışlardır.

42. Başvurucular, bu gerekçelerle mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.

43. Başvurucu Kamil Darbaz 10/4/2017 ve 2/5/2017 tarihli dilekçelerde, FETÖ-PDY'ye himmet adı altında para yardımında bulunmadığı için kamuoyunda Selam-Tevhid soruşturması diye bilinen ceza soruşturması kapsamında telefonlarının dinlendiğini belirtmiştir. Başvurucu, benzer uyuşmazlıklarda Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin ve Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun lehe olan çok sayıda kararlarının bulunduğunu ancak başvuruya konu uyuşmazlığın söz konusu terör örgütünce yapılan bir kumpas sonucu aleyhine sonuçlandığını ileri sürmüştür.

B. Değerlendirme

44. Anayasa’nın "Mülkiyet hakkı" kenar başlıklı 35. maddesi şöyledir:

“Herkes, mülkiyet hak[kına] sahiptir.

Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir.

Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz.”

45. Anayasa’nın "Devletin temel amaç ve görevleri" kenar başlıklı 5. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

“Devletin temel amaç ve görevleri, … Cumhuriyeti ve demokrasiyi korumak, kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak; kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddî ve manevî varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmaktır.”

46. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucular, mülkiyet haklarının ihlal edildiği iddiaları yanında adil yargılanma haklarının da ihlal edildiğini ileri sürmektedir. Ancak başvurucuların temel iddiası, uyuşmazlık konusu taşınmazdaki paylarının muvazaalı olarak ve yetkisiz bir satış yüzünden kaybedilmesi nedeniyle mülkiyet haklarının ihlal edildiğine ilişkindir. Dolayısıyla başvurucuların belirtilen iddialarının mülkiyet hakkı kapsamında incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

47. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Esas Yönünden

48. Anayasa'nın 35. maddesi kapsamındaki mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri süren başvurucu, böyle bir hakkın varlığını kanıtlamak zorundadır (Cemile Ünlü, B. No: 2013/382, 16/4/2013, § 26). Somut olayda uyuşmazlık konusu taşınmazda diğer ortak tarafından satış yapılmadan önce Şirketin payının olduğu tapu kaydından anlaşılmaktadır. Başvurucuların ihlal iddiaları ise satış işleminin geçerliliğine ilişkindir. Mülkiyet hakkının varlığı ise sürecin bütünü gözetilerek ve müdahale öncesi aşama itibarıyla belirlenmektedir. Dolayısıyla uyuşmazlığa konu taşınmaz yönünden Anayasa'nın 35. maddesi bağlamında başvurucuların mülklerinin mevcut olduğunda kuşku bulunmamaktadır.

49. Başvuru konusu olayda başvurucuların mülkiyet haklarına yönelik olarak kamu makamlarınca doğrudan yapılan bir müdahale mevcut olmayıp özel kişiler arası bir uyuşmazlık söz konusudur. Dolayısıyla başvuruda, devletin mülkiyet hakkına ilişkin pozitif yükümlülükleri yönünden inceleme yapılması gerekmektedir.

a. Genel İlkeler

50. Mülkiyet hakkının korunmasının devlete birtakım pozitif yükümlülükler yüklediği hususu Anayasa'nın 35. maddesinin lafzında açık bir biçimde düzenlenmemiş ise de bu güvencenin sadece devlete atfedilebilen müdahalelere yönelik sınırlamalar getirdiği, bireyi üçüncü kişilerin müdahalelerine karşı korumasız bıraktığı düşünülemez. Pozitif yükümlülüklerin ortaya çıkmasının nedeni gerçek anlamda koruma sağlanmasıdır. Buna göre anılan maddede bir temel hak olarak güvence altına alınmış olan mülkiyet hakkının gerçekten ve etkili bir şekilde korunabilmesi yalnızca devletin müdahaleden kaçınmasına bağlı değildir. Gerçek anlamda koruma sağlanması için devletin negatif yükümlülükleri dışında pozitif yükümlülüklerinin de olması gerekir. Dolayısıyla Anayasa'nın 5. ve 35. maddeleri uyarınca devletin mülkiyet hakkının korunmasına ilişkin pozitif yükümlülükleri bulunmaktadır. Bu bağlamda söz konusu pozitif yükümlülükler, kimi durumlarda özel kişiler arasındaki uyuşmazlıklar da dâhil olmak üzere mülkiyet hakkının korunması için belirli tedbirlerin alınmasını gerektirmektedir (Türkiye Emekliler Derneği, B. No: 2012/1035, 17/7/2014, §§ 34-38; Eyyüp Boynukara, B. No: 2013/7842, 17/2/2016, §§ 39-41; Osmanoğlu İnşaat Eğitim Gıda Temizlik Hizmetleri Petrol Ürünleri Sanayi Ticaret Limitet Şirketi, B. No: 2014/8649, 15/2/2017, § 43).

51. Devletin pozitif yükümlülükleri, mülkiyet hakkına yapılan müdahalelere karşı usule ilişkin güvenceleri sunan yargısal yolları da içeren etkili hukuksal bir çerçeve oluşturma ve oluşturulan bu hukuksal çerçeve kapsamında yargısal ve idari makamların bireylerin özel kişilerle olan uyuşmazlıklarında etkili ve adil bir karar vermesini temin etme sorumluluklarını da içermektedir (Selahattin Turan, B. No: 2014/11410, 22/6/2017, § 41).

52. Anayasa'nın 35. maddesi usule ilişkin açık bir güvenceden söz etmemektedir. Bununla birlikte mülkiyet hakkının gerçek anlamda korunabilmesi bakımından bu madde, Anayasa Mahkemesinin çeşitli kararlarında da ifade edildiği üzere mülk sahibine müdahalenin kanun dışı veya keyfî ya da makul olmayan şekilde uygulandığına ilişkin savunma ve itirazlarını sorumlu makamlar önünde etkin bir biçimde ortaya koyabilme olanağının tanınması güvencesini kapsamaktadır. Bu değerlendirme ise uygulanan sürecin bütününe bakılarak yapılmalıdır (Züliye Öztürk, B. No: 2014/1734, 14/9/2017, § 36; Bekir Yazıcı [GK], B. No: 2013/3044, 17/12/2015, § 71).

53. Mülkiyet hakkının usule ilişkin güvenceleri hem özel kişiler arasındaki mülkiyet uyuşmazlıklarında hem de taraflardan birinin kamu gücü olduğu durumlarda geçerlidir. Bu bağlamda mülkiyet hakkının korunmasının söz konusu olduğu durumlarda usule ilişkin güvencelerin somut olayda yerine getirildiğinden söz edilebilmesi için derece mahkemelerinin kararlarında konu ile ilgili ve yeterli gerekçe bulunmalıdır. Ayrıca belirtmek gerekir ki bu zorunluluk davacının bütün iddialarına cevap verilmesi anlamına gelmemekle birlikte mülkiyet hakkını ilgilendiren davanın sonucuna etkili esasa ilişkin temel iddia ve itirazların yargılama makamlarınca özenli bir şekilde değerlendirilerek karşılanması gerekmektedir.

b. İlkelerin Olaya Uygulanması

54. Somut olayda başvurucu Şirketin uyuşmazlık konusu taşınmazdaki payının Şirketin iki ortağından biri olan Ö.Ş. tarafından üçüncü bir kişiye satıldığı ihtilaf konusu değildir. Başvurucular, bu satış üzerine yapılan tescilin yolsuz olduğunu ileri sürmüşlerdir. Başvurucuların iddia ettikleri gibi geçersiz bir satış işlemine dayalı olarak yapılan tescilin yolsuz olduğunun kabul edilmesi durumunda hukuka aykırı olarak taşınmazdaki payın kaybı gibi bir sonuç doğar ki bunun başvurucuların mülkiyet hakları yönünden ölçüsüz ve aşırı bir külfete yol açacağı kuşkusuzdur. Dolayısıyla olayda başvurucular tarafından açılan davada derece mahkemelerince bu iddiaların açıklığa kavuşturulması mülkiyet hakkının korunması bakımından önem taşımaktadır.

55. Başvurucuların bu kapsamda iki ayrı iddiası söz konusudur. İlk olarak yapılan satışın taşınmaz payının gerçek değerini yansıtmadığı ve satın alan kişinin de iyi niyetli olmadığından bahisle satışın muvazaalı olduğu ileri sürülmektedir. Başvurucular ikinci olarak Şirketin tek taşınmazı ile ilgili olduğundan dolayı satışın kanun gereği Ortaklar Kurulu kararı alınarak yapılması gerektiği hâlde bu karar alınmadan yetkisiz yapıldığını iddia etmektedir.

56. Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuru kapsamında kural olarak muvazaa veya yetkisiz temsil gibi borçlar hukukuna ilişkin olay ve olguları değerlendirme görevi bulunmamaktadır. Bu aşamada belirtmek gerekir ki delillerin değerlendirilmesi ve hukuk kurallarının yorumlanması yetkisi kural olarak -keyfî olmadığı veya açık ve bariz bir takdir hatası içermediği sürece- derece mahkemelerine aittir.

57. Ancak başvurucular, somut olayda belirtilen itirazlarının derece mahkemelerince değerlendirilmediğinden yakınmışlardır. Dolayısıyla başvurucuların bu iddiaları nedeniyle yukarıda değinilen mülkiyet hakkının korunmasına dair usule ilişkin güvencelerin somut olayda yerine getirilip getirilmediği değerlendirilerek sonuca varılacaktır.

58. Başvurucular muvazaa iddialarının değerlendirilmediğini ileri sürmüşlerse de akrabalık veya yakın ilişkileri sebebiyle başvurucuların dinlenen tanıklarını hükme esas almayan Mahkeme, başvurucuların satış işleminin muvazaalı olduğunu ispatlayamadıklarını belirtmiştir. Diğer taraftan bu karar, Yargıtay 11. Hukuk Dairesince 3/6/2014 tarihinde onanmış; 19/3/2015 tarihli karar düzeltme talebinin reddine ilişkin kararda da davacıların muvazaanın varlığını ispatlayamadıkları ve satılan taşınmaz üzerinde bulunan 645.425 TL tutarındaki hacze konu icra dosyasındaki borçların davalı tarafından üstlenilmiş olduğu açıklanmıştır. Buna göre derece mahkemeleri satışın muvazaalı olduğu yönündeki bilirkişi raporunu hükme esas almamıştır. Yargılama makamlarının teknik konularda bilirkişi raporlarındaki bilimsel görüşleri dikkate alması gerekmekle birlikte mahkemelerin görevine giren hukuki olgular yönünden ayrıca bilirkişi incelemesi yaptırmasına gerek bulunmadığı gibi buna dair görüş ve kanaatlere uymaması da tabiidir. Dolayısıyla başvurucuların muvazaa iddiası bakımından derece mahkemelerinin kararlarının yeterli bir gerekçe içermediği söylenemez.

59. Bunun yanında başvurucuların Şirketin tek taşınmazı yönünden Ortaklar Kurulu kararı bulunmadan yapılan satışın geçersiz olduğu iddiası yönünden derece mahkemelerinin kararlarında ilgili ve yeterli bir gerekçe bulunup bulunmadığı değerlendirilmelidir. Başvurucular, bu iddialarını olay tarihi itibarıyla yürürlükte olan 6762 sayılı Kanun'un ilgili hükümlerine dayandırmışlardır (bkz. §§ 20-25). Ayrıca benzer olaylarda verilen kararlılık kazanmış Yargıtay içtihadına göre limitet şirketin tek taşınmazının satışı hâlinde ortaklar kurulu kararının alınması gerektiği ve şirket müdürü veya ortağının tek başına temsil yetkisine sahip olmadığı belirtilmiştir (bkz. §§ 26-30). Bu durumda ilgili Kanun hükümleri ve Yargıtay içtihadı dikkate alındığında başvurucuların söz konusu iddiasının yargılamanın sonucunu doğrudan etkileyebilecek nitelikte olup ayrı ve açık bir yanıt verilmesini gerektirdiği açıktır.

60. Buna karşın ilk derece mahkemesinin kararında başvurucuların söz konusu iddiaları yönünden herhangi bir değerlendirmenin yapılmamış olduğu görülmektedir. Hükmün onanmasına ilişkin Yargıtay kararında ise ilk derece mahkemesinin kararına atıf yapılmakla yetinilmiştir. Karar düzeltme istemi üzerine aynı Daire tarafından verilen kararda ise yalnızca başvurucu Şirketin iştigal konusu nedeniyle 6762 sayılı Kanun'un 443. maddesinin ikinci fıkrasının uygulanamayacağı belirtilmiştir. Bununla birlikte olayda başvurucu Şirketin tek taşınmazı yönünden tek faaliyet alanı olan, üzerine arsa karşılığı inşaat yapma yükümlülüğü bulunan, Şirketin varlığı bakımından hayati önemi haiz taşınmazını Şirketin bir ortağının diğer ortağından habersiz olarak sattığı iddia edilmektedir. İlk derece mahkemesince alınan bilirkişi raporunda da başvurucuların iddialarını doğrular mahiyette ifadelere yer verilmiştir. Buna göre yapılan değerlendirmede başvurucu Şirketin faaliyet alanının ne olduğu ve niçin bu faaliyet alanı yönünden ilgili Kanun hükmünün uygulama alanının olmadığı açık olarak belirtilmemiştir. Buna bağlı olarak söz konusu taşınmazın Şirketin tek taşınmazı olup olmadığı, tek taşınmaz olması hâlinde ise Ortaklar Kurulu kararı alınmadan satılmış olmasının yolsuz tescil teşkil edip etmediği yapılan yargılama neticesinde açıklığa kavuşturulamamıştır. Dolayısıyla aynı konu hakkındaki Yargıtay içtihadı da dikkate alındığında mülkiyet hakkına ilişkin yargılamanın sonucu bakımından bu kadar önemli bir iddia yönünden derece mahkemelerince yapılan değerlendirmenin yeterli olmadığı anlaşılmaktadır.

61. Bu durumda derece mahkemelerinin kararlarının başvurucuların mülkiyet haklarına ilişkin davanın sonucuna etkili olabilecek mahiyetteki iddia ve itirazlarına cevap verecek nitelikte yeterli bir gerekçe içermediği tespit edilmiştir. Bu sebeple mülkiyet hakkının korunmasına ilişkin usule ilişkin güvencelerin somut olayda yerine getirilmediği sonucuna varılmıştır.

62. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

C. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

63. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:

“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…

(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

64. Başvurucu, yeniden yargılama yapılmasına karar verilmesi talebinde bulunmuştur.

65. Başvuruda, mülkiyet hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.

66. Mülkiyet hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunduğundan kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere İstanbul Anadolu 21. Asliye Hukuk Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekir. Bu karar, davanın tarafları yararına veya aleyhine uyuşmazlığın esası yönünden doğrudan herhangi bir sonuca yol açmamaktadır. Buna göre ihlalin sonuçlarının giderilmesi için yeniden yapılacak yargılamada mülkiyet hakkının usul yönünden ihlaline yol açan uyuşmazlığın çözümüne etkili, ayrı ve açık yanıt gerektiren başvurucuların iddialarının derece mahkemelerince yeterli ve makul bir gerekçe ile karşılanması gerekmektedir.

67. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 226,90 TL harç ve 1.980 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.206,90 TL yargılama giderinin başvuruculara müşterek olarak ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Başvurunun KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Kararın bir örneğinin mülkiyet hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere İstanbul Anadolu 21. Asliye Hukuk Mahkemesine (E.2009/276, K.2012/345) GÖNDERİLMESİNE,

D. 226,90 TL harç ve 1.980 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.206,90 TL yargılama giderinin BAŞVURUCULARA MÜŞTEREKEN ÖDENMESİNE,

E. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

F. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 24/5/2018 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

MUSTAFA DUMAN BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2015/19177)

 

Karar Tarihi: 19/2/2019

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Burhan ÜSTÜN

Üyeler

:

Serdar ÖZGÜLDÜR

 

 

Serruh KALELİ

 

 

Kadir ÖZKAYA

 

 

Yusuf Şevki HAKYEMEZ

Raportör

:

Eşref Uğur ŞENOL

Başvurucu

:

Mustafa DUMAN

Vekili

:

Av. Mehmet Halim YILDIZOĞLU

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, ruhsatsız olan binanın yıkılması ve binanın yıkımı sırasında taşınmaz üzerinde bulunan ağaçlar ve diğer bitkilere zarar verilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 8/12/2015 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:

8. Başvurucu, Antalya'nın Alanya ilçesi Konaklı beldesi Pamukyeri Mahallesi 108 ada 1 parsel sayılı taşınmazın tapu kayıtlarına göre malikidir. Taşınmaz, tapuda arsa niteliğiyle kayıtlıdır. Bu taşınmaz üzerinde başvurucuya ait restoran olarak kullanılan bir bina bulunmaktadır.

9. Konaklı Belediyesi (Belediye) tarafından yapılan denetimde taşınmaz üzerinde yer alan binanın kaçak olarak inşa edildiği tespit edilmiş ve 10/4/2007 tarihinde bina mühürlenmiştir. Belediye Encümeni 12/4/2007 tarihinde, 13/5/1985 tarihli ve 3194 sayılı İmar Kanunu’nun 42. maddesi gereğince başvurucuya 1.000 TL para cezası vermiştir. Diğer taraftan aynı kararla yapının ıslahı için başvurucuya bir aylık süre verilmiştir.

10. Belediye tarafından 24/4/2007 tarihinde de söz konusu para cezasına ilişkin ceza ihbarnamesi düzenlenmiştir. Başvurucu bu para cezası kararına itiraz etmiştir. Belediye Encümeninin 10/5/2007 tarihli kararıyla başvurucunun itirazının reddine karar verilmiştir.

11. Diğer taraftan Belediye Encümeni 6/9/2007 tarihinde, Konaklı beldesi Pamukyeri Mahallesi Paşa Otel karşısı Tropical Otel üstü olarak ifade edilen muhitte Belediye tarafından mühürlenen yere bina yapan M.B.ye 3194 sayılı Kanun'un 42. maddesi gereğince 2.500 TL idari para cezası vermiştir. Aynı kararda mühürlü yere yapılan yapının yıkılmasına karar verilmiştir.28/4/2008 tarihli 229266 sıralı tahsilat makbuzundan, anılan para cezasının M.B. tarafından Belediyeye ödendiği anlaşılmaktadır.

12. Belediye Fen İşleri Müdürlüğünün 9/8/2010 tarihli yazısında, 10/4/2007 tarihinde mühürlenen başvurucuya ait ruhsatsız yapının 3194 sayılı Kanun'un 32. maddesi uyarınca 11/8/2010 tarihinde yıkılacağı belirtilmiştir. Bu kararın icrası amacıyla hazırlanan tebliğ evrakının başvurucuya teslim edilmek üzere bina bekçisine tebliğ edildiğine ilişkin 9/8/2010 tarihli tutanak tutulduğu görülmüştür. Başvurucunun beyanına göre yıkım işlemi Belediye tarafından 11/8/2010 tarihinde gerçekleştirilmiştir.

13. Başvurucunun delil tespiti talebi üzerine Alanya 1. Sulh Hukuk Mahkemesince (D. İş 2010/239 sayılı dosya) mahallinde 13/8/2010 tarihinde keşif yapılmıştır. Bu keşif üzerine alınan bilirkişi raporlarında keşif tarihi itibarıyla taşınmaz üzerinde bulunan bina ve kamelyanın yıkılmış olduğu, binanın etrafında bulunan meyve ağaçları, peyzaj amaçlı dikilen süs bitkileri ile erozyonu engellemek amacıyla yapılan eski terasların sökülüp yıkıldığı belirtilmiştir. Yıkım nedeniyle oluşan zarar miktarı inşaat bilirkişi raporunda 185.000 TL; ziraat bilirkişi raporunda ise 2.750 TL olarak tespit edilmiştir.

14. Başvurucu; yıkım kararı olmamasına rağmen binanın yıkıldığı iddiasıyla ilgili Belediye başkanı ve görevlileri hakkında şikâyetçi olmuştur. Başvuru formuna ekli 20/9/2011 tarihli ön inceleme raporu incelendiğinde, Antalya Valiliğinin 27/7/2011 tarihli yazısıyla başlatılan ön inceleme sonucunda ilgili Belediye başkanı ve görevlileri hakkında soruşturma izni verilmesi hususunda görüş sunulmuştur. Raporda, söz konusu yapıya ait hukuki geçerliliği olan mevzuata uygun bir yıkım kararı bulunmadığı vurgulanmıştır. Başvurucunun beyanına göre Alanya Kaymakamlığı tarafından -belirtilmeyen bir tarihte- ilgililer hakkında soruşturma açılmasına yer olmadığına karar verilmiştir.

15. Başvurucu, yıkım işleminin gerçekleştirilmesi üzerine Belediye Encümeninin 12/4/2007 tarihli ve 53 sayılı kararının iptali ile yıkım nedeniyle oluşan zararının tazmini için 17/8/2010 tarihinde Antalya 1. İdare Mahkemesinde (Mahkeme) tam yargı davası açmıştır.

16. Mahkeme 23/9/2011 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesinde, başvurucunun idari para cezası ile kaçak yapının ıslahı için bir aylık süre verilmesi yönündeki 12/4/2007 tarihli idari işleme karşı dava açtığı fakat 6/9/2007 tarihli yıkım kararına dair idari işleme karşı dava açılmadığından anılan kararın kesinleştiği belirtilmiştir. Buna göre, yıkım kararı dava açılmaksızın kesinleştiğinden bu karara dayalı olarak tesis olunan işlemlerde hukuka aykırılık bulunmadığı ifade edilmiştir. Diğer taraftan kararda, yıkılan yapının Augea Antik Kenti III. Derece Arkeolojik Sit Alanında kalması nedeniyle ruhsata bağlanmasının mümkün olmadığı da vurgulanmıştır.

17. Danıştay Ondördüncü Dairesi 17/4/2014 tarihinde kararın onanmasına hükmetmiştir. Başvurucunun karar düzeltme talebi de aynı Daire tarafından 8/10/2015 tarihinde reddedilmesi üzerine karar kesinleşmiştir.

18. Nihai karar, başvurucu vekiline 9/11/2015 tarihinde tebliğ edilmiştir.

19. Başvurucu 8/12/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

IV. İLGİLİ HUKUK

A. Ulusal Hukuk

20. 3194 sayılı Kanun’un "Yapı ruhsatiyesi" kenar başlıklı 21. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

 “Bu Kanunun kapsamına giren bütün yapılar için 26 ncı maddede belirtilen istisna dışında belediye veya valiliklerden yapı ruhsatiyesi alınması mecburidir.”

21. 3194 sayılı Kanun’un "Ruhsat alma şartları" kenar başlıklı 22. maddesi şöyledir:

 “Yapı ruhsatiyesi almak için belediye, valilik bürolarına yapı sahipleri veya kanuni vekillerince dilekçe ile müracaat edilir. Dilekçeye sadece tapu (istisnai hallerde tapu senedi yerine geçecek belge), mimari proje, statik proje, elektrik ve tesisat projeleri, resim ve hesapları, röperli veya yoksa, ebatlı kroki eklenmesi gereklidir.

Belediyeler veya valiliklerce ruhsat ve ekleri incelenerek eksik ve yanlış bulunmuyorsa müracaat tarihinden itibaren en geç otuz gün içinde yapı ruhsatiyesi verilir.

Eksik veya yanlış olduğu takdirde; müracaat tarihinden itibaren onbeş gün içinde müracaatçıya ilgili bütün eksik ve yanlışları yazı ile bildirilir. Eksik ve yanlışlar giderildikten sonra yapılacak müracaattan itibaren en geç onbeş gün içinde yapı ruhsatiyesi verilir.”

22. 3194 sayılı Kanun’un "Ruhsatsız veya ruhsat ve eklerine aykırı olarak başlanan yapılar" kenar başlıklı 32. maddesi şöyledir:

 “Bu Kanun hükümlerine göre ruhsat alınmadan yapılabilecek yapılar hariç; ruhsat alınmadan yapıya başlandığı veya ruhsat ve eklerine aykırı yapı yapıldığı ilgili idarece tespiti, fenni mesulce tespiti ve ihbarı veya herhangi bir şekilde bu duruma muttali olunması üzerine, belediye veya valiliklerce o andaki inşaat durumu tespit edilir. Yapı mühürlenerek inşaat derhal durdurulur.

Durdurma, yapı tatil zaptının yapı yerine asılmasıyla yapı sahibine tebliğ edilmiş sayılır. Bu tebligatın bir nüshasıda muhtara bırakılır.

Bu tarihten itibaren en çok bir ay içinde yapı sahibi, yapısını ruhsata uygun hale getirerek veya ruhsat alarak, belediyeden veya valilikten mühürün kaldırılmasını ister.

Ruhsata aykırılık olan yapıda, bu aykırılığın giderilmiş olduğu veya ruhsat alındığı ve yapının bu ruhsata uygunluğu, inceleme sonunda anlaşılırsa, mühür, belediye veya valilikçe kaldırılır ve inşaatın devamına izin verilir.

Aksi takdirde, ruhsat iptal edilir, ruhsata aykırı veya ruhsatsız yapılan bina, belediye encümeni veya il idare kurulu kararını müteakip, belediye veya valilikçe yıktırılır ve masrafı yapı sahibinden tahsil edilir.”

23. 3194 sayılı Kanun’un "İdari müeyyideler" kenar başlıklı 42. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

 “Bu maddede belirtilen ve imar mevzuatına aykırılık teşkil eden fiil ve hallerin tespit edildiği tarihten itibaren on iş günü içinde ilgili idare encümenince sorumlular hakkında, üstlenilen her bir sorumluluk için ayrı ayrı olarak bu maddede belirtilen idari müeyyideler uygulanır.

Ruhsat alınmaksızın veya ruhsata, ruhsat eki etüt ve projelere veya imar mevzuatına aykırı olarak yapılan yapının sahibine, yapı müteahhidine veya aykırılığı altı iş günü içinde idareye bildirmeyen ilgili fenni mesullere yapının mülkiyet durumuna, bulunduğu alanın özelliğine, durumuna, niteliğine ve sınıfına, yerleşmeye ve çevreye etkisine, can ve mal emniyetini tehdit edip etmediğine ve aykırılığın büyüklüğüne göre, beşyüz Türk Lirasından az olmamak üzere, aşağıdaki şekilde hesaplanan idari para cezaları uygulanır:

...”

B. Uluslararası Hukuk

24. Keriman Tekin ve diğerleri/Türkiye (B. No: 22035/10, 15/11/2016) kararına konu olay, başvuruculara ait 1997 yılında yaptırılan konutun bir okul inşaatı yapımı sırasında zarar görmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Bu olayda derece mahkemeleri konutun ruhsatsız olduğu gerekçesiyle başvurucuların tazminat taleplerini reddetmiştir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) tarafından, özellikle ruhsatsız olarak yapılmış olsa da kamu makamlarınca bu yapının yıktırılmadığı veya yıkımı yönünde bir işleme de girişilmediğine dikkat çekilerek tapuya tescil edilen konut yönünden başvurucuların Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne (Sözleşme) ek 1 No.lu Protokol'ün 1. maddesinin birinci paragrafında ifade edilen anlamda mülk teşkil edebilecek menfaatlerinin olduğu belirtilmiştir (Keriman Tekin ve diğerleri/Türkiye, §§ 40-47). AİHM; başvuruyu genel ilke niteliğindeki mülkiyetten barışçıl yararlanma hakkına ilişkin birinci kural çerçevesinde incelemiş (Keriman Tekin ve diğerleri/Türkiye, §§ 52, 55), müdahalenin kanuni dayanağının çevreyi korumak yönünde bir meşru amacı içerdiğini kabul etmiştir (Keriman Tekin ve diğerleri/Türkiye, §§ 68, 69). Ancak AİHM'e göre somut olayın koşullarında oluşan maddi zarara rağmen başvurucuların tazminat taleplerinin reddedilmesi, başvurucuların mülkiyet hakkı kapsamındaki menfaatleri ile kamunun yararı arasındaki adil dengeyi bozmuş; başvuruculara aşırı ve olağan dışı bir külfet yükletilmesine yol açmıştır. AİHM, bu gerekçelerle başvurucuların mülkiyet haklarının ihlaline karar vermiştir (Keriman Tekin ve diğerleri/Türkiye, §§ 70, 71).

25. Benzer şekilde Tiryakioğlu/Türkiye (k.k.), (B. No: 24404/02, 13/5/2008) kararında da AİHM, başvurucunun askerî güvenlik bölgesi içinde ruhsatsız olarak yapılan binanın yıkımına ilişkin şikâyetini incelemiştir. AİHM özellikle bu alanda bina yapılamayacağına dair düzenlemenin öngörülebilir olduğuna ve nitekim binanın yapımından kısa bir süre sonra da yıkım ile ilgili idare tarafından işlemler yapıldığına vurgu yapmıştır. AİHM, bu alanda kamu makamlarına tanınan geniş takdir yetkisi de dikkate alındığında başvurucuya şahsi olarak aşırı bir külfet yüklenmediğini belirterek müdahaleyi ölçülü bulmuştur.

V. İNCELEME VE GEREKÇE

26. Mahkemenin 19/2/2019 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucuların İddiaları

27. Başvurucu, maliki olduğu taşınmaz üzerindeki yapının imar affı hükümlerinden faydalandırılması gerektiğini ifade etmiştir. Başvurucu bina üzerinde yapmış olduğu tamirat ve tadilatların ruhsata tabi olmadığını, diğer taraftan bina hakkında alınmış bir yıkım kararı olmadan binanın yıkıldığını savunmuştur. Başvurucuya göre Belediyenin yıkım işlemine dayanak olarak gösterdiği 6/9/2007 tarihli karar, M.B. isimli başka bir kişiye ait binaya ilişkin alınmıştır.

28. Başvurucu, 6/9/2007 tarihli yıkım kararının kendi binasına ilişkin olmamasına rağmen derece mahkemelerince yıkım işleminin dayanağı olarak kabul edilmesinin adil yargılanma hakkını ihlal ettiğini ileri sürmüştür. Diğer taraftan başvurucu, binanın yıkılmasına rağmen zararının karşılanmadığını, yıkım işlemi sırasında binanın çevresinde bulunan çok yıllık ağaç ve diğer bitkilerin de haksız bir şekilde yok edildiğini fakat zararının tazmin edilmediğini belirterek mülkiyet hakkının ihlal edildiğinden yakınmıştır.

B. Değerlendirme

29. Anayasa’nın 35. maddesi şöyledir:

 “Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.

Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir.

Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz.”

30. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucular tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16).

31. Somut olayda başvurucu, mülkiyet hakkı dışında adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmektedir. Ancak başvurucunun asıl şikâyetinin yıkım kararı olmamasına rağmen binasının yıkıldığı, yıkım işlemi sırasında binanın çevresinde bulunan ağaçların ve bitkilerin söküldüğü, buna rağmen zararının karşılanmadığına ilişkin olduğu anlaşılmaktadır. Bu nedenle başvurucunun şikâyetlerinin tümünün, binanın yıkımına rağmen zararın giderilmemesi ve diğer zararların tazmin edilmemesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlali iddiası kapsamında incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.

1. Binanın Yıkımı Nedeniyle Mülkiyet Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

a. Kabul Edilebilirlik Yönünden

32. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir nedeni de bulunmadığı anlaşılan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

b. Esas Yönünden

i. Mülkün Varlığı

33. Anayasa'nın 35. maddesinin birinci fıkrasında "Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir." denilmek suretiyle mülkiyet hakkı güvenceye bağlanmıştır. Anayasa'nın anılan maddesiyle güvenceye bağlanan mülkiyet hakkı, ekonomik değer ifade eden ve parayla değerlendirilebilen her türlü mal varlığı hakkını kapsamaktadır (AYM, E.2015/39, K.2015/62, 1/7/2015, § 20). Bu bağlamda mülk olarak değerlendirilmesi gerektiğinde kuşku bulunmayan menkul ve gayrimenkul mallar ile bunların üzerinde tesis edilen sınırlı ayni haklar ve fikrî hakların yanı sıra icrası kabil olan her türlü alacak da mülkiyet hakkının kapsamına dâhildir (Mahmut Duran ve diğerleri, B. No: 2014/11441, 1/2/2017, § 60).

34.Başvuru konusu olayda binanın ruhsatının bulunmadığı açıktır. Bununla birlikte söz konusu binanın kullanımı yönünden başvurucunun Anayasa'nın 35. maddesi uyarınca mülkiyet hakkı kapsamında korunması gereken bir menfaatinin mevcut olduğu kabul edilmiştir.

ii. Müdahalenin Varlığı

35. Anayasa’nın 35. maddesi ile mülkiyet hakkına temas eden diğer hükümleri birlikte değerlendirildiğinde Anayasa'nın mülkiyet hakkına müdahaleyle ilgili üç kural ihtiva ettiği görülmektedir. Buna göre Anayasa'nın 35. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin mülkiyet hakkına sahip olduğu belirtilmek suretiyle mülkten barışçıl yararlanma hakkına yer verilmiş; ikinci fıkrasında da mülkten barışçıl yararlanma hakkına müdahalenin çerçevesi belirlenmiştir. Maddenin ikinci fıkrasında genel olarak mülkiyet hakkının hangi koşullarda sınırlanabileceği belirlenerek aynı zamanda mülkten yoksun bırakmanın şartlarının genel çerçevesi de çizilmiştir. Maddenin son fıkrasında ise mülkiyet hakkının kullanımının toplum yararına aykırı olamayacağı kurala bağlanmak suretiyle devletin mülkiyetin kullanımını kontrol etmesine ve düzenlemesine imkân sağlanmıştır. Anayasa'nın diğer bazı maddelerinde de devlet tarafından mülkiyetin kontrolüne imkân tanıyan özel hükümlere yer verilmiştir. Ayrıca belirtmek gerekir ki mülkten yoksun bırakma ve mülkiyetin düzenlenmesi, mülkiyet hakkına müdahalenin özel biçimleridir (Recep Tarhan ve Afife Tarhan, B. No: 2014/1546, 2/2/2017, §§ 55-58).

36. Somut olayda Belediye tarafından başvurucuya ait bina tazminat ödenmeksizin yıkılmıştır. Dolayısıyla kamu makamlarının doğrudan yürütmekte olduğu bir faaliyet sırasında başvurucunun mülkiyet hakkına yönelik bir müdahale söz konusudur.

37. Mülkiyet hakkı yönünden şikâyet edilen temel husus taşınmaz üzerindeki yapının tazminat ödenmeksizin yıkılmasına ilişkindir. Başvurucunun mülkiyet hakkına yapılan bu müdahale, mülkiyetten yoksun bırakma niteliği taşımadığı gibi mülkiyetin kamu yararına kullanımının kontrolü veya düzenlenmesi gibi bir amacı da içermemektedir. Dolayısıyla müdahalenin mülkiyetten barışçıl yararlanma hakkına saygıya ilişkin genel kural çerçevesinde incelenmesi gerekir.

iii. Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı

38. Anayasa’nın 13. maddesi şöyledir:

 “Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.”

39. Anayasa’nın 35. maddesinde mülkiyet hakkı sınırsız bir hak olarak düzenlenmemiş, bu hakkın kamu yararı amacıyla ve kanunla sınırlandırılabileceği öngörülmüştür. Mülkiyet hakkına müdahalede bulunulurken temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasına ilişkin genel ilkeleri düzenleyen Anayasa'nın 13. maddesinin de gözönünde bulundurulması gerekmektedir. Anılan madde uyarınca temel hak ve özgürlükler, demokratik toplum düzeninin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olmaksızın Anayasa'nın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Dolayısıyla mülkiyet hakkına yönelik müdahalenin Anayasa'ya uygun olabilmesi için kanuna dayanması, kamu yararı amacı taşıması ve ayrıca ölçülülük ilkesi gözetilerek yapılması gerekmektedir (Recep Tarhan ve Afife Tarhan, § 62).

 (1) Kanunilik

40. Mülkiyet hakkına yönelik müdahalelerde ilk incelenmesi gereken ölçüt kanuna dayalı olma ölçütüdür. Müdahalenin kanuna dayalı olması, müdahaleye ilişkin yeterince ulaşılabilir, belirli ve öngörülebilir kanun hükümlerinin bulunmasını gerektirmektedir (Türkiye İş Bankası A.Ş. [GK], B. No: 2014/6192, 12/11/2014, § 44; Ford Motor Company, B. No: 2014/13518, 26/10/2017, § 49; Necmiye Çiftçi ve diğerleri, B. No: 2013/1301, 30/12/2014, § 55). Somut olayda derece mahkemesince 3194 sayılı Kanun'un 32. ve 42. maddeleri kapsamında idari işlemin hukuka aykırı olmadığı sonucuna varılmıştır. Bu itibarla ulaşılabilir, öngörülebilir ve belirli olduğu açık olan söz konusu kanun hükümlerine dayanan müdahalenin kanunilik ölçütünü taşıdığı değerlendirilmiştir.

 (2) Meşru Amaç

41. Anayasa'nın 13. ve 35. maddeleri uyarınca mülkiyet hakkı ancak kamu yararı amacıyla sınırlandırılabilmektedir (Nusrat Külah,B. No: 2013/6151, 21/4/2016, §§ 53, 56; Yunis Ağlar, B. No: 2013/1239, 20/3/2014, §§ 28, 29).

42. Anayasa'nın 56. maddesinde, herkesin sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahip olduğu düzenlenmiş; çevreyi geliştirmenin, çevre sağlığını korumanın ve çevre kirliliğini önlemenin devlet ve vatandaşların ödevi olduğu belirtilmiştir. İnşa edilecek yapıların imar mevzuatına uygun olarak yapılmasının sağlanması ve bu kapsamda ilgili mevzuat hükümleri uyarınca ruhsat alınmadan yapılabileceği açıkça düzenlenen yapılar hariç diğer yapıların ruhsata bağlanması suretiyle yapılaşmanın fen, sağlık ve çevre şartlarına uygun olarak teşekkülü; sağlıklı, güvenli, kaliteli ve ekonomik yaşam çevrelerinin oluşturulması bakımından önem teşkil etmektedir. Bu bakımdan yapılaşmanın fen, sağlık ve çevre şartlarına uygunluğunun sağlanmasında ve buna ilişkin düzenlemelerde kamu yararı bulunduğu kabul edilmelidir (Osman Yücel, B. No: 2014/4874, 15/6/2016, §§ 82-84).

43. Somut olay bağlamında başvurucuya ait taşınmaz üzerindeki yapının ruhsatı olmadığı gerekçesiyle yıkılmasının kamu yararına dayalı meşru bir amacının bulunduğu açıktır.

 (3) Ölçülülük

 (a) Genel İlkeler

44. Ölçülülük ilkesi elverişlilikgereklilik ve orantılılık olmak üzere üç alt ilkeden oluşmaktadır. Elverişlilik öngörülen müdahalenin ulaşılmak istenen amacı gerçekleştirmeye elverişli olmasını, gereklilik ulaşılmak istenen amaç bakımından müdahalenin zorunlu olmasını yani aynı amaca daha hafif bir müdahale ile ulaşılmasının mümkün olmamasını, orantılılık ise bireyin hakkına yapılan müdahale ile ulaşılmak istenen amaç arasında makul bir dengenin gözetilmesi gerekliliğini ifade etmektedir (AYM, E.2011/111, K.2012/56, 11/4/2012; E.2014/176, K.2015/53, 27/5/2015; E.2016/13, K.2016/127, 22/6/2016, § 18; Mehmet Akdoğan ve diğerleri, B. No: 2013/817, 19/12/2013, § 38).

45. Orantılılık ilkesi gereği kişilerin mülkiyet hakkının sınırlandırılması hâlinde elde edilmek istenen kamu yararı ile bireyin hakları arasında adil bir dengenin kurulması gerekmektedir. Bu adil denge, başvurucunun şahsi olarak aşırı bir yüke katlandığının tespit edilmesi durumunda bozulmuş olacaktır. Müdahalenin orantılılığını değerlendirirken Anayasa Mahkemesi; bir taraftan ulaşılmak istenen meşru amacın önemini, diğer taraftan da müdahalenin niteliğini, başvurucunun ve kamu otoritelerinin davranışlarını gözönünde bulundurarak başvurucuya yüklenen külfeti dikkate alacaktır (Arif Güven, B. No: 2014/13966, 15/2/2017, §§ 58, 60; Osman Ukav, B. No: 2014/12501, 6/7/2017, § 71).

 (b) İlkelerin Olaya Uygulanması

46. Somut olayda çevre ve insan sağlığı için tehlike arz eden binanın yıkımı yönündeki müdahalenin elverişli olduğu, daha uygun başka bir aracın bulunduğu da gösterilemediğinden gerekli olduğu kuşkusuzdur. Bu sebeple müdahalenin orantılılığının tartışılması gerekmektedir.

47. Somut olayda başvurucuya ait binanın kaçak olarak inşa edildiği tespit edilmiş ve 10/4/2007 tarihinde bina mühürlenmiştir. Belediye Encümeninin 12/4/2007 tarihli kararıyla da binanın ıslahı için başvurucuya bir aylık süre verilmiştir. Diğer taraftan Belediye Encümeninin almış olduğu 6/9/2007 tarihli yıkım kararı bulunmaktadır (bkz. §§ 9-11). Başvurucu yıkım kararının kendi binasına ilişkin olmadığını, bu kararın M.B. isimli başka bir kişinin binası hakkında alındığını savunmaktadır. Derece mahkemelerince başvurucunun bu konudaki itirazları hakkında bir değerlendirme yapılmadığı anlaşılmaktadır. Bununla birlikte daha önce de değinildiği üzene yıkım kararından önce başvurucu hakkında ruhsatsız yapı nedeniyle idari para cezası uygulandığı ve ayrıca binanın ıslahı için başvurucuya bir aylık süre tanındığı görülmektedir.

48.Üstelik somut olayda söz konusu esas itibarıyla ruhsatsız olarak inşa edilen bu yapının yıkımının başvurucu açısından öngörülebilir olup olmadığı değerlendirilmelidir.

49. Anayasa Mahkemesi daha önce çeşitli kararlarında binanın ruhsatsız da olsa idare tarafından makul olmayan bir süre boyunca yıkımı yönünde herhangi bir işlem yapılmadığı olaylarda öngörülemeyecek bir yıkım sebebiyle tazminat ödenmemesinin başvuruculara şahsi olarak aşırı bir külfet yüklediği sonucuna varmış ve ölçülülük yönünden mülkiyet hakkının ihlaline karar vermiştir (Ayşe Öztürk, B. No: 2013/6670, 10/6/2015, §§ 110-112; Rifat Algan, B. No: 2014/19138, 22/2/2018, §§ 68-74; İrfan Öztekin, B. No: 2014/19140, 5/12/2017, §§ 61-67).

50. Bununla birlikte somut olay çeşitli yönleriyle söz konusu başvurulardan farklılaşmaktadır. Buna göre başvurucuya ait binanın ruhsatsız olarak inşa edildiği tespit edilmiş ve 10/4/2007 tarihinde bina mühürlenmiştir. Öncelikle başvurucunun, binanın öteden beri ruhsatsız olarak inşa edilmiş olup da öngörülemez bir şekilde yıkımına karar verildiği yönünde açık bir şikâyeti bulunmamaktadır. Bunun yanında Belediye Encümeninin 12/4/2007 tarihli kararıyla binanın ıslahı için başvurucuya bir aylık süre verilmiş ayrıca başvurucu hakkında idari para cezası uygulanmıştır. Dolayısıyla başvurucu bu tarihte binanın ruhsata aykırı olduğunu öğrenmiş olup yıkılabileceğini öngörebilir durumdadır. Üstelik başvurucu söz konusu idari işleme karşı dava açtığına dair herhangi bir bilgi veya belge de sunamamıştır. Diğer bir deyişle başvurucu yapının imara aykırı olmadığını ileri sürebilecek iken bu imkândan yararlanmamıştır. Diğer taraftan şikâyet edilen yıkım işlemi ise 11/8/2010 tarihinde gerçekleştirilmekle binanın mühürlenmesinden yıkım işleminin gerçekleştiği tarihe kadar yalnızca üç yıl gibi bir süre geçmiştir. Ayrıca yıkım işleminin gerçekleştiği tarih itibarıyla taşınmazın III. derece arkeolojik sit alanında kaldığı da dikkate alınmalıdır.

51. Sonuç olarak başvuru konusu olayda kamu makamlarının ruhsatsız olarak inşa edildiği tespit edilip mühürlenen diğer yönüyle de arkeolojik sit alanı içerisinde bulunan bu binanın yıkılıp yıkılmayacağı noktasında belirsiz bir durum bulunmamaktadır. Ruhsatsız olarak inşa edilen yapıların tespit edilerek ruhsata bağlanması mümkün olmadığı takdirde yıkımı noktasında kamu makamlarına tanınan takdir yetkisi ve binanın yıkılmasının dayandığı kamu yararı amacının ağırlığıyla karşılaştırıldığında müdahalenin başvurucuya aşırı bir külfet yüklediği söylenemez. Dolayısıyla müdahalenin belirtilen kamu yararı amacı ile başvurucunun mülkiyet hakkının korunması arasında olması gereken adil denge bozulmamış olup müdahale ölçülüdür.

52. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edilmediğine karar verilmesi gerekir.

2. Diğer Zararlar Nedeniyle Mülkiyet Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

a. Kabul Edilebilirlik Yönünden

53. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

b. Esas Yönünden

i. Mülkün Varlığı

54. Başvuru konusu olayda başvurucuya ait taşınmaz üzerinde bulunan ve yıkım işlemi sırasında zarar gören ağaçlar ve diğer bitkiler yönünden başvurucunun Anayasa'nın 35. maddesi uyarınca mülkiyet hakkı kapsamında korunması gereken bir menfaatlerinin mevcut olduğu kabul edilmiştir.

ii. Müdahalenin Varlığı

55. Somut olayda Belediye tarafından başvurucuya ait taşınmaz üzerindeki ağaçlar ve diğer bitkiler yıkım işlemi sırasında sökülerek kullanılamaz hâle getirilmiştir. Başvurucunun mülkiyet hakkına yapılan bu müdahalenin mülkiyetten barışçıl yararlanma hakkına saygıya ilişkin genel kural çerçevesinde incelenmesi gerekir (bkz. §§ 35-37).

iii. Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı

56. Anayasa’nın 13. maddesi şöyledir:

 “Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.”

57. Anayasa’nın 35. maddesinde mülkiyet hakkı sınırsız bir hak olarak düzenlenmemiş, bu hakkın kamu yararı amacıyla ve kanunla sınırlandırılabileceği öngörülmüştür. Mülkiyet hakkına müdahalede bulunulurken temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasına ilişkin genel ilkeleri düzenleyen Anayasa'nın 13. maddesinin de gözönünde bulundurulması gerekmektedir. Anılan madde uyarınca temel hak ve özgürlükler, demokratik toplum düzeninin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olmaksızın Anayasa'nın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Dolayısıyla mülkiyet hakkına yönelik müdahalenin Anayasa'ya uygun olabilmesi için kanuna dayanması, kamu yararı amacı taşıması ve ayrıca ölçülülük ilkesi gözetilerek yapılması gerekmektedir (Recep Tarhan ve Afife Tarhan, § 62).

58.Anayasa'nın 35. maddesi usule ilişkin açık bir güvenceden söz etmemektedir. Bununla birlikte mülkiyet hakkının gerçek anlamda korunabilmesi bakımından bu madde, Anayasa Mahkemesinin çeşitli kararlarında da ifade edildiği üzere mülk sahibine müdahalenin kanun dışı veya keyfî ya da makul olmayan şekilde uygulandığına ilişkin savunma ve itirazlarını sorumlu makamlar önünde etkin bir biçimde ortaya koyabilme olanağının tanınması güvencesini kapsamaktadır. Bu değerlendirme ise uygulanan sürecin bütününe bakılarak yapılmalıdır (Züliye Öztürk, B. No: 2014/1734, 14/9/2017, § 36; Bekir Yazıcı [GK], B. No: 2013/3044, 17/12/2015, § 71).

59.Somut olayda başvurucu, idare tarafından gerçekleştirilen yıkım işlemi sırasındabinanın yıkımı dışında birtakım zararlarının da oluştuğunu ifade etmiştir. Nitekim Alanya 1. Sulh Hukuk Mahkemesince yapılan delil tespitinde alınan bilirkişi raporlarında binanın etrafında bulunan meyve ağaçları, peyzaj amaçlı dikilen süs bitkileri ile erozyonu engellemek amacıyla yapılan eski terasların sökülüp yıkıldığı belirtilmiştir. Başvurucu yıkım işlemini gerçekleştiren idareye karşı açmış olduğu tam yargı davasında bu zararlarının da karşılanmasını talep etmektedir. Ne var ki derece mahkemelerince bu konuda bir değerlendirme yapılmadığı, başvurucunun bu konudaki iddialarının karşılanmadığı görülmektedir.

60. Sonuç olarak somut olay bakımından başvurucunun belirtilen şikâyeti, mülkiyet hakkının ihlali iddiasına ilişkin yargılama sürecinin bütününü etkileyen önemli ve karşılanması gereken bir iddiadır. Derece mahkemelerince bu konuda herhangi bir inceleme ve değerlendirme yapılmamıştır. Bu durumda başvurucunun müdahalenin kanun dışı veya keyfî ya da makul olmayan şekilde uygulandığına ilişkin savunma ve itirazlarını sorumlu makamlar önünde etkin bir biçimde ortaya koyabilme noktasında mülkiyet hakkının usuli güvencelerinden yararlandırılmadığı anlaşılmaktadır. Bu nedenle başvurucunun mülkiyet hakkının korunması ile kamunun yararı arasında olması gereken adil dengenin başvurucu aleyhine bozulduğu ve müdahalenin ölçülü olmadığı sonucuna varılmıştır.

61. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

C. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

62. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:

 “(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…

2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesi'nin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

63. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hak ve hürriyetin ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural, mümkün olduğunca eski hâle getirmenin, yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle devam eden ihlalin durdurulması, ihlale konu kararın veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan [GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018§ 55).

64. İhlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilmeden önce ihlalin kaynağının belirlenmesi gerekir. Buna göre ihlal; idari eylem ve işlemler, yargısal işlemler veya yasama işlemlerinden kaynaklanabilir. İhlalin kaynağının belirlenmesi uygun giderim yolunun belirlenebilmesi bakımından önem taşımaktadır (Mehmet Doğan, § 57).

65. İhlalin mahkeme kararından kaynaklandığı durumlarda 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası ile İçtüzük’ün 79. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca kural olarak ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın bir örneğinin ilgili mahkemeye gönderilmesine hükmedilir (Mehmet Doğan, § 58).

66. Buna göre Anayasa Mahkemesince ihlalin tespit edildiği hâllerde yargılamanın yenilenmesinin gerekliliği hususundaki takdir derece mahkemelerine değil ihlalin varlığını tespit eden Anayasa Mahkemesine bırakılmıştır. Derece mahkemeleri ise Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında belirttiği doğrultuda ihlalin sonuçlarını gidermek üzere gereken işlemleri yapmakla yükümlüdür (Mehmet Doğan, § 59).

67. Başvurucu, maddi ve manevi tazminat talebinde bulunmuştur.

68.Somut olayda başvurucunun yıkım nedeniyle meydana gelen zarar dışındaki zarar iddialarının derece mahkemelerince karşılanmadığı, dolayısıyla ihlalin yargı kararından kaynaklandığı anlaşılmaktadır.

69. Bu durumda mülkiyet hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Buna göre yapılacak yeniden yargılama ise 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu kapsamda derece mahkemelerince yapılması gereken iş, ihlal sonucuna uygun olarak başvurucunun binanın yıkımı dışındaki diğer zararlara yönelik uyuşmazlığın sonucuna etkili iddia ve itirazlarının karşılanmasından ibarettir. Bu sebeple kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere Antalya 1. İdare Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekir.

70. Yeniden yargılama yapılmak üzere dosyanın yetkili yargı merciine gönderilmesine karar verilmesinin ihlal sonucu açısından yeterli bir giderim sağladığı anlaşıldığından başvurucunun tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekir.

71. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 226,90 TL harç ve 2.475 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.701,90 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddiaların KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Binanın yıkımına ilişkin şikâyet yönünden Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının İHLAL EDİLMEDİĞİNE,

C. Diğer zararlara ilişkin şikâyet yönünden Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

D. Kararın bir örneğinin mülkiyet hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere Antalya 1. İdare Mahkemesine (E.2010/933, K.2011/1258) GÖNDERİLMESİNE,

E. Başvurucunun tazminat talebinin REDDİNE,

F. 226,90 TL harç ve 2.475 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.701,90 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,

G. Ödemenin kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

H. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 19/2/2019 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

GENEL KURUL

 

KARAR

 

ARBAY PETROL GIDA TURİZM TAŞIMACILIK SANAYİ TİCARET LTD. ŞTİ. VE ARBAY TURİZM TAŞIMACILIK İTHALAT İHRACAT İNŞAAT VE ORGANİZASYON SANAYİ VE TİCARET LTD. ŞTİ.  BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2015/15100)

 

Karar Tarihi: 27/2/2019

R.G. Tarih ve Sayı: 3/4/2019 - 30734

 

GENEL KURUL

 KARAR

 

Başkan

:

Zühtü ARSLAN

Başkanvekili

:

Burhan ÜSTÜN

Başkanvekili

:

Engin YILDIRIM

Üyeler

:

Serdar ÖZGÜLDÜR

 

 

Serruh KALELİ

 

 

Recep KÖMÜRCÜ

 

 

Hicabi DURSUN

 

 

Celal Mümtaz AKINCI

 

 

Muammer TOPAL

 

 

M. Emin KUZ

 

 

Hasan Tahsin GÖKCAN

 

 

Kadir ÖZKAYA

 

 

Rıdvan GÜLEÇ

 

 

Recai AKYEL

 

 

Yusuf Şevki HAKYEMEZ

 

 

Yıldız SEFERİNOĞLU

Raportör

:

M. Emin ŞAHİNER

 

 

Yunus Emre YILMAZOĞLU

Başvurucular

:

1. Arbay Petrol Gıda Turizm Taşımacılık Sanayi Ticaret Ltd. Şti.

 

 

2. Arbay Turizm Taşımacılık İthalat İhracat İnşaat ve

 

 

Organizasyon Sanayi ve Ticaret Ltd. Şti.

Vekili

:

Av. Özge IĞDIR

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru ihtirazi kayıtla verilen düzeltme beyannameleri üzerinden yapılan vergi tarhiyatlarına ve cezalarına karşı açılan davaların esası incelenmeden reddedilmeleri nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvurular sırasıyla 1/9/2015, 8/12/2015, 4/5/2016 ve 2/6/2016 tarihlerinde yapılmıştır.

3. Başvurular, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. 2015/15100 numaralı bireysel başvuru ile farklı tarihlerde yapılan 2015/15111, 2015/19326, 2015/19327, 2015/19328, 2015/19329, 2015/19331, 2015/19332, 2015/19333, 2015/19335, 2015/19336, 2015/19337, 2015/19338, 2015/19339, 2015/19341, 2015/19342, 2015/19343, 2015/19344, 2016/8699, 2016/8700, 2016/8701, 2016/8702, 2016/8703, 2016/8704, 2016/8705, 2016/8706, 2016/8707, 2016/8718, 2016/8719, 2016/8720, 2016/8721, 2016/8722, 2016/8723, 2016/8724, 2016/8725, 2016/8726, 2016/8727, 2016/10470, 2016/10472, 2016/10473, 2016/10474, 2016/10476, 2016/10477, 2016/10479 ve 2016/10480 numaralı bireysel başvuruların konu yönünden hukuki irtibatlarının bulunması nedeniyle 2015/15100 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine, incelemenin bu dosya üzerinden yürütülmesine ve diğer başvuru dosyalarının kapatılmasına karar verilmiştir.

6. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

7. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır.

8. Birinci Bölüm tarafından 22/1/2019 tarihinde yapılan toplantıda, niteliği itibarıyla Genel Kurul tarafından karara bağlanması gerekli görüldüğünden başvurunun Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün (İçtüzük) 28. maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca Genel Kurula sevkine karar verilmiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

9. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:

10. Taşımacılık işi ile iştigal eden başvurucu şirketlerin mal ve hizmet alımında bulunduğu mükellef G.D. ve firması hakkında vergi tekniği raporu düzenlenmiştir. Bu rapora göre vergi mükellefi G.D. ve firması, iş ve işlemlerinde sahte faturalar düzenlemiştir.

11. Tekirdağ Vergi Dairesi Başkanlığı (Vergi İdaresi) tarafından 13/6/2014 tarihli yazı ile hakkında vergi tekniği raporu düzenlenen mükellef G.D. ve firmasından yapılan mal ve hizmet alımlarına ait faturaların sahte olduğu belirtilerek başvuruculardan bu alımlara isabet eden katma değer vergilerinin (KDV) tenzil edilmesi istenmiş, aksi takdirde olumsuz mükellefler listesine alınacakları uyarısı yapılmıştır.

12. Başvurucular anılan yazı üzerine olumsuz mükellefler listesine girmemek için Vergi İdaresine 2014 yılı içinde farklı tarihlerde ihtirazi kayıtla düzeltme beyannameleri vermişlerdir. Bu beyannameler üzerine Vergi İdaresince KDV, damga vergisi ve gecikme faizi tahakkuk ettirilmiş ve vergi ziyaı cezası kesilmiştir.

13. Başvurucular, ihtirazi kayıtla verilen düzeltme beyannameleri üzerine Vergi İdaresince tahakkuk ettirilen vergilerin, gecikme faizlerinin ve vergi ziyaı cezalarının iptali talebiyle sırasıyla 23/7/2014, 25/7/2014 ve 5/11/2014 tarihlerinde Tekirdağ Vergi Mahkemesinde (Vergi Mahkemesi) davalar açmışlardır. Başvurucular dava dilekçelerinde, ihtirazi kayıtla düzeltme beyannamelerinin Vergi İdaresinin isteği üzerine verildiğini, mal ve hizmet alımı yapılan mükellefin düzenlediği faturaların sahte olduğu iddialarının somut tespit ilkesine aykırı olduğunu, ödemelerin çeklerle yapıldığını, şirketleriyle ilgili vergi incelemesi yapılmadığını, ilgili beyannameyi vermeme durumunda olumsuz mükellefler listesine dâhil olmak durumunda kalacaklarını belirtmişlerdir.

14. Vergi Mahkemesi 26/11/2014, 27/2/2015 ve 26/2/2015 tarihli kararlarıyla 25/10/1984 tarihli ve 3065 sayılı Katma Değer Vergisi Kanunu'nun 41. maddesinde öngörülen yasal süreler geçtikten sonra verilen KDV düzeltme beyanlarına konulan ihtirazi kayıtların beyannameler üzerinden tahakkuk ettirilen vergiye bir etkisinin bulunmadığı gerekçesiyle davaları reddetmiştir.

15. Edirne Bölge İdare Mahkemesi 12/3/2015, 26/3/2015, 28/10/2015 ve 25/6/2015 tarihli kararlarıyla Vergi Mahkemesi kararlarını bozmuştur. Bölge İdare Mahkemesi beyan olunan matrah üzerinden tarh olunan vergiye karşı mükelleflerin dava açamayacaklarını kabul etmiş, ancak ihtirazi kayıtla verilen beyannamelerle ilgili kanun hükmüne dikkati çekmiştir. Kararda, mal ve hizmet alımında bulunduğu firmaların olumsuz mükellefler listesinde yer almasından dolayı başvurucuların düzeltme beyannamesi vermek durumunda bırakıldığı vurgulanmıştır. Bölge İdare Mahkemesi sonuç olarak hakkında bir inceleme yapılmadan ve kullandığı faturaların gerçek olup olmadığı, kendisi ve fatura düzenleyicileri hakkında her yönüyle incelenerek ortaya konulmadan, kod listesinden çıkmak amacıyla verilen düzeltme beyannameleri üzerine yapılan tahakkukta ve kesilen cezada hukuka uyarlık bulunmadığı kanaatine ulaşmıştır.

16. İdarenin karar düzeltme istemini 3/7/2015 tarihinde kabul eden Bölge İdare Mahkemesi, bozma kararını kaldırarak ilk derece mahkemesi hükmünü onamıştır. Kararın gerekçesinde, beyanname verme süresi geçtikten sonra verilen beyannameye konulan ihtirazi kaydın beyanname üzerinden yapılan tahakkuka etkisi olmadığı gibi dava açma hakkı vermesinin mümkün olmadığı belirtilmiştir. Bölge İdare Mahkemesi Danıştay içtihadına da atıf yaparak davalı idarece başvurucu mükellefe yazı yazılarak izahat istenmesinin belirtilen durumu değiştirmediği gerekçesiyle bozma kararında ve vergi cezası ile tahakkukun kaldırılmasında hukuki isabet bulunmadığı sonucuna varmıştır.

17. Nihai kararlar başvuruculara 3/8/2015, 15/4/2016 ve 17/5/2016 tarihlerinde tebliğ edilmiştir.

18. Başvurucular 1/9/2015, 8/12/2015, 4/5/2016 ve 2/6/2016 tarihlerinde bireysel başvurularda bulunmuşlardır.

IV. İLGİLİ HUKUK

A. Ulusal Hukuk

1. Mevzuat Hükümleri

19.4/1/1961 tarihli ve 213 sayılı Vergi Usul Kanunu'nun 3. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"A) Vergi kanunlarının uygulanması: Bu Kanunda kullanılan 'Vergi Kanunu' tabiri işbu Kanun ile bu Kanun hükümlerine tabi vergi, resim ve harç kanunlarını ifade eder. Vergi kanunları lafzı ve ruhu ile hüküm ifade eder. Lafzın açık olmadığı hallerde vergi kanunlarının hükümleri, konuluşundaki maksat, hükümlerin kanunun yapısındaki yeri ve diğer maddelerle olan bağlantısı gözönünde tutularak uygulanır.

B) İspat: Vergilendirmede vergiyi doğuran olay ve bu olaya, ilişkin muamelelerin gerçek mahiyeti esastır..."

20. 213 sayılı Kanun'un 134. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

"Vergi incelemesinden maksat, ödenmesi gereken vergilerin doğruluğunu araştırmak tespit etmek ve sağlamaktır..."

21. 213 sayılı Kanun'un 378. maddesinin ikinci fıkrası şöyledir:

"Mükellefler beyan ettikleri matrahlara ve bu matrahlar üzerinden tarh edilen vergilere karşı dava açamazlar. Bu Kanunun vergi hatalarına ait hükümleri mahfuzdur. "

22. 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 27. maddesinin (4) numaralı fıkrası şöyledir:

"4. Vergi mahkemelerinde, vergi uyuşmazlıklarından doğan davaların açılması, tarh edilen vergi, resim ve harçlar ile benzeri mali yükümlerin ve bunların zam ve cezalarının dava konusu edilen bölümünün tahsil işlemlerini durdurur. Ancak, 26 ncı maddenin 3 üncü fıkrasına göre işlemden kaldırılan vergi davası dosyalarında tahsil işlemi devam eder. Bu şekilde işlemden kaldırılan dosyanın yeniden işleme konulması ile ihtirazi kayıtla verilen beyannameler üzerine yapılan işlemlerle tahsilat işlemlerinden dolayı açılan davalar,tahsil işlemini durdurmaz. Bunlar hakkında yürütmenin durdurulması istenebilir."

23.3065 sayılı Kanun'un 29. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"1. Mükellefler, yaptıkları vergiye tabi işlemler üzerinden hesaplanan katma değer vergisinden, bu Kanunda aksine hüküm olmadıkça, faaliyetlerine ilişkin olarak aşağıdaki vergileri indirebilirler:

a) Kendilerine yapılan teslim ve hizmetler dolayısıyla hesaplanarak düzenlenen fatura ve benzeri vesikalarda gösterilen katma değer vergisi, ..."

24.3065 sayılı Kanun'un 34. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"1. Yurt içinden sağlanan veya ithal olunan mal ve hizmetlere ait Katma Değer Vergisi, alış faturası veya benzeri vesikalar ve gümrük makbuzu üzerinden ayrıca gösterilmek ve bu vesikalar kanuni defterlere kaydedilmek şartıyla indirilebilir ..."

25. 3065 sayılı Kanun'un 41. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:

"1. Mükellefler ve vergi kesintisi yapmakla sorumlu tutulanlar Katma Değer Vergisi beyannamelerini, vergilendirme dönemini takibeden ayın yirmidördüncü günü akşamına kadar ilgili vergi dairesine vermekle yükümlüdürler."

2. Danıştay İçtihadı

26. Danıştay Vergi Dava Daireleri Kurulunun 11/12/2009 tarihli ve E.2008/593, K.2009/655 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:

"... Vergi Usul Kanununda, vergilendirmenin beyana dayanılarak yapılması gereken durumlarda matrahın veya verginin tümüyle ya da kısmen ihtirazi kayıtla bildirilmesini öngören bir düzenleme yapılmamıştır. Beyanname ile bildirilmesi gereken matrahın tespit şeklinden ya da uygulanması gereken vergi oranından, muafiyet veya istisna uygulamasından doğan duraksamaların varlığında, vergi kaybı yaratmaktan kaçınılarak, vergi kanunlarında belirtilen zamanda verilen beyannameye çekince konulabileceği, Danıştay İçtihatlarıyla benimsenmiş ve 521 sayılı Danıştay Kanununu yürürlükten kaldıran, yürürlükteki 2575 sayılı Danıştay Kanunu ile aynı tarihte yürürlüğe giren 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 27’nci maddesinin 3’üncü fıkrasında ilk kez ifadesini bulmuştur. İhtirazi kayıtla verilen beyannameler üzerinden tarh edilen vergilere karşı dava açılmasının tahsil işlemlerini durdurmayacağı, bunlar hakkında yürütmenin durdurulması istenebileceğinin yargılama usulünde kurala bağlanmasından dolayı, vergi beyannamelerinin çekince ile verilmesi konusundaki duraksama son bulmuştur.

...

Zamanında verilen vergi beyannamesine ihtirazî kayıt konulması; beyannamede hesaplanan verginin tümü ya da bir kısmının tahakkuk ettirilmemesi istenerek, ihtirazî kaydın konusunu oluşturan nedenin tarhı yapan idare tarafından kabul edilmemesi halinde, beyanname üzerinden tarh edilen verginin ihtirazi kayıt konulan kısmının dava konusu edilebilmesini olanaklı kılarak, noksan beyanda bulunulmasını ve verginin geç tahakkuk etmesini önlemektedir..."

27. Danıştay Vergi Dava Daireleri Kurulunun 27/6/2012 tarihli ve E.2012/167, K.2012/300 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:

"...Beyannamenin pişmanlıkla verilmesi, süresi geçtikten sonra verilen bu beyannamenin, kanuni süresinde verilmiş sayılmasına yol açmadığından ve sadece ceza kesilmesini önlediğinden, pişmanlıkla verilen beyannamelere ihtirazî kayıt konulması etkileyici bir sonuç doğurmamaktadır. Bu yüzden, kanuni süresi geçtikten sonra pişmanlıkla verilen beyannameye ihtirazî kayıt konulmasına; kanuni süresinde ancak ihtirazî kayıtla verilen beyannamelere bağlanan hukuksal sonucun tanınmasına da olanak yoktur..."

28. Danıştay Vergi Dava Daireleri Kurulunun 25/2/2015 tarihli ve E.2014/1164, K.2015/20 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:

"...213 sayılı Vergi Usul Kanununun 378'inci maddesinin 2'nci fıkrasında, mükelleflerin beyan ettikleri matrahlara ve bu matrahlar üzerinden tarh edilen vergilere karşı dava açamayacakları, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 27'nci maddesinin 4'üncü bendinde de, ihtirazi kayıtla verilen beyannameler üzerine yapılan işlemler ile tahsilat işlemlerinden dolayı açılan davaların tahsil işlemini durdurmayacağı kuralına yer verilmekle, ihtirazi kayıtla beyan üzerine tahakkuk ettirilen vergilere karşı dava açılabileceği kabul edilmiştir.

Zamanında verilen vergi beyannamesine ihtirazi kayıt konulması; beyannamede hesaplanan verginin tümü ya da bir kısmının tahakkuk ettirilmemesi istenerek, ihtirazi kaydın konusunu oluşturan nedenin tarhı yapan idare tarafından kabul edilmemesi halinde, beyanname üzerinden tarh edilen verginin ihtirazi kayıt konulan kısmının dava konusu edilebilmesini olanaklı kılarak, noksan beyanda bulunulmasını ve verginin geç tahakkuk etmesini önlemektedir. Bu nedenle ihtirazi kayıt ancakbeyanname verme süresinde verilen beyannamelere konulabilir.

Beyan üzerinden alınan vergilere ait matrahın ihtirazi kayıtla beyanı, beyannamenin vergi kanunlarında öngörülen zamanlarda verilmesi koşuluna bağlıdır. Beyanname verme süresi geçtikten sonra verilen beyannameye konulan ihtirazi kaydın, beyanname üzerinden yapılan tahakkuka etkisi olmadığı gibi dava açma hakkı vermesi de mümkün değildir.

Bu durumda, beyanname verme süresi geçtikten sonra ihtirazi kayıtla düzeltme beyannamesi verilmesi üzerine tahakkuk eden vergiye karşı dava açılmasına olanak bulunmamakta olup, Mahkemece, dava ve savunma dilekçelerine ekli beyanname ve eki belgelerde beyannamenin ihtirazi kayıtla verildiğini gösteren herhangi bir ibare ve dilekçe bulunmadığı yolunda yapılan değerlendirme yerinde görülmemekle birlikte davanın reddi yolundaki ısrar kararında sonucu itibariyle isabetsizlik görülmemiştir..."

29. Danıştay Dokuzuncu Dairesinin 27/3/2014 tarihli ve E.2011/6478, K.2014/1243 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:

"... 213 sayılı Vergi Usul Kanunu'nun 25. maddesinde vergi kanunlarına göre beyan üzerindenalınan vergilerin 'tahakkuk fişi" ile tarh ve tahakkuk edileceği, aynı Kanun'un,vergi kanunlarının uygulanması veispatı ileilgili3.maddesinin (A) bölümünün 1. fıkrasında, vergi kanunlarının lazfı ve ruhu ile hüküm ifade edeceği, lafzın açık olmadığıhallerdevergikanunlarının hükümlerinin, kuruluşundakimaksat, hükümlerinkanunyapısındakiyeri ve diğer maddelerle olan bağlantısı gözönüne tutularak uygulanacağı belirtilmiştir. (B) bölümünde de, vergilendirmede vergiyi doğuran olay ve buolayailişkin muamelelerin gerçek mahiyetinin esas olduğu da hüküm altına alınmıştır.

Ayrıcabu maddenin son hükmü olan fıkrada ise; iktisadi, ticari ve teknik icaplara uymayan veya olayın özelliğine göre normal ve mutad olmayan bir durumun iddia olunması halinde, isbat külfetininbunuiddiaedentarafaaitolacağı açıkca belirtilmiştir.

213 sayılı Kanunun 378'inci maddesinin ikinci fıkrasında ise, mükelleflerin beyan ettikleri matrahlara ve bu matrahlar üzerinden tarh edilen vergilere karşı dava açamayacakları kurala bağlanmıştır.

3065 sayılı Katma Değer Vergisi Kanunu'nun 40. maddesinin 1. fıkrasında katma değer vergisinin bu kanunda aksine hüküm bulunmadıkça mükelleflerin yazılı beyanları üzerine tarh olunacağı belirtilmiştir.

Bu hükümlerin birlikte değerlendirilmesinden, beyan olunan matrah üzerinden tarh olunan vergiye karşı mükelleflerin dava açamayacakları anlaşılmakta ise de, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunun 27. maddesinin 3. bendinde yer alan ve ihtirazi kayıtla verilen beyannamelerle ilgili kural dikkate alındığında, ihtirazi kayıtla verilen beyannamelere karşı da dava açılabileceği, dolayısıyla yükümlülerin beyan ettikleri matrah için ihtirazi kayıt koymalarının mümkün olduğu görülmektedir. Başka bir deyişle beyanname verilen bir dönem için mükelleflerin daha sonra ilk beyan edilen bilgileri değiştiren ikinci bir beyanname vermeleri ve verecekleri bu beyannamelere ihtirazi kayıt koyarak dava açabilme hakları saklı tutulmaktadır. Mükelleflerin kendiliklerinden yeni bir beyanname vermeleri söz konusu olmakla birlikte, çoğunlukla idarenin baskısı sonucu ikinci bir beyanname verildiği durumlarla da sık sık karşılaşılmakta, hatta verilen beyannameye dava açma hakkını saklı tutan ihtirazi kayıt konulmasına idarece izin verilmediği, aksi halde beyannamenin kabul edilmediği gözlemlenmektedir.

Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın 73 üncü maddesinde; vergi, resim, harç ve benzeri mali yükümlülüklerin kanunla konulup, değiştirileceği veya kaldırılacağı kuralına yer verilmiştir. Yetkileri ve tüm eylem ve işlemleri kanunda belirlenmiş vergi idaresine tüm olasılıkların önceden kestirilememesi nedeniyle giderek daha geniş yetkiler verilmekteyse de, idare bu yetkisini kullanırken hukukun genel ilkelerini, Anayasa ve kanunların özünü ve ruhunu, yargı içtihatlarını ve idari gelenekleri dikkate almak durumundadır. Hukukun üstünlüğü için kanunların varlığı yeterli değildir, o kanunların adalete ve hakkaniyete de uygun olması gerekir.Vergilendirme yetkisinintemel hak ve özgürlüklerle olan yakın ilgisi nedeniyle, bireylerin devlet müdahalelerinden önceden haberdar olması ve geleceğe ilişkin planlarını buna göre yapabilmeleri hukuk güvenliğininbir gereğidir.

İdare hukukunda özel hukuktan farklı olarak idarenin tek taraflı irade beyanı hukuki sonuç doğurmaya yeterli olsa da, vergi beyannamesi vermek gibi özel hukuk kişilerinin irade beyanı üzerine vergi tarh ve tahakkuk ettirilmesi şeklinde gerçekleşen idari işlemlerin tesis edildiği durumlarda özel hukuk kişilerinin irade beyanlarının her türlü sakatlıktan, iradeyi bozucu etkenlerden uzak olarak oluşması gerektiği açıktır.İrade beyanını sakatlayıcı durumların söz konusu olması halinde bu beyana dayanılarak tesis edilen idari işlemin hukuka uygun olduğundan söz edilemez.

Olayda ise davalı idarece 213 sayılı Yasada belirtilen tarhiyat şekilleri ve vergi incelemesine ilişkin hükümler göz ardı edilmiş olup, mal ve hizmet alımında bulunduğu firmaların olumsuz mükellefler listesinde yer almasından dolayı davacının düzeltme beyannamesi vermek durumunda bırakıldığı anlaşılmaktadır.

Bu durumda davacı hakkında bir inceleme yapılmadan ve kullandığı faturaların gerçek olup olmadığı, kendisi ve fatura düzenleyicileri hakkında her yönüyle incelenerek ortaya konulmadan, kod listesinden çıkmak amacıyla verilen düzeltme beyannameleri üzerine yapılan tahakkukta ve kesilen cezada hukuka uyarlık bulunmadığından yazılı gerekçeyle davayı reddeden vergi mahkemesi kararında yasal isabet görülmemiştir..."

30. Danıştay Dokuzuncu Dairesinin 29/12/2009 tarihli ve E.2009/7171, K.2009/5341 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:

"...Bakılan davada katma değer vergisi beyannamelerini veren davacının daha sonra ihtirazi kayıt konulmadan ikinci bir beyanname daha vererek ilk beyannamede yer alan indirime konu bazı faturaların beyannameden çıkarılması sağlanmıştır. Davacının aleyhine olan bu durumun kendi iradesiyle ortaya çıktığı iddia edilse de ticari hayatın olağan koşulları altında bir yükümlünün bu yönde bir eylemde bulunması olağan olmayacağından davacının verdiği ikinci beyannamelerin özgür iradeyle oluştuğundan söz edilemez. Davacının kullandığı bazı faturaların sahte olduğunu düşünen idarenin yapması gereken, faturaları düzenleyenler hakkında olumsuz tespitler var ise bunu davacı hakkında yapacağı bir vergi incelemesi ve düzenleyeceği vergi inceleme raporuyla ortaya koyarak gerekirse resen tarhiyat yaparak bunu davacıya tebliğ etmesidir. Oysa bu yapılmayarak baskı ile davacının bazı faturaları indirimleri arasından çıkarması sağlanmıştır. Baskı altında verilen ikinci beyannamelerin özgür iradeye dayandığı söylenemeyeceği gibi, buna karşı açılan davanın beyannamelerde ihtirazi kayıt bulunmadığı, dolayısıyla bu beyan üzerine tarholunan vergiye dava açılamayacağından söz edilmesi de mümkün değildir.

Bu durumda davacı hakkında bir inceleme yapılmadan ve kullandığı faturaların gerçek olup olmadığı, kendisi ve fatura düzenleyicileri hakkında her yönüyle incelenerek ortaya konulmadan baskı ile verdirilen düzeltme beyannameleri üzerine yapılan vergilemede isabet görülmemiştir..."

3. Anayasa Mahkemesi Kararı

31.Anayasa Mahkemesi'nin 14/6/2017 tarihli ve E.2017/24, K.2017/112 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:

"20. Mükelleflerin beyan ettikleri matrahlara ve bu matrahlar üzerinden tarh edilen vergilere karşı dava açamamalarını öngören itiraz konusu kuralın, ”mahkemeye erişim hakkı”na ve dolayısıyla da adil yargılanma hakkına yönelik bir müdahale olduğu açıktır. Türk vergi sisteminde benimsenen tarh usulü, beyannameye dayalı tarhtır. Bu tarh usulünde mükellef, matrahını beyan etmekte ve idare beyan edilen bu matrah üzerinden tarhiyat işlemini gerçekleştirmektedir. İtiraz konusu kural ile mükelleflerin kendi beyanlarına karşı dava açmaları yasaklanmaktadır. Nitekim kişinin kendi beyanına karşı dava açmasında hukuki yarar da bulunmamaktadır. İtiraz konusu kuralın devamındaki cümlede yer alan “Bu Kanunun vergi hatalarına ait hükümleri mahfuzdur” hükmüyle, yalnızca vergi hatalarının bu kuralın istisnası olduğu belirtilmektedir. Uygulamada ortaya çıkan ve 6.1.1982 tarihli ve 2577 sayılı Kanun’un 27. maddesinin (4) numaralı fıkrasında dolaylı olarak düzenlenen ihtirazi kayıtla verilen beyannamelere karşı dava açılabilmesi de kuralın diğer istisnasını oluşturmaktadır.

21. İtiraz konusu kural, mükelleflerin gelirinin istisna, muafiyet v.b. nedenlerden dolayı vergiye tabi olup olmadığı konusunda şüpheye düştükleri matrahları için iddia ve savunmalarını bir yargı mercii önünde ileri sürebilmeleri imkânını sınırlamaktadır. Ancak istisnaları ile birlikte değerlendirildiğinde kuralın, mahkemeye erişim hakkının özüne dokunmadığı ve hak arama özgürlüğünü ölçüsüz bir şekilde engellemediği anlaşılmaktadır.

22. Uygulamada hangi tür beyannamelere ihtirazi kayıt konulabileceği; kanuni süresi içinde veya kanuni süresinden sonra verilen beyannamelere ihtirazi kayıt konulup konulamayacağı hususlarından dolayı dava açma hakkının tanınıp tanınmayacağı sorunu ise doğrudan doğruya itiraz konusu kuralla ilişkili olmayıp ihtirazi kaydın kapsamı ile ilgilidir. Somut olayda da olduğu gibi, ihtirazi kaydın uygulamada ortaya çıkan ve düzeltme beyannamesi olarak adlandırılan beyannamelere konulup konulamayacağı; konulabilse dahi dava açma hakkını tanıyıp tanımayacağı esasında itiraz konusu kuralın değil, kuralın istisnasının kanuni dayanağı olan 2577 sayılı Kanun’un 27. maddesinin (4) numaralı fıkrasının yorumundan kaynaklanmaktadır.

23. Öte yandan, 2577 sayılı Kanun’un 27. maddesinin (4) numaralı fıkrasında “ihtirazi kayıtla verilen beyannameler üzerine yapılan işlemlerle tahsilat işlemlerinden dolayı açılan davalar” ibaresiyle beyannameler arasında herhangi bir ayrım yapılmadığı görülmektedir. Her ne kadar kanuni süresinden sonra verilen beyannamelere ihtirazi kayıt konulup konulamaması hususunun içtihat farklılığına neden olduğu gerekçesiyle Anayasa’ya aykırı olduğu ileri sürülmüş ise de herhangi bir düzenlemenin mahkemeler arasında içtihat uyuşmazlıklarına neden olması yargılama hukukunun doğası gereği her zaman mümkün olup bu durumun anayasal bir sorun oluşturması söz konusu değildir. Kaldı ki hukuk sistemi içerisinde mahkemeler arasındaki içtihat uyuşmazlıklarını çözecek hukuki yollara yer verilmiştir..."

B. Uluslararası Hukuk

32. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne (Sözleşme) ek 1 No.lu Protokol'ün "Mülkiyetin korunması" kenar başlıklı 1. maddesi şöyledir:

"Her gerçek ve tüzel kişinin mal ve mülk dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme hakkı vardır. Bir kimse, ancak kamu yararı sebebiyle ve yasada öngörülen koşullara ve uluslararası hukukun genel ilkelerine uygun olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılabilir.

Yukarıdaki hükümler, devletlerin, mülkiyetin kamu yararına uygun olarak kullanılmasını düzenlemek veya vergilerin ya da başka katkıların veya para cezalarının ödenmesini sağlamak için gerekli gördükleri yasaları uygulama konusunda sahip oldukları hakka halel getirmez."

33. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) içtihadında vergi yoluyla mülkiyet hakkına yapılan müdahaleler, Sözleşme'ye ek 1 No.lu Protokol'ün 1. maddesinin ikinci paragrafında öngörülen mülkiyetin kullanımının kontrolüne ilişkin üçüncü kural kapsamında değerlendirilmektedir. AİHM, bu paragrafta yer alan kuralın taraf devletlere vergi koyma ve vergilerin ödenmesini sağlamak için gerekli gördüğü kanunları çıkarma konusunda açık bir yetki tanıdığını kabul etmiştir (Gasus Dosier-und Fördertechnik GmbH/Hollanda, B. No: 15375/89, 23/2/1995, § 59).

34. Diğer taraftan AİHM, her ne kadar Sözleşme'ye ek 1 No.lu Protokol'ün 1. maddesinde açık olarak usule ilişkin güvencelerden söz edilmese de bu maddenin keyfî müdahalelerden korunmak amacıyla mülkiyet hakkına yapılan müdahalelerin kanun dışı veya keyfî ya da makul olmayan şekilde uygulandığına ilişkin savunma ve itirazlarını sorumlu makamlar önünde etkin bir biçimde ortaya koyabilme olanağının tanınması güvencesini kapsadığını belirtmektedir. Bu değerlendirme ise uygulanan sürecin bütününe bakılarak yapılmalıdır (AGOSI/Birleşik Krallık, B. No: 9118/80, 24/10/1986, § 55; Jokela/Finlandiya, B. No: 28856/95, 21/5/2002, § 45).

V. İNCELEME VE GEREKÇE

35. Mahkemenin 27/2/2019 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucuların İddiaları ve Bakanlık Görüşü

36. Başvurucular mal ve hizmet alımında bulundukları şirketin olumsuz mükellef listesinde (kod listesi) yer alması nedeniyle Vergi İdaresince yapılan uyarı üzerine 2009, 2010, 2011 yıllarına ilişkin düzeltme beyannameleri vermek zorunda bırakıldıklarını belirtmişlerdir. Başvurucular, ihtirazi kayıtla verilen bu beyannameler üzerinden yapılan vergi ve gecikme faizi tahakkuku ile kesilen vergi ziyaı cezasına karşı Vergi Mahkemesinde açtığı davaların söz konusu beyannamenin kanuni süresi geçtikten sonra verildiğinden bahisle haksız olarak reddedilmesinden yakınarak mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.

37. Bakanlığın mahkemeye erişim hakkı yönünden bildirdiğigörüşünde; Danıştay Dokuzuncu Dairesi ile Danıştay Vergi Dava Daireleri Kurulunun kararları arasındaki farklılığın hukuki güvenliği sarsacak nitelikte yaygınlık kazanmadığı ve bu farklılığı giderecek yeterli mekanizmaların iç hukukta bulunduğu belirtilmiştir. Bakanlık, kişinin kendi beyanına karşı dava açmasında hukuki yarar bulunmadığını, 213 sayılı Kanun'un 378. maddesinin uyuşmazlık konusu hükmünün istisnalarının olduğunu, dolayısıyla anılan hükmün mahkemeye erişim hakkının özüne dokunmadığını ve hak arama özgürlüğünü ölçüsüz bir şekilde engellemediğini bildirmiştir. Bakanlık son olarak kanuni süresinden sonra verilen beyannamelere ihtirazi kayıt konulup konulamaması hususundaki içtihat farklılığının anayasal bir sorun oluşturmayacağını ifade etmiştir.

B. Değerlendirme

38. Anayasa’nın "Mülkiyet hakkı" kenar başlıklı 35. maddesi şöyledir:

 “Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.

Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir.

Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz.”

39. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucular adil yargılanma haklarının da ihlal edildiğini ileri sürmekte iseler de vergilendirme işlemine ilişkin şikâyetin ilgili olduğu mülkiyet hakkının ihlali iddiası kapsamında incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

40. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Esas Yönünden

a. Mülkün ve Müdahalenin Varlığı ile Türü

41. Başvurucuların ihtirazi kayıtla verdiği beyannameler üzerinden yapılan tarh ve tahakkuk işlemleri sonucu KDV ve damga vergisi ile bu vergilere ait gecikme faizi ve vergi ziyaı cezası ödemelerinin mülkiyet hakkına müdahale teşkil ettiği hususu kuşkusuzdur. Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarında; vergi ve benzeri mali yükümlülükler ile sosyal güvenlik prim ve katkılarını belirlemeye, değiştirmeye ve ödenmesini güvence altına almaya yönelik müdahalelerin taşıdığı amaçlar dikkate alındığında devletin mülkiyetin kamu yararına kullanımını kontrol veya düzenlenmesi yetkisi kapsamında incelenmesi gerektiği kabul edilmiştir (Arif Sarıgül, B. No: 2013/8324, 23/2/2016, § 50; Narsan Plastik San. ve Tic. Ltd. Şti., B. No: 2013/6842, 20/4/2016, § 71). Somut olayda da müdahalenin mülkiyetin kullanılmasının kontrolü veya düzenlenmesine ilişkin üçüncü kural çerçevesinde incelenmesi gerekmektedir.

b. Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı

42. Anayasa'nın 13. maddesi şöyledir:

"Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz."

43. Anayasa’nın 35. maddesinde mülkiyet hakkı sınırsız bir hak olarak düzenlenmemiş, bu hakkın kamu yararı amacıyla ve kanunla sınırlandırılabileceği öngörülmüştür. Mülkiyet hakkına müdahalede bulunulurken temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasına ilişkin genel ilkeleri düzenleyen Anayasa'nın 13. maddesinin de gözönünde bulundurulması gerekmektedir. Dolayısıyla mülkiyet hakkına yönelik müdahalenin Anayasa'ya uygun olabilmesi için müdahalenin kanuna dayanması, kamu yararı amacı taşıması ve ayrıca ölçülülük ilkesi gözetilerek yapılması gerekmektedir(Recep Tarhan ve Afife Tarhan, B. No: 2014/1546, 2/2/2017, § 62).

i. Kanunilik

44. Mülkiyet hakkına yönelik müdahalelerde ilk incelenmesi gereken ölçüt kanuna dayalı olma ölçütüdür. Bu ölçütün sağlanmadığı tespit edildiğinde diğer ölçütler bakımından inceleme yapılmaksızın mülkiyet hakkının ihlal edildiği sonucuna varılacaktır. Müdahalenin kanuna dayalı olması, müdahaleye ilişkin yeterince ulaşılabilir, belirli ve öngörülebilir kanun hükümlerinin bulunmasını gerektirmektedir (Türkiye İş Bankası A.Ş. [GK], B. No: 2014/6192, 12/11/2014, § 44; Ford Motor Company, B. No: 2014/13518, 26/10/2017, § 49; Necmiye Çiftçi ve diğerleri, B. No: 2013/1301, 30/12/2014, § 55).

45. Başvuru konusu olayda 3065 sayılı Kanun ile 1/7/1964 tarihli ve 488 sayılı Damga Vergisi Kanunu hükümlerine göre KDV ve damga vergileri tarh ve tahakkuk ettirilmiş, 213 sayılı Kanun'un 341. maddesine göre de vergi ziyaı cezası kesilmiştir. Başvurucular bu işlemlere karşı Vergi Mahkemesinde davalar açmışlar, ancak derece mahkemelerince Vergi İdaresince yapılan bildirim üzerine beyannamelere ihtirazi kayıt konulmasının 213 sayılı Kanun'un 378. maddesine dayalı olarak dava açma hakkı vermeyeceği gerekçesiyle davalar reddedilmiştir. Bu hükümde mükelleflerin beyan ettikleri matrahlara ve bu matrahlar üzerinden tarh edilen vergilere karşı dava açamayacakları düzenlenmiştir. Somut olayda müdahalenin niteliğini dikkate alan Anayasa Mahkemesi, yargısal makamların hukukun uygulanmasına dair yaklaşımının Anayasa'nın 35. maddesindeki gereklilikleri karşılayıp karşılamadığı konusunda müdahalenin takip edilen meşru amacı gerçekleştirme ve ölçülülüğü bakımından başarılı olup olmadığını sorgulayarak sonuca varacaktır (benzer yöndeki değerlendirmeler için bkz. Arif Güven, B. No: 2014/13966, 15/2/2017, § 52).

ii. Meşru Amaç

46. Vergi ve benzeri mali yükümlülükler ile sosyal güvenlik prim borçlarının ödenmesi için gerekli tedbirlerin alınması ve bu kapsamda gerekli ve uygun araçların seçilmesinde kanun koyucunun geniş bir takdir yetkisi bulunmaktadır. Diğer bir deyişle bu geniş takdir yetkisi, vergilerin tahsilini güvence altına almak amacıyla hem gerekli vergisel düzenlemeleri ihdas etmek hem de gerekli tasarruflarda bulunmak -örneğin vergi koruma önlemlerini uygulamak- bakımından da geçerlidir.

47. Kamu hizmetlerinin finansmanında istikrarın sağlanması bakımından, vergilendirme sürecinin belirli bir düzen dâhilinde işlemesi ve sonuçlandırılması gerekmektedir. Bu doğrultuda çeşitli usuller öngörülerek, mükelleflerin vergi ilişkisinden doğan hak ve ödevlerini daha dikkatli takip etme zorunluluğu getirilmektedir (AYM, E.2017/24, K.2017/112, 14/6/2017). Bu bağlamda somut olayda Vergi İdaresi tarafından, KDV alınmasını gerektiren bir mal veya hizmet satımına ilişkin olarak başvurucu mükelleflerden düzeltme beyannamesi düzenlenmesinin istenmesi vergi kaybını önlemeye yöneliktir. Bu itibarla başvuruya konu olayda vergi alacağının tahakkuku ve tahsili ile vergi cezası kesilmesi bakımından kamu yararına yönelik bir amacın olduğunda kuşku bulunmamaktadır.

iii. Ölçülülük

 (1) Genel İlkeler

48. Son olarak kamu makamlarınca başvurucuların mülkiyet hakkına yapılan müdahaleyle gerçekleştirilmek istenen amaç ile bu amacı gerçekleştirmek için kullanılan araçlar arasında makul bir ölçülülük ilişkisinin olup olmadığı değerlendirilmelidir.

49. Ölçülülük ilkesi elverişlilikgereklilik ve orantılılık olmak üzere üç alt ilkeden oluşmaktadır. Elverişlilik öngörülen müdahalenin ulaşılmak istenen amacı gerçekleştirmeye elverişli olmasını, gereklilik ulaşılmak istenen amaç bakımından müdahalenin zorunlu olmasını yani aynı amaca daha hafif bir müdahale ile ulaşılmasının mümkün olmamasını, orantılılık ise bireyin hakkına yapılan müdahale ile ulaşılmak istenen amaç arasında makul bir dengenin gözetilmesi gerekliliğini ifade etmektedir (AYM, E.2011/111, K.2012/56, 11/4/2012; E.2014/176, K.2015/53, 27/5/2015; E.2016/13, K.2016/127, 22/6/2016, § 18; Mehmet Akdoğan ve diğerleri, B. No: 2013/817, 19/12/2013, § 38).

50. Orantılılık ilkesi gereği kişilerin mülkiyet hakkının sınırlandırılması hâlinde elde edilmek istenen kamu yararı ile bireyin hakları arasında adil bir dengenin kurulması gerekmektedir. Bu adil denge, başvurucunun şahsi olarak aşırı bir yüke katlandığının tespit edilmesi durumunda bozulmuş olacaktır. Anayasa Mahkemesi; müdahalenin orantılılığını değerlendirirken, bir taraftan ulaşılmak istenen meşru amacın önemini diğer taraftan da müdahalenin niteliğini, başvurucunun ve kamu otoritelerinin davranışlarını gözönünde bulundurarak başvurucuya yüklenen külfeti dikkate alacaktır (Arif Güven, §§ 58, 60; Osman Ukav, B. No: 2014/12501, 6/7/2017, § 71).

51. Anayasa'nın 35. maddesi usule ilişkin açık bir güvenceden söz etmemektedir. Bununla birlikte mülkiyet hakkının gerçek anlamda korunabilmesi bakımından bu madde, Anayasa Mahkemesinin çeşitli kararlarında da ifade edildiği üzere mülk sahibine müdahalenin kanun dışı veya keyfî ya da makul olmayan şekilde uygulandığına ilişkin savunma ve itirazlarını sorumlu makamlar önünde etkin bir biçimde ortaya koyabilme olanağının tanınması güvencesini kapsamaktadır (Bekir Yazıcı [GK], B. No: 2013/3044, 17/12/2015, § 71). Bu değerlendirme ise uygulanan sürecin bütününe bakılarak yapılmalıdır (Züliye Öztürk, B. No: 2014/1734, 14/9/2017, § 36).

 (2) İlkelerin Olaya Uygulanması

52. Somut olayda müdahalenin elverişliliğini veya gerekliliğini sorgulamaya yönelik herhangi bir olgu söz konusu değildir. Buna göre müdahalenin orantılı olup olmadığı tartışılarak sonuca varılmalıdır.

53. Vergi İdaresi, başvuruya konu olayda doğrudan gecikme faiziyle birlikte KDV ve damga vergisi tarhiyatı ile vergi ziyaı cezası kesmek yerine başvuruculardan beyanlarını düzeltmelerini istemiştir. Başvurucular da bu doğrultuda beyanlarını düzeltmiş, ancak verdiği beyannamelere söz konusu indirim unsurlarının gerçek olduğu savıyla ihtirazi kayıt koymuşlardır.

54. Başvurucular ihtirazi kayıtla verdiği düzeltme beyannameleri üzerine Vergi İdaresince tahakkuk ettirilen vergilerin, gecikme faizinin ve kesilen vergi ziyaı cezasının iptali istemiyle davalar açmışlardır. Ancak Vergi Mahkemesi 3065 sayılı Kanun'un 41. maddesinde öngörülen yasal süreler geçtikten sonra verilen KDV düzeltme beyanına konulan ihtirazi kaydın beyanname üzerinden tahakkuk ettirilen vergiye bir etkisinin bulunmadığı gerekçesiyle davaları reddetmiştir. Bölge İdare Mahkemesi ise 213 sayılı Kanun'un 378. maddesinin ikinci fıkrasına dayalı olarak beyanname verme süresi geçtikten sonra verilen beyannameye konulan ihtirazi kaydın beyanname üzerinden yapılan tahakkuka etkisi olmadığı gibi dava açma hakkı vermesinin de mümkün olmadığı gerekçesiyle davaların reddi gerektiği sonucuna ulaşmıştır.

55. Delillerin değerlendirilmesi ve hukuk kurallarının yorumu kural olarak derece mahkemelerinin takdir yetkisinde olup açıkça keyfî olmadıkça veya bariz bir takdir hatası içermediği sürece Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuru kapsamında bu takdir yetkisine müdahalesi söz konusu olamaz. Bununla birlikte derece mahkemelerinin yorumlarının Anayasa'nın 35. maddesinde güvence altına mülkiyet hakkının öngördüğü gereklilikleri içerip içermediğinin ve bu yorumların sonuçları itibarıyla mülkiyet hakkı sahibine şahsi olarak aşırı bir külfet yükleyip yüklemediğinin değerlendirilmesi gerekir.

56. 213 sayılı Kanun’un 378. maddesinin ikinci fıkrasında yer alan ve mükelleflerin beyan ettikleri matrahlar ile bu matrahlar üzerinden tarh edilen vergilere karşı dava açamayacaklarına ilişkin mezkur kural, Türk vergi sisteminin dayandığı beyan esasına göre mükelleflerin kendi hesaplamalarına göre tespit ettikleri matrahların hatalı olamayacağı kabulüne dayanmaktadır (AYM, E.2010/83, K.2012/169, 1/11/2012). Diğer bir deyişle beyana dayalı vergilendirme mükellefe güven üzerine inşa edilmiştir. Bu sistemde her mükellef kendi vergisinin matrahını bizzat kendisi hesaplamaktadır. İdare de mükellef tarafından beyan edilen bu matrah üzerinden tarhiyat yapmaktadır (AYM, E.2017/24, K.207/112, 14/6/2017).

57. Hukuki bir ihtilaf içermediği müddetçe işin doğası gereği mükellefin kendi beyanında bir hata bulunmaması gerekir. Buna karşın her ne kadar matrahlarını en iyi hesaplayabilecek olan mükelleflerin kendileri olsa da bazı durumlarda mükellefler gelirlerinin istisna ve muafiyet gibi nedenlerden dolayı vergiye tabi olup olmadığı konusunda şüpheye düşebilmektedir (AYM, E.2017/24, K.207/112, 14/6/2017). Bu itibarla hukuki bir ihtilafın bulunduğu konularda mükelleflere -kural olarak- verdikleri beyannamelere ihtirazi kayıt koymak suretiyle dava açma hakkı tanınmıştır. Aksi takdirde mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin keyfî veya hukuka aykırı olduğunun ileri sürülebileceği etkin bir itiraz imkânı tanınmamış olacağından mülkiyet hakkı sahibine aşırı bir külfet yüklenmiş olur.

58. Nitekim 2577 sayılı Kanun’un 27. maddesinde yer verilen düzenlemeyle ihtirazi kayıt konularak verilen beyanname üzerine mükelleflerin dava açabileceğinin kabul edildiği görülmektedir. Böylece vergilendirmede mükellef aleyhine hukuka aykırılığa yol açmamak ve bazı matrah unsurlarını hukuken tartışılabilir kılmak amacıyla ihtirazi kayıt kurumu önce yargı içtihatlarıyla geliştirilmiş ve daha sonra kanuni düzenlemeye konu olmuştur. Yine bu şekilde beyana dayanan tarhiyat işleminin dava konusu edilemeyeceği yönündeki kurala bir istisna getirilmiştir. Bu şekilde beyana dayanan vergilerde vergi beyannamesine ihtirazi kayıt konulması, beyannamede hesaplanan verginin tümü ya da bir kısmının tahakkukuna karşı çıkılarak, ihtirazi kaydın konusunu oluşturan nedenin tarhı yapan idare tarafından kabul edilmemesi hâlinde, beyanname üzerinden tarh edilen verginin ihtirazi kayıt konulan kısmının dava konusu edilebilmesini mümkün kılmaktadır (Danıştay Vergi Dava Daireleri Kurulunun 27/11/2013 tarihli ve E.2012/286, K.2013/558 sayılı kararı).

59. Somut olayda da düzeltme beyannameleri verilmesinin Vergi İdaresinin bu yöndeki isteğine dayandığı görülmektedir. Bu kapsamda Vergi İdaresince 213 sayılı Kanun’un 30. maddesinin ikinci fıkrası uyarınca resen tarhiyat yapılması yoluna başvurulmayıp başvuruculardan KDV beyannamesinde yer alan bazı indirim unsurlarının gerçek bir teslim ya da hizmet ifasına dayanmadığının tespit edildiği gerekçesiyle bu indirim kalemlerinin ayıklanması suretiyle beyanlarının düzeltilmesi istenmektedir.

60. Öte yandan süresinden sonra verilen düzeltme beyannamesine ihtirazi kayıt koyarak dava açmak isteyen başvurucuların durumları, süresinden sonra pişmanlıkla verdiği beyanname üzerine dava açmak isteyen mükelleflerden farklılık arz etmektedir. Pişmanlıkla beyanda bulunan mükellef yukarıda da belirtildiği üzere hatalı davranışını kabul etmiştir ve vergi ziyaına yol açan fiilden pişmandır. Bu hâlde dava açılması bu pişmanlık hâliyle bağdaşmamaktadır. Ancak pişmanlık hükümlerinden faydalanma yönünde bir irade göstermeden düzeltme beyanına ihtirazi kayıt koyan mükellefin dava açabilme isteğinin de hukuken korunması gerekir. Bunun nedeni mükellefin pişmanlık iradesinin olmaması ve hâlâ tereddüde düştüğü ya da Vergi İdaresinin düzeltme talebine konu olan hususun hukuken tartışılır hâle gelmesini istemesidir. Somut olayda ise başvurucular, herhangi bir hatalı davranışlarının varlığını kabul etmemekle birlikte alımlarına konu faturaların sahte olmadığını ve bu nedenle de söz konusu indirim unsurlarının gerçek olduğunu iddia etmektedir.

61. Bu durumda pişmanlıkla verilen beyannamelere ihtirazi kayıt konularak dava açılamayacağının ileri sürülmesi pişmanlık kurumunun doğasından kaynaklanan bir sınır oluştursa da aynı iddianın süresinden sonra verilen düzeltme beyannameleri için geçerli olmadığı açıktır. Çünkü bu durumda mükellef pişmanlık beyanında bulunmamıştır. İdari bir yorumla beyanına dâhil edilmesi gereken bir matrahın bulunduğunun ya da indirimlerinden çıkarılması gereken bir faturanın olduğunun ileri sürülmesi veya fark edilmesi üzerine vergi mükellefi bu durumun hukuken tartışılır kılınmasını isteyebilmelidir. Başvurucuların idari yorumun aksi yönünde oluşan bir iddiası vardır ve bu iddianın tartışılabilirliğinin hukuken korunması gerekir.

62. Başvurucuların somut olayda alımlarına konu faturaların sahte olmadığı ve bu nedenle de söz konusu indirim unsurlarının gerçek olduğu düşüncesiyle bu durumu vergi mahkemeleri önünde tartışma konusu yapabilmeleri için düzeltme beyanına ihtirazi kayıt koyma hukuki imkânı dışında bir seçenekleri bulunmamaktadır. Başvurucuların bu yöntemi kullanmak yerine hakkında resen tarhiyat yapılmasını beklemeleri gerektiği de ileri sürülebilir. Ancak öncelikle Vergi İdaresinin başvurucuları düzeltme beyannamesi vermeye yönlendirdiği ve uyuşmazlığı çıkardığı belirtilmelidir. Üstelik Vergi İdaresi başvurucuları, haklarında bazı olumsuz sonuçlara yol açacak yaptırımlar uygulamakla ihtar etmiştir.

63. Somut olayda Vergi İdaresinin ihtar ettiği kod listesine alınmanın -diğer mükelleflerce bilinebilir hâle geldiğinden- ticari satışların bitmesi ve tacirlerin muhasebe döngüsünü sağlama yönünden çok önemli bir unsur olan vergi iadelerinin alınamaması/geç alınması gibi riskli sonuçlarının olduğu görülmektedir. Dolayısıyla başvurucuların Vergi İdaresinden kanunda öngörülen usulü yani incelemeye sevk edilme ve vergi inceleme raporu ya da takdir komisyonu kararına dayalı olarak vergi ziyaı cezalı tarhiyat yapılmasını beklemeleri uygun olmayabilir. Kaldı ki bu hâlde başvurucular düzenlenecek vergi suçu raporu üzerine adli soruşturma ve kovuşturmaya da tabi tutulabileceklerdir. Ayrıca tarhiyat üzerine dava açılması hâlinde gecikme faizi bu davanın reddine ilişkin kararın tebliğine göre hesaplanacak ve başvurucular daha fazla gecikme faizi ödeyebileceklerdir. Bu sebeple başvurucular düzeltme beyannamesi vermeyi tercih etmektedir. Bunun da ötesinde idarenin yazısı üzerine düzeltme beyannamesi verilmesine rağmen vergilendirme işlemine karşı dava açılamaması hukuki denetim dışında kalan bir alan oluşmasına yol açmaktadır. Vergilendirme idarenin takdir yetkisinin geniş olduğu bir alandır. Ancak bu geniş takdir yetkisi mülkiyet hakkına vergilendirme yoluyla müdahale bakımından kamu makamlarının mülkiyet hakkının gerekliliklerine uyması zorunluluğunu ortadan kaldırmamaktadır.

64. Diğer taraftan resen yapılacak vergi incelemesinin, matrah takdirinin ve buna bağlı olarak vergi tarhiyatının ne zaman yapılacağı da belirli olmayıp başvurucuların buna dayalı olarak başlatılacak idari ve yargısal süreç boyunca cezalı vergiyi ödeme baskısıyla karşılaşacakları da açıktır. Davanın mükellef aleyhine sonuçlanması durumunda da cezalı vergi yanında tarhiyatın ilgili bulunduğu döneme ilişkin normal vade tarihinden sürecin kesinleştiği tarihe kadar, dava süresini de içerecek şekilde gecikme faizi ödemesi söz konusu olabilecektir.

65. Başvuru konusu olayda mal ve hizmet alımında bulunduğu firmanın sahte fatura düzenlediği yönünde tespitler bulunmasından dolayı kendilerinin de kod listesine alınma baskısı altında serbest iradelerini yansıtmayan düzeltme beyannameleri vermek durumunda bırakılan başvurucuların bu işleme karşı açtığı davalar vergi mahkemelerince esasları yönünden incelenmemiştir. Bu durumda sahte olduğu ileri sürülen faturalarda yazılı mal ve hizmetlerin gerçekten alınıp alınmadığı, yapılan işin niteliği ve büyüklüğüyle orantılı olup olmadığı araştırılmamış, gerçek durum somut olarak ortaya konulmamıştır.

66. Sonuç olarak başvurucular, mülkiyet haklarına müdahale teşkil eden vergilendirme işlemlerinin yargı yoluyla denetlenebilmesi imkânına sahip olamamışlardır. Dolayısıyla derece mahkemelerinin 213 sayılı Kanun'un 378. maddesinin ikinci fıkrasında düzenlenen hukuk kuralını, düzeltme beyannamesine ihtirazi kayıt konulmasının dava açma hakkı vermeyeceği şeklinde yorumlaması -sürecin bütününe bakıldığında- başvurucuların, müdahalenin hukuka aykırı olduğuna yönelik olarak iddia ve itirazlarını etkin bir biçimde sunamaması sonucuna yol açmıştır. Buna göre somut olayda mülkiyet hakkının öngördüğü usul güvencelerinin sağlanamamasından dolayı müdahalenin başvuruculara şahsi olarak aşırı bir külfet yüklediği, başvurucuların mülkiyet hakkının korunması ile müdahalenin kamu yararı amacı arasında olması gereken adil dengenin başvurucular aleyhine bozulduğu sonucuna ulaşılmıştır. Başvurucuların mülkiyet haklarına yapılan müdahale ölçüsüzdür.

67. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

3. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

68. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:

"(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir...

 (2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir."

69. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hak ve hürriyetin ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural, mümkün olduğunca eski hâle getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle devam eden ihlalin durdurulması, ihlale konu kararın veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan [GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018§ 55).

70. İhlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilmeden önce ihlalin kaynağının belirlenmesi gerekir. Buna göre ihlal; idari eylem ve işlemler, yargısal işlemler veya yasama işlemlerinden kaynaklanabilir. İhlalin kaynağının belirlenmesi uygun giderim yolunun belirlenebilmesi bakımından önem taşımaktadır (Mehmet Doğan, § 57).

71. İhlalin mahkeme kararından kaynaklandığı durumlarda 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası ile İçtüzük'ün 79. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca kural olarak ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın bir örneğinin ilgili mahkemeye gönderilmesine hükmedilir (Mehmet Doğan, § 58).

72. Buna göre Anayasa Mahkemesince ihlalin tespit edildiği hâllerde yargılamanın yenilenmesinin gerekliliği hususundaki takdir derece mahkemelerine değil ihlalin varlığını tespit eden Anayasa Mahkemesine bırakılmıştır. Derece mahkemeleri ise Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında belirttiği doğrultuda ihlalin sonuçlarını gidermek üzere gereken işlemleri yapmakla yükümlüdür (Mehmet Doğan, § 59).

73. Başvurucular, yeniden yargılamaya karar verilmesi talebinde bulunmuşlardır.

74. İhtirazi kayıtla verilen düzeltme beyannameleri üzerine yapılan vergilendirmeye ve kesilen cezaya karşı açılan davaların derece mahkemelerince reddedilmesinin ölçüsüz olması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır. Dolayısıyla somut başvuruda ihlalin mahkeme kararlarından kaynaklandığı anlaşılmaktadır.

75. Bu durumda mülkiyet hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Buna göre yapılacak yeniden yargılama ise 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu kapsamda derece mahkemelerince yapılması gereken iş, öncelikle ihlale yol açan mahkeme kararlarının ortadan kaldırılması ve nihayet ihlal sonucuna uygun yeni kararlar verilmesinden ibarettir. Bu sebeple kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere Vergi Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekir.

76. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 10.096,90 TL harcın başvurucu Arbay Petrol Gıda Turizm Taşımacılık Sanayi Ticaret Ltd. Şti.ne, 226,90 TL harcın da başvurucu Arbay Turizm Taşımacılık İthalat İhracat İnşaat ve Organizasyon Sanayi ve Ticaret Ltd. Şti.ne ayrı ayrı, 2.475 TL vekâlet ücretinin ise müştereken başvuruculara ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Anayasa'nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Kararın bir örneğinin mülkiyet hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere Tekirdağ Vergi Mahkemesine (E.2014/433, E.2014/434, E.2014/435, E.2014/436, E.2014/437, E.2014/438, E.2014/439, E.2014/440, E.2014/441, E.2014/442, E.2014/443, E.2014/444, E.2014/445, E.2014/446,E.2014/447,E.2014/448,E.2014/449, E.2014/455,E.2014/617,E.2014/625, E.2014/618, E.2014/621,E.2014/624,E.2014/622,E.2014/623, E.2014/635, E.2014/633,E.2014/634,E.2014/638, E.2014/637,E.2014/636,E.2014/619,E.2014/643,E.2014/629,E.2014/642,E.2014/641,E.2014/630,E.2014/626,E.2014/639, E.2014/640, E.2014/632,E.2014/627, E.2014/631, E.2014/628) GÖNDERİLMESİNE,

D. 10.096,90 TL tutarındaki harcın başvurucu Arbay Petrol Gıda Turizm Taşımacılık Sanayi Ticaret Ltd. Şti.ne, 226,90 TL tutarındaki harcın da başvurucu Arbay Turizm Taşımacılık İthalat İhracat İnşaat ve Organizasyon Sanayi ve Ticaret Ltd. Şti.ne AYRI AYRI, 2.475 TL vekâlet ücretinin ise MÜŞTEREKEN BAŞVURUCULARA ÖDENMESİNE,

E. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucuların Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

F. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 27/2/2019 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

LÜTFİYE ŞEN VE DİĞERLERİ BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2015/19590)

 

Karar Tarihi: 7/3/2019

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Engin YILDIRIM

Üyeler

:

Recep KÖMÜRCÜ

 

 

Rıdvan GÜLEÇ

 

 

Recai AKYEL

 

 

Yıldız SEFERİNOĞLU

Raportör

:

Özgür DUMAN

Başvurucular

:

1. Lütfiye ŞEN

 

 

2. Selahaddin ŞAHİN

 

 

3. Zeynep TOY

Vekili

:

Av. Mehmet Necati SERİN

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru önalım hakkının kullandırılmaması nedeniyle mülkiyet hakkının; yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 15/12/2015 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca 2015/19591 ve 2015/19592 başvuru numaralı bireysel başvuru dosyalarının konu yönünden hukuki irtibat nedeniyle 2015/19590 başvuru numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine; incelemenin 2015/19590 başvuru numaralı bireysel başvuru dosyası üzerinden yürütülmesine karar verilmiştir

5. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

6. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

7. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, başvuru hakkında görüş sunmayacağını bildirmiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

8. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:

9. Başvurucular, İstanbul'un Kartal ilçesine bağlı Soğanlık Mahallesi'nde bulunan 5691 ada 308 parsel sayılı taşınmazın 1/6 oranında paydaşlarıdır. Bu taşınmazın diğer 1/6 payları ise L.Ş. ve İ.Ş. adına, 1/12 payları da N.A. ve F.Ş. adına tapuda kayıtlıdır.

10. Başvurucuların da vekâlet verdikleri taşınmaz maliklerinden İ.Ş. ile D. Yapı İç ve Dış Ticaret Sanayi A.Ş. (Şirket) arasında 18/1/2011 tarihinde noterde arsa payı karşılığı inşaat yapım sözleşmesi düzenlenmiştir. Bu sözleşme kapsamında taşınmazın maliklerinden N.A.nın payı mirasçıları tarafından 29/4/2011 tarihinde İ.Ş.e satılmıştır. Yapılan satış ve hisse birleştirmeleri sonucu taşınmazın 1/4 payı aynı tarihte İ.Ş. adına tapuya tescil edilmiştir.

11. İ.Ş. taşınmazdaki 1/4 payını 50.000 TL bedelle 5/8/2011 tarihinde Şirkete satmıştır. Yine maliklerden F.Ş. de bu taşınmazdaki payını 22.000 TL bedelle 30/9/2011 tarihinde Şirkete satmıştır. Böylece taşınmazın 1/3 payı 30/9/2011 tarihi itibarıyla Şirket adına tapuya kaydedilmiştir. Bununla birlikte Şirket 7/12/2012 tarihinde taşınmazın 1/6 payını İ.Ş.ye geri satmıştır. Şirketin taşınmazdaki kalan payı 1/6 olarak tapuya tescil edilmiştir.

12. Başvurucular 17/1/2013 tarihinde Şirket aleyhine İstanbul Anadolu 1. Asliye Hukuk Mahkemesinde önalım hakkına dayalı olarak tapu iptali ve tescil davası açmışlardır. Dava dilekçesinde, davalı Şirketin başvurucuların paydaşı oldukları taşınmazdan paylar satın aldığı ancak bu payların satışı ile ilgili olarak başvuruculara bilgi verilmediği belirtilmiştir. Başvurucular kanundan doğan önalım haklarını kullanmak suretiyle davalının satın almış olduğu payların tamamının kendi adlarına tapuya tescil edilmesinin gerektiğini öne sürmüşlerdir. Dilekçenin sonuç kısmında da anılan taşınmazdaki davalı adına kayıtlı tüm hisselerin başvurucuların adına tapuya tescil edilmesi talep edilmiştir. Dilekçede dava konusunun değeri 73.250 TL olarak gösterilmiştir.

13. Mahkeme 9/7/2014 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesinde davanın, "davalı şirketin dava konusu olan taşınmazdaki 1/3 hissesinin 1/2 payına isabet eden 1/6 payını dava dışı ve davacıların vekili İ. Ş.ye satmış olmasından kaynaklanan ön alım davası" olduğu belirtilmiştir. Mahkeme başvurucular adına vekâleten İ.Ş. ile davalı Şirket arasında arsa payı karşılığı inşaat yapım sözleşmesi düzenlendiğine dikkati çekmiştir. Mahkeme davalının savunmasına itibar ederek başvurucuların vekili olarak hareket eden dava dışı İ.Ş.nin kendisine ait olan payın tamamını davalı Şirkete devrettiği için bu kişiye ait olması gereken 1/6 payın Şirket tarafından İ.Ş.ye satıldığını belirtmiştir. Mahkeme bu gerekçeyle önalım hakkının koşulları oluşmadığından davanın reddi gerektiği sonucuna ulaşmıştır.

14. Başvurucuların temyiz ettiği karar Yargıtay 14. Hukuk Dairesince, usul ve kanuna uygun olduğu gerekçesiyle 3/3/2015 tarihinde onanmıştır. Başvurucuların karar düzeltme talepleri ise aynı Daire tarafından 14/10/2015 tarihinde kanunda öngörülen karar düzeltme sebeplerinden birinin mevcut olmadığı gerekçesiyle reddedilmiştir.

15. Nihai karar başvurucular vekiline 20/11/2015 tarihinde tebliğ edilmiştir.

16. Başvurucular 15/12/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır.

IV. İLGİLİ HUKUK

A. Ulusal Hukuk

17. 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 732. maddesi şöyledir:

"Paylı mülkiyette bir paydaşın taşınmaz üzerindeki payını tamamen veya kısmen üçüncü kişiye satması hâlinde, diğer paydaşlar önalım hakkını kullanabilirler."

18. 4721 sayılı Kanun’un 733. maddesi şöyledir:

"Cebrî artırmayla satışlarda önalım hakkı kullanılamaz.

Önalım hakkından feragatin resmî şekilde yapılması ve tapu kütüğüne şerh verilmesi gerekir. Belirli bir satışta önalım hakkını kullanmaktan vazgeçme, yazılı şekle tâbidir ve satıştan önce veya sonra yapılabilir.

Yapılan satış, alıcı veya satıcı tarafından diğer paydaşlara noter aracılığıyla bildirilir.

Önalım hakkı, satışın hak sahibine bildirildiği tarihin üzerinden üç ay ve her hâlde satışın üzerinden iki yıl geçmekle düşer."

19. 4721 sayılı Kanun’un 734. maddesi şöyledir:

"Önalım hakkı, alıcıya karşı dava açılarak kullanılır.

Önalım hakkı sahibi, adına payın tesciline karar verilmeden önce, satış bedeli ile alıcıya düşen tapu giderlerini, hâkim tarafından belirlenen süre içinde hâkimin belirleyeceği yere nakden yatırmakla yükümlüdür."

B. Uluslararası Hukuk

20. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne (Sözleşme) ek 1 No.lu Protokol'ün "Mülkiyetin korunması" kenar başlıklı 1. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"Her gerçek ve tüzel kişinin mal ve mülk dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme hakkı vardır. Bir kimse, ancak kamu yararı sebebiyle ve yasada öngörülen koşullara ve uluslararası hukukun genel ilkelerine uygun olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılabilir.

..."

21. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) göre Sözleşme'ye ek 1 No.lu Protokol'ün 1. maddesinin temel amacı, devlet tarafından mülkiyet hakkına yapılan haksız müdahalelere karşı kişinin korunmasını sağlamaktır. Sözleşme'nin 1. maddesi uyarınca her taraf devlet "kendi yetki alanı içinde bulunan herkesin, Sözleşme'de tanımlanan hakları ve özgürlüklerden yararlanmalarını sağlama" yükümlülüğü altındadır. Bu genel nitelikli görevin yerine getirilmesi, Sözleşme ile güvence altına alınan hakların etkili bir biçimde uygulanmasını sağlamak için bazı pozitif yükümlülüklere yol açmaktadır (Ališić ve diğerleri/Bosna Hersek, Hırvatistan, Sırbistan, Slovenya ve Makedonya Cumhuriyeti [BD], B. No: 60642/08, 16/7/2014, § 100; Sovtransavto Holding/Ukrayna, B. No: 48553/99, 25/7/2002, § 96).

22. AİHM, Sözleşme'ye ek 1 No.lu Protokol'ün 1. maddesi ile güvence altına alınan mülkiyet hakkının da bazı pozitif yükümlülükler içerdiğini kabul etmektedir. AİHM'e göre mülkiyet hakkının gerçekten etkili bir biçimde korunabilmesi, devletin müdahale etmeme görevi yanında ayrıca bazı pozitif tedbirler almasını da gerektirmektedir (Öneryıldız/Türkiye [BD], B. No: 48939/99, 30/11/2004, § 134; Broniowski/Polonya [BD], B. No: 31443/96, 22/6/2004, § 143).

23. AİHM, Sözleşme'ye ek 1 No.lu Protokol'ün 1. maddesinin devletin doğrudan müdahalesinin söz konusu olmadığı özel kişiler arasındaki uyuşmazlıklar yönünden de -belirli durumlarda- mülkiyet hakkının korunması için gerekli tedbirleri alma yükümlülüğünü içerdiğini kabul etmektedir. Devletin pozitif yükümlülükleri çerçevesinde -özel kişiler arası mülkiyet ilişkileri bakımından olsa bile- kişilerin mülkiyet haklarına yapılacak keyfî müdahalelere karşı hukuksal bir koruma sağlaması gerekmektedir. Bu bağlamda devlet, özellikle tarafların mülkiyet hakkına ilişkin uyuşmazlıklar yönünden gerekli usule ilişkin güvenceleri sunan etkin bir yargısal mekanizma oluşturma yükümlülüğü altındadır. Bu çerçevede oluşturulan yargı yollarında ulusal mahkemeler de iç hukukta yer alan ilgili kanunlar ışığında etkin ve adil bir biçimde mülkiyet uyuşmazlıklarını çözmek durumundadır (Sovtransavto Holding/Ukrayna, § 96; Fuklev/Ukrayna, B. No: 71186/01, 7/6/2005, §§ 90, 91; Kotov/Rusya [BD], B. No: 54522/00, 3/4/2012, § 112; Anheuser-Busch Inc./Portekiz [BD], B. No: 73049/01, 11/1/2007, §§ 82-87; Capital Bank AD/Bulgaristan, B. No: 49429/99, 24/11/2005, § 134; Kushoglu/Bulgaristan, B. No: 48191/99, 10/5/2007, § 47).

24. Bununla birlikte AİHM; iç hukukun yorumlanması ve uygulanması konusundaki görevinin sınırlı olduğunu, ulusal mahkemelerin hukuk kurallarının yorumlanması bakımından sahip oldukları takdir hakkına açık bir keyfîlik veya bariz bir takdir hatası içermedikçe karışamayacağını belirtmektedir (Anheuser‑Busch Inc./Portekiz, § 83).

25. Diğer taraftan AİHM, her ne kadar Sözleşme'ye ek 1 No.lu Protokol'ün 1. maddesinde açık olarak usule ilişkin güvencelerden söz edilmese de bu maddenin keyfî müdahalelerden korunmak amacıyla, mülkiyet hakkına yapılan müdahalelerin kanun dışı veya keyfî ya da makul olmayan şekilde uygulandığına ilişkin savunma ve itirazlarını sorumlu makamlar önünde etkin bir biçimde ortaya koyabilme olanağının tanınması güvencesini kapsadığını belirtmektedir. Bu değerlendirme ise uygulanan sürecin bütününe bakılarak yapılmalıdır (AGOSI/Birleşik Krallık, B. No: 9118/80, 24/10/1986, § 60; Jokela/Finlandiya, B. No: 28856/95, 21/5/2002, § 45).

26. AİHM ayrıca usule ilişkin güvencelerin özel kişiler arasında ihtilaf oluşturan mülkiyet hakkı ile ilgili meseleler yanında taraflardan birinin devlet olması durumunda da geçerli olduğunu belirtmiştir (Plechanow/Polonya, B. No: 22279/04, 7/7/2009, § 100). Bu bağlamda mülkiyet hakkının korunmasına dair usule ilişkin güvenceler kapsamında mahkeme kararlarının ilgili ve yeterli bir gerekçeye sahip olması gerektiğine değinilmiştir. AİHM'e göre bu zorunluluk davacının her iddiasına ayrıntılı cevap verilmesi anlamına gelmemekle birlikte en azından mülk sahibinin esasa ilişkin temel iddia ve itirazlarının yargılama makamlarınca yapılacak dikkatli ve özenli bir inceleme sonucunda karşılanması gerektiği vurgulanmıştır (Gereksar ve diğerleri/Türkiye, B. No: 34764/05, 34786/05, 34800/05, 34811/05, 1/2/2011, § 54).

27. Gereksar ve diğerleri/Türkiye kararına konu olayda idare tarafından sulama kanalına hasar verilmesi nedeniyle başvurucuların tarlalarının zarar görmesi söz konusudur. AİHM, derece mahkemelerinin kararlarının başvurucuların davanın sonucuna etkili olabilecek mahiyetteki iddia ve itirazlarına cevap verecek nitelikte yeterli bir gerekçe içermediği tespitine yer vermiştir. AİHM, bu sebeple Sözleşme'ye ek 1 No.lu Protokol'ün 1. maddesinde öngörülen usul güvencelerinin yerine getirilmediğini belirterek mülkiyet hakkının ihlal edildiği sonucuna varmıştır (Gereksar ve diğerleri/Türkiye, §§ 55-64).

V. İNCELEME VE GEREKÇE

28. Mahkemenin 7/3/2019 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Makul Sürede Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

29. Başvurucular, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.

30. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

31. Medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin idari yargılamanın süresi tespit edilirken sürenin başlangıç tarihi olarak davanın ikame edildiği tarih; sürenin sona erdiği tarih olarak -çoğu zaman icra aşamasını da kapsayacak şekilde- yargılamanın sona erdiği, yargılaması devam eden davalar yönünden ise Anayasa Mahkemesinin makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin şikâyetle ilgili kararını verdiği tarih esas alınır (Selahattin Akyıl, B. No: 2012/1198, 7/11/2013, §§ 45, 47).

32. Medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin idari yargılama süresinin makul olup olmadığı değerlendirilirken yargılamanın karmaşıklığı ve kaç dereceli olduğu, tarafların ve ilgili makamların yargılama sürecindeki tutumu ve başvurucunun yargılamanın süratle sonuçlandırılmasındaki menfaatinin niteliği gibi hususlar dikkate alınır (Selahattin Akyıl, § 41).

33. Anılan ilkeler ve Anayasa Mahkemesinin benzer başvurularda verdiği kararlar dikkate alındığında somut olaydaki yaklaşık 2 yıl 8 aylık yargılama süresinin makul olduğu sonucuna varmak gerekir. Bu sebeple makul sürede yargılanma hakkının ihlal edilmediği açıktır.

34. Açıklanan gerekçelerle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddia yönünden başvurunun diğer kabul edilebilirlik nedenleri incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

B. Mülkiyet Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Başvurucuların İddiaları

35. Başvurucular, paydaşları oldukları taşınmazda davalı Şirketin iki ayrı tarihte ve iki farklı kişiden pay satın aldıklarını belirtmişlerdir. Buna göre davalı Şirket önce 5/8/2011 tarihinde İ.Ş.den 50.000 TL bedelle payını satın almış, bunun yanında 30/9/2011 tarihinde de 22.000 TL bedelle F.G.nin payını satın almıştır. Başvurucular buna karşın satışı yapan pay malikleri veya Şirketin kendilerine noterden bir bildirim yapmadıklarını ifade etmişlerdir. Başvurucular bu sebeple kanundan doğan önalım haklarını kullanmak için açtıkları davanın ise reddedildiğinden yakınmışlardır. Başvurucular derece mahkemelerinin İ.Ş.nin başvuruculardan birinin akrabası olması ve başvurucuların bu kişiye vekâlet vermiş olmalarının önalım hakkının kullandırılmaması sonucuna yol açamayacağını öne sürmüşlerdir.

36. Başvurucular açtıkları dava bağlamında ilk olarak İ.Ş. tarafından yapılan satışa yönelik olarak arsa payı karşılığı inşaat yapım sözleşmesinin Şirketin üzerine düşen yükümlülükleri yerine getirmediği için feshedildiğini belirtmişlerdir. Başvuruculara göre bu husus derece mahkemelerince göz ardı edilerek davanın reddi sonucuna ulaşılmıştır. Başvurucular ikinci olarak ise davalı Şirketin taşınmazın maliklerinden biri olan F.G.den satın aldığı pay için ise derece mahkemelerince hiçbir açıklama yapılmadığını vurgulamışlardır. Başvurucular F.G.nin sattığı pay için açtıkları davanın niçin reddedildiğini anlayamadıklarını, gerekçeli kararda bu hususun hiçbir şekilde belirtilmemiş olduğunu belirtmişlerdir. Başvurucular bu gerekçelerle adil yargılanma, kişi özgürlüğü ve güvenliği, yaşam hakları ve eşitlik ilkesi ile mülkiyet haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.

2. Değerlendirme

37. Anayasa’nın "Mülkiyet hakkı" kenar başlıklı 35. maddesi şöyledir:

 “Herkes, mülkiyet hak[kına] sahiptir.

Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir.

Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz.”

38. Anayasa’nın "Devletin temel amaç ve görevleri" kenar başlıklı 5. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

 “Devletin temel amaç ve görevleri, … Cumhuriyeti ve demokrasiyi korumak, kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak; kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddî ve manevî varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmaktır.”

39. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun belirtilen iddiaları ileri sürdüğü kişi özgürlüğü ve güvenliği ve yaşam haklarıyla ilgili görülmemiş olup eşitlik ilkesinin ihlali iddiasını da temellendirememiştir. Başvurucu ayrıca adil yargılanma hakkının da ihlal edildiğini ileri sürmekte ise de taşınmazda pay sahibi olan başvurucuların önalım hakkından yararlandırılmadığı yönündeki şikâyetlerin esas itibarıyla mülkiyet hakkını ilgilendirdiği anlaşıldığından, başvurucunun belirtilen şikâyetlerinin mülkiyet hakkının ihlali iddiası kapsamında incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.

a. Kabul Edilebilirlik Yönünden

40. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir nedeni de bulunmadığı anlaşılan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

b. Esas Yönünden

41. Anayasa'nın 35. maddesi kapsamındaki mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri süren başvurucu, böyle bir hakkın varlığını kanıtlamak zorundadır (Cemile Ünlü, B. No: 2013/382, 16/4/2013, § 26). Somut olayda başvurucuların uyuşmazlık konusu taşınmazda pay sahibi oldukları tartışma konusu değildir. Dolayısıyla uyuşmazlığa konu taşınmaz yönünden Anayasa'nın 35. maddesi bağlamında başvurucuların mülklerinin mevcut olduğunda kuşku bulunmamaktadır.

42. Önalım hakkı 4721 sayılı Kanun'un 732. maddesine göre paylı mülkiyette bir paydaşın taşınmaz üzerindeki payını tamamen veya kısmen üçüncü kişiye satması hâlinde, diğer paydaşlara kanun ile tanınan bir haktır. Bu yönüyle önalım hakkının paylı mülkiyetin söz konusu olduğu durumlarda mülkiyet hakkı sahibine sağlanan kanuni bir hak olduğu ve önemli bir ekonomik değer ifade ettiği açıktır. Başvurucular da pay sahibi oldukları taşınmazda diğer paydaşlarca yapılan satışlar yönünden kanunla önalım hakkına tanındığı hâlde bundan yararlanamadıklarından şikâyet etmektedirler. Başvuru konusu olayda başvurucuların mülkiyet haklarına yönelik olarak kamu makamlarınca doğrudan yapılan bir müdahale mevcut olmayıp özel kişiler arası bir uyuşmazlık söz konusudur. Dolayısıyla başvuruda, devletin mülkiyet hakkına ilişkin pozitif yükümlülükleri yönünden inceleme yapılması gerekmektedir.

i. Genel İlkeler

43. Mülkiyet hakkının korunmasının devlete birtakım pozitif yükümlülükler yüklediği hususu Anayasa'nın 35. maddesinin lafzında açık bir biçimde düzenlenmemiş ise de bu güvencenin sadece devlete atfedilebilen müdahalelere yönelik sınırlamalar getirdiği, bireyi üçüncü kişilerin müdahalelerine karşı korumasız bıraktığı düşünülemez. Pozitif yükümlülüklerin ortaya çıkmasının nedeni gerçek anlamda koruma sağlanmasıdır. Buna göre anılan maddede bir temel hak olarak güvence altına alınmış olan mülkiyet hakkının gerçekten ve etkili bir şekilde korunabilmesi yalnızca devletin müdahaleden kaçınmasına bağlı değildir. Gerçek anlamda koruma sağlanması için devletin negatif yükümlülükleri dışında pozitif yükümlülüklerinin de olması gerekir. Dolayısıyla Anayasa'nın 5. ve 35. maddeleri uyarınca devletin mülkiyet hakkının korunmasına ilişkin pozitif yükümlülükleri bulunmaktadır. Bu bağlamda söz konusu pozitif yükümlülükler, kimi durumlarda özel kişiler arasındaki uyuşmazlıklar da dâhil olmak üzere mülkiyet hakkının korunması için belirli tedbirlerin alınmasını gerektirmektedir (Türkiye Emekliler Derneği, B. No: 2012/1035, 17/7/2014, §§ 34-38; Eyyüp Boynukara, B. No: 2013/7842, 17/2/2016, §§ 39-41; Osmanoğlu İnşaat Eğitim Gıda Temizlik Hizmetleri Petrol Ürünleri Sanayi Ticaret Limited Şirketi, B. No: 2014/8649, 15/2/2017, § 43).

44. Devletin pozitif yükümlülükleri, mülkiyet hakkına yapılan müdahalelere karşı usule ilişkin güvenceleri sunan yargısal yolları da içeren etkili hukuksal bir çerçeve oluşturma ve oluşturulan bu hukuksal çerçeve kapsamında yargısal ve idari makamların bireylerin özel kişilerle olan uyuşmazlıklarında etkili ve adil bir karar vermesini temin etmek sorumluluklarını da içermektedir (Selahattin Turan, B. No: 2014/11410, 22/6/2017, § 41).

45. Anayasa'nın 35. maddesi usule ilişkin açık bir güvenceden söz etmemektedir. Bununla birlikte mülkiyet hakkının gerçek anlamda korunabilmesi bakımından bu madde, Anayasa Mahkemesinin çeşitli kararlarında da ifade edildiği üzere mülk sahibine müdahalenin kanun dışı veya keyfî ya da makul olmayan şekilde uygulandığına ilişkin savunma ve itirazlarını sorumlu makamlar önünde etkin bir biçimde ortaya koyabilme olanağının tanınması güvencesini kapsamaktadır. Bu değerlendirme ise uygulanan sürecin bütününe bakılarak yapılmalıdır (Benzer yöndeki değerlendirmeler için bkz. Züliye Öztürk, B. No: 2014/1734, 14/9/2017, § 36; Bekir Yazıcı [GK], B. No: 2013/3044, 17/12/2015, § 71).

46. Mülkiyet hakkının usule ilişkin güvenceleri hem özel kişiler arasındaki mülkiyet uyuşmazlıklarında hem de taraflardan birinin kamu gücü olduğu durumlarda geçerlidir. Bu bağlamda mülkiyet hakkının korunmasının söz konusu olduğu durumlarda usule ilişkin güvencelerin somut olayda yerine getirildiğinden söz edilebilmesi için derece mahkemelerinin kararlarında konu ile ilgili ve yeterli gerekçe bulunmalıdır. Ayrıca belirtmek gerekir ki bu zorunluluk davacının bütün iddialarına cevap verilmesi anlamına gelmemekle birlikte mülkiyet hakkını ilgilendiren davanın sonucuna etkili esasa ilişkin temel iddia ve itirazların yargılama makamlarınca özenli bir şekilde değerlendirilerek karşılanması gerekmektedir (Kamil Darbaz ve GMO Yapı Grup End. San. Tic. Ltd. Şti., B. No: 2015/12563, 24/5/2018, § 53).

ii. İlkelerin Olaya Uygulanması

47. Somut olayda başvurucular ilk olarak İ.Ş. ile Şirket arasında yapılan pay satışı yönünden önalım hakkının haksız yere kullandırılmadığından yakınmışlardır. Başvurucular buna gerekçe olarak ise derece mahkemelerinin İ.Ş.nin başvuruculardan birinin akrabası olması ve başvurucular adına vekâleten arsa payı karşılığı inşaat sözleşmesi yapılmasını gösterdiklerini dile getirmişlerdir. Ancak başvurucuların bu iddiaları derece mahkemeleri önünde de dile getirilmiş, ilk derece mahkemesi özellikle başvurucuların vekili sıfatıyla hareket eden İ.Ş.nin arsa payı karşılığı inşaat sözleşmesi çerçevesinde ilk satışı yaptığı, 7/12/2012 tarihli ikinci satışın ise kendisine ait payın da ilk satışta devredilmiş olması nedeniyle yapıldığını belirterek bu satış işlemleri yönünden önalım koşullarının oluşmadığı sonucuna ulaşmıştır. Yargıtay Dairesi de bu yorumu hukuka uygun bulmuştur.

48. Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuru kapsamında kural olarak muvazaa veya yetkisiz temsil gibi borçlar hukukuna ilişkin olay ve olguları değerlendirme görevi bulunmamaktadır. Bu aşamada belirtmek gerekir ki delillerin değerlendirilmesi ve hukuk kurallarının yorumlanması yetkisi kural olarak -keyfî olmadığı veya açık ve bariz bir takdir hatası içermediği sürece- derece mahkemelerine aittir.

49. Buna göre başvurucuların belirtilen iddialarını dile getiremediklerine yönelik bir şikâyetlerinin olmadığı ve yapılan yargılama sonucunda ise bu iddiaları toplanan deliller doğrultusunda ilgili hukuk kurallarının yorumlanmak suretiyle değerlendirildiği dikkate alındığında derece mahkemelerinin kararlarında bu yönden bir keyfiliğin veya bariz takdir hatasının olduğu ortaya konulamamıştır.

50. Bununla birlikte başvurucuların mülkiyet hakkı kapsamında dile getirdiği ayrı bir iddiaları daha bulunmaktadır. Başvurucular paylarının olduğu taşınmazda Şirketin dava dışı F.Ş.nin payını da satın aldığını, bu satış işlemi yönünden de önalım haklarının mevcut olduğunu öne sürmüşlerdir. Gerçekten de taşınmazın paydaşlarından biri olan F.Ş. payını 30/9/2011 tarihinde Şirkete satmıştır. Başvurucular da önalım haklarının kullandırılması istemiyle açtıkları davanın dilekçesinde, davalı Şirketin satın aldığı bütün paylar yönünden bu davayı açmış olduklarını açık olarak belirtmişlerdir. Nitekim dilekçenin talep ve sonuca ilişkin kısmında da aynı talebin yinelendiği görülmektedir. Dolayısıyla başvurucuların önalım hakkı taleplerinin uyuşmazlık konusu taşınmazda davalı Şirketin satın aldığı bütün paylara ilişkin olduğu son derece açıktır.

51. Buna karşın ilk derece mahkemesinin gerekçeli kararında davanın davalı Şirket tarafından İ.Ş.ye yapılan satış ile sınırlı olduğu belirtilmiş ve yalnızca bu satış işlemiyle sınırlı olarak değerlendirmeler yapılarak sonuca varılmıştır. Yargıtay Dairesi de onama ve karar düzeltme kararlarında konu hakkında ayrıca bir değerlendirme yapmamıştır. Buna göre başvurucuların önalım haklarını kullanmak istedikleri bir satış işlemi yönünden derece mahkemelerince herhangi bir kararın verilmediği görülmektedir. Hâlbuki başvurucular bu haklarını 4721 sayılı Kanun'un 734. maddesine göre ancak dava yoluyla kullanabilirler. Başvurucuların mülkiyet hakkının tanıdığı yetkilerin kullanılmasıyla ilgili söz konusu talebin önemi ise tartışmasızdır.

52. Bu durumda derece mahkemelerince başvurucuların mülkiyet haklarına ilişkin bir davanın sonucu ile ilgili önemli bir konuda herhangi bir değerlendirme yapılmadığı tespit edilmiştir. Sonuç olarak bu sebeple mülkiyet hakkının korunmasına ilişkin usule ilişkin güvencelerin somut olayda yerine getirilmediği kanaatine varılmıştır.

53. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

C. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

54. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:

 “(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir...

 (2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

55. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hak ve hürriyetin ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural, mümkün olduğunca eski hâle getirmenin, yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle devam eden ihlalin durdurulması, ihlale konu kararın veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan [GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018§ 55).

56. İhlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilmeden önce ihlalin kaynağının belirlenmesi gerekir. Buna göre ihlal; idari eylem ve işlemler, yargısal işlemler veya yasama işlemlerinden kaynaklanabilir. İhlalin kaynağının belirlenmesi uygun giderim yolunun belirlenebilmesi bakımından önem taşımaktadır (Mehmet Doğan, § 57).

57. İhlalin mahkeme kararından kaynaklandığı durumlarda 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası ile Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 79. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca kural olarak ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın bir örneğinin ilgili mahkemeye gönderilmesine hükmedilir (Mehmet Doğan, § 58).

58. Buna göre Anayasa Mahkemesince ihlalin tespit edildiği hâllerde yargılamanın yenilenmesinin gerekliliği hususundaki takdir derece mahkemelerine değil ihlalin varlığını tespit eden Anayasa Mahkemesine bırakılmıştır. Derece mahkemeleri ise Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında belirttiği doğrultuda ihlalin sonuçlarını gidermek üzere gereken işlemleri yapmakla yükümlüdür (Mehmet Doğan, § 59).

59. Başvurucular, yeniden yargılama yapılması ve tazminata hükmedilmesi taleplerinde bulunmuşlardır.

60. Anayasa Mahkemesi önalım hakkı davasında uyuşmazlık konusu taşınmazın diğer paydaşlardan F.Ş. tarafından davalı Şirkete satışı ile ilgili iddia yönünden herhangi bir değerlendirme yapılmaması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği sonucuna varmıştır. Dolayısıyla somut başvuruda ihlalin mahkeme kararından kaynaklandığı anlaşılmaktadır.

61. Bu durumda mülkiyet hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Buna göre yapılacak yeniden yargılama ise 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu kapsamda derece mahkemelerince yapılması gereken iş, öncelikle ihlale yol açan mahkeme kararının ortadan kaldırılması ve nihayet ihlal sonucuna uygun olarak uyuşmazlık konusu olup daha önce hakkında bir karar verilmeyen satış işlemi yönünden 4721 sayılı Kanun'da öngörülen önalım hakkı koşullarının gerçekleşip gerçekleşmediği yönünde bir değerlendirme yapmaktan ibarettir. Bu sebeple kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere İstanbul Anadolu 1. Asliye Hukuk Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekir.

62. Yeniden yargılama yapılmasına karar verilmesi somut olay bağlamında mülkiyet hakkının ihlalinin sonuçları bakımından yeterli bir giderim oluşturduğundan başvurucuların tazminat taleplerinin reddine karar verilmesi gerekir.

63. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 226,90 TL harçtan oluşan yargılama giderinin başvuruculara ayrı ayrı ödenmesine,2.475 TL tutarındaki vekâlet ücretinin ise başvuruculara müştereken ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Kararın bir örneğinin mülkiyet hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere İstanbul Anadolu 1. Asliye Hukuk Mahkemesine (E.2013/67, K.2014/247) GÖNDERİLMESİNE,

D. Başvurucuların tazminat taleplerinin REDDİNE,

E. 226,90 TL harçtan oluşan yargılama giderinin BAŞVURUCULARA AYRI AYRI ÖDENMESİNE, 2.475 TL tutarındaki vekâlet ücretinin ise BAŞVURUCULARA MÜŞTEREKEN ÖDENMESİNE,

F. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 7/3/2019 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

HAMİT AYDEMİR BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2015/17844)

 

Karar Tarihi: 7/3/2019

R.G. Tarih ve Sayı: 19/4/2019-30750

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

Başkan

:

Engin YILDIRIM

Üyeler

:

Recep KÖMÜRCÜ

 

 

Rıdvan GÜLEÇ

 

 

Recai AKYEL

 

 

Yıldız SEFERİNOĞLU

Raportör

:

Özgür DUMAN

Başvurucu

:

Hamit AYDEMİR

Vekili

:

Av. Mehmet Harun ELÇİ

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, vasinin kısıtlı adına onu borçlandırmadan araç alınması için izin verilmesi talebinin reddedilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 16/11/2015 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, başvuru hakkında görüş sunulmayacağını bildirmiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:

8. Başvurucunun kardeşi Yusuf Aydemir, başvurucunun hastalığı yüzünden kısıtlanması için 16/9/2009 tarihinde İzmir 14. Sulh Hukuk Mahkemesinden talepte bulunmuştur.

9. Mahkeme başvurucu hakkında sağlık kurulu raporu aldırmıştır. İzmir Buca Seyfi Demirsoy Devlet Hastanesinin 20/3/2008 tarihli raporunda, ağır düzeyde mental retardasyon tanısı konulan başvurucunun kısıtlanmasının uygun olacağı görüşü bildirilmiştir.

10. Bu raporu hükme esas alan Mahkeme 17/9/2009 tarihinde başvurucunun hastalığı yüzünden kısıtlanmasına ve kardeşi Yusuf Aydemir'in kendisine vasi olarak atanmasına karar vermiştir. Hâkimler ve Savcılar Kurulunun 27/3/2012 tarihli yetkilendirme kararı ile ahkâmı şahsiye davalarına bakmak üzere İzmir 12. Sulh Hukuk Mahkemesi görevlendirilmiş, bunun üzerine dosya anılan Mahkemeye devredilmiştir. Mahkeme 19/10/2015 ve 25/10/2017 tarihlerinde vasinin görevini ikişer yıl süreyle uzatmıştır.

11. Vasi Yusuf Aydemir 2010 yılında başvurucu adına bir binek otomobil satın almıştır. Bu araç 25/10/2010 tarihinde trafiğe tescil edilmiş olup trafik siciline aracın beş yıl satılamayacağı şerhi işlenmiştir. Vasi Yusuf Aydemir bu defa 19/10/2015 tarihli bir dilekçe ile başvurucuyu borçlandırmadan, onun adına Özel Tüketim Vergisi (ÖTV) indiriminden yararlanarak araç almak istediğini belirtip bu konuda kendisine izin ve yetki verilmesini Mahkemeden talep etmiştir.

12. Mahkeme 19/10/2015 tarihinde talebin reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesinde şu hususlara yer verilmiştir:

i. Başvurucunun herhangi bir geliri ve mal varlığı kullanılmaksızın onun adına ÖTV indiriminden yararlanarak araç alınmasının tek başına kısıtlı yararına bir işlem olduğunun kabul edilemeyeceğini açıklamıştır. Mahkemeye göre aracın kullanımı sırasında kullananların üçüncü kişiler aleyhine sebebiyet verecekleri maddi zararlardan dolayı başvurucunun araç sahibi sıfatıyla kaçınılmaz bir sorumluluğu doğacaktır.

ii. Mahkeme ayrıca böyle bir aracın bedelinin başvurucunun geliri harcanmadan vasi veya başka bir aile yakını tarafından ödenmesinin, ileride mirasa konu olması durumunda bu aracın paylaşımının mirasçılar arasında hukuki sorun yaratabileceğine değinmiştir.

iii. Mahkeme iddia edildiği gibi başvurucunun mutlaka bir binek aracı ihtiyacının olması durumunda ise düşünülen aracın değerinden çok düşük rakamlara araç alma imkânının olduğunu, ÖTV indiriminden yararlanmak için sıfır kilometre bir araç alınmasına da gerek bulunmadığını belirtmiştir. Mahkemeye göre bunun yerine ikinci el uygun bir aracın vasi tarafından kendi adına satın alınarak başvurucunun ihtiyaçları rahatlıkla karşılanabilir.

iv. Mahkeme bunun yanında ÖTV indirimine ilişkin tebliğde yer alan aracın kullanılma koşullarına işaret etmiştir. Mahkeme söz konusu tebliğde, aracın -zorunlu sebepler dışında- engelli tarafından bizzat kullanılmaması veya onun istifadesine sunulmaması durumlarında istisna şartlarının ihlal edildiğini kabul ederek indirime konu ÖTV ve cezasının engelliden tahsil edileceğinin belirtildiğini vurgulamıştır.

v. Mahkeme sonuç olarak başvurucu adına araç alınmasının onun yararına olmadığı kanaatine ulaşmıştır.

13. Vasi 22/10/2015 tarihinde denetim makamı olan İzmir 2. Asliye Hukuk Mahkemesinde karara itirazda bulunmuştur. Mahkeme vesayet makamının ek kararında belirtilen gerekçeler doğrultusunda vasinin itirazının reddine karar vermiştir.

14. Bu karar başvurucu vasisine 6/11/2015 tarihinde tebliğ edilmiştir.

15. Başvurucu 16/11/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

IV. İLGİLİ HUKUK

A. Ulusal Hukuk

1. Mevzuat Hükümleri

16. 6/6/2002 tarihli ve 4760 sayılı Özel Tüketim Vergisi Kanunu’nun 1. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

"1. Bu Kanuna ekli;

a) (I) sayılı listedeki malların ithalatçıları veya rafineriler dahil imal edenler tarafından teslimi,

b) (II) sayılı listedeki mallardan kayıt ve tescile tâbi olanların ilk iktisabı,

c) (II) sayılı listedeki mallardan kayıt ve tescile tâbi olmayanlar ile (III) ve (IV) sayılı listelerdeki malların ithalatı veya imal ya da inşa edenler tarafından teslimi,

d) (I), (III) ve (IV) sayılı listelerdeki mallar ile (II) sayılı listedeki mallardan kayıt ve tescile tâbi olmayanların özel tüketim vergisi uygulanmadan önce müzayede yoluyla satışı,

Bir defaya mahsus olmak üzere özel tüketim vergisine tâbidir."

17. 4760 sayılı Kanun'un 7. maddesinin ilgili kısımları şöyledir:

"Bu Kanuna ekli;

...

2. (Değişik: 16/7/2004-5228/21 md.) (II) sayılı listede yer alan kayıt ve tescile tâbi mallardan;

a) 87.03 (hesaplanması gereken özel tüketim vergisi ve diğer her türlü vergiler dahil bedeli 200.000 TL’yi aşanlar hariç), 87.04 (motor silindir hacmi 2.800 cm³'ü aşanlar hariç) ve 87.11 G.T.İ.P. numaralarında yer alanların, engellilik oranı % 90 veya daha fazla olan malûl ve engelliler tarafından,

...

Beş yılda bir defaya mahsus olmak üzere ilk iktisabı,

...

Vergiden müstesnadır."

18. 18/4/2015 tarihli ve 29330 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Özel Tüketim Vergisi (II) Sayılı Liste Uygulama Genel Tebliği'nin "II-İstisnalar ve Vergi İndirimi" başlıklı bölümünün ilgili kısımları şöyledir:

"C- DİĞER İSTİSNALAR

1. Malul veya Engellilerin Taşıt Alımlarında İstisna

Özel Tüketim Vergisi Kanununun 7 nci maddesinin birinci fıkrasının (2) numaralı bendinde düzenlenen, Kanuna ekli (II) sayılı listedeki kayıt ve tescile tabi malların malul veya engelliler tarafından beş yılda bir defaya mahsus olmak üzere ilk iktisabında uygulanan istisnaya ilişkin usul ve esaslar aşağıda belirlenmiştir.

...

1.2. Engellilik Derecesi %90 veya Üzerinde Olanların Taşıt Alımlarında İstisna

1.2.1. Taşıtta Tadilat Aranmayan İstisna Uygulaması

Özel Tüketim Vergisi Kanununun 7 nci maddesinin birinci fıkrasının (2) numaralı bendinin (a) alt bendi uyarınca, Kanuna ekli (II) sayılı listedeki kayıt ve tescile tabi mallardan, Türk Gümrük Tarife Cetvelinin,

• 87.03 tarife pozisyonunda yer alan, 1600 cm³ veya altında motor silindir hacmine sahip binek otomobil, panelvan, pick-up, arazi taşıtı, ATV, jeep, steyşın vagon, vb. taşıtların,

• 87.04 tarife pozisyonunda yer alan, eşya taşımaya mahsus, 2800 cm³ veya altında motor silindir hacmine sahip van, panelvan, kamyonet, pick-up, vb. taşıtların,

• 87.11 tarife pozisyonunda yer alan, motor silindir hacmine bakılmaksızın, motosikletlerin

engellilik derecesi %90 veya daha fazla olan malul veya engelliler tarafından beş yılda bir defaya mahsus olmak üzere ilk iktisabı ÖTV’den müstesnadır. Bu istisnadan yararlanmak için, taşıtın özel tertibatlı olması ve malul veya engellinin taşıtı bizzat kullanması şartı aranmaz.

Yetkili sağlık kurumlarından alınmış, engellilik derecesinin %90 veya daha fazla olduğuna dair engelli sağlık kurulu raporunun aslı veya noter onaylı örneğinin ÖTV mükellefine ibraz edilmesi suretiyle, taşıtın ilk iktisabında ÖTV uygulanmaması talep edilir. ÖTV mükellefleri, bu istisna kapsamındaki taşıt tesliminde hesaplanan ÖTV tutarını, fatura bedeline dâhil etmez, ancak fatura bedeline dâhil edilmeyen bu tutarı düzenlenen faturada “ÖTV Kanununun 7/2 Maddesi Kapsamında Hesaplanıp Fatura Bedeline Dâhil Edilmeyen ÖTV Tutarı ................ TL’dir.” şerhi ile gösterir.

İstisna uygulanarak ilk iktisap kapsamında teslim edilen taşıtlar için de mükellefler tarafından (2A) numaralı ÖTV Beyannamesi verilir, ancak beyannamede ÖTV hesaplanmaz.

Satış faturasının, aslının aynı olduğu işletme yetkililerince imzalanarak ve kaşe tatbik edilerek onaylanmış fotokopisi ile engelli sağlık kurulu raporunun aslı veya noter onaylı örneği taşıtların ilk iktisabının yapıldığı motorlu araç ticareti yapanlar tarafından (2A) numaralı ÖTV Beyannamesinin verildiği günü takip eden günün mesai saati bitimine kadar bir dilekçe ekinde beyannamenin verildiği vergi dairesine verilir.

Vergi dairesince, beyanname ve söz konusu belgeler incelenerek istisna uygulandığını gösteren “ÖTV Ödeme Belgesi” mükellefe verilir.

...

1.5. Ortak Hususlar

...

İstisna kapsamında ilk iktisabı yapılan taşıtın, engelli kişi tarafından bizzat kullanılması; engelli kişinin taşıtı bizzat kullanmasının mümkün olmaması halinde ise sürekli olarak istifadesine sunulması gerekmektedir. Taşıtın, zorunlu sebepler dışında, engelli tarafından bizzat kullanılmadığının veya engellinin taşıtı bizzat kullanamayacak durumda olması halinde taşıtın bariz bir şekilde engellinin istifadesine sunulmadığının tespiti halinde, istisna şartlarının ihlal edildiği kabul edilir ve ilk iktisapta ödenmeyen ÖTV, vergi ziyaı cezası ve gecikme faizi ile birlikte malul veya engelliden aranır. Ayrıca, taşıtın ilk iktisabında yaptırılan hareket ettirici aksamın, sonradan söküldüğünün tespit edilmesi halinde de aynı yönde işlem tesis edilir. Söz konusu durumlara ilişkin tespitlerin, ilk iktisap tarihinden itibaren beş yıl geçtikten sonra yapılması halinde, ilk iktisapta ödenmeyen ÖTV ile ilgili olarak herhangi bir işlem tesis edilmeyeceği açıktır.

1.6. Sorumluluk

Bu istisna uygulamasında, belirlenen usul ve esaslar çerçevesinde işlem tesis edilmemesi suretiyle istisna kapsamında taşıt teslim edilmesi halinde ziyaa uğratılan vergi, vergi ziyaı cezası ve gecikme faizi ile birlikte, Tebliğin (II/C/1.5) bölümünde malul veya engellinin sorumlu tutulduğu durumlar hariç, motorlu araç ticareti yapanlardan aranır.

Öte yandan muvazaaya dayanan bir ilişki içerisinde engelli kişi adına taşıt iktisap edildiğinin tespiti halinde ilk iktisapta ödenmeyen ÖTV, vergi ziyaı cezası ve gecikme faizi ile birlikte müştereken ve müteselsilen işleme taraf olanlardan (adına taşıt iktisap edilen engelli, engelli adına alıp fiilen kendi istifadesine kullanan ile durumdan haberdar olması şartıyla motorlu araç ticareti yapan kişiden) aranır."

19. 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun 405. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

"Akıl hastalığı veya akıl zayıflığı sebebiyle işlerini göremeyen veya korunması ve bakımı için kendisine sürekli yardım gereken ya da başkalarının güvenliğini tehlikeye sokan her ergin kısıtlanır."

20. 4721 sayılı Kanun'un 462. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"Aşağıdaki hâllerde vesayet makamının izni gereklidir:

...

2. Olağan yönetim ve işletme ihtiyaçları dışında kalan taşınır veya diğer hak ve değerlerin alımı, satımı, devri ve rehnedilmesi,

..."

21. 18/7/1997 tarihli ve 23053 Mükerrer sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren Karayolları Trafik Yönetmeliği'nin 74. maddesi şöyledir:

"Zihinsel (Değişik ibare:RG-17/4/2015-29329) engelliler ile reşit olmayan küçüklerin sahibi bulundukları aracın, tescil kuruluşlarında adlarına tescillerinin yapılabilmesi için, ileride doğabilecek hukuki ve cezai sorumlulukları kabul ettiklerine dair, kanuni mümessillerince noterde tanzim ve tasdik edilmiş taahhütnameyi tescil anında vermeleri zorunludur."

2. Yargıtay İçtihadı

22. Yargıtay 2. Hukuk Dairesinin 23/12/2015 tarihli ve E.2015/14505, K.2015/25081 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:

"... adına motorlu taşıt alabilmek için izin verilmesi talebi ile mahkemeye başvurmuş, mahkemece 'kısıtlının araç kullanamayacak durumda olması, davacının asıl amacının ÖTV indiriminden yararlanmak olduğu, bu aracın işletmesinden kaynaklı doğacak olan zararlardan dolayı gerçekleşebilecek değişik sorunlarla kısıtlının karşı karşıya gelebileceği ve araç alımının kısıtlının menfaatinden çok ailesinin menfaatine olduğu' gerekçesiyle talep reddedilmiştir... Kaldı ki alınmasına ihtiyaç duyulan araç, velinin kendi malvarlığından karşılanmak suretiyle alınması halinde izne ihtiyaç bulunmamaktadır. Karayolları Trafik Yönetmeliğinin 74. maddesi gereğince kanuni temsilci olan velinin bu aracın kullanımından dolayı ileride doğabilecek hukuki ve cezai sorumlulukları kabul ettiğine dair noterden tanzim ve tasdik edilmiş taahhütname verme zorunluluğu karşısında velinin kısıtlı adına araç alımı için hakimden izin talebinde bulunmakta hukuki yarar ve kanuni gereklilik yoktur. Buna göre, velayetleri altındaki çocuk için alınacak araç nedeniyle mahkemeden izin alınmasına gerek bulunmadığından mahkemece açıklanan gerekçeyle izin verilmemesine dair karar doğru olmamıştır..."

B. Uluslararası Hukuk

1. Uluslararası Sözleşmeler

23. 3/12/2008 tarihli ve 5825 sayılı Kanun ile onaylanması uygun bulunan Birleşmiş Milletler Engellilerin Haklarına İlişkin Sözleşme'nin (Engelli Hakları Sözleşmesi) onaylanması Bakanlar Kurulunca 27/5/2009 tarihinde kararlaştırılmıştır. Bu karar 14/7/2009 tarihli ve 27288 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanmıştır. Sözleşme'nin 4. maddesinin ilgili kısımları şöyledir:

"1. Taraf Devletler engelliliğe dayalı herhangi bir ayrımcılığa izin vermeksizin tüm engellilerin insan hak ve temel özgürlüklerinin eksiksiz olarak yaşama geçirilmesini sağlamak ve engellilerin hak ve özgürlüklerini güçlendirmekle yükümlüdür. Bu amaç doğrultusunda Taraf Devletler;

(a) Bu Sözleşme'de tanınan hakların uygulanması için gerekli tüm yasal, idari ve diğer tedbirleri almayı;

(b) Yürürlükte mevcut, engelliler aleyhinde ayrımcılık teşkil eden yasalar, düzenlemeler, gelenekler ve uygulamaları değiştirmek veya ortadan kaldırmak için gerekli olan, yasama faaliyetleri dahil uygun tüm tedbirleri almayı;

(c) Tüm politika ve programlarda engellilerin insan haklarının korunmasını ve güçlendirilmesini dikkate almayı;

(d) Bu Sözleşme'yle bağdaşmayan eylemler veya uygulamalardan kaçınmayı ve kamu kurum ve kuruluşlarının bu Sözleşme'ye uygun davranmalarını sağlamayı;

(e) Kişiler, örgütler veya özel teşebbüslerin engelliliğe dayalı ayrımcı uygulamalarını engellemek için gerekli tüm uygun tedbirleri almayı;

(f) Standartlar ve rehber ilkelerin geliştirilmesinde Sözleşme'nin ikinci maddesinde tanımlandığı gibi evrensel tasarımdan yararlanılması ve engellilerin özel ihtiyaçlarını karşılamak üzere evrensel olarak tasarlanmış ve mümkün olduğunca az değişikliği ve düşük maliyeti gerektiren ürünler, hizmetler, ekipman ve tesislerin araştırılması, geliştirilmesi, temini ve kullanılabilirliğini sağlamayı veya desteklemeyi;

(g) Maliyeti karşılanabilir teknolojilere öncelik vererek bilgi ve iletişim teknolojileri, hareket kolaylaştırıcı araçlar, yardımcı teknolojiler gibi engellilere yönelik yeni teknolojilerin araştırılması, geliştirilmesi, temini ve kullanılabilirliğini sağlamayı veya desteklemeyi;

(h) Engellilere yeni teknolojiler dahil hareket kolaylaştırıcı araçlara, yardımcı teknolojilere ve bunların beraberindeki diğer yardımcı ve destekleyici hizmetler ile tesislere ilişkin erişim bilgilerinin sağlanmasını,

(i) Engellilerle çalışan meslek sahipleri ve işyeri personelinin bu Sözleşme'de tanınan haklara ilişkin eğitiminin geliştirilmesi ve böylece bu haklarla güvence altına alınan destek ve hizmetlerin iyileştirilmesini

taahhüt eder.

2. Taraf Devletler ekonomik, sosyal ve kültürel haklarla ilgili olarak kaynakları ölçüsünde azami tedbirleri almayı ve gerektiğinde uluslararası işbirliği çerçevesinde engellilerin bu haklardan tam olarak yararlanmasını aşamalı olarak sağlamak için işbu Sözleşme'de yer alan ve uluslar arası hukuka göre derhal uygulanması gereken yükümlülükleri yerine getirmeyi taahhüt eder.

3. Taraf Devletler işbu Sözleşme'nin uygulanmasını sağlayacak yasalar ve politikaların geliştirilmesi ve yaşama geçirilmesi ile engellilere ilişkin diğer karar alma süreçlerinde engelli çocuklar da dahil olmak üzere engellilere onları temsil eden örgütler aracılığıyla sürekli danışacak ve etkin bir şekilde bu sürece dahil edeceklerdir.

..."

24. Engelli Hakları Sözleşmesi'nin 28. maddesinin ilgili kısımları şöyledir:

"1. Taraf Devletler, engellilerin yiyecek, giysi ve barınma dahil kendileri ve aileleri için yeterli yaşam standardı hakkını ve yaşam koşullarının sürekli olarak iyileştirilmesi hakkını tanır. Taraf Devletler bu hakkın engelli olmaları nedeniyle ayrımcılığa uğramaksızın tanınmasını temin etmek için gerekli adımları atar.

2. Taraf Devletler engellilerin sosyal korunma ve engelliliğe dayalı ayrımcılığa uğramadan bu haktan yararlanma hakkını tanır ve aşağıda belirtilen tedbirler dahil olmak üzere bahsekonu hakkın tanınmasını temin etmek ve geliştirmek için gerekli adımları atar:

(a) Engellilerin temiz su hizmetlerine, uygun ve bedeli ödenebilir hizmetlere eşit erişimlerini sağlamak ve engellilerin ihtiyaçlarına ilişkin araç-gereç ve diğer yardımlara erişimlerini temin etmek;

..."

25. Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesinin Engelli Bireylerin Haklarını ve Topluma Tam Katılımını Teşvik Etmeye Yönelik (2006) 5 sayılı Tavsiye Kararı'nın ilgili kısımları şöyledir:

"Üye devletler, ayrımcılıkla mücadele ve insan hakları temellerinde, insan çeşitliliğinin bir parçası olarak engellilik konusunda farkındalığı artırmaya, engelli bireylerin yaşam kalitesini, seçim özgürlüğünü ve bağımsızlığını iyileştirmeye yönelik çalışmalarını sürdüreceklerdir.

Birleşmiş Milletler Engellilerin Haklarına İlişkin Sözleşme taslağına ilişkin gelişmeler başta olmak üzere, engellilik alanındaki mevcut uluslararası ve Avrupa odaklı planlar, antlaşmalar ve diğer belgeler dikkate alınacaktır.

Avrupa Konseyi’nin Yeni Sosyal Uyum Stratejisi (2004)nde belirtildiği üzere; yaşlılar, engelliler, göçmenler ve etnik azınlıklar, çocuklar ve gençler gibi risk gruplarında bulunan kişilerin insan haklarına erişiminin sağlanması için özel bir çaba sarf edilmelidir.

Engellliler Eylem Planı, rehabilitasyon ve destek gruplarının, yeterli sağlık hizmetlerinin, daha güvenli ortamların sağlanması ve sağlıklı bir yaşam tarzının desteklenmesi yoluyla özürlülüğün etkilerinin en asgari düzeye indirgemek bakımından toplumun bütün vatandaşlarına karşı sorumluluğu bulunduğunu temel bir ilke olarak kabul etmektedir.

...

3.7. Eylem Alanı 7: Ulaşım

3.7.1. Giriş

Her seviyede ulaşılabilir ulaşım politikalarının geliştirilmesi ve uygulanması birçok özürlünün yaşam kalitesinin önemli derecede artmasını sağlayabilir ve fırsat eşitliği, bağımsız yaşam, toplumun sosyal ve kültürel yaşamına ve istihdama etkin katılım için bir önkoşul haline gelebilir.

...

3.7.2. Hedefler

i. ulaşılabilir ulaşım politikalarının uygulanması vasıtasıyla özürlü bireylerin toplumsal yaşama katılımını iyileştirmek,

ii. ulaşılabilir ulaşım politikaları uygulanırken farklı özür türlerine sahip bütün özürlü bireylerin gereksinimlerinin dikkate alınmasını sağlamak,

...

3.7.3. Üye devletler tarafından icra edilecek özel eylemler

i. yapılı çevrenin, altyapının, ve ulaşım hizmetlerinin ulaşılabilirliğini sağlamaya yönelik standartlar, rehberler, stratejiler ve uygunsa yasalar başta olmak üzere, uluslararası kuruluşlar tarafından geliştirilen ve kararlaştırılan rehberleri, raporları ve tavsiye kararlarını dikkate almak,

ii. ulaşılabilir ulaşım politikalarının uygulanmasını denetlemek ve gözden geçirmek;

...

viii. ulaşım sağlamak maksadıyla toplu taşıma araçlarını kullanmakta güçlük çeken özürlü bireyleri destekleyecek yenilikçi programların tasarlanmasını teşvik etmek,

..."

26. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne (Sözleşme) ek 1 No.lu Protokol'ün "Mülkiyetin korunması" kenar başlıklı 1. maddesi şöyledir:

"Her gerçek ve tüzel kişinin mal ve mülk dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme hakkı vardır. Bir kimse, ancak kamu yararı sebebiyle ve yasada öngörülen koşullara ve uluslararası hukukun genel ilkelerine uygun olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılabilir.

Yukarıdaki hükümler, devletlerin, mülkiyetin kamu yararına uygun olarak kullanılmasını düzenlemek veya vergilerin ya da başka katkıların veya para cezalarının ödenmesini sağlamak için gerekli gördükleri yasaları uygulama konusunda sahip oldukları hakka halel getirmez."

2. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihadı

27. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), Sözleşme'ye ek 1 No.lu Protokol'ün 1. maddesi ile güvence altına alınan mülkiyet hakkının da bazı pozitif yükümlülükler içerdiğini kabul etmektedir. AİHM'e göre mülkiyet hakkının gerçekten etkili bir biçimde korunabilmesi, devletin müdahale etmeme görevi yanında ayrıca bazı pozitif tedbirler almasını da gerektirmektedir (Öneryıldız/Türkiye [BD], B. No: 48939/99, 30/11/2004, § 134; Broniowski/Polonya [BD], B. No: 31443/96, 22/6/2004, § 143).

28. AİHM'e göre devletin pozitif yükümlülükleri çerçevesinde -özel kişiler arası mülkiyet ilişkileri bakımından olsa bile- kişilerin mülkiyet haklarına yapılacak keyfî müdahalelere karşı hukuksal bir koruma sağlaması gerekmektedir. Bu bağlamda devlet, özellikle tarafların mülkiyet hakkına ilişkin uyuşmazlıklar yönünden gerekli usule ilişkin güvenceleri sunan, etkin bir yargısal mekanizma oluşturma yükümlülüğü altındadır. Bu çerçevede oluşturulan yargı yollarında ulusal mahkemeler de iç hukukta yer alan ilgili kanunlar ışığında etkin ve adil bir biçimde mülkiyet uyuşmazlıklarını çözmek durumundadır. AİHM, bu gerekliliğin sağlanıp sağlanmadığını değerlendirirken uygulanan usulün bütününü incelemektedir (Sovtransavto Holding/Ukrayna [BD], B. No: 48553/99, 25/7/2002, § 96; Fuklev/Ukrayna, B. No: 71186/01, 7/6/2005, §§ 90, 91; Kotov/Rusya [BD], B. No: 54522/00, 3/4/2012, § 112; Anheuser-Busch Inc./Portekiz [BD], B. No: 73049/01, 11/1/2007, §§ 82-87; Capital Bank AD/Bulgaristan, B. No: 49429/99, 24/11/2005, § 134; Kushoglu/Bulgaristan, B. No: 48191/99, 10/5/2007, § 47).

29. AİHM ayrıca usule ilişkin güvencelerin özel kişiler arasında ihtilaf oluşturan mülkiyet hakkı ile ilgili meseleler yanında taraflardan birinin devlet olması durumunda da geçerli olduğunu belirtmiştir (Plechanow/Polonya, B. No: 22279/04, 7/7/2009, § 100). Bu bağlamda mülkiyet hakkının korunmasına dair usule ilişkin güvenceler kapsamında mahkeme kararlarının ilgili ve yeterli bir gerekçeye sahip olması gerektiğine değinmiştir. AİHM'e göre bu zorunluluk davacının her iddiasına ayrıntılı cevap verilmesi anlamına gelmemekle birlikte en azından mülk sahibinin esasa ilişkin temel iddia ve itirazlarının yargılama makamlarınca yapılacak dikkatli ve özenli bir inceleme sonucunda karşılanması gerektiğini vurgulamıştır (Gereksar ve diğerleri/Türkiye, B. No: 34764/05..., 1/2/2011, § 54).

30. Koua Poirrez/Fransa (B. No: 40892/98, 30/9/2003) kararına konu olayda, Fildişi Sahilleri vatandaşı olan ve bir Fransız vatandaşı tarafından evlat edinilen başvurucu yedi yaşından beri ağır bir bedensel engelden muzdarip olmuştur. Fransız makamları başvurucuya %80 oranında engelli olduğunu belgeleyen bir kart düzenlenmiş ancak Fransız vatandaşı olmadığı ve engelli yetişkin yardımı bakımından karşılıklı bir anlaşma olmadığı gerekçesiyle başvurucunun aile yardımından faydalanmasına izin verilmemiştir (Koua Poirrez/Fransa, §§ 9-23). AİHM ilk olarak olayda bir karşılık alınmadan yapılması öngörülen sosyal menfaatin Sözleşme'ye ek 1 No.lu Protokol'ün 1. maddesi anlamında maddi bir hak olduğunu tespit etmiştir (Koua Poirrez/Fransa, § 37). AİHM özellikle Fransa'nın Sözleşme’yi onaylayarak kendi yetki alanı içindeki herkesin -şüphesiz başvurucunun da- Sözleşme’de tanımlanan hak ve özgürlüklerinden faydalanmasını sağlamayı taahhüt ettiğine dikkat çekmiştir. Bu bağlamda başvurucunun söz konusu sosyal yardımı almak için gerekli olan diğer yasal koşulları karşılamadığına dair bir iddianın bulunmaması ve başvurucunun 11/5/1998 tarihli Kanun ile vatandaşlık şartının kaldırılmasından sonra söz konusu sosyal yardımı alabilmiş olmasına vurgu yapılmıştır. Bu nedenle başvurucunun sosyal yardımdan yararlanma hususunda Fransız vatandaşları ya da Fransa ile arasında karşılıklı antlaşma olan bir ülke vatandaşı ile aynı konumda olduğu gözetilerek Fransa'da mukim olan ve malullük aylığı alan bir başvurucuya Ulusal Dayanışma Fonu tarafından ödenecek ek ödeneğin sadece yabancı ülke vatandaşlığı temelinde reddedilmesine ilişkin gerekçeler ikna edici bulunmamıştır. AİHM sonuç olarak böyle bir farklı muamele yapılmasının herhangi bir objektif ve makul gerekçesinin olmadığı kanaatiyle Sözleşme’yeek 1 No.lu Protokol'ün 1. maddesiyle bağlantılı olarak Sözleşme’nin 14. maddesinin ihlal edildiğine karar vermiştir (Koua Poirrez/Fransa, §§ 43-50).

31. Kjartan Asmundsson/İzlanda (B. No: 60669/00, 12/10/2004) kararına konu olayda, başvurucu bir balıkçı teknesindeyken ağır yaralanmış ve işinden ayrılmak zorunda kalmıştır. Başvurucunun engeli %100 olarak belirlenmiş ve kazadan önce yaptığı işe devam edememesi nedeniyle Denizciler Emekli Fonundan engelli maaşı almaya hak kazanmıştır. Ancak Fonun mali sıkıntıları nedeniyle 1992 yılında engelliliğin belirlenme yöntemine değişiklikler getirilmiştir. Buna göre artık belirleyici unsur aynı işi yapamama değil herhangi bir işte çalışamama olmuştur. Başvuranın engeli yeniden değerlendirme sonucunda %25 olarak belirlenmiştir. Bu oranın %35 eşiğinin altında olmasından ötürü Fon, başvurucuya emekli maaşı ödemeyi durdurmuştur. Başvurucu, Emekli Sandığı ve İzlanda devleti aleyhine dava açmıştır ancak Bölge Mahkemesi talebi reddetmiştir. Yargıtay, yasa değişikliklerinden sonra Emekli Sandığı tarafından alınan önlemlerin Fonun mali sıkıntıları nedeniyle haklı olduğuna karar vermiştir (Kjartan Asmundsson/İzlanda, §§8-17). AİHM, Fonun mali sıkıntılarını çözüme kavuşturma konusundaki meşru endişesinin engelli maaşı alan 689 kişinin büyük çoğunluğu yeni kuralların kabul edilmesinden öncekiyle aynı düzeyde maluliyet tazminatı almaya devam ederken aralarında başvurucunun da bulunduğu 54 kişinin tüm emekli maaşı haklarını kaybetmek zorunda olmasıyla bağdaştırılmasının güç olduğunu ifade etmiştir. AİHM'e göre devletlerin sosyal mevzuat alanındaki takdir payı gözönüne alınsa bile başvurucu haklılığı ortaya konulamayan aşırı ve orantısız bir yüke maruz bırakılmıştır. AİHM, dayandığı meşru kamu yararı amacıyla haklı kılınamayacak olan müdahaleyi aşırı ve orantısız külfet yüklediği gerekçesiyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği sonucuna varmıştır (Kjartan Asmundsson/İzlanda, §§ 39-45).

32. Draon/Fransa ([BD], B. No: 1513/03, 6/10/2005) kararına konu olayda ise başvurucu, tıbbi hatalar nedeniyle doğum öncesi yapılan muayenelerde tespit edilemeyen ağır ırsi engellere sahip çocuğun ebeveynidir. Başvurucu, ilgili hastane yetkilisi hakkında dava açmış ancak bu dava görülmekteyken yürürlüğe giren yeni bir kanun sonucunda başvurucuya sadece manevi tazminat ödenmesine ancak çocuğun engelleri nedeniyle gerçekleşen fiilî masrafların ödenmemesine hükmedilmiştir (Draon/Fransa, §§ 12-35). AİHM, tazminatı meşru beklenti kabul etmiş; Fransız Danıştayının bahsettiği ve devletin dayandığı etik hususlar, adil muamele ve sağlık hizmetinin münasip yapılandırılması ile ilgili gerekçelerin bu davada, sonucu başvurucuları uğradıklarını iddia ettikleri zararın önemli kısmını yeterli şekilde tazmin edilmekten yoksun bırakan, böylece onların bireysel ve aşırı bir külfete katlanmalarına neden olan geriye dönük uygulamayı meşru kılmayacağını değerlendirmiştir. AİHM başvurucuların haklarına yapılan bu kadar ciddi bir müdahalenin, bir yanda kamu yararı diğer yanda mülkiyetten barışçşıl yararlanma hakkı arasında bulunması gereken adil dengeyi bozduğu sonucuna varmıştır. AİHM bu gerekçeyle tazminat davasının açılmasından sonra yürürlüğe giren kanunun geriye yürür bir etkiyle uygulanmak suretiyle başvurucuya tazminat ödenmemesini ölçüsüz görerek mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar vermiştir (Draon/Fransa, §§ 65-86).

V. İNCELEME VE GEREKÇE

33. Mahkemenin 7/3/2019 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun İddiaları

34. Vasi, başvurucunun engelli olması sebebiyle onun ulaşımını kolaylaştırmak ve istifadesine sunmak amacıyla kanun ile tanınmış bir haktan yararlanmak için Mahkemeden izin talebinde bulunduklarını belirtmiştir. Başvurucu adına daha önce de araç alındığı ve onu borçlandırmadan kendisine araç alındığı hâlde vesayet makamınca izin verilmemesinden şikâyet etmiştir. Başvurucu bu gerekçelerle mülkiyet ve maddi ve manevi varlığın korunması hakları ile hukuk devleti ilkesi, seyahat ve sözleşme hürriyetlerinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

B. Değerlendirme

35. Anayasa’nın "Mülkiyet hakkı" kenar başlıklı 35. maddesi şöyledir:

 “Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.

Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir.

Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz.”

36. Anayasa’nın "Devletin temel amaç ve görevleri" kenar başlıklı 5. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

 “Devletin temel amaç ve görevleri, … Cumhuriyeti ve demokrasiyi korumak, kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak; kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddî ve manevî varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmaktır.”

37. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16).

38. Başvurucu her ne kadar yerleşme ve seyahat hürriyeti yönünden ihlal iddiasında bulunmuş ise de Anayasa Mahkemesinin yerleşik içtihatları uyarınca bu hürriyet, Anayasa ve Sözleşme ile Türkiye’nin taraf olduğu ek protokollerin ortak koruma alanına girmeyip Anayasa Mahkemesinin konu bakımından yetkisi dışında kaldığından bu iddialar yönünden ayrıca değerlendirme yapılmasına gerek görülmemiştir (benzer yöndeki kararlar için bkz. Fevzi Doğaner, B. No: 2014/6453, 20/12/2017, § 14; Mehmet Takımsu, B. No: 2016/63712, 7/11/2013, §§ 78-80).

39. Diğer taraftan başvurucunun belirtilen şikâyetleri maddi ve manevi varlığın korunması hakkı ile de ilgili görülmemiştir. Dolayısıyla esas itibarıyla mülkiyet hakkını ilgilendirdiği anlaşılan şikâyetlerini mülkiyet hakkının ihlali iddiası kapsamında incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

40. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Esas Yönünden

41. Somut olayda akıl hastalığı sebebiyle kısıtlanmış bulunan başvurucuya karşılıksız kazandırma çerçevesindemal varlığına ilişkin bir izin talebi söz konusudur. Buna göre 4760 sayılı Kanun'un 7. maddesinin birinci fıkrasının (2) numaralı bendiyle engellilik oranı %90 veya daha fazla olan malul ve engellilere belirli koşullarda beş yılda, bir defaya mahsus olmak üzere araç edinmeleri çerçevesinde ÖTV istisnası imkânı tanınmıştır. Başvurucunun vasisi de 4760 sayılı Kanun hükümleriyle tanınan istisna çerçevesinde kısıtlıyı borçlandırmadan onun ihtiyaçlarının karşılanması için aracın satın alınmasına izin verilmesini talep etmiştir. Dolayısıyla karşılıksız kazandırmaya konu araç yönünden kısıtlı olan başvurucunun Anayasa'nın 35. maddesi anlamında korunması gereken bir menfaatinin mevcut olduğu kuşkusuzdur.

42. Kısıtlıların ve bu çerçevede engelli bireylerin mal varlığının yönetimi, denetimi ve kontrolü Anayasa'nın 5. ve 35. maddeleri çerçevesinde mülkiyet hakkına ilişkin devletin pozitif yükümlülüklerin bir gereği olarak ortaya çıkmaktadır. Dolayısıyla başvurunun mülkiyet hakkına ilişkin devletin pozitif yükümlülükleri çerçevesinde incelenmesi uygun görülmüştür.

a. Genel İlkeler

43. Mülkiyet hakkının korunmasının devlete birtakım pozitif yükümlülükler yüklediği hususu Anayasa'nın 35. maddesinin lafzında açık bir biçimde düzenlenmemiş ise de bu güvencenin sadece devlete atfedilebilen müdahalelere yönelik sınırlamalar getirdiği, bireyi üçüncü kişilerin müdahalelerine karşı korumasız bıraktığı düşünülemez. Pozitif yükümlülüklerin ortaya çıkmasının nedeni gerçek anlamda koruma sağlanmasıdır. Buna göre anılan maddede bir temel hak olarak güvence altına alınmış olan mülkiyet hakkının gerçekten ve etkili bir şekilde korunabilmesi yalnızca devletin müdahaleden kaçınmasına bağlı değildir. Gerçek anlamda koruma sağlanması için devletin negatif yükümlülükleri dışında pozitif yükümlülüklerinin de olması gerekir. Dolayısıyla Anayasa'nın 5. ve 35. maddeleri uyarınca devletin mülkiyet hakkının korunmasına ilişkin pozitif yükümlülükleri bulunmaktadır. Bu bağlamda söz konusu pozitif yükümlülükler, kimi durumlarda özel kişiler arasındaki uyuşmazlıklar da dâhil olmak üzere mülkiyet hakkının korunması için belirli tedbirlerin alınmasını gerektirmektedir (Türkiye Emekliler Derneği, B. No: 2012/1035, 17/7/2014, §§ 34-38; Eyyüp Boynukara, B. No: 2013/7842, 17/2/2016, §§ 39-41; Osmanoğlu İnşaat Eğitim Gıda Temizlik Hizmetleri Petrol Ürünleri Sanayi Ticaret Limitet Şirketi, B. No: 2014/8649, 15/2/2017, § 43).

44. Mülkiyet hakkının korunmasının söz konusu olduğu durumlarda usule ilişkin güvencelerin somut olayda yerine getirildiğinden söz edilebilmesi için derece mahkemelerin kararlarında konu ile ilgili ve yeterli gerekçe bulunmalıdır. Ayrıca belirtmek gerekir ki bu zorunluluk davacının bütün iddialarına cevap verilmesi anlamına gelmemekle birlikte mülkiyet hakkını ilgilendiren davanın sonucuna etkili esasa ilişkin temel iddia ve itirazların yargılama makamlarınca özenli bir şekilde değerlendirilerek karşılanması gerekmektedir (Kamil Darbaz ve GMO Yapı Grup End. San. Tic. Ltd. Şti., B. No: 2015/12563, 24/5/2018, § 53).

45. Anayasa’nın 5. maddesine göre "…insanın maddî ve manevî varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmak…" devletin temel amaç ve görevlerindendir. Anayasa’nın "Sosyal güvenlik bakımından özel olarak korunması gerekenler" kenar başlıklı 61. maddesinin ikinci fıkrasında da "Devlet, sakatların korunmalarını ve toplum hayatına intibaklarını sağlayıcı tedbirleri alır." denilmek suretiyle malullerin korunması için gerekli tedbirlerin alınmasının devletin yükümlülükleri arasında olduğu belirtilmiştir (AYM, E.2015/105, K.2016/133, 14/7/2016, § 15). Ayrıca Anayasa'nın 10. maddesinin üçüncü fıkrasıyla da "...özürlüler...için alınacak tedbirler eşitlik ilkesine aykırı sayılmaz." hükmü getirilmiştir.

46. Anayasa'nın yukarıda değinilen hükümlerinin gereği olarak engellilerin temel hak ve özgürlüklerden faydalanmasını teşvik ve temin ederek, doğuştan sahip oldukları onura saygıyı güçlendirerek toplumsal hayata diğer bireylerle eşit koşullarda tam ve etkin katılımlarının sağlanması ve engelliliği önleyici tedbirlerin alınması için gerekli düzenlemeler yapılması devletin başlıca görevlerindendir. Bu çerçevede engelli bireylerin mülkiyet haklarının korunması özel bir önem arz etmektedir. Mülkiyet hakkının korunmasının gerekliliklerine uymakla yükümlü olan kamu makamları özellikle engelli bireyler söz konusu olduğunda azami bir özen göstermek durumundadırlar. Buna göre engelli bir bireyin kısıtlanması durumunda ise gerek vasinin gerekse de vasinin iş ve işlemlerini denetleyen vesayet ve denetim makamlarının kısıtlının mülkiyet hakkının korunması kapsamında ivedi olarak ve özenli bir biçimde davranma yükümlülükleri bulunmaktadır. Anayasa Mahkemesi somut olay bağlamında mülkiyet hakkının devlete yüklediği pozitif yükümlülüklerin yerine getirilip getirilmediğini, bu özen yükümlülüğüne uyulup uyulmadığını denetlemek suretiyle sonuca varacaktır.

b. İlkelerin Olaya Uygulanması

47. Öncelikle akıl hastalığı yüzünden kısıtlanan başvurucunun mülkiyet hakkının korunması için gerekli hukuki çerçevenin oluşturulup oluşturulmadığı belirlenmelidir.

48. 1/7/2005 tarihli ve 5378 sayılı Engelliler Hakkında Kanun'un 3. maddesinin birinci fıkrasının (a) bendine göre fiziksel, zihinsel, ruhsal ve duyusal yetilerinde çeşitli düzeydeki kayıplarından dolayı topluma, diğer bireyler ile birlikte eşit koşullarda, tam ve etkin katılımını kısıtlayan, tutum ve çevre koşullarından etkilenen birey engelli birey olarak tanımlanmış ve bu Kanun'la engellileri, ailelerini, engellilere yönelik hizmet veren kurum ve kuruluşlar ile diğer ilgilileri kapsayacak düzenlemeler yapılmıştır.

49. Bunun yanında engelli bireylere yönelik bazı düzenlemelere diğer kanunlarda da yer verilmiştir. Bu bağlamda 4721 sayılı Kanun'un 405. maddesiyle bireyin akıl hastalığı veya akıl zayıflığı sebebiyle işlerini göremez olması, korunması ya da bakımı için sürekli yardıma ihtiyaç duyması gibi durumlarda kısıtlanması ve kendisine vasi atanması öngörülmüştür. Aynı Kanun'un 438. ve devamı maddelerinde de vasinin görevleri hüküm altına alınmış, özellikle kısıtlanan bireylerin mal varlığının korunması ile ilgili olarak detaylı düzenlemelere yer verilmiştir. Ayrıca bu Kanun'un 462. maddesine göre vasi tarafından kısıtlı adına yapılacak bazı önemli işlemler için vesayet makamından izin alınması, yine bazı hâllerde ise 463. madde uyarınca vesayet makamının izninden sonra denetim makamından da izin alınması öngörülmüştür.

50. Ayrıca 4721 sayılı Kanun'un 466. maddesinde vesayet organları ve vesayet işleriyle görevlendirilmiş kişilerin bu görevlerini yerine getirirken iyi bir yönetimin gerektirdiği özeni göstermekle yükümlü oldukları hüküm altına alınmıştır.

51. Dolayısıyla engelli olan başvurucu kısıtlının mal varlığının korunmasına yönelik hukuki çerçevenin Anayasa'nın 5. ve 35. ile diğer ilgili maddelerinde yer alan güvenceler ile Anayasa'nın 90. maddesinin beşinci fıkrasına göre kanun hükmünde olan yukarıda değinilen uluslararası sözleşmelere uygun olarak düzenlenmiş olduğu söylenebilir (bkz. §§ 23-25). Ancak mülkiyet hakkının korunması için bu güvencelerin teorik olarak mevcut olması yeterli olmayıp ayrıca etkin bir biçimde uygulanıp uygulanmadığı da değerlendirilmelidir.

52. Somut olayda başvurucu kısıtlı adına onu borçlandırmadan bir araç satın alınması yönündeki vasinin talebi vesayet makamı olan Sulh Hukuk Mahkemesince reddedilmiş, bu karara karşı yapılan itirazı da denetim makamı olan Asliye Hukuk Mahkemesi reddetmiştir. Başvurucu adına vasisi vesayet organlarının talebin incelenmesi çerçevesinde gereken özeni göstermediğinden yakınmıştır.

53. Bu bağlamda öncelikle somut olayda vasinin aracı karşılıksız kazandırma suretiyle, diğer bir deyişle onu borçlandırmadan kısıtlı adına satın almak istediğinin altı çizilmelidir. Buna göre kısıtlının mal varlığından karşılanmak suretiyle taşınır alımı ve satımının söz konusu olmadığı açıktır.

54. Diğer taraftan vesayet makamının talebin reddine ilişkin kararında üç ayrı gerekçe bulunmaktadır. İlk olarak satın alınacak aracın kullanılması sırasında üçüncü kişilere zarar verilmesi durumunda araç sahibi sıfatıyla başvurucunun kaçınılmaz bir sorumluluğunun doğacağı açıklanmıştır. Ancak üçüncü kişilere verilmesi muhtemel zararlar yönünden Karayolları Motorlu Araçlar Zorunlu Mali Sorumluluk Sigortası'na ilişkin hükümlerin varlığı dikkate alınmalıdır. Kaldı ki Yargıtay içtihadında da değinildiği üzere Karayolları Trafik Yönetmeliği'nin 74. maddesi gereğince kanuni temsilcilerin aracın kullanımından dolayı ileride doğabilecek hukuki ve cezai sorumlulukları kabul ettiğine dair noterden tanzim ve tasdik edilmiş taahhütname verme zorunluluğunun bulunduğu gözetilmelidir (bkz. §§ 21, 22).

55. İkinci olarak vesayet makamınca böyle bir aracın bedelinin vasi tarafından ödenmesinin ileride mirasa konu olması durumunda paylaşım bakımından mirasçılar arasında hukuki sorun doğurabileceği ifade edilmiştir. Başvurucunun vefatı hâlinde mirasçıları arasında yaşanabilecek sorunların başvurucuyu ilgilendirmediği açık olduğuna göre bu gerekçenin talep ile bir ilgisi görülmemiştir.

56. Bunun yanında aracın ÖTV indirimine ilişkin tebliğde yer alan kullanılma koşullarına değinilmiş ve bu koşullara uyulmadığı veya muvazaa gibi hâllerde engellinin sorumlu olabileceği ifade edilmiştir. Ancak aracın başvurucunun istifadesine sunulacağı belirtilmiş olup bir muvazaanın da söz konusu olabileceğine dair herhangi bir bilgi veya belge bulunmamaktadır. Kaldı ki başvurucunun kısıtlanmış olması nedeniyle bunlardan sorumlu tutulamayacağı da açıktır.

57. Son olarak Mahkemece ikinci el uygun bir aracın vasi tarafından kendi adına satın alınarak kullanılabileceği ifade edilmiştir. Hâlbuki kanun koyucu, engelliler bakımından aracın ilk iktisabı yönünden ÖTV istisnası öngörmüş; böylelikle engellilerin daha güvenli ve konforlu araçlarla ulaşımını teşvik etmiştir. Üstelik başvurucunun vasisinin daha önce aynı imkândan yararlanarak bir araç satın aldığı ve vesayet organlarının kararlarında değinilen herhangi bir sorunla da karşılaşmadığı görülmektedir.

58. Başvuru konusu olayda başvurucunun vasisi tarafından bütün masrafları kendisi tarafından karşılanmak üzere ve kısıtlı adına bu araç satın alınacaktır. Bunun başvurucu yönünden önemli bir ekonomik değer ifade ettiği açıktır. Üstelik satışa konu aracın engelli olan başvurucunun istifadesine sunulması öngörülmektedir. Kanun koyucunun da ÖTV istisnası sağlamak suretiyle teşvik ettiği satın alma sonucunda engelli olan başvurucunun güvenli ve konforlu bir şekilde ulaşımının sağlanması amaçlanmaktadır. Engellilerin ulaşımı ise onların toplum ile bütünleşmesi yönünden büyük bir önem taşımakta olup bu gibi teşvik ve yardımlar uluslararası sözleşme ve belgelerde yer alan taahhütlerle de uyumludur (bkz. §§ 23-25).

59. Bu durumda engelli olan başvurucu kısıtlının ulaşımında kullanılmak üzere karşılıksız kazandırma suretiyle araç satın alınmasına izin verilmediği olayda, vesayet organlarının kararlarının konu ile ilgili ve yeterli bir gerekçe içermediği ve özellikle engellilerin mülkiyet haklarının korunmasına yönelik olarak makul bir biçimde yeterli özenin gösterilmediği değerlendirilmiştir. Bu sebeple somut olay bağlamında, mülkiyet hakkının korunmasının gereklilikleri çerçevesinde devletin pozitif yükümlülüklerinin tam ve etkin bir biçimde yerine getirilmediği sonucuna varılmıştır.

60. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

3. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

61. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:

"(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…

 (2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesi'nin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir."

62. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan ([GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018) kararında, ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağının belirlenmesi hususunda genel ilkeler belirlenmiştir.

63. Mehmet Doğan kararında özetle uygun giderim yolunun belirlenebilmesi açısından öncelikle ihlalin kaynağının belirlenmesi gerektiği vurgulanmıştır. Buna göre ihlalin mahkeme kararından kaynaklandığı durumlarda 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası ile Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 79. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca kural olarak ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın bir örneğinin ilgili mahkemeye gönderilmesine hükmedilir (Mehmet Doğan, §§ 57, 58).

64. Mehmet Doğan kararında Anayasa Mahkemesi, yeniden yargılama yapmakla görevli derece mahkemelerinin yükümlülüklerine ve ihlalin sonuçlarını gidermek amacıyla derece mahkemelerince yapılması gerekenlere ilişkin açıklamalarda bulunmuştur. Buna göre Anayasa Mahkemesinin tespit edilen ihlalin giderilmesi amacıyla yeniden yargılama yapılmasına hükmettiği hâllerde ilgili usul kanunlarında düzenlenen yargılamanın yenilenmesi kurumundan farklı olarak yargılamanın yenilenmesi sebebinin varlığının kabulü ve önceki kararın kaldırılması hususunda derece mahkemesinin herhangi bir takdir yetkisi bulunmamaktadır. Zira ihlal kararı verilen hâllerde yargılamanın yenilenmesinin gerekliliği hususundaki takdir derece mahkemelerine değil ihlalin varlığını tespit eden Anayasa Mahkemesine bırakılmıştır. Derece mahkemesi Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında belirttiği doğrultuda ihlalin sonuçlarını gidermek üzere gereken işlemleri yapmakla yükümlüdür (Mehmet Doğan, § 59).

65. Başvurucu, yeniden yargılama yapılmasına karar verilmesi talebinde bulunmuştur.

66. Somut olayda, başvurucu adına vasisinin araç satın alınmasına izin verilmesi yönündeki talebin vesayet organlarınca reddedilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar verilmiştir. Dolayısıyla ihlalin yargı kararlarından kaynaklandığı anlaşılmaktadır.

67. Bu durumda mülkiyet hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Buna göre yapılacak yeniden yargılama ise 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu kapsamda derece mahkemelerince yapılması gereken iş, öncelikle ihlale konu kararın ortadan kaldırılarak ihlal sonucuna uygun bir karar verilmesinden ibarettir. Bu sebeple kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere vesayet makamı olan İzmir 12. Sulh Hukuk Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekir.

68. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 226,90 TL harç ve 2.475 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.701,90 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Kararın bir örneğinin mülkiyet hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere İzmir 12. Sulh Hukuk Mahkemesine (E.2015/1607, K.2015/1501) GÖNDERİLMESİNE,

D. Başvurucunun tazminat talebinin REDDİNE,

E. 226,90 TL harç ve 2.475 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.701,90 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,

F. Ödemenin kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 7/3/2019 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

NİLÜFER DEVRİM BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2015/11857)

 

Karar Tarihi: 8/5/2019

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Hasan Tahsin GÖKCAN

Üyeler

:

Burhan ÜSTÜN

 

 

Hicabi DURSUN

 

 

Kadir ÖZKAYA

 

 

Yusuf Şevki HAKYEMEZ

Raportör

:

Eşref Uğur ŞENOL

Başvurucu

:

Nilüfer DEVRİM

Vekili

:

Av. Miray ACER

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, kamulaştırma bedelinin başka kişilere ödendiği gerekçesiyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 9/7/2015 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş sunmamıştır.

III. OLAY VE OLGULAR

7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:

A. Kamulaştırma Bedelinin Tespiti ve Tescil Davası Süreci

8. Toroslar Edaş İl Müdürlüğü (İdare) tarafından Hatay'ın İskenderun ilçesi Alakop köyü 38 parsel sayılı taşınmaz üzerindeki 20,30 m2 pilon yeri ile 632,11 m2lik irtifak hakkı için kamulaştırma kararı alınmıştır.

9. Uzlaşma görüşmelerinden netice alınamaması üzerine İdare tarafından 24/6/2011 tarihinde İskenderun 2. Asliye Hukuk Mahkemesinde (Mahkeme) başvurucu ile birlikte diğer davalılara karşı bedel tespiti ve tescil davası açılmıştır.

10. Dava dilekçesi ve duruşma gününü bildirir tebligatın başvurucuya tebliğ edilememesi nedeniyle Mahkemece başvurucunun tebligata yarar yeni açık adres bilgilerinin tespit edilmesi için ilgili kolluğa 16/9/2011 tarihinde müzekkere yazılmıştır. 13/11/2011 tarihli yazı cevabında başvurucunun hâlen Suudi Arabistan ülkesinde ikamet ettiği ve açık adresinin bilinmediği Mahkemeye bildirilmiştir.

11. Davacı vekili tarafından Mahkemeye sunulan 24/10/2011 tarihli dilekçeyle başvurucunun yurt içi adresi olduğu belirtilen bir adres bildirilmiş ve tebligatın bu adrese çıkartılması talep edilmiştir. Mahkemece belirtilen adrese çıkartılan tebligat 11/11/2011 tarihinde başvurucu ile aynı çatı altında yaşadığı belirtilen oğlu E.D.ye tebliğ edilmiştir.

12. İskenderun Tapu Müdürlüğünün yargılamanın devamı sırasında Mahkemeye göndermiş olduğu yazıda dava konusu 38 parsel sayılı taşınmazın 6/7/2012 tarihli tevhit işlemi sonrasında 3331 parsel numarasını aldığı belirtilmiştir. Ayrıca bu parselin yine aynı tarihte yapılan ifrazen taksim işlemi sonucunda 104 ada 1 ila 7 parsel, 105 ada 1 ila 12 parsel, 106 ada 1 ila 13 parsel sayılı taşınmazlara ayrıldığına değinilmiştir.

13. Mahkemece alınan 28/11/2013 tarihli fen bilirkişisi ek raporunda davaya konu irtifak alanının 105 ada 7 ve 8 parseller ile 106 ada 8 ve 9 parsel sayılı taşınmazlar içerisinde kaldığı; pilon yerinin ise ifraz işlemi sonrasında imar yolunda kaldığı ifade edilmiştir.

14. Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden yapılan incelemede ifraz işlemi sonrası taşınmazların güncel tapu kayıtlarının dosyaya getirtilmediği görülmektedir. Başvurucu tarafından başvuru formuna ekli olarak sunulan taşınmazların tapu kayıtları incelendiğinde, 105 ada 7 ve 8 parseller ile 106 ada 8 parsel sayılı taşınmazların malikinin tam hisseli olarak başvurucu olduğu, diğer davalıların bu taşınmazlarda hisselerinin bulunmadığı anlaşılmaktadır.

15. Mahkeme 3/1/2014 tarihinde davanın kabulüne karar vermiştir. Kararda, 105 ada 7 ve 8 parseller ile 106 ada 8 ve 9 parseller içerisinde kalan kısımlar yönünden İdare adına daimi irtifak hakkı tesisinin tapuya kayıt ve tesciline hükmedilmiş, davalılar adına yatırılan 9.594,67 TL kamulaştırma bedelinin davalılara ödenmesi kararlaştırılmıştır.

16. Yargıtay 18. Hukuk Dairesi tarafından 22/4/2015 tarihinde kararın onanmasına hükmedilmiştir.

17. Nihai karar, başvurucu vekiline 17/6/2015 tarihinde tebliğ edilmiştir.

18. Başvurucu 9/7/2015 tarihinde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur.

B. Diğer Yargısal Süreçler

19. Kamulaştırma bedelinin tespiti davasının davalılarından M.A. 4/9/2014 tarihinde İskenderun 1. Sulh Hukuk Mahkemesine başvurarak Mahkemece hükmedilen ve toplam yirmi üç davalıya ait olan kamulaştırma bedelinin avukatları tarafından hisseleri oranında dağıtılmak üzere kendisine teslim edildiğini ifade etmiştir. Buna göre başvurucuya düşen 727 TL tutarındaki bedeli kendisine vermek istediğini fakat başvurucunun bedeli az bularak teslim almadığını, bu nedenle parayı yatırabileceği bir tevdi mahalli belirlenmesini talep etmiştir.

20. İskenderun 1. Sulh Hukuk Mahkemesi 4/9/2014 tarihinde talebin kabulüne karar vermiştir. Kararda, İskenderun Halk Bankası Merkez Şubesi tevdi mahalli olarak belirlenmiş ve kamulaştırma bedelinin talep eden tarafından bu Bankada başvurucu adına açılacak bir hesaba yatırılmasına hükmedilmiştir.

21. Diğer taraftan başvurucu, kamulaştırma bedelinin kendisinin vekili olmadığı hâlde diğer davalılar vekiline ödenmesi nedeniyle Vakıflar Bankası İskenderun Şubesi çalışanları hakkında 29/4/2014 tarihinde suç duyurusunda bulunmuştur. İskenderun Cumhuriyet Başsavcılığı suç isnadına ilişkin eylemin hukuki ihtilaf niteliğinde olduğu gerekçesiyle 8/5/2014 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir.

IV. İLGİLİ HUKUK

A. Ulusal Hukuk

22. 4/1/1983 tarihli ve 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu’nun 4. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

"Taşınmaz malın mülkiyetinin kamulaştırılması yerine, amaç için yeterli olduğu takdirde taşınmaz malın belirli kesimi, yüksekliği, derinliği veya kaynak üzerinde kamulaştırma yoluyla irtifak hakkı kurulabilir."

23. 2942 sayılı Kanun'un 7. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

"Kamulaştırmayı yapacak idare, kamulaştırma veya kamulaştırma yolu ile üzerinde irtifak hakkı kurulacak taşınmaz malların veya kaynakların sınırını, yüzölçümünü ve cinsini gösterir ölçekli planını yapar veya yaptırır; kamulaştırılan taşınmaz malın sahiplerini, tapu kaydı yoksa zilyetlerini ve bunların adreslerini, tapu, vergi ve nüfus kayıtları üzerinden veya ayrıca haricen yaptıracağı araştırma ile belgelere bağlamak suretiyle tespit ettirir."

24. 2942 sayılı Kanun'un 10. maddesinin ilgili kısımları şöyledir:

"Kamulaştırmanın satın alma usulü ile yapılamaması halinde idare, 7 nci maddeye göre topladığı bilgi ve belgelerle 8 inci madde uyarınca yaptırmış olduğu bedel tespiti ve bu husustaki diğer bilgi ve belgeleri bir dilekçeye ekleyerek taşınmaz malın bulunduğu yer asliye hukuk mahkemesine müracaat eder ve taşınmaz malın kamulaştırma bedelinin tespitiyle, bu bedelin, peşin veya kamulaştırma 3 üncü maddenin ikinci fıkrasına göre yapılmış ise taksitle ödenmesi karşılığında, idare adına tesciline karar verilmesini ister.

Mahkeme, idarenin başvuru tarihinden itibaren en geç otuz gün sonrası için belirlediği duruşma gününü, dava dilekçesi ve idare tarafından verilen belgelerin birer örneği de eklenerek taşınmaz malın malikine meşruhatlı davetiye ile veya idarece yapılan araştırmalar sonucunda adresleri bulunamayanlara, 11.2.1959 tarihli ve 7201 sayılı Tebligat Kanununun 28 inci maddesi gereğince ilan yoluyla tebligat suretiyle bildirerek duruşmaya katılmaya çağırır. Duruşma günü idareye de tebliğ olunur."

25. 2942 sayılı Kanun'un 14. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"Kamulaştırmaya konu taşınmaz malın maliki tarafından 10 uncu madde gereğince mahkemece yapılan tebligat gününden, kendilerine tebligat yapılamayanlara tebligat yerine geçmek üzere mahkemece gazete ile yapılan ilan tarihinden itibaren otuz gün içinde, kamulaştırma işlemine karşı idari yargıda iptal ve maddi hatalara karşı da adli yargıda düzeltim davası açılabilir. İdari yargıda açılan davalar öncelikle görülür.

...

Açılan davaların sonuçları dava açmayanları etkilemez."

26. 2942 sayılı Kanun'un 25. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

"Hakların kullanılması ve borçların yerine getirilmesi bakımından kamulaştırma işlemi, mal sahibi için 10 uncu madde uyarınca mahkemece yapılan tebligatla başlar. Mülkiyetin idareye geçmesi, mahkemece verilen tescil kararı ile olur."

27. 11/2/1959 tarihli ve 7201 sayılı Tebligat Kanunu’nun 28. maddesi şöyledir:

"Adresi meçhul olanlara tebligat ilanen yapılır.

Yukarıki maddeler mucibince tebligat yapılamıyan ve ikametgahı, meskeni veya iş yeri de bulunamıyan kimsenin adresi meçhul sayılır.

Adresin meçhul olması halinde keyfiyet tebliğ memuru tarafından mahalle veya köy muhtarına şerh verdirilmek suretiyle tesbit edilir. (Değişik ikinci cümle: 19/3/2003-4829/9 md.) Bununla beraber tebliği çıkaran merci, muhatabın adresini resmî veya hususi müessese ve dairelerden gerekli gördüklerine sorar ve zabıta vasıtasıyla tahkik ve tespit ettirir.

Yabancı memleketlerde oturanlara ilanen tebligat yapılmasını icabettiren ahvalde tebliği çıkaran merci, tebliğ olunacak evrak ile ilan suretlerini yabancı memlekette bulunan kimsenin malüm adresine ayrıca iadeli taahhütlü mektupla gönderir ve posta makbuzunu dosyasına koyar."

B. Uluslararası Hukuk

28. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne (Sözleşme) ek 1 No.lu Protokol'ün "Mülkiyetin korunması" kenar başlıklı 1. maddesi şöyledir:

"Her gerçek ve tüzel kişinin mal ve mülk dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme hakkı vardır. Bir kimse, ancak kamu yararı sebebiyle ve yasada öngörülen koşullara ve uluslararası hukukun genel ilkelerine uygun olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılabilir.

Yukarıdaki hükümler, devletlerin, mülkiyetin kamu yararına uygun olarak kullanılmasını düzenlemek veya vergilerin ya da başka katkıların veya para cezalarının ödenmesini sağlamak için gerekli gördükleri yasaları uygulama konusunda sahip oldukları hakka halel getirmez."

29. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) davanın esasını teşkil eden zararı giderecek tazminatın ulusal mahkemeler tarafından hesaplanması gereken hâllerde kendini bu konuda karar vermeye yetkili görmemektedir. Doğrusu AİHM, kamulaştırılan yerin değerini belirleyecek ve buna karşılık ödenecek tazminatın kriterlerini belirlemede kendini Türk mahkemelerinin yerine koyamaz. Ne var ki somut olaydaki dava dosyası içeriğine göre AİHM, başvurucunun ulusal mahkemelerce hükmedilen tazminat bedelinin mülkün değeri ile makul bir bağlantı kurmadığını gösterebildiğini gözlemlemektedir (Yıltaş Yıldız Turistik Tesisleri A.Ş./Türkiye, B. No: 30502/96, 24/4/2003, § 38).

30. Halil Göçmen/Türkiye (B. No: 24883/07, 12/11/2013) kararında ise kamulaştırmasız el atma nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar veren AİHM, derece mahkemelerince hükmedilen tazminatın yeterliliğini de ölçülülük bağlamında tartışmıştır.AİHM bu bağlamda öncelikle ulusal mahkemelerin yerine geçerek kamulaştırma bedelini belirleme gibi bir görevinin bulunmadığını ancak mahkemelerin adil veya makul olmayan kararlar verilmesini sağlamakla yükümlü olduğunu belirtmiştir. AİHM somut olayda kamulaştırmasız el atma tazminatına ilişkin iki ayrı bilirkişi raporu bulunduğuna dikkat çekmiş ve derece mahkemelerince yeterli bir gerekçe gösterilmeden daha az bir bedel öngören raporun hükme esas alınmasının müdahaleyi ölçüsüz kıldığını belirtmiştir (Halil Göçmen/Türkiye, §§ 37-43).

31.Öte yandan Tkachenko/Rusya (B. No: 28046/05, 20/3/2018) kararında AİHM, iç hukuktaki düzenlemelere aykırı olan bir müdahalenin de hukukilik ölçütünü karşılamadığını kabul etmiştir. Bununla birlikte herhangi bir usule aykırılığın müdahalenin hukukiliğiyle uyumsuz kabul edilemeyeceği belirtilmiştir. Bu bağlamda AİHM, hukukun doğru biçimde uygulanması ve yorumlanması konusunda sınırlı bir yetkisi olduğunu ve ulusal mahkemelerin yerine geçme gibi bir sorumluluğu olmadığını ancak bu kararların açık bir keyfîlik veya bariz takdir hatasından yoksun olmaması gerektiğini vurgulamıştır (Tkachenko/Rusya, § 52). AİHM sonuç olarak somut olayda iç hukukta öngörülen kamulaştırma usulüne aykırı davranıldığını tespit ederek mülkiyet hakkının ihlaline karar vermiştir (Tkachenko/Rusya, §§ 53-58).

V. İNCELEME VE GEREKÇE

32. Mahkemenin 8/5/2019 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun İddiaları

33. Başvurucu; yurt dışında yaşadığını, kendisine tebligat yapılmadan davaya devam edildiğini, yargılamaya dâhil edilmediğini, bu nedenle dava sürecinde kamulaştırma işlemi ve kamulaştırma bedeline yönelik itirazlarını sunamadığını, yargılamadan karar verildikten sonra haberdar olduğunu ve hükmü temyiz ettiğini ifade etmiştir. Başvurucu, davaya konu taşınmazlardan üçünün sadece kendisine ait olduğunu, diğer davalıların bu taşınmazların maliki olmadıklarını, buna rağmen diğer davalılar yönünden de davanın kabul edildiğini ve kendisine ait olan kamulaştırma bedelinin de diğer davalılar vekiline ödendiğini belirtmiştir.

34. Başvurucu; pilon yerinin ifraz sonrası yola terk edilen kısımda kalmasına rağmen taşınmazlarının kamulaştırılmasının hatalı olduğunu, kamulaştırma bedelinin eksik tespit edildiğini, dava açılmasına sebebiyet vermemesine rağmen aleyhine vekâlet ücretine hükmedildiğini savunmuştur. Diğer taraftan başvurucu kamulaştırma bedelinin kendisinin vekili olmamasına rağmen diğer davalılar vekiline ödenmesinde banka görevlilerinin kusuru olduğunu ifade etmiştir. Sonuç olarak başvurucu tüm bu nedenlerle adil yargılanma ve mülkiyet haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

B. Değerlendirme

35. Anayasa'nın "Mülkiyet hakkı" kenar başlıklı 35. maddesi şöyledir:

"Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.

Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir.

Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz."

36. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Somut olayda başvurucunun, taşınmazları kamulaştırılmasına rağmen uzlaşma ve yargılama sürecine dâhil edilmemesi sonucunda kamulaştırma işlemi ve kamulaştırma bedeline yönelik itirazlarını sunma hakkından yoksun bırakıldığından ve kamulaştırma bedelinin kendisine ödenmemesinden yakındığı anlaşılmakla başvurucunun tüm şikâyetleri mülkiyet hakkının ihlali iddiası kapsamında incelenmiştir.

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

37. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Esas Yönünden

a. Mülkün Varlığı

38. Başvuru konusu olayda uyuşmazlık konusu irtifak hakkı tesis edilen taşınmaz tapuda başvurucu adına kayıtlı olduğundan mülkün varlığında bir tereddüt bulunmamaktadır.

b. Müdahalenin Varlığı ve Türü

39. Anayasa’nın 35. maddesinde düzenlenen mülkiyet hakkı, taşınmazın altını ve üstünü de kapsamaktadır. Bu itibarla taşınmaz maliki, mülkiyet hakkından kaynaklanan yetkilerini taşınmazın üzerinde ve altında da kullanabilir. Nitekim 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 718. maddesinde; arazi üzerindeki mülkiyetin, üstündeki hava ve altındaki arz katmanlarını da kapsadığı açıkça ifade edilmiştir. Bu itibarla taşınmazın üstünde teleferik ve benzeri ulaşım hatları ile her türlü köprü, taşınmazların altında ise metro ve benzeri raylı taşıma sistemlerinin yapılması mülkiyet hakkına müdahale niteliği taşımaktadır (AYM, E.2014/177, K.2015/49, 14/5/2015). Dolayısıyla somut olayda başvurucunun taşınmazının bir bölümünden enerji nakil hattı geçirilmesi amacıyla idari irtifak tesis edilmesinin mülkiyet hakkına müdahale teşkil ettiği kuşkusuzdur.

40. Somut olayda başvurucuya ait taşınmazlar üzerinden geçen elektrik telleri nedeniyle idari irtifak tesis edilmiştir. Taşınmazın alt veya üst katmanlarına olayda olduğu gibi el atılması mülkten kısmen yoksun bırakma sonucuna yol açmaktadır. Bu suretle mülk sahibi taşınmazın bir bölümü olan üstündeki hava katmanından mahrum kalmaktadır. Buna göre başvurucunun taşınmazından enerji nakil hattı geçirilmesi amacıyla idari irtifak tesis edilmesi suretiyle yapılan müdahalenin mülkten yoksun bırakmaya ilişkin ikinci kural çerçevesinde incelenmesi gerekir (Şevket Karataş [GK], B. No: 2015/12554, 25/10/2018, § 42).

c. Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı

41. Anayasa'nın 13. maddesi şöyledir:

"Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz."

42. Anayasa’nın 35. maddesinde, mülkiyet hakkı sınırsız bir hak olarak düzenlenmemiş; bu hakkın kamu yararı amacıyla ve kanunla sınırlandırılabileceği öngörülmüştür. Mülkiyet hakkına müdahalede bulunulurken temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasına ilişkin genel ilkeleri düzenleyen Anayasa'nın 13. maddesinin de gözönünde bulundurulması gerekmektedir. Dolayısıyla mülkiyet hakkına yönelik müdahalenin Anayasa'ya uygun olabilmesi için kanuna dayanması, kamu yararı amacı taşıması ve ayrıca ölçülülük ilkesi gözetilerek yapılması gerekmektedir (Recep Tarhan ve Afife Tarhan, B. No: 2014/1546, 2/2/2017, § 62).

i. Kanunilik

43. Mülkiyet hakkına yönelik müdahalelerde ilk incelenmesi gereken ölçüt kanuna dayalı olma ölçütüdür. Bu ölçütün sağlanmadığı tespit edildiğinde diğer ölçütler bakımından inceleme yapılmaksızın mülkiyet hakkının ihlal edildiği sonucuna varılacaktır. Müdahalenin kanuna dayalı olması, iç hukukta müdahaleye ilişkin yeterince ulaşılabilir, belirli ve öngörülebilir kuralların bulunmasını gerektirmektedir (Türkiye İş Bankası A.Ş. [GK], B. No: 2014/6192, 12/11/2014, § 44; Ford Motor Company, B. No: 2014/13518, 26/10/2017, § 49; Necmiye Çiftçi ve diğerleri, B. No: 2013/1301, 30/12/2014, § 55).

44. Başvuru konusu olayda uyuşmazlık konusu taşınmaz, 2942 sayılı Kanun hükümleri çerçevesinde kamulaştırılmıştır. Dolayısıyla kamulaştırma yoluyla yapılan müdahalenin kanuni bir dayanağının bulunduğu kuşkusuzdur.

ii. Meşru Amaç

45. Anayasa'nın 13. ve 35. maddeleri uyarınca mülkiyet hakkı ancak kamu yararı amacıyla sınırlandırılabilmektedir. Kamu yararı kavramı, mülkiyet hakkının kamu yararının gerektirdiği durumlarda sınırlandırılması imkânı vermekle bir sınırlandırma amacı olmasının yanı sıra mülkiyet hakkının kamu yararı amacı dışında sınırlanamayacağını öngörerek ve bu anlamda bir sınırlama sınırı oluşturarak mülkiyet hakkını etkin bir şekilde korumaktadır. Kamu yararı kavramı, devlet organlarının takdir yetkisini de beraberinde getiren bir kavram olup objektif bir tanıma elverişli olmayan bu ölçütün her somut olay temelinde ayrıca değerlendirilmesi gerekir (Nusrat Külah, B. No: 2013/6151, 21/4/2016, §§ 53,56; Yunis Ağlar, B. No: 2013/1239, 20/3/2014, §§ 28, 29).

46. Somut olayda taşınmazlar üzerinden geçen elektrik telleri nedeniyle yapılan irtifak kamulaştırması işleminin kamu yararı amacına dayandığı hususunda tereddüt bulunmamaktadır.

iii. Ölçülülük

 (1) Genel İlkeler

47. Son olarak kamu makamlarınca başvurucunun mülkiyet hakkına yapılan müdahaleyle gerçekleştirilmek istenen amaç ile bu amacı gerçekleştirmek için kullanılan araçlar arasında makul bir ölçülülük ilişkisinin olup olmadığı değerlendirilmelidir.

48. Ölçülülük ilkesi elverişlilikgereklilik ve orantılılık olmak üzere üç alt ilkeden oluşmaktadır. Elverişlilik öngörülen müdahalenin ulaşılmak istenen amacı gerçekleştirmeye elverişli olmasını, gereklilik ulaşılmak istenen amaç bakımından müdahalenin zorunlu olmasını yani aynı amaca daha hafif bir müdahale ile ulaşılmasının mümkün olmamasını, orantılılık ise bireyin hakkına yapılan müdahale ile ulaşılmak istenen amaç arasında makul bir dengenin gözetilmesi gerekliliğini ifade etmektedir (AYM, E.2011/111, K.2012/56, 11/4/2012; E.2014/176, K.2015/53, 27/5/2015; E.2016/13, K.2016/127, 22/6/2016, § 18; Mehmet Akdoğan ve diğerleri, B. No: 2013/817, 19/12/2013, § 38).

49. Orantılılık ilkesi gereği kişilerin mülkiyet hakkının sınırlandırılması hâlinde elde edilmek istenen kamu yararı ile bireyin hakları arasında adil bir dengenin kurulması gerekmektedir. Bu adil denge, başvurucunun şahsi olarak aşırı bir yüke katlandığının tespit edilmesi durumunda bozulmuş olacaktır. Müdahalenin orantılılığını değerlendirirken Anayasa Mahkemesi; bir taraftan ulaşılmak istenen meşru amacın önemini, diğer taraftan da müdahalenin niteliğini, başvurucunun ve kamu otoritelerinin davranışlarını gözönünde bulundurarak başvurucuya yüklenen külfeti dikkate alacaktır (Arif Güven, B. No: 2014/13966, 15/2/2017, §§ 58, 60; Osman Ukav, B. No: 2014/12501, 6/7/2017, § 71).

50. Anayasa’nın kamulaştırmayı düzenleyen 46. maddesine göre devlet ve kamu tüzel kişileri tarafından yapılabilmesi, kamu yararının bulunması, kamulaştırma kararının kanunda gösterilen esas ve usullerine uyulması, gerçek karşılığın kural olarak peşin ve nakden ödenmesi kamulaştırmanın anayasal ögeleridir. Temel unsurunun kamu yararı olduğu kabul edilen kamulaştırma, özel mülkiyet alanına devletin bir müdahalesidir. Kamulaştırma işlemi, taşınmaza el koymaya zorunlu kalındığında kamu yararının özel mülkiyet hakkından üstün tutulduğu durumlarla sınırlı olarak ve Anayasa'da belirlenen usul güvenceleri izlenerek yapıldığında hukuka uygun sayılır (AYM, E.2017/110, K.2017/133, 26/7/2017, § 11).

51. Anayasa’nın 46. maddesinde öngörülen kamulaştırma, Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınmış olan mülkiyet hakkına getirilmiş anayasal bir sınırlamadır. Bu itibarla 46. maddede belirtilen kamulaştırmanın anayasal ögelerine uygun bir düzenleme, 35. maddeye bir aykırılık oluşturmayacaktır. Kamulaştırma, Anayasa'da özel mülkiyetin kamuya geçirilmesi konusunda başvurulabilecek bir yöntem olarak düzenlenmiş olup bir taşınmaz üzerindeki özel mülkiyet hakkının malikin rızası olmaksızın kamu yararı için ve karşılığı ödenmek koşuluyla devlet tarafından sona erdirilmesidir (AYM, E.2017/110, K.2017/133, 26/7/2017, §§ 12, 15).

52. Kamulaştırma yoluyla mülkiyet hakkına yapılan müdahalelerde, hedeflenen kamu yararı ile malikin bireysel yararı arasında gözetilmesi gereken adil denge ancak malike tazminat ödenmek suretiyle sağlanabilir. Diğer bir ifadeyle kamulaştırma suretiyle mülkiyet hakkına müdahalede bulunulan durumlarda malike tazminat ödenmesi, müdahaleyle malike yüklenen aşırı külfetin telafi edilmesini temin eden temel bir araçtır. Anayasa'nın 46. maddesinin birinci fıkrasında, gerek kamulaştırmada gerekse idari irtifak kurulmasında taşınmazın gerçek karşılığının ödeneceği ifade edilmiştir. Kamulaştırma yapılan hâllerde gerçek karşılık, kamulaştırma yapılması nedeniyle taşınmazın değerinde meydana gelen azalmayı karşılayan tutardır. Bu itibarla kamulaştırma yapılması nedeniyle taşınmazın değerinde meydana gelen azalmayı karşılayacak düzeyde bir tazminatın ödenmediği durumlarda somut olayın koşulları da gözetilerek müdahalenin orantılı olmadığı sonucuna ulaşılabilir (benzer yöndeki değerlendirmeler için bkz. Saadet Esin, B. No: 2014/18103, 26/10/2017, § 35).

53. Anayasa'nın 35. maddesi usule ilişkin açık bir güvenceden söz etmemektedir. Bununla birlikte mülkiyet hakkının gerçek anlamda korunabilmesi bakımından bu madde, Anayasa Mahkemesinin çeşitli kararlarında da ifade edildiği üzere mülk sahibine müdahalenin kanun dışı veya keyfî ya da makul olmayan şekilde uygulandığına ilişkin savunma ve itirazlarını sorumlu makamlar önünde etkin bir biçimde ortaya koyabilme olanağının tanınması güvencesini kapsamaktadır. Bu değerlendirme ise uygulanan sürecin bütününe bakılarak yapılmalıdır (Züliye Öztürk, B. No: 2014/1734, 14/9/2017, § 36; Bekir Yazıcı [GK], B. No: 2013/3044, 17/12/2015, § 71).

 (2) İlkelerin Olaya Uygulanması

54. Başvuru konusu olayda başvurucunun maliki olduğu taşınmazın üzerinden geçen elektrik telleri nedeniyle irtifak kamulaştırması yapılmasına karar verilmiştir. Pazarlık görüşmeleri sonucunda maliklerle bedelde uzlaşmanın mümkün olmaması üzerine İdare tarafından Alakop köyü 38 parsel sayılı taşınmaz üzerindeki 20,30 m2 pilon yeri ile 632,11 m2 irtifak hakkına yönelik kamulaştırma bedelinin tespiti ve tescil davası açılmıştır. Davanın devamı sırasında davaya konu parselin tevhit ve ifraz işlemleri görmesi üzerine taşınmaz 105 ada 7 ve 8 ile 106 ada 8 ve 9 parsellere ayrılmıştır.

55. Başvurucu, bu taşınmazlardan 106 ada 9 parsel sayılı taşınmaz dışındaki diğer taşınmazların malikinin kendisi olduğunu diğer davalıların bu taşınmazlarda hisselerinin bulunmadığını öne sürmektedir. Başvurucu tarafından sunulan tapu kayıtlarından 6/7/2012 tarihinde gerçekleşen ifraz işlemi sonucunda belirtilen taşınmazların tam hisseyle malikinin başvurucu olduğu görülmektedir. Buna göre tapu kayıtları başvurucunun beyanını doğrulamaktadır. İlk derece mahkemesince tapu müdürlüğünden taşınmazın ifraz görüp görmediği sorulmuş ise de ifraz işlemi sonrasında oluşan taşınmazların yeni tapu kayıtları dosya arasına getirtilmemiştir.

56. Somut olayda dava dilekçesi ve duruşma gününün başvurucuya tebliğ edilememesi üzerine Mahkemece başvurucunun adresinin araştırılması yoluna gidilmiştir. Kolluk araştırması sonucu gelen müzekkere cevabından başvurucunun o tarihte yurt dışında yaşadığı ve yurt dışı adresinin de bilinmediğinin tespit edildiği görülmektedir. Başvurucunun yurt dışında yaşadığı adres araştırmasıyla sabit olmasına rağmen Mahkemece davacı vekilinin beyanı üzerine başvurucunun yurt içi adresi olduğu belirtilen bir adrese tebligat çıkartılmıştır. Hâlbuki başvurucu 2942 sayılı Kanun'a göre ancak asliye hukuk mahkemesinin yapacağı tebligat üzerine idari yargı mercilerinde kamulaştırma işlemine karşı dava açabilir. Ancak somut olayda başvurucunun ilk derece mahkemesi önünde kamulaştırma işlemine ve kamulaştırma bedelinin belirlenmesi ile diğer hususlara ilişkin itirazlarını sunma olanağı bulamadığı anlaşılmaktadır.

57. Başvurucu ayrıca elektrik direğinin isabet ettiği pilon yerinin ifraz işlemi sonrasında yolda kalmasına rağmen kamulaştırma işleminin yapılmasının hukuka aykırı olduğunu öne sürmüştür. Nitekim somut olayda taşınmazın ifrazı üzerine alınan 28/11/2013 tarihli bilirkişi ek raporunda pilon yerinin ifraz işlemi sonrasında imar yolunda kaldığı ifade edilmiştir. Derece mahkemesince başvurucunun bu iddiası yönünden olumlu ya da olumsuz bir hüküm kurulmadığı anlaşılmaktadır. Dolayısıyla kamulaştırma işleminin yalnızca başvurucunun taşınmazı üzerinden geçen elektrik telleri nedeniyle meydana gelen irtifak alanına yönelik olduğunu belirtmek gerekir.

58. Öte yandan başvurucu davaya konu üç taşınmazın kendisine ait olduğunu davalı Ş.A.nın da diğer taşınmazın maliki olduğunu, diğer davalıların malik sıfatlarının bulunmadığını buna rağmen diğer davalılar yönünden de dava kabul edilerek lehlerine kamulaştırma bedeline hükmedildiğinden yakınmıştır. Başvurucunun ifraz işlemi sonrasına ilişkin sunmuş olduğu tapu kayıtları bu durumu doğrulamasına rağmen derece mahkemelerince bu yönde bir araştırma ve değerlendirme yapılmadığı görülmektedir. Bunun yanında başvurucunun somut davada bir vekille temsil edilmediği açık olmasına rağmen başvurucuya ait olan kamulaştırma bedelinin diğer davalılar vekiline ödendiği anlaşılmaktadır.

59. Sonuç olarak, somut olayda başvurucunun taşınmazları üzerinde idari irtifak tesisi için kamulaştırma işlemi yapılmasına rağmen, başvurucunun yurt dışında olduğu tespit edildiği hâlde davaya katılabilmesi dolayısıyla yukarıda bahsedilen itiraz ve beyanlarını sunabilmesi mümkün olamamıştır. Diğer taraftan başvurucunun davanın sonucuna etki edebilecek itirazları hakkında derece mahkemelerince yeterli bir değerlendirme yapılmadığı da görülmektedir. Buna göre başvurucuya müdahalenin kanun dışı veya keyfî ya da makul olmayan şekilde uygulandığına ilişkin savunma ve itirazlarını sorumlu makamlar önünde etkin bir biçimde ortaya koyabilme olanağının tanındığı söylenemez. Bu sebeple mülkiyet hakkının korunmasında usule ilişkin güvencelerin somut olayda yerine getirilmediği sonucuna varılmıştır. Son olarak müdahalenin taşıdığı meşru amacın dayandığı kamu yararı ile başvurucunun mülkiyet hakkının korunması arasında olması gereken adil denge başvurucu aleyhine bozulmuş olup müdahale ölçülü değildir.

60. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

3. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

61. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:

 “(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…

 (2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesi'nin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

62. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan ([GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018) kararında, ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağının belirlenmesi hususunda genel ilkeler belirlenmiştir.

63. Mehmet Doğan kararında özetle uygun giderim yolunun belirlenebilmesi açısından öncelikle ihlalin kaynağının belirlenmesi gerektiği vurgulanmıştır. Buna göre ihlalin mahkeme kararından kaynaklandığı durumlarda 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası ile Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 79. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca kural olarak ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın bir örneğinin ilgili mahkemeye gönderilmesine hükmedilir (Mehmet Doğan, §§ 57, 58).

64. Mehmet Doğan kararında Anayasa Mahkemesi, yeniden yargılama yapmakla görevli derece mahkemelerinin yükümlülüklerine ve ihlalin sonuçlarını gidermek amacıyla derece mahkemelerince yapılması gerekenlere ilişkin açıklamalarda bulunmuştur. Buna göre Anayasa Mahkemesinin tespit edilen ihlalin giderilmesi amacıyla yeniden yargılama yapılmasına hükmettiği hâllerde ilgili usul kanunlarında düzenlenen yargılamanın yenilenmesi kurumundan farklı olarak yargılamanın yenilenmesi sebebinin varlığının kabulü ve önceki kararın kaldırılması hususunda derece mahkemesinin herhangi bir takdir yetkisi bulunmamaktadır. Zira ihlal kararı verilen hâllerde yargılamanın yenilenmesinin gerekliliği hususundaki takdir, derece mahkemelerine değil ihlalin varlığını tespit eden Anayasa Mahkemesine bırakılmıştır. Derece mahkemesi, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında belirttiği doğrultuda ihlalin sonuçlarını gidermek üzere gereken işlemleri yapmakla yükümlüdür (Mehmet Doğan, § 59).

65. Bu bağlamda derece mahkemesinin öncelikle yapması gereken şey, bir temel hak veya özgürlüğü ihlal ettiği veya idari makamlar tarafından bir temel hak veya özgürlüğe yönelik olarak gerçekleştirilen ihlali gideremediği tespit edilen önceki kararını kaldırmaktır. Derece mahkemesi, kararın kaldırılmasından sonraki aşamada ise Anayasa Mahkemesi kararında tespit edilen ihlalin sonuçlarını gidermek için gereken işlemleri yapmak durumundadır. Bu çerçevede ihlal, yargılama sırasında gerçekleştirilen usule ilişkin bir işlemden veya yerine getirilmeyen usule ilişkin bir eksiklikten kaynaklanıyorsa söz konusu usul işleminin hak ihlalini giderecek şekilde yeniden -veya daha önce hiç yapılmamışsa ilk defa- yapılması icap etmektedir. Buna karşılık ihlalin idari işlem veya eylemin kendisinden ya da -derece mahkemesince yapılan veya yapılmayan usul işlemlerinden değil de- derece mahkemesi kararının sonucundan kaynaklandığının Anayasa Mahkemesi tarafından tespit edildiği hâllerde derece mahkemesinin usule dair herhangi bir işlem yapmadan, doğrudan, mümkün olduğunca dosya üzerinden, önceki kararının aksi yönünde karar vererek ihlalin sonuçlarını ortadan kaldırması gerekir (Mehmet Doğan, § 60).

66. Başvurucu yeniden yargılama yapılması ya da tazminata hükmedilmesi talebinde bulunmuştur.

67. Somut olayda başvurucunun taşınmazının kamulaştırılması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin şikâyetine yönelik olarak derece mahkemelerince yeterli inceleme ve değerlendirme yapılmadığı, başvurucunun davanın sonucuna etkili olabilecek mahiyetteki iddia ve itirazlarının karşılanmadığı tespit edilmiştir.

68. Bu durumda mülkiyet hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Yapılacak yeniden yargılama ise 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Dolayısıyla kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere İskenderun 2. Asliye Hukuk Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekir. Buna göre ihlalin sonuçlarının giderilmesi için yeniden yapılacak yargılamada mülkiyet hakkının ihlaline yol açan uyuşmazlığın çözümüne etkili, ayrı ve açık yanıt gerektiren başvurucunun iddialarının derece mahkemelerince yeterli ve makul bir gerekçe ile karşılanması gerekmektedir.

69. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 226,90 TL harç ve 2.475 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.701,90 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Kararın bir örneğinin mülkiyet hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere İskenderun 2. Asliye Hukuk Mahkemesine (E.2011/525, K.2014/15) GÖNDERİLMESİNE,

D. 226,90 TL harç ve 2.475 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.701,90 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,

E. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

F. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 8/5/2019 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

SEDAT ŞANLI BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2018/6812)

 

Karar Tarihi: 3/7/2019

R.G. Tarih ve Sayı: 2/8/2019-30850

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

Başkan

:

Hasan Tahsin GÖKCAN

Üyeler

:

Serdar ÖZGÜLDÜR

 

 

Hicabi DURSUN

 

 

Kadir ÖZKAYA

 

 

Yusuf Şevki HAKYEMEZ

Raportör

:

Umut FIRTINA

Başvurucu

:

Sedat ŞANLI

Vekili

:

Av. Erhan AYTEKİN

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru; deprem sebebiyle kalıcı konut yerine prefabrik konuttan yararlandırılan başvurucu yönünden yeterli bir gerekçe gösterilmeden, çelişkili olarak farklı karar verilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının, kalıcı konut tahsis edilmemesi nedeniyle de mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 1/3/2018 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:

A. Hak Sahipliği Süreci

8. Diyarbakır ve çevresinde 6/9/1975 tarihinde meydana gelen depremde Lice ilçesi Gürbeyli köyünde bulunan, başvurucunun murisine ait ev yıkılmıştır.

9. Deprem nedeniyle evi hasar görenler 15/5/1959 tarihli ve 7269 sayılı Umumi Hayatlara Müessir Afetler Dolayısıyla Alınacak Tedbirlerle Yapılacak Yardımlara Dair Kanun hükümleri uyarınca hak sahibi kabul edilmiştir.

10. Buna göre söz konusu depremdeki ağır hasar ve yıkık binalardan dolayı 8.159 aile hak sahibi kabul edilmiştir. Ayrıca 1975 ve 1976 yıllarında Hani, Kulp ve Lice ilçeleri ile köylerinde geçici ve kalıcı nitelikte toplam 7.115 konut tamamlanıp hak sahiplerine teslim edilmiştir.

11. Gürbeyli köyünde, talep ve taahhütname veren afetzedelerin adı, soyadı, doğum tarihi ve baba adları belirtilmek suretiyle hak sahipliği listesi hazırlanmıştır. Buna göre 82 kişinin hak sahibi olduğu tespit edilmiştir. Hak sahipliğinin belirlenmesinden sonra 82 konut ihale suretiyle yaptırılmıştır.

12. Diyarbakır Valiliğinin (İdare) oluşturduğu komisyonca hazırlanan, hak sahibi olarak kabul edilenlere ait isim listesinde başvurucunun murisinin de ismi yer almaktadır. Başvurucu 7269 sayılı Kanun uyarınca hak sahibi olduğunu belirterek adına konut veya kredi verilmesi istemiyle 9/6/2016 tarihinde İdareye başvuruda bulunmuştur. Başvurucunun talebine İdarece herhangi bir cevap verilmemiştir.

13. Diyarbakır'ın Lice ilçesi ve çevresinde 1975 yılında yaşanan depreme ilişkin olarak 29/1/2019 tarihli ve 2018/6812 sayılı yazı ile İçişleri Bakanlığı Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığından (AFAD) Anayasa Mahkemesince bilgi ve belge talebinde bulunulmuştur. AFAD tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan 25/3/2019 tarihli yazı ekinde yazışmalar, tutanaklar, protokoller, listeler ve fotoğraflar yer almaktadır.

B. Dava Süreci

14. Başvurucu; İdarece düzenlenen hak sahipliği listesinde murisinin adının bulunduğunu, bugüne kadar kendisine herhangi bir konut teslimi yapılmadığını öne sürerek Diyarbakır 3. İdare Mahkemesinde (Mahkeme) idari işlemin iptali istemiyle 5/10/2016 tarihinde dava açmıştır.

15. Mahkeme 31/3/2017 tarihinde dava konusu işlemin iptaline karar vermiştir. Kararın gerekçesinde; afet sebebiyle borçlanmaları yapılan hak sahiplerine yapılacak konutların kalıcı (betonarme-kârgir) konut olması gerektiği, Mahkemenin ara kararına verilen cevapta ise tahsis edildiği ileri sürülen konutun prefabrike konut (geçici konut) niteliğinde olduğunun ifade edildiği hususuna değinilmiştir. Kararda, İdarenin kalıcı nitelikte bir konutun başvurucuya devrine ilişkin tapu kayıt örneğini de sunamadığı belirtilerek başvurucunun hak sahipliğinin devam ettiği vurgulanmıştır. Mahkeme, Danıştay Ondördüncü Dairesinin benzer bir uyuşmazlıkta vermiş olduğu 7/2/2017 tarihli ve E.2016/9373 K.2017/644 sayılı karara da atıf yaparak başvurucunun hak ettiği konutun verilmesi için gerekli işlemlerin gerçekleştirilmesi istemiyle yaptığı talebin zımnen reddine dair işlemde hukuka uyarlık bulunmadığı kanaatine varmıştır.

16. Davalı İdarenin istinaf talebini inceleyen Gaziantep Bölge İdare Mahkemesi 2. İdare Dava Dairesi 30/11/2017 tarihinde hükmün kaldırılmasına ve davanın reddine kesin olarak karar vermiştir. Bu kararın gerekçesinde;

i. Lice ve Hani ilçe merkezlerinde teslim edilen konutların ve tapularının hak sahiplerine teslim edildiği, yapılan konutların kesin hesabının ve geçici kabullerinin yapıldığı, hak sahibi olup borçlanmayanların bulunduğu, borçlanma işlemlerini tamamlayarak konutlarda oturanların olduğu, 2013 yılında yapılan tespitlere göre konutlarda hak sahipleri veya murislerinin oturduğu hususlarına vurgu yapılmıştır.

ii. Dosyadaki bilgi ve belgelere göre başvurucunun murisine konut teslim edildiği, dolayısıyla murise hak sahipliği nedeniyle 7269 sayılı Kanun hükümleri gereğince ikamet etmesi için gerekli konutun sağlandığı hususuna dikkat çekilmiştir.

iii. Mahkeme "TBMM 7/8353 sayılı yazılı soru önergesine Çevre ve Şehircilik Bakanı tarafından verilen cevapta; deprem sonrası inşa edilen binaların, prefabrike kalıcı konut olduğu, bu nedenle yeni konut yapılması için bir çalışmanın bulunmadığının bildirildiği, yine Afet İşleri Genel Müdürlüğü'nün 10.07.1991 ve 14.02.1992 günlü yazılarında da; prefabrik konutların, kısa süreli ve geçici iskan için değil, uzun süreli daimi iskan amacıyla yapıldığı, normal bakımlarının yapılması halinde ömürlerinin en az 50 yıl olduğunun belirtildiği" hususlarını değerlendirerek teslim edilen konutların kalıcı konut niteliğinde olduğu sonucuna varmıştır. Kararda ayrıca 7269 sayılı Kanun'da afet sebebiyle hak sahiplerine teslim edilecek konutların betonarme-kârgir olması gerektiği yolunda bir düzenleme de bulunmadığı ifade edilmiştir.

iv. Mahkeme, Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunun (İDDK) 9/2/2017 tarihli ve E.2016/4366, K.2017/554 sayılı kararının da bu yönde olduğunu vurgulamıştır.

17. Nihai karar 31/1/2018 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ edilmiştir.

18. Başvurucu 1/3/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur.

C. Başvurucunun Emsal Olarak Bildirdiği Davanın Süreçleri

19. Danıştay Ondördüncü Dairesinin 17/5/2017 tarihli ve E.2015/5849, K.2017/3362 sayılı kararının ilgili kısımları şöyledir:

"...Yukarıda aktarılan hükümlerin temel amacının, binaların yıkılması, yanması veya oturulamayacak derecede ağır hasara uğraması sebebiyle afete maruz kalanları hak sahibi olarak yapılacak yardımlardan faydalandırmak olduğu tartışmasız olup, 7269 sayılı Yasa uyarınca hak sahibi kabul edilebilmek için 28. madde gereğince yapılan ilandan itibaren iki ay içinde mahallin en büyük mülki amirine yazılı müracaatta bulunarak taahhütname verilmesinin gerekmesi yanında, aynı Yasanın 40. maddesi uyarınca taşınmaz malların hak sahiplerine borçlandırma senetleri imza ettirilmek suretiyle verilmesi, Bayındırlık ve İskân Bakanlığınca o yerde borçlandırmanın ilanı cihetine gidilmesi ve ilan tarihinden itibaren hak sahiplerinin kabul edilebilir mazeretler dışında 2 ay içerisinde borçlanmalarını yapmaları, binayı da Bakanlıkça mahallinde yaptırılacak duyurudan itibaren 45 gün içinde teslim almaları gerektiği açıktır.

Ayrıca Arşiv Hizmetleri Yönetmeliğinin 5. maddesinde 'Kurum, arşiv malzemesi ve arşivlik malzemenin korunması ile ilgili olarak; a) Yangın, hırsızlık, rutubet, su baskını, toz ve her türlü hayvan ve haşeratın tahriplerine karşı gerekli tedbirlerin alınmasından, ... sorumludur' vekurum arşivlerinde bulunan belgelerin imhasına ilişkin 29. maddesinde 'Cari işlemlerde fiilen rolü bulunan, saklanmalara belli sürelerde kanun ve diğer mevzuatla tayin olunanlar (özel mevzuat hükümlerine göre lüzumlu görülenler) 30 uncu maddede sayılan malzeme içerisinde yer almış dahi olsalar, Mevzuatın tayin ettiği zaman sınırı veya malzemede belirtilen süre içerisinde ayıklama ve imha işlemine tabi tutulamazlar.' hükmüne yer verildiği, bu düzenleme uyarınca halen yürürlükte olan, işlemleri tamamlanmamış, sonuçları beklenen, ilgilileri açısında kesinleşmemiş işlemler, yani cari işlemler yönünden belgelerin imha edilemeyeceğinin belirtildiği ve bu belgelerin yangın, hırsızlık rutubet vb. olaylardan koruma yükümlülüğünün de idareye ait olduğu dikkate alındığında, davalı idarenin, Arşiv Hizmetleri Yönetmeliği uyarınca belgelerin 10-14 yıl süreyle saklama yükümlülüğünün olduğu ve 1982 yılında meydana gelen yangın nedeniyle arşiv belgelerinin tahrip olduğu, dolayısıyla ilan belgelerinin dosyaya sunulamamasından sorumluluğunun bulunmadığı yolundaki iddiasına itibar edilmemiştir.

Dava dosyasının incelenmesinden; Diyarbakır İli ve çevresinde 06.09.1975 tarihinde meydana gelen deprem nedeniyle Lice İlçesi, Güldiken Köyünde evi hasar görenlerin 7269 sayılı Kanun hükümleri gereğince hak sahibi kabul edildiği, “Hak Sahibi Kabul Edilenlere Ait İsim Listesinde” evi hasar gören davacının murisinin isminin de bulunduğu, hak sahibi kabul edilmesine rağmen davacının murisinin konutunun bugüne kadar teslim edilmediğinden bahisle Diyarbakır Valiliği Afet ve Acil Durum Yönetim Müdürlüğü’ne başvuran davacının, hak ettiği konutun verilmesi veya konut yardımı yapılmasını talep ettiği, anılan başvurunundava konusu işlemle reddi üzerine bakılmakta olan davanın açıldığı anlaşılmaktadır.

7269 sayılı Kanunun 40.maddesinin 1.fıkrasındaki açık düzenleme gereğince ancak Bayındırlık ve İskân Bakanlığı’nca o yerde borçlandırmanın ilanı tarihinden itibaren Bakanlıkça kabul edilebilir mazereti dışında 2 ay içerisinde borçlanmalarını yapmayanların hak sahipliği kendiliğinden sona erecektir.

Öte yandan, borçlanmaların yapılması için herhangi bir duyuru yapıldığı ya da davacının borçlanmasını yapmasına rağmen konutunu teslim almadığı yolunda idarece dava dosyasına her hangi bir bilgi ve belge sunulamadığı gibi benzer davalarda yapılan ara kararlarına alınan cevaplarda dailgililerin borçlanmasını yapması ve konutunu teslim alması için ilanların yapıldığına dair herhangi bir belge de sunulamamıştır.

Uyuşmazlıkta, 7269 sayılı Kanunun 40.maddesinin birinci fıkrasında yer alan amir hüküm gereği, Bayındırlık ve İskân Bakanlığınca afetin meydana geldiği yerde borçlandırmanın ilanı cihetine gidilmesi ve ilan tarihinden itibaren hak sahiplerinin kabul edilebilir mazeretler dışında 2 ay içerisinde borçlanmalarını yapabilmelerinin sağlanması, binayı teslim almaları için de ayrıca mahallinde duyuru yapılması gerektiğinden ve olayda, hak sahiplerinin borçlanmalarını yapmaları ve bilahare konutlarını teslim almaları için herhangi bir ilan ve duyuru yapıldığı yolunda davalı idarece dava dosyasına bilgi ve belge sunulamadığından, Yasanın anılan hükmünden söz edilerek hak sahibi olduğu anlaşılan ve süresi içinde murisinin talep ve taahhütname vermediği yönünde herhangi bir iddiada da bulunulmayan davacının hak sahipliğinin devam ettiği hususu açıktır.

Davalı idare tarafından dosyaya sunulan bilgi ve belgeler incelendiğinde, Lice İlçesi, Güldiken Köyünde yaptırılan konutlardan davacının murisine konut teslimi yapıldığıileri sürülmüş ise de, 7269 sayılı Kanunun yukarıda aktarılan hükümleri uyarınca, afet sonrası afetzedelerin geçici barınmalarının sağlanması için geçici konutların yapılabileceği, bu konutlar için yapılan harcamaların borçlandırmaya tabi olmayacağı, başka bir anlatımla geçici konutlar için hak sahiplerinden bedel alınmayacağı, ancak kalıcı konutlar teslim edildikten sonra geçici konutların boşaltılacağı, kalıcı konutlar için de hak sahiplerinin söz konusu Kanun uyarınca gerekli borçlandırma işlemlerini tamamlayıp verilen süre içinde kalıcı konutları teslim almalarının gerektiği, idarenin de bu konutlar için borçlandırma işlemleri sonunda belirlenen bedeli öngörülen ödeme planı çerçevesinde tahsil etmesi, hak sahibine konut üzerinde serbestçe taarruf edebilmesini sağlamak için konutunun tapusunun verilmesi ve Türkiye Emlak Bankasının isteği üzerine tapu dairesince kalıcı konut üzerinde ipotek tesis edilmesi gerekmektedir.

Bu durumda; afet sebebiyle borçlanmaları yapılan hak sahiplerine yapılacak konutların kalıcı konut olması gerektiği, kalıcı konut olma niteliğinin sadece yapının yapı malzemesine bakılarak araştırmasının yapılamayacağı, kalıcı konut olup olmadığı hususu araştırılırken söz konusu konut için usulüne uygun borçlandırma işlemlerinin tamamlanıp hak sahibi adına tapu verilmesi gerektiğinden, davacı adına kayıtlı olduğu iddia edilenafet konutunun kalıcı konut olması halinde buna ilişkin bilgi, belge, tapu kayıtlarının ve konut bedelinin ödendiğine ilişkin dekontlar istenilip incelenerek karar verilmesi gerektiğinden, eksik incelemeyle verilen davanın reddine ilişkin İdare Mahkemesi kararında hukuki isabet görülmemiştir.

Açıklanan nedenlerle; Diyarbakır 1. İdare Mahkemesinin 26/03/2015 günlü, E:2014/1341, K:2015/353 sayılı kararının BOZULMASINA, "

20. Başvurucu ayrıca bazı hak sahipleri tarafından açılan davalarda Danıştay Ondördüncü Dairesince verilen bozma kararları sonrasında idare mahkemelerince iptal kararları verildiğini belirtmiştir. Diyarbakır 2. İdare Mahkemesinin 13/4/2017 tarihli ve E.2017/653, K.2017/728 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:

"...Bu durumda; afet sebebiyle borçlanmaları yapılan hak sahiplerine yapılacak konutların kalıcı konut olması gerektiği, kalıcı konut olma niteliğinin sadece yapının yapı malzemesine bakılarak araştırmasının yapılamayacağı, kalıcı konut olup olmadığı hususu araştırılırken söz konusu konut için usulüne uygun borçlandırma işlemlerinin tamamlanıp hak sahibi adına tapu verilmesi gerektiğinden, davacı adına kayıtlı olduğu iddia edilen afet konutunun kalıcı konut olup olmadığına ilişkin Mahkememizin 17/03/2017 tarihli ara kararı ile Lice Tapu Sicil Müdürlüğü'nden ve davalı idareden;' 1975 tarihli Lice Depremi sebebiyle hak sahipliği bulunan ve Lice İlçesi, Yolçatı Köyü/Mahallesinde inşa edilerek 7269 sayılı Afet Kanunu kapsamında 22663720750T.C Kimlik Nolu davacı ÖMER İZGİ'ye teslim/tahsis edildiği belirtilen taşınmaz bakımından, 7269 sayılı Afet Kanunu kapsamında davacı 'adına kayıtlı bir tapu verilip verilmediği, verilmişse söz konusu afet konutunun tapu kütüğündeki vasfının (betonarme, kargir, prefabrike vs.) sorularak buna ilişkin bilgi, belge ve kayıtların gönderilmesinin istenildiği' söz konusu ara karara verilen cevap ve dosyaya sunulan bilgi ve belgelerden, Lice Tapu Müdürlüğü'nün yetki alanında yapılan TAKBİs sorgulamasında davacı adına kayıtlı afet konutu niteliğinde taşınmaz kaydına rastlanılmadığı, davalı idare tarafından da davacıya teslim edildiği iddia edilen konutun 'prefabrik Deprem Konuttu' olduğunun beyan edildiği görüldüğünden, afet sebebiyle davacıya teslim edilen konutun kalıcı (betonarme, kargir) olmayıp, prefabrik konut olduğu, afet sebebiyle herhangi bir taşınmaz kaydı, tapusu bulunmadığı, gönderilen tapu kayıtlarının kadastro çalışmaları neticesinde tesis kadastrosu olarak davacı adına kaydedilen afetten bağımsız taşınmaz niteliğinde olduğu, yani sonuç olarak, afet sebebiyle kalıcı konut yapılıp verilen bir tapu senedinden söz edilemediği anlaşılmakla, davacının hak ettiği kalıcı konutun verilmesi için gerekli işlemlerin yapılması istemiyle yaptığı başvurunun reddine dair işlemde hukuka uyarlık bulunmamaktadır."

21. Başvurucu, bazı hak sahipleri tarafından açılan davalarda ise idare mahkemelerince verilen iptal kararlarının Danıştay Ondördüncü Dairesince onandığını belirterek anılan Dairece verilen 2/3/2017 tarihli ve E.2016/7999, K.2017/1261 sayılı kararı dosyaya emsal olarak sunmuştur.

IV. İLGİLİ HUKUK

A. Ulusal Hukuk

1. Mevzuat Hükümleri

22. 7269 sayılı Kanun’un 13. maddesinin a bendi şöyledir:

“a) Yapılacak işlemlere esas olmak üzere İmar ve İskan Bakanlığınca kurulacak fen kurulları tarafından, afetin meydana geldiği arazinin durumu ile bütün yapılar ve kamu tesisleri incelenerek, hasar tespit raporu düzenlenir.”

23. 7269 sayılı Kanun'un 28. maddesinin birinci fıkrasının olay tarihinde yürürlükte bulunan hâli şöyledir:

“Bu kanundan faydalanmak suretiyle kendileri için bina yaptırılmasını istiyenlerin ilân tarihinden itibaren bir ay içinde mahallin en büyük mülkiye âmirine yazılı müracaatta bulunmaları ve taahhütname vermeleri mecburidir.”

24. 7269 sayılı Kanun’un 29. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

 “Yıkılan, yanan veya ağır hasara uğrayan veya uğraması muhtemel olan binalarla imar planları gereğince kamulaştırılmasında zorunluluk bulunan yerlerdeki binalarda oturan ailelere hak sahibi olmak şartıyla konut yaptırılır veya kredi verilir”

25. 7269 sayılı Kanun'un 40. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

 “Bu Kanuna göre arsa olarak dağıtılan veya üzerinde bina inşa edilen taşınmaz mallar, hak sahiplerine borçlandırma senetleri imza ettirilmek sureti ile verilir. Bayındırlık ve İskan Bakanlığınca o yerde borçlandırmanın ilanı tarihinden itibaren Bakanlıkça kabul edilebilir mazereti dışında 2 ay içerisinde borçlanmalarını yapmayanlarla, borçlanmasını yapmış olmasına rağmen binayı Bakanlıkça mahallinde yaptırılacak duyurudan itibaren 45 gün içinde teslim almayanların hak sahipliği kendiliğinden sona erer.

Bu taşınmaz mallar üzerine, Türkiye Emlak Kredi Bankasının isteği ile, bu banka lehine, tapu dairelerince borçlandırma senetlerine dayanılarak, kanuni ipotek tesis olunur”

26. 28/8/1968 tarihli ve 12988 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Afet Sebebiyle Hak Sahibi Olanların Tespiti Hakkında Yönetmelik'in (Yönetmelik) 2. maddesi şöyledir:

 “Afet sebebiyle, kendilerine bina yapılacak veya inşaat kredisi verilecek malik ve hissedarlarla, ebeveyni ile birlikte oturan evli kişilerin hak sahipliği yönünden tayin ve tespitleri bu Yönetmelik esaslarına göre yapılır.”

27. Yönetmelik'in 3. maddesi şöyledir:

“Bu Yönetmelikte yer alan “Hak sahibi” deyimi, afetzedelerin, yıkılan veya ağır hasar gören binalarla olan mülkiyet ilişkilerini ve yeniden yapılacak binalardan veya verilecek inşaat kredisinden yararlanabilme durumlarını ifade eder.”

28. Yönetmelik'in 4. maddesinin a fıkrası şöyledir:

“Afet sebebiyle, kendilerine ait bulunan konutları yıkılan, yanan veya oturulamayacak derecede ağır hasar gören afetzede aileler, hak sahibi sayılırlar ve bu ailelere yeniden konut yapılır veya konut kredisi verilir.”

29. Yönetmelik'in 16. maddesi şöyledir:

 “Bu Yönetmelikte belirtilen esaslara ve kıstaslara göre hak sahibi niteliğini taşıyanların, talep ve taahhütname vermelerini sağlamak üzere durum mahallinde ilan olunur. İlanın şekli ve süresi mahallin şartlarına ve imkanlarına göre ilgili mülkiye amirlerince tespit ve takdir olunur.

İlan metninde, yapılacak inşaat yardımının amacı, mahiyeti, şekli, şartları, kimlerin hak sahibi olabilecekleri, talep ve taahhütname verme süresi ve benzer hususlar belirtilir.

İlanın yapıldığı, bir tutanakla belgelendirilir.”

30. Yönetmelik'in 17. maddesi şöyledir:

 “Hak sahibi durumunda olanlardan, inşaat kredisi verilmesini yada bina yaptırılmasını isteyenlerin16 ncı maddede belirtilen ilanın yapıldığı günden itibaren iki aylık süre içinde mahallin en büyük mülkiye amirine yazılı olarak talep ve taahhütname vermeleri şarttır. Afet gören yerlerin bitişiğinde veya yakınında, üzerinde bina yaptırılmak üzere tespit edilip imar planına dahil edilen kısımlar içinde binaları kamulaştırılanlar için bu süre, kamulaştırma kararının kendilerine bildirilmesinden veya bu durumun ilanından itibaren hesaplanır. Hastalık, askerlik ve benzer sebeplerle, süresinde talep ve taahhütname verme imkanı bulamayanların durumları İmar ve İskan Bakanlığınca takdir edilir.”

31. Yönetmelik'in 18. maddesi şöyledir:

 “Talep ve taahhütname metninde: Afet yerinin il, ilçe, bucak, mahalle ve köy itibariyle adı, hak sahibinin kimliği ve adresi, olmuş veya muhtemel afetin türü, talebin mahiyeti ve konusu, kanundan ve ilgili yönetmelikten doğan yükümlülük ve şartlarla İmar ve İskan Bakanlığınca uygulama metodu, yapı tipleri, yapı kısımları ve boyutları, yerleşme yeri, inşaat süresi, borçlandırma şekil ve süresi ve diğer konularda tespit edilecek şartlara ve esaslara uyulacağı belirtilir. Talep ve taahhütname bir tek metin halinde düzenlendikten sonra hak sahibi tarafından imza edilir ve ilgili mahalle ve köy muhtarlığınca tasdik olunur.”

32. Yönetmelik'in 20. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

 “Talep ve taahhütnameler, ilgili mülkiye amirinin veya tevkil edeceği bir memurun başkanlığında:

a) İmar ve İskan Bakanlığı mahalli kuruluşundan bir,

b) Mahalli tapu dairesinden bir,

c) Belediye teşkilatı olan yerlerde Belediye encümeninden bir, köylerden ise ihtiyar kurulundan bir temsilcinin katılmasıyla kurulacak bir komisyon tarafından incelenerek değerlendirilir.”

33. Yönetmelik'in 21. maddesi şöyledir:

 “Komisyon, talep ve taahhütnameleri en kısa zamanda inceleyip değerlendirerek hak sahipleri listesini düzenler. İnceleme sırasında, hasar tespit, jeolog ve DSİ raporlarından da yararlanılır. Hak sahipleri listesinde afetzedelerin adı, soyadı, doğum tarihi ve baba adları belirtilir. Talep ve taahhütname verenler arasında, bu Yönetmelikte tespit olunan esaslara ve kıstaslara göre hak sahibi niteliğini taşımayanlar varsa, bunlar gerekçeleriyle birlikte ayrı bir listede gösterilir. Listeler düzenlendikten sonra, komisyon üyeleri tarafından imzalanır ve durum ayrıca bir tutanakla belgelendirilir. Hak sahipleri listesi ile tutanaktan birer nüsha İmar ve İskan Bakanlığına gönderilir.”

34. Yönetmelik'in 22. maddesi şöyledir:

 “Hak sahibi olmadıkları anlaşılanlara durum yazılı olarak tebliğ olunur. Bu tebligattan itibaren 15 günlük süre içinde ilgililer itirazda bulunabilirler. İtiraz komisyonca incelenerek karara bağlanır. Hak sahipleri ve itiraz konusunda nihai karar İmar ve İskan Bakanlığınca verilir.”

2. Danıştay İçtihadı

35. Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunun 9/2/2017 tarihli ve E.2016/3029, K.2017/538 sayılı kararının ilgili kısımları şöyledir:

"Dava; Diyarbakır İli Lice İlçesi ve çevresinde 06/09/1975 tarihinde meydana gelen depremde Hazro İlçesi, Kavaklıboğaz Köyü'nde bulunan konutunun hasar görmesi nedeniyle 7269 sayılı Kanun hükümleri gereğince hak sahibi kabul edilen davacının, hak sahibi olduğu konutun yapılması ya da kredi verilmesi suretiyle mağduriyetinin giderilmesi için yaptığı başvuru üzerine Diyarbakır Valiliği İl Afet ve Acil Durum Müdürlüğü'nce tesis edilen 11/09/2013 günlü 2647 sayılı işlemin iptali istemiyle açılmıştır.

Diyarbakır 3. İdare Mahkemesi'nin24/04/2014 günlü, E: 2013/2636, K:2014/539 sayılı kararıyla; Diyarbakır ili ve çevresinde 06/09/1975 tarihinde meydana gelen deprem nedeniyle Hazro İlçesi, Kavaklıboğaz Köyü'nde evi hasar görenlerin 7269 sayılı Umumi Hayata Müessir Afetler Dolayısiyle Alınacak Tedbirlerle Yapılacak Yardımlara Dair Kanun'un hükümleri gereğince hak sahibi kabul edildiği, “Hak Sahibi Kabul Edilenlere Ait İsim Listesinde” evi hasar görenlerin isimlerinin belirlendiği, söz konusu listede davacının ismi yazıldığından davacının hak sahibi olduğu sonucuna varıldığı, 7269 sayılı Kanunun 40.maddesinin birinci fıkrasında yer alan amir hüküm gereği, Bayındırlık ve İskân Bakanlığınca afetin meydana geldiği yerde borçlandırmanın ilanı cihetine gidilmesi ve ilan tarihinden itibaren hak sahiplerinin kabul edilebilir mazeretler dışında 2 ay içerisinde borçlanmalarını yapabilmelerinin sağlanması, binayı teslim almaları için de ayrıca mahallinde duyuru yapılması gerektiği, uyuşmazlıkta hak sahiplerinin borçlanmalarını yapmaları ve bilahare konutlarını teslim almaları için herhangi bir ilan ve duyuru yapıldığı yolunda davalı idarece dava dosyasına bilgi ve belge sunulamadığı, ancak; davalı idare tarafından sunulan belgelerden 06/09/1975 döneminde Hazro İlçesi, Kavaklıboğaz Köyü'nde borçlanılmak suretiyle yaptırılan konutlarda oturanlara ait isim listesinde, davacı adına kayıtlı konut tespiti yapıldığının görüldüğü, bu durumda, Diyarbakır İli ve çevresinde 06/09/1975 tarihinde meydana gelen depremde Hazro İlçesi, Kavaklıboğaz Köyü'nde bulunan davacıya deprem konutunun teslim edildiğinin anlaşıldığı, bu sebeple, davacı tarafından evinin hasar görmesi nedeniyle 7269 sayılı Kanun hükümleri gereğince hak sahibi kabul edildiğinden bahisle adına konut verilmesi ya da konut yardımı yapılması istemiyle yapılan başvurunun reddine ilişkin dava konusu işlemde hukuka aykırılık görülmediği gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.

Anılan karar Danıştay Ondördüncü Dairesi'nin 03/06/2015 günlü, E: 2014/7624, K: 2015/4763 sayılı kararıyla; borçlanmaların yapılması için bir duyuru yapıldığı ya da davacının borçlanmasını yapmasına rağmen, konutunu teslim almadığı yolunda idarece, dava dosyasına her hangi bir bilgi ve belge sunulamadığı gibi benzer davalarda yapılan ara kararlarına alınan cevaplarda da, ilgililerin borçlanmasını yapması ve konutunu teslim alması için ilanların yapıldığına dair her hangi bir belge sunulamadığı, 7269 sayılı yasa gereği hak sahibi olduğu anlaşılan ve süresi içinde talep ve taahhütname vermediği yönünde herhangi bir bilgi ve belge de bulunmayan davacının hak sahipliğinin devam ettiği sonucuna ulaşıldığı, idarece dosyayasunulan bilgi ve belgelerde Hazro İlçesi, Kavaklıboğaz Köyü'nde davacı adına konut tahsisiyapıldığının belirtildiği, bu durumda; afet sebebiyle borçlanmalarını yapan hak sahiplerine yapılacak konutların kalıcı (betonarme, kargir) konut olması gerektiği,adına kayıtlı olduğu iddia edilenafet konutunun kalıcı konut olması halinde buna ilişkin bilgi, belge ve tapu kayıtlarının istenildikten sonra incelenerek karar verilmesi gerektiği, eksik incelemeyle verilen davanın reddine ilişkin İdare Mahkemesi kararında hukuki isabet görülmediği gerekçesiyle bozulmuş ise de; İdare Mahkemesince, bozma kararına uyulmayarak, dava konusu işlemin tesisine dayanak alınan mezkur Kanunda, afet sebebiyle borçlanmaları yapılan hak sahiplerine yapılacak konutların betonarme-kargir olması gerektiği yolunda bir düzenleme bulunmadığı gerekçesinin de eklenmesi suretiyle davanın reddi yolundaki ilk kararda ısrar edilmiştir.

Davacı, Diyarbakır 3. İdare Mahkemesi'nin 15/02/2016 günlü, E:2016/54, K:2016/129 sayılı ısrar kararını temyiz etmekte ve bozulmasını istemektedir.

Temyiz edilen kararla ilgili dosyanın incelenmesinden; Diyarbakır 3. İdare Mahkemesi'nce verilen kararın usul ve hukuka uygun bulunduğu, dilekçede ileri sürülen temyiz nedenlerinin kararın bozulmasını gerektirecek nitelikte olmadığı anlaşıldığından, davacının temyiz isteminin reddine, Diyarbakır 3. İdare Mahkemesi'nin 15/02/2016 günlü, E:2016/54, K:2016/129 sayılı ısrar kararının ONANMASINA, kararın tebliğ tarihini izleyen 15 (onbeş) gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere09/02/2017 tarihinde oybirliği ile karar verildi. "

B. Uluslararası Hukuk

1. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi

36. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne (Sözleşme) ek 1 No.lu Protokol'ün "Mülkiyetin korunması" kenar başlıklı 1. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"Her gerçek ve tüzel kişinin mal ve mülk dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme hakkı vardır. Bir kimse, ancak kamu yararı sebebiyle ve yasada öngörülen koşullara ve uluslararası hukukun genel ilkelerine uygun olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılabilir.

..."

2. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Kararları

37. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) göre Sözleşme'ye ek 1 No.lu Protokol'ün 1. maddesinin temel amacı, devlet tarafından mülkiyet hakkına yapılan haksız müdahalelere karşı kişinin korunmasını sağlamaktır. Sözleşme'nin 1. maddesi uyarınca her taraf devlet "kendi yetki alanı içinde bulunan herkesin, Sözleşme'de tanımlanan hakları ve özgürlüklerden yararlanmalarını sağlama" yükümlülüğü altındadır. Bu genel nitelikli görevin yerine getirilmesi, Sözleşme ile güvence altına alınan hakların etkili bir biçimde uygulanmasını sağlamak için bazı pozitif yükümlülükler getirmektedir (Ališić ve diğerleri/Bosna Hersek, Hırvatistan, Sırbistan, Slovenya ve Makedonya Cumhuriyeti [BD], B. No: 60642/08, 16/7/2014, § 100; Sovtransavto Holding/Ukrayna, B. No: 48553/99, 25/7/2002, § 96).

38. AİHM, Sözleşme'ye ek 1 No.lu Protokol'ün 1. maddesi ile güvence altına alınan mülkiyet hakkının da bazı pozitif yükümlülükler içerdiğini kabul etmektedir. AİHM'e göre mülkiyet hakkının gerçekten etkili bir biçimde korunabilmesi, devletin müdahale etmeme görevi yanında ayrıca bazı pozitif tedbirler almasını da gerektirmektedir (Öneryıldız/Türkiye [BD], B. No: 48939/99, 30/11/2004, § 134; Broniowski/Polonya [BD], B. No: 31443/96, 22/6/2004, § 143).

39. AİHM, Sözleşme'ye ek 1 No.lu Protokol'ün 1. maddesinin devletin doğrudan müdahalesinin söz konusu olmadığı, özel kişiler arasındaki uyuşmazlıklar yönünden de -belirli durumlarda- mülkiyet hakkının korunması için gerekli tedbirleri alma yükümlülüğü içerdiğini kabul etmektedir. Pozitif yükümlülükleri çerçevesinde devletin -özel kişiler arası mülkiyet ilişkileri bakımından olsa bile- kişilerin mülkiyet haklarına yapılacak keyfî müdahalelere karşı hukuksal bir koruma sağlaması gerekmektedir. Bu bağlamda devlet, özellikle tarafların mülkiyet hakkına ilişkin uyuşmazlıklar yönünden gerekli usule ilişkin güvenceleri sunan etkin bir yargısal mekanizma oluşturma yükümlülüğü altındadır. Bu çerçevede oluşturulan yargı yollarında ulusal mahkemeler de iç hukukta yer alan ilgili kanunlar ışığında makul ve adil bir biçimde mülkiyet uyuşmazlıklarını çözmek durumundadır. Mahkeme, bu gerekliliğin sağlanıp sağlanmadığını değerlendirirken uygulanan usulün bütününü incelemektedir (Sovtransavto Holding/Ukrayna, § 96; Fuklev/Ukrayna, B. No: 71186/01, 7/6/2005, §§ 90, 91; Kotov/Rusya [BD], B. No: 54522/00, 3/4/2012, § 112; Anheuser-Busch Inc./Portekiz [BD], B. No: 73049/01, 11/1/2007, §§ 82-87; Capital Bank AD/Bulgaristan, B. No: 49429/99, 24/11/2005, § 134; Kushoglu/Bulgaristan, B. No: 48191/99, 10/5/2007, § 47).

40. Bununla birlikte AİHM iç hukukun yorumlanması ve uygulanması konusundaki görevinin sınırlı olduğunu, ulusal mahkemelerin hukuk kurallarının yorumlanması bakımından sahip oldukları takdir hakkına açık bir keyfîlik veya bariz bir takdir hatası içermedikçe karışamayacağını belirtmektedir (Anheuser-Busch Inc./Portekiz, § 83).

41. Diğer taraftan AİHM, her ne kadar Sözleşme'ye ek 1 No.lu Protokol'ün 1. maddesinde açık olarak usule ilişkin güvencelerden söz edilmese de bu maddenin keyfî müdahalelerden korunmak amacıyla mülkiyet hakkına yapılan müdahalelerin kanun dışı veya keyfî ya da makul olmayan şekilde uygulandığına ilişkin savunma ve itirazların sorumlu makamlar önünde etkin bir biçimde ortaya konabilme olanağının tanınması güvencesini kapsadığını belirtmektedir. Bu değerlendirme ise uygulanan sürecin bütününe bakılarak yapılmalıdır (AGOSI/Birleşik Krallık, B. No: 9118/80, 24/10/1986, § 60; Jokela/Finlandiya, B. No: 28856/95, 21/5/2002, § 45).

42. AİHM ayrıca usule ilişkin güvencelerin özel kişiler arasında ihtilaf oluşturan mülkiyet hakkı ile ilgili meseleler yanında taraflardan birinin devlet olması durumunda da geçerli olduğunu belirtmiştir (Plechanow/Polonya, B. No: 22279/04, 7/7/2009, § 100). Bu bağlamda mülkiyet hakkının korunmasına dair usule ilişkin güvenceler kapsamında mahkeme kararlarının ilgili ve yeterli bir gerekçeye sahip olması gerektiğine değinilmiştir. AİHM'e göre bu zorunluluk davacının her iddiasına ayrıntılı cevap verilmesi anlamına gelmemekle birlikte en azından mülk sahibinin esasa ilişkin temel iddia ve itirazlarının yargılama makamlarınca yapılacak dikkatli ve özenli bir inceleme sonucunda karşılanması gerektiği vurgulanmıştır (Gereksar ve diğerleri/Türkiye, B. No: 34764/05, 34786/05, 34800/05, 34811/05, 1/2/2011, § 54).

43. Gereksar ve diğerleri/Türkiye kararına konu olayda idare tarafından sulama kanalına hasar verilmesi nedeniyle başvurucuların tarlalarının zarar görmesi söz konusudur. AİHM, derece mahkemelerinin kararlarının başvurucuların davanın sonucuna etkili olabilecek mahiyetteki iddia ve itirazlarına cevap verecek nitelikte, yeterli bir gerekçe içermediği tespitine yer vermiştir. AİHM, bu sebeple Sözleşme'ye ek 1 No.lu Protokol'ün 1. maddesinde öngörülen usul güvencelerinin yerine getirilmediğini belirterek mülkiyet hakkının ihlal edildiği sonucuna varmıştır (Gereksar ve diğerleri/Türkiye, §§ 55-64).

V. İNCELEME VE GEREKÇE

44. Mahkemenin 3/7/2019 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Adli Yardım Talebi Yönünden

45. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Şerif Ay (B. No: 2012/1181, 17/9/2013) kararında belirtilen ilkeler dikkate alınarak geçimini önemli ölçüde zor duruma düşürmeksizin yargılama giderlerini ödeme gücünden yoksun olduğu anlaşılan başvurucunun açıkça dayanaktan yoksun olmayan adli yardım talebinin kabulüne karar verilmesi gerekir.

B. Mülkiyet Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Başvurucunun İddiaları

46. Başvurucu 1975 yılında Lice'de yaşanan deprem sebebiyle hak sahibi kabul edildiğini, 7269 sayılı Kanun kapsamında meşru bir beklentisinin bulunduğunu ancak başvurusuna rağmen kendisine kalıcı nitelikte konut tahsisi yapılmadığını belirterek mülkiyet hakkının ve sosyal devlet ilkesinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

2. Değerlendirme

47. Anayasa’nın "Mülkiyet hakkı" kenar başlıklı 35. maddesi şöyledir:

 “Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.

Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir.

Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz.”

48. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucu sosyal devlet ilkesinin de ihlal edildiğini ileri sürmüş ise de başvurucunun hak sahibi kabul edilmesine rağmen kendisine kalıcı nitelikte konut tahsis edilmediği yönündeki şikâyetlerinin mülkiyet hakkının ihlali iddiası kapsamında incelenmesi uygun görülmüştür.

a. Kabul Edilebilirlik Yönünden

49. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

b. Esas Yönünden

i. Mülkün Varlığı

50. Somut olayda başvurucunun deprem sebebiyle 7269 sayılı Kanun kapsamında hak sahibi olduğu açıktır. Bu husus, hem derece mahkemeleri hem de İdare tarafından kabul edilmektedir. Anılan Kanun'da hak sahiplerine birtakım şartların yerine getirilmesi şartıyla konut tahsis edileceği düzenlenmiştir. İdare, ilk derece mahkemesi aşamasında başvurucu adına konut teslimi yapıldığını ileri sürmüştür. İstinaf aşamasında ise hak sahipliği nedeniyle başvurucuya ikamet etmesi için gerekli konutun sağlandığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir. Yargılama esnasında ileri sürülen hususlar ve nihayetinde istinaf mahkemesince yapılan tespit gözönüne alındığında başvurucunun 7269 sayılı Kanun'da konut tahsisi için öngörülen şartları yerine getirdiğinin kabulü gerekmektedir. Bu çerçevede başvurucunun 35. madde kapsamında korunması gereken bir menfaatinin bulunduğu tartışmadan varestedir.

51. Mülkiyet hakkının usule ilişkin güvenceleri hem özel kişiler arasındaki mülkiyet uyuşmazlıklarında hem de taraflardan birinin kamu gücü olduğu durumlarda geçerlidir. Bu bağlamda mülkiyet hakkının korunmasının söz konusu olduğunda usule ilişkin güvencelerin somut olayda yerine getirildiğinden söz edilebilmesi için derece mahkemelerinin kararlarında konu ile ilgili ve yeterli gerekçe bulunmalıdır. Ayrıca belirtmek gerekir ki bu zorunluluk davacının bütün iddialarına cevap verilmesi anlamına gelmemekle birlikte mülkiyet hakkını ilgilendiren davanın sonucuna etkili esasa ilişkin temel iddia ve itirazların yargılama makamlarınca özenli bir şekilde değerlendirilerek karşılanması gerekmektedir (Kamil Darbaz ve GMO Yapı Grup End. San. Tic. Ltd. Şti., B. No: 2015/12563, 24/5/2018, § 53).

52. Başvuru konusu olayda yukarıda yer alan ilke ışığında pozitif yükümlülükler bağlamında inceleme yapılması gerekmektedir.

ii. Genel İlkeler

53. Anayasa'nın 35. maddesinin birinci fıkrasında "Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir." denilmek suretiyle mülkiyet hakkı güvenceye bağlanmıştır. Bu maddede bir temel hak olarak güvence altına alınmış olan mülkiyet hakkının gerçekten ve etkili bir şekilde korunabilmesi yalnızca devletin müdahaleden kaçınmasına bağlı değildir.Anayasa'nın 5. ve 35. maddeleri uyarınca devletin mülkiyet hakkının korunmasına ilişkin pozitif yükümlülükleri de bulunmaktadır. Bu pozitif yükümlülükler, kimi durumlarda özel kişiler arasındaki uyuşmazlıklar da dâhil olmak üzere mülkiyet hakkının korunması için belirli tedbirlerin alınmasını gerektirmektedir (Türkiye Emekliler Derneği, B. No: 2012/1035, 17/7/2014, §§ 34-38; Eyyüp Boynukara, B. No: 2013/7842, 17/2/2016, §§ 39-41).

54. Devletin pozitif yükümlülükleri, mülkiyet hakkına yapılan müdahalelere karşı usule ilişkin güvenceleri sunan, yargısal yolları da içeren etkili hukuksal bir çerçeve oluşturma ve oluşturulan bu hukuksal çerçeve kapsamında yargısal ve idari makamların bireylerin özel kişilerle olan uyuşmazlıklarında etkili ve adil bir karar vermesini temin etme sorumluluklarını da içermektedir (Selahattin Turan, B. No: 2014/11410, 22/6/2017, § 41).

55. Başvuru konusu olayda özel kişiler arasındaki borç ilişkisi nedeniyle alacaklının alacağının zamanında ödenmesinin teminat altına alınması amacıyla borçlunun taşınmazı üzerindeki tasarruf yetkisinin bir mahkeme kararına dayalı olarak geçici şekilde kısıtlanması söz konusudur. Buna göre başvurucunun mülkiyet hakkına yönelik olarak kamu makamlarınca doğrudan yapılan bir müdahale mevcut değildir. Bununla birlikte Anayasa Mahkemesi daha önce pek çok kararında kimi durumlarda özel kişiler arasındaki uyuşmazlıklarda dahi devlete düşen pozitif yükümlülükler olduğunu kabul etmiştir (Türkiye Emekliler Derneği, § 34; Eyyüp Boynukara, B. No: 2013/7842, 17/2/2016, §§ 39-41; Osmanoğlu İnşaat Eğitim Gıda Temizlik Hizmetleri A.Ş., B. No: 2014/8649, 15/2/2017, § 44; Selahattin Turan, §§ 36-41).

56. Anayasa'nın 35. maddesinde bir temel hak olarak güvence altına alınmış olan mülkiyet hakkının gerçekten ve etkili bir şekilde korunabilmesi yalnızca devletin müdahaleden kaçınmasına bağlı değildir. Anayasa'nın 5. ve 35. maddeleri uyarınca devletin mülkiyet hakkının korunmasına ilişkin pozitif yükümlülükleri de bulunmaktadır. Bu pozitif yükümlülükler kimi durumlarda özel kişiler arasındaki uyuşmazlıklar da dâhil olmak üzere mülkiyet hakkının korunması için belirli tedbirlerin alınmasını gerektirmektedir (Eyyüp Boynukara, §§ 39-41; Osmanoğlu İnşaat Eğitim Gıda Temizlik Hizmetleri A.Ş., § 44).

57. Ancak hemen belirtmek gerekir ki bazı durumlarda devletin pozitif ve negatif yükümlülüklerinin birbirinden ayrılması da mümkün olamamaktadır. Üstelik devletin ister pozitif isterse de negatif yükümlülükleri söz konusu olsun uygulanacak ilkeler de çoğunlukla önemli ölçüde benzeşmektedir.(Hesna Funda Baltalı ve Baltalı Gıda Hayvancılık San. ve Tic. Ltd. Şti. [GK], B. No: 2014/17196, 25/10/2018§ 70 )

iii. İlkelerin Olaya Uygulanması

58. Başvurucunun murisi, 7269 sayılı Kanun kapsamında hak sahibi olan bir afetzededir. Başvurucu, anılan Kanun'a istinaden hak sahibi olduğunu belirterek adına konut veya kredi verilmesi istemiyle idareye başvuru yapmış; başvurunun reddedilmesi üzerine dava açmıştır.

59. Konu ile ilgili olarak Danıştay İDDK tarafından 9/2/2017 tarihinde karar verilmiştir. Danıştay İDDK kararı; Lice ve Hani ilçe merkezlerinde teslim edilen konutların hak sahiplerine teslim edildiği, yapılan konutların kesin hesabının ve geçici kabullerinin yapıldığı, hak sahibi olup borçlanmayan ve borçlanma işlemlerini tamamlayıp konutlarda oturanların olduğu, 2013 yılında yapılan tespitlerde konutlarda hak sahipleri veya murislerinin oturduğu, Türkiye Büyük Millet Meclisi 7/8353 sayılı yazılı soru önergesine Çevre ve Şehircilik Bakanı tarafından verilen cevap ile Afet İşleri Genel Müdürlüğünün 10/7/1991 ve 14/2/1992 tarihli yazılarındaki hususlar dikkate alındığında teslim edilen konutların kalıcı konut niteliğinde olduğunun anlaşıldığı, 7269 sayılı Kanun'da afet sebebiyle hak sahiplerine teslim edilecek konutların betonarme-kârgir olması gerektiği yolunda bir düzenleme de bulunmadığı, başvurucunun murisine hak sahipliği nedeniyle 7269 sayılı Kanun hükümleri gereğince ikamet etmesi için gerekli konutun sağlandığı yorumuna dayanmaktadır (bkz. § 34).

60. Başvurucunun murisine somut olayda fiilî olarak bir konut teslim edilmiştir. Başvurucu bu konutun 7269 sayılı Kanun'un aradığı anlamda kalıcı konut olmadığını ileri sürmüş ise de Danıştay İDDK kararında bu konutların kalıcı prefabrik konut niteliğinde olduğu ve bu nitelikte bir konut teslim edilmesinin de idarenin üzerine düşen yükümlülüğü yerine getirdiği anlamına geleceği kabul edilmiştir. Anayasa Mahkemesinin 7269 sayılı Kanun hükümlerine göre idarece hangi konutların teslim edileceğini belirleme gibi bir görevi bulunmaktadır. Bu hususu belirleyip takdir etme görevi açık bir keyfîlik veya bariz takdir hatası da içermediği sürece derece mahkemelerine aittir. Somut olayda da yaşanan deprem sonrası yapılan yazışmalar ve idari belgeler dikkate alındığında derece mahkemelerince ilgili kanun hükümlerinin yorumu ile varılan sonucun keyfî olduğu veya bariz takdir hatası içerdiği söylenemez.

61. Bununla birlikte aradan kırk dört yıl geçtiği hâlde başvurucuya teslim edilen konut yönünden bir tapu kaydı verilip verilmediği araştırılmamıştır. Hâlbuki başvurucunun şikâyetinin kanunda öngörülen şekilde konut teslimi yapılmadığı dikkate alınmalıdır. Nitekim dava dilekçesinde başvurucu deprem sebebiyle hak sahibi olmasına rağmen kendisine bugüne değin konut teslim edilmediğinden yakınmıştır. Başvurucuya fiilî olarak bir konut teslimi yapıldığı kabul edilmiş ise de bu konuta ilişkin bir tapu kaydının verilmiş olup olmadığı belirsizdir. Konutu edinme yönünde 7269 sayılı Kanun hükümlerine dayalı olarak meşru bir beklentisi olan başvurucunun bu beklentisinin karşılandığından söz edilebilmesi için mülkiyet belgesi niteliği taşıyan tapu kaydının kendisine verilmiş olması gerekir. Nitekim derece mahkemelerinin işaret ettiği ilgili mevzuatta da hak sahipleri lehine tapu kaydının düzenlenerek idare lehine ipotek tesis edileceğinin belirtildiği görülmektedir.

62. Başvuru konusu olayda ise uyuşmazlığın sonucuna etkili bu husus araştırılmadan karara varılmıştır. Dolayısıyla deprem sebebiyle hak sahibi olan başvurucunun 7269 sayılı Kanun hükümlerine göre mevcut olan konut edinme yönünde bir meşru beklentisi mevcut olduğuna göre aradan kırk dört yıl geçtiği hâlde şikâyetine konu olan, idarenin yükümlülüğü çerçevesinde sözü geçen konuta ait tapu kaydının düzenlenip düzenlenmediği araştırılmadığından mülkiyet hakkının korunmasına ilişkin usule ilişkin güvencelerin somut olayda yerine getirilmediği kanaatine ulaşılmıştır.

63. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

C. Diğer İhlal İddiaları Yönünden

64. Başvurucu, deprem sebebiyle konut tahsis edilmesine ilişkin olarak verilen kararlar neticesinde bazı hak sahiplerine konut teslimi yapılırken kendisinin bu haktan yararlandırılmaması nedeniyle mülkiyet hakkı kapsamında, ayrımcılık yasağının ve adil yargılanma hakkı bağlamında gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

65. Somut başvuruya konu mahkeme kararının Anayasa’nın 35. maddesi kapsamında mülkiyet hakkını ihlal ettiği sonucuna varıldığından başvurucunun ileri sürdüğü diğer şikâyetler hakkında ayrıca değerlendirme yapılmasına gerek görülmemiştir.

D. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

66. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:

“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir...

 (2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

67. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hak ve hürriyetin ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural, mümkün olduğunca eski hâle getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle devam eden ihlalin durdurulması, ihlale konu kararın veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan [GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018§ 55).

68. İhlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilmeden önce ihlalin kaynağının belirlenmesi gerekir. Buna göre ihlal; idari eylem ve işlemler, yargısal işlemler veya yasama işlemlerinden kaynaklanabilir. İhlalin kaynağının belirlenmesi uygun giderim yolunun belirlenebilmesi bakımından önem taşımaktadır (Mehmet Doğan, § 57).

69. İhlalin mahkeme kararından kaynaklandığı durumlarda 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası ile Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 79. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca kural olarak ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın bir örneğinin ilgili mahkemeye gönderilmesine hükmedilir (Mehmet Doğan, § 58).

70. Buna göre Anayasa Mahkemesince ihlalin tespit edildiği hâllerde yargılamanın yenilenmesinin gerekliliği hususundaki takdir derece mahkemelerine değil ihlalin varlığını tespit eden Anayasa Mahkemesine bırakılmıştır. Derece mahkemeleri ise Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında belirttiği doğrultuda ihlalin sonuçlarını gidermek üzere gereken işlemleri yapmakla yükümlüdür (Mehmet Doğan, § 59).

71. Bu bağlamda derece mahkemesinin öncelikle yapması gereken şey, bir temel hak veya özgürlüğü ihlal ettiği veya idari makamlar tarafından bir temel hak veya özgürlüğe yönelik olarak gerçekleştirilen ihlali gideremediği tespit edilen önceki kararını kaldırmaktır. Derece mahkemesi, kararın kaldırılmasından sonraki aşamada ise Anayasa Mahkemesi kararında tespit edilen ihlalin sonuçlarını gidermek için gereken işlemleri yapmak durumundadır (Mehmet Doğan, § 60).

72. Başvurucu, ihlalin tespiti ile yeniden yargılama yapılmak üzere kararın yerel mahkemeye gönderilmesi talebinde bulunmuştur.

73. Başvuruda, mülkiyet hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.

74. Bu durumda mülkiyet hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Buna göre yapılacak yeniden yargılama ise 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu kapsamda derece mahkemelerince yapılması gereken iş, öncelikle ihlale yol açan mahkeme kararının ortadan kaldırılması ve nihayet ihlal sonucuna uygun olarak konu ile ilgili ve yeterli bir gerekçe içeren yeni bir karar verilmesinden ibarettir. Bu sebeple kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere Diyarbakır 3. İdare Mahkemesine (E.2016/1287) gönderilmesine karar verilmesi gerekir.

75. Yargılama gideri olarak 2.475 TL vekâlet ücretinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Adli yardım talebinin KABULÜNE,

B. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

C. Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

D. Diğer ihlal iddialarının ayrıca incelenmesine YER OLMADIĞINA,

E. Kararın bir örneğinin mülkiyet hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere Diyarbakır 3. İdare Mahkemesine (E.2016/1287) GÖNDERİLMESİNE,

F. 2.475 TL vekâlet ücretinden oluşan yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,

G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 3/7/2019 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

ARBAY PETROL GIDA TURİZM TAŞIMACILIK SANAYİ TİCARET LTD. ŞTİ. BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2015/15104)

 

Karar Tarihi: 4/7/2019

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Engin YILDIRIM

Üyeler

:

Recep KÖMÜRCÜ

 

 

Muammer TOPAL

 

 

M. Emin KUZ

 

 

Yıldız SEFERİNOĞLU

Raportör

:

M. Emin ŞAHİNER

Başvurucu

:

Arbay Petrol Gıda Turizm Taşımacılık Sanayi Ticaret Ltd. Şti.

Vekili

:

Av. Özge IĞDIR

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru ihtirazi kayıtla verilen düzeltme beyannamesi üzerinden yapılan vergi tarhiyatına ve cezasına karşı açılan davanın esası incelenmeden reddedilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 1/9/2015 tarihlerinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:

8. Taşımacılık işi ile uğraşan başvurucu şirketin mal ve hizmet alımında bulunduğu mükellef G.D. ve firması hakkında vergi tekniği raporu düzenlenmiştir. Bu rapora göre vergi mükellefi G.D. ve firması, iş ve işlemlerinde sahte faturalar düzenlemiştir.

9. Tekirdağ Vergi Dairesi Başkanlığı (Vergi İdaresi) tarafından 13/6/2014 tarihli yazı ile hakkında vergi tekniği raporu düzenlenen mükellef G.D. ve firmasından yapılan mal ve hizmet alımlarına ait faturaların sahte olduğu belirtilerek başvurucudan bu alımlara isabet eden katma değer vergisinin (KDV) tenzil edilmesi istenmiş, aksi takdirde olumsuz mükellefler listesine alınacağı uyarısı yapılmıştır.

10. Başvurucu anılan yazı üzerine olumsuz mükellefler listesine girmemek için Vergi İdaresine 23/7/2014 tarihinde ihtirazi kayıtla düzeltme beyannamesi vermiştir. Bu beyanname üzerine Vergi İdaresince KDV, damga vergisi ve gecikme faizi tahakkuk ettirilmiş ve vergi ziyaı cezası kesilmiştir.

11. Başvurucu, ihtirazi kayıtla verilen düzeltme beyannamesi üzerine Vergi İdaresince tahakkuk ettirilen vergilerin, gecikme faizlerinin ve vergi ziyaı cezalarının iptali talebiyle Tekirdağ Vergi Mahkemesinde (Vergi Mahkemesi) dava açmıştır. Başvurucu dava dilekçelerinde; ihtirazi kayıtla düzeltme beyannamesinin Vergi İdaresinin isteği üzerine verildiğini, mal ve hizmet alımı yapılan mükellefin düzenlediği faturaların sahte olduğu iddiasının somut tespit ilkesine aykırı olduğunu, ödemelerin çeklerle yapıldığını, şirketiyle ilgili vergi incelemesi yapılmadığını, ilgili beyannameyi vermeme durumunda olumsuz mükellefler listesine dâhil olmak durumunda kalacağını belirtmiştir.

12. Vergi Mahkemesi 26/11/2014 tarihli kararıyla, 25/10/1984 tarihli ve 3065 sayılı Katma Değer Vergisi Kanunu'nun 41. maddesinde öngörülen yasal süre geçtikten sonra verilen KDV düzeltme beyanına konulan ihtirazi kaydın beyanname üzerinden tahakkuk ettirilen vergiye bir etkisinin bulunmadığı gerekçesiyle davayı reddetmiştir.

13. Edirne Bölge İdare Mahkemesi 11/3/2015 tarihli kararıyla Vergi Mahkemesi kararını bozmuştur. Bölge İdare Mahkemesi beyan olunan matrah üzerinden tarh olunan vergiye karşı mükelleflerin dava açamayacaklarını kabul etmiş, ancak ihtirazi kayıtla verilen beyannamelerle ilgili kanun hükmüne dikkati çekmiştir. Kararda, mal ve hizmet alımında bulunduğu firmaların olumsuz mükellefler listesinde yer almasından dolayı başvurucunun düzeltme beyannamesi vermek durumunda bırakıldığı vurgulanmıştır. Bölge İdare Mahkemesi sonuç olarak hakkında bir inceleme yapılmadan ve kullandığı faturaların gerçek olup olmadığı, kendisi ve fatura düzenleyicileri hakkında her yönüyle incelenerek ortaya konulmadan, kod listesinden çıkmak amacıyla verilen düzeltme beyannamesi üzerine yapılan tahakkukta ve kesilen cezada hukuka uyarlık bulunmadığı kanaatine ulaşmıştır.

14. İdarenin karar düzeltme istemini 3/7/2015 tarihinde kabul eden Bölge İdare Mahkemesi, bozma kararını kaldırarak ilk derece mahkemesi hükmünü onamıştır. Kararın gerekçesinde; beyanname verme süresi geçtikten sonra verilen beyannameye konulan ihtirazi kaydın beyanname üzerinden yapılan tahakkuka etkisi olmadığı gibi dava açma hakkı vermesinin mümkün olmadığı belirtilmiştir. Bölge İdare Mahkemesi Danıştay içtihadına da atıf yaparak davalı idarece başvurucu mükellefe yazı yazılarak izahat istenmesinin belirtilen durumu değiştirmediği gerekçesiyle bozma kararında ve vergi cezası ile tahakkukun kaldırılmasında hukuki isabet bulunmadığı sonucuna varmıştır.

15. Nihai karar başvurucuya 3/8/2015 tarihinde tebliğ edilmiştir.

16. Başvurucu 28/8/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

IV. İLGİLİ HUKUK

17. İlgili hukuk için bkz. Arbay Petrol Gıda Turizm Taşımacılık Sanayi Ticaret Ltd. Şti. ve Arbay Turizm Taşımacılık İthalat İhracat İnşaat ve Organizasyon Sanayi ve Ticaret Ltd. Şti., [GK], B. No: 2015/15100, 27/2/2019, §§ 19-34.

V. İNCELEME VE GEREKÇE

18. Mahkemenin 4/7/2019 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun İddiaları

19. Başvurucu mal ve hizmet alımında bulunduğu şirketin olumsuz mükellef listesinde (kod listesi) yer alması nedeniyle Vergi İdaresince yapılan uyarı üzerine 2010 yılı Ocak dönemine ilişkin düzeltme beyannamesi vermek zorunda bırakıldığını belirtmiştir. Başvurucu, ihtirazi kayıtla verilen bu beyanname üzerinden yapılan vergi ve gecikme faizi tahakkuku ile kesilen vergi ziyaı cezasına karşı Vergi Mahkemesinde açtığı davanın söz konusu beyannamenin kanuni süresi geçtikten sonra verildiğinden bahisle haksız olarak reddedilmesinden yakınarak mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

B. Değerlendirme

20. Anayasa’nın "Mülkiyet hakkı" kenar başlıklı 35. maddesi şöyledir:

 “Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.

Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir.

Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz.”

21. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucu adil yargılanma haklarının da ihlal edildiğini ileri sürmekte ise de vergilendirme işlemine ilişkin şikâyetin ilgili olduğu mülkiyet hakkının ihlali iddiası kapsamında incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

22. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Esas Yönünden

23. Başvurucunun aynı konu ile ilgili olarak yukarıda belirtilen şikâyetleri daha önce Anayasa Mahkemesince incelenmiş ve karara bağlanmıştır (Arbay Petrol Gıda Turizm Taşımacılık Sanayi Ticaret Ltd. Şti. ve Arbay Turizm Taşımacılık İthalat İhracat İnşaat ve Organizasyon Sanayi ve Ticaret Ltd. Şti., §§ 41-67).

24. Buna göre Anayasa Mahkemesi söz konusu başvuruda derece mahkemelerinin 213 sayılı Kanun'un 378. maddesinin ikinci fıkrasında düzenlenen hukuk kuralını, düzeltme beyannamesine ihtirazi kayıt konulmasının dava açma hakkı vermeyeceği şeklinde yorumlamasını -sürecin bütününe bakıldığında- başvurucunun, müdahalenin hukuka aykırı olduğuna yönelik olarak iddia ve itirazlarını etkin bir biçimde sunamaması sonucuna yol açtığını tespit etmiş ve somut olayda mülkiyet hakkının öngördüğü usul güvencelerinin sağlanamamasından dolayı müdahalenin başvurucuya şahsi olarak aşırı bir külfet yüklediği, başvurucunun mülkiyet hakkının korunması ile müdahalenin kamu yararı amacı arasında olması gereken adil dengenin başvurucu aleyhine bozulduğu ve dolayısıyla mülkiyet hakkının ihlal edildiği sonucuna varmıştır (Arbay Petrol Gıda Turizm Taşımacılık Sanayi Ticaret Ltd. Şti. ve Arbay Turizm Taşımacılık İthalat İhracat İnşaat ve Organizasyon Sanayi ve Ticaret Ltd. Şti., §§ 52-67).

25. Aynı şikâyeti içeren somut başvuruda da bu ilkelerden ayrılmayı gerektirir bir durum bulunmayıp mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin ölçüsüz olduğu ve Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.

3. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

26. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:

"(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir...

 (2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir."

27. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hak ve hürriyetin ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural, mümkün olduğunca eski hâle getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle devam eden ihlalin durdurulması, ihlale konu kararın veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan [GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018§ 55).

28. İhlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilmeden önce ihlalin kaynağının belirlenmesi gerekir. Buna göre ihlal; idari eylem ve işlemler, yargısal işlemler veya yasama işlemlerinden kaynaklanabilir. İhlalin kaynağının belirlenmesi uygun giderim yolunun belirlenebilmesi bakımından önem taşımaktadır (Mehmet Doğan, § 57).

29. İhlalin mahkeme kararından kaynaklandığı durumlarda 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası ile Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün 79. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca kural olarak ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın bir örneğinin ilgili mahkemeye gönderilmesine hükmedilir (Mehmet Doğan, § 58).

30. Buna göre Anayasa Mahkemesince ihlalin tespit edildiği hâllerde yargılamanın yenilenmesinin gerekliliği hususundaki takdir derece mahkemelerine değil ihlalin varlığını tespit eden Anayasa Mahkemesine bırakılmıştır. Derece mahkemeleri ise Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında belirttiği doğrultuda ihlalin sonuçlarını gidermek üzere gereken işlemleri yapmakla yükümlüdür (Mehmet Doğan, § 59).

31. Başvurucu, yeniden yargılamaya karar verilmesi talebinde bulunmuştur.

32. İhtirazi kayıtla verilen düzeltme beyannamesi üzerine yapılan vergilendirmeye ve kesilen cezaya karşı açılan davanın derece mahkemelerince reddedilmesinin ölçüsüz olması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır. Dolayısıyla somut başvuruda ihlalin mahkeme kararından kaynaklandığı anlaşılmaktadır.

33. Bu durumda mülkiyet hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Buna göre yapılacak yeniden yargılama ise 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu kapsamda derece mahkemesince yapılması gereken iş, öncelikle ihlale yol açan mahkeme kararının ortadan kaldırılması ve nihayet ihlal sonucuna uygun yeni karar verilmesinden ibarettir. Bu sebeple kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere Tekirdağ Vergi Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekir.

34. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 226,90 TL harç ve 2.475 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.701,90 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Anayasa'nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Kararın bir örneğinin mülkiyet hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere Tekirdağ Vergi Mahkemesine (E.2014/435)GÖNDERİLMESİNE,

D. 226,90 TL harç ve 2.475 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.701,90 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,

E. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucuların Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

F. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 4/7/2019 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

NURBAY TAŞIMACILIK TEKSTİL GIDA İTHALAT İHRACAT LTD. ŞTİ. BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2016/7783)

 

Karar Tarihi: 18/7/2019

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Hasan Tahsin GÖKCAN

Üyeler

:

Serdar ÖZGÜLDÜR

 

 

Hicabi DURSUN

 

 

Kadir ÖZKAYA

 

 

Yusuf Şevki HAKYEMEZ

Raportör

:

M. Emin ŞAHİNER

Başvurucu

:

Nurbay Taşımacılık Tekstil Gıda İthalat İhracat Ltd. Şti.

Vekili

:

Av. Özge IĞDIR

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru ihtirazi kayıtla verilen düzeltme beyannameleri üzerinden yapılan vergi tarhiyatlarına ve cezalarına karşı açılan davaların esası incelenmeden reddedilmeleri nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvurular 17/2/2016, 18/4/2016 ve 30/5/2016 tarihlerinde yapılmıştır.

3. Başvurular, başvuru formları ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. 2016/7783 numaralı bireysel başvuru ile farklı tarihlerde yapılan 2016/9042, 2016/10458, 2016/10459, 2016/10461, 2016/10463, 2016/10464, 2016/10466, 2016/10467 ve 2016/10469 numaralı bireysel başvuruların kişi yönünden hukuki irtibatlarının bulunması nedeniyle 2016/7783 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine, incelemenin bu dosya üzerinden yürütülmesine ve diğer başvuru dosyalarının kapatılmasına karar verilmiştir.

6. Bölüm Başkanı tarafından başvuruların kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

7. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

8. Başvuru formları ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:

9. Taşımacılık işi ile iştigal eden başvurucu şirketin mal ve hizmet alımında bulunduğu mükellef firma hakkında vergi tekniği raporu düzenlenmiştir. Bu rapora göre vergi mükellefi firma, iş ve işlemlerinde sahte faturalar düzenlemiştir.

10. Lüleburgaz Vergi Dairesi Başkanlığı (Vergi İdaresi) tarafından 14/8/2014 tarihli yazı ile hakkında vergi tekniği raporu düzenlenen mükellef firmadan yapılan mal ve hizmet alımlarına ait faturaların sahte olduğu belirtilerek başvurucudan bu alımlara isabet eden katma değer vergisinin (KDV) tenzil edilmesi istenmiş, aksi takdirde olumsuz mükellefler listesine alınacağı uyarısı yapılmıştır.

11. Başvurucu anılan yazı üzerine olumsuz mükellefler listesine girmemek için Vergi İdaresine 11/10/2014 tarihinde ihtirazi kayıtla düzeltme beyannameleri vermiştir. Bu beyannameler üzerine Vergi İdaresince KDV, damga vergisi ve gecikme faizi tahakkuk ettirilmiş ve vergi ziyaı cezası kesilmiştir.

12. Başvurucu, ihtirazi kayıtla verilen düzeltme beyannameleri üzerine Vergi İdaresince tahakkuk ettirilen vergilerin, gecikme faizlerinin ve vergi ziyaı cezalarının iptali talebiyle 14/11/2014 tarihinde Edirne Vergi Mahkemesinde (Vergi Mahkemesi) davalar açmıştır. Başvurucu dava dilekçelerinde, ihtirazi kayıtla düzeltme beyannamelerinin Vergi İdaresinin isteği üzerine verildiğini, mal ve hizmet alımı yapılan mükellefin düzenlediği faturaların sahte olduğu iddiasının somut tespit ilkesine aykırı olduğunu, ödemelerin çeklerle yapıldığını, şirketiyle ilgili vergi incelemesi yapılmadığını, ilgili beyannameleri vermeme durumunda olumsuz mükellefler listesine dâhil olmak durumunda kalacağını belirtmiştir.

13. Vergi Mahkemesi 12/5/2015, 12/6/2015 ve 29/6/2015 tarihli kararlarıyla 25/10/1984 tarihli ve 3065 sayılı Katma Değer Vergisi Kanunu'nun 41. maddesinde öngörülen yasal süre geçtikten sonra verilen KDV düzeltme beyanlarına konulan ihtirazi kayıtların beyannameler üzerinden tahakkuk ettirilen vergilere bir etkisinin bulunmadığı ve kanuni süre geçildikten sonra verilen vergi beyannameleri için ziyaa uğratılan vergilerin mevzuatına uygun şekilde yüzde ellisi oranında uygulanarak kesilen vergi ziyaı cezalarında da hukuka aykırılık görülmediği gerekçesiyle davaları reddetmiştir.

14. Edirne Bölge İdare Mahkemesi 12/11/2015 ve 13/11/2015 tarihli kararıyla Vergi Mahkemesi kararlarını onamıştır. İdarenin karar düzeltme istemleri 16/2/2016 ve 17/2/2016 tarihlerinde reddedilmiştir.

15. Nihai kararlar başvurucuya 28/3/2016 ve 17/5/2016 tarihlerinde tebliğ edilmiştir.

16. Başvurucu 18/4/2016 ve 30/5/2016 tarihlerinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

IV. İLGİLİ HUKUK

17. Konu ile ilgili hukuk için bkz. Arbay Petrol Gıda Turizm Taşımacılık Sanayi Ticaret Ltd. Şti. ve Arbay Turizm Taşımacılık İthalat İhracat İnşaat ve Organizasyon Sanayi ve Ticaret Ltd. Şti., [GK], B. No: 2015/15100, 27/2/2019, §§ 19-34.

V. İNCELEME VE GEREKÇE

18. Mahkemenin 18/7/2019 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun İddiaları

19. Başvurucu mal ve hizmet alımında bulunduğu şirketin olumsuz mükellef listesinde (kod listesi) yer alması nedeniyle Vergi İdaresince yapılan uyarı üzerine Ağustos 2014, Kasım 2014, Aralık 2014 ve Şubat 2015 dönemlerine ilişkin düzeltme beyannameleri vermek zorunda bırakıldığını belirtmiştir. Başvurucu, ihtirazi kayıtla verilen bu beyannameler üzerinden yapılan vergi ve gecikme faizi tahakkukları ile kesilen vergi ziyaı cezalarına karşı Vergi Mahkemesinde açtığı davaların söz konusu beyannamelerin kanuni süresi geçtikten sonra verildiklerinden bahisle haksız olarak reddedilmelerinden yakınarak eşitlik ilkesi ile mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

B. Değerlendirme

20. Anayasa’nın "Mülkiyet hakkı" kenar başlıklı 35. maddesi şöyledir:

 “Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.

Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir.

Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz.”

21. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucu adil yargılanma haklarının da ihlal edildiğini ileri sürmekte ise de vergilendirme işlemine ilişkin şikâyetin ilgili olduğu mülkiyet hakkının ihlali iddiası kapsamında incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

22. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Esas Yönünden

23. Başvurucunun aynı konu ile ilgili olarak yukarıda belirtilen şikâyetleri daha önce Anayasa Mahkemesince incelenmiş ve karara bağlanmıştır (Arbay Petrol Gıda Turizm Taşımacılık Sanayi Ticaret Ltd. Şti. ve Arbay Turizm Taşımacılık İthalat İhracat İnşaat ve Organizasyon Sanayi ve Ticaret Ltd. Şti., §§ 41-67).

24. Buna göre Anayasa Mahkemesi söz konusu başvuruda derece mahkemelerinin 213 sayılı Kanun'un 378. maddesinin ikinci fıkrasında düzenlenen hukuk kuralını, düzeltme beyannamesine ihtirazi kayıt konulmasının dava açma hakkı vermeyeceği şeklinde yorumlamasını -sürecin bütününe bakıldığında- başvurucunun, müdahalenin hukuka aykırı olduğuna yönelik olarak iddia ve itirazlarını etkin bir biçimde sunamaması sonucuna yol açtığını tespit etmiş ve somut olayda mülkiyet hakkının öngördüğü usul güvencelerinin sağlanamamasından dolayı müdahalenin başvurucuya şahsi olarak aşırı bir külfet yüklediği, başvurucunun mülkiyet hakkının korunması ile müdahalenin kamu yararı amacı arasında olması gereken adil dengenin başvurucu aleyhine bozulduğu ve dolayısıyla mülkiyet hakkının ihlal edildiği sonucuna varmıştır (Arbay Petrol Gıda Turizm Taşımacılık Sanayi Ticaret Ltd. Şti. ve Arbay Turizm Taşımacılık İthalat İhracat İnşaat ve Organizasyon Sanayi ve Ticaret Ltd. Şti., §§ 52-67).

25. Aynı şikâyeti içeren somut başvurularda da bu ilkelerden ayrılmayı gerektirir bir durum bulunmayıp mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin ölçüsüz olduğu ve Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.

3. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

26. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:

"(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir...

 (2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir."

27. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hak ve hürriyetin ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural, mümkün olduğunca eski hâle getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle devam eden ihlalin durdurulması, ihlale konu kararın veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan [GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018§ 55).

28. İhlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilmeden önce ihlalin kaynağının belirlenmesi gerekir. Buna göre ihlal; idari eylem ve işlemler, yargısal işlemler veya yasama işlemlerinden kaynaklanabilir. İhlalin kaynağının belirlenmesi uygun giderim yolunun belirlenebilmesi bakımından önem taşımaktadır (Mehmet Doğan, § 57).

29. İhlalin mahkeme kararından kaynaklandığı durumlarda 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası ile Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün 79. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca kural olarak ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın bir örneğinin ilgili mahkemeye gönderilmesine hükmedilir (Mehmet Doğan, § 58).

30. Buna göre Anayasa Mahkemesince ihlalin tespit edildiği hâllerde yargılamanın yenilenmesinin gerekliliği hususundaki takdir derece mahkemelerine değil ihlalin varlığını tespit eden Anayasa Mahkemesine bırakılmıştır. Derece mahkemeleri ise Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında belirttiği doğrultuda ihlalin sonuçlarını gidermek üzere gereken işlemleri yapmakla yükümlüdür (Mehmet Doğan, § 59).

31. Başvurucu, yeniden yargılamaya karar verilmesi taleplerinde bulunmuştur.

32. İhtirazi kayıtla verilen düzeltme beyannameleri üzerine yapılan vergilendirmelere ve kesilen cezaya karşı açılan davaların derece mahkemelerince reddedilmesinin ölçüsüz olması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır. Dolayısıyla somut başvurularda ihlallerin mahkeme kararlarından kaynaklandığı anlaşılmaktadır.

33. Bu durumda mülkiyet hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılamalar yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Buna göre yapılacak yeniden yargılamalar ise 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu kapsamda derece mahkemesince yapılması gereken iş, öncelikle ihlale yol açan mahkeme kararlarının ortadan kaldırılması ve nihayet ihlal sonucuna uygun yeni karar verilmesinden ibarettir. Bu sebeple kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere Edirne Vergi Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekir.

34. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 2.395 TL harç ve 2.475 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 4.870 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Anayasa'nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Kararın bir örneğinin mülkiyet hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere Edirne Vergi Mahkemesine (E.2014/532, E.2014/533, E.2014/534, E.2014/535, E.2014/536, E.2014/537, E.2014/538, E.2014/539, E.2014/540, E.2014/541)GÖNDERİLMESİNE,

D. 2.395 TL harç ve 2.475 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 4.870 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,

E. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucuların Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

F. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 18/7/2019 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

ALİ HAYDAR AKAN BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2016/5633)

 

Karar Tarihi: 12/9/2019

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan y.

:

Recep KÖMÜRCÜ

Üyeler

:

M. Emin KUZ

 

 

Rıdvan GÜLEÇ

 

 

Recai AKYEL

 

 

Yıldız SEFERİNOĞLU

Raportör

:

Mahmut ALTIN

Başvurucu

:

Ali Haydar AKAN

Vekili

:

Av. Ender BEYAZYILDIRIM

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, başvurucuya ait yapının kamu görevlilerince yıkılması nedeniyle mülkiyet hakkının; yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 21/3/2016 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:

8. Başvurucu; Bingöl'ün Kiğı ilçesine bağlı Topraklık köyünde bulunan 106 ada 18 parsel, 107 ada 1 parsel ve 108 ada 9 parsel numaralı taşınmazların hissedarıdır.

A. Zarar Tespit Komisyonu Başvuru Süreci

9. Bingöl Valiliği Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Komisyonu Başkanlığınca (Zarar Tespit Komisyonu) 9/8/2005 tarihinde, başvuru konusu taşınmazlarda yapılan keşifte her üç taşınmaz üzerindeki yapıların enkaz hâlinde olduğu tespit edilmiştir.

10. Zarar Tespit Komisyonunca 8/11/2005 tarihinde bu taşınmazlarla ilgili olarak ev ve mal varlığına ulaşamamaktan kaynaklanan zarara karşılık 49.000 TL tazminatın başvurucunun kardeşi C.A.A.ya ödenmesine karar verilmiştir. C.A.A. 28/3/2006 tarihli dilekçesinde tazminatı kendisi ve kardeşleri adına kabul ettiğini belirtmiştir.

B. Delil Tespiti Süreci

11. C.A.A. tarafından 17/4/2009 tarihinde yapılan delil tespiti talebi üzerine Kiğı Sulh Hukuk Mahkemesince 2009/3 Değişik İş sayılı dosyada, 18/4/2009 tarihinde keşif yapılmıştır.

12. Hâkimin keşif zaptındaki tespitinin ilgili kısmı şöyledir:

"...davacının göstermiş olduğu tek katlı evin, ahırın ve mereğin [samanlık] yıkılmış olduğu ve arıların kovanlarından ayrılmış kovanın etrafında uçar vaziyette olduğu görüldü. Arazide bulunan bir ahır, bir ev ve merekten oluşan 3 parça taşınmaz binanın dinamitle patlatıldığı ve patlamanın etkisiyle taşların etrafa saçılmış olduğu gözlemlendi. Yıkılan binaların yığma taş bina olduğu tespit edildi. Çevrede patlayıcı madde artıklarına rastlanıldı. Yine yıkılan binaların çevresinde herhangi bir ev veya ahır eşyasına rastlanılmadı. Ayrıca keşif yapılan yere tek ulaşımın nehrin üzerinden geçen köprü olduğu ve bu köprünün de tahliye sırasında yıkıldığı görülmüştür..."

13. Keşif neticesinde düzenlenen kadastro uzmanı teknik bilirkişi raporu ile 107 ada 1 parsel sayılı taşınmazda kerpiç ev, 108 ada 1 parsel sayılı taşınmazda kargir kilise, 108 ada 9 parsel sayılı taşınmazda kerpiç ev ve 106 ada 18 parsel sayılı taşınmazda ev ve bahçe bulunduğu tespit edilmiştir.

14. Keşif neticesinde düzenlenen veteriner bilirkişi raporu ile C.A.A.ya ait on bir adet arı kovanının ve peteklerin tahrip olduğu ve bunların yeniden kullanılma olasılığının olmadığı belirtilerek tahrip edilen kovanların 3.080 TL değere sahip olduğu tespit edilmiştir.

15. Keşif neticesinde düzenlenen inşaat bilirkişi raporunda "...Yapılan incelemede dava konusu yapıların hepsinin taşıyıcı sisteminin toprak harçlı taşlardan meydana geldiği, hepsinin yığma kargir yapılar olduğu ve patlatıldıktan sonra mevcut durumları ile söz konusu yapılar yıkılarak tamamen kullanılamaz durumdadırlar..." denildikten sonra yapıların toplam değeri 74.370 TL, C.A.A.ya düşen toplam değeri ise 47.123,33 TL olarak tespit edilmiştir.

C. Kamulaştırma Davaları Süreci

16. Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğünün (DSİ) 10/10/2013 tarihli yazısında, başvuru konusu taşınmazlar hakkında 27/5/2009 tarihinde kamulaştırma kararı alındığı belirtilmiştir.

17. DSİ'nin Kiğı Asliye Hukuk Mahkemesinde açtığı kamulaştırma davalarında, başvuru konusu taşınmazlar arsa vasfında değerlendirilerek kamulaştırma bedelleri belirlenmiş ancak yapıların değeri bedel tespitinde dikkate alınmamıştır.

D. Ceza Davası Süreci

18. Başvurucunun kardeşi C.A.A. tarafından başvuru konusu yıkım olayı ile ilgili olarak yapılan şikâyet üzerine görevi kötüye kullanma suçundan Kiğı kaymakamı ve diğer bir görevli aleyhine ceza davası açılmıştır.

19. Sanık kaymakamın anılan davadaki savunmasının ilgili kısmı şöyledir:

"...Emniyet Asayiş toplantılarında her ay bu konu gündeme gelmiş ve 7-8 yıldır haklarında tahliye kararı verdiğim şahısların bulundukları yeriizinsiz kullandıkları, terör örgütüne bilinçli veya bilinçsiz destek sağladıkları, en son O.C.'in oğlu S.C.'in terör örgütüne katıldığı, dolayısıyla söz konusu şahısların tahliye edilmelerinin zorunlu olduğu bana talimat yoluyla söylendi. Ben de bu toplantılarda görüşülen nedenler ve şahısların kendilerine ait olmayan arazileri kullanması nedeniyle bu tahliye kararını imzaladım. Ancak imzaladığım kararda şuan bana bahsetmiş olduğunuz C.A.A. isimli şahıs yoktur. Ben bu şahsın herhangi bir yapısının yıkılmasına veya tahliye edilmesine yönelik yazılı veya herhangi bir şekilde sözlü bir talimat vermedim. bu şahsın yapısının yıkılıp yıkılmadığını bilmiyorum. kaldıki ben yazılı olarak verdiğim talimatta da şahısların bulundukları yerden güvenlik sebebiyle tahliye edilmelerini istedim. bu şahısların kaldıkları yerlerin yıkılmasına ilişkin bir talimatım yoktur."

20. Bingöl Ağır Ceza Mahkemesince 22/4/2011 tarihinde beraat kararı verilmiştir. Mahkeme isnat edilen suçun sanıklar tarafından işlendiğinin sabit olmadığı kanaatine varmıştır. Karar gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:

"...katılanın bahse konu yapıları zarar tespit komisyonunca tazmine yönelik karar aldıktan sonra yaptığını iddia etmiş ise de, katılan 08/11/2005 tarihinden sonra söz konusu olan taşınmazlar üzerinde yeniden yapı yaptığına ilişkin bu iddiasını ispat edememiştir. Zarar tespit komisyonunca tespit edilen katılana ait olan zararın ödenmiş olması nedeniyle somut olayda katılanın uğradığı herhangi bir zararın bulunmadığından sanıkların üzerlerine atılı olan görevi kötüye kullanma suçunun unsurların oluşmadığı gibidosya kapsamında sanıkların katılana ait taşınmazlar üzerindeki yapıların yıktırılmasına ilişkin herhangi bir yazılı veya sözlü talimat verdiklerine ilişkin savunmalarının aksini kanıtlar nitelikte birdelil bulunmadığı..."

E. Komşu Parsel Maliki O.C.nin Tazminat Davası

21. Kiğı Asliye Hukuk Mahkemesinin E. 2013/146 sayılı dosyasında, başvurucuyla benzer iddialarla kamulaştırmasız el atılarak zarar verildiği iddiasıyla muhdesat bedelinin tahsili ve manevi tazminat isteminde bulunan O.C. isimli komşu parsel malikinin maddi ve manevi tazminat talepleri kısmen kabul edilmiştir. Temyiz incelemesinde muhdesat bedeline ilişkin temyiz isteminin reddine karar verilmiş, ancak manevi tazminat ve faize yönelik bozma kararı verilmiştir. Dosya derdesttir.

F. Başvuru Konusu Tam Yargı Davası

22. Başvurucu ve kardeşleri olan diğer hissedarların, kamulaştırma işlemi yapılmadan başvuru konusu taşınmazların ve arı kovanlarının dinamitle patlatılarak zarar verilmesi ve arazilerin kullanılamaması nedeniyle maddi ve manevi zararlarının tazmini talebiyle Kiğı Kaymakamlığına 19/2/2010 tarihinde yaptıkları başvuru zımnen reddedilmiştir.

23. Talepleri reddedilen başvurucu ve diğer hissedarlar, maliki oldukları parsellerde zarar verilen yapıların bedellerinin ve arazilerin kullanılmamasından kaynaklanan zararları ile uğradıkları manevi zararların ödenmesi talebiyle 21/4/2010 tarihinde Elazığ 1. İdare Mahkemesinde (Mahkeme) tam yargı davası açmışlardır. Mahkeme 7/5/2010 tarihli kararıyla görev yönünden davanın reddine karar vermiştir.

24. Temyiz edilen karar, Danıştay Ondördüncü Dairesince 10/4/2012 tarihinde, davanın görülmesi ve çözümlenmesi görevinin idari yargı yerine ait olduğu gerekçesiyle bozulmuştur.

25. Mahkemece bozma kararına uyularak yapılan yargılama neticesinde bu kez 16/10/2012 tarihinde dava dilekçesinin mevzuat hükümlerine uygun olmadığı gerekçesiyle noksanlıklar tamamlanarak ve ayrı ayrı yeniden dava açılmak üzere dava dilekçesinin reddine karar verilmiştir.

26. Bunun üzerine başvurucu 17/12/2012 tarihinde, kendi hissesi oranında aynı iddia ve taleplerle İdare aleyhine yeniden tam yargı davası açmıştır. Mahkemece DSİ'nin de davaya dâhil edilmesinden sonra 18/12/2014 tarihinde davanın reddine karar verilmiştir.

27. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:

"...Öte yandan; davacının müştereği tarafından Kiğı Sulh Hukuk Mahkemesi'nin D.İş:2009/3 no.lu dosyasında yaptırılan tespit sonucu düzenlenen bilirkişi raporunda özetle, 106 ada 18 no.lu, 107 ada 1 no.lu ve 108 ada 9 no.lu parseller üzerinde ev olduğu ifade edilmiş ancak, '...dava dilekçesinde kendisinin hiçbir bilgisi olmadan ... dinamitlenerek kullanılamaz hale getirildiği belirtilerek' söylemine yer verilmek suretiyle değer tespit çalışmasının yapıldığı görülmüştür.

Ayrıca, her ne kadar dava dilekçesinde davacının adli yargı makamlarına şikayette bulunduğu dile getirilmişse de, davacının müştekisi olduğu bir kamu davası bulunmadığı, görülen tek davanın diğer müşterek tarafından yapılan şikayet üzerine başlatılan ve bir kısım yetkililer hakkındaki dava olduğu, bu yargılamanın Bingöl Ağır Ceza Mahkemesi'nin 22.09.2011 tarihli, E:2010 132, K:2011/120 sayılı kararıyla beraatle sonuçlandığı...

Bu veriler haricinde, tüm dosya içeriği irdelendiğinde ise; dava konusu taşınmazlar üzerindeki yapıların dinamitlenerek yıkıldığına yönelik somut ve şüphe götürmez bir veri bulunmadığı, idari yazışmalar arasında buna işaret eden bir ifade olmadığı, davacının iddialarının ispatlanamadığı, en yakın delil kabul edilebilecek adli yargı yerinde yapılan tespitte de "yapıların dinamitle yıkıldığı" hususunun değil "dinamitle yıkıldığı iddia edilen yapıların değer tespitinin" yapıldığı, burada yapıların inşa tarihine ilişkin bir bilgiye de yer verilmediği görülmektedir.

Aktarılan bu verilere göre; tazminata konu edilen olayın kim ya da kimler tarafından gerçekleştirildiği anlaşılmadığı gibi yapıların dinamitle yıkılmış olduğunun dahi bilinebilir olmadığı, dolayısıyla ortada davalı idarelere atfedilebilecek bir işlem/eylem ve kusurun varlığından söz edilemeyeceği sonucuna ulaşılmıştır."

28. Temyiz edilen karar, Malatya Bölge İdare Mahkemesince 10/6/2015 tarihinde onanmıştır. Başvurucunun karar düzeltme istemi de 28/12/2015 tarihinde reddedilmiştir.

29. Nihai karar, başvurucu vekiline 19/2/2016 tarihinde tebliğ edilmiştir.

30. Başvurucu 21/3/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

IV. İLGİLİ HUKUK

A. Ulusal Hukuk

31. 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 13. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:

"İdari eylemlerden hakları ihlal edilmiş olanların idari dava açmadan önce, bu eylemleri yazılı bildirim üzerine veya başka süretle öğrendikleri tarihten itibaren bir yıl ve her halde eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde ilgili idareye başvurarak haklarının yerine getirilme-sini istemeleri gereklidir. Bu isteklerin kısmen veya tamamen reddi halinde, bu konudaki işlemin tebliğini izleyen günden itibaren veya istek hakkında altmış gün içinde cevap verilmediği takdirde bu sürenin bittiği tarihten itibaren, dava süresi içinde dava açılabilir."

32. 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 683. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

"Bir şeye malik olan kimse, hukuk düzeninin sınırları içinde, o şey üzerinde dilediği gibi kullanma, yararlanma ve tasarrufta bulunma yetkisine sahiptir."

B. Uluslararası Hukuk

33. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne (Sözleşme) ek 1 No.lu Protokol'ün 1. maddesi şöyledir:

"Her gerçek ve tüzel kişinin mal ve mülk dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme hakkı vardır. Bir kimse, ancak kamu yararı sebebiyle ve yasada öngörülen koşullara ve uluslararası hukukun genel ilkelerine uygun olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılabilir.

Yukarıdaki hükümler, devletlerin, mülkiyetin kamu yararına uygun olarak kullanılmasını düzenlemek veya vergilerin ya da başka katkıların veya para cezalarının ödenmesini sağlamak için gerekli gördükleri yasaları uygulama konusunda sahip oldukları hakka halel getirmez."

34. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) her ne kadar Sözleşme'ye ek 1 No.lu Protokol'ün 1. maddesinde açık olarak usule ilişkin güvencelerden söz edilmese de bu maddenin keyfî müdahalelerden korunmak amacıyla mülkiyet hakkına yapılan müdahalelerin kanun dışı veya keyfî ya da makul olmayan şekilde uygulandığına ilişkin savunma ve itirazları sorumlu makamlar önünde etkin bir biçimde ortaya koyabilme olanağının tanınması güvencesini kapsadığını belirtmektedir. Bu değerlendirme ise uygulanan sürecin bütününe bakılarak yapılmalıdır (AGOSI/Birleşik Krallık, B. No: 9118/80, 24/10/1986, § 55; Jokela/Finlandiya, B. No: 28856/95, 21/5/2002, § 45).

35. AİHM ayrıca, usule ilişkin güvencelerin özel kişiler arasında ihtilaf oluşturan mülkiyet hakkı ile ilgili meseleler yanında taraflardan birinin devlet olması durumunda da geçerli olduğunu belirtmiştir (Plechanow/Polonya, B. No: 22279/04, 7/7/2009, § 100). Bu bağlamda mülkiyet hakkının korunmasına dair usule ilişkin güvenceler kapsamında mahkeme kararlarının ilgili ve yeterli bir gerekçesinin olması gerektiğine değinilmiştir. AİHM'e göre bu zorunluluk davacının her iddiasına ayrıntılı olarak cevap verilmesi anlamına gelmemekle birlikte en azından mülk sahibinin esasa ilişkin temel iddia ve itirazlarının yargılama makamlarınca yapılacak dikkatli ve özenli bir inceleme sonucunda karşılanması gerekmektedir (Gereksar ve diğerleri/Türkiye, B. No: 34764/05, 34786/05, 34800/05, 34811/05, 1/2/2011, § 54).

36. Gereksar ve diğerleri/Türkiye kararına konu olayda idare tarafından sulama kanalına hasar verilmesi nedeniyle başvurucuların tarlalarının zarar görmesi söz konusudur. AİHM, derece mahkemelerinin kararlarının başvurucuların davanın sonucuna etkili olabilecek mahiyetteki iddia ve itirazlarına cevap verecek nitelikte yeterli bir gerekçe içermediği tespitine yer vermiştir. AİHM, bu sebeple Sözleşme'ye ek 1 No.lu Protokol'ün 1. maddesinde öngörülen usul güvencelerinin yerine getirilmediğini belirterek mülkiyet hakkının ihlal edildiği sonucuna varmıştır (Gereksar ve diğerleri/Türkiye, §§ 55-64).

V. İNCELEME VE GEREKÇE

37. Mahkemenin 12/9/2019 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun İddiaları

38. Başvurucu; oturduğu, arıcılık ve hayvancılık yaptığı tapulu taşınmazları üzerindeki yapıların, henüz kamulaştırma işlemleri tamamlanmadan dinamitle patlatılarak yıkıldığından yakınmıştır. Başvurucu uğradığı zararların giderilmesi talebiyle açtığı davanın ise reddedildiğini belirtmiştir. Başvurucu derece mahkemelerinin söz konusu binaların yıkık olsa dahi en azından enkaz değerinin olduğunu gözardı ettiklerini, bununla birlikte söz konusu yapıların dinamitle patlatılmadan önce sağlam olduğunu, sulh hukuk hâkimi tarafından içinde eşyanın bulunduğu yapıların teslim edildiğini ifade etmiştir. Başvurucu mülkiyet ve gerekçeli karar haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

B. Değerlendirme

39. İddianın değerlendirilmesinde dayanak alınacak Anayasa'nın "Mülkiyet hakkı" kenar başlıklı 35. maddesi şöyledir:

"Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.

Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir.

Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz."

40. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucular tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucu mülkiyet hakkı ile birlikte ayrıca gerekçeli karar hakkının da ihlal edildiğini ileri sürmektedir. Somut olayda başvurucunun asıl şikâyetinin yapıların yıkımı nedeniyle oluşan zararın tazminine yönelik olduğu anlaşıldığından, başvurucu tarafından belirtilen şikâyetin mülkiyet hakkının usul güvenceleri yönünden incelenmesi uygun görülmüştür.

1. Mülkiyet Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

a. Kabul Edilebilirlik Yönünden

41. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

b. Esas Yönünden

i. Mülkün Varlığı

42. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğinden şikâyet eden bir kimse, önce böyle bir hakkının var olduğunu kanıtlamak zorundadır (Mustafa Ateşoğlu ve diğerleri, B. No: 2013/1178, 5/11/2015, § 54). Bu nedenle öncelikle başvurucunun Anayasa'nın 35. maddesi uyarınca korunmayı gerektiren mülkiyete ilişkin bir menfaatinin olup olmadığı noktasındaki hukuki durumunun değerlendirilmesi gerekir (Cemile Ünlü, B. No: 2013/382, 16/4/2013, § 26; İhsan Vurucuoğlu, B. No: 2013/539, 16/5/2013, § 31).

43. Somut olayda anılan taşınmazların başvurucu adına tapuda kayıtlı olduğunda kuşku bulunmamaktadır. Ancak başvuruya konu uyuşmazlık taşınmazlar üzerindeki yapıların yıkılmasına yöneliktir. Başvurucu bu yapıların yıkım öncesi oturulabilir vaziyette olduğunu öne sürmüş; olaydan sonra yapılan delil tespitinde sulh hukuk hâkiminin gözleminde ve inşaat uzmanı teknik bilirkişi raporunda, bu taşınmazlar üzerinde başvurucunun iddia ettiği gibi ahır, bir ev ve merekten [samanlıktan] oluşan üç binanın mevcut olduğu belirtilmiştir. Başvurucunun açtığı tam yargı davasında ise derece mahkemeleri bu yapıların dinamitle yıkılmış olduğunun bilinebilir olmadığı gerekçesine dayanmışlardır. Dolayısıyla yıkım öncesi mevcut olduğu kamu makamlarınca tespit edilmiş olan bu yapıların ekonomik bir değer de ifade ettiği dikkate alındığında başvurucunun Anayasa'nın 35. maddesi anlamında mülkün mevcut olduğunda kuşku bulunmamaktadır.

ii. Müdahalenin Varlığı ve Türü

44. Anayasa’nın 35. maddesinde bir temel hak olarak güvence altına alınmış olan mülkiyet hakkı kişiye -başkasının hakkına zarar vermemek ve kanunların koyduğu sınırlamalara uymak koşuluyla- sahibi olduğu şeyi dilediği gibi kullanma ve üzerinde tasarruf etme, ayrıca ürünlerinden yararlanma imkânı verir (Mehmet Akdoğan ve diğerleri, B. No: 2013/817, 19/12/2013, § 32). Dolayısıyla malikin mülkünü kullanma, mülkün semerelerinden yararlanma ve mülkü üzerinde tasarruf etme yetkilerinden herhangi birinin sınırlanması mülkiyet hakkına müdahale teşkil eder (Recep Tarhan ve Afife Tarhan, B. No: 2014/1546, 2/2/2017, § 53).

45. Anayasa’nın 35. maddesi ile mülkiyet hakkına temas eden diğer hükümleri birlikte değerlendirildiğinde Anayasa'nın mülkiyet hakkına müdahaleyle ilgili üç kural ihtiva ettiği görülmektedir. Buna göre Anayasa'nın 35. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin mülkiyet hakkına sahip olduğu belirtilmek suretiyle mülkten barışçıl yararlanma hakkına yer verilmiş; ikinci fıkrasında da mülkten barışçıl yararlanma hakkına müdahalenin çerçevesi belirlenmiştir. Maddenin ikinci fıkrasında, genel olarak mülkiyet hakkının hangi koşullarda sınırlanabileceği belirlenerek aynı zamanda mülkten yoksun bırakmanın şartlarının genel çerçevesi de çizilmiştir. Maddenin son fıkrasında ise mülkiyet hakkının kullanımının toplum yararına aykırı olamayacağı kurala bağlanmak suretiyle devletin mülkiyetin kullanımını kontrol etmesine ve düzenlemesine imkân sağlanmıştır. Anayasa'nın diğer bazı maddelerinde de devlet tarafından mülkiyetin kontrolüne imkân tanıyan özel hükümlere yer verilmiştir. Ayrıca belirtmek gerekir ki mülkten yoksun bırakma ve mülkiyetin düzenlenmesi, mülkiyet hakkına müdahalenin özel biçimleridir (Recep Tarhan ve Afife Tarhan, §§ 55-58).

46. Başvuruya konu olayda başvurucuya ait yapılarda, Kiğı Kaymakamlığı tarafından tahliye çalışmaları nedeniyle bir zarara yol açıldığı gerek delil tespiti dosyasındaki gerekse de ceza davasındaki deliller ile O.C.nin dosyasından anlaşılmaktadır. Buna göre başvurucunun mülkiyet hakkına müdahale edildiği kuşkusuzdur. Diğer taraftan somut olay bağlamında tipik bir mülkten yoksun bırakma veya mülkiyetin kamu yararına kullanımının kontrolü amacı söz konusu olmadığına göre müdahalenin mülkiyetten barışçıl yararlanmaya ilişkin genel kural çerçevesinde incelenmesi gerekmektedir.

iii. Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı

47. Anayasa'nın 13. maddesi şöyledir:

"Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz."

48. Anayasa’nın 35. maddesinde mülkiyet hakkı sınırsız bir hak olarak düzenlenmemiş, bu hakkın kamu yararı amacıyla ve kanunla sınırlandırılabileceği öngörülmüştür. Mülkiyet hakkına müdahalede bulunulurken temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasına ilişkin genel ilkeleri düzenleyen Anayasa'nın 13. maddesinin de gözönünde bulundurulması gerekmektedir. Dolayısıyla mülkiyet hakkına yönelik müdahalenin Anayasa'ya uygun olabilmesi için müdahalenin kanuna dayanması, kamu yararı amacı taşıması ve ölçülülük ilkesi gözetilerek yapılması gerekmektedir(Recep Tarhan ve Afife Tarhan, § 62).

 (1) Kanunilik

49. Mülkiyet hakkına yönelik müdahalelerde ilk incelenmesi gereken ölçüt kanuna dayalı olma ölçütüdür. Bu ölçütün sağlanmadığı tespit edildiğinde diğer ölçütler bakımından inceleme yapılmaksızın mülkiyet hakkının ihlal edildiği sonucuna varılacaktır. Müdahalenin kanuna dayalı olması, müdahaleye ilişkin yeterince ulaşılabilir, belirli ve öngörülebilir kanun hükümlerinin bulunmasını gerektirmektedir (Türkiye İş Bankası A.Ş. [GK], B. No: 2014/6192, 12/11/2014, § 44; Ford Motor Company, B. No: 2014/13518, 26/10/2017, § 49; Necmiye Çiftçi ve diğerleri, B. No: 2013/1301, 30/12/2014, § 55).

50. Derece mahkemelerince başvurucunun mülkiyet hakkına, yapıların yıkılması suretiyle müdahale edildiği kabul edilmekle birlikte müdahalenin kim veya kimler tarafından yapıldığının belirlenemediği, yapıların dinamitle yıkılmış olduğunun dahi bilinebilir olmadığı belirtilmiştir. Bu durumda derece mahkemelerinin bu yaklaşımının kanunilik ölçütü yönünden de sorunlu olabileceği değerlendirilmekle birlikte somut olay bağlamında derece mahkemelerinin söz konusu yaklaşımları, müdahalenin ölçülülüğü bağlamında değerlendirme yapılarak sonuca varılmasını gerektirmektedir.

 (2) Meşru Amaç

51. Anayasa'nın 13. ve 35. maddeleri uyarınca mülkiyet hakkı ancak kamu yararı amacıyla sınırlandırılabilmektedir. Kamu yararı kavramı, mülkiyet hakkının kamu yararının gerektirdiği durumlarda sınırlandırılmasına imkân vermesi sebebiyle bir sınırlandırma amacı olmasının yanı sıra mülkiyet hakkının kamu yararı amacı dışında sınırlanamayacağını öngörerek ve bu anlamda bir sınırlama sınırı oluşturarak mülkiyet hakkını etkin bir şekilde korumaktadır. Kamu yararı kavramı, devlet organlarının takdir yetkisini de beraberinde getiren bir kavram olup objektif bir tanıma elverişli olmayan bu ölçütün her somut olay temelinde ayrıca değerlendirilmesi gerekir (Nusrat Külah,B. No: 2013/6151, 21/4/2016, §§ 53, 56; Yunis Ağlar, B. No: 2013/1239, 20/3/2014, §§ 28, 29).

52. Somut olayda başvurucuya ait yapıların yıkılması nedeniyle açılan tam yargı davası, iddiaların ispat edilemediği gerekçesiyle reddedilmiştir. Derece mahkemelerinin bu gerekçeleri de gözetildiğinde yapıların yıkılması şeklinde gerçekleşen müdahalenin meşru amacının olup olmadığı mülkiyet hakkının usul güvenceleri değerlendirildikten sonra incelenmelidir.

 (3) Ölçülülük

 (i) Genel İlkeler

53. Ölçülülük ilkesi elverişlilikgereklilik ve orantılılık olmak üzere üç alt ilkeden oluşmaktadır. Elverişlilik öngörülen müdahalenin ulaşılmak istenen amacı gerçekleştirmeye elverişli olmasını, gereklilik ulaşılmak istenen amaç bakımından müdahalenin zorunlu olmasını yani aynı amaca daha hafif bir müdahale ile ulaşılmasının mümkün olmamasını, orantılılık ise bireyin hakkına yapılan müdahale ile ulaşılmak istenen amaç arasında makul bir dengenin gözetilmesi gerekliliğini ifade etmektedir (AYM, E.2011/111, K.2012/56, 11/4/2012; E.2014/176, K.2015/53, 27/5/2015; E.2016/13, K.2016/127, 22/6/2016, § 18; Mehmet Akdoğan ve diğerleri, § 38).

54. Orantılılık ilkesi gereği kişilerin mülkiyet hakkının sınırlandırılması hâlinde elde edilmek istenen kamu yararı ile bireyin hakları arasında adil bir dengenin kurulması gerekmektedir. Bu adil denge, başvurucunun şahsi olarak aşırı bir yüke katlandığının tespit edilmesi durumunda bozulmuş olacaktır. Müdahalenin orantılılığı değerlendirilirken bir taraftan ulaşılmak istenen meşru amacın önemi, diğer taraftan da müdahalenin niteliği ile başvurucunun ve kamu otoritelerinin davranışları gözönünde bulundurularak başvurucuya yüklenen külfet dikkate alınacaktır (Arif Güven, B. No: 2014/13966, 15/2/2017, §§ 58, 60; Osman Ukav, B. No: 2014/12501, 6/7/2017, § 71).

55. Ayrıca mülkiyet hakkına müdahalede bulunulması durumunda bu müdahalenin malik üzerinde doğurduğu olumsuz sonuçların mümkünse eski hâle döndürülmesini, mümkün değilse malikin zarar ve kayıplarının telafi edilmesini sağlayan idari veya yargısal birtakım hukuki mekanizmaların oluşturulması devletin pozitif yükümlülüklerinin bir gereğidir. Bu bağlamda hak ihlalinin sonuçlarının giderilmesi bakımından ne tür hukuki mekanizmaların öngörüleceği hususu devletin takdirindedir. Bu husus kural olarak Anayasa Mahkemesinin ilgi alanı dışındadır. Bununla birlikte Anayasa Mahkemesinin, tercih edilen idari veya yargısal mekanizmanın malik üzerinde doğurduğu olumsuz etkilerin düzeltilmesi bakımından yeterli ve elverişli olup olmadığı hususundaki denetim yetkisi saklıdır. Bu bağlamda düzeltici bir mekanizmanın hiç oluşturulmaması veya oluşturulan mekanizmanın müdahaleden önceki durumu tesis edici veya oluşan kayıpları giderici bir nitelik arz etmemesi durumunda mülkiyet hakkının devlete yüklediği pozitif yükümlülükler ihlal edilmiş olur (bazı farklarla birlikte bkz. Osmanoğlu İnşaat Eğitim Gıda TemizlikHizmetleri A.Ş., B. No: 2014/8649, 15/2/2017, § 48).

56. Anayasa'nın 35. maddesi usule ilişkin açık bir güvenceden söz etmemektedir. Bununla birlikte mülkiyet hakkının gerçek anlamda korunabilmesi bakımından bu madde, Anayasa Mahkemesinin çeşitli kararlarında da ifade edildiği üzere mülk sahibine müdahalenin kanun dışı veya keyfî ya da makul olmayan şekilde uygulandığına ilişkin savunma ve itirazlarını sorumlu makamlar önünde etkin bir biçimde ortaya koyabilme olanağının tanınması güvencesini kapsamaktadır. Bu değerlendirme ise uygulanan sürecin bütününe bakılarak yapılmalıdır (Züliye Öztürk, B. No: 2014/1734, 14/9/2017, § 36; Bekir Yazıcı [GK], B. No: 2013/3044, 17/12/2015, § 71).

57. Mülkiyet hakkının usule ilişkin güvenceleri hem özel kişiler arasındaki mülkiyet uyuşmazlıklarında hem de taraflardan birinin kamu gücü olduğu durumlarda geçerlidir. Bu bağlamda mülkiyet hakkının korunmasının söz konusu olduğu durumlarda usule ilişkin güvencelerin somut olayda sağlandığından söz edilebilmesi için derece mahkemelerinin kararlarında konu ile ilgili ve yeterli gerekçe bulunmalıdır. Bu zorunluluk davacının bütün iddialarına cevap verilmesi anlamına gelmemekle birlikte mülkiyet hakkını ilgilendiren davanın sonucuna etkili esasa ilişkin temel iddia ve itirazların yargılama makamlarınca özenli bir şekilde değerlendirilerek karşılanması gerekmektedir (Kamil Darbaz ve Gmo Yapı Grup End. San. Tic. Ltd. Şti., B. No: 2015/12563, 24/5/2018, § 53).

 (ii) İlkelerin Olaya Uygulanması

58. Başvurucu, maliki olduğu yapıların Kiğı Kaymakamlığının Topraklı köyündeki tahliye çalışmaları sırasında dinamitle patlatma sonucu yıkıldığını ve bu nedenle taşınmazlarından yararlanamadığını belirtmiştir. Buna göre somut olayda başvurucu Kiğı Kaymakamlığına karşı açtığı söz konusu davada, yapıların kamulaştırma işlemi yapılmadan yıkılmasından yakınmaktadır. Başvurucu bu yıkım nedeniyle zarar gördüğünü ve manevi zararının olduğunu iddia etmiştir.

59. Nitekim taşınmazın müşterek hissedarlarından olan başvurucunun kardeşi C.A.A. idari yargı nezdinde tam yargı davası açmadan önce yıkım nedeniyle oluştuğunu iddia ettiği zararın tespiti için delil tespiti talebinde bulunmuştur. Kiğı Sulh Hukuk Mahkemesince 18/4/2009 tarihinde yapılan keşifte; evin, ahırın ve samanlığın yıkılmış olduğu, taşınmazların dinamitle patlatıldığı ve çevrede patlayıcı madde artıklarına rastlanıldığı tespit edilmiştir (§ 13).

60. Keşif neticesinde düzenlenen bilirkişi raporları ile, bahse konu parsellerde arsalı kerpiç evler, kargir kilise binası ve bahçe bulunduğu belirlenerek zarar miktarı tespit edilmiştir ( §§ 14, 15).

61. Başvurucu uğradığını iddia ettiği zararın tazmini yönünden Elazığ 1. İdare Mahkemesinde tam yargı davası açmıştır. Ancak Mahkemece tespit dosyası ile ceza dosyasındaki bilgiler kısmi olarak açıklandıktan sonra yapıların dinamitlenerek yıkıldığına yönelik somut ve şüphe götürmez bir veri bulunmadığı, idari yazışmalar arasında buna işaret eden bir ifade olmadığı, iddiaların ispat edilemediği, en yakın delil kabul edilebilecek tespit dosyasında yapıların dinamitle yıkıldığı hususunun değil değer tespitinin yapıldığı, tazminata konu edilen olayın kim ya da kimler tarafından gerçekleştirildiğinin anlaşılmadığı ve yapıların dinamitle yıkılmış olduğunun dahi bilinebilir olmadığı gerekçesiyle dava reddedilmiştir. Bölge İdare Mahkemesi de istinaf talebi üzerine bu kararı onamıştır (§§ 27, 28).

62. Buna karşılık başvurucu, taşınmazlarının yıkılması sonucunda zarar gördüğüne ilişkin olarak ceza dosyasındaki delillere ve özellikle hâkimin delil tespiti aşamasındaki tespiti ile bilirkişi raporuna dayanmıştır. Ayrıca başvurucu, benzer iddiayla muhdesatının yıkıldığını iddia eden komşu parsel maliki O.C.nin açmış olduğu ve Yargıtay denetiminden geçen dosyada, taşınmazların dinamitle patlatıldığı olgusu kabul edilerek muhdesat bedeline hükmedildiğini vurgulamıştır (§§ 11,12,19 ve 21).

63. Delil tespiti aşamasında alınan bilirkişi raporunda bir zarar hesabı da yapılmıştır. Bu durumda somut olayda derece mahkemelerinin kararlarının, başvurucunun davanın sonucuna etkili olabilecek mahiyette olan iddia ve itirazlarına cevap verecek nitelikte yeterli ve uygun bir gerekçe içermediği anlaşılmaktadır. Nihayetinde başvuruya konu davada başvurucu, İdarenin anılan hizmet kusuru nedeniyle uğradığı zararın bilirkişi raporuyla da tevsik edildiğini ileri sürmüş ve iddialarını da hâkim tespiti ve somut bilirkişi raporu ile emsal dosyaya dayandırmıştır. Ancak İdare Mahkemesinin kararında bu hususların aksini tevsik eder herhangi bir somut delile yer verilmediği gibi davanın sonucuna etkili esasa ilişkin temel iddia ve itirazlar özenli bir şekilde değerlendirilerek karşılanmamıştır.

64. İdari yargılama usulünde resen araştırma ilkesinin geçerli olduğu hususu da dikkate alındığında İdare Mahkemesinin, iddianın ispat edilmemesi nedeniyle davayı reddetme yoluna gitmesi başvurucuyu mezkur ilkenin sağladığı usule ilişkin güvencelerden yoksun bırakmıştır.

65. Buna göre idari ve yargısal sürecin bütününe bakıldığında, somut olayda başvurucunun mülkiyet hakkının korunmasında usule ilişkin güvencelerden yararlandırılmadığı sonucuna varılmıştır. Dolayısıyla başvurucunun mülkiyet hakkı ile müdahalenin dayandığı kamu yararı arasında olması gereken adil denge başvurucu aleyhine bozulmuş olup mülkiyet hakkına yapılan müdahale ölçüsüzdür. Bu sebeple müdahalenin diğer ölçütlere uygunluğunun irdelenmesine gerek görülmemiştir.

66. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

2. Makul Sürede Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

67. Bireysel başvurular sonrasında 31/7/2018 tarihli ve 30495 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan 25/7/2018 tarihli ve 7145 sayılı Kanun'un 20. maddesiyle 9/1/2013 tarihli ve 6384 sayılı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine Yapılmış Bazı Başvuruların Tazminat Ödenmek Suretiyle Çözümüne Dair Kanun'a geçici madde eklenmiştir.

68. 6384 sayılı Kanun'a eklenen geçici maddeye göre yargılamaların uzun sürmesi, yargı kararlarının geç veya eksik icra edilmesi ya da icra edilmemesi şikâyetiyle Anayasa Mahkemesine yapılan ve bu maddenin yürürlüğe girdiği tarih itibarıyla Anayasa Mahkemesi önünde derdest olan bireysel başvuruların başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle verilen kabul edilemezlik kararının tebliğinden itibaren üç ay içinde yapılacak müracaat üzerine Adalet Bakanlığı İnsan Hakları Tazminat Komisyonu Başkanlığı (Tazminat Komisyonu) tarafından incelenmesi öngörülmüştür.

69. Ferat Yüksel (B. No: 2014/13828, 12/9/2018) kararında Anayasa Mahkemesi yargılamaların makul sürede sonuçlandırılmadığı ya da yargı kararlarının geç veya eksik icra edildiği ya da hiç icra edilmediği iddiasıyla 31/7/2018 tarihinden önce gerçekleştirilen bireysel başvurulara ilişkin olarak Tazminat Komisyonuna başvuru yolunun ilk bakışta ulaşılabilir ve ihlal iddialarıyla ilgili başarı şansı sunma ve yeterli giderim sağlama kapasitesi olduğunu değerlendirmiştir. Buna göre Tazminat Komisyonuna başvuru yolu tüketilmeden yapılan başvurunun incelenmesinin bireysel başvurunun ikincil niteliği ile bağdaşmayacağı sonucuna vararak başvuru yollarının tüketilmemiş olması nedeniyle kabul edilemezlik kararı vermiştir (Ferat Yüksel, §§ 27-36).

70. Mevcut başvuruda söz konusu karardan ayrılmayı gerektiren bir durum bulunmamaktadır.

71. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının, diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

3. Diğer İhlal İddiası

72. Başvurucu, sorumluluğu bulunmamasına rağmen Mahkemece resen davaya dâhil edilen DSİ Genel Müdürlüğü lehine vekâlet ücretine hükmedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

73. Başvurucunun, Anayasa'nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edildiği sonucuna varılarak uyuşmazlık hakkında yeniden yargılama yapılmak üzere karar örneğinin ilgili yargı mercine gönderilmesine karar verilmiş olduğundan (bkz. § 85) başvurucunun mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği yönündeki iddiasının kabul edilebilirlik ve esas açısından ayrıca değerlendirilmesine gerek görülmemiştir.

4. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

74. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:

 “(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…

 (2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

75. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan ([GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018) kararında, ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağının belirlenmesi hususunda genel ilkeler belirlenmiştir.

76. Buna göre bireysel başvuru kapsamında bir temel hak ve hürriyetin ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural, mümkün olduğunca eski hâle getirmenin, yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle devam eden ihlalin durdurulması, ihlale konu kararın veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan, § 55).

77. Anayasa Mahkemesi ihlalin ve sonuçlarının nasıl giderileceğine hükmederken idarenin, yargısal makamların veya yasama organının yerine geçerek işlem tesis edemez. Anayasa Mahkemesi, ihlalin ve sonuçlarının nasıl giderileceğine hükmederek gerekli işlemlerin tesis edilmesi için kararı ilgili mercilere gönderir (Mehmet Doğan, § 56).

78. İhlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilmeden önce ihlalin kaynağının belirlenmesi gerekir. Buna göre ihlal; idari eylem ve işlemler, yargısal işlemler veya yasama işlemlerinden kaynaklanabilir. İhlalin kaynağının belirlenmesi uygun giderim yolunun belirlenebilmesi bakımından önem taşımaktadır (Mehmet Doğan, § 57).

79. İhlalin idari eylem ve işlemden kaynaklandığı durumlarda 6216 saylı Kanun’un 50. maddesinin (1) numaralı fıkrası uyarınca Anayasa Mahkemesi her somut olayın koşullarını dikkate alarak yapılması gerekenlere hükmeder. İdari eylem ve işleme karşı başvurulacak kanun yolları varsa ve bu yollar tüketildikten sonra yapılan bireysel başvurunun incelenmesi sonucu ihlal tespiti yapılmışsa yeniden yargılama yoluyla ilgili mahkemenin tespit edilen ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırma imkânının bulunduğu durumlarda kararın bir örneğinin ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere ilgili mahkemeye gönderilmesine hükmedilebilir.

80. Anayasa Mahkemesince ihlalin tespit edildiği hâllerde yargılamanın yenilenmesinin gerekliliği hususundaki takdir derece mahkemelerine değil ihlalin varlığını tespit eden Anayasa Mahkemesine bırakılmıştır. Derece mahkemeleri ise Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında belirttiği doğrultuda ihlalin sonuçlarını gidermek üzere gereken işlemleri yapmakla yükümlüdür (Mehmet Doğan, § 59).

81. Bu bağlamda derece mahkemesinin öncelikle yapması gereken şey, bir temel hak veya özgürlüğü ihlal ettiği veya idari makamlar tarafından bir temel hak veya özgürlüğe yönelik olarak gerçekleştirilen ihlali gideremediği tespit edilen önceki kararını kaldırmaktır. Derece mahkemesi, kararın kaldırılmasından sonraki aşamada ise Anayasa Mahkemesi kararında tespit edilen ihlalin sonuçlarını gidermek için gereken işlemleri yapmak durumundadır (Mehmet Doğan, § 60).

82. Başvurucu, maddi ve manevi tazminat ile yeniden yargılama yapılması talebinde bulunmuştur.

83. Anayasa Mahkemesi, başvurucunun mülkiyet hakkının ihlal edildiği sonucuna varmıştır. Dolayısıyla somut başvuruda, ihlalin idari işlemden kaynaklandığı anlaşılmaktadır. Bununla birlikte idare tarafından yol açılan ihlale yönelik olarak etkili bir hukuk yolunun mevcut olduğu ancak başvurucunun açtığı davanın reddedilmekle ihlalin sonuçlarının giderilmemiş olduğu görülmektedir.

84. Bu durumda somut başvuru bakımından ihlalin idari işlemden kaynaklandığı tespit edilmekle birlikte yeniden yargılama yoluyla derece mahkemelerinin tespit edilen ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırma imkânının bulunduğu anlaşılmakla kararın bir örneğinin ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere Elazığ 1. İdare Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekir.

85. Buna göre yapılacak yeniden yargılama ise 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu kapsamda derece mahkemelerince yapılması gereken iş, öncelikle ihlale yol açan mahkeme kararının ortadan kaldırılması ve nihayet ihlal sonucuna uygun yeni bir karar verilmesinden ibarettir.

86. Yeniden yargılama yapılmasına karar verilmesi ihlalinin sonuçları bakımından yeterli bir giderim oluşturduğundan başvurucunun tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekir.

87. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 239,50 TL harç ve 2.475 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.714,50 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. 1. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

2. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Kararın bir örneğinin mülkiyet hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere Elazığ 1. İdare Mahkemesine (E.2012/2175, K.2014/1435) GÖNDERİLMESİNE,

D. Başvurucunun tazminat taleplerinin REDDİNE,

E. 239,50 TL harç ve 2.475 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.714,50 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,

F. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 12/9/2019 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

BEHÇET TAŞ BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2015/9815)

 

Karar Tarihi: 12/9/2019

R.G. Tarih ve Sayı: 3/10/2019 - 30907

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

Başkan y.

:

Recep KÖMÜRCÜ

Üyeler

:

M. Emin KUZ

 

 

Rıdvan GÜLEÇ

 

 

Recai AKYEL

 

 

Yıldız SEFERİNOĞLU

Raportör

:

Özgür DUMAN

Başvurucu

:

Behçet TAŞ

Vekili

:

Av. Hikmet AYDIN

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, terör örgütü mensuplarınca döşenen mayının patlaması sonucu iş gücü (efor) kaybı tazminatı ödenmesi yönündeki talebin reddedilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 8/6/2015 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:

8. Başvurucu 1960 doğumlu olup Muş ilinde ikamet etmektedir.

9. Başvurucu Muş Sağlık Müdürlüğü Sıtma Savaş biriminde sıtma işçisi olarak görev yapmakta iken Muş'un merkez ilçesine bağlı İnardı köyünde terör örgütü mensuplarınca döşenen mayının 17/9/1997 tarihinde patlaması sonucu yaralanarak sol bacağını diz altından kaybetmiştir. Sağlık Kurulunun 26/11/1998 tarihli raporuna göre başvurucunun çalışma gücü kaybı %65 olarak belirlenmiştir. Başvurucu olaydan sonra aynı yerde ve aynı görev unvanıyla çalışmaya devam etmiştir.

10. Başvurucu söz konusu olayda yaralanmasından dolayı çalışma gücü kaybı nedeniyle uğradığı zararına karşılık olarak 15.000 TL maddi; çekmiş olduğu acı ve ıstırabı karşılığında da 2.000 TL manevi tazminat talebiyle İçişleri Bakanlığı aleyhine Van 1. İdare Mahkemesinde (Mahkeme) tam yargı davası açmıştır.

11. Mahkeme 15/3/2001 tarihinde başvurucunun maddi tazminat talebinin reddine, manevi tazminat talebinin ise kısmen kabulüne karar vermiştir. Taraflarca temyiz edilen karar Danıştay Onuncu Dairesi (Daire) tarafından 25/12/2002 tarihinde manevi tazminatın kısmen kabulü yönünden onanmış, maddi tazminat isteminin reddi yönünden ise bozulmuştur.

12. Bozma kararının gerekçesinde, uygulamada, kişinin kalıcı sakatlıkları nedeniyle oluşan beden gücü kaybı nedeniyle gelirlerinde ve dolayısıyla mal varlığında bir eksilme meydana gelmemiş olsa dahi tazminatın gerekeceğinin kabul edildiği ve bunun, efor kaybı tazminatı olarak tanımlandığı açıklanmıştır. Daire, beden gücü kaybına uğrayan kişinin aynı işi zarardan önceki durumuna ve diğer kişilere göre daha fazla bir efor sarfıyla yaptığı gerçeğinden hareket edilerek bir anlamda zararı, bu fazladan sarf edilen gücün oluşturduğunun kabul edilmesi gerektiğini vurgulamıştır. Daireye göre mahkemece yaptırılacak bilirkişi incelemesiyle başvurucunun çalışma gücündeki kaybın varlığının ve bu nedenle görevini ve hayatın olağan akışı içindeki diğer işlerini yerine getirirken daha fazla güç sarfedip etmeyeceği hususunun araştırılması gerekmektedir. Daire sonuç olarak daha fazla güç sarfedileceğinin saptanması hâlinde maddi tazminata hükmedilmesi gerekirken eksik incelemeye dayalı olarak verilen kararda hukuki isabet olmadığını belirtmiştir.

13. Bozma kararına uyan Mahkeme 30/12/2004 tarihinde maddi tazminat isteminin kabulüne karar vermiştir. Ancak İçişleri Bakanlığı tarafından temyiz edilen bu karar aynı Daire tarafından 20/11/2007 tarihinde bozulmuştur. Bozma kararının gerekçesinde;

i. İdare hukuku ilkelerine göre maddi zararın; idari işlem veya eylem nedeniyle kişinin mal varlığının aktifinde meydana gelen azalma nedeniyle uğranılan zarar ile elde edilmesi kesin olan gelirden yoksun kalma sonucu uğranılan zarar olduğu açıklanmıştır. Bedensel nitelikteki maddi zararın ise kişinin sağlığına kavuşmak için yaptığı tedavi giderleri ile çalışma gücünün azalması ya da yok olması nedeniyle elde edeceği gelirde meydana gelen azalmayı ifade ettiği belirtilmiştir.

ii. Söz konusu olaydan önce Sıtma Savaş biriminde sıtma işçisi olarak görev yapan başvurucunun, kaza sonrasında da aynı görevi sürdürdüğüne ve aylık ücretinde herhangi bir eksiklik olmadığına dikkat çekilmiştir. Başvurucunun aynı görevi yürütmeye devam ederken daha fazla efor sarfettiğini ileri sürmediğine vurgu yapılmış; başvurucuya, idarece mayın patlaması sonrası oluşan ve Sağlık Kurulu Raporu ile belirlenen sakatlık durumuna uygun görev verileceği dikkate alınarak bu sebeple meslekte kazanma gücü kaybı oranına göre hesaplanan efor kaybı tazminatının ödenmesi yolunda verilen kararda hukuki isabet bulunmadığı belirtilmiştir.

14. Mahkeme bozma kararına uymuş ve 27/3/2009 tarihinde maddi tazminat istemine ilişkin davanın reddine karar vermiştir.

15. Başvurucunun temyiz ettiği karar Daire tarafından 20/6/2013 tarihinde onanmıştır. Başvurucunun karar düzeltme talebi de aynı Dairenin 19/3/2015 tarihli kararıyla reddedilmiştir.

16. Nihai karar başvurucu vekiline 22/5/2015 tarihinde tebliğ edilmiştir.

17. Başvurucu 8/6/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

IV. İLGİLİ HUKUK

A. Ulusal Hukuk

1. Mevzuat Hükümleri

18. 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Hakkında Kanun’un 2. maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:

 “İdari dava türleri şunlardır:

b) İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları

…”

19. 2577 sayılı Kanun’un 13. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:

 “İdari eylemlerden hakları ihlal edilmiş olanların idari dava açmadan önce, bu eylemleri yazılı bildirim üzerine veya başka suretle öğrendikleri tarihten itibaren bir yıl ve her halde eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde ilgili idareye başvurarak haklarının yerine getirilmesini istemeleri gereklidir. Bu isteklerin kısmen veya tamamen reddi halinde, bu konudaki işlemin tebliğini izleyen günden itibaren veya istek hakkında altmış gün içinde cevap verilmediği takdirde bu sürenin bittiği tarihten itibaren, dava süresi içinde dava açılabilir.”

2. Danıştay İçtihadı

20. Danıştay Onuncu Dairesinin birçok kararında, tazminat hukukunda çağın gereklerine uygun olarak geliştirilen içtihatlarla kişinin kalıcı sakatlıkları nedeniyle oluşan beden gücü kaybı nedeniyle gelirinde ve dolayısıyla mal varlığında bir eksilme meydana gelmemiş olsa dahi efor kaybı tazminatı diye tanımlanan tazminatın ödenmesi gerektiğinin, beden gücü kaybına uğrayan kişinin aynı görevi zarardan önceki durumuna ve diğer kişilere göre daha fazla efor sarfederek yaptığı gerçeğinden hareket edilerek kişinin bu zararını bizzat kendisinin daha fazla bir güç harcayarak gidermiş olması nedeniyle ilgili idarenin tazmin sorumluluğuna gidildiğinin belirtildiği anlaşılmaktadır (Danıştay Onuncu Dairesinin 25/9/2007 tarihli ve E.2004/5845, K.2007/4387 sayılı; 22/2/2008 tarihli ve E.2007/7170, K.2008/847 sayılı kararları).

21. Danıştayın; somut olaya benzer nitelikteki davalarda efor kaybı tazminatına ilişkin fiziksel bütünlüğü ihlal edilen kişinin, meydana gelen sakatlıktan sonra daha az güç harcayarak yürütebileceği bir göreve atanıp atanmadığı, aynı görevi yürütmekle birlikte kalıcı sakatlığının aynı iş için daha fazla efor harcamasını gerektirecek boyut ve nitelikte olup olmadığı, sakatlık durumuna uygun başka bir göreve atanıp atanmadığı gibi kriterlere göre değerlendirme yaptığı anlaşılmaktadır (Danıştay Onuncu Dairesinin 18/9/2009 tarihli ve E.2007/57, K.2009/8097 sayılı; 19/2/2010 tarihli ve E.2008/191, K.2010/1355 sayılı kararları).

22. Yine Danıştay kararlarında, vücut bütünlüğü zarara uğrayanın görev yerinin değişmesi nedeniyle aylık gelirinde meydana gelen azalma tutarının, efor kaybı tazminatı kapsamında değerlendirilmediği anlaşılmaktadır (Danıştay Onuncu Dairesinin 22/2/2008 tarihli ve E.2007/7170, K.2008/847 sayılı; 19/2/2010 tarihli ve E.2008/191, K.2010/1355 sayılı kararları).

23. Danıştay Onuncu Dairesinin 6/6/2018 tarihli ve E.2017/4202, K.2018/2053 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:

"...Tazminat hukukunda çağın gereklerine uygun olarak geliştirilen içtihatlarla kişinin kalıcı sakatlıkları nedeniyle beden gücü kaybına bağlı olarak gelirinde ve dolayısıyla mal varlığında bir eksilme meydana gelmemiş olsa dahi güç (efor) kaybı tazminatı olarak adlandırılan tazminatın ödenmesi gerektiği kabul edilmektedir. Beden gücü kaybına uğrayan kişinin aynı görevi zarardan önceki durumuna ve diğer kişilere göre daha fazla bir güç (efor) sarfıyla yaptığı gerçeğinden hareket edilerek, bir anlamda zararı, bu "fazladan sarf edilen gücün" oluşturduğu esası benimsenmektedir.

Öte yandan, idare hukuku ilkelerine göre maddi zarar; idari işlem veya eylem nedeniyle kişinin mal varlığının (patrimuanın) aktifinde meydana gelen azalma nedeniyle, uğranılan zarar ile elde edilmesi kesin olan gelirden yoksun kalma sonucu uğranılan zarar olup; bedensel nitelikteki maddi zarar ise, kişinin sağlığına kavuşmak için yaptığı tedavi giderleri ile çalışma gücünün azalması ya da yok olması nedeniyle elde edeceği gelirde meydana gelen azalmay ıifade etmektedir.

Kamu görevlilerinin, görevlerinin neden ve etkisinden kaynaklanan güç (efor) kaybına dayanan maddi tazminat istemleri, mahkemece aşağıda belirtilen ilkeler çerçevesinde bilirkişi incelemesi yaptırılmak suretiyle hesaplanıp karara bağlanmalıdır.

A-) Kalıcı sakatlık nedeniyle beden gücü kaybına uğrayan kamu görevlisi beden gücü kaybına uğramasından sonra, idarece bedensel kaybına uygun yeni bir göreve atanmış ve yeni görev yerindeki aylık gelirinde bir azalma olmamış ise, mahkemece yaptırılacak bilirkişi incelemesi ile kamu görevlisi olan davacının yeni görev yerindeki aynı işi yapan emsali kamu görevlilerine nazaranne kadar daha fazla güç (efor) sarfedeceği hususu oran olarak tespit edilmeli ve tespit edilen bu oran davacı kamu görevlisinin aylık net gelirine uygulanmak suretiyle güç (efor) tazminatı hesaplanmalıdır.

B-) Kalıcı sakatlık nedeniyle beden gücü kaybına uğrayan kamu görevlisi beden gücü kaybına uğramasından sonra, bedensel kaybına uygun yeni bir göreve atanmış ve yeni görev yerindeki aylık gelirinde bir azalma olmuş ise, davacı kamu görevlisinin önceki görev yeri aylık geliri ile yeni görev yeri aylığı arasındaki 'fark'kadar ve ayrıca davacının yeni görev yerinde aynı işi yapan emsali kamu görevlilerine nazaran ne kadar daha fazla güç (efor) sarfedeceği hususu oran olarak tespit edilmeli ve davacı kamu görevlisinin aylık net gelirine tespit edilen bu oran uygulanmak suretiyle belirlenecek 'tutar' kadar toplam güç (efor) zararı bulunduğu dikkate alınarak hesaplama yapılmalıdır.

C-) Kalıcı sakatlık nedeniyle beden gücü kaybına uğrayan davacı kamu görevlisi aynı işi yapmaya devam ediyor ise, mahkemece yaptırılacak bilirkişi incelemesi ile kamu görevlisi davacının aynı işi yapan emsali kamu görevlilerine nazaran ne kadar daha fazla güç (efor) sarfedeceği hususu oran olarak tespit edilmeli ve tespit edilen bu oran davacı kamu görevlisinin aylık net gelirine uygulanmak suretiyle güç (efor) tazminatı hesaplanmalıdır.

Nitekim, sağlık kurulu raporuna göre %20 oranında çalışma gücü kaybına uğrayan bir davacının güç (efor) tazminatı ödenmesi isteminin idare mahkemesince, olaydan sonra davacının aynı yerde, aynı görev unvanıyla çalışmaya devam ettiği, maaş ve özlük haklarında her hangi bir değişiklik olmadığı gerekçesiyle reddi ile sonuçlanan dava ile ilgili olarak yapılan bireysel başvuruyu inceleyen Anayasa Mahkemesi 23/3/2016 tarih, Başvuru No: 2013/5670 sayılı kararında, mahkeme tarafından ulaşılan sonucun başvurucunun fiziksel bütünlüğünü korumak bakımından etkisiz kaldığı, başvuranın Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrasında güvence altına alınan kişinin maddi ve manevi varlığının korunması hakkının ihlal edildiği sonucuna ulaşmıştır..."

B. Uluslararası Hukuk

24. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne (Sözleşme) ek 1 No.lu Protokol'ün 1. maddesi şöyledir:

"Her gerçek ve tüzel kişinin mal ve mülk dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme hakkı vardır. Bir kimse, ancak kamu yararı sebebiyle ve yasada öngörülen koşullara ve uluslararası hukukun genel ilkelerine uygun olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılabilir.

Yukarıdaki hükümler, devletlerin, mülkiyetin kamu yararına uygun olarak kullanılmasını düzenlemek veya vergilerin ya da başka katkıların veya para cezalarının ödenmesini sağlamak için gerekli gördükleri yasaları uygulama konusunda sahip oldukları hakka halel getirmez."

25. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) içtihadında, mülkiyet hakkının kapsamı konusunda mevzuat hükümlerinden ve derece mahkemelerinin bunlara ilişkin yorumundan bağımsız olarak özerk bir yorum esas alınmaktadır (Depalle/Fransa [BD], B. No: 34044/02, 29/3/2010, § 62; Anheuser-Busch Inc./Portekiz [BD], B. No: 73049/01, 11/1/2007, § 63; Öneryıldız/Türkiye [BD], B. No: 48939/99, 30/11/2004, § 124; Broniowski/Polonya [BD], B. No: 31443/96, 22/6/2004, § 129).

26. AİHM, mülkiyet hakkına ilişkin Sözleşme'ye ek 1 No.lu Protokol'ün 1. maddesinin mülkiyeti elde etme hakkını koruma altına almadığını kabul etmektedir (Slivenko ve diğerleri/Letonya [BD], B. No: 48321/99, 23/1/2002, § 121; Fener Rum Erkek Lisesi Vakfı/Türkiye, B. No: 34478/97, 9/1/2007, § 52).

27. AİHM, mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasının ancak müdahalenin Sözleşme'ye ek 1 No.lu Protokol'ün 1. maddesinin anlamı kapsamında bir mülk ile ilişkili olması durumunda ileri sürülebileceğini belirtmektedir. Buna göre alacak haklarını da içeren mevcut mülk veya mal varlığı yanında mülkiyet hakkının elde edilebileceği yönündeki en azından bir meşru beklenti de mülkiyet hakkı kapsamında değerlendirilebilir (Kopecký/Slovakya [BD], B. No: 44912/98, 28/9/2004, § 35; Lihtenştayn Prensi Hans-Adam II/Almanya [BD], B. No: 42527/98, 12/7/2001, § 83; meşru beklenti kavramının ilk defa geliştirildiği kararlar için Pine Valley Developments Ltd ve diğerleri/İrlanda, B. No: 12742/87, 29/11/1991, § 51; Stretch/Birleşik Krallık, B. No: 44277/98, 24/6/2003, § 35; Pressos Companía Naviera S.A. ve diğerleri/Belçika, B. No: 17849/91, 20/11/1995, § 31).

28. Arzhiyeva ve Tsadayev/Rusya (B. No: 66590/10, 3773/11, 13/11/2018) kararına konu olayda terör olayları sebebiyle uğranılan zararlar bakımından yapılan değerlendirmede başvurucuların yerleşik idari uygulama çerçevesinde tazminat elde etme yönünde meşru bir beklentilerinin olduğu kabul edilmiştir (Arzhiyeva ve Tsadayev/Rusya, § 48). AİHM, devletin pozitif ve negatif yükümlülükleri çerçevesindeki ilkelerin büyük ölçüde benzeştiğini belirtmiş, başvuruculara somut olayda tazminat ödenmemesinden dolayı Sözleşme'ye ek 1 No.lu Protokol'ün 1. maddesinde güvence altına alınan mülkiyetten barışçıl yararlanma hakkından doğan yükümlülüklerin yerine getirilmediği sonucuna varmıştır (Arzhiyeva ve Tsadayev/Rusya, §§ 51-58).

V. İNCELEME VE GEREKÇE

29. Mahkemenin 12/9/2019 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun İddiaları

30. Başvurucu mayın patlaması sonucu %65 oranında efor kaybına rağmen hukuka aykırı olarak maddi tazminat talebinin reddedildiğinden yakınarak bu efor kaybının maddi bir değere tekabül etmediğinin kabul edilmesinin doğru olmadığını, Danıştay Dairesinin ilk başta ret kararını bozmuş iken sonradan kararını değiştirdiğini ve hukuki güvenlik ilkesini bozduğunu belirtmiştir. Başvurucu günlük yaşamında daha fazla efor sarf etmek zorunda kaldığının gözardı edildiğini ve davanın reddedilmesiyle tazminat hukukunun bütün ilke ve ölçütlerinden uzaklaşıldığını ifade ederek mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

31. Başvurucu 25/4/2016 tarihli dilekçe ile Anayasa Mahkemesinin Osman Konuktar (B. No: 2013/5670, 23/3/2016) başvurusunda verdiği kararı emsal olarak sunmuştur.

B. Değerlendirme

32. İddianın değerlendirilmesinde esas alınacak Anayasa'nın "Mülkiyet hakkı" kenar başlıklı 35. maddesi şöyledir:

"Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.

Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir.

Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz."

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

33. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir nedeni de bulunmadığı anlaşılan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Esas Yönünden

a. Mülkün Varlığı

i. Genel İlkeler

34. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğinden şikâyet eden bir kimse, önce böyle bir hakkının var olduğunu kanıtlamak zorundadır (Mustafa Ateşoğlu ve diğerleri, B. No: 2013/1178, 5/11/2015, § 54). Bu nedenle öncelikle başvurucunun Anayasa'nın 35. maddesi uyarınca korunmayı gerektiren mülkiyete ilişkin bir menfaate sahip olup olmadığı noktasındaki hukuki durumunun değerlendirilmesi gerekir (Cemile Ünlü, B. No: 2013/382, 16/4/2013, § 26; İhsan Vurucuoğlu, B. No: 2013/539, 16/5/2013, § 31).

35. Anayasa'nın 35. maddesiyle güvenceye bağlanan mülkiyet hakkı, ekonomik değer ifade eden ve parayla değerlendirilebilen her türlü mal varlığı hakkını kapsamaktadır (AYM, E.2015/39, K.2015/62, 1/7/2015, § 20). Bu bağlamda mülk olarak değerlendirilmesi gerektiğinde kuşku bulunmayan menkul ve gayrimenkul mallar ile bunların üzerinde tesis edilen sınırlı aynî hakların ve fikrî hakların yanı sıra icrası kabil olan her türlü alacak da mülkiyet hakkının kapsamına dâhildir (Mahmut Duran ve diğerleri, B. No: 2014/11441, 1/2/2017, § 60).

36. Mülkiyet hakkı, özel hukukta veya idari yargıda kabul edilen mülkiyet hakkı kavramlarından farklı bir anlam ve kapsama sahip olup bu alanlarda kabul edilen mülkiyet hakkı, yasal düzenlemeler ile yargı içtihatlarından bağımsız olarak özerk bir yorum ile ele alınmalıdır (Hüseyin Remzi Polge, B. No: 2013/2166, 25/6/2015, § 31; Mustafa Ateşoğlu ve diğerleri, § 51).

37. Anayasa'nın 35. maddesinde düzenlenen mülkiyet hakkı mevcut mal, mülk ve varlıkları koruyan bir güvencedir. Bir kişinin hâlihazırda sahibi olmadığı bir mülkün mülkiyetini kazanma beklentisi -kişinin bu konudaki menfaati ne kadar güçlü olursa olsun- Anayasa'yla korunan mülkiyet kavramı içinde değildir. Bu bağlamda belirtmek gerekir ki Anayasa'nın 35. maddesi soyut bir temele dayalı olarak mülkiyete erişmeyi ve mülkiyeti edinmeyi değil mülkiyet hakkını güvence altına almaktadır. Bu hususun istisnası olarak belli durumlarda bir ekonomik değer veya icrası mümkün bir alacağı elde etmeye yönelik meşru bir beklenti Anayasa'da yer alan mülkiyet hakkı güvencesinden yararlanabilir (Kemal Yeler ve Ali Arslan Çelebi, B. No: 2012/636, 15/4/2014, §§ 36, 37; Mehmet Şentürk [GK], B. No: 2014/13478, 25/7/2017, §§ 41, 53; Mustafa Ateşoğlu ve diğerleri, §§ 52-54).

38. Meşru beklenti objektif temelden uzak bir beklenti olmayıp belirli bir kanun hükmüne veya başarılı olma ihtimalinin yüksek olduğunu gösteren yerleşik bir yargı içtihadına ya da aynî menfaatle ilgili hukuki bir işleme dayanan yeterli derecede somut nitelikteki bir beklentidir (Selçuk Emiroğlu, B. No: 2013/5660, 20/3/2014, § 28; Mehmet Şentürk, § 42). Dolayısıyla Anayasa ve Sözleşme'nin ortak koruma kapsamında olan meşru beklentiye dayalı mülkiyet hakkının tespiti mevcut hukuk sisteminde iddia edilen mülkiyet iddiasının tanınmasına bağlı olup bu tespit, mevzuat hükümleri ve yargı kararları ile yapılmaktadır (Üçgen Nakliyat Ticaret Ltd. Şti., B. No: 2013/845, 20/11/2014, § 37). Temelsiz bir hak kazanma beklentisi veya sadece mülkiyet hakkı kapsamında ileri sürülebilir bir iddianın varlığı meşru beklentinin kabulü için yeterli değildir (Kemal Yeler ve Ali Arslan Çelebi, § 37).

ii. İlkelerin Olaya Uygulanması

39. Öncelikle bir ekonomik değer ifade eden tazminat alacağının mülkiyet hakkının konusunu teşkil edebileceğinde bir tereddüt bulunmamaktadır. Somut olayda tartışma konusu olan başvurucunun bu tazminat alacağının varlığını kanıtlayıp kanıtlayamadığı hususudur. Başvurucunun açtığı tazminat davası reddedildiğine göre mevcut bir mülkün varlığından söz edilemez. Ancak başvurucunun bu alacağı elde etmeye yönelik somut bir temele dayalı meşru beklentisinin olup olmadığı da belirlenmelidir.

40. Anayasa Mahkemesi yukarıda da değinildiği üzere meşru beklentinin tespiti bakımından başvurucunun talebini bir kanun hükmüne veya yerleşik bir yargısal içtihada dayandırmasını beklemektedir. Diğer bir deyişle ancak böyle bir somut temelin varlığı hâlinde meşru beklentinin varlığından söz edilebilecektir (yargı kararına dayalı olarak meşru beklentinin kabul edildiği karar için bkz. Osman Ukav, B. No: 2014/12501, 6/7/2017, §§ 55-59; buna karşılık böyle bir somut temel olmadığı için meşru beklentinin mevcut olmadığının tespit edildiği karar için bkz. Mehmet Şentürk, §§ 40-54).

41. Somut olayda ise başvurucunun mayın patlaması sonucu yaralandığı ve %65 oranında çalışma gücü kaybına uğradığı kamu makamlarınca tespit edilmiş durumdadır. Başvurucunun efor kaybı tazminatı talebi ise derece mahkemelerince reddedilmiştir. Bununla birlikte Danıştay Onuncu Dairesinin yerleşik içtihadına göre kişinin kalıcı sakatlıkları nedeniyle oluşan beden gücü kaybı nedeniyle gelirinde ve dolayısıyla mal varlığında bir eksilme meydana gelmemiş olsa dahi efor kaybı tazminatı diye tanımlanan tazminatın ödenmesi gerektiğinin kabul edildiği görülmektedir. Buna göre beden gücü kaybına uğrayan kişinin aynı görevi zarardan önceki durumuna ve diğer kişilere göre daha fazla efor sarfıyla yaptığı vurgulanarak kişinin bu zararını bizzat kendisinin daha fazla bir güç harcayarak gidermiş olması nedeniyle ilgili idarenin tazmin sorumluluğuna gidildiği anlaşılmaktadır (bkz. §§ 20-23).

42. Dolayısıyla mayın patlaması sonucu yaralanan başvurucunun uğradığı efor kaybı zararının tazmini bakımından yerleşik Danıştay içtihadına dayalı Anayasa'nın 35. maddesi anlamında meşru bir beklentisinin mevcut olduğu kabul edilmelidir.

b. Pozitif Yükümlülüklerin İhlal Edilip Edilmediği

i. Genel İlkeler

43. Başvuru konusu olayda terör örgütü mensuplarınca döşenen bir mayının patlaması sonucu yaralanan başvurucunun bu olay nedeniyle efor kaybına uğradığı tespit edilmiştir. Dolayısıyla başvurucunun belirtilen maddi zararı yönünden mülkiyet hakkına yönelik olarak kamu makamlarınca doğrudan yapılan bir müdahale mevcut değildir. Bununla birlikte Anayasa Mahkemesi daha önce pek çok kararında kimi durumlarda özel kişiler arasındaki uyuşmazlıklarda dahi devlete düşen pozitif yükümlülükler olduğunu kabul etmiştir (Türkiye Emekliler Derneği, B. No: 2012/1035, 17/7/2014, § 34; Eyyüp Boynukara, B. No: 2013/7842, 17/2/2016, §§ 39-41; Osmanoğlu İnşaat Eğitim Gıda Temizlik Hizmetleri A.Ş., B. No: 2014/8649, 15/2/2017, § 44; Selahattin Turan, B. No: 2014/11410, 22/6/2017, §§ 36-41).

44. Anayasa'nın 35. maddesinde bir temel hak olarak güvence altına alınmış olan mülkiyet hakkının gerçekten ve etkili bir şekilde korunabilmesi yalnızca devletin müdahaleden kaçınmasına bağlı değildir. Anayasa'nın 5. ve 35. maddeleri uyarınca devletin mülkiyet hakkının korunmasına ilişkin pozitif yükümlülükleri de bulunmaktadır. Bu pozitif yükümlülükler kimi durumlarda özel kişiler arasındaki uyuşmazlıklar da dâhil olmak üzere mülkiyet hakkının korunması için belirli tedbirlerin alınmasını gerektirmektedir (Eyyüp Boynukara, §§ 39-41; Osmanoğlu İnşaat Eğitim Gıda Temizlik Hizmetleri A.Ş., § 44).

45. Ancak hemen belirtmek gerekir ki bazı durumlarda devletin pozitif ve negatif yükümlülüklerinin birbirinden ayrılması da mümkün olamamaktadır. Üstelik devletin ister pozitif isterse de negatif yükümlülükleri söz konusu olsun, uygulanacak ilkeler de çoğunlukla önemli ölçüde benzeşmektedir (Hesna Funda Baltalı ve Baltalı Gıda Hayvancılık San. ve Tic. Ltd. Şti. [GK], B. No: 2014/17196, 25/10/2018, § 70).

46. Devletin pozitif yükümlülükleri, mülkiyet hakkına yapılan müdahalelere karşı usule ilişkin güvenceleri sağlayan yargısal yolları da içeren etkili hukuksal bir çerçeve oluşturma ve oluşturulan bu hukuksal çerçeve kapsamında yargısal ve idari makamların bireylerin özel kişilerle olan uyuşmazlıklarında etkili ve adil bir karar vermesini temin etme sorumluluklarını da içermektedir (Selahattin Turan, § 41).

47. Mülkiyet hakkının usule ilişkin güvenceleri hem özel kişiler arasındaki mülkiyet uyuşmazlıklarında hem de taraflardan birinin kamu gücü olduğu durumlarda geçerlidir. Bu bağlamda mülkiyet hakkının korunmasının söz konusu olduğu durumlarda usule ilişkin güvencelerin somut olayda sağlandığından söz edilebilmesi için derece mahkemelerinin kararlarında konu ile ilgili ve yeterli gerekçe bulunmalıdır. Ayrıca belirtmek gerekir ki bu zorunluluk davacının bütün iddialarına cevap verilmesi anlamına gelmemekle birlikte mülkiyet hakkını ilgilendiren davanın sonucuna etkili esasa ilişkin temel iddia ve itirazların yargılama makamlarınca özenli bir şekilde değerlendirilerek karşılanması gerekmektedir (Kamil Darbaz ve Gmo Yapı Grup End. San. Tic. Ltd. Şti., B. No: 2015/12563, 24/5/2018, § 53).

ii. İlkelerin Olaya Uygulanması

48. Başvurucu Muş İl Sağlık Müdürlüğü Sıtma Savaş biriminde sıtma işçisi olarak görev yapmakta iken terör örgütü mensuplarınca döşenen bir mayının patlaması sonucu yaralanmıştır. Başvurucunun %65 oranında çalışma gücü kaybına uğradığı sağlık kurulu raporu ile tespit edilmiştir.

49. Başvurucu efor kaybına uğradığını belirterek tazminat talebinde bulunmuş ancak açtığı davada ilk derece mahkemesi başvurucunun olaydan sonra da aynı birimde ve aynı unvanla çalıştığı gerekçesiyle talebi reddetmiştir. Bu karar Danıştay Dairesince onanmış ve karar düzeltme talebinin reddiyle birlikte kesinleşmiştir.

50. Bununla birlikte yukarıda da değinildiği üzere Danıştay Dairesinin diğer kararlarında kişinin kalıcı sakatlıkları nedeniyle beden gücü kaybına bağlı olarak gelirinde ve dolayısıyla mal varlığında bir eksilme meydana gelmemiş olsa dahi efor kaybı tazminatı olarak adlandırılan tazminatın ödenmesi gerektiği kabul edilmektedir. Buna göre Danıştay Dairesince kamu görevlilerinin, görevlerinin neden ve etkisinden kaynaklanan efor kaybına dayanan maddi tazminat istemlerinin, kararlarda belirtilen ilkeler çerçevesinde bilirkişi incelemesi yaptırılmak suretiyle hesaplanıp karara bağlandığı görülmektedir (bkz. §§ 20-23).

51. Nitekim Anayasa Mahkemesi de Anayasa'nın 17. maddesinin ihlal edildiği iddiasına ilişkin Osman Konuktar başvurusunda derece mahkemelerince ulaşılan sonucun başvurucunun fiziksel bütünlüğünü korumak bakımından etkisiz kaldığı, ihlalin tespiti ve giderilmesi için devletin etkin yargılama mekanizması kurma ve adil bir şekilde yargılamayı yürütmeye ilişkin pozitif yükümlülüğü açısından Anayasa’nın koruması kapsamındaki hak için öngörülen standartlara uygun bir denge sağlanmadığı sonucuna ulaşmıştır (Osman Konuktar, §§ 36-48).

52. Bu durumda mayın patlaması sonucu yaralanan başvurucunun yerleşik yargısal içtihada dayalı olarak meşru beklenti teşkil ettiğini gösterdiği efor kaybı tazminatı talebinin reddedildiği olayda derece mahkemelerinin davanın reddine ilişkin gerekçelerinin konu ile ilgili ve yeterli olmadığı anlaşılmakla mülkiyet hakkının pozitif yükümlülükleri çerçevesinde etkili ve adil bir karar verme yükümlülüğünün yerine getirilmediği sonucuna varılmıştır.

53. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

3. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

54. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:

 “(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir...

 (2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

55. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hak ve hürriyetin ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural, mümkün olduğunca eski hâle getirmenin, yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle devam eden ihlalin durdurulması, ihlale konu kararın veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan [GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018§ 55).

56. İhlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilmeden önce ihlalin kaynağının belirlenmesi gerekir. Buna göre ihlal; idari eylem ve işlemler, yargısal işlemler veya yasama işlemlerinden kaynaklanabilir. İhlalin kaynağının belirlenmesi uygun giderim yolunun belirlenebilmesi bakımından önem taşımaktadır (Mehmet Doğan, § 57).

57. İhlalin mahkeme kararından kaynaklandığı durumlarda 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası ile Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 79. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca kural olarak ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın bir örneğinin ilgili mahkemeye gönderilmesine hükmedilir (Mehmet Doğan, § 58).

58. Buna göre; Anayasa Mahkemesince ihlalin tespit edildiği hâllerde yargılamanın yenilenmesinin gerekliliği hususundaki takdir derece mahkemelerine değil ihlalin varlığını tespit eden Anayasa Mahkemesine bırakılmıştır. Derece mahkemeleri ise Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında belirttiği doğrultuda ihlalin sonuçlarını gidermek üzere gereken işlemleri yapmakla yükümlüdür (Mehmet Doğan, § 59).

59. Bu bağlamda derece mahkemesinin öncelikle yapması gereken şey, bir temel hak veya özgürlüğü ihlal ettiği veya idari makamlar tarafından bir temel hak veya özgürlüğe yönelik olarak gerçekleştirilen ihlali gideremediği tespit edilen önceki kararını kaldırmaktır. Derece mahkemesi, kararın kaldırılmasından sonraki aşamada ise Anayasa Mahkemesi kararında tespit edilen ihlalin sonuçlarını gidermek için gereken işlemleri yapmak durumundadır (Mehmet Doğan, § 60).

60. Başvurucu maddi ve manevi tazminat talebinde bulunmuştur.

61. Başvurucunun yerleşik yargısal içtihada dayanan meşru beklentisi kapsamında görülen efor kaybı tazminatı talebinin derece mahkemelerince reddedilmiş olması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır. Dolayısıyla somut başvuruda ihlalin mahkeme kararından kaynaklandığı anlaşılmaktadır.

62. Bu durumda mülkiyet hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Buna göre yapılacak yeniden yargılama ise 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu kapsamda derece mahkemelerince yapılması gereken iş, öncelikle ihlale yol açan mahkeme kararının ortadan kaldırılması ve nihayet ihlal sonucuna uygun yeni bir karar verilmesinden ibarettir. Bu sebeple kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere Van 1. İdare Mahkemesine (E.2009/69, K.2009/778) gönderilmesine karar verilmesi gerekir.

63. Yeniden yargılama yapılmasına karar verilmesi mülkiyet hakkının ihlalinin sonuçlarının giderilmesi bakımından yeterli görüldüğünden başvurucunun tazminat taleplerinin reddine karar verilmesi gerekir.

64. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 226,90 TL harç ve 2.475 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.701,90 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Kararın bir örneğinin mülkiyet hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere Van 1. İdare Mahkemesine (E.2009/69, K.2009/778) GÖNDERİLMESİNE,

D. Başvurucunun tazminat taleplerinin REDDİNE,

E. 226,90 TL harç ve 2.475 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.701,90 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,

F. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 12/9/2019 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

FAHRETTİN ÇAKIROĞLU VE SAİME ÇAKIROĞLU BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2016/12574)

 

Karar Tarihi: 25/9/2019

R.G. Tarih ve Sayı: 24/10/2019-30928

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

Başkan

:

Engin YILDIRIM

Üyeler

:

Recep KÖMÜRCÜ

 

 

M.Emin KUZ

 

 

Rıdvan GÜLEÇ

 

 

Yıldız SEFERİNOĞLU

Raportör

:

Heysem KOCAÇİNAR

Başvurucular

:

1. Fahrettin ÇAKIROĞLU

 

 

2. Saime ÇAKIROĞLU

Vekili

:

Av. Özgül BİRİCİK

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, taşınmaz üzerindeki şerhin kapsamı ve miktarı belirlenmeden davanın reddine karar verilmesinin mülkiyet hakkını ihlal ettiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvurular 1/7/2016 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. 2016/12568 numaralı başvuru dosyasının hukuki irtibat nedeniyle 2016/12574 numaralı başvuru dosyası ile birleştirilmesine, incelemenin 2016/12574 numaralı başvuru dosyası üzerinden yürütülmesine ve diğer dosyanın kapatılmasına karar verilmiştir.

6. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

7. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

8. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:

A. Uyuşmazlığın Arka Planı

9. Dosya içinde bulunan tapu kaydına göre 13993 ada 4 parsel sayılı taşınmaz, imar uygulaması sonucunda paylı olarak H.A., İ.K., H.A., H.A. adına kayıtlı iken İzmir 4. Sulh Hukuk Mahkemesinin satış kararı uyarınca yapılan açık artırma sonucunda 21/8/2013 tarihinde başvurucular adına tescil edilmiştir. Taşınmazın tapu kaydının beyanlar hanesinde ''1.419 m² fazlalık hakkında 12/12/1947tarih ve 1071 sayılı tezkere ile defterdarlık ve iskan müdürlüğüne bildirilmiştir'' şerhi bulunmakta olup ihale bedelinin belirlenmesinde bu husus da dikkate alınmıştır.

10. Başvurucular açık artırmayla satın aldıkları 4 sayılı parsel ile satın alma yoluyla edindikleri 1, 2 ve 3 sayılı parselleri tevhit ederek 5 sayılı parseli oluşturmuşlardır.

11. 13993 ada 5 parsel sayılı taşınmaz tapuda arsa ve dört ev vasfıyla 1.971 m²büyüklüğündedir.Bu taşınmazı oluşturan parseller 1989 yılında yapılan imar uygulaması ile imar parseli niteliğini kazanmıştır. 4 sayılı parselin beyanlar hanesindeki ''1.419 m²fazlalık hakkında 12/12/1947 tarih ve 1071 sayılı tezkere ile defterdarlık ve iskan müdürlüğüne bildirilmiştir'' şerhi birleşme sonucunda yeni oluşan 5 sayılı parsele aktarılmıştır.

B. Tapu İptali ve Terkin Davası Süreci

12. Başvurucular 10/1/2014 tarihli dilekçe ile uyuşmazlık konusu 13993 ada 5 parsel sayılı taşınmazın tapu kaydındaki şerhin iptali istemiyle dava açmıştır. Başvurucular dava dilekçesinde, dört adet parselin tevhidinden oluşan parselin üzerindeki şerhin bir dayanağının bulunmadığını ve taşınmazdaki miktar fazlasının tapusuz yerlerden olup bu yerin zilyetlikle kazanma koşullarının gerçekleştiğini belirterek şerhin terkinini talep etmişlerdir.

13. İzmir 7. Asliye Hukuk Mahkemesi 29/5/2014 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesinde, taşınmaza ilişkin kadastro tutanaklarının kesinleştiği tarihten itibaren on yıllık hak düşürücü sürenin geçmesinden dolayı miktar fazlasınınbaşvurucular adına tescili imkânının ortadan kalktığı ve başvurucuların Hazineye ait fazlalığın bedeli karşılığında satılmasına yönelik bir başvurusunun bulunmadığı belirtilmiştir.

14. Bu karar başvurucular tarafından temyiz edilmiş ve Yargıtay 14. Hukuk Dairesi 30/11/2015 tarihinde hükmü onamıştır. Başvurucuların karar düzeltme talebi de 17/5/2016 tarihinde reddedilmiştir.

15. Nihai karar 7/6/2016 tarihinde tebliğ edilmiş ve 1/7/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur.

IV. İLGİLİ HUKUK

A. Kanun Hükümleri

16. 14/6/1934 tarihli ve 2510 sayılı mülga İskan Kanunu’nun 43. maddesi şöyledir:

 “Bu kanun hükümlerine göre muhacirlere, mültecilere, göçebelere, naklolunanlara ve yerlilere dağıtılan yapı ve toprakların temlikine vali ve kaymakamlar salahiyetlidirler. Dağıtış defter veya kararlarının altı vali veya kaymakamlarca tasdik edilmesi, temliktir. Tasdikli defterlerdeki veya kararlardaki miktarlar muteberdir.”

17. 28/6/1966 tarihli ve 766 sayılı mülga Tapulama Kanunu’nun 42. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

 “Değişmez ve genişletilmeye elverişli olmıyan sınırlı tapu kayıtları ile diğer belgelerin muhtevasını tayinde, kayıt ve belgelerde gösterilen sınıra itibar olunur. Özel kanunların kayıt ve belgelerde yazılı miktara itibar edilmesini gözönünde tuttuğu haller saklıdır. Ancak Hazinece özel kanunları hükümlerine göre miktar üzerinden satılan tefviz veya tahsis edilen veya parasız dağıtılan arazide çıkan fazlalık, satış, tefviz, tahsis veya dağıtım tarihinden başlıyarak on yıl geçmiş ise miktarına bakılmadan kayıt sahibi adına tesbit edilir; on yıl geçmemiş ise miktar fazlası hakkında 5618 sayılı Kanunun 2 nci maddesi hükmünün kayıt sahibi lehine uygulanıp uygulanmıyacağı en büyük mülkiye amirinden sorularak alınacak karşılık uyarınca işlem yapılır.''

18. 21/6/1987 tarihli ve 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun ''Kadastro tutanaklarının kesinleşmesi ve hak düşürücü süre'' kenar başlıklı 12. maddesinin üçüncü numaralı fıkrası şöyledir:

 “Bu tutanaklarda belirtilen haklara, sınırlandırma ve tespitlere ait tutanakların kesinleştiği tarihten itibaren on yıl geçtikten sonra, kadastrodan önceki hukuki sebeplere dayanarak itiraz olunamaz ve dava açılamaz.''

19. 3402 sayılı Kanun’un ''Kayıt ve belgelerin kapsamını tayin'' kenar başlıklı 20. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

 “D) Hazinece, özel kanunlar hükümlerine göre değişmez ve genişlemeye müsait olmayan sınırlarla miktar üzerinden satılan, tefviz veya tahsis veya parasız dağıtılan taşınmaz mallarda çıkan fazlalık, taşınmaz malla birlikte satış, tefviz, tahsis ve dağıtım tarihinden itibaren on yıl geçmiş ise, miktarına bakılmaksızın kayıt sahibi adına tespit edilir.

Bu maddede yazılı taşınmaz mallarda meydana gelen fazlalıklar hakında şartlar uygun bulunduğu takdirde, 14 üncü ve 17 nci madde hükümleri uygulanır.''

20. 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun ''Beyanlar'' kenar başlıklı 1012. maddesi şöyledir:

 “Bir taşınmazın eklentileri, malikin istemi üzerine kütükteki beyanlar sütununa yazılır. Bu kaydın terkini, kütükte hak sahibi görünen bütün ilgililerin rızasına bağlıdır.

Taşınmaz mülkiyetine ilişkin kamu hukuku kısıtlamalarının beyanlar sütununa yazılması ve bu sütuna yazılabilecek diğer hususlar Cumhurbaşkanınca çıkarılan yönetmelikle belirlenir.

Özel kanun hükümleri saklıdır.''

21. 17/8/2013 tarihli ve 28738 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanıp yürürlüğe giren Tapu Sicil Tüzüğü'nün (Tüzük) ''Şerhler sütunu'' kenar başlıklı 46. maddesi şöyledir:

 “(1) Kütüğün şerhler sütununa kişisel haklar, tasarruf yetkisini kısıtlayan veya yasaklayan şerhler, geçici tescil şerhleri ile kanunlarda öngörülen diğer hususlar yazılır.''

22. Tüzük'ün ''Beyanlar sütununda belirtme'' kenar başlıklı 52. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:

 “ (1) Kütüğün beyanlar sütununa, mevzuatın yazılmasını öngördüğü hususlar tarih ve yevmiye numarası belirtilerek yazılır.''

B. Yargıtay Kararları

23. Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 18/2/2009 tarihli ve E.2009/14-12, K.2009/79 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:

"Hukuk Genel Kurulunun bozma ilamında da açıklandığı üzere; Dava konusu taşınmazların, 7/1/1934 tarih ve 97 nolu tapu senedine istinaden 26/8/1949 tarihinde tapu malikleri adına tahdit ve tespitinin yapıldığı, kesinleşmesini müteakip, 4/1/1955 tarihinde 101 ada 13 parsel olarak tapuya tescil edildiği, taşınmaza uygulanan ve 1771 sayılı Mübadele ve Tefiz İşlerinin Kati Tasfiyesi İntacı Hakkında Kanun ve 2510 sayılı İskan Kanunlarına göre oluşturulduğu anlaşılan tapu kaydında ileride fazlalık çıkarsa Hazinenindir şerhinin bulunduğu, bu kayda istinaden yapılan kadastro tutanağının mülkiyet tablosu bölümünde' fazlası hazineye aittir 680 m2' şeklinde şerh düşüldüğü ve bu durumun 30/12/1955 tarihinde 1727 sayılı yazı ile Defterdarlık Makamına bildirildiği anlaşılmaktadır.

101 ada, 13 parsel, imar uygulaması sonucu 1128 ada, 9 parsel ile 1129 ada, 1-2-3-4-5 ve 8 parsel sayılı taşınmazlara ifraz edilmiş ve mezkur şerh bu taşınmazların tapu kütüklerinin beyanlar hanesine aynen aktarılmıştır. Davacı bu taşınmazların tümünü 24/7/1992 tarihinde satın alarak iktisap etmiş, ardından 1129 ada, 1-2-3-4-5 ve 8 parsel sayılı taşınmazlar tevhit edilerek 1129 ada, 9 parsel sayılı taşınmaz oluşturulmuş, aynı şekilde miktar fazlalığı şerhi yeni oluşan parsele aktarılmıştır.

Uyuşmazlık; Hak düşürücü süre içerisinde açılmadığı anlaşılan “Hazine fazlalığı şerhinin” terkini davasında, ayrıca 3402 sayılı Kadastro Kanunun 20/D maddesi koşullarının gerçekleşip gerçekleşmediğinin araştırılmasına gerek olup olmadığı noktasında toplanmaktadır.

3402 sayılı Kadastro Kanununun 12.maddesinin 3.fıkrasında öngörülen on yıllık sürenin hak düşürücü süre olduğu konusunda, uygulama ile öğreti arasında tam bir fikir birliği bulunmaktadır. Hak düşürücü süre, doğrudan doğruya hakim tarafından kendiliğinden göz önünde tutulması gereken, davada itiraz olarak başvurulması zorunlu olan ve zamanaşımı gibi kesme ve durma hükümlerine bağlı olmayan, uyulmama halinde hakkın kaybına yol açan, yani, hakkın özünü ortadan kaldıran süredir. Anılan maddede öngörülen süre ile, tapu sicilinin kararlılık kazanması, sicillerin bozulmaması, belli bir süre geçtikten sonra yargı organlarınca bu sicillerin tartışma konusu yapılmaması amaçlanmıştır (Yargıtay İçtihatları Birleştirme Büyük Genel Kurulu’nun 2.4.2004 tarih, 2003/1 E, 2004/1 sayılı kararının gerekçesinden).

Kadastroya da tapulama ile oluşturulmuş tapu sicillerine karşı açılacak davalarda hakkıntürünü,766ve2613sayılıKanunlar ile 3402 sayılı Kanun hükümleri sınırlandırmış değildir. Genel bir tanımlama ile 'Tutanaklarda belirtilen haklara, sınırlandırma ve tespitlere ait tutanakların kesinleştiği tarihten itibaren on yıl geçtikten sonra, kadastrodan önceki hukuki sebeplere dayanılarak itiraz olunamayacağını ve dava açılamayacağını' öngörmüş ve sicile geçmiş olan hakkın türüne olursa olsun on yıl geçtikten sonra dava açılmasına anılan kanunlar izin vermemiştir.

Beyanlar hanesinin, tapu sicilinin kapsamında ve onun bir parçası bulunduğu ve yazılı şerhin hukuksal bir durum, Hazineye tanınan bir 'Hak' olduğu tartışmasızdır(MK.nun 919, 920, 921. maddeleri).

Bilinmektedir ki; 2613 sayılı Kadastro Yasasında on yıllık hak düşürücü süre öngörülmediği için,3402sayılı Kadastro Kanununun geçici 4. maddesinin 3. fıkrası 9/10/1987 tarihinden itibaren bir yıliçerisinde2613sayılıKanunagöre kadastrosu yapılmış taşınmazlar hakkında 'dava açabilme hakkını' tanımıştır. Somut olayda asıl uygulanması gereken hak düşürücü süre 3402 sayılı Kanunun 4/3. maddesinde öngörülen süredir.

Görülmekte olan dava, bir yıllık hak düşürücü süre de geçtikten sonra 02.09.2003 günü açılmıştır.

'Hak düşürücü süre' kamu düzeni ile ilgilidir. Davanın görülebilirlik koşuludur. Hakim doğrudan bu yönü göz önünde tutmak zorundadır. Hak düşürücü süre geçtikten sonra açılan davanın esasını hakim inceleyemez.

Davacı, davasında haklıda olsa, tasfiye amacı güden 3402 sayılı Kanun artık bu hakkın özünü silip ortadankaldırmış, uyuşmazlıkların sonsuzadeğin sürmesini engellemiş, kişilerle Hazine arasında ve toplum içinde kavgasız bir ortamı sağlamak uğruna hakkı feda etmiştir (NusretOzanalp, TapulamaKanunuŞerhi,sahife:240).

Dolayısıyla kadastro tutanağının kesinleştiği tarihten itibaren on yıl ve munzam bir yıllık süreler geçmekle, kadastro tutanağı ve dolayısıyla tapu kütüğü mevcut şekli ile kesinleşeceğinden ve artık kadastrodan önceki hukuki sebeplere dayanılarak itiraz ve dava açma hakkı ortadan kalkacağından, bu gibi nedenlere dayalı olarak şerhin terkininin istenebilmesi olanaklı değildir, tutanak kesinleşmiştir.

TMK.m.841/1,f gereğince; Aksine hüküm yoksa kamu hukukuna ilişkin taşınmaz yükünün tapu kütüğüne tescili gerekli değildir. Aynı kanunun 849/1.maddesindeki; 'taşınmaz maliki değişirse yeni malik başka bir işleme gerek bulunmaksızın taşınmaz yükünün yükümlüsü olur.' hükümleri gereğince önceki tapu kaydında bulunan 'miktar fazlası Hazinenindir' şerhi yeni malik yönünden de bağlayıcı olur. Kanundan doğan bu taşınmaz yükümlülüğü karşısında TMK.m.1023’de açıklanan tapu kütüğüne güven prensibinden söz edilemez.

Öyle ise, mezkur kanunlar uyarınca verilen tapuların miktarları ile geçerli olacağı ve üzerindeki 'miktar fazlalıkları Hazineye aittir' şerhinin 4.1.1955 yılında yapılan kadastro tespiti ile önceki kayıtlara dayalı olarak kadastro tutanağına işlendiği ve 10 yıllık hak düşürücü ve munzam 1 yıllık sürenin fazlası ile geçtiğinin anlaşılmasına göre, artık kayıtlarda mevcut olan bu şerhe itiraz imkanı kalmadığı ve dolayısıyla şerhin geçerli olacağı kuşkusuzdur. Hukuk Genel Kurulunun bu hususlara işaret eden kararı doğru ve yerindedir.''

24. Yargıtay 14. Hukuk Dairesinin 5/3/2009tarihli ve E.2008/11814, K.2009/2776 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:

"Dava, 6 ada 28 parsel kaydındaki “Defterdarlık ve İskan Müdürlüğünün 28.09.1956 tarih 1085 yevmiye numarası ile 5226 m2 çıkan fazlalık Hazineye aittir" şeklindeki belirtmenin terkini istemi ile açılmıştır.

...

10.11.1949 tarihindeki kadastro işlemi sırasında 9821 m2 yüzölçümündeki zeytinli tarla vasıflı dava konusu taşınmaz,21.03.1934 tarih432 numaralı tapu kaydına dayanılarak gerçek kişi adına tahdit edilmiş, bu tahdit 14.06.1956 tarihinde kesinleşmiştir. Dava konusu taşınmaz ile revizyon gören tapu kaydında da aynı belirtmenin yapıldığı ve bu belirtmenin kadastro tutanağına da işaretlendiği anlaşılmaktadır. Eldeki dava, 17.01.2008 tarihinde açılmıştır.

Burada üzerinde durulması gereken sorun, kayıt maliki olan davacının kayıttaki belirtmenin terkini için açacağı davada 3402 sayılı Kadastro Kanununun geçici 4/3. maddesinin uygulanıp uygulanmayacağının açıklığa kavuşturulmasıdır. Gerçekten dava konusu taşınmazın kadastro işlemi 2613 sayılı Kadastro ve Tapu Tahriri Kanununa göre yapılmıştır. Kadastrosu bu kanun hükümleri gözetilerek yapılmış ve tutanakları kesinleşmiş bulunan taşınmazlar için 10 yıllık hak düşürücü süre geçmiş ise tutanaklarda belirtilen haklara sınırlandırma ve tespitlere ait davanın 3402 sayılı KadastRo Kanununun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren bir yıl içinde açılması gerekir. Eldeki uyuşmazlıkta kadastro tutanağı kesinleşmiş, 10 yıllık hak düşürücü süre geçmiş olduğundan davanın3402 sayılı Kadastro Kanununun yürürlük tarihi olan 10.10.1987 tarihinden sonraki bir yıl içinde yani 10.10.1988 tarihine kadar açılmış bulunması zorunludur. Dava ise 17.01.2008 tarihinde açıldığından, davalı Hazine yararına olan belirtmenin kaldırılmasına ilişkin istemin dinlenme olanağı yoktur. Yargıtay Yüksek Hukuk Genel Kurulunun 18.02.2009 tarih ve 2009/14-12/79 sayılı kararı da aynı doğrultudadır.

Diğer taraftan davacı, Hazine’ye ait tarım arazilerinin satışı hakkındaki 4070 Sayılı, tapu fazlalıklarının Hazine’ye ait olduğuna ilişkin tapu kayıtlarında şerh bulunan taşınmaz mallardaki fazlalıkların bedeli karşılığı tapu maliki veya mirasçılarına satılmasına dair 4706 ve 4706 Sayılı Kanunda değişiklik yapan 4916 Sayılı Kanun hükümlerinden yararlanmak üzere başvurulduğunu da ileri sürmemiştir. Hal böyle olunca, mahkemece re’sen gözetilmesi zorunlu hak düşürücü sürenin varlığı nedeniyle davanın reddindeusul ve yasaya aykırılık yoktur.''

25. Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin 17/4/2012 tarihli ve E.2011/13660, K.2012/4408 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:

"Dava, çap kaydındaki “kayıt miktar fazlasının hazineye ait olacağına” dair şerh gereğince tapu iptal ve tescil isteğine ilişkin olup; mahkemece, çekişmeye konu edilen 61 ve 62 parsel sayılı taşınmazlardaki miktar fazlasının, taşınmazların genel yüzölçümlerine isabet eden pay oranında davacı paydaş kılınmak suretiyle davanın kabulüne karar verilmiştir.

Gerçekten de, çekişmeli müfrez parsellerin öncesini teşkil eden 19 parsel sayılı taşınmazın kadastro tutanağında 5543 sayılı Yasa ile yürürlükten kaldırılan 2510 sayılı Yasanın 23. maddesi hükmü uyarınca “miktar fazlalıklarının hazineye ait olacağına” dair şerh verilmek suretiyle tespitinin yapıldığı, ayrıca 19 parselin tespitine 2510 sayılı Yasa gereğince tesis edilen tapu kayıtlarının uygulanarak kadastrosunun gerçekleştirildiği sabittir.

Hemen belirtilmelidir ki, kadastro tespitinin yapıldığı tarihte yürürlükte bulunan Kadastro Yasasında; 3402 sayılı Kadastro Yasasının 12/3 maddesinde öngörülen kadastrodan önceki nedenlere dayalı olarak tutanakta belirtilen haklara, tespitlere ve sınırlandırmalara karşı 10 yıl geçtikten sonra açılacak davaların dinlenmesine olanak bulunmadığına ilişkin bir yasal düzenlemeye yer verilmemiş ise de, 09.10.1987 tarihinde yürürlüğe giren 3402 Sayılı Yasanın geçici 4. maddesinde kadastrodan önceki nedene dayalı olarak dava açılması bakımından 1 yıllık süre öngörülmüştür.

Somut olayda; kadastro tutanağında yer verilen ve sicile yansıtılan miktar fazlası şerhinin terkini konusunda süresinde bir dava açılmadığına göre, şerhin tevlit ettiği hakkın korunması gerekeceği açıktır.

O halde, mahkemece davanın kabul edilmiş olması kural olarak doğrudur. Ancak, mahkemece kadastro sırasında çekişmeli taşınmazların öncesini oluşturan 19 parsel sayılı taşınmaza uygulanan tapu kaydı ve varsa haritası getirtilmemiş ve keşfen yerine tatbik edilmek suretiyle kayıt kapsamı saptanmamış, anılan kaydın çekişme dışı başka parsellere de revizyon görüp görmediği belirlenmemiştir. Anılan işlemlerin gerçekleştirilmemiş olması doğru olmadığı gibi, 19 parsel sayılı taşınmazın yüzölçümünün 17200m² olduğu, oysa kadastro tutanağında uygulanan kayıt miktarının 12 dönüm olarak ifade edildiği gözetildiğinde, 17200 m² yüzölçümünden 6172m²'lik miktar tenkis edildiğinde bakiye kısmın kadastroya uygulanan tapu kaydının yüzölçümünün altına düştüğü, buna göre de davalı tarafa kayıt miktarından az yer bırakıldığı görülmektedir.

Diğer taraftan, kabul tarzı itibariyle de, öncelikle kayıt miktar fazlasının çekişmeli taşınmazlardan ifrazının mümkün olup olmadığı üzerinde durulmaksızın doğrudan hazinenin paydaş kılınması suretiyle neticeye gidilmiş olması da isabetsizdir.''

V. İNCELEME VE GEREKÇE

26. Mahkemenin 25/9/2019 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucuların İddiaları

27. Başvurucular; maliki oldukları 13993 ada 5 parsel sayılı taşınmazın beş parselin birleştirilmesi ile oluştuğunu, parseli oluşturan taşınmazlardan 476m²lik aynı ada 4 parsel sayılı taşınmazı resmî ihale sonucunda satın aldıklarını, bu taşınmaz üzerinde bulunan "1.419 m² Hazineye aittir" şerhinin yeni oluşan 5 sayılı parsele aktarıldığını bildirmişlerdir. Başvurucular dört parselin tevhidiyle oluşan 5 sayılı parselin tapu kaydında yer alan şerhin hukuki değerini yitirdiği dikkate alınmadan, herhangi bir araştırma ve inceleme yapılmadan davanın reddine karar verilmesinden yakınmış; 2013 yılında edindikleri taşınmaz hakkında on yıllık hak düşürücü sürenin uygulanamayacağını belirterek mülkiyet ve adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.

B. Değerlendirme

28. Anayasa’nın "Mülkiyet hakkı" kenar başlıklı 35. maddesi şöyledir:

 “Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.

Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir.

Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz.”

29. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucular, adil yargılanma hakkının da ihlal edildiğini ileri sürmüşler ise de uyuşmazlığa konu taşınmazın tapu kaydın üzerindeki şerhin taşınmaz üzerinde serbestçe tasarrufta bulunma yetkisini kısıtladığı yönündeki iddiaları sebebiyle belirtilen şikâyetin mülkiyet hakkı kapsamında incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

30. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Esas Yönünden

a. Mülkün Varlığı

31. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğinden şikâyet eden bir kimse, önce böyle bir hakkının var olduğunu kanıtlamak zorundadır (Mustafa Ateşoğlu ve diğerleri, B. No: 2013/1178, 5/11/2015, §§ 49-54). Bu nedenle öncelikle başvurucunun Anayasa'nın 35. maddesi uyarınca korunmayı gerektiren mülkiyete ilişkin bir menfaatinin olup olmadığı noktasındaki hukuki durumunun değerlendirilmesi gerekir (Cemile Ünlü, B. No: 2013/382, 16/4/2013, § 26; İhsan Vurucuoğlu, B. No: 2013/539, 16/5/2013, § 31).

32. Somut olayda başvurucular adlarına tapuda kayıtlı taşınmazı üzerindeki Hazine lehine olan şerhi şikâyet konusu etmektedir. Söz konusu taşınmazın tapuda başvurucularadına kayıtlı olduğu anlaşıldığına göre bu taşınmazın başvurucular yönünden mülk teşkil ettiğinde kuşku bulunmamaktadır.

b. Müdahalenin Varlığı ve Türü

33. Anayasa’nın 35. maddesinde bir temel hak olarak güvence altına alınmış olan mülkiyet hakkı kişiye -başkasının hakkına zarar vermemek ve yasaların koyduğu sınırlamalara uymak koşuluyla- sahibi olduğu şeyi dilediği gibi kullanma ve tasarruf etme, onun ürünlerinden yararlanma olanağı verir (Mehmet Akdoğan ve diğerleri, B. No: 2013/817, 19/12/2013, § 32). Dolayısıyla malikin mülkünü kullanma, semerelerinden yararlanma ve mülkü üzerinde tasarruf etme yetkilerinden herhangi birinin sınırlanması mülkiyet hakkına müdahale teşkil eder (Recep Tarhan ve Afife Tarhan, B. No: 2014/1546, 2/2/2017, § 53).

34. Anayasa’nın 35. maddesi ile mülkiyet hakkına temas eden diğer hükümleri birlikte değerlendirildiğinde Anayasa'nın mülkiyet hakkına müdahaleyle ilgili üç kural ihtiva ettiği görülmektedir. Buna göre Anayasa'nın 35. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin mülkiyet hakkına sahip olduğu belirtilmek suretiyle mülkten barışçıl yararlanma hakkına yer verilmiş; ikinci fıkrasında da mülkten barışçıl yararlanma hakkına müdahalenin çerçevesi belirlenmiştir. Maddenin ikinci fıkrasında, genel olarak mülkiyet hakkının hangi koşullarda sınırlanabileceği belirlenerek aynı zamanda mülkten yoksun bırakmanın şartlarının genel çerçevesi de çizilmiştir. Maddenin son fıkrasında ise mülkiyet hakkının kullanımının toplum yararına aykırı olamayacağı kurala bağlanmak suretiyle devletin mülkiyetin kullanımını kontrol etmesine ve düzenlemesine imkân sağlanmıştır. Anayasa'nın diğer bazı maddelerinde de devlet tarafından mülkiyetin kontrolüne imkân tanıyan özel hükümlere yer verilmiştir. Ayrıca belirtmek gerekir ki mülkten yoksun bırakma ve mülkiyetin düzenlenmesi, mülkiyet hakkına müdahalenin özel biçimleridir (Recep Tarhan ve Afife Tarhan, §§ 55-58).

35. Somut olayda başvurucuların taşınmazı üzerine şerhin bu taşınmaz üzerinde serbestçe tasarrufta bulunma yetkisini önemli ölçüde kısıtladığı ve değeri üzerinde de olumsuz bir etkiye yol açtığı kuşkusuzdur. Dolayısıyla söz konusu şerhin konulmasının mülkiyet hakkına müdahale teşkil ettiği açıktır.

36. Bununla birlikte başvuruculara ait taşınmaz üzerindeki Hazine lehine şerh konulması nedeniyle başvurucular bütünüyle mülklerinden yoksun bırakılmış değildir. Ayrıca müdahalenin mülkiyetin kullanımının kontrolü ve düzenlenmesi gibi bir amacı da yoktur. Bu durumda başvurucuların mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin mülkiyetten barışçıl yararlanmaya ilişkin genel kural çerçevesinde incelenmesi gerekir.

c. Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı

37. Anayasa'nın 13. maddesi şöyledir:

"Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz."

38. Anayasa’nın 35. maddesinde mülkiyet hakkı sınırsız bir hak olarak düzenlenmemiş, bu hakkın kamu yararı amacıyla ve kanunla sınırlandırılabileceği öngörülmüştür. Mülkiyet hakkına müdahalede bulunulurken temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasına ilişkin genel ilkeleri düzenleyen Anayasa'nın 13. maddesinin de gözönünde bulundurulması gerekmektedir. Dolayısıyla mülkiyet hakkına yönelik müdahalenin Anayasa'ya uygun olabilmesi için müdahalenin kanuna dayanması, kamu yararı amacı taşıması ve ölçülülük ilkesi gözetilerek yapılması gerekmektedir(Recep Tarhan ve Afife Tarhan, § 62).

i. Kanunilik

39. Mülkiyet hakkına yönelik müdahalelerde ilk incelenmesi gereken ölçüt kanuna dayalı olma ölçütüdür. Bu ölçütün sağlanmadığı tespit edildiğinde diğer ölçütler bakımından inceleme yapılmaksızın mülkiyet hakkının ihlal edildiği sonucuna varılacaktır. Müdahalenin kanuna dayalı olması, iç hukukta müdahaleye ilişkin yeterince ulaşılabilir, belirli ve öngörülebilir kuralların bulunmasını gerektirmektedir (Türkiye İş Bankası A.Ş. [GK], B. No: 2014/6192, 12/11/2014, § 44; Ford Motor Company, B. No: 2014/13518, 26/10/2017, § 49; Necmiye Çiftçi ve diğerleri, B. No: 2013/1301, 30/12/2014, § 55).

40. Somut olayda taşınmaz üzerindeki "1.419 m² fazlalık hakkında 12/12/1947tarih ve 1071 sayılı tezkere ile defterdarlık ve iskan müdürlüğüne bildirilmiştir'' şerhi 2510 sayılı mülga Kanun'un 42. maddesine dayanmaktadır. Yargıtayın istikrarlı içtihatlarında da bu şerhlerin Hazine lehine aynî bir hak oluşturduğu kabul edilmektedir. Dolayısıyla söz konusu kanun hükmünün ulaşılabilir, belirli ve öngörülebilir nitelikte olduğu açık olduğuna göre müdahalenin kanuni bir dayanağı mevcuttur.

ii. Meşru Amaç

41. Anayasa'nın 13. ve 35. maddeleri uyarınca mülkiyet hakkı ancak kamu yararı amacıyla sınırlandırılabilmektedir. Kamu yararı kavramı, mülkiyet hakkının kamu yararının gerektirdiği durumlarda sınırlandırılmasına imkân verdiğinden bir sınırlandırma amacı olmasının yanı sıra mülkiyet hakkının kamu yararı amacı dışında sınırlanamayacağını öngörerek ve bu anlamda bir sınırlama sınırı oluşturarak mülkiyet hakkını etkin bir şekilde korumaktadır. Kamu yararı kavramı, devlet organlarının takdir yetkisini de beraberinde getiren bir kavram olup objektif bir tanıma elverişli olmayan bu ölçütün her somut olay temelinde ayrıca değerlendirilmesi gerekir (bazı farklarla birlikte bkz. Nusrat Külah,B. No: 2013/6151, 21/4/2016, §§ 53, 56; Yunis Ağlar, B. No: 2013/1239, 20/3/2014, §§ 28, 29).

42. Somut olay bakımından 2510 sayılı mülga Kanun uyarınca hak sahiplerine bedelsiz ya da belli bir bedel karşılığında dağıtılan taşınmazlardaki, dağıtım belgesinde yazılı olan miktarı aşan ve esasen dağıtım amacı güdülmeyen taşınmaz parçasının hak sahibi olmayan kişiler adına tescilinin önüne geçilerek Hazineye ve dolayısıyla kamuya ait varlıkların korunmasının amaçlandığı anlaşılmaktadır. Bu nedenle müdahalenin kamu yararına dayalı meşru bir amacının bulunduğu açıktır.

iii. Ölçülülük

 (1) Genel İlkeler

43. Son olarak kamu makamlarınca başvurucunun mülkiyet hakkına yapılan müdahaleyle gerçekleştirilmek istenen amaç ile bu amacı gerçekleştirmek için kullanılan araçlar arasında makul bir ölçülülük ilişkisinin olup olmadığı değerlendirilmelidir.

44. Ölçülülük ilkesi elverişlilikgereklilik ve orantılılık olmak üzere üç alt ilkeden oluşmaktadır. Elverişlilik öngörülen müdahalenin ulaşılmak istenen amacı gerçekleştirmeye elverişli olmasını, gereklilik ulaşılmak istenen amaç bakımından müdahalenin zorunlu olmasını yani aynı amaca daha hafif bir müdahale ile ulaşılmasının mümkün olmamasını, orantılılık ise bireyin hakkına yapılan müdahale ile ulaşılmak istenen amaç arasında makul bir dengenin gözetilmesi gerekliliğini ifade etmektedir (AYM, E.2011/111, K.2012/56, 11/4/2012; E.2014/176, K.2015/53, 27/5/2015; E.2016/13, K.2016/127, 22/6/2016, § 18; Mehmet Akdoğan ve diğerleri, § 38).

45. Orantılılık ilkesi gereği kişilerin mülkiyet hakkının sınırlandırılması hâlinde elde edilmek istenen kamu yararı ile bireyin hakları arasında adil bir dengenin kurulması gerekmektedir. Bu adil denge, başvurucunun şahsi olarak aşırı bir yüke katlandığının tespit edilmesi durumunda bozulmuş olacaktır. Müdahalenin orantılılığı değerlendirilirken bir taraftan ulaşılmak istenen meşru amacın önemi, diğer taraftan da müdahalenin niteliği ile başvurucunun ve kamu otoritelerinin davranışları gözönünde bulundurularak başvurucuya yüklenen külfet dikkate alınacaktır (Arif Güven, B. No: 2014/13966, 15/2/2017, §§ 58, 60; Osman Ukav, B. No: 2014/12501, 6/7/2017, § 71).

46. Anayasa'nın 35. maddesi usule ilişkin açık bir güvenceden söz etmemektedir. Bununla birlikte mülkiyet hakkının gerçek anlamda korunabilmesi bakımından bu madde, Anayasa Mahkemesinin çeşitli kararlarında da ifade edildiği üzere mülk sahibine müdahalenin kanun dışı veya keyfî ya da makul olmayan şekilde uygulandığına ilişkin savunma ve itirazlarını sorumlu makamlar önünde etkin bir biçimde ortaya koyabilme imkânının tanınması güvencesini kapsamaktadır. Bu değerlendirme ise uygulanan sürecin bütününe bakılarak yapılmalıdır (Züliye Öztürk, B. No: 2014/1734, 14/9/2017, § 36; Bekir Yazıcı [GK], B. No: 2013/3044, 17/12/2015, § 71).

47. Mülkiyet hakkının usule ilişkin güvenceleri hem özel kişiler arasındaki mülkiyet uyuşmazlıklarında hem de taraflardan birinin kamu gücü olduğu durumlarda geçerlidir. Bu bağlamda mülkiyet hakkının korunmasının söz konusu olduğu durumlarda usule ilişkin güvencelerin somut olayda yerine getirildiğinden söz edilebilmesi için derece mahkemelerinin kararlarında konu ile ilgili ve yeterli gerekçe bulunmalıdır. Ayrıca belirtmek gerekir ki bu zorunluluk tarafların bütün iddialarına cevap verilmesi anlamına gelmemekle birlikte mülkiyet hakkını ilgilendiren davanın sonucuna etkili esasa ilişkin temel iddia ve itirazların yargılama makamlarınca özenli bir şekilde değerlendirilerek karşılanması gerekmektedir (Kamil Darbaz ve Gmo Yapı Grup End. San. Tic. Ltd. Şti., B. No: 2015/12563, 24/5/2018, § 53).

 (2) İlkelerin Olaya Uygulanması

48. Somut olayda başvurucuya ait taşınmazın tapu kaydının beyanlar hanesinde bulunan şerhin Hazineye ait taşınmazların korunması amacını gerçekleştirmesi bakımından elverişli olduğu açıktır.

49. Öte yandan söz konusu şerh doğrudan doğruya Hazineye taşınmaz üzerinde bir tasarrufta bulunma yetkisi vermemekte ve maliklerin taşınmaz üzerindeki fiilî hâkimiyetini de ortadan kaldırmamaktadır. Dolayısıyla somut olayın koşulları altında maliklerin fiilî kullanımını kısıtlayacak nitelikte bir uygulama yerine Hazinenin bu taşınmaz üzerinde hak sahibi olması ihtimalini gösteren bir beyanın sicile şerh düşülmesi ile yetinildiği dikkate alındığında kullanılan aracın amacın gerçekleştirilmesi için en uygun araç niteliğinde olduğu anlaşıldığından müdahalenin gerekli olmadığı söylenemez.

50. Başvurucuların 4 sayılı parsel üzerindeki şerhin mevcudiyetini bilerek ihale ile taşınmazı satın aldıkları ve sonrasında da kendi parselleri ile tevhit ederek 5 sayılı parseli oluşturdukları ihtilafsızdır. Ancak bu aşamadan sonra şerhin olumsuz etkisini hisseden başvurucular hukuki varlığını kaybettiği iddiasıyla terkini talebinde bulunmuşlardır. Yukarıda değinildiği üzere şerhin varlığının bu taşınmaz üzerinde inşa edilen binadan bağımsız bölüm satın almak isteyen üçüncü kişilerde bir tereddüte neden olacağı ve bunun sonucu olarak başvurucular üzerinde olumsuz bir etki doğuracağı da tartışmasızdır.

51. Başvurucular, taleplerinin mahkemece hak düşürücü süre nedeniyle reddine karar verilmesi üzerine 3402 sayılı Kanun'da öngörülen hak düşürücü sürenin kendilerine uygulanmayacağı ve şerhin hukuki değerini yitirdiği iddiasında bulunmuşlardır.

52. Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuru kapsamında kural olarak şerhin niteliği, hukuki değerini koruyup korumadığı ya da 3402 sayılı Kanun'da öngörülen hak düşürücü sürenin gerçekleşip gerçekleşemediği gibi eşya hukukuna ilişkin olay ve olguları değerlendirme görevi bulunmamaktadır. Bu aşamada belirtmek gerekir ki delillerin değerlendirilmesi ve hukuk kurallarının yorumlanması yetkisi kural olarak -keyfî olmadığı veya açık ve bariz bir takdir hatası içermediği sürece- derece mahkemelerine aittir.

53. Bu kapsamda başvurucuların belirtilen iddialarını dile getiremediklerine yönelik bir şikâyetlerinin olmadığı anlaşılmaktadır.

54. Somut olayda söz konusu şerhin varsa Hazineye ait taşınmazın korunması amacıyla konulduğu açıktır. Gerçekten de böyle bir miktar fazlalığı mevcut ise bunun korunması gerektiği ve hak düşürücü süre geçtikten sonra da bu belirtmeye karşı dava açılamayacağı açıktır. Ancak bunun için öncelikle bir miktar fazlası olup olmadığı belirlenmiş olmalıdır. Bu husus dayanak tapu kaydının 3402 sayılı Kanun'un 20. maddesine göre uygulanmasıyla anlaşılacaktır. Buna karşılık ilk derece mahkemesi 2510 sayılı mülga Kanun hükümleri uyarınca 1947 yılında dağıtıma tabi tutularak bu Kanun'dan yararlanma hakkı bulunan kişiler adına tescil edilen taşınmazın kapsamını belirlememiş, kadastro tutanaklarının kesinleşme tarihi ile dava tarihi arasında geçen süreyi yeterli görerek başkaca bir araştırma ve incelemeye gerek görmeden hak düşürücü süre nedeniyle davayı reddetmiştir. Buna göre dava konusu taşınmaz yönünden Hazineye ait bir miktar fazlası olup olmadığı tespit edilememiştir. Diğer bir deyişle yargılama süreci sonunda kaydın kapsamı tespit edilmemiş olduğundan, böyle bir belirtmenin gerçekten de zeminde Hazine adına bir taşınmaza tekabül edip etmediği ortaya konulamamıştır. Şerhin miktarı ve arazi üzerinde kapsadığı alan saptanmadığından 476 m² alana sahip 4 sayılı parsel üzerindeki 1.419 m²lik miktar fazlasının 5 sayılı parsele olduğu gibi aktarımına cevaz verilmiştir. Başka bir deyişle Hazineye ait 1.419 m²lik miktar fazlasının hangi parseller içinde kaldığı ve başvuruculara ait 5 sayılı parsel üzerinde kapladığı alan ve miktarı saptanarak uyuşmazlığı ortadan kaldıracak şekilde hüküm kurulmamıştır.

55. Dolayısıyla başvurucu bu belirtmenin terkini talebini derece mahkemeleri önünde esas yönünden incelettiremediği gibi Hazinenin de bu belirtmenin kapsadığı yeri tespit edebilmesi mümkün olamamaktadır. Nitekim kaydın kapsadığı yer belirlenemediği için malikin bu yer yönünden bedelini ödeyerek satın alabilmesi de söz konusu olamayacaktır. Bu durumda hak düşürücü sürenin katı bir biçimde uygulanmasıyla şikâyete konu yargı kararıyla ne malikin ne de Hazinenin kaldırabileceği süre giden bir belirtmenin tapu kaydında korunmasına yol açılmıştır. Bunun ise mülkiyet hakkına yapılan müdahale teşkil eden belirtmenin hukuka aykırılığını ileri sürebilme imkânını ortadan kaldırdığı açıktır.

56. Bu durumda kanuni bir dayanağı ve meşru bir amacı bulunmasına rağmen verilen karar sonrasında da kapsadığı alan ve miktarı itibarıyla taşınmaz üzerinde bulunan şerh belirsizliğini korumaya devam etmektedir. Başvurucuların bu belirsizliği gidermek amacıyla başka bir dava açmaları imkânı bulunmadığı gibi Hazineyi böyle bir dava açmaya zorlamaları da mümkün değildir. Dolayısıyla taşınmazı kullanmayı engellemeyen ancak taşınmaz üzerinde hukuki tasarruflarda bulunmayı önemli ölçüde kısıtlayan söz konusu müdahaleyle başvuruculara aşırı bir külfet yüklenmiştir. Bu külfetin sonucu olarak başvurucuların mülkiyet hakları ile kamu yararı arasındaki adil dengenin başvurucular aleyhine bozulduğu saptanmış ve mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin ölçüsüz olduğu kanaatine varılmıştır.

57. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

3. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

58. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:

''(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir...

 (2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

59. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan ([GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018) kararında, ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağının belirlenmesi hususunda genel ilkeler belirlenmiştir.

60. Buna göre bireysel başvuru kapsamında bir temel hak ve hürriyetin ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural, mümkün olduğunca eski hâle getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle devam eden ihlalin durdurulması, ihlale konu kararın veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan, § 55).

61. Anayasa Mahkemesi ihlalin ve sonuçlarının nasıl giderileceğine hükmederken idarenin, yargısal makamların veya yasama organının yerine geçerek işlem tesis edemez. Anayasa Mahkemesi, ihlalin ve sonuçlarının nasıl giderileceğine hükmederek gerekli işlemlerin tesis edilmesi için kararı ilgili mercilere gönderir (Mehmet Doğan, § 56).

62. İhlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilmeden önce ihlalin kaynağının belirlenmesi gerekir. Buna göre ihlal; idari eylem ve işlemler, yargısal işlemler veya yasama işlemlerinden kaynaklanabilir. İhlalin kaynağının belirlenmesi uygun giderim yolunun belirlenebilmesi bakımından önem taşımaktadır (Mehmet Doğan, § 57).

63. Başvurucular, toplam 310.000 TL maddi tazminata ve taşınmaz üzerindeki şerhin terkinine karar verilmesi taleplerinde bulunmuştur.

64. Derece mahkemelerince şerhin miktarı ve kapsadığı alan belirlenmeden davanın hak düşürücü süreden reddi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır. Somut başvuruda bu sebeple ihlalin yargı kararından kaynaklandığı anlaşılmaktadır.

65. Bu durumda ihlalin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Yapılacak yeniden yargılama ise usul hukukunda yer alan benzer kurumlardan farklı ve bireysel başvuruya özgü bir düzenleme içeren 6216 sayılı Kanunun 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu kapsamda yeniden yargılama sürecinde mahkemelerce yapılması gereken iş, öncelikle hak ihlaline yol açan mahkeme kararının ortadan kaldırılmasından ve Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar verilmesinden ibarettir. Bu sebeple kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere ilgili mahkemeye gönderilmesine karar verilmesi gerekir.

66. Buna göre yapılacak yeniden yargılama ise 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu kapsamda derece mahkemelerince yapılması gereken iş, öncelikle ihlale yol açan mahkeme kararının ortadan kaldırılması ve nihayet ihlal sonucuna uygun yeni bir karar verilmesinden ibarettir. Bu sebeple kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere ilgili mahkemelere gönderilmesine karar verilmesi gerekir.

67. Yeniden yargılama yapılmasına karar verilmesi ihlalinin sonuçları bakımından yeterli bir giderim oluşturduğundan başvurucuların tazminat taleplerinin reddine karar verilmesi gerekir.

68. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 479 TL harç ve 2.475 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.954 TL vekâlet ücretinin başvuruculara müştereken ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Kararın bir örneğinin mülkiyet hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere İzmir 7. Asliye Hukuk Mahkemesine (E.2014/17, K.2014/210) GÖNDERİLMESİNE,

D. Başvurucunun tazminat taleplerinin REDDİNE,

E. 479 TL harç ve 2.475 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.954 TL vekâlet ücretinin BAŞVURUCULARA MÜŞTEREKEN ÖDENMESİNE,

F. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 25/9/2019 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

ERCAN TOĞRUL BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2016/71110)

 

Karar Tarihi: 25/9/2019

R.G. Tarih ve Sayı: 22/10/2019-30926

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

Başkan

:

Engin YILDIRIM

Üyeler

:

Recep KÖMÜRCÜ

 

 

M.Emin KUZ

 

 

Rıdvan GÜLEÇ

 

 

Yıldız SEFERİNOĞLU

Raportör

:

Umut FIRTINA

Başvurucu

:

Ercan TOĞRUL

Vekili

:

Av. Engin KOLAT

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, bir ceza soruşturması sırasında uygulanan elkoyma tedbiri nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 22/12/2016 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir.

7. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmamıştır.

III. OLAY VE OLGULAR

8. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:

A. Başvuru Tarihine Kadar Yaşanan Gelişmeler

9. Türkiye 15 Temmuz 2016 gecesi silahlı bir darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmış ve Bakanlar Kurulu tarafından ülke genelinde 21/7/2016 tarihinden itibaren doksan gün süreyle olağanüstü hâl (OHAL) ilan edilmesine karar verilmiştir. Olağanüstü hâl 19/7/2018 tarihinde son bulmuştur. Darbe teşebbüsüne ilişkin süreç, OHAL ilanı, OHAL döneminin gerektirdiği tedbirlere ilişkin detaylı açıklamalar Anayasa Mahkemesinin Aydın Yavuz ve diğerleri ([GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, §§ 12-20, 47-66) kararında yer almaktadır.

10. Başvurucu Kocaeli İl Emniyet Müdürlüğünde emniyet amiri olarak görev yapmakta iken 12/8/2016 tarihinde Kocaeli Valiliğince açığa alınmıştır.

11. Başvurucu, 15 Temmuz 2016 tarihli darbe teşebbüsü sonrasında anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs ve silahlı terör örgütüne üye olma suçlarını işlediği şüphesiyle Kocaeli Cumhuriyet Başsavcılığınca 11/8/2016 tarihinde gözaltına alınmıştır.

12. Başvurucu 1/9/2016 tarihinde anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs ve silahlı terör örgütüne üye olma suçlarından tutuklanması talebiyle sorguya sevk edilmiştir. Yapılan sorgu neticesinde aynı gün Kocaeli 1. Sulh Ceza Hâkimliğince başvurucunun isnat edilen suçlardan tutuklanmasına karar verilmiştir.

13. Başvurucu 1/9/2016 tarihli ve 29818 mükerrer sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan 672 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Kamu Personeline İlişkin Alınan Tedbirlere Dair Kanun Hükmünde Kararname ile meslekten çıkarılmıştır.

14. Kocaeli Cumhuriyet Başsavcılığı 2/9/2016 tarihinde, silahlı terör örgütüne üye olma ile cebir ve şiddet kullanarak anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs suçlarından haklarında soruşturma yürütülen başvurucu dâhil bazı şüphelilerin mal varlığı hakkında elkoyma tedbiri uygulanmasını talep etmiştir.

15. Talebi kabul eden Kocaeli 1. Sulh Ceza Hâkimliğince 5/9/2016 tarihinde, başvurucu ile diğer şüphelilerin taşınmazları, hak ve alacakları ile vadeli ve vadesiz mevduat hesapları, maaşlı çalışanların ise maaş hesaplarına son aldıkları maaşları kadar paranın aylık harcamalar için kullanılmak üzere o ay içerisinde çekilmesine izin verildikten sonra arta kalan tutar üzerine elkoyma tedbiri uygulanmasına karar verilmiştir. Kararda, 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 128. maddesi ile 27/7/2016 tarihli ve 29783 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan 668 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınması Gereken Tedbirler ile Bazı Kurum ve Kuruluşlara Dair Düzenleme Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname'nin (668 sayılı KHK) 3. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (ı) bendi dayanak olarak gösterilmiştir. Hâkimlik ayrıca şüphelilerin maaş hesabının olmaması veya maaş ödemesinin sona ermiş olması hâlinde kendisi ve ailesinin yaşamsal ihtiyaçlarını karşılayabilmesi için varsa bir veya birden fazla banka hesabından aylık toplam tutarı 3.500 TL'yi aşmamak kaydıyla ödeme yapılmasına izin vermiştir.

16. Kararın gerekçesinde, terörle mücadelenin etkin bir biçimde sürdürülebilmesi için bazı ivedi tedbirlerin alınmasının zorunluluğuna işaret edilmiştir. Bu bağlamda Fethullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması'nın (FETÖ/PDY) yurt içinde ve yurt dışında finans kaynağı ve büyük bir mali güce sahip olduğu belirtilerek bu mal varlığıyla terör örgütünün finanse edildiği vurgulanmıştır. Kararda, taşınmaz ve ulaşım araçları yönünden elkoyma tedbirinin uygulanması için 17/9/2016 tarihli ve 29804 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan 671 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Kurum ve Kuruluşlara İlişkin Düzenleme Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname'nin (671 sayılı KHK) 31. maddesine göre kuvvetli suç şüphesinin aranmadığı, diğer mal varlığı unsurları yönünden ise şüpheliler tarafından atılı suçun işlendiğine ve suçtan elde edilmiş olduklarına dair kuvvetli suç şüphesinin mevcut olduğunu gösterir bazı somut delillere rastlanmış olduğu belirtilmiştir. Hâkimliğe göre örgütün daha çözülemeyen karmaşık yapısı, organizasyon beceri ve yapısı dikkate alındığında uygulanan tedbir ölçülülük ilkesine de aykırı değildir.

17. Başvurucu 31/10/2016 tarihinde karara itiraz etmiş, aynı Hâkimlik 14/11/2016 tarihinde aynı gerekçelerle itirazı reddetmiştir.

18. Bu karar başvurucuya 24/11/2016 tarihinde tebliğ edilmiştir.

19. Başvurucu 22/12/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

B. Başvuru Tarihinden Sonra Yaşanan Gelişmeler

20. Kocaeli Cumhuriyet Başsavcılığının 19/1/2017 tarihli iddianamesiyle başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçundan 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun 314. maddesinin (2) numaralı fıkrası ile 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu'nun 5. maddesinin birinci fıkrası uyarınca cezalandırılması talebiyle kamu davası açılmıştır. İddianamede, başvurucunun Bylock kullanmak suretiyle örgütün gizli, kriptolu iletişim ağına dâhil olduğu ve bu örgütle üyeliği, mensubiyeti veya iltisakı yahut irtibatı olduğu gerekçesiyle meslekten çıkarıldığı belirtilmiştir. Başvurucunun evinde yapılan aramada ise herhangi bir suç unsuruna rastlanılmadığı, bununla birlikte elde edilen dijital materyallerin kolluk görevlilerince incelenmekte olduğu açıklanmıştır. Bu açıklamalar çerçevesinde şüphelinin, FETÖ/PDY'nin kuruluş amaçlarını, faaliyet ve eylemlerini benimseyerek gönüllü olarak örgüt hiyerarşisine dahil olmayı tercih ettiği ve bu şekilde örgütle bağ kurarak sürekli, çeşitli ve yoğun faaliyette bulunduğu belirtilmiştir.

21. İddianame dosyanın tevzi edildiği Kocaeli 4. Ağır Ceza Mahkemesince (Mahkeme) kabul edilerek kovuşturmaya başlanmıştır.

22. Mahkeme 7/12/2017 tarihinde başvurucunun üzerine atılı silahlı terör örgütüne üye olma suçunu işlediği gerekçesiyle 5237 sayılı Kanun'un 314. maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca 5 yıl hapis cezası ile cezalandırılmasına, 3713 sayılı Kanun'un 5. maddesinin birinci fıkrası uyarınca cezasının takdiren 1/2 oranında artırılmasına, 5237 sayılı Kanun'un 62. maddesine göre başvurucunun sabıkasız oluşu ve duruşmadaki iyi hâli nedeniyle cezasında 1/6 oranında indirim yapılmasına ve sonuç olarak 6 yıl 3 ay hapis cezası ile mahkûmiyetine karar vermiştir. Mahkeme yurt dışına çıkış yasağı koymuş ve başvurucunun atılı suçtan serbest bırakılmasına karar vermiştir.

23. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:

"sanığın FETÖ/PDY silahlı terör örgütü üyesi ve yöneticilerinin kendi aralarındaki gizli yazışmaları yapmak adına kullandıkları bylock isimli programı ... numaralı hat üzerinden 11/8/2014 tespit tarihi olmak üzere ..., ..., ..., ... imei nolu cihazlar ile kullandığı, dosyada mevcut CBS bylock sorgu sonucunda belirtildiği, Ankara 6. Sulh Ceza Hakimliğinin 2017/4061 D.İş sayılı kararına istinadenAnkara CBS Anayasal Düzene karşı işlenen suçlar soruşturma bürosunca 81 İl Emniyet müdürlüğüne gönderilen internet bağlantı iletişim sorgu sonuçları kapsamında; Kocaeli İl Emniyet Müdürlüğünün 19.9.2017 havale tarihli dosyamıza giren 22119 sayılı yazısı ekinde CD içinde gönderilen veriler incelendiğinde sanığın 11/08/2014 ile 14/6/2015 tarihleri arasında 26069 kez ByLock serverı olan ... ve ... IP nolu karşı IP numarasına bağlantı gerçekleştirdiği, ByLock serveri ile irtibat kuran telefonların imei numaralarının sanıktan ele geçen imeiler ile uyumluluk gösterdiği böylece sanığa ait telefon ile ByLock serverine bağlantı yaptığının sabit olduğu, sanığınFETÖ/PDY silahlı terör örgütü üyesi ve yöneticilerinin kendi aralarındaki gizli yazışmaları yapmak adına kullandıkları bylock isimli programı kullandığı değerlendirilmiş ve sanığın aksi yöndeki savunmalarının suçtan kurtulmaya yönelik beyanlar olduğu kanatiyle bu yöndeki savunmalarına itibar edilmemiştir. Kriptolu haberleşme proğramı olan ByLock uygulamasının münhasıran FETÖ/PDY mensuplarınca kullanıldığı da göz önüne alındığında, sanığın FETÖ/PDYsilahlı terör örgütünün hiyerarşik yapısına dahil olduğu ve sözü edilen terör örgütü ile arasında organik bağ bulunduğu anlaşılmakla sanığın üzerine atılı bulunan suçu işlediğinin sabit olduğu ve cezalandırılması gerektiğine dair kabul ve kanaat oluşmuş, iddianamede her ne kadar sanığın yurt dışına çıkışı, kapatılan dernek ve dersane ile ilgili irtibatını belirtir anlatımlara yer verilmişse de bu hususlar hükme esas alınmamış, sonuç olarakaşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur."

24. Başvurucu karara karşı istinaf talebinde bulunmuş olup istinaf incelemesi hâlen devam etmektedir.

25. Mahkemenin 25/12/2018 tarihli yazısından başvurucunun mal varlığı yönünden uygulanan tedbirin devam ettiği anlaşılmıştır.

IV. İLGİLİ HUKUK

A. Ulusal Hukuk

26. 5237 sayılı Kanun'un 314. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"(1) Bu kısmın dördüncü ve beşinci bölümlerinde yer alan suçları işlemek amacıyla, silahlı örgüt kuran veya yöneten kişi, on yıldan onbeş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.

 (2) Birinci fıkrada tanımlanan örgüte üye olanlara, beş yıldan on yıla kadar hapis cezası verilir. "

27. 3713 sayılı Kanun'un 5. maddesi şöyledir:

"3 ve 4 üncü maddelerde yazılı suçları işleyenler hakkında ilgili kanunlara göre tayin edilecek hapis cezaları veya adlî para cezaları yarı oranında artırılarak hükmolunur. Bu suretle tayin olunacak cezalarda, gerek o fiil için, gerek her nevi ceza için muayyen olan cezanın yukarı sınırı aşılabilir. Ancak, müebbet hapis cezası yerine, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına hükmolunur.

Suçun, örgütün faaliyeti çerçevesinde işlenmiş olması dolayısıyla ilgili maddesinde cezasının artırılması öngörülmüşse; sadece bu madde hükmüne göre cezada artırım yapılır. Ancak, yapılacak artırım, cezanın üçte ikisinden az olamaz. "

28. 5271 sayılı Kanun’un 128. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

 “ (1) Soruşturma veya kovuşturma konusu suçun işlendiğine ve bu suçlardan elde edildiğine dair somut delillere dayanan kuvvetli şüphe sebebi bulunan hallerde, şüpheli veya sanığa ait;

a) Taşınmazlara,

b) Kara, deniz veya hava ulaşım araçlarına,

c) Banka veya diğer malî kurumlardaki her türlü hesaba,

d) Gerçek veya tüzel kişiler nezdindeki her türlü hak ve alacaklara,

e) Kıymetli evraka,

f) Ortağı bulunduğu şirketteki ortaklık paylarına,

g) Kiralık kasa mevcutlarına,

h) Diğer malvarlığı değerlerine,

Elkonulabilir. Somut olarak belirlenen Bu taşınmaz, hak, alacak ve diğer malvarlığı değerlerinin şüpheli veya sanıktan başka bir kişinin zilyetliğinde bulunması halinde dahi, elkoyma işlemi yapılabilir. (Ek cümle: 21/2/2014 – 6526/10 md.) Bu madde kapsamında elkoyma kararı alınabilmesi için ilgisine göre Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu, Sermaye Piyasası Kurulu, Mali Suçları Araştırma Kurulu, Hazine Müsteşarlığı ve Kamu Gözetimi, Muhasebe ve Denetim Standartları Kurumundan, suçtan elde edilen değere ilişkin rapor alınır. Bu rapor en geç üç ay içinde hazırlanır. Özel sebepler zorunlu kıldığında bu süre talep üzerine iki ay daha uzatılabilir.

 (2) Birinci fıkra hükmü;

a) Türk Ceza Kanununda tanımlanan;

18. (Değişik: 2/12/2014-6572/41 md.) Anayasal Düzene ve Bu Düzenin İşleyişine Karşı Suçlar (madde 309, 311, 312, 313, 314, 315, 316),

...

 (3) Taşınmaza elkonulması kararı, tapu kütüğüne şerh verilmek suretiyle icra edilir.

 (4) Kara, deniz ve hava ulaşım araçları hakkında verilen elkoyma kararı, bu araçların kayıtlı bulunduğu sicile şerh verilmek suretiyle icra olunur.

 (5) Banka veya diğer malî kurumlardaki her türlü hesaba elkonulması kararı, teknik iletişim araçlarıyla ilgili banka veya malî kuruma derhâl bildirilerek icra olunur. Söz konusu karar, ilgili banka veya malî kuruma ayrıca tebliğ edilir. Elkoyma kararı alındıktan sonra, hesaplar üzerinde yapılan bu kararı etkisiz kılmaya yönelik işlemler geçersizdir.

...

 (7) Hak ve alacaklara elkoyma kararı, ilgili gerçek veya tüzel kişiye teknik iletişim araçlarıyla derhâl bildirilerek icra olunur. Söz konusu karar, ilgili gerçek veya tüzel kişiye ayrıca tebliğ edilir.

...”

29. 5271 sayılı Kanun'un 267. maddesi şöyledir:

"Hâkim kararları ile kanunun gösterdiği hâllerde, mahkeme kararlarına karşı itiraz yoluna gidilebilir."

30. 5271 sayılı Kanun'un 268. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"(1) Hâkim veya mahkeme kararına karşı itiraz, kanunun ayrıca hüküm koymadığı hâllerde 35 inci maddeye göre ilgililerin kararı öğrendiği günden itibaren yedi gün içinde kararı veren mercie verilecek bir dilekçe veya tutanağa geçirilmek koşulu ile zabıt kâtibine beyanda bulunmak suretiyle yapılır. Tutanakla tespit edilen beyanı ve imzayı mahkeme başkanı veya hâkim onaylar. 263 üncü madde hükmü saklıdır.

 (2) Kararına itiraz edilen hâkim veya mahkeme, itirazı yerinde görürse kararını düzeltir; yerinde görmezse en çok üç gün içinde, itirazı incelemeye yetkili olan mercie gönderir.

 (3) İtirazı incelemeye yetkili merciler aşağıda gösterilmiştir:

a) (Değişik: 18/6/2014-6545/74 md.) Sulh ceza hâkimliği kararlarına yapılan itirazların incelenmesi, o yerde birden fazla sulh ceza hâkimliğinin bulunması hâlinde, numara olarak kendisini izleyen hâkimliğe; son numaralı hâkimlik için bir numaralı hâkimliğe; ağır ceza mahkemesinin bulunmadığı yerlerde tek sulh ceza hâkimliği varsa, yargı çevresinde görev yaptığı ağır ceza mahkemesinin bulunduğu yerdeki sulh ceza hâkimliğine; ağır ceza mahkemesinin bulunduğu yerlerde tek sulh ceza hâkimliği varsa, en yakın ağır ceza mahkemesinin bulunduğu yerdeki sulh ceza hâkimliğine aittir.

..."

31. 668 sayılı KHK'nın 3. maddesinin 1 numaralı fıkrasının ilgili kısımları şöyledir:

"26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun İkinci Kitap Dördüncü Kısım Dördüncü, Beşinci, Altıncı ve Yedinci Bölümünde tanımlanan suçlar, 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu kapsamına giren suçlar ve toplu işlenen suçlar bakımından, olağanüstü halin devamı süresince;

...

 (ı) 5271 sayılı Kanunun 128 inci maddesi uyarınca yapılacak elkoymaya, maddenin birinci fıkrasında belirtilen rapor alınmadan, sulh ceza hâkimliğince karar verilebilir. Gecikmesinde sakınca bulunan hallerde Cumhuriyet savcısı da elkoymaya karar verebilir. Hâkim kararı olmaksızın yapılan elkoyma işlemi, beş gün içinde görevli hâkimin onayına sunulur. Hâkim, kararını elkoymadan itibaren on gün içinde açıklar; aksi halde elkoyma kendiliğinden kalkar.

..."

32. 671 sayılı KHK'nın 31. maddesiyle 3713 sayılı Kanun'a 20. maddesinden sonra gelmek üzere eklenen 20/A maddesi şöyledir:

"Türk Ceza Kanununun İkinci Kitap Dördüncü Kısım Dördüncü, Beşinci, Altıncı ve Yedinci Bölümünde tanımlanan suçlar ve bu Kanun kapsamına giren suçlar nedeniyle gerçek veya tüzel kişiler ile kamu kurum ve kuruluşlarının uğradığı zararların tazmini amacıyla, soruşturma aşamasında Cumhuriyet savcısının talebi üzerine sulh ceza hâkimi, kovuşturma aşamasında mahkeme tarafından, şüpheli veya sanıklara ait taşınmazların veya kara, deniz ya da hava ulaşım araçlarının devir ve temlikini veya bunlarla ilgili hak tesisini önlemek ya da tasarruf yetkisini kısıtlamak için şerh düşülmesine karar verilebilir. Taşınmazlarla ilgili karar tapu kütüğüne; kara, deniz ve hava ulaşım araçlarıyla ilgili karar ise bu araçların kayıtlı bulunduğu sicile şerh verilmek suretiyle icra olunur. Kovuşturmaya yer olmadığına dair kararın kesinleşmesi halinde veya şerhin konulduğu tarihten itibaren bir yıl içinde, şerhin devamı yönünde hukuk mahkemesinden verilmiş ihtiyati haciz veya ihtiyati tedbir kararı ibraz edilmediği takdirde şerh kendiliğinden terkin edilir."

B. Uluslararası Hukuk

33. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne (Sözleşme) ek 1 No.lu Protokol'ün "Mülkiyetin korunması" kenar başlıklı 1. maddesi şöyledir:

"Her gerçek ve tüzel kişinin mal ve mülk dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme hakkı vardır. Bir kimse, ancak kamu yararı sebebiyle ve yasada öngörülen koşullara ve uluslararası hukukun genel ilkelerine uygun olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılabilir.

Yukarıdaki hükümler, devletlerin, mülkiyetin kamu yararına uygun olarak kullanılmasını düzenlemek veya vergilerin ya da başka katkıların veya para cezalarının ödenmesini sağlamak için gerekli gördükleri yasaları uygulama konusunda sahip oldukları hakka halel getirmez."

34. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), suç isnadına bağlı olarak yapılan elkoyma işlemlerini Sözleşme'ye ek 1 No.lu Protokol'ün 1. maddesi kapsamında değerlendirmektedir. AİHM'e göre kamu makamlarınca kişilerin mülküne el konulması mülkiyet hakkına müdahale teşkil etmektedir. AİHM, bu suretle yapılan müdahalenin mülkiyetin kullanılmasının kontrolüne ilişkin üçüncü kural çerçevesinde incelenmesi gerektiği görüşündedir (Raimondo/İtalya, B. No: 12954/87, 22/2/1994, § 27; Andrews/Birleşik Krallık (k.k.), B. No: 49584/99, 26/9/2002; Adamczyk/Polonya (k.k.), B. No: 28551/04, 7/11/2006; JGK Statyba Ltd ve Guselnikovas/Litvanya, B. No: 3330/12, 5/11/2013, § 117). Buna göre elkoyma işlemiyle başvurucu, mülkünden tamamıyla yoksun bırakılmamakta; başvurucunun mülkünden yararlanması veya tasarrufta bulunması geçici olarak sınırlandırılmaktadır. AİHM ayrıca elkoyma işleminin -kimi durumlarda- muhtemel bir müsadere kararının uygulanmasını güvence altına almaya yönelik olarak geçici bir tedbir şeklinde uygulandığına da dikkat çekmektedir (Rafig Aliyev/Azerbaycan, B. No: 45875/06, 6/12/2011, § 118).

35. AİHM, elkoyma yoluyla yapılan müdahalenin öncelikle iç hukukta yeterli bir temelinin olması ve kamu yararına dayalı meşru bir amacı içermesi gerektiğini kabul etmektedir (Ali Esen/Türkiye, B. No: 74522/01, 24/7/2007, § 32). Nitekim Viktor Konovalov/Rusya (B. No: 43626/02, 24/5/2007) kararında, iç hukukta bu konuda bir düzenleme bulunmadığı hâlde el konulan aracın nihai karar beklenmeden satılması suretiyle mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin Sözleşme'ye ek 1 No.lu Protokol'ün 1. maddesi anlamında hukuka dayalı olma gerekliliğini karşılamadığı sonucuna varılmıştır (Viktor Konovalov/Rusya, §§ 38-47). Bununla birlikte AİHM, elkoyma yönünden kamu makamlarının geniş bir takdir yetkisi olduğunu kabul etmektedir (Dzinic/Hırvatistan, B. No: 38359/13, 17/5/2016, § 68). AİHM ayrıca, muhtemel bir müsadere için elkoyma tedbirinin uygulanmasının kamu yararına dayalı olup meşru bir amacı da içerdiğini sıklıkla içtihatlarında belirtmektedir (Borzhonov/Rusya, B. No: 18274/04, 22/1/2009, § 58; East West Alliance Limited/Ukrayna, B. No: 19336/04, 23/1/2014, § 187).

36. AİHM'e göre mülkün kamu yararına kullanılmasının kontrolü kapsamında mülke el konulması hususunda devletlerin geniş bir takdir yetkisi bulunmakla birlikte bu yetkinin tanınması, kişilerin mülkünden geçici süreyle de olsa yoksun bırakılması gibi ağır bir sonuca da yol açmaktadır. Bu nedenle başvurucunun mülkiyet hakkına elkoyma suretiyle yapılan müdahalenin keyfî veya öngörülemez olmaması için usule ilişkin bazı güvenceler öngörülmelidir. AİHM, özellikle elkoyma ve müsadere yoluyla yapılan müdahaleler yönünden verdiği kararlarında keyfî müdahalelerden korunmak amacıyla mülkiyet hakkına müdahale teşkil eden bu önlemlerin kanun dışı veya keyfî ya da makul olmayan şekilde uygulandığına ilişkin savunma ve itirazlarını sorumlu makamlar önünde etkin bir biçimde ortaya koyabilme olanağının kişilere tanınması güvencesinin sağlanması gerektiğini belirtmektedir. Bu değerlendirme ise uygulanan sürecin bütününe bakılarak yapılmalıdır (AGOSI/Birleşik Krallık, B. No: 9118/80, 24/10/1986, § 60; Saccoccia/Avusturya, B. No: 69917/01, 18/12/2008,§ 89; elkoyma ile ilgili kararlar için bkz. Dzinic/Hırvatistan, § 68; Borzhonov/Rusya, §§ 60, 61).

V. İNCELEME VE GEREKÇE

37. Mahkemenin 25/9/2019 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü

38. Başvurucu, mal varlığı hakkında kanuna aykırı olarak elkoyma tedbiri uygulandığından yakınarak Anayasa'nın öngördüğü güvencelere uyulmadanmal varlığı hakkında elkoyma tedbiri uygulanmasına karar verildiğini, bu nedenle özel hayata saygı, etkili başvuru ile mülkiyet haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

39. Bakanlık görüşünde, Hâkimliğin başvurucunun mal varlığına tedbir konulmasına ilişkin kararının geçici nitelikte bir tedbir kararı olduğu, başvurucu tarafından tedbir kararının şartları oluşmadan verildiği düşünülüyorsa tazminat davası açılabileceği,bununla birlikte başvurucunun mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin kanuni, meşru ve orantılı olduğu belirtilmiştir.

B. Değerlendirme

40. İddianın değerlendirilmesinde dayanak alınacak Anayasa’nın 35. maddesi şöyledir:

Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.

Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir.

Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz.”

41. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucu aynı iddialarla özel hayata saygı ve etkili başvuru hakkının da ihlal edildiğini ileri sürmektedir. Ancak başvurucunun mal varlığı hakkında elkoyma tedbirinin uygulanmasına ilişkin şikâyeti esas itibarıyla mülkiyet hakkını ilgilendirdiğinden, başvurucunun söz konusu ihlal iddialarının mülkiyet hakkı bağlamında incelenmesi uygun görülmüştür.

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

42. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir nedeni de bulunmadığı anlaşılan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Esas Yönünden

a. Mülkün Varlığı

43. Başvuruya konu tedbir kararının uygulandığı mal varlığı değerleri yönünden mülkün mevcut olduğunda kuşku bulunmamaktadır.

b. Müdahalenin Varlığı ve Türü

44. Malikin mülkünü kullanma, semerelerinden yararlanma ve mülkü üzerinde tasarruf etme yetkilerinden herhangi birinin sınırlanması, mülkiyet hakkına müdahale teşkil eder (Recep Tarhan ve Afife Tarhan, B. No: 2014/1546, 2/2/2017, § 53). Anayasa Mahkemesi daha önce bir suç isnadına bağlı olarak uygulanan elkoyma tedbirinin, mülkten geçici süreyle de olsa yoksun bırakma sonucuna yol açmasından dolayı mülkiyet hakkına müdahale teşkil ettiğini kabul etmiştir (Hanife Ensaroğlu, B. No: 2014/14195, 20/9/2017, § 52). Somut olayda bir ceza soruşturması sürecinde başvurucunun mal varlığına suçtan elde edildiği şüphesiyle ve muhtemel bir müsadereyi güvence altına almak için el konulmuştur. Bu durumda müdahalenin belirtilen amacı da gözetildiğinde mülkiyetin kamu yararına kullanımının düzenlenmesine ilişkin üçüncü kural çerçevesinde incelenmesi gerekmektedir (benzer yöndeki değerlendirmeler için bkz. Hanife Ensaroğlu, § 52; Onur Tur Uluslararası Nakliyat Ltd. Şti., B. No: 2015/947, 15/11/2018, § 52; Yeter Deri Tekstil Sanayi ve Ticaret A.Ş., B. No: 2015/8867, 21/2/2019, § 55).

c. Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı

45. Anayasa’nın 13. maddesi şöyledir:

 “Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.”

46. Anayasa’nın 13. ve 35. maddeleri uyarınca mülkiyet hakkına yönelik müdahalenin Anayasa'ya uygun olabilmesi için müdahalenin kanuna dayanması, kamu yararı amacı taşıması ve ölçülülük ilkesi gözetilerek yapılması gerekmektedir(Recep Tarhan ve Afife Tarhan, § 62).

i. Kanunilik

47. Mülkiyet hakkına yönelik müdahalelerde ilk incelenmesi gereken ölçüt kanuna dayalı olma ölçütüdür. Bu ölçütün sağlanmadığı tespit edildiğinde diğer ölçütler bakımından inceleme yapılmaksızın mülkiyet hakkının ihlal edildiği sonucuna varılacaktır. Müdahalenin kanuna dayalı olması, müdahaleye ilişkin yeterince ulaşılabilir, belirli ve öngörülebilir kanun hükümlerinin bulunmasını gerektirmektedir (Türkiye İş Bankası A.Ş. [GK], B. No: 2014/6192, 12/11/2014, § 44; Ford Motor Company, B. No: 2014/13518, 26/10/2017, § 49; Necmiye Çiftçi ve diğerleri, B. No: 2013/1301, 30/12/2014, § 55).

48. Somut olayda başvurucunun mal varlığına ilişkin olarak 5271 sayılı Kanun'un 128. maddesi ve 668 sayılı KHK'nın 3. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (ı) bendi hükümlerine göre elkoyma tedbiri uygulanmıştır. Bununla birlikte başvurucunun cezalandırılması talebiyle açılan davada yapılan yargılama neticesinde Ağır Ceza Mahkemesince verilen mahkûmiyete ilişkin kararda, elkonulan mal varlığı değerleri ile ilgili herhangi bir hükme yer verilmemiştir. Ancak Mahkeme tedbirin devam ettiğini bildirmiştir. Başvurucunun elkoyma kararına karşı yaptığı itirazın ise yine elkoyma kararını veren merci tarafından incelenerek reddedildiği görülmüştür. Tedbirin konulması ile ilgili kanuni bir dayanağın mevcut olduğu tespit edilmekle birlikte tedbirin devamı ve tedbire itiraz sürecine ilişkin belirtilen meseleler müdahalenin ölçülülüğü bağlamında incelenerek sonuca varılacaktır.

ii. Meşru Amaç

49. Elkoyma tedbirinin uygulanmasının, suçla mücadele çerçevesinde yeni suçların işlenmesinin önlenmesi, caydırıcılığın sağlanması ve muhtemel bir müsaderenin güvence altına alınması gibi kamu yararına dayalı meşru bir amacının bulunduğu açıktır (benzer yöndeki değerlendirmeler için bkz. Yeter Deri Tekstil Sanayi ve Ticaret A.Ş., § 61).

iii. Ölçülülük

 (1) Genel İlkeler

50. Ölçülülük ilkesi elverişlilikgereklilik ve orantılılık olmak üzere üç alt ilkeden oluşmaktadır. Elverişlilik öngörülen müdahalenin ulaşılmak istenen amacı gerçekleştirmeye elverişli olmasını, gereklilik ulaşılmak istenen amaç bakımından müdahalenin zorunlu olmasını yani aynı amaca daha hafif bir müdahale ile ulaşılmasının mümkün olmamasını, orantılılık ise bireyin hakkına yapılan müdahale ile ulaşılmak istenen amaç arasında makul bir dengenin gözetilmesi gerekliliğini ifade etmektedir (AYM, E.2011/111, K.2012/56, 11/4/2012; E.2014/176, K.2015/53, 27/5/2015; E.2016/13, K.2016/127, 22/6/2016, § 18; Mehmet Akdoğan ve diğerleri, B. No: 2013/817, 19/12/2013, § 38).

51. Orantılılık ilkesi gereği kişilerin mülkiyet hakkının sınırlandırılması hâlinde elde edilmek istenen kamu yararı ile bireyin hakları arasında adil bir dengenin kurulması gerekmektedir. Bu adil denge, başvurucunun şahsi olarak aşırı bir yüke katlandığının tespit edilmesi durumunda bozulmuş olacaktır. Anayasa Mahkemesi müdahalenin orantılılığını değerlendirirken bir taraftan ulaşılmak istenen meşru amacın önemini, diğer taraftan da müdahalenin niteliğini, başvurucunun ve kamu otoritelerinin davranışlarını gözönünde bulundurarak başvurucuya yüklenen külfeti dikkate alacaktır (benzer yöndeki değerlendirmeler için bkz. Arif Güven, B. No: 2014/13966, 15/2/2017, §§ 58, 60).

52. Anayasa'nın 35. maddesi usule ilişkin açık bir güvenceden söz etmemektedir. Bununla birlikte mülkiyet hakkının gerçek anlamda korunabilmesi bakımından bu madde Anayasa Mahkemesinin çeşitli kararlarında da ifade edildiği üzere mülk sahibine müdahalenin kanun dışı veya keyfî ya da makul olmayan şekilde uygulandığına ilişkin savunma ve itirazlarını sorumlu makamlar önünde etkin bir biçimde ortaya koyabilme olanağının tanınması güvencesini kapsamaktadır. Bu değerlendirme ise uygulanan sürecin bütününe bakılarak yapılmalıdır (başvurucuya diğer unsurlar yanında ayrıca etkin bir savunma hakkı tanındığından müdahalenin ölçülü görüldüğü kararlar için bkz. Eyyüp Baran, B. No: 2014/8060, 29/9/2016, §§ 75-95; Fatma Çavuşoğlu ve Bilal Çavuşoğlu, B. No: 2014/5167, 28/9/2016, §§ 74-89. Buna karşılık aynı koşulun yargılama sürecinde sağlanamaması nedeniyle müdahalenin ölçüsüz görüldüğü kararlar için bkz. Mahmut Üçüncü, B. No: 2014/1017, 13/7/2016, §§ 79-102; Arif Güven, §§ 57-72).

53. Ayrıca mülkiyet hakkına müdahaleye yol açan tedbirlerin keyfî veya öngörülemez biçimde uygulanmaması gerekmektedir. Aksi takdirde mülkiyet hakkının etkin bir biçimde korunması mümkün olmaz. Bu sebeple kamu makamlarınca başvurucunun eylemi ile tedbire yol açan kanuna aykırılık arasında bağlantı olduğunu gösteren makul bir değerlendirme yapılmalıdır. Bu bağlamda elkoyma veya müsadere gibi tedbirler yoluyla mülkiyet hakkına yapılan müdahalelerin bireyin menfaatleri ile kamunun yararı arasında olması gereken adil dengeyi bozmaması için suça veya kabahate konu eşyanın malikinin davranışı ile kanunun ihlali arasında uygun bir illiyet bağının olması ve iyi niyetli eşya malikine eşyasını -tehlikeli olmaması kaydıyla- geri kazanabilme olanağının tanınması veya iyi niyetli malikin bu nedenle oluşan zararının tazmin edilmesi gerekmektedir (Bekir Yazıcı, §§ 31-80; Hanife Ensaroğlu, § 66; Hamdi Akın İpek, § 115).

 (2) İlkelerin Olaya Uygulanması

54. Somut olayda öncelikle mülkiyet hakkının korunmasının gerektirdiği usule ilişkin güvencelerin sağlanıp sağlanmadığı belirlenmelidir.

55. Başvurucunun mal varlığı değerlerine Kocaeli 1. Sulh Ceza Hâkimliğince elkoyma tedbiri uygulanmış, başvurucunun karara karşı yaptığı itiraz ise yine aynı Hâkimlikçe değerlendirilerek reddedilmiştir. Hâlbuki 5271 sayılı Kanun'un 267. ve 268. maddelerine göre kararına itiraz edilen Sulh Ceza Hâkimliğinin itirazı yerine görmemesi durumunda en çok üç gün içinde, itirazı incelemeye yetkili olan merciye göndereceği hüküm altına alınmıştır. İtiraz mercii ise 263. maddenin (3) numaralı fıkrasına göre o yerde birden fazla sulh ceza hâkimliğinin bulunması hâlinde, numara olarak kendisini izleyen Hâkimlik olarak düzenlenmiştir. Buna karşın somut olayda başvurucunun elkoyma tedbirine karşı yaptığı itirazın incelenmek üzere Kanunda öngörülen mercie gönderilmediği görülmektedir. Böylelikle başvurucunun, kanun ile tanınan bir hukuk yolu önünde söz konusu elkoyma kararının keyfî veya hukuka aykırı olduğunu ileri sürebilme imkânından yoksun bırakıldığı açıktır.

56. Diğer taraftan silahlı terör örgütüne üye olma suçundan yürütülen bir ceza soruşturmasında muhtemel bir müsaderenin güvence altına alınması çerçevesinde elkoyma tedbirinin kanuna dayalı olarak uygulanması kamu makamlarının takdirindedir. Bununla birlikte olayda başvurucunun atılı suçtan cezalandırılmasına karar veren Mahkeme el konulan mal varlığı değerlerinin müsaderesi yönünde bir hüküm tesis etmemiştir. Mahkeme böyle bir hüküm tesis etmediği gibi söz konusu mal varlığı değerlerine yönelik tedbirin devamı veya sona erdiği yönünde de bir karar vermemiş ve Anayasa Mahkemesinetedbirin devam ettiğini bildirmiştir.

57. Dolayısıyla soruşturma ve kovuşturma sürecine bir bütün olarak bakıldığında müsadere yönünde bir hüküm verilmediği hâlde elkoyma tedbirinin devamına niçin gerek duyulduğu anlaşılamamıştır. Mahkeme tedbirin devamının gerekçesini ve kanuni dayanağını da göstermemiştir.

58. Bu bağlamda 671 sayılı KHK'nın 31. maddesindeki düzenlemeye de dikkati çekmek gerekir. Bu madde ile başvurucunun üzerine atılı suç gibi bazı suçlar nedeniyle gerçek veya tüzel kişiler ile kamu kurum ve kuruluşlarının uğradığı zararların tazmini için elkoyma tedbirinin uygulanabileceği, ancak şerhin konulduğu tarihten itibaren bir yıl içinde, şerhin devamı yönünde hukuk mahkemesinden verilmiş ihtiyati haciz veya ihtiyati tedbir kararı ibraz edilmediği takdirde şerhin kendiliğinden terkin edileceği hüküm altına alınmıştır. Mahkeme bu hükmün olayda uygulanabilir olup olmadığı yönünde de herhangi bir değerlendirme yapmamıştır.

59. Sonuç olarak başvurucunun hakkında yürütülen ceza soruşturmasında mal varlığı değerleri yönünden uygulanan tedbire ilişkin olarak kanunda öngörülen itiraz sürecinin işletilmediği, müsadere kararı verilmediği hâlde tedbirin fiilen devam ettirildiği, tedbirin devamı ile ilgili olarak bir karar verilmediği gibi konu ile ilgili ve yeterli bir gerekçenin de gösterilmediği anlaşılmaktadır. Dolayısıyla başvurucunun mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin kanun dışı veya keyfî ya da makul olmayan şekilde uygulandığına ilişkin savunma ve itirazlarını sorumlu makamlar önünde etkin bir biçimde ortaya koyabilme olanağının tanınmadığı ve mülkiyet hakkının gerektirdiği usule ilişkin güvencelerin sağlanmadığı kanaatine varılmıştır. Bu durumda elkoyma suretiyle yapılan müdahalenin kamu yararı amacı ile başvurucunun mülkiyet hakkının korunmasının gereklilikleri arasındaki adil denge başvurucu aleyhine bozulmuştur. Başvurucunun mülkiyet hakkına yapılan müdahale ölçüsüzdür.

60. Açıklanan gerekçelerle başvurucunun Anayasa'nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

61. Bununla birlikte anılan tedbirin olağanüstü dönemlerde temel hak ve özgürlüklerin kullanımının durdurulmasını ve sınırlandırılmasını düzenleyen Anayasa'nın 15. maddesi kapsamında meşru olup olmadığının incelenmesi gerekir.

d. Anayasa'nın 15. Maddesi Yönünden

62. Anayasa'nın 15. maddesine göre savaş, seferberlik, sıkıyönetim veya olağanüstü hâllerde temel hak ve özgürlüklerin kullanılmasının kısmen veya tamamen durdurulabilmesi ve bunlar için Anayasa'nın diğer maddelerinde öngörülen güvencelere aykırı tedbirler alınabilmesi mümkündür. Ancak Anayasa'nın 15. maddesi, bu hususta kamu otoritelerine sınırsız bir yetki tanımamaktadır. Anayasa'nın diğer maddelerinde öngörülen güvencelere aykırı tedbirlerin Anayasa'nın 15. maddesinin ikinci fıkrasında sayılan hak ve özgürlüklere dokunmaması, milletlerarası hukuktan doğan yükümlülüklere aykırı bulunmaması ve durumun gerektirdiği ölçüde olması gerekir. Anayasa Mahkemesince Anayasa'nın 15. maddesine göre yapılacak inceleme bu ölçütlerle sınırlı olacaktır. Mahkeme bu incelemenin usul ve esaslarını ortaya koymuştur (Aydın Yavuz ve diğerleri, §§ 192-211, 344).

63. Mülkiyet hakkı savaş, seferberlik, sıkıyönetim ve olağanüstü hâl gibi olağanüstü yönetim usullerinin benimsendiği dönemlerde Anayasa'nın 15. maddesinin ikinci fıkrasında yer alan dokunulması yasaklanan çekirdek haklar arasında değildir. Dolayısıyla bu özgürlükler yönünden olağanüstü hâllerde Anayasa'daki güvencelere aykırı tedbirler alınması mümkündür.

64. Bu kapsamda elkoyma tedbirine karşı başvurucuya etkin bir biçimde itiraz edebilme olanağının tanınmadığı tespit edilerek müdahalenin ölçüsüz olduğu sonucuna varılmıştır. Olağanüstü dönemde söz konusu tedbire yönelik itiraz süreçlerini düzenleyen kanun hükümlerini kaldıran veya değiştiren herhangi bir düzenleme yapılmadığı anlaşıldığından müdahalenin durumun gerektirdiği ölçüde olduğu söylenemez.

65. Bu itibarla olağanüstü hâl döneminde temel hak ve özgürlüklerin kullanımının durdurulmasını ve sınırlandırılmasını düzenleyen Anayasa'nın 15. maddesinin, başvurucunun mülkiyet hakkına yönelik Anayasa'nın 13. ve 35. maddelerinde belirtilen güvencelere aykırı bu müdahaleyi meşru kılmadığı değerlendirilmiştir.

66. Açıklanan gerekçelerle -Anayasa'nın 15. maddesiyle birlikte değerlendirildiğinde de- başvurucunun Anayasa'nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

3. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

67. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:

 “(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir...

 (2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

68. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hak ve hürriyetin ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural, mümkün olduğunca eski hâle getirmenin, yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle devam eden ihlalin durdurulması, ihlale konu kararın veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan [GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018§ 55).

69. İhlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilmeden önce ihlalin kaynağının belirlenmesi gerekir. Buna göre ihlal; idari eylem ve işlemler, yargısal işlemler veya yasama işlemlerinden kaynaklanabilir. İhlalin kaynağının belirlenmesi uygun giderim yolunun belirlenebilmesi bakımından önem taşımaktadır (Mehmet Doğan, § 57).

70. İhlalin mahkeme kararından kaynaklandığı durumlarda 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası ile Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 79. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca kural olarak ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın bir örneğinin ilgili mahkemeye gönderilmesine hükmedilir (Mehmet Doğan, § 58).

71. Buna göre Anayasa Mahkemesince ihlalin tespit edildiği hâllerde yargılamanın yenilenmesinin gerekliliği hususundaki takdir derece mahkemelerine değil ihlalin varlığını tespit eden Anayasa Mahkemesine bırakılmıştır. Derece mahkemeleri ise Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında belirttiği doğrultuda ihlalin sonuçlarını gidermek üzere gereken işlemleri yapmakla yükümlüdür (Mehmet Doğan, § 59).

72. Başvurucu, ihlalin tespiti ile manevi tazminata hükmedilmesi talebinde bulunmuştur.

73. Başvurucunun mülkiyet hakkının korunmasının gerektirdiği usule ilişkin güvencelerin yargı organlarınca sağlanmaması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır. Dolayısıyla somut başvuruda ihlalin mahkeme kararından kaynaklandığı anlaşılmaktadır.

74. Bu durumda ihlalin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Yapılacak yeniden yargılama ise usul hukukunda yer alan benzer kurumlardan farklı ve bireysel başvuruya özgü bir düzenleme içeren 6216 sayılı Kanunun 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu kapsamda yeniden yargılama sürecinde mahkemelerce yapılması gereken iş, öncelikle hak ihlaline yol açan mahkeme kararının ortadan kaldırılmasından ve Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar verilmesinden ibarettir. Bu sebeple kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere ilgili mahkemeye gönderilmesine karar verilmesi gerekir.

75. Diğer taraftan özellikle itiraz sürecinin usulüne uygun işletilmemesi nedeniyle yol açılan ihlalin bütün sonuçlarının giderilebilmesi için eski hâle iade kuralı gereğinceuğradığı manevi zararları karşılığında başvurucuya net 5.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.

76. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 239,50 TL harç ve 2.475 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.714,50 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Kararın bir örneğinin mülkiyet hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için Kocaeli 4. Ağır Ceza Mahkemesine (E.2017/159) GÖNDERİLMESİNE,

D. Başvurucuya net 5.000 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE, tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,

E. 239,50 TL harç ve 2.475 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.714,50 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,

F. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 25/9/2019 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

FAHRETTİN ÇAKIROĞLU VE SAİME ÇAKIROĞLU BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2016/12574)

 

Karar Tarihi: 25/9/2019

R.G. Tarih ve Sayı: 24/10/2019-30928

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

Başkan

:

Engin YILDIRIM

Üyeler

:

Recep KÖMÜRCÜ

 

 

M.Emin KUZ

 

 

Rıdvan GÜLEÇ

 

 

Yıldız SEFERİNOĞLU

Raportör

:

Heysem KOCAÇİNAR

Başvurucular

:

1. Fahrettin ÇAKIROĞLU

 

 

2. Saime ÇAKIROĞLU

Vekili

:

Av. Özgül BİRİCİK

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, taşınmaz üzerindeki şerhin kapsamı ve miktarı belirlenmeden davanın reddine karar verilmesinin mülkiyet hakkını ihlal ettiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvurular 1/7/2016 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. 2016/12568 numaralı başvuru dosyasının hukuki irtibat nedeniyle 2016/12574 numaralı başvuru dosyası ile birleştirilmesine, incelemenin 2016/12574 numaralı başvuru dosyası üzerinden yürütülmesine ve diğer dosyanın kapatılmasına karar verilmiştir.

6. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

7. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

8. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:

A. Uyuşmazlığın Arka Planı

9. Dosya içinde bulunan tapu kaydına göre 13993 ada 4 parsel sayılı taşınmaz, imar uygulaması sonucunda paylı olarak H.A., İ.K., H.A., H.A. adına kayıtlı iken İzmir 4. Sulh Hukuk Mahkemesinin satış kararı uyarınca yapılan açık artırma sonucunda 21/8/2013 tarihinde başvurucular adına tescil edilmiştir. Taşınmazın tapu kaydının beyanlar hanesinde ''1.419 m² fazlalık hakkında 12/12/1947tarih ve 1071 sayılı tezkere ile defterdarlık ve iskan müdürlüğüne bildirilmiştir'' şerhi bulunmakta olup ihale bedelinin belirlenmesinde bu husus da dikkate alınmıştır.

10. Başvurucular açık artırmayla satın aldıkları 4 sayılı parsel ile satın alma yoluyla edindikleri 1, 2 ve 3 sayılı parselleri tevhit ederek 5 sayılı parseli oluşturmuşlardır.

11. 13993 ada 5 parsel sayılı taşınmaz tapuda arsa ve dört ev vasfıyla 1.971 m²büyüklüğündedir.Bu taşınmazı oluşturan parseller 1989 yılında yapılan imar uygulaması ile imar parseli niteliğini kazanmıştır. 4 sayılı parselin beyanlar hanesindeki ''1.419 m²fazlalık hakkında 12/12/1947 tarih ve 1071 sayılı tezkere ile defterdarlık ve iskan müdürlüğüne bildirilmiştir'' şerhi birleşme sonucunda yeni oluşan 5 sayılı parsele aktarılmıştır.

B. Tapu İptali ve Terkin Davası Süreci

12. Başvurucular 10/1/2014 tarihli dilekçe ile uyuşmazlık konusu 13993 ada 5 parsel sayılı taşınmazın tapu kaydındaki şerhin iptali istemiyle dava açmıştır. Başvurucular dava dilekçesinde, dört adet parselin tevhidinden oluşan parselin üzerindeki şerhin bir dayanağının bulunmadığını ve taşınmazdaki miktar fazlasının tapusuz yerlerden olup bu yerin zilyetlikle kazanma koşullarının gerçekleştiğini belirterek şerhin terkinini talep etmişlerdir.

13. İzmir 7. Asliye Hukuk Mahkemesi 29/5/2014 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesinde, taşınmaza ilişkin kadastro tutanaklarının kesinleştiği tarihten itibaren on yıllık hak düşürücü sürenin geçmesinden dolayı miktar fazlasınınbaşvurucular adına tescili imkânının ortadan kalktığı ve başvurucuların Hazineye ait fazlalığın bedeli karşılığında satılmasına yönelik bir başvurusunun bulunmadığı belirtilmiştir.

14. Bu karar başvurucular tarafından temyiz edilmiş ve Yargıtay 14. Hukuk Dairesi 30/11/2015 tarihinde hükmü onamıştır. Başvurucuların karar düzeltme talebi de 17/5/2016 tarihinde reddedilmiştir.

15. Nihai karar 7/6/2016 tarihinde tebliğ edilmiş ve 1/7/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur.

IV. İLGİLİ HUKUK

A. Kanun Hükümleri

16. 14/6/1934 tarihli ve 2510 sayılı mülga İskan Kanunu’nun 43. maddesi şöyledir:

 “Bu kanun hükümlerine göre muhacirlere, mültecilere, göçebelere, naklolunanlara ve yerlilere dağıtılan yapı ve toprakların temlikine vali ve kaymakamlar salahiyetlidirler. Dağıtış defter veya kararlarının altı vali veya kaymakamlarca tasdik edilmesi, temliktir. Tasdikli defterlerdeki veya kararlardaki miktarlar muteberdir.”

17. 28/6/1966 tarihli ve 766 sayılı mülga Tapulama Kanunu’nun 42. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

 “Değişmez ve genişletilmeye elverişli olmıyan sınırlı tapu kayıtları ile diğer belgelerin muhtevasını tayinde, kayıt ve belgelerde gösterilen sınıra itibar olunur. Özel kanunların kayıt ve belgelerde yazılı miktara itibar edilmesini gözönünde tuttuğu haller saklıdır. Ancak Hazinece özel kanunları hükümlerine göre miktar üzerinden satılan tefviz veya tahsis edilen veya parasız dağıtılan arazide çıkan fazlalık, satış, tefviz, tahsis veya dağıtım tarihinden başlıyarak on yıl geçmiş ise miktarına bakılmadan kayıt sahibi adına tesbit edilir; on yıl geçmemiş ise miktar fazlası hakkında 5618 sayılı Kanunun 2 nci maddesi hükmünün kayıt sahibi lehine uygulanıp uygulanmıyacağı en büyük mülkiye amirinden sorularak alınacak karşılık uyarınca işlem yapılır.''

18. 21/6/1987 tarihli ve 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun ''Kadastro tutanaklarının kesinleşmesi ve hak düşürücü süre'' kenar başlıklı 12. maddesinin üçüncü numaralı fıkrası şöyledir:

 “Bu tutanaklarda belirtilen haklara, sınırlandırma ve tespitlere ait tutanakların kesinleştiği tarihten itibaren on yıl geçtikten sonra, kadastrodan önceki hukuki sebeplere dayanarak itiraz olunamaz ve dava açılamaz.''

19. 3402 sayılı Kanun’un ''Kayıt ve belgelerin kapsamını tayin'' kenar başlıklı 20. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

 “D) Hazinece, özel kanunlar hükümlerine göre değişmez ve genişlemeye müsait olmayan sınırlarla miktar üzerinden satılan, tefviz veya tahsis veya parasız dağıtılan taşınmaz mallarda çıkan fazlalık, taşınmaz malla birlikte satış, tefviz, tahsis ve dağıtım tarihinden itibaren on yıl geçmiş ise, miktarına bakılmaksızın kayıt sahibi adına tespit edilir.

Bu maddede yazılı taşınmaz mallarda meydana gelen fazlalıklar hakında şartlar uygun bulunduğu takdirde, 14 üncü ve 17 nci madde hükümleri uygulanır.''

20. 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun ''Beyanlar'' kenar başlıklı 1012. maddesi şöyledir:

 “Bir taşınmazın eklentileri, malikin istemi üzerine kütükteki beyanlar sütununa yazılır. Bu kaydın terkini, kütükte hak sahibi görünen bütün ilgililerin rızasına bağlıdır.

Taşınmaz mülkiyetine ilişkin kamu hukuku kısıtlamalarının beyanlar sütununa yazılması ve bu sütuna yazılabilecek diğer hususlar Cumhurbaşkanınca çıkarılan yönetmelikle belirlenir.

Özel kanun hükümleri saklıdır.''

21. 17/8/2013 tarihli ve 28738 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanıp yürürlüğe giren Tapu Sicil Tüzüğü'nün (Tüzük) ''Şerhler sütunu'' kenar başlıklı 46. maddesi şöyledir:

 “(1) Kütüğün şerhler sütununa kişisel haklar, tasarruf yetkisini kısıtlayan veya yasaklayan şerhler, geçici tescil şerhleri ile kanunlarda öngörülen diğer hususlar yazılır.''

22. Tüzük'ün ''Beyanlar sütununda belirtme'' kenar başlıklı 52. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:

 “ (1) Kütüğün beyanlar sütununa, mevzuatın yazılmasını öngördüğü hususlar tarih ve yevmiye numarası belirtilerek yazılır.''

B. Yargıtay Kararları

23. Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 18/2/2009 tarihli ve E.2009/14-12, K.2009/79 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:

"Hukuk Genel Kurulunun bozma ilamında da açıklandığı üzere; Dava konusu taşınmazların, 7/1/1934 tarih ve 97 nolu tapu senedine istinaden 26/8/1949 tarihinde tapu malikleri adına tahdit ve tespitinin yapıldığı, kesinleşmesini müteakip, 4/1/1955 tarihinde 101 ada 13 parsel olarak tapuya tescil edildiği, taşınmaza uygulanan ve 1771 sayılı Mübadele ve Tefiz İşlerinin Kati Tasfiyesi İntacı Hakkında Kanun ve 2510 sayılı İskan Kanunlarına göre oluşturulduğu anlaşılan tapu kaydında ileride fazlalık çıkarsa Hazinenindir şerhinin bulunduğu, bu kayda istinaden yapılan kadastro tutanağının mülkiyet tablosu bölümünde' fazlası hazineye aittir 680 m2' şeklinde şerh düşüldüğü ve bu durumun 30/12/1955 tarihinde 1727 sayılı yazı ile Defterdarlık Makamına bildirildiği anlaşılmaktadır.

101 ada, 13 parsel, imar uygulaması sonucu 1128 ada, 9 parsel ile 1129 ada, 1-2-3-4-5 ve 8 parsel sayılı taşınmazlara ifraz edilmiş ve mezkur şerh bu taşınmazların tapu kütüklerinin beyanlar hanesine aynen aktarılmıştır. Davacı bu taşınmazların tümünü 24/7/1992 tarihinde satın alarak iktisap etmiş, ardından 1129 ada, 1-2-3-4-5 ve 8 parsel sayılı taşınmazlar tevhit edilerek 1129 ada, 9 parsel sayılı taşınmaz oluşturulmuş, aynı şekilde miktar fazlalığı şerhi yeni oluşan parsele aktarılmıştır.

Uyuşmazlık; Hak düşürücü süre içerisinde açılmadığı anlaşılan “Hazine fazlalığı şerhinin” terkini davasında, ayrıca 3402 sayılı Kadastro Kanunun 20/D maddesi koşullarının gerçekleşip gerçekleşmediğinin araştırılmasına gerek olup olmadığı noktasında toplanmaktadır.

3402 sayılı Kadastro Kanununun 12.maddesinin 3.fıkrasında öngörülen on yıllık sürenin hak düşürücü süre olduğu konusunda, uygulama ile öğreti arasında tam bir fikir birliği bulunmaktadır. Hak düşürücü süre, doğrudan doğruya hakim tarafından kendiliğinden göz önünde tutulması gereken, davada itiraz olarak başvurulması zorunlu olan ve zamanaşımı gibi kesme ve durma hükümlerine bağlı olmayan, uyulmama halinde hakkın kaybına yol açan, yani, hakkın özünü ortadan kaldıran süredir. Anılan maddede öngörülen süre ile, tapu sicilinin kararlılık kazanması, sicillerin bozulmaması, belli bir süre geçtikten sonra yargı organlarınca bu sicillerin tartışma konusu yapılmaması amaçlanmıştır (Yargıtay İçtihatları Birleştirme Büyük Genel Kurulu’nun 2.4.2004 tarih, 2003/1 E, 2004/1 sayılı kararının gerekçesinden).

Kadastroya da tapulama ile oluşturulmuş tapu sicillerine karşı açılacak davalarda hakkıntürünü,766ve2613sayılıKanunlar ile 3402 sayılı Kanun hükümleri sınırlandırmış değildir. Genel bir tanımlama ile 'Tutanaklarda belirtilen haklara, sınırlandırma ve tespitlere ait tutanakların kesinleştiği tarihten itibaren on yıl geçtikten sonra, kadastrodan önceki hukuki sebeplere dayanılarak itiraz olunamayacağını ve dava açılamayacağını' öngörmüş ve sicile geçmiş olan hakkın türüne olursa olsun on yıl geçtikten sonra dava açılmasına anılan kanunlar izin vermemiştir.

Beyanlar hanesinin, tapu sicilinin kapsamında ve onun bir parçası bulunduğu ve yazılı şerhin hukuksal bir durum, Hazineye tanınan bir 'Hak' olduğu tartışmasızdır(MK.nun 919, 920, 921. maddeleri).

Bilinmektedir ki; 2613 sayılı Kadastro Yasasında on yıllık hak düşürücü süre öngörülmediği için,3402sayılı Kadastro Kanununun geçici 4. maddesinin 3. fıkrası 9/10/1987 tarihinden itibaren bir yıliçerisinde2613sayılıKanunagöre kadastrosu yapılmış taşınmazlar hakkında 'dava açabilme hakkını' tanımıştır. Somut olayda asıl uygulanması gereken hak düşürücü süre 3402 sayılı Kanunun 4/3. maddesinde öngörülen süredir.

Görülmekte olan dava, bir yıllık hak düşürücü süre de geçtikten sonra 02.09.2003 günü açılmıştır.

'Hak düşürücü süre' kamu düzeni ile ilgilidir. Davanın görülebilirlik koşuludur. Hakim doğrudan bu yönü göz önünde tutmak zorundadır. Hak düşürücü süre geçtikten sonra açılan davanın esasını hakim inceleyemez.

Davacı, davasında haklıda olsa, tasfiye amacı güden 3402 sayılı Kanun artık bu hakkın özünü silip ortadankaldırmış, uyuşmazlıkların sonsuzadeğin sürmesini engellemiş, kişilerle Hazine arasında ve toplum içinde kavgasız bir ortamı sağlamak uğruna hakkı feda etmiştir (NusretOzanalp, TapulamaKanunuŞerhi,sahife:240).

Dolayısıyla kadastro tutanağının kesinleştiği tarihten itibaren on yıl ve munzam bir yıllık süreler geçmekle, kadastro tutanağı ve dolayısıyla tapu kütüğü mevcut şekli ile kesinleşeceğinden ve artık kadastrodan önceki hukuki sebeplere dayanılarak itiraz ve dava açma hakkı ortadan kalkacağından, bu gibi nedenlere dayalı olarak şerhin terkininin istenebilmesi olanaklı değildir, tutanak kesinleşmiştir.

TMK.m.841/1,f gereğince; Aksine hüküm yoksa kamu hukukuna ilişkin taşınmaz yükünün tapu kütüğüne tescili gerekli değildir. Aynı kanunun 849/1.maddesindeki; 'taşınmaz maliki değişirse yeni malik başka bir işleme gerek bulunmaksızın taşınmaz yükünün yükümlüsü olur.' hükümleri gereğince önceki tapu kaydında bulunan 'miktar fazlası Hazinenindir' şerhi yeni malik yönünden de bağlayıcı olur. Kanundan doğan bu taşınmaz yükümlülüğü karşısında TMK.m.1023’de açıklanan tapu kütüğüne güven prensibinden söz edilemez.

Öyle ise, mezkur kanunlar uyarınca verilen tapuların miktarları ile geçerli olacağı ve üzerindeki 'miktar fazlalıkları Hazineye aittir' şerhinin 4.1.1955 yılında yapılan kadastro tespiti ile önceki kayıtlara dayalı olarak kadastro tutanağına işlendiği ve 10 yıllık hak düşürücü ve munzam 1 yıllık sürenin fazlası ile geçtiğinin anlaşılmasına göre, artık kayıtlarda mevcut olan bu şerhe itiraz imkanı kalmadığı ve dolayısıyla şerhin geçerli olacağı kuşkusuzdur. Hukuk Genel Kurulunun bu hususlara işaret eden kararı doğru ve yerindedir.''

24. Yargıtay 14. Hukuk Dairesinin 5/3/2009tarihli ve E.2008/11814, K.2009/2776 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:

"Dava, 6 ada 28 parsel kaydındaki “Defterdarlık ve İskan Müdürlüğünün 28.09.1956 tarih 1085 yevmiye numarası ile 5226 m2 çıkan fazlalık Hazineye aittir" şeklindeki belirtmenin terkini istemi ile açılmıştır.

...

10.11.1949 tarihindeki kadastro işlemi sırasında 9821 m2 yüzölçümündeki zeytinli tarla vasıflı dava konusu taşınmaz,21.03.1934 tarih432 numaralı tapu kaydına dayanılarak gerçek kişi adına tahdit edilmiş, bu tahdit 14.06.1956 tarihinde kesinleşmiştir. Dava konusu taşınmaz ile revizyon gören tapu kaydında da aynı belirtmenin yapıldığı ve bu belirtmenin kadastro tutanağına da işaretlendiği anlaşılmaktadır. Eldeki dava, 17.01.2008 tarihinde açılmıştır.

Burada üzerinde durulması gereken sorun, kayıt maliki olan davacının kayıttaki belirtmenin terkini için açacağı davada 3402 sayılı Kadastro Kanununun geçici 4/3. maddesinin uygulanıp uygulanmayacağının açıklığa kavuşturulmasıdır. Gerçekten dava konusu taşınmazın kadastro işlemi 2613 sayılı Kadastro ve Tapu Tahriri Kanununa göre yapılmıştır. Kadastrosu bu kanun hükümleri gözetilerek yapılmış ve tutanakları kesinleşmiş bulunan taşınmazlar için 10 yıllık hak düşürücü süre geçmiş ise tutanaklarda belirtilen haklara sınırlandırma ve tespitlere ait davanın 3402 sayılı KadastRo Kanununun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren bir yıl içinde açılması gerekir. Eldeki uyuşmazlıkta kadastro tutanağı kesinleşmiş, 10 yıllık hak düşürücü süre geçmiş olduğundan davanın3402 sayılı Kadastro Kanununun yürürlük tarihi olan 10.10.1987 tarihinden sonraki bir yıl içinde yani 10.10.1988 tarihine kadar açılmış bulunması zorunludur. Dava ise 17.01.2008 tarihinde açıldığından, davalı Hazine yararına olan belirtmenin kaldırılmasına ilişkin istemin dinlenme olanağı yoktur. Yargıtay Yüksek Hukuk Genel Kurulunun 18.02.2009 tarih ve 2009/14-12/79 sayılı kararı da aynı doğrultudadır.

Diğer taraftan davacı, Hazine’ye ait tarım arazilerinin satışı hakkındaki 4070 Sayılı, tapu fazlalıklarının Hazine’ye ait olduğuna ilişkin tapu kayıtlarında şerh bulunan taşınmaz mallardaki fazlalıkların bedeli karşılığı tapu maliki veya mirasçılarına satılmasına dair 4706 ve 4706 Sayılı Kanunda değişiklik yapan 4916 Sayılı Kanun hükümlerinden yararlanmak üzere başvurulduğunu da ileri sürmemiştir. Hal böyle olunca, mahkemece re’sen gözetilmesi zorunlu hak düşürücü sürenin varlığı nedeniyle davanın reddindeusul ve yasaya aykırılık yoktur.''

25. Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin 17/4/2012 tarihli ve E.2011/13660, K.2012/4408 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:

"Dava, çap kaydındaki “kayıt miktar fazlasının hazineye ait olacağına” dair şerh gereğince tapu iptal ve tescil isteğine ilişkin olup; mahkemece, çekişmeye konu edilen 61 ve 62 parsel sayılı taşınmazlardaki miktar fazlasının, taşınmazların genel yüzölçümlerine isabet eden pay oranında davacı paydaş kılınmak suretiyle davanın kabulüne karar verilmiştir.

Gerçekten de, çekişmeli müfrez parsellerin öncesini teşkil eden 19 parsel sayılı taşınmazın kadastro tutanağında 5543 sayılı Yasa ile yürürlükten kaldırılan 2510 sayılı Yasanın 23. maddesi hükmü uyarınca “miktar fazlalıklarının hazineye ait olacağına” dair şerh verilmek suretiyle tespitinin yapıldığı, ayrıca 19 parselin tespitine 2510 sayılı Yasa gereğince tesis edilen tapu kayıtlarının uygulanarak kadastrosunun gerçekleştirildiği sabittir.

Hemen belirtilmelidir ki, kadastro tespitinin yapıldığı tarihte yürürlükte bulunan Kadastro Yasasında; 3402 sayılı Kadastro Yasasının 12/3 maddesinde öngörülen kadastrodan önceki nedenlere dayalı olarak tutanakta belirtilen haklara, tespitlere ve sınırlandırmalara karşı 10 yıl geçtikten sonra açılacak davaların dinlenmesine olanak bulunmadığına ilişkin bir yasal düzenlemeye yer verilmemiş ise de, 09.10.1987 tarihinde yürürlüğe giren 3402 Sayılı Yasanın geçici 4. maddesinde kadastrodan önceki nedene dayalı olarak dava açılması bakımından 1 yıllık süre öngörülmüştür.

Somut olayda; kadastro tutanağında yer verilen ve sicile yansıtılan miktar fazlası şerhinin terkini konusunda süresinde bir dava açılmadığına göre, şerhin tevlit ettiği hakkın korunması gerekeceği açıktır.

O halde, mahkemece davanın kabul edilmiş olması kural olarak doğrudur. Ancak, mahkemece kadastro sırasında çekişmeli taşınmazların öncesini oluşturan 19 parsel sayılı taşınmaza uygulanan tapu kaydı ve varsa haritası getirtilmemiş ve keşfen yerine tatbik edilmek suretiyle kayıt kapsamı saptanmamış, anılan kaydın çekişme dışı başka parsellere de revizyon görüp görmediği belirlenmemiştir. Anılan işlemlerin gerçekleştirilmemiş olması doğru olmadığı gibi, 19 parsel sayılı taşınmazın yüzölçümünün 17200m² olduğu, oysa kadastro tutanağında uygulanan kayıt miktarının 12 dönüm olarak ifade edildiği gözetildiğinde, 17200 m² yüzölçümünden 6172m²'lik miktar tenkis edildiğinde bakiye kısmın kadastroya uygulanan tapu kaydının yüzölçümünün altına düştüğü, buna göre de davalı tarafa kayıt miktarından az yer bırakıldığı görülmektedir.

Diğer taraftan, kabul tarzı itibariyle de, öncelikle kayıt miktar fazlasının çekişmeli taşınmazlardan ifrazının mümkün olup olmadığı üzerinde durulmaksızın doğrudan hazinenin paydaş kılınması suretiyle neticeye gidilmiş olması da isabetsizdir.''

V. İNCELEME VE GEREKÇE

26. Mahkemenin 25/9/2019 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucuların İddiaları

27. Başvurucular; maliki oldukları 13993 ada 5 parsel sayılı taşınmazın beş parselin birleştirilmesi ile oluştuğunu, parseli oluşturan taşınmazlardan 476m²lik aynı ada 4 parsel sayılı taşınmazı resmî ihale sonucunda satın aldıklarını, bu taşınmaz üzerinde bulunan "1.419 m² Hazineye aittir" şerhinin yeni oluşan 5 sayılı parsele aktarıldığını bildirmişlerdir. Başvurucular dört parselin tevhidiyle oluşan 5 sayılı parselin tapu kaydında yer alan şerhin hukuki değerini yitirdiği dikkate alınmadan, herhangi bir araştırma ve inceleme yapılmadan davanın reddine karar verilmesinden yakınmış; 2013 yılında edindikleri taşınmaz hakkında on yıllık hak düşürücü sürenin uygulanamayacağını belirterek mülkiyet ve adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.

B. Değerlendirme

28. Anayasa’nın "Mülkiyet hakkı" kenar başlıklı 35. maddesi şöyledir:

 “Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.

Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir.

Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz.”

29. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucular, adil yargılanma hakkının da ihlal edildiğini ileri sürmüşler ise de uyuşmazlığa konu taşınmazın tapu kaydın üzerindeki şerhin taşınmaz üzerinde serbestçe tasarrufta bulunma yetkisini kısıtladığı yönündeki iddiaları sebebiyle belirtilen şikâyetin mülkiyet hakkı kapsamında incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

30. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Esas Yönünden

a. Mülkün Varlığı

31. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğinden şikâyet eden bir kimse, önce böyle bir hakkının var olduğunu kanıtlamak zorundadır (Mustafa Ateşoğlu ve diğerleri, B. No: 2013/1178, 5/11/2015, §§ 49-54). Bu nedenle öncelikle başvurucunun Anayasa'nın 35. maddesi uyarınca korunmayı gerektiren mülkiyete ilişkin bir menfaatinin olup olmadığı noktasındaki hukuki durumunun değerlendirilmesi gerekir (Cemile Ünlü, B. No: 2013/382, 16/4/2013, § 26; İhsan Vurucuoğlu, B. No: 2013/539, 16/5/2013, § 31).

32. Somut olayda başvurucular adlarına tapuda kayıtlı taşınmazı üzerindeki Hazine lehine olan şerhi şikâyet konusu etmektedir. Söz konusu taşınmazın tapuda başvurucularadına kayıtlı olduğu anlaşıldığına göre bu taşınmazın başvurucular yönünden mülk teşkil ettiğinde kuşku bulunmamaktadır.

b. Müdahalenin Varlığı ve Türü

33. Anayasa’nın 35. maddesinde bir temel hak olarak güvence altına alınmış olan mülkiyet hakkı kişiye -başkasının hakkına zarar vermemek ve yasaların koyduğu sınırlamalara uymak koşuluyla- sahibi olduğu şeyi dilediği gibi kullanma ve tasarruf etme, onun ürünlerinden yararlanma olanağı verir (Mehmet Akdoğan ve diğerleri, B. No: 2013/817, 19/12/2013, § 32). Dolayısıyla malikin mülkünü kullanma, semerelerinden yararlanma ve mülkü üzerinde tasarruf etme yetkilerinden herhangi birinin sınırlanması mülkiyet hakkına müdahale teşkil eder (Recep Tarhan ve Afife Tarhan, B. No: 2014/1546, 2/2/2017, § 53).

34. Anayasa’nın 35. maddesi ile mülkiyet hakkına temas eden diğer hükümleri birlikte değerlendirildiğinde Anayasa'nın mülkiyet hakkına müdahaleyle ilgili üç kural ihtiva ettiği görülmektedir. Buna göre Anayasa'nın 35. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin mülkiyet hakkına sahip olduğu belirtilmek suretiyle mülkten barışçıl yararlanma hakkına yer verilmiş; ikinci fıkrasında da mülkten barışçıl yararlanma hakkına müdahalenin çerçevesi belirlenmiştir. Maddenin ikinci fıkrasında, genel olarak mülkiyet hakkının hangi koşullarda sınırlanabileceği belirlenerek aynı zamanda mülkten yoksun bırakmanın şartlarının genel çerçevesi de çizilmiştir. Maddenin son fıkrasında ise mülkiyet hakkının kullanımının toplum yararına aykırı olamayacağı kurala bağlanmak suretiyle devletin mülkiyetin kullanımını kontrol etmesine ve düzenlemesine imkân sağlanmıştır. Anayasa'nın diğer bazı maddelerinde de devlet tarafından mülkiyetin kontrolüne imkân tanıyan özel hükümlere yer verilmiştir. Ayrıca belirtmek gerekir ki mülkten yoksun bırakma ve mülkiyetin düzenlenmesi, mülkiyet hakkına müdahalenin özel biçimleridir (Recep Tarhan ve Afife Tarhan, §§ 55-58).

35. Somut olayda başvurucuların taşınmazı üzerine şerhin bu taşınmaz üzerinde serbestçe tasarrufta bulunma yetkisini önemli ölçüde kısıtladığı ve değeri üzerinde de olumsuz bir etkiye yol açtığı kuşkusuzdur. Dolayısıyla söz konusu şerhin konulmasının mülkiyet hakkına müdahale teşkil ettiği açıktır.

36. Bununla birlikte başvuruculara ait taşınmaz üzerindeki Hazine lehine şerh konulması nedeniyle başvurucular bütünüyle mülklerinden yoksun bırakılmış değildir. Ayrıca müdahalenin mülkiyetin kullanımının kontrolü ve düzenlenmesi gibi bir amacı da yoktur. Bu durumda başvurucuların mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin mülkiyetten barışçıl yararlanmaya ilişkin genel kural çerçevesinde incelenmesi gerekir.

c. Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı

37. Anayasa'nın 13. maddesi şöyledir:

"Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz."

38. Anayasa’nın 35. maddesinde mülkiyet hakkı sınırsız bir hak olarak düzenlenmemiş, bu hakkın kamu yararı amacıyla ve kanunla sınırlandırılabileceği öngörülmüştür. Mülkiyet hakkına müdahalede bulunulurken temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasına ilişkin genel ilkeleri düzenleyen Anayasa'nın 13. maddesinin de gözönünde bulundurulması gerekmektedir. Dolayısıyla mülkiyet hakkına yönelik müdahalenin Anayasa'ya uygun olabilmesi için müdahalenin kanuna dayanması, kamu yararı amacı taşıması ve ölçülülük ilkesi gözetilerek yapılması gerekmektedir(Recep Tarhan ve Afife Tarhan, § 62).

i. Kanunilik

39. Mülkiyet hakkına yönelik müdahalelerde ilk incelenmesi gereken ölçüt kanuna dayalı olma ölçütüdür. Bu ölçütün sağlanmadığı tespit edildiğinde diğer ölçütler bakımından inceleme yapılmaksızın mülkiyet hakkının ihlal edildiği sonucuna varılacaktır. Müdahalenin kanuna dayalı olması, iç hukukta müdahaleye ilişkin yeterince ulaşılabilir, belirli ve öngörülebilir kuralların bulunmasını gerektirmektedir (Türkiye İş Bankası A.Ş. [GK], B. No: 2014/6192, 12/11/2014, § 44; Ford Motor Company, B. No: 2014/13518, 26/10/2017, § 49; Necmiye Çiftçi ve diğerleri, B. No: 2013/1301, 30/12/2014, § 55).

40. Somut olayda taşınmaz üzerindeki "1.419 m² fazlalık hakkında 12/12/1947tarih ve 1071 sayılı tezkere ile defterdarlık ve iskan müdürlüğüne bildirilmiştir'' şerhi 2510 sayılı mülga Kanun'un 42. maddesine dayanmaktadır. Yargıtayın istikrarlı içtihatlarında da bu şerhlerin Hazine lehine aynî bir hak oluşturduğu kabul edilmektedir. Dolayısıyla söz konusu kanun hükmünün ulaşılabilir, belirli ve öngörülebilir nitelikte olduğu açık olduğuna göre müdahalenin kanuni bir dayanağı mevcuttur.

ii. Meşru Amaç

41. Anayasa'nın 13. ve 35. maddeleri uyarınca mülkiyet hakkı ancak kamu yararı amacıyla sınırlandırılabilmektedir. Kamu yararı kavramı, mülkiyet hakkının kamu yararının gerektirdiği durumlarda sınırlandırılmasına imkân verdiğinden bir sınırlandırma amacı olmasının yanı sıra mülkiyet hakkının kamu yararı amacı dışında sınırlanamayacağını öngörerek ve bu anlamda bir sınırlama sınırı oluşturarak mülkiyet hakkını etkin bir şekilde korumaktadır. Kamu yararı kavramı, devlet organlarının takdir yetkisini de beraberinde getiren bir kavram olup objektif bir tanıma elverişli olmayan bu ölçütün her somut olay temelinde ayrıca değerlendirilmesi gerekir (bazı farklarla birlikte bkz. Nusrat Külah,B. No: 2013/6151, 21/4/2016, §§ 53, 56; Yunis Ağlar, B. No: 2013/1239, 20/3/2014, §§ 28, 29).

42. Somut olay bakımından 2510 sayılı mülga Kanun uyarınca hak sahiplerine bedelsiz ya da belli bir bedel karşılığında dağıtılan taşınmazlardaki, dağıtım belgesinde yazılı olan miktarı aşan ve esasen dağıtım amacı güdülmeyen taşınmaz parçasının hak sahibi olmayan kişiler adına tescilinin önüne geçilerek Hazineye ve dolayısıyla kamuya ait varlıkların korunmasının amaçlandığı anlaşılmaktadır. Bu nedenle müdahalenin kamu yararına dayalı meşru bir amacının bulunduğu açıktır.

iii. Ölçülülük

 (1) Genel İlkeler

43. Son olarak kamu makamlarınca başvurucunun mülkiyet hakkına yapılan müdahaleyle gerçekleştirilmek istenen amaç ile bu amacı gerçekleştirmek için kullanılan araçlar arasında makul bir ölçülülük ilişkisinin olup olmadığı değerlendirilmelidir.

44. Ölçülülük ilkesi elverişlilikgereklilik ve orantılılık olmak üzere üç alt ilkeden oluşmaktadır. Elverişlilik öngörülen müdahalenin ulaşılmak istenen amacı gerçekleştirmeye elverişli olmasını, gereklilik ulaşılmak istenen amaç bakımından müdahalenin zorunlu olmasını yani aynı amaca daha hafif bir müdahale ile ulaşılmasının mümkün olmamasını, orantılılık ise bireyin hakkına yapılan müdahale ile ulaşılmak istenen amaç arasında makul bir dengenin gözetilmesi gerekliliğini ifade etmektedir (AYM, E.2011/111, K.2012/56, 11/4/2012; E.2014/176, K.2015/53, 27/5/2015; E.2016/13, K.2016/127, 22/6/2016, § 18; Mehmet Akdoğan ve diğerleri, § 38).

45. Orantılılık ilkesi gereği kişilerin mülkiyet hakkının sınırlandırılması hâlinde elde edilmek istenen kamu yararı ile bireyin hakları arasında adil bir dengenin kurulması gerekmektedir. Bu adil denge, başvurucunun şahsi olarak aşırı bir yüke katlandığının tespit edilmesi durumunda bozulmuş olacaktır. Müdahalenin orantılılığı değerlendirilirken bir taraftan ulaşılmak istenen meşru amacın önemi, diğer taraftan da müdahalenin niteliği ile başvurucunun ve kamu otoritelerinin davranışları gözönünde bulundurularak başvurucuya yüklenen külfet dikkate alınacaktır (Arif Güven, B. No: 2014/13966, 15/2/2017, §§ 58, 60; Osman Ukav, B. No: 2014/12501, 6/7/2017, § 71).

46. Anayasa'nın 35. maddesi usule ilişkin açık bir güvenceden söz etmemektedir. Bununla birlikte mülkiyet hakkının gerçek anlamda korunabilmesi bakımından bu madde, Anayasa Mahkemesinin çeşitli kararlarında da ifade edildiği üzere mülk sahibine müdahalenin kanun dışı veya keyfî ya da makul olmayan şekilde uygulandığına ilişkin savunma ve itirazlarını sorumlu makamlar önünde etkin bir biçimde ortaya koyabilme imkânının tanınması güvencesini kapsamaktadır. Bu değerlendirme ise uygulanan sürecin bütününe bakılarak yapılmalıdır (Züliye Öztürk, B. No: 2014/1734, 14/9/2017, § 36; Bekir Yazıcı [GK], B. No: 2013/3044, 17/12/2015, § 71).

47. Mülkiyet hakkının usule ilişkin güvenceleri hem özel kişiler arasındaki mülkiyet uyuşmazlıklarında hem de taraflardan birinin kamu gücü olduğu durumlarda geçerlidir. Bu bağlamda mülkiyet hakkının korunmasının söz konusu olduğu durumlarda usule ilişkin güvencelerin somut olayda yerine getirildiğinden söz edilebilmesi için derece mahkemelerinin kararlarında konu ile ilgili ve yeterli gerekçe bulunmalıdır. Ayrıca belirtmek gerekir ki bu zorunluluk tarafların bütün iddialarına cevap verilmesi anlamına gelmemekle birlikte mülkiyet hakkını ilgilendiren davanın sonucuna etkili esasa ilişkin temel iddia ve itirazların yargılama makamlarınca özenli bir şekilde değerlendirilerek karşılanması gerekmektedir (Kamil Darbaz ve Gmo Yapı Grup End. San. Tic. Ltd. Şti., B. No: 2015/12563, 24/5/2018, § 53).

 (2) İlkelerin Olaya Uygulanması

48. Somut olayda başvurucuya ait taşınmazın tapu kaydının beyanlar hanesinde bulunan şerhin Hazineye ait taşınmazların korunması amacını gerçekleştirmesi bakımından elverişli olduğu açıktır.

49. Öte yandan söz konusu şerh doğrudan doğruya Hazineye taşınmaz üzerinde bir tasarrufta bulunma yetkisi vermemekte ve maliklerin taşınmaz üzerindeki fiilî hâkimiyetini de ortadan kaldırmamaktadır. Dolayısıyla somut olayın koşulları altında maliklerin fiilî kullanımını kısıtlayacak nitelikte bir uygulama yerine Hazinenin bu taşınmaz üzerinde hak sahibi olması ihtimalini gösteren bir beyanın sicile şerh düşülmesi ile yetinildiği dikkate alındığında kullanılan aracın amacın gerçekleştirilmesi için en uygun araç niteliğinde olduğu anlaşıldığından müdahalenin gerekli olmadığı söylenemez.

50. Başvurucuların 4 sayılı parsel üzerindeki şerhin mevcudiyetini bilerek ihale ile taşınmazı satın aldıkları ve sonrasında da kendi parselleri ile tevhit ederek 5 sayılı parseli oluşturdukları ihtilafsızdır. Ancak bu aşamadan sonra şerhin olumsuz etkisini hisseden başvurucular hukuki varlığını kaybettiği iddiasıyla terkini talebinde bulunmuşlardır. Yukarıda değinildiği üzere şerhin varlığının bu taşınmaz üzerinde inşa edilen binadan bağımsız bölüm satın almak isteyen üçüncü kişilerde bir tereddüte neden olacağı ve bunun sonucu olarak başvurucular üzerinde olumsuz bir etki doğuracağı da tartışmasızdır.

51. Başvurucular, taleplerinin mahkemece hak düşürücü süre nedeniyle reddine karar verilmesi üzerine 3402 sayılı Kanun'da öngörülen hak düşürücü sürenin kendilerine uygulanmayacağı ve şerhin hukuki değerini yitirdiği iddiasında bulunmuşlardır.

52. Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuru kapsamında kural olarak şerhin niteliği, hukuki değerini koruyup korumadığı ya da 3402 sayılı Kanun'da öngörülen hak düşürücü sürenin gerçekleşip gerçekleşemediği gibi eşya hukukuna ilişkin olay ve olguları değerlendirme görevi bulunmamaktadır. Bu aşamada belirtmek gerekir ki delillerin değerlendirilmesi ve hukuk kurallarının yorumlanması yetkisi kural olarak -keyfî olmadığı veya açık ve bariz bir takdir hatası içermediği sürece- derece mahkemelerine aittir.

53. Bu kapsamda başvurucuların belirtilen iddialarını dile getiremediklerine yönelik bir şikâyetlerinin olmadığı anlaşılmaktadır.

54. Somut olayda söz konusu şerhin varsa Hazineye ait taşınmazın korunması amacıyla konulduğu açıktır. Gerçekten de böyle bir miktar fazlalığı mevcut ise bunun korunması gerektiği ve hak düşürücü süre geçtikten sonra da bu belirtmeye karşı dava açılamayacağı açıktır. Ancak bunun için öncelikle bir miktar fazlası olup olmadığı belirlenmiş olmalıdır. Bu husus dayanak tapu kaydının 3402 sayılı Kanun'un 20. maddesine göre uygulanmasıyla anlaşılacaktır. Buna karşılık ilk derece mahkemesi 2510 sayılı mülga Kanun hükümleri uyarınca 1947 yılında dağıtıma tabi tutularak bu Kanun'dan yararlanma hakkı bulunan kişiler adına tescil edilen taşınmazın kapsamını belirlememiş, kadastro tutanaklarının kesinleşme tarihi ile dava tarihi arasında geçen süreyi yeterli görerek başkaca bir araştırma ve incelemeye gerek görmeden hak düşürücü süre nedeniyle davayı reddetmiştir. Buna göre dava konusu taşınmaz yönünden Hazineye ait bir miktar fazlası olup olmadığı tespit edilememiştir. Diğer bir deyişle yargılama süreci sonunda kaydın kapsamı tespit edilmemiş olduğundan, böyle bir belirtmenin gerçekten de zeminde Hazine adına bir taşınmaza tekabül edip etmediği ortaya konulamamıştır. Şerhin miktarı ve arazi üzerinde kapsadığı alan saptanmadığından 476 m² alana sahip 4 sayılı parsel üzerindeki 1.419 m²lik miktar fazlasının 5 sayılı parsele olduğu gibi aktarımına cevaz verilmiştir. Başka bir deyişle Hazineye ait 1.419 m²lik miktar fazlasının hangi parseller içinde kaldığı ve başvuruculara ait 5 sayılı parsel üzerinde kapladığı alan ve miktarı saptanarak uyuşmazlığı ortadan kaldıracak şekilde hüküm kurulmamıştır.

55. Dolayısıyla başvurucu bu belirtmenin terkini talebini derece mahkemeleri önünde esas yönünden incelettiremediği gibi Hazinenin de bu belirtmenin kapsadığı yeri tespit edebilmesi mümkün olamamaktadır. Nitekim kaydın kapsadığı yer belirlenemediği için malikin bu yer yönünden bedelini ödeyerek satın alabilmesi de söz konusu olamayacaktır. Bu durumda hak düşürücü sürenin katı bir biçimde uygulanmasıyla şikâyete konu yargı kararıyla ne malikin ne de Hazinenin kaldırabileceği süre giden bir belirtmenin tapu kaydında korunmasına yol açılmıştır. Bunun ise mülkiyet hakkına yapılan müdahale teşkil eden belirtmenin hukuka aykırılığını ileri sürebilme imkânını ortadan kaldırdığı açıktır.

56. Bu durumda kanuni bir dayanağı ve meşru bir amacı bulunmasına rağmen verilen karar sonrasında da kapsadığı alan ve miktarı itibarıyla taşınmaz üzerinde bulunan şerh belirsizliğini korumaya devam etmektedir. Başvurucuların bu belirsizliği gidermek amacıyla başka bir dava açmaları imkânı bulunmadığı gibi Hazineyi böyle bir dava açmaya zorlamaları da mümkün değildir. Dolayısıyla taşınmazı kullanmayı engellemeyen ancak taşınmaz üzerinde hukuki tasarruflarda bulunmayı önemli ölçüde kısıtlayan söz konusu müdahaleyle başvuruculara aşırı bir külfet yüklenmiştir. Bu külfetin sonucu olarak başvurucuların mülkiyet hakları ile kamu yararı arasındaki adil dengenin başvurucular aleyhine bozulduğu saptanmış ve mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin ölçüsüz olduğu kanaatine varılmıştır.

57. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

3. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

58. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:

''(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir...

 (2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

59. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan ([GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018) kararında, ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağının belirlenmesi hususunda genel ilkeler belirlenmiştir.

60. Buna göre bireysel başvuru kapsamında bir temel hak ve hürriyetin ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural, mümkün olduğunca eski hâle getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle devam eden ihlalin durdurulması, ihlale konu kararın veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan, § 55).

61. Anayasa Mahkemesi ihlalin ve sonuçlarının nasıl giderileceğine hükmederken idarenin, yargısal makamların veya yasama organının yerine geçerek işlem tesis edemez. Anayasa Mahkemesi, ihlalin ve sonuçlarının nasıl giderileceğine hükmederek gerekli işlemlerin tesis edilmesi için kararı ilgili mercilere gönderir (Mehmet Doğan, § 56).

62. İhlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilmeden önce ihlalin kaynağının belirlenmesi gerekir. Buna göre ihlal; idari eylem ve işlemler, yargısal işlemler veya yasama işlemlerinden kaynaklanabilir. İhlalin kaynağının belirlenmesi uygun giderim yolunun belirlenebilmesi bakımından önem taşımaktadır (Mehmet Doğan, § 57).

63. Başvurucular, toplam 310.000 TL maddi tazminata ve taşınmaz üzerindeki şerhin terkinine karar verilmesi taleplerinde bulunmuştur.

64. Derece mahkemelerince şerhin miktarı ve kapsadığı alan belirlenmeden davanın hak düşürücü süreden reddi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır. Somut başvuruda bu sebeple ihlalin yargı kararından kaynaklandığı anlaşılmaktadır.

65. Bu durumda ihlalin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Yapılacak yeniden yargılama ise usul hukukunda yer alan benzer kurumlardan farklı ve bireysel başvuruya özgü bir düzenleme içeren 6216 sayılı Kanunun 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu kapsamda yeniden yargılama sürecinde mahkemelerce yapılması gereken iş, öncelikle hak ihlaline yol açan mahkeme kararının ortadan kaldırılmasından ve Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar verilmesinden ibarettir. Bu sebeple kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere ilgili mahkemeye gönderilmesine karar verilmesi gerekir.

66. Buna göre yapılacak yeniden yargılama ise 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu kapsamda derece mahkemelerince yapılması gereken iş, öncelikle ihlale yol açan mahkeme kararının ortadan kaldırılması ve nihayet ihlal sonucuna uygun yeni bir karar verilmesinden ibarettir. Bu sebeple kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere ilgili mahkemelere gönderilmesine karar verilmesi gerekir.

67. Yeniden yargılama yapılmasına karar verilmesi ihlalinin sonuçları bakımından yeterli bir giderim oluşturduğundan başvurucuların tazminat taleplerinin reddine karar verilmesi gerekir.

68. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 479 TL harç ve 2.475 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.954 TL vekâlet ücretinin başvuruculara müştereken ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Kararın bir örneğinin mülkiyet hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere İzmir 7. Asliye Hukuk Mahkemesine (E.2014/17, K.2014/210) GÖNDERİLMESİNE,

D. Başvurucunun tazminat taleplerinin REDDİNE,

E. 479 TL harç ve 2.475 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.954 TL vekâlet ücretinin BAŞVURUCULARA MÜŞTEREKEN ÖDENMESİNE,

F. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 25/9/2019 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

--

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

ABDURRAHİM DAŞÇİ VE DİĞERLERİ BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2015/17563)

 

Karar Tarihi: 9/10/2019

R.G. Tarih ve Sayı: 12/11/2019-30946

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

Başkan

:

Hasan Tahsin GÖKCAN

Üyeler

:

Serdar ÖZGÜLDÜR

 

 

Burhan ÜSTÜN

 

 

Hicabi DURSUN

 

 

Selahaddin MENTEŞ

Raportör

:

M. Emin ŞAHİNER

Başvurucular

:

1. Abdurrahim DAŞÇİ

 

 

2. Hava DAŞÇİ

 

 

3. Mehmet DAŞÇİ

 

 

4. Mehmet Can DAŞÇİ

 

 

5. Mehmet İzzeddin DAŞÇİ

 

 

6. Mehmet Zülfi DAŞÇİ

 

 

7. Memduh DAŞÇİ

 

 

8. Naşit DAŞÇİ

 

 

9. Bedri DAŞÇİ

Vekilleri

:

Av. Vedat GÜNER

 

 

Av. Muhlis OĞURGÜL

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, su taşması sonucu tarlanın zarar gördüğü olayda idarenin kusuru bulunduğu hâlde uğranılan zararın karşılanmaması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 6/11/2015 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:

8. Başvurucular Diyarbakır'ın Yenişehir ilçesi Dikentepe köyünde bulunan 297 ve 573 parsel sayılı taşınmazın tapu kaydına göre malikleridir.

9. Bu taşınmazın yakınında Devlet Su İşleri (DSİ) Genel Müdürlüğüne ait sulama kanalları bulunmaktadır. Dosya kapsamından tespit edilemeyen bir tarihte meydana gelen su taşması sonucu başvurucuların tarla niteliğindeki taşınmazı çamurlaşıp göl hâline gelmiştir.

10. Başvurucular, oluşan zararın tespiti için Diyarbakır 2. Sulh Hukuk Mahkemesinden delil tespiti talebinde bulunmuşlardır. Mahkemece yapılan keşif sonucu düzenlenen 28/10/2013 tarihli bilirkişi raporunda, mevcut zararın miktarı 13.235,51 TL olarak tespit edilmiştir. Mezkur raporda şu tespitlere yer verilmiştir:

i. Tespite konu taşınmazın ihtiva ettiği özellikler, toprak yapısı, bitki örtüsü, eğimi, işleme derinliği ve benzeri özellikleri dikkate alındığında birinci sınıf sulanabilir tarım arazisi vasfında olduğu ve uzun süredir tarım arazi olarak kullanıldığı belirtilmiştir.

ii. DSİ Genel Müdürlüğüne ait sulama kanallarından yararlanılarak sulama yapıldığına işaret edilmiştir.

iii. DSİ tarafından yapılan sulama kanallarından taşan fazla suyun söz konusu taşınmazlar üzerinde biriktiği ve biriken bu suyun toprak kanallar vasıtasıyla tahliye edilmeye çalışıldığı ancak kanalların yetersiz kaldığı, taşınmazın bir kısmında gölleşme, bir kısmında çamurlaşma ve çoraklaşma meydana getirdiği ve yabani otlarla kapladığı, bu hâliyle ekili pamuk bitkisinden ürün elde etmenin imkânsız olduğu ifade edilmiştir.

iv. Mevcut durumun devam etmesi hâlinde gelecek yıllarda toprakta çoraklaşma ile birlikte tuzlulaşmaya neden olarak verim azalması ve ekili ürün çeşidine bağlı olarak maliyet artışının söz konusu olacağı belirtilmiştir.

v. Keşif esnasında hâlen tahliye kanallarının yetersizliği nedeniyle taşan suyun altında kalan pamuk bitkisinden verim alınamayacağına değinilmiştir. Raporda tespit edilen zararın miktarı da gelir metodu yöntemine göre hesaplanmıştır.

11. Anılan karar üzerine başvurucularca tespite konu zararın giderilmesi talebiyle 1/11/2013 tarihinde DSİ Genel Müdürlüğü ile Kralkızı Dicle Pompojlı Sulama Birliğine başvuru yapılmış olmasına karşın idarelerce bu taleplere bir cevap verilmemiştir.

12. Başvurucular, bu hâliyle taşınmazlardan istifade edilemediği gerekçesiyle idarenin hizmet kusuru sonucunda oluşan 13.235,51 TL zararın idareye başvuru tarihinden itibaren işleyecek faizi ile birlikte tazmini talebiyle DSİ Genel Müdürlüğü aleyhine Diyarbakır 1. İdare Mahkemesinde (Mahkeme) dava açmışlardır.

13. Mahkemenin 2/7/2014 tarihli ara kararıyla dava konusu parsellere ilişkin olarak 2012, 2013 ve 2014 yıllarında başvurucuların Çiftçi Kayıt Sistemi'ne (ÇKS) kayıtlı olup olmadıkları hususunun Diyarbakır Gıda, Tarım ve Hayvancılık İl Müdürlüğüne sorulmasına karar verilmiştir. Anılan yazı üzerine Müdürlükçe gönderilen 14/7/2014 tarihli cevapta, 297 ve 573 sayılı parsellere ilişkin olarak 2012 ve 2013 yıllarında başvuruculardan sadece Mehmet Daşçi ve Bedri Daşçi'nin çiftçi kaydı bulunduğu, diğer başvurucuların ise çiftçi kaydının bulunmadığı bildirilmiştir.

14. Mahkemenin bu defa 4/11/2014 tarihli ara kararıyla başvurucuların vekilinden ÇKS kaydı olan başvurucular haricindeki diğer başvurucuların 297 ve 573 sayılı parselde üretim yapıp yapmadıkları hususunun sorulmasına, üretim yapılıyorsa buna ilişkin müstahsil makbuzu ve diğer belgelerin on gün içinde gönderilmesinin talep edilmesine karar verilmiştir. Aynı kararda ayrıca başvurucu Mehmet Daşçi'nin 2013 yılı ÇKS'de 297 No.lu parselin 7434 metrekarelik kısmında ve 573 No.lu parselin 21.860 metrekarelik kısmında ekmeklik buğday üretimi yapılacağının kayıtlı olduğu, buna göre ekmeklik buğday dışında ekim yapılıp yapılmadığı, zararın oluştuğu tarih itibarıyla Mehmet Daşçi tarafından ürün ekimi yapılıp yapılmadığı, ekim yapılmış ise ekim yapılan kısmın kaç metrekareye tekabül ettiğinin bildirilmesinin istenmesine de karar verilmiştir. Anılan ara kararı başvurucular vekiline 12/11/2014 tarihinde tebliğ edilmiş olmakla birlikte başvurucular vekili süresinde herhangi bir cevap yazısı göndermemiştir.

15. Mahkeme 23/12/2014 tarihli kararıyla davanın reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesinde;

i. ÇKS kayıtları bulunan başvurucular Mehmet Daşçi ve Bedri Daşçi haricindeki başvurucuların ÇKS kaydı olmaması, anılan gayrimenkullerde üretim yaptıklarına ilişkin bilgi ve belgelerin de sunulmamış olmaması nedeniyle dosya içindeki bilgi ve belgelerden zararlarının bulunmadığı sonucuna varıldığı,

ii. Mahkemenin 4/11/2014 tarihli ara kararı ile başvurucuların vekilinden davanın esasına ilişkin birtakım bilgilerin on gün içinde cevaplanması talep edilmiş ve mezkur ara kararı başvurucular vekiline 12/11/2014 tarihinde usulüne uygun olarak tebliğ edilmiş olmasına rağmen süresinde cevap olarak bir yazı temin edilemediği,

iii. Dolayısıyla zararın oluştuğu iddia edilen 2013 yılında 297 ve 573 sayılı parsellerde ÇKS kayıtlarına göre buğday ekiminin yapıldığı ve buğday ürününe ilişkin destekleme ödemelerinin alındığının anlaşıldığı,

iv. Mezkur ara kararına rağmen başvurucular tarafından da anılan gayrimenkullerde pamuk ekimi yapıldığına ilişkin bilgi ve belgenin sunulmamış olması karşısında adli yargı yerinde yaptırılan bilirkişi raporunda yer alan keşif tarihi olan 4/9/2013 tarihinde gayrimenkullerde pamuk ürününün bulunduğu ve bu ürünün zarar gördüğü yönündeki tespitlere itibar edilmeyerek davacılar Mehmet Daşçi ve Bedri Daşçi'nin de zararının bulunmadığı belirtilmiştir.

16. Başvurucular tarafından itiraz edilen bu karar, Diyarbakır Bölge İdare Mahkemesince 17/9/2015 tarihinde onanmıştır.

17. Nihai karar başvurucular vekiline 9/10/2015 tarihinde tebliğ edilmiştir.

18. Başvurucular 5/11/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

IV. İLGİLİ HUKUK

A. Ulusal Hukuk

19. 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 13. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:

"İdari eylemlerden hakları ihlal edilmiş olanların idari dava açmadan önce, bu eylemleri yazılı bildirim üzerine veya başka süretle öğrendikleri tarihten itibaren bir yıl ve her halde eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde ilgili idareye başvurarak haklarının yerine getirilmesini istemeleri gereklidir. Bu isteklerin kısmen veya tamamen reddi halinde, bu konudaki işlemin tebliğini izleyen günden itibaren veya istek hakkında altmış gün içinde cevap verilmediği takdirde bu sürenin bittiği tarihten itibaren, dava süresi içinde dava açılabilir."

B. Uluslararası Hukuk

20. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) her ne kadar Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne (Sözleşme) ek 1 No.lu Protokol'ün 1. maddesinde açık olarak usule ilişkin güvencelerden söz edilmese de bu maddenin keyfî müdahalelerden korunmak amacıyla mülkiyet hakkına yapılan müdahalelerin kanun dışı, keyfî ya da makul olmayan şekilde uygulandığına ilişkin savunma ve itirazlarını sorumlu makamlar önünde etkin bir biçimde ortaya koyabilme olanağının tanınması güvencesini kapsadığını belirtmektedir. Bu değerlendirme ise uygulanan sürecin bütününe bakılarak yapılmalıdır (AGOSI/Birleşik Krallık, B. No: 9118/80, 24/10/1986, § 55; Jokela/Finlandiya, B. No: 28856/95, 21/5/2002, § 45).

21. AİHM'e göre ayrıca, usule ilişkin güvencelerin özel kişiler arasında ihtilaf oluşturan mülkiyet hakkı ile ilgili meseleler yanında taraflardan birinin devlet olması durumunda bu ilke daha kuvvetli uygulanma alanı bulur (Plechanow/Polonya, B. No: 22279/04, 7/7/2009, § 100). Bu bağlamda mülkiyet hakkının korunmasına dair usule ilişkin güvenceler kapsamında mahkeme kararlarının ilgili ve yeterli bir gerekçeye sahip olması gerektiğine değinilmiştir. AİHM'e göre bu zorunluluk davacının her iddiasına ayrıntılı cevap verilmesi anlamına gelmemekle birlikte en azından mülk sahibinin esasa ilişkin temel iddia ve itirazlarının yargılama makamlarınca yapılacak dikkatli ve özenli bir inceleme sonucunda karşılanması gerektiği vurgulanmıştır (Gereksar ve diğerleri/Türkiye, B. No: 34764/05, 34786/05, 34800/05, 34811/05, 1/2/2011, § 54).

22. Gereksar ve diğerleri/Türkiye kararına konu olayda idare tarafından sulama kanalına hasar verilmesi nedeniyle başvurucuların tarlalarının zarar görmesi söz konusudur. AİHM, derece mahkemelerinin kararlarının başvurucuların davanın sonucuna etkili olabilecek mahiyetteki iddia ve itirazlarına cevap verecek nitelikte, yeterli bir gerekçe içermediği tespitine yer vermiştir. AİHM, bu sebeple Sözleşme'ye ek 1 No.lu Protokol'ün birinci maddesinde öngörülen usul güvencelerinin yerine getirilmediğini belirterek mülkiyet hakkının ihlal edildiği sonucuna varmıştır (Gereksar ve diğerleri/Türkiye, §§ 55-64).

V. İNCELEME VE GEREKÇE

23. Mahkemenin 9/10/2019 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucuların İddiaları

24. Başvurucular, DSİ'ye ait ana kanal suyunun tahliye kanallarının kapalı olması nedeniyle taşması sonucu maliki oldukları taşınmazlarının çamurlaşıp su gölü hâline geldiğini ve bu nedenle taşınmazlarından yararlanamadıklarını belirtmişlerdir. Başvurucular komşu taşınmazlarda hâlihazırda pamuk ekimi yapılıyor olmasına karşın hizmet kusuru nedeniyle çamurlaşan kendi taşınmazlarında pamuk ekimi yapmaktan mahrum kaldıklarını ileri sürmüşlerdir.

25. Başvurucular açmış oldukları davada ekili ürünlerin zarar görmesine değil taşan sulardan dolayı araziye ürün ekilememesine ve arazinin veriminin azalması nedeniyle ilerleyen yıllarda ekilecek ürünlerde oluşacak verim kaybına dayanmış olmalarına karşın yerel mahkemenin, taleplerini ekilen ürüne ilişkin meydana gelen zararın karşılanması şeklinde değerlendirdiğini ifade emişlerdir. Başvurucular bu hatalı değerlendirme nedeniyle esasında taleplerinin mahrum kalınan kârın tazmin edilmesi olmasına karşın yerel mahkemece haksız olarak sadece somut zararlar yönünden bir inceleme yapılarak hüküm tesis edildiğini belirtmişlerdir.

26. Başvurucular ayrıca idarenin anılan hizmet kusuru nedeniyle taşınmazlarının çoraklaşmaya başladığını ve buna bağlı olarak ilerleyen yıllarda taşınmazlarından daha az ürün alacakları hususunun bilirkişi raporuyla da tevsik edildiğini ifade etmişlerdir. Başvurucular son olarak idari yargılama usulünde resen araştırma ilkesi geçerli olmasına karşın yerel mahkemenin ÇKS kayıtları ile diğer birtakım bilgi ve belgeleri sunmaları için başvuruculara süre vermesinin ve süresi içinde kayıtların sunulmaması nedeniyle de davanın reddedilmesinin mezkur ilkenin gereklerine aykırılık teşkil etmekle hukuka aykırı bir kararın alınmasına neden olunduğundan yakınmışlardır. Başvurucular anılan gerekçelerle mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.

B. Değerlendirme

27. Anayasa'nın "Mülkiyet hakkı" kenar başlıklı 35. maddesi şöyledir:

"Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.

Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir.

Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz."

28. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucular adil yargılanma haklarının da ihlal edildiğini ileri sürmüşlerse de başvurucuların idarenin gözetimindeki sulama kanallarının taşması sonucu tarlanın zarar gördüğü yönündeki iddiasının özü itibarıyla ilgili olduğu mülkiyet hakkı kapsamında incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

29. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Esas Yönünden

a. Mülkün Varlığı

30. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğinden şikâyet eden bir kimse, önce böyle bir hakkının var olduğunu kanıtlamak zorundadır. Bu nedenle öncelikle başvurucuların Anayasa'nın 35. maddesi uyarınca korunmayı gerektiren mülkiyete ilişkin bir menfaate sahip olup olmadığı noktasındaki hukuki durumunun değerlendirilmesi gerekir (Cemile Ünlü, B. No: 2013/382, 16/4/2013, § 26; İhsan Vurucuoğlu, B. No: 2013/539, 16/5/2013, § 31).

31. Uyuşmazlığa konu taşınmaz, tapuda tarla nitelikli olarak başvurucular adına kayıtlıdır. Bu durumda tarla niteliğindeki söz konusu taşınmaz yönünden Anayasa'nın 35. maddesi anlamında başvurucuların mülklerinin mevcut olduğu açıktır.

b. Müdahalenin Varlığı ve Türü

32. Anayasa’nın 35. maddesinde bir temel hak olarak güvence altına alınmış olan mülkiyet hakkı kişiye -başkasının hakkına zarar vermemek ve yasaların koyduğu sınırlamalara uymak koşuluyla- sahibi olduğu şeyi dilediği gibi kullanma ve ondan tasarruf etme, onun ürünlerinden yararlanma olanağı verir (Mehmet Akdoğan ve diğerleri, B. No: 2013/817, 19/12/2013, § 32). Dolayısıyla malikin mülkünü kullanma, mülkünün semerelerinden yararlanma ve mülkü üzerinde tasarruf etme yetkilerinden herhangi birinin sınırlanması mülkiyet hakkına müdahale teşkil eder (Recep Tarhan ve Afife Tarhan, B. No: 2014/1546, 2/2/2017, § 53).

33. Anayasa’nın 35. maddesi ile mülkiyet hakkına temas eden diğer hükümleri birlikte değerlendirildiğinde Anayasa'nın mülkiyet hakkına müdahaleyle ilgili üç kural ihtiva ettiği görülmektedir. Buna göre Anayasa'nın 35. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin mülkiyet hakkına sahip olduğu belirtilmek suretiyle mülkten barışçıl yararlanma hakkına yer verilmiş; ikinci fıkrasında da mülkten barışçıl yararlanma hakkına müdahalenin çerçevesi belirlenmiştir. Maddenin ikinci fıkrasında, genel olarak mülkiyet hakkının hangi koşullarda sınırlanabileceği belirlenerek aynı zamanda mülkten yoksun bırakmanın şartlarının genel çerçevesi de çizilmiştir. Maddenin son fıkrasında ise mülkiyet hakkının kullanımının toplum yararına aykırı olamayacağı kurala bağlanmak suretiyle devletin mülkiyetin kullanımını kontrol etmesine ve düzenlemesine imkân sağlanmıştır. Anayasa'nın diğer bazı maddelerinde de devlet tarafından mülkiyetin kontrolüne imkân tanıyan özel hükümlere yer verilmiştir. Ayrıca belirtmek gerekir ki mülkten yoksun bırakma ve mülkiyetin düzenlenmesi, mülkiyet hakkına müdahalenin özel biçimleridir (Recep Tarhan ve Afife Tarhan, §§ 55-58).

34. Somut olayda başvurucuların taşınmazında DSİ Genel Müdürlüğü tarafından yapılan sulama kanallarının taşması nedeniyle bir zarara yol açıldığı gerek delil tespiti aşamasında gerekse de idari yargı yerinde açılan davada belirlenmiştir. Buna göre başvurucuların mülkiyet hakkına müdahale edildiği kuşkusuzdur. Diğer taraftan somut olay bağlamında tipik bir mülkten yoksun bırakma veya mülkiyetin kamu yararına kullanımının kontrolü amacı söz konusu olmadığına göre müdahalenin mülkiyetten barışçıl yararlanmaya ilişkin genel kural çerçevesinde incelenmesi gerekmektedir.

c. Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı

35. Anayasa'nın 13. maddesi şöyledir:

"Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz."

36. Anayasa’nın 35. maddesinde mülkiyet hakkı sınırsız bir hak olarak düzenlenmemiş, bu hakkın kamu yararı amacıyla ve kanunla sınırlandırılabileceği öngörülmüştür. Mülkiyet hakkına müdahalede bulunulurken temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasına ilişkin genel ilkeleri düzenleyen Anayasa'nın 13. maddesinin de gözönünde bulundurulması gerekmektedir. Dolayısıyla mülkiyet hakkına yönelik müdahalenin Anayasa'ya uygun olabilmesi için müdahalenin kanuna dayanması, kamu yararı amacı taşıması ve ayrıca ölçülülük ilkesi gözetilerek yapılması gerekmektedir(Recep Tarhan ve Afife Tarhan, § 62).

i. Kanunilik

37. Mülkiyet hakkına yönelik müdahalelerde ilk incelenmesi gereken ölçüt kanuna dayalı olma ölçütüdür. Bu ölçütün sağlanmadığı tespit edildiğinde diğer ölçütler bakımından inceleme yapılmaksızın mülkiyet hakkının ihlal edildiği sonucuna varılacaktır. Müdahalenin kanuna dayalı olması, müdahaleye ilişkin yeterince ulaşılabilir, belirli ve öngörülebilir kanun hükümlerinin bulunmasını gerektirmektedir (Türkiye İş Bankası A.Ş. [GK], B. No: 2014/6192, 12/11/2014, § 44; Ford Motor Company, B. No: 2014/13518, 26/10/2017, § 49; Necmiye Çiftçi ve diğerleri, B. No: 2013/1301, 30/12/2014, § 55).

38. Derece mahkemelerince başvurucuların mülkiyet hakkına idarenin gözetimindeki kanal yüzünden su taşması suretiyle müdahale edildiği kabul edilmekle birlikte müdahalenin çiftçi kaydı bulunmayan ve tarlasında ürün ekili olmayan başvurucular açısından bir zarara yol açmadığı tespit edilmiştir. Bu durumda zararın olmadığı tespitine yönelik derece mahkemelerinin bu yaklaşımının kanunilik ölçütü yönünden de sorunlu olabileceği değerlendirilmekle birlikte somut olay bağlamında derece mahkemelerinin söz konusu yaklaşımları, müdahalenin ölçülülüğü bağlamında değerlendirme yapılarak sonuca varılmasını gerektirmektedir.

ii. Meşru Amaç

39. Anayasa'nın 13. ve 35. maddeleri uyarınca mülkiyet hakkı ancak kamu yararı amacıyla sınırlandırılabilmektedir. Kamu yararı kavramı, mülkiyet hakkının kamu yararının gerektirdiği durumlarda sınırlandırılması imkânı vermekle bir sınırlandırma amacı olmasının yanı sıra mülkiyet hakkının kamu yararı amacı dışında sınırlanamayacağını öngörerek ve bu anlamda bir sınırlama sınırı oluşturarak mülkiyet hakkını etkin bir şekilde korumaktadır. Kamu yararı kavramı devlet organlarının takdir yetkisini de beraberinde getiren bir kavram olup objektif bir tanıma elverişli olmayan bu ölçütün her somut olay temelinde ayrıca değerlendirilmesi gerekir (Nusrat Külah, B. No: 2013/6151, 21/4/2016, §§ 53, 56; Yunis Ağlar, B. No: 2013/1239, 20/3/2014, §§ 28, 29).

40. Somut olayda başvurucuların tazminat talepleri ÇKS kayıtları bulunmadığı ve taşınmazlarda pamuk üretimi yapıldığına dair bir bilgi veya belge sunamadıkları gerekçesiyle reddedilmiştir. Başvurucular ise müdahalenin kamu yararı amacı içermediğini ileri sürmediği gibi kamu makamlarının yol açtıkları zararların karşılamalarının gerektiği durumlarda birtakım bilgi, belge ve kayıtların istenmesinin kamu kaynaklarının korunması bakımından kamu yararına dayalı, meşru bir amaç teşkil ettiği açıktır.

iii. Ölçülülük

41. Ölçülülük ilkesi elverişlilikgereklilik ve orantılılık olmak üzere üç alt ilkeden oluşmaktadır. Elverişlilik öngörülen müdahalenin ulaşılmak istenen amacı gerçekleştirmeye elverişli olmasını, gereklilik ulaşılmak istenen amaç bakımından müdahalenin zorunlu olmasını yani aynı amaca daha hafif bir müdahale ile ulaşılmasının mümkün olmamasını, orantılılık ise bireyin hakkına yapılan müdahale ile ulaşılmak istenen amaç arasında makul bir dengenin gözetilmesi gerekliliğini ifade etmektedir (AYM, E.2011/111, K.2012/56, 11/4/2012; E.2014/176, K.2015/53, 27/5/2015; E.2016/13, K.2016/127, 22/6/2016, § 18; Mehmet Akdoğan ve diğerleri, § 38).

42. Orantılılık ilkesi gereği kişilerin mülkiyet hakkının sınırlandırılması hâlinde elde edilmek istenen kamu yararı ile bireyin hakları arasında adil bir dengenin kurulması gerekmektedir. Bu adil denge, başvurucunun şahsi olarak aşırı bir yüke katlandığının tespit edilmesi durumunda bozulmuş olacaktır. Anayasa Mahkemesi; müdahalenin orantılılığını değerlendirirken bir taraftan ulaşılmak istenen meşru amacın önemini diğer taraftan da müdahalenin niteliğini, başvurucunun ve kamu otoritelerinin davranışlarını gözönünde bulundurarak başvurucuya yüklenen külfeti dikkate alacaktır (Arif Güven, B. No: 2014/13966, 15/2/2017, §§ 58, 60; Osman Ukav, B. No: 2014/12501, 6/7/2017, § 71).

43. Ayrıca mülkiyet hakkına müdahalede bulunulması durumunda bu müdahalenin malik üzerinde doğurduğu olumsuz sonuçların mümkünse eski hâle döndürülmesini, mümkün değilse malikin zarar ve kayıplarının telafi edilmesini sağlayan idari veya yargısal birtakım hukuki mekanizmaların oluşturulması devletin pozitif yükümlülüklerinin bir gereğidir. Bu bağlamda hak ihlalinin sonuçlarının giderilmesi bakımından ne tür hukuki mekanizmaların öngörüleceği hususu devletin takdirindedir. Bu husus kural olarak Anayasa Mahkemesinin ilgi alanı dışındadır. Bununla birlikte Anayasa Mahkemesinin tercih edilen idari veya yargısal mekanizmanın malik üzerinde doğurduğu olumsuz etkilerin düzeltilmesi bakımından yeterli ve elverişli olup olmadığı hususundaki denetim yetkisi saklıdır. Bu bağlamda düzeltici bir mekanizmanın oluşturulmaması veya oluşturulan mekanizmanın müdahaleden önceki durumu tesis edici veya oluşan kayıpları giderici bir nitelik arz etmemesi durumunda mülkiyet hakkının devlete yüklediği pozitif yükümlülükler ihlal edilmiş olur (bazı değişikliklerle birlikte bkz. Osmanoğlu İnşaat Eğitim Gıda Temizlik Hizmetleri A.Ş., B. No: 2014/8649, 15/2/2017, § 48).

44. Anayasa'nın 35. maddesi usule ilişkin açık bir güvenceden söz etmemektedir. Bununla birlikte mülkiyet hakkının gerçek anlamda korunabilmesi bakımından bu madde, Anayasa Mahkemesinin çeşitli kararlarında da ifade edildiği üzere mülk sahibine müdahalenin kanun dışı veya keyfî ya da makul olmayan şekilde uygulandığına ilişkin savunma ve itirazlarını sorumlu makamlar önünde etkin bir biçimde ortaya koyabilme olanağının tanınması güvencesini kapsamaktadır. Bu değerlendirme ise uygulanan sürecin bütününe bakılarak yapılmalıdır (Züliye Öztürk, B. No: 2014/1734, 14/9/2017, § 36; Bekir Yazıcı [GK], B. No: 2013/3044, 17/12/2015, § 71).

iv. İlkelerin Olaya Uygulanması

45. Başvurucular, DSİ'ye ait ana kanal suyunun tahliye kanallarının kapalı olması nedeniyle taşması sonucu maliki oldukları taşınmazlarının çamurlaşıp su gölü hâline geldiğini ve bu nedenle taşınmazlarından yararlanamadıklarını belirtmişlerdir. Buna göre somut olayda başvurucular idareye karşı açtıkları söz konusu davada taşan su nedeniyle ekili ürünlerinin zarar gördüğünü iddia etmemişlerdir. Başvurucular, dava dilekçelerinde taşan sulardan dolayı arazilerine ürün ekemediklerinden ve arazilerinin verim kaybına uğradığından yakınmaktadırlar.

46. Nitekim başvurucular idari yargı nezdinde tam yargı davası açmadan önce tarlaya ürün ekilememesi ve verim kaybı nedeniyle oluştuğunu iddia ettikleri zararın tespiti için delil tespiti talebinde bulunmuşlardır. Mahkemece yapılan keşif sonucu düzenlenen 28/10/2013 tarihli bilirkişi raporunda ise DSİ tarafından yapılan sulama kanallarından taşan fazla suyun söz konusu taşınmazlar üzerinde biriktiği ve taşınmazın bir kısmında gölleşme, bir kısmında çamurlaşma ve çoraklaşma meydana getirdiği, arazinin yabani otlarla kaplandığı, bu hâliyle ürün elde etmenin imkânsız olduğu tespitlerine yer verilmiştir. Yine Sulh Hukuk Mahkemesinin kararına esas alınan ilgili raporda, mevcut durumun devam etmesi hâlinde gelecek yıllarda toprakta çoraklaşma ile birlikte tuzlulaşmaya neden olarak verim azalması ve ekili ürün çeşidine bağlı olarak maliyet artışının söz konusu olacağı, keşif esnasında tahliye kanallarının yetersizliği nedeniyle taşan suyun altında kalan pamuk bitkisinden verim alınamayacağı belirtilmiştir.

47. Diğer bir deyişle başvurucuların talebi doğrultusunda Sulh Hukuk Mahkemesince tespit edilen husus, başvurucuların maliki oldukları arazide ekili ürüne ilişkin olarak meydana gelen zarar olmayıp verim kaybı nedeniyle tarlada oluşan değer kaybıdır. Başvurucular da tespit edilen bu verim kaybı yönünden Diyarbakır 1. İdare Mahkemesinde tam yargı davası açmışlardır.

48. Ancak Mahkeme taşınmazda bir ürünün hâlihazırda ekili olup olmadığını araştırarak sonuca gitmeyi tercih etmiştir. Buna göre başvurucuların bir kısmının ÇKS kayıtlarının olmadığını tespit eden Mahkeme, bu kişiler yönünden bu taşınmazda tarımsal üretim yapıldığına ilişkin bilgi ve belge sunulamadığı, diğer davacılar yönünden ise kendilerine usulüne uygun olarak tebliğ edilen yazıya süresinde cevap vermedikleri gerekçesiyle davanın reddine karar vermiştir. Bölge İdare Mahkemesi de istinaf talebi üzerine bu kararı onamıştır.

49. Hâlbuki başvurucuların tapu kaydına göre tarla niteliğindeki taşınmazlarının DSİ'ye ait bir kanalın su taşması sonucu zarar gördüğü delil tespiti aşamasında açıkça tespit edilmiştir. Buna göre kamu makamlarınca ihmalî bir davranışla başvuruculara ait bir taşınmaza zarar verilmesi yoluyla müdahale edilmiştir. Dolayısıyla mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin ihlal oluşturmaması için söz konusu zararın eski hâle iade suretiyle karşılanması gerekmektedir.

50. Delil tespiti aşamasında alınan bilirkişi raporunda sulama kanalındaki tahliye kanallarının yetersizliği yüzünden su taşması sonucu ürün ekilememesine ve taşınmazda verim kaybına yol açıldığı yönündeki tespitler dikkate alınarak bir zarar hesabı yapılmıştır. Derece mahkemelerinin kararlarında ise bu tespitler ve zarar hesabı yönünden herhangi bir değerlendirme yapılmadığı görülmektedir. Başvurucuların ÇKS'ye kayıtlı olmamaları veya daha önce bu tarlada tarımsal üretim yapmamış olmaları taşınmazda kalıcı olarak bir verim kaybı veya ürün ekilememesi gibi bir durumun tespiti hâlinde bu yüzden oluşan zararların giderilmesi yükümlülüğünü kaldırmamaktadır. Diğer bir deyişle kamu makamlarının müdahalesi yönünden taşınmazdan yararlanmanın veya onu kullanmanın sınırlanması ya da değerinde olumsuz bir etkiye yol açabilecek bir zarara yol açılması durumunda bu zararların da karşılanması gerekmekte olup mülkiyet hakkının malike tanıdığı yetkiler dikkate alındığında taşınmazın daha önce kullanılmamış veya ondan yararlanılmamış olması bu sonucu etkilememektedir.

51. Sonuç olarak delil tespiti aşamasında bilirkişilerin Mahkeme gözetiminde yapılan bir keşifle taşınmazlarda tespit ettikleri fiilî zararı gözetmeyen derece mahkemeleri, taşınmazlardaki verim kaybı ile ilgili iddia yönünden bir ispat aracı olarak ÇKS'ye hukuki sonuç bağlamış olmakla başvurucuların zararlarını karşılamamışlardır.

52. Bu durumda somut olayda derece mahkemelerinin kararlarının başvurucuların davanın sonucuna etkili olabilecek mahiyette olan ve Sulh Hukuk Mahkemesince de delil tespiti yoluyla ortaya konulmuş olan iddia ve itirazlarına cevap verecek nitelikte yeterli ve uygun bir gerekçe içermediği anlaşılmaktadır. Nihayetinde başvuruya konu davada başvurucular, idarenin anılan hizmet kusuru nedeniyle taşınmazlarının çoraklaşmaya başladığını ve buna bağlı olarak ilerleyen yıllarda taşınmazlarından daha az ürün alacakları hususunun bilirkişi raporuyla da tevsik edildiğini ileri sürmekle iddialarını somut bir bilirkişi raporuna dayandırmışlardır. Ancak İdare Mahkemesi kararında mezkur raporda yer verilen hususların aksini ortaya koyan herhangi bir somut delile yer verilmediği gibi başvurucuların iddia ve itirazlarının dayandığı olgular da karşılanmamıştır.

53. Diğer taraftan idari yargı usulünde resen araştırma ilkesinin geçerli olduğu hususu da dikkate alındığında İdare Mahkemesinin davanın esasına ilişkin birtakım bilgileri sunmaları için başvuruculara süre vermesinin ve süresi içerisinde kayıtların sunulmaması nedeniyle davayı reddetme yoluna gitmesi de başvurucuları mezkur ilkenin sağladığı usule ilişkin güvencelerden yoksun bırakmıştır. Bu bağlamda İdare Mahkemesinin resen kurumlarından tedariki yoluna gidebileceği bir kaydı doğrudan taraflardan talep etme yoluna gitmesi ve bu talebinin de süresinde yerine getirilmediğinden bahisle de davanın reddine karar vermesi, başvurucuları yalnızca usule ilişkin güvencelerden mahrum bırakmamış; ayrıca başvurucuların iddia ve itirazlarının incelemeye tabi tutulmayarak dikkate alınmaması sonucunu da doğurmuştur.

54. Buna göre idari ve yargısal sürecin bütününe bakıldığında mülkiyet hakkının korunmasında usule ilişkin güvencelerin somut olayda yerine getirilmediği, başvurucuların bu güvencelerden yararlandırılmadığı sonucuna varılmıştır. Bu sebeple başvurucuların mülkiyet hakkı ile müdahalenin dayandığı kamu yararı arasında olması gereken adil denge başvurucular aleyhine bozulmuş olup mülkiyet hakkına yapılan müdahale ölçüsüzdür.

55. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

3. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

56. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:

 “(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…

 (2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesi'nin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

57. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hak ve hürriyetin ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural, mümkün olduğunca eski hâle getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle devam eden ihlalin durdurulması, ihlale konu kararın veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan [GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018§ 55).

58. İhlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilmeden önce ihlalin kaynağının belirlenmesi gerekir. Buna göre ihlal; idari eylem ve işlemler, yargısal işlemler veya yasama işlemlerinden kaynaklanabilir. İhlalin kaynağının belirlenmesi uygun giderim yolunun belirlenebilmesi bakımından önem taşımaktadır (Mehmet Doğan, § 57).

59. İhlalin mahkeme kararından kaynaklandığı durumlarda 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası ile Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 79. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca kural olarak ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın bir örneğinin ilgili mahkemeye gönderilmesine hükmedilir (Mehmet Doğan, § 58).

60. Buna göre Anayasa Mahkemesince ihlalin tespit edildiği hâllerde yargılamanın yenilenmesinin gerekliliği hususundaki takdir derece mahkemelerine değil ihlalin varlığını tespit eden Anayasa Mahkemesine bırakılmıştır. Derece mahkemeleri ise Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında belirttiği doğrultuda ihlalin sonuçlarını gidermek üzere gereken işlemleri yapmakla yükümlüdür (Mehmet Doğan, § 59).

61. Başvurucular yeniden yargılama yapılması talebinde bulunmuştur.

62. Somut olayda başvurucuların idarenin kusuru nedeniyle taşınmazlarının taşan su sonucu çamurlaşıp su gölü hâline gelmesi ve taşınmazlarından yararlanma imkânının azalması nedeniyle mülkiyet haklarının ihlal edildiğine ilişkin şikâyetlerine yönelik olarak başvuru konusu İdare Mahkemesi kararının başvurucuların -davanın sonucuna etkili olabilecek mahiyette olan ve Sulh Hukuk Mahkemesince de delil tespiti yoluyla tevsik edilmiş olan- iddia ve itirazlarına cevap verecek nitelikte yeterli ve uygun bir gerekçe içermediği, kamulaştırma işlemine karşı mülkiyet haklarının korunması bağlamında usule ilişkin güvencelerden başvurucuların yararlandırılmadığı tespit edilmiştir.

63. Bu durumda mülkiyet hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere Diyarbakır 1. İdare Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekir.

64. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 226,90 TL harç ve 2.475 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.701,90 TL yargılama giderinin başvuruculara ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Kararın bir örneğinin mülkiyet hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere Diyarbakır 1. İdare Mahkemesine (E.2014/35, K.2014/1589) GÖNDERİLMESİNE,

D. 226,90 TL harç ve 2.475 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.701,90 TL yargılama giderinin BAŞVURUCULARA MÜŞTEREKEN ÖDENMESİNE,

E. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucuların Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

F. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 9/10/2019 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

AHMET TOMAK BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2016/74138)

 

Karar Tarihi: 12/11/2019

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Recep KÖMÜRCÜ

Üyeler

:

Engin YILDIRIM

 

 

Celal Mümtaz AKINCI

 

 

Rıdvan GÜLEÇ

 

 

Recai AKYEL

Raportör

:

Özgür DUMAN

Başvurucu

:

Ahmet TOMAK

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru ceza soruşturması sırasında mal varlığına el konulması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 1/12/2016 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca, başvurucunun adli yardım talebinin kabulüne karar verilmiştir.

5. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

6. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

7. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir.

8. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır.

III. OLAY VE OLGULAR

9. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:

A. Başvuru Tarihine Kadar Yaşanan Gelişmeler

10. Türkiye 15 Temmuz 2016 gecesi silahlı bir darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmış ve Bakanlar Kurulu tarafından ülke genelinde 21/7/2016 tarihinden itibaren doksan gün süreyle olağanüstü hâl (OHAL) ilan edilmesine karar verilmiştir. OHAL 19/7/2018 tarihinde son bulmuştur. Darbe teşebbüsüne ilişkin süreç, OHAL ilanı, OHAL döneminin gerektirdiği tedbirlere ilişkin detaylı açıklamalar Anayasa Mahkemesinin Aydın Yavuz ve diğerleri ([GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, §§ 12-20, 47-66) kararında yer almaktadır.

11. Başvurucu Körfez İlçe Emniyet Müdürlüğünde polis memuru olarak görev yapmakta iken 18/7/2016 tarihinde İçişleri Bakanlığınca açığa alınmıştır.

12. Başvurucu 15 Temmuz 2016 tarihli darbe teşebbüsü sonrasında anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs suçunu işlediği şüphesiyle Gölbaşı Cumhuriyet Başsavcılığınca 26/7/2016 tarihinde gözaltına alınmış olup evinde yapılan aramada başvurucunun cep telefonuna ve tablet bilgisayarına el konulmuştur. Başvurucu 28/7/2016 tarihinde Körfez Sulh Ceza Hâkimliğince yurt dışına çıkış yasağı yönünde adli kontrol tedbiri uygulanmak suretiyle serbest bırakılmıştır.

13. Başvurucu 19/8/2016 tarihinde yeniden gözaltına alınmış ve silahlı terör örgütüne üye olma suçundan tutuklanması talebiyle sorguya sevk edilmiştir. Yapılan sorgu neticesinde Kocaeli 2. Sulh Ceza Hâkimliğince başvurucunun isnat edilen suçtan tutuklanmasına karar verilmiştir.

14. Başvurucu 1/9/2016 tarihli ve 29818 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan 672 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Kamu Personeline İlişkin Alınan Tedbirlere Dair Kanun Hükmünde Kararname (672 sayılı KHK) ile meslekten çıkarılmıştır.

15. Kocaeli Cumhuriyet Başsavcılığı 2/9/2016 tarihinde, silahlı terör örgütüne üye olma ile cebir ve şiddet kullanarak anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs suçlarından haklarında soruşturma yürütülen başvurucu dâhil bazı şüphelilerin mal varlığı hakkında elkoyma tedbiri uygulanmasını talep etmiştir.

16. Talebi kabul eden Kocaeli 1. Sulh Ceza Hâkimliğince 5/9/2016 tarihinde; başvurucu ile diğer şüphelilerin taşınmazları, hak ve alacakları ile vadeli ve vadesiz mevduat hesapları, maaşlı çalışanların ise maaş hesaplarına son aldıkları maaşları kadar paranın aylık harcamalar için kullanılmak üzere o ay içerisinde çekilmesine izin verildikten sonra arta kalan tutar üzerine elkoyma tedbiri uygulanmasına karar verilmiştir. Kararda, 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 128. maddesi ile 27/7/2016 tarihli ve 29783 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan 668 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınması Gereken Tedbirler ile Bazı Kurum ve Kuruluşlara Dair Düzenleme Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname'nin (668 sayılı KHK) 3. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (ı) bendi dayanak olarak gösterilmiştir. Hâkimlik ayrıca şüphelilerin maaş hesabının olmaması veya maaş ödemesinin sona ermiş olması hâlinde kendisi ve ailesinin yaşamsal ihtiyaçlarını karşılayabilmesi için varsa bir veya birden fazla banka hesabından aylık toplam tutarı 3.500 TL'yi aşmamak kaydıyla ödeme yapılmasına izin vermiştir.

17. Kararın gerekçesinde, terörle mücadelenin etkin bir biçimde sürdürülebilmesi için bazı ivedi tedbirlerin alınmasının zorunluluğuna işaret edilmiştir. Bu bağlamda Fetullahçı Terör Örgütü ve/veya Paralel Devlet Yapılanması'nın (FETÖ/PDY) yurt içinde ve yurt dışında finans kaynağı ve büyük bir mali güce sahip olduğu belirtilerek bu mal varlığıyla terör örgütünün finanse edildiği vurgulanmıştır. Kararda, taşınmaz ve ulaşım araçları yönünden elkoyma tedbirinin uygulanması için 17/9/2016 tarihli 29804 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan 671 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Kurum ve Kuruluşlara İlişkin Düzenleme Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname'nin (671 sayılı KHK) 31. maddesine göre kuvvetli suç şüphesinin aranmadığını, diğer mal varlığı yönünden ise şüpheliler tarafından atılı suçun işlendiğine ve suçtan elde edilmiş olduklarına dair kuvvetli suç şüphesinin mevcut olduğunu gösterir bazı somut delillere rastlanılmış olduğu belirtilmiştir. Hâkimliğe göre örgütün daha çözülemeyen karmaşık yapısı, organizasyon beceri ve yapısı dikkate alındığında uygulanan tedbir ölçülülük ilkesine de aykırı değildir.

18. Başvurucu 31/10/2016 tarihinde karara itiraz etmiş, aynı Hâkimlik 14/11/2016 tarihinde aynı gerekçelerle itirazı reddetmiştir.

19. Bu karar başvurucuya 22/11/2016 tarihinde tebliğ edilmiştir.

20. Başvurucu 1/12/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

B. Başvuru Tarihinden Sonra Yaşanan Gelişmeler

21. Kocaeli Cumhuriyet Başsavcılığının 19/1/2017 tarihli iddianamesiyle başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçundan 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun 314. maddesinin (2) numaralı fıkrası ile 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu'nun 5. maddesinin birinci fıkrası uyarınca cezalandırılması kamu adına iddia ve talep olunmuştur. İddianamede, başvurucunun Bylock kullanmak suretiyle örgütün gizli, kriptolu iletişim ağına dâhil olduğu ve bu örgütle üyeliği, mensubiyeti veya iltisakı yahut irtibatı olduğu gerekçesiyle meslekten çıkarıldığı belirtilmiştir. Başvurucunun evinde yapılan aramada ise herhangi bir suç unsuruna rastlanılmadığı, bununla birlikte elde edilen dijital materyallerin kolluk görevlilerince incelenmekte olduğu açıklanmıştır. Bu açıklamalar çerçevesinde şüphelinin, FETÖ/PDY'nin kuruluş amaçlarını, faaliyet ve eylemlerini benimseyerek gönüllü olarak örgüt hiyerarşisine dâhil olmayı tercih ettiği ve bu şekilde örgütle bağ kurarak sürekli, çeşitli ve yoğun faaliyette bulunduğu belirtilmiştir.

22. İddianame dosyanın tevzi edildiği Kocaeli 4. Ağır Ceza Mahkemesince kabul edilerek kovuşturmaya başlanmıştır. Mahkeme 30/3/2017 tarihinde başvurucunun atılı suçtan serbest bırakılmasına karar vermiştir.

23. Mahkeme 30/3/2017 tarihinde başvurucunun üzerine atılı silahlı terör örgütüne üye olma suçunu işlediği gerekçesiyle 5237 sayılı Kanun'un 314. maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca 5 yıl hapis cezası ile cezalandırılmasına, 3713 sayılı Kanun'un 5. maddesinin birinci fıkrası uyarınca cezasının takdiren 1/2 oranında artırım yapmış, bu defa 5237 sayılı Kanun'un 62. maddesine göre başvurucunun sabıkasız oluşu ve duruşmadaki iyi hâli nedeniyle 1/6 oranında indirim yapmış, sonuç olarak başvurucunun 6 yıl 3 ay hapis cezası ile mahkûmiyetine karar vermiştir. Mahkeme yurt dışına çıkış yasağı koymuş ve başvurucunun atılı suçtan serbest bırakılmasına karar vermiştir.

24. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:

"...Sanık Ahmet TOMAK' ın FETÖ/PDY silahlı terör örgütü üyesi ve yöneticilerinin kendi aralarındaki gizli yazışmaları yapmak adına kullandıkları bylock isimli programı 0505 ... numaralı hat üzerinden kullandığı iddiasıyla silahlı terör örgütüne üye olmak suçundan hakkında soruşturma yapılmışolduğu, sanığın üzerine atılı suçu kabul etmeyerek,505 ... nolu telefon hattını 13 yıldır kullandığını belirtmiş ise de; dosyada yer alan ve sonuncusu 14.02.2017 tarihinde yapılan bylock sorgulama raporlarından görüldüğü üzere sanığınkullandığını beyan ettiği 0505 ... nolu hat üzerinden, .... imei numaralı cihaz üzerinden bylock adlı iletişim proğramını kullanarak örgüt içi iletişime dahil olduğu, her ne kadar sanığa ait dijital materyallere el konulduğu ve incelemeye alındığı belirtilmişse dedosyada yer alan bylock sorgulama raporlarına göre bylock kullanıldığı tespit edilen cihazın... imei nolu cihaz olduğu, söz konusu imei nolu cihazın ele geçirilemediği dikkate alındığında Siber Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğünce yapılan inceleme sonucu düzenlenecek raporun yargılamanın esasına etkili olmadığı dosyanın bu hali ile hüküm kurmaya elverişli olduğu kanaatine varılmış; tüm dosya kapsamı birlikte değerlendirildiğinde sanığın savunmalarının soyut nitelikte olduğu ve inandırıcı olmadığı kanaatine varılarak kriptolu haberleşme proğramı olan BYLOCK uygulamasının münhasıran FETÖ/PDY mensuplarınca kullanıldığı da göz önüne alındığında, sanığın FETÖ/PDYsilahlı terör örgütünün hiyerarşik yapısına dahil olduğu ve sözü edilen terör örgütü ile arasında organik bağ bulunduğu anlaşılmakla sanığın üzerine atılı bulunan suçu işlediğinin sabit olduğu ve cezalandırılması gerektiği [kanaatine varılmıştır.]..."

25. Başvurucu karara karşı istinaf talebinde bulunmuş olup istinaf incelemesi hâlen devam etmektedir.

26. Anayasa Mahkemesince başvurucunun mal varlığı yönünden uygulanan tedbirin devam edip etmediği sorulmuş, Mahkeme 25/7/2018 tarihli bir yazı ile tedbirin devam ettiğini bildirmiştir.

27. Başvurucu 1/12/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

IV. İLGİLİ HUKUK

A. Ulusal Hukuk

28. 5237 sayılı Kanun'un 314. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:

"(1) Bu kısmın dördüncü ve beşinci bölümlerinde yer alan suçları işlemek amacıyla, silahlı örgüt kuran veya yöneten kişi, on yıldan onbeş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.

 (2) Birinci fıkrada tanımlanan örgüte üye olanlara, beş yıldan on yıla kadar hapis cezası verilir. "

29. 3713 sayılı Kanun'un 5. maddesi şöyledir:

"3 ve 4 üncü maddelerde yazılı suçları işleyenler hakkında ilgili kanunlara göre tayin edilecek hapis cezaları veya adlî para cezaları yarı oranında artırılarak hükmolunur. Bu suretle tayin olunacak cezalarda, gerek o fiil için, gerek her nevi ceza için muayyen olan cezanın yukarı sınırı aşılabilir. Ancak, müebbet hapis cezası yerine, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına hükmolunur.

Suçun, örgütün faaliyeti çerçevesinde işlenmiş olması dolayısıyla ilgili maddesinde cezasının artırılması öngörülmüşse; sadece bu madde hükmüne göre cezada artırım yapılır. Ancak, yapılacak artırım, cezanın üçte ikisinden az olamaz. "

30. 5271 sayılı Kanun’un 128. maddesi şöyledir:

 “Soruşturma veya kovuşturma konusu suçun işlendiğine ve bu suçlardan elde edildiğine dair somut delillere dayanan kuvvetli şüphe sebebi bulunan hallerde, şüpheli veya sanığa ait;

a) Taşınmazlara,

b) Kara, deniz veya hava ulaşım araçlarına,

c) Banka veya diğer malî kurumlardaki her türlü hesaba,

d) Gerçek veya tüzel kişiler nezdindeki her türlü hak ve alacaklara,

e) Kıymetli evraka,

f) Ortağı bulunduğu şirketteki ortaklık paylarına,

g) Kiralık kasa mevcutlarına,

h) Diğer malvarlığı değerlerine,

Elkonulabilir. Somut olarak belirlenen Bu taşınmaz, hak, alacak ve diğer malvarlığı değerlerinin şüpheli veya sanıktan başka bir kişinin zilyetliğinde bulunması halinde dahi, elkoyma işlemi yapılabilir. (Ek cümle: 21/2/2014 – 6526/10 md.) Bu madde kapsamında elkoyma kararı alınabilmesi için ilgisine göre Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu, Sermaye Piyasası Kurulu, Mali Suçları Araştırma Kurulu, Hazine Müsteşarlığı ve Kamu Gözetimi, Muhasebe ve Denetim Standartları Kurumundan, suçtan elde edilen değere ilişkin rapor alınır. Bu rapor en geç üç ay içinde hazırlanır. Özel sebepler zorunlu kıldığında bu süre talep üzerine iki ay daha uzatılabilir.

 (2) Birinci fıkra hükmü;

a) Türk Ceza Kanununda tanımlanan;

18. (Değişik: 2/12/2014-6572/41 md.) Anayasal Düzene ve Bu Düzenin İşleyişine Karşı Suçlar (madde 309, 311, 312, 313, 314, 315, 316),

...

 (3) Taşınmaza elkonulması kararı, tapu kütüğüne şerh verilmek suretiyle icra edilir.

 (4) Kara, deniz ve hava ulaşım araçları hakkında verilen elkoyma kararı, bu araçların kayıtlı bulunduğu sicile şerh verilmek suretiyle icra olunur.

 (5) Banka veya diğer malî kurumlardaki her türlü hesaba elkonulması kararı, teknik iletişim araçlarıyla ilgili banka veya malî kuruma derhâl bildirilerek icra olunur. Söz konusu karar, ilgili banka veya malî kuruma ayrıca tebliğ edilir. Elkoyma kararı alındıktan sonra, hesaplar üzerinde yapılan bu kararı etkisiz kılmaya yönelik işlemler geçersizdir.

...

 (7) Hak ve alacaklara elkoyma kararı, ilgili gerçek veya tüzel kişiye teknik iletişim araçlarıyla derhâl bildirilerek icra olunur. Söz konusu karar, ilgili gerçek veya tüzel kişiye ayrıca tebliğ edilir.

...”

31. 5271 sayılı Kanun'un 267. maddesi şöyledir:

"Hâkim kararları ile kanunun gösterdiği hâllerde, mahkeme kararlarına karşı itiraz yoluna gidilebilir."

32. 5271 sayılı Kanun'un 268. maddesi şöyledir:

"(1) Hâkim veya mahkeme kararına karşı itiraz, kanunun ayrıca hüküm koymadığı hâllerde 35 inci maddeye göre ilgililerin kararı öğrendiği günden itibaren yedi gün içinde kararı veren mercie verilecek bir dilekçe veya tutanağa geçirilmek koşulu ile zabıt kâtibine beyanda bulunmak suretiyle yapılır. Tutanakla tespit edilen beyanı ve imzayı mahkeme başkanı veya hâkim onaylar. 263 üncü madde hükmü saklıdır.

 (2) Kararına itiraz edilen hâkim veya mahkeme, itirazı yerinde görürse kararını düzeltir; yerinde görmezse en çok üç gün içinde, itirazı incelemeye yetkili olan mercie gönderir.

 (3) İtirazı incelemeye yetkili merciler aşağıda gösterilmiştir:

a) (Değişik: 18/6/2014-6545/74 md.) Sulh ceza hâkimliği kararlarına yapılan itirazların incelenmesi, o yerde birden fazla sulh ceza hâkimliğinin bulunması hâlinde, numara olarak kendisini izleyen hâkimliğe; son numaralı hâkimlik için bir numaralı hâkimliğe; ağır ceza mahkemesinin bulunmadığı yerlerde tek sulh ceza hâkimliği varsa, yargı çevresinde görev yaptığı ağır ceza mahkemesinin bulunduğu yerdeki sulh ceza hâkimliğine; ağır ceza mahkemesinin bulunduğu yerlerde tek sulh ceza hâkimliği varsa, en yakın ağır ceza mahkemesinin bulunduğu yerdeki sulh ceza hâkimliğine aittir.

..."

33. 668 sayılı KHK'nın 3. maddesinin 1 numaralı fıkrasının ilgili kısımları şöyledir:

"26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun İkinci Kitap Dördüncü Kısım Dördüncü, Beşinci, Altıncı ve Yedinci Bölümünde tanımlanan suçlar, 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu kapsamına giren suçlar ve toplu işlenen suçlar bakımından, olağanüstü halin devamı süresince;

...

 (ı) 5271 sayılı Kanunun 128 inci maddesi uyarınca yapılacak elkoymaya, maddenin birinci fıkrasında belirtilen rapor alınmadan, sulh ceza hâkimliğince karar verilebilir. Gecikmesinde sakınca bulunan hallerde Cumhuriyet savcısı da elkoymaya karar verebilir. Hâkim kararı olmaksızın yapılan elkoyma işlemi, beş gün içinde görevli hâkimin onayına sunulur. Hâkim, kararını elkoymadan itibaren on gün içinde açıklar; aksi halde elkoyma kendiliğinden kalkar.

..."

34. 671 sayılı KHK'nın 31. maddesiyle 3713 sayılı Kanun'a 20. maddesinden sonra gelmek üzere eklenen 20/A maddesi şöyledir:

"Türk Ceza Kanununun İkinci Kitap Dördüncü Kısım Dördüncü, Beşinci, Altıncı ve Yedinci Bölümünde tanımlanan suçlar ve bu Kanun kapsamına giren suçlar nedeniyle gerçek veya tüzel kişiler ile kamu kurum ve kuruluşlarının uğradığı zararların tazmini amacıyla, soruşturma aşamasında Cumhuriyet savcısının talebi üzerine sulh ceza hâkimi, kovuşturma aşamasında mahkeme tarafından, şüpheli veya sanıklara ait taşınmazların veya kara, deniz ya da hava ulaşım araçlarının devir ve temlikini veya bunlarla ilgili hak tesisini önlemek ya da tasarruf yetkisini kısıtlamak için şerh düşülmesine karar verilebilir. Taşınmazlarla ilgili karar tapu kütüğüne; kara, deniz ve hava ulaşım araçlarıyla ilgili karar ise bu araçların kayıtlı bulunduğu sicile şerh verilmek suretiyle icra olunur. Kovuşturmaya yer olmadığına dair kararın kesinleşmesi halinde veya şerhin konulduğu tarihten itibaren bir yıl içinde, şerhin devamı yönünde hukuk mahkemesinden verilmiş ihtiyati haciz veya ihtiyati tedbir kararı ibraz edilmediği takdirde şerh kendiliğinden terkin edilir."

B. Uluslararası Hukuk

35. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne (Sözleşme) ek 1 No.lu Protokol'ün "Mülkiyetin korunması" kenar başlıklı 1. maddesi şöyledir:

"Her gerçek ve tüzel kişinin mal ve mülk dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme hakkı vardır. Bir kimse, ancak kamu yararı sebebiyle ve yasada öngörülen koşullara ve uluslararası hukukun genel ilkelerine uygun olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılabilir.

Yukarıdaki hükümler, devletlerin, mülkiyetin kamu yararına uygun olarak kullanılmasını düzenlemek veya vergilerin ya da başka katkıların veya para cezalarının ödenmesini sağlamak için gerekli gördükleri yasaları uygulama konusunda sahip oldukları hakka halel getirmez."

36. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), suç isnadına bağlı olarak yapılan elkoyma işlemlerini Sözleşme'ye ek 1 No.lu Protokol'ün 1. maddesi kapsamında değerlendirmektedir. AİHM'e göre kamu makamlarınca kişilerin mülküne el konulması mülkiyet hakkına müdahale teşkil etmektedir. AİHM, bu suretle yapılan müdahalenin mülkiyetin kullanılmasının kontrolüne ilişkin üçüncü kural çerçevesinde incelenmesi gerektiği görüşündedir (Raimondo/İtalya, B. No: 12954/87, 22/2/1994, § 27; Andrews/Birleşik Krallık (k.k.), B. No: 49584/99, 26/9/2002; Adamczyk/Polonya (k.k.), B. No: 28551/04, 7/11/2006; JGK Statyba Ltd ve Guselnikovas/Litvanya, B. No: 3330/12, 5/11/2013, § 117). Buna göre elkoyma işlemiyle başvurucu, mülkünden tamamıyla yoksun bırakılmamakta; başvurucunun mülkünden yararlanması veya tasarrufta bulunması geçici olarak sınırlandırılmaktadır. AİHM ayrıca elkoyma işleminin -kimi durumlarda- muhtemel bir müsadere kararının uygulanmasını güvence altına almaya yönelik olarak geçici bir tedbir şeklinde uygulandığına da dikkat çekmektedir (Rafig Aliyev/Azerbaycan, B. No: 45875/06, 6/12/2011, § 118).

37. AİHM, elkoyma yoluyla yapılan müdahalenin öncelikle iç hukukta yeterli bir temelinin olması ve kamu yararına dayalı meşru bir amacı içermesi gerektiğini kabul etmektedir (Ali Esen/Türkiye, B. No: 74522/01, 24/7/2007, § 32). Nitekim Viktor Konovalov/Rusya (B. No: 43626/02, 24/5/2007) kararında, iç hukukta bu konuda bir düzenleme bulunmadığı hâlde el konulan aracın nihai karar beklenmeden satılması suretiyle mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin Sözleşme'ye ek 1 No.lu Protokol'ün 1. maddesi anlamında hukuka dayalı olma gerekliliğini karşılamadığı sonucuna varılmıştır (Viktor Konovalov/Rusya, §§ 38-47). Bununla birlikte AİHM, elkoyma yönünden kamu makamlarının geniş bir takdir yetkisi olduğunu kabul etmektedir (Džinić/Hırvatistan, B. No: 38359/13, 17/5/2016, § 68). AİHM ayrıca, muhtemel bir müsadere için elkoyma tedbirinin uygulanmasının kamu yararına dayalı olup meşru bir amacı da içerdiğini sıklıkla içtihatlarında belirtmektedir (Borzhonov/Rusya, B. No: 18274/04, 22/1/2009, § 58; East West Alliance Limited/Ukrayna, B. No: 19336/04, 23/1/2014, § 187).

38. AİHM'e göre mülkün kamu yararına kullanılmasının kontrolü kapsamında mülke el konulması hususunda devletlerin geniş bir takdir yetkisi bulunmakla birlikte bu yetkinin tanınması, kişilerin mülkünden geçici süreyle de olsa yoksun bırakılması gibi ağır bir sonuca da yol açmaktadır.Bu nedenle başvurucunun mülkiyet hakkına elkoyma suretiyle yapılan müdahalenin keyfî veya öngörülemez olmaması için usule ilişkin bazı güvenceler öngörülmelidir. AİHM, özellikle elkoyma ve müsadere yoluyla yapılan müdahaleler yönünden verdiği kararlarında keyfî müdahalelerden korunmak amacıyla mülkiyet hakkına müdahale teşkil eden bu önlemlerin kanun dışı veya keyfî ya da makul olmayan şekilde uygulandığına ilişkin savunma ve itirazlarını sorumlu makamlar önünde etkin bir biçimde ortaya koyabilme olanağının kişilere tanınması güvencesinin sağlanması gerektiğini belirtmektedir. Bu değerlendirme ise uygulanan sürecin bütününe bakılarak yapılmalıdır (AGOSI/Birleşik Krallık, B. No: 9118/80, 24/10/1986, § 60; Saccoccia/Avusturya, B. No: 69917/01, 18/12/2008,§ 89; elkoyma ile ilgili kararlar için bkz. Džinić/Hırvatistan, § 68; Borzhonov/Rusya, §§ 60, 61).

V. İNCELEME VE GEREKÇE

39. Mahkemenin 12/11/2019 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Adli Yardım Talebi Yönünden

40.Başvurucu bireysel başvuru harç ve masraflarını karşılayacak geliri olmadığını beyan ederek adli yardım talebinde bulunmuştur.

41. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Şerif Ay (B. No: 2012/1181, 17/9/2013) kararında belirtilen ilkeler dikkate alınarak geçimini önemli ölçüde zor duruma düşürmeksizin yargılama giderlerini ödeme gücünden yoksun olduğu anlaşılan başvurucunun açıkça dayanaktan yoksun olmayan adli yardım talebinin kabulüne karar verilmesi gerekir.

B. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü

42. Başvurucu mal varlığı hakkında kanuna aykırı olarak elkoyma tedbiri uygulandığından yakınmaktadır. Başvurucu Anayasa'nın öngördüğü güvencelere uyulmadan mal varlığı hakkında elkoyma tedbiri uygulanmasına karar verildiğini belirterek özel hayata saygı, etkili başvuru ile mülkiyet haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

43. Bakanlık görüşünde 5271 sayılı Kanun'un 141. ve devamı maddelerinde öngörülen başvuru yolunun tüketilip tüketilmediği ve başvurunun kabul edilebilirliği yönünden inceleme yapılıp yapılmamasının Anayasa Mahkemesinin takdirinde olduğu bildirilmiştir.

C. Değerlendirme

44. İddianın değerlendirilmesinde dayanak alınacak Anayasa’nın 35. maddesi şöyledir:

Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.

Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir.

Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz.”

45. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucu aynı iddialarla özel hayata saygı ve etkili başvuru hakkının da ihlal edildiğini ileri sürmektedir. Ancak başvurucunun mal varlığı hakkında elkoyma tedbirinin uygulanmasına ilişkin şikâyeti esas itibarıyla mülkiyet hakkını ilgilendirdiğinden, başvurucunun söz konusu ihlal iddialarının mülkiyet hakkı bağlamında incelenmesi uygun görülmüştür.

1. Uygulanabilirlik Yönünden

46. Anayasa Mahkemesi Aydın Yavuz ve diğerleri (aynı kararda bkz. §§ 187-191) kararında, olağanüstü yönetim usullerinin uygulandığı dönemlerde alınan tedbirlere ilişkin bireysel başvuruları incelerken Anayasa'nın 15. maddesinde ortaya konulan temel hak ve özgürlüklere ilişkin güvence rejimini dikkate alacağını belirtmiştir. Buna göre olağanüstü bir durumun bulunması ve bunun ilan edilmesinin yanı sıra bireysel başvuruya konu temel hak ve özgürlüklere müdahale teşkil eden tedbirin olağanüstü durumla bağlantılı olması hâlinde inceleme Anayasa'nın 15. maddesi uyarınca yapılacaktır.

47. 15 Temmuz 2016 tarihinde yaşanan darbe teşebbüsünden sonra Cumhurbaşkanı başkanlığında toplanan Bakanlar Kurulu 21/7/2016 tarihinde OHAL ilan edilmesine karar vermiş, daha sonra da OHAL birçok kez uzatılmıştır. OHAL ilanı nedenlerinin başında darbe teşebbüsü gelmektedir (Aydın Yavuz ve diğerleri, §§ 224, 226). OHAL ilanı ile darbe teşebbüsünden kaynaklanan tehlikenin yanı sıra bu teşebbüsün arkasında olduğu değerlendirilen FETÖ/PDY'den kaynaklanan tehdit ve tehlikenin de bertaraf edilmesinin amaçlandığı görülmektedir (Aydın Yavuz ve diğerleri, §§ 48, 229). Nitekim darbe teşebbüsünün arkasındaki yapılanmanın FETÖ/PDY olduğuna ilişkin kamu makamlarınca ve soruşturma mercilerince yapılan değerlendirmeler olgusal temellere dayanmaktadır (Aydın Yavuz ve diğerleri, § 216).

48. Başvurucunun mal varlığı hakkında elkoyma tedbirinin uygulandığı tarihte Türkiye'de OHAL yönetim usulü yürürlüktedir. Elkoyma kararında, başvurucunun darbe teşebbüsünün arkasındaki yapılanma olduğu belirtilen FETÖ/PDY üyesi olduğu ileri sürülmüştür (bkz. § 15). Dolayısıyla başvurucunun şikâyet ettiği tedbire dayanak olan suçlamanın OHAL ilanını gerekli kılan olaylarla ilgili olduğu görülmektedir.

49. Bu itibarla OHAL ilanına sebebiyet veren olaylar kapsamında bir suç isnadına bağlı olarak uygulanan elkoyma tedbirinin hukuki olup olmadığının incelenmesi Anayasa'nın 15. maddesi kapsamında yapılacaktır. Bu inceleme sırasında öncelikle söz konusu tedbirin başta Anayasa'nın 13. ve 35. maddeleri olmak üzere diğer maddelerinde yer alan güvencelere aykırı olup olmadığı tespit edilecek, aykırılık saptanması hâlinde ise Anayasa'nın 15. maddesindeki ölçütlerin bu aykırılığı meşru kılıp kılmadığı değerlendirilecektir (benzer yöndeki değerlendirmeler için bkz. Aydın Yavuz ve diğerleri, §§ 193-195, 242).

2. Kabul Edilebilirlik Yönünden

50. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir nedeni de bulunmadığı anlaşılan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

3. Esas Yönünden

a. Mülkün Varlığı

51. Başvuruya konu tedbir kararının uygulandığı mal varlığı değerleri yönünden mülkün mevcut olduğunda kuşku bulunmamaktadır.

b. Müdahalenin Varlığı ve Türü

52. Malikin, mülkünü kullanma, semerelerinden yararlanma ve mülkü üzerinde tasarruf etme yetkilerinden herhangi birinin sınırlanması, mülkiyet hakkına müdahale teşkil eder (Recep Tarhan ve Afife Tarhan, B. No: 2014/1546, 2/2/2017, § 53). Anayasa Mahkemesi daha önce bir suç isnadına bağlı olarak uygulanan elkoyma tedbirinin, mülkten geçici süreyle de olsa yoksun bırakma sonucuna yol açmasından dolayı mülkiyet hakkına müdahale teşkil ettiğini kabul etmiştir (Hanife Ensaroğlu, B. No: 2014/14195, 20/9/2017, § 52). Somut olayda başvurucunun mal varlığı değerleri yönünden bir ceza soruşturması sürecinde suçtan elde edildiği şüphesiyle ve muhtemel bir müsadereyi güvence altına almak için el konulmuştur. Bu durumda müdahalenin belirtilen amacı da gözetildiğinde mülkiyetin kamu yararına kullanımının düzenlenmesine ilişkin üçüncü kural çerçevesinde incelenmesi gerekmektedir (benzer yöndeki değerlendirmeler için bkz. Hanife Ensaroğlu, § 52; Onur Tur Uluslararası Nakliyat Ltd. Şti., B. No: 2015/947, 15/11/2018, § 52; Yeter Deri Tekstil Sanayi ve Ticaret A.Ş., B. No: 2015/8867, 21/2/2019, § 55).

c. Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı

53. Anayasa’nın 13. maddesi şöyledir:

"Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz."

54. Anayasa’nın 13. ve 35. maddeleri uyarınca mülkiyet hakkına yönelik müdahalenin Anayasa'ya uygun olabilmesi için müdahalenin kanuna dayanması, kamu yararı amacı taşıması ve ölçülülük ilkesi gözetilerek yapılması gerekmektedir(Recep Tarhan ve Afife Tarhan, § 62).

i. Kanunilik

55. Mülkiyet hakkına yönelik müdahalelerde ilk incelenmesi gereken ölçüt kanuna dayalı olma ölçütüdür. Bu ölçütün sağlanmadığı tespit edildiğinde diğer ölçütler bakımından inceleme yapılmaksızın mülkiyet hakkının ihlal edildiği sonucuna varılacaktır. Müdahalenin kanuna dayalı olması, müdahaleye ilişkin yeterince ulaşılabilir, belirli ve öngörülebilir kanun hükümlerinin bulunmasını gerektirmektedir (Türkiye İş Bankası A.Ş. [GK], B. No: 2014/6192, 12/11/2014, § 44; Ford Motor Company, B. No: 2014/13518, 26/10/2017, § 49; Necmiye Çiftçi ve diğerleri, B. No: 2013/1301, 30/12/2014, § 55).

56. Somut olayda başvurucunun mal varlığına ilişkin olarak 5271 sayılı Kanun'un 128. maddesi ve 668 sayılı KHK'nın 3. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (ı) bendi hükümlerine göre elkoyma tedbiri uygulanmıştır. Bununla birlikte başvurucunun cezalandırılması talebiyle açılan davada yapılan yargılama neticesinde Ağır Ceza Mahkemesince verilen mahkûmiyete ilişkin kararda el konulan mal varlığı değerleri ile ilgili herhangi bir hükme yer verilmemiştir. Ancak Ağır Ceza Mahkemesi tedbirin devam ettiğini bildirmiştir. Diğer taraftan başvurucunun elkoyma kararına karşı yaptığı itirazının ise yine elkoyma kararını veren mercii tarafından incelenerek reddedildiği görülmektedir. Anayasa Mahkemesi tedbirin konulması ile ilgili kanuni bir dayanağın mevcut olduğunu tespit etmekle birlikte tedbirin devamı ve tedbire itiraz sürecine ilişkin belirtilen meseleleri müdahalenin ölçülülüğü bağlamında inceleyerek sonuca varacaktır.

ii. Meşru Amaç

57. Elkoyma tedbirinin uygulanmasının, suçla mücadele çerçevesinde yeni suçların işlenmesinin önlenmesi, caydırıcılığın sağlanması ve muhtemel bir müsaderenin güvence altına alınması gibi kamu yararına dayalı meşru bir amacının bulunduğu açıktır (benzer yöndeki değerlendirmeler için bkz. Yeter Deri Tekstil Sanayi ve Ticaret A.Ş., § 61).

iii. Ölçülülük

58. Ölçülülük ilkesi elverişlilikgereklilik ve orantılılık olmak üzere üç alt ilkeden oluşmaktadır. Elverişlilik öngörülen müdahalenin ulaşılmak istenen amacı gerçekleştirmeye elverişli olmasını, gereklilik ulaşılmak istenen amaç bakımından müdahalenin zorunlu olmasını yani aynı amaca daha hafif bir müdahale ile ulaşılmasının mümkün olmamasını, orantılılık ise bireyin hakkına yapılan müdahale ile ulaşılmak istenen amaç arasında makul bir dengenin gözetilmesi gerekliliğini ifade etmektedir (AYM, E.2011/111, K.2012/56, 11/4/2012; E.2014/176, K.2015/53, 27/5/2015; E.2016/13, K.2016/127, 22/6/2016, § 18; Mehmet Akdoğan ve diğerleri, B. No: 2013/817, 19/12/2013, § 38).

59. Buna göre mülkiyet hakkını sınırlandıran bir tedbirin uygulanmasının Anayasa'nın 13. ve 35. maddelerine göre ölçülü olabilmesi için bu tedbirin öngörülen kamu yararı amacını gerçekleştirmeye elverişli olması ve bu tedbirin uygulanması dışında aynı amacı gerçekleştirmeye yarar daha elverişli başka bir aracın da bulunmaması gerekmektedir. Suçla mücadele alanında hangi tedbirlerin gerekli olup olmadığının değerlendirilmesi öncelikli olarak ilgili kamu makamlarının yetkisindedir. Bu alanda ne gibi tedbirlerin alınması gerektiği hakkında sorumlu ve yetkili merciler daha isabetli karar verebilecek konumdadır. Bu nedenle hangi tedbirin uygulanacağının belirlenmesi hususunda idarelerin belli ölçüde takdir yetkisi bulunmaktadır. Ne var ki seçilen aracın gerekliliğine ilişkin olarak idarelerin sahip olduğu takdir yetkisi sınırsız değildir. Tercih edilen aracın müdahaleyi ulaşılmak istenen amaca nazaran bariz bir biçimde ağırlaştırması durumunda Anayasa Mahkemesince müdahalenin gerekli olmadığı sonucuna ulaşılması mümkündür. Ancak Anayasa Mahkemesinin bu kapsamda yapacağı denetim, seçilen aracın isabet derecesine yönelik olmayıp hak ve özgürlükler üzerinde oluşturduğu müdahalenin ağırlığına dönüktür (benzer yöndeki değerlendirmeler için bkz. Hamdi Akın İpek, B. No: 2015/17763, 24/5/2018, § 108; Hanife Ensaroğlu, § 67).

60. Orantılılık ilkesi gereği kişilerin mülkiyet hakkının sınırlandırılması hâlinde elde edilmek istenen kamu yararı ile bireyin hakları arasında adil bir dengenin kurulması gerekmektedir. Bu adil denge, başvurucunun şahsi olarak aşırı bir yüke katlandığının tespit edilmesi durumunda bozulmuş olacaktır. Anayasa Mahkemesi müdahalenin orantılılığını değerlendirirken bir taraftan ulaşılmak istenen meşru amacın önemini, diğer taraftan da müdahalenin niteliğini, başvurucunun ve kamu otoritelerinin davranışlarını gözönünde bulundurarak başvurucuya yüklenen külfeti dikkate alacaktır (benzer yöndeki değerlendirmeler için bkz. Arif Güven, B. No: 2014/13966, 15/2/2017, §§ 58, 60).

61. Anayasa'nın 35. maddesi usule ilişkin açık bir güvenceden söz etmemektedir. Bununla birlikte mülkiyet hakkının gerçek anlamda korunabilmesi bakımından bu madde Anayasa Mahkemesinin çeşitli kararlarında da ifade edildiği üzere mülk sahibine müdahalenin kanun dışı veya keyfî ya da makul olmayan şekilde uygulandığına ilişkin savunma ve itirazlarını sorumlu makamlar önünde etkin bir biçimde ortaya koyabilme olanağının tanınması güvencesini kapsamaktadır. Bu değerlendirme ise uygulanan sürecin bütününe bakılarak yapılmalıdır (başvurucuya diğer unsurlar yanında ayrıca etkin bir savunma hakkı tanındığından müdahalenin ölçülü görüldüğü kararlar için bkz. Eyyüp Baran, B. No: 2014/8060, 29/9/2016, §§ 75-95; Fatma Çavuşoğlu ve Bilal Çavuşoğlu, B. No: 2014/5167, 28/9/2016, §§ 74-89. Buna karşılık aynı koşulun yargılama sürecinde sağlanamaması nedeniyle müdahalenin ölçüsüz görüldüğü kararlar için bkz. Mahmut Üçüncü, B. No: 2014/1017, 13/7/2016, §§ 79-102; Arif Güven, §§ 57-72).

62. Ayrıca mülkiyet hakkına müdahaleye yol açan tedbirlerin keyfî veya öngörülemez biçimde uygulanmaması gerekmektedir. Aksi takdirde mülkiyet hakkının etkin bir biçimde korunması mümkün olmaz. Bu sebeple kamu makamlarınca başvurucunun eylemi ile tedbire yol açan kanuna aykırılık arasında bağlantı olduğunu gösterir makul bir değerlendirme yapılmalıdır. Bu bağlamda elkoyma veya müsadere gibi tedbirler yoluyla mülkiyet hakkına yapılan müdahalelerin bireyin menfaatleri ile kamunun yararı arasında olması gereken adil dengeyi bozmaması için suça veya kabahate konu eşyanın malikinin davranışı ile kanunun ihlali arasında uygun bir illiyet bağının olması ve iyi niyetli eşya malikine eşyasını -tehlikeli olmaması kaydıyla- geri kazanabilme olanağının tanınması veya iyi niyetli malikin bu nedenle oluşan zararının tazmin edilmesi gerekmektedir (Bekir Yazıcı, [GK], B. No: 2013/3044, 17/12/2015, §§ 31-80; Hanife Ensaroğlu, § 66; Hamdi Akın İpek,B. No: 2015/17763, 24/5/2018, § 115).

63. Bunun yanında söz konusu tedbir gerek kapsamı gerekse de süresi itibarıyla orantılı olarak uygulanmalıdır. Kamu yararı amacı doğrultusunda mülkle ilgili olarak bu ve benzeri tedbirlerin uygulanmasının zarara yol açması ise kaçınılmazdır. Ancak bu zararın kaçınılmaz olandan ağır veya aşırı sonuçlara da yol açmaması ya da oluşması durumunda böyle bir zararın kamu makamlarınca makul bir sürede, uygun yöntem ve vasıtalarla gideriminin sağlanması gerekmektedir. Buna göre kamu makamlarının kanuna dayalı olarak ve ilgili kamu yararı amacı doğrultusunda mülkiyet hakkına müdahale teşkil eden tedbirler uygulaması ve bu tedbirlerin belirli bir süre devam etmesi ancak bireyin mülkiyet hakkının korunmasının gerekliliklerine uyulduğu takdirde ölçülü görülebilir (Hanife Ensaroğlu, § 67).

64. Suçla mücadele bağlamında ihtiyaç duyulan tedbirlerin alınması ve bu tedbirler kapsamında somut olayda olduğu gibi araçlar üzerinde belirli bir süreyle hukuki tasarruflarda bulunulmasının sınırlandırılması bakımından kamu makamlarının geniş bir takdir yetkisi mevcut ise de bu tedbirlerin uygulanmasının mülk sahibine kaçınılmaz olandan aşırı bir külfet de yüklememesi gerekmektedir. Bu doğrultuda mülkiyet hakkına yönelik olarak uygulanan tedbir süreçlerinde kamu makamlarının makul derecede ivedilik ve özen koşullarına uygun hareket etmeleri beklenir. Diğer bir deyişle tedbiri uygulayan kamu makamlarının söz konusu tedbirin başvurucunun mülkiyet hakkına etkilerini de gözetmesi ve ölçüsüz bir müdahaleye yol açmaması gerekmektedir (Onur Tur Uluslararası Nakliyat Ltd. Şti., § 66).

65. Somut olayda öncelikle mülkiyet hakkının korunmasının gerektirdiği usule ilişkin güvencelerin sağlanıp sağlanmadığı belirlenmelidir.

66. Başvurucunun mal varlığına Kocaeli 1. Sulh Ceza Hâkimliğince elkoyma tedbiri uygulanmış, başvurucunun karara karşı yaptığı itiraz ise yine aynı Hâkimlikçe değerlendirilerek reddedilmiştir. Hâlbuki 5271 sayılı Kanun'un 267. ve 268. maddelerine göre kararına itiraz edilen Sulh Ceza Hâkimliğinin itirazı yerinde görmemesi durumunda en çok üç gün içinde, itirazı incelemeye yetkili olan mercie göndereceği hüküm altına alınmıştır. İtiraz mercii ise 263. maddenin (3) numaralı fıkrasına göre o yerde birden fazla sulh ceza hâkimliğinin bulunması hâlinde, numara olarak kendisini izleyen Hâkimlik olarak düzenlenmiştir. Buna karşın somut olayda ise başvurucunun elkoyma tedbirine karşı yaptığı itirazının incelenmek kanunda öngörülen merciine gönderilmediği görülmektedir. Böylelikle başvurucuya kanun ile tanınan bir hukuk yolu önünde söz konusu elkoyma kararının keyfî veya hukuka aykırı olduğunu ileri sürebilme imkânından yoksun bırakıldığı açıktır.

67. Diğer taraftan silahlı terör örgütüne üye olma suçundan yürütülen bir ceza soruşturmasında muhtemel bir müsaderenin güvence altına alınması çerçevesinde elkoyma tedbirinin kanuna dayalı olarak uygulanması kamu makamlarının takdirindedir. Bununla birlikte olayda başvurucunun atılı suçtan cezalandırılmasına karar veren Ağır Ceza Mahkemesi el konulan mal varlığı değerlerinin müsaderesi yönünde bir hüküm tesis etmemiştir. Mahkeme böyle bir hüküm tesis etmediği gibi söz konusu mal varlığı değerlerine yönelik tedbirin devamı veya sona erdiği yönünde de bir karar vermemiş olup Anayasa Mahkemesinin konu hakkındaki yazısı üzerine tedbirin devam ettiğini bildirmiştir.

68. Dolayısıyla soruşturma ve kovuşturma sürecine bir bütün olarak bakıldığında müsadere yönünde bir hüküm verilmediği hâlde elkoyma tedbirinin devamına niçin gerek duyulduğu anlaşılamamaktadır. Mahkeme tedbirin devamının gerekçesini ve kanuni dayanağını da göstermemiştir.

69. Bu bağlamda 671 sayılı KHK'nın 31. maddesindeki düzenlemeye de dikkati çekmek gerekir. Bu madde ile başvurucunun üzerine atılı suç gibi bazı suçlar nedeniyle gerçek veya tüzel kişiler ile kamu kurum ve kuruluşlarının uğradığı zararların tazmini için elkoyma tedbirinin uygulanabileceği, ancak şerhin konulduğu tarihten itibaren bir yıl içinde, şerhin devamı yönünde hukuk mahkemesinden verilmiş ihtiyati haciz veya ihtiyati tedbir kararı ibraz edilmediği takdirde şerh kendiliğinden terkin edileceği hüküm altına alınmıştır. Mahkeme bu hükmün olayda uygulanabilir olup olmadığı yönünde de herhangi bir değerlendirme yapmamıştır.

70. Sonuç olarak başvurucunun hakkında yürütülen ceza soruşturmasında mal varlığı değerleri yönünden uygulanan tedbire ilişkin olarak kanunda öngörülen itiraz sürecinin işletilmemesi, müsadere kararı verilmediği hâlde tedbirin fiilen devam ettirildiği, tedbirin devamı ile ilgili olarak bir karar verilmediği gibi konu ile ilgili ve yeterli bir gerekçenin de gösterilmediği anlaşılmaktadır. Dolayısıyla başvurucunun mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin kanun dışı veya keyfî ya da makul olmayan şekilde uygulandığına ilişkin savunma ve itirazlarını sorumlu makamlar önünde etkin bir biçimde ortaya koyabilme olanağının tanınmadığı ve mülkiyet hakkının gerektirdiği usule ilişkin güvencelerin sağlanmadığı kanaatine varılmıştır. Bu durumda elkoyma suretiyle yapılan müdahalenin kamu yararı amacı ile başvurucunun mülkiyet hakkının korunmasının gereklilikleri arasındaki adil denge başvurucu aleyhine bozulmuştur. Başvurucunun mülkiyet hakkına yapılan müdahale ölçüsüzdür.

71. Açıklanan gerekçelerle başvurucunun Anayasa'nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

4. Anayasa'nın 15. Maddesi Yönünden

72. Anayasa'nın 15. maddesine göre savaş, seferberlik, sıkıyönetim veya olağanüstü hâllerde temel hak ve özgürlüklerin kullanılmasının kısmen veya tamamen durdurulabilmesi ve bunlar için Anayasa'nın diğer maddelerinde öngörülen güvencelere aykırı tedbirler alınabilmesi mümkündür. Ancak Anayasa'nın 15. maddesi, bu hususta kamu otoritelerine sınırsız bir yetki tanımamaktadır. Anayasa'nın diğer maddelerinde öngörülen güvencelere aykırı tedbirlerin Anayasa'nın 15. maddesinin ikinci fıkrasında sayılan hak ve özgürlüklere dokunmaması, milletlerarası hukuktan doğan yükümlülüklere aykırı bulunmaması ve durumun gerektirdiği ölçüde olması gerekir. Anayasa Mahkemesince Anayasa'nın 15. maddesine göre yapılacak inceleme bu ölçütlerle sınırlı olacaktır. Mahkeme bu incelemenin usul ve esaslarını ortaya koymuştur (Aydın Yavuz ve diğerleri, §§ 192-211, 344).

73. Mülkiyet hakkı; savaş, seferberlik, sıkıyönetim ve OHAL gibi yönetim usullerinin benimsendiği dönemlerde Anayasa'nın 15. maddesinin ikinci fıkrasında yer alan dokunulması yasaklanan çekirdek haklar arasında değildir. Dolayısıyla bu özgürlükler yönünden olağanüstü hâllerde Anayasa'daki güvencelere aykırı tedbirler alınması mümkündür.

74. Bu kapsamda elkoyma tedbirine karşı başvurucuya etkin bir biçimde itiraz edebilme olanağının tanınmadığı tespit edilerek müdahalenin ölçüsüz olduğu sonucuna varılmıştır. Olağanüstü dönemde söz konusu tedbire yönelik itiraz süreçlerini düzenleyen ilgili kanun hükümlerini kaldıran veya değiştiren herhangi bir düzenleme yapılmadığı anlaşıldığından müdahalenin durumun gerektirdiği ölçüde olduğu söylenemez.

75. Bu itibarla OHAL döneminde temel hak ve özgürlüklerin kullanımının durdurulmasını ve sınırlandırılmasını düzenleyen Anayasa'nın 15. maddesinin, başvurucunun mülkiyet hakkına yönelik Anayasa'nın 13. ve 35. maddelerinde belirtilen güvencelere aykırı bu müdahaleyi meşru kılmadığı değerlendirilmiştir.

76. Açıklanan gerekçelerle -Anayasa'nın 15. maddesiyle birlikte değerlendirildiğinde de- başvurucunun Anayasa'nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

5. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

77. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesi'nin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:

 “(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir...

 (2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

78. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hak ve hürriyetin ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural, mümkün olduğunca eski hâle getirmenin, yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle devam eden ihlalin durdurulması, ihlale konu kararın veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan [GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018§ 55).

79. İhlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilmeden önce ihlalin kaynağının belirlenmesi gerekir. Buna göre ihlal; idari eylem ve işlemler, yargısal işlemler veya yasama işlemlerinden kaynaklanabilir. İhlalin kaynağının belirlenmesi uygun giderim yolunun belirlenebilmesi bakımından önem taşımaktadır (Mehmet Doğan, § 57).

80. İhlalin mahkeme kararından kaynaklandığı durumlarda 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası ile Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 79. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca kural olarak ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın bir örneğinin ilgili mahkemeye gönderilmesine hükmedilir (Mehmet Doğan, § 58).

81. Buna göre Anayasa Mahkemesince ihlalin tespit edildiği hâllerde yargılamanın yenilenmesinin gerekliliği hususundaki takdir derece mahkemelerine değil ihlalin varlığını tespit eden Anayasa Mahkemesine bırakılmıştır. Derece mahkemeleri ise Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında belirttiği doğrultuda ihlalin sonuçlarını gidermek üzere gereken işlemleri yapmakla yükümlüdür (Mehmet Doğan, § 59).

82. Başvurucu, ihlalin tespiti ile manevi tazminata hükmedilmesi talebinde bulunmuştur.

83. Anayasa Mahkemesi başvurucunun mülkiyet hakkının korunmasının gerektirdiği usule ilişkin güvencelerin yargı organlarınca sağlanmaması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği sonucuna varmıştır. Dolayısıyla somut başvuruda ihlalin mahkeme kararından kaynaklandığı anlaşılmaktadır.

84. Bu durumda mülkiyet hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için Ağır Ceza Mahkemesince yapılması gereken iş, ihlal kararındaki tespitleri dikkate alarak tedbirin devamı veya sona erdirilmesi yönünde konu ile ilgili ve yeterli bir gerekçeyle karar vermekten ibarettir. Bu sebeple kararın bir örneğinin yapılması gerekenlere hükmedilmesi kapsamında Kocaeli 4. Ağır Ceza Mahkemesine (E.2017/237) gönderilmesine karar verilmesi gerekir.

85. Diğer taraftan özellikle itiraz sürecinin usulüne uygun işletilmemesi nedeniyle yol açılan ihlalin bütün sonuçlarının giderilebilmesi için eski hâle iade kuralı gereğince başvurucuya uğradığı manevi zararları karşılığında net 5.500 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir. Başvurucunun adli yardım talebi kabul edilmiş olup başvuru lehine sonuçlandığından yargılama giderleriyle ilgili bir karar verilmesine gerek görülmemiştir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Kararın bir örneğinin mülkiyet hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için Kocaeli 4. Ağır Ceza Mahkemesine (E.2017/237) GÖNDERİLMESİNE,

D. Başvurucuya net 5.500 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE, tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,

E. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

F. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 12/11/2019 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

ABDÜLMACİT SELEKLER VE DİĞERLERİ BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2016/1107)

 

Karar Tarihi: 10/12/2019

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Hasan Tahsin GÖKCAN

Üyeler

:

Burhan ÜSTÜN

 

 

Hicabi DURSUN

 

 

Kadir ÖZKAYA

 

 

Yusuf Şevki HAKYEMEZ

Raportör

:

Heysem KOCAÇİNAR

Başvurucular

:

1.Abdülmacit SELEKLER

 

 

2.Adnan Fuat SELEKLER

 

 

3.Ahmet Edip SELEKLER

 

 

4.Hayriye SELEKLER

 

 

5.Nilüfer BALCI

 

 

6.Seher SELEKLER

 

 

7.Seher Şule SELEKLER

 

 

8.Ünser SELEKLER

Vekili

:

Av. Necati YILMAZ

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, kamulaştırmasız el atmaya dayalı tazminat davasının reddedilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 15/1/2016 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:

A. Kadastro Tespitine İtiraz Süreci

8. 1958 yılında 15/12/1934 tarihli ve 2613 sayılı Kadastro ve Tapu Tahriri Kanunu'na göre yapılan kadastro çalışmalarında 570 ada 3 parsel sayılı taşınmaz 19 Sefer 1264 tarihli tapu kaydına dayalı olarak Hazine ve diğer paydaşlar adına tespit edilmiştir.

9. Tespite yönelik itiraz üzerine Antalya Asliye Hukuk Mahkemesinde dava açılmış, 13/10/1987 tarihli karar ile 21/6/1986 tarihli ve 3402 sayılı Kadastro Kanunu'nun geçici 1. maddesi uyarınca dava dosyası Antalya Kadastro Mahkemesine devredilmiştir.

10. Tespite itiraz davasında davacılar; dava konusu 570 ada 3 parselde harici satış, muristen intikal ve zilyetliğe dayanmışlardır. Antalya Kadastro Mahkemesince 29/6/2004 tarihli karar ile dava konusu taşınmazın payları oranında Hazine ve gerçek kişiler adına tesciline karar verilmiştir. Anılan kararda, başvurucular murisi Mehmet Rüştü oğlu Abdülmecit Tevfik Selekler 15840/414720 oranında pay sahibi olarak gösterilmiştir. Hüküm Yargıtay denetiminden geçerek 13/7/2006 tarihinde kesinleşmiştir.

11. Başvurucular murisi Abdülmacit Selekler yargılama devam ederken 11/11/1977 tarihinde vefat etmiştir.

12. Öte yandan 570 ada 3 parsel tapuya tescil edildikten sonra imar uygulamasına tabi tutulmuş olup bu parselin ifrazından oluşan 4520 ada 48 parselin 11/288 hissesi hâlen muris Abdülmecit Selekler adına kayıtlıdır.

B. Kamulaştırma Süreci

13. Uyuşmazlığa konu taşınmazın 47.459 m2 yüz ölçümlü kısmının 24/12/1964 tarihinde ve 39.771 m2 yüz ölçümlü kısmının da 21/4/1969 tarihinde Karayolları Genel Müdürlüğünce (KGM) kamulaştırılması yönünde işlem tesis edilmiş, kamulaştırma kararı ilgililere tebliğ edilmiş ve belirlenen kamulaştırma bedeli de bankaya depo edilmiştir. Ancak taşınmazın mülkiyeti ihtilaflı olduğu için söz konusu bedelin ödenmesi kadastro davasının sonucuna kadar mümkün olamamıştır.

C. Başvuruya Konu Yargılama Süreci

14. Başvurucular 25/1/2012 tarihli dilekçeyle 570 ada 3 parselin ifrazından oluşan 4520 ada 48 parsel sayılı taşınmazda murislerinden intikal eden 11/288 oranında payınsahibi olduklarını ve söz konusu taşınmazın 33.718 m²sinin davalı KGM tarafından yol olarak kullanıldığını belirterek fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla 10.000 TL'nin bu Kurumdan tahsiline karar verilmesini istemişlerdir.

15. Antalya 7. Asliye Hukuk Mahkemesi, yapmış olduğu yargılama sonucunda 25/1/2012 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Mahkeme gerekçeli kararında, dava konusu 4520 ada 48 parselin geldisi olan 573 ada 3 parselin bedeli karşılığında KGM tarafından kamulaştırılıp kamulaştırma işleminin başvurucuların murisine usulune uygun olarak tebliğ edildiği saptamasına yer vermiştir. Mahkemeye göre bu sebeple dava sübuta ermemiştir.

16. Karar başvurucular tarafından temyiz edilmiş ise de Yargıtay 18. Hukuk Dairesince 18/2/2014 tarihinde onanmış, karar düzeltme talebi de aynı Dairenin 23/11/2015 tarihli kararıyla reddedilmiştir.

17. Hüküm 23/12/2015 tarihinde tebliğ edilmiş, başvurucular 15/1/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

IV. İLGİLİ HUKUK

A. Ulusal Hukuk

18. 31/8/1956 tarihli ve 6830 sayılı mülga İstimlâk Kanunu'nun 13. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

"İstimlâki kararlaştırılan yerlerin tapu ve tapu kaydı yoksa vergi kayıtları ile ve ayrıca haricen yapılacak tahkikatla tesbit edilen mal sahibi, zilyed ve diğer alâkalılarından ikametgâhı tesbit edilmiş olanlara istimlâk olunacak gayrimenkulun plân veya ebatlı krokisi, istimlâk kararı ve takdir olunan kıymeti ve istimlâkin hangi idare lehine yapıldığı ve açılacak davalarda husumetin kime tevcih edileceği 15 gün içinde noter marifetiyle tebliğ olunur. Tebligatta Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu hükümleri tatbik olunur…"

19. 6830 sayılı mülga Kanun'un "Müddetler ve merci" kenar başlıklı 14. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"İstimlâk olunacak gayrimenkulun sahibi zilyed ve diğer alâkalılar veya istimlâki yapan idare tarafından 13 üncü madde gereğince ikametgâhlarında tebligat yapılmış olanlar tebliğ tarihinden itibaren 15 gün, bunlar haricindekiler son ilân tarihinden itibaren 30 gün içinde istimlâk muamelesine karşı Şûrayı Devlette ve takdir edilen bedelle maddi hatalara karsı da gayrimenkulün bulunduğu mahal asliye hukuk mahkemesinde dâva açabilirler...

..."

20. 3402 sayılı Kanun'un "Kesin hüküm" kenar başlıklı 34. maddesi şöyledir:

''Kadastro mahkemeleri kararları, davada taraf olanlar ile taraflar dışında hak iddia ederek davaya müdahil sıfatıyla katılanların leh ve aleyhine kesin hüküm teşkil eder...''

B. Uluslararası Hukuk

21. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne (Sözleşme) ek 1 No.lu Protokol'ün "Mülkiyetin korunması" kenar başlıklı 1. maddesi şöyledir:

"Her gerçek ve tüzel kişinin mal ve mülk dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme hakkı vardır. Bir kimse, ancak kamu yararı sebebiyle ve yasada öngörülen koşullara ve uluslararası hukukun genel ilkelerine uygun olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılabilir.

Yukarıdaki hükümler, devletlerin, mülkiyetin kamu yararına uygun olarak kullanılmasını düzenlemek veya vergilerin ya da başka katkıların veya para cezalarının ödenmesini sağlamak için gerekli gördükleri yasaları uygulama konusunda sahip oldukları hakka halel getirmez."

22. Kamulaştırmasız el atma ile ilgili Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararları için bkz. Şevket Karataş [GK], B. No: 2015/12554, 25/10/2018, §§ 26-33.

V. İNCELEME VE GEREKÇE

23. Mahkemenin 10/12/2019 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucu Hayriye Selekler Yönünden

24.30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un "Bireysel başvuruların kabul edilebilirlik incelemesi ve şartları" kenar başlıklı 48. maddesinin (5) numaralı fıkrası şöyledir:

"(5) Kabul edilebilirlik şartları ve incelemesinin usul ve esasları ile ilgili diğer hususlar İçtüzükle düzenlenir."

25. Anayasa İçtüzüğü'nün 80. maddesinin ilgili kısımları şöyledir:

"(1) Bölümler ya da Komisyonlarca yargılamanın her aşamasında aşağıdaki hâllerde düşme kararı verilebilir:

...

ç) Bölümler ya da Komisyonlarca saptanan herhangi bir başka gerekçeden ötürü, başvurunun incelenmesinin sürdürülmesini haklı kılan bir neden görülmemesi.

 (2) Bölümler ya da Komisyonlar; yukarıdaki fıkrada belirtilen nitelikteki bir başvuruyu, Anayasanın uygulanması ve yorumlanması veya temel hakların kapsamının ve sınırlarının belirlenmesi ya da insan haklarına saygının gerekli kıldığı hâllerde incelemeye devam edebilir."

26. Başvurucu Hayriye Selekler'in başvuru tarihinden sonra 19/11/2017 tarihinde yaşamını yitirdiği anlaşılmıştır. Başvurucunun ölümünden sonra başvuruya mirasçı olarak devam edilmek istendiğine dair bir talepte bulunulmadığı anlaşılmaktadır. Başvurucu açısından başvurunun incelenmesinin sürdürülmesini haklı kılan bir neden bulunmamaktadır.

27. Açıklanan gerekçelerle başvuru yapılmasından sonra vefat eden başvurucu Hayriye Selekler yönünden başvurunun düşmesine karar verilmesi gerekir.

B. Diğer Başvurucular Yönünden

1. Başvurucuların İddiası

28. Başvurucular, 11/288 hisse ile murislerinden intikal eden 4520 ada 48 parselin bir kısmına davalı KGM tarafından 1965 yılından itibaren kamulaştırmasız olarak el atıldığından yakınmaktadır. Başvurucular, taşınmazın el atılan kısmının hâlen yol/meydan olarak kullanıldığını, 1965 ve 1969 yıllarında taşınmazın fiilen el atılan kısmının kamulaştırılmasına karar verilmişse de yapılan işlemlerin murislerine usulüne uygun olarak tebliğ edilmediğini ve depo edilen paranın da taşınmazın aynının Kadastro Mahkemesinde çekişmeli olması nedeniyle 2006 yılına kadar alınmasının mümkün olmadığını ifade etmiştir. Başvurucular, kamulaştırma işleminin tamamlanmış olduğu kabul edilse dahi Kadastro Mahkemesindeki yargılama sonuçlanana kadar bedeli alamayacakları gibi tezyidi bedel davası açma imkânlarının da bulunmadığını, aradan geçen elli yıla yakın süre içinde depo edilen bedelin anlamsız hâle geldiğini belirtmiş ve mahkemece davanın reddine karar verilmesinin mülkiyet hakkını ihlal ettiğini ileri sürmüştür.

2. Değerlendirme

29. İddianın değerlendirilmesinde dayanak alınacak Anayasa'nın "Mülkiyet hakkı" kenar başlıklı 35. maddesi şöyledir:

"Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.

Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir.

Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz."

a. Kabul Edilebilirlik Yönünden

30. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

b. Esas Yönünden

i. Mülkün Varlığı

31. Başvuru konusu olayda el atılan taşınmaz tapuda başvurucular murisi adına kayıtlıdır. Ancak idare, taşınmazın fiilen yol ve meydan vasfı ile kullanılan kısmının 1965 ve 1969 yıllarında usulüne uygun olarak kamulaştırılarak belirlenen bedelin hak sahipleri adına bankaya depo edildiğini ileri sürmüş ve esas olarak derece mahkemeleri de buradan hareketle davanın reddine karar vermiştir. Bu hâlde öncelikle taşınmazın kamulaştırılıp kamulaştırılmadığının, başka bir anlatımla başvurucular yönünden mülk teşkil edip etmediğinin belirlenmesi önem arz etmektedir.

32. İdarenin kamulaştırma işlemini yaptığı tarihte yürürlükte bulunan 6830 sayılı mülga Kanun hükümlerine göre bu işlemlerin tebliği ile kamulaştırma işlemi tamamlanmakta olup bu aşamadan sonra ilgililerin süresi içinde kamulaştırma işlemine ya da bedele yönelik dava açması gereklidir. Somut olayda başvurucuların murisi tarafından bedele yönelik açılan bir dava bulunmamakla birlikte taşınmazın mülkiyetinin çekişmeli olması nedeniyle Kadastro Mahkemesindeki yargılamanın sonucuna kadar böyle bir davanın açılma imkânı bulunmamaktadır.

33. Öte yandan idare kamulaştırmaya dayalı olarak taşınmazın tapusunun iptali ile yol ve meydan vasfıyla tapudan terkinine yönelik bir dava açmamıştır. Nitekim Hazinenin de taraf olduğu kadastro yargılaması yaklaşık kırk sekiz yıl sürmüş ve bu yargılama neticesinde başvurucular murisinin taşınmazda 11/288 oranında hak sahibi olduğu belirlenmiştir. Başka bir anlatımla tapu kaydı Hazinenin taraf olduğu mahkeme kararıyla oluşmuştur. Bu hâlde 3402 sayılı Kanun'un 34. maddesi uyarınca hükmen oluşan tapu kaydına değer verilerek uyuşmazlık konusu taşınmazın başvurucular için mülk teşkil ettiğinin kabulü gereklidir.

ii. Müdahalenin Varlığı ve Türü

34. Somut olayda başvurucuların hissedar olduğu taşınmazın toplam 87.230 m2 yüz ölçümlük kısmına kamulaştırma yapılmadan yol ve meydan olarak kullanılmak suretiyle idare tarafından el atılmıştır. Dolayısıyla müdahalenin mülkten yoksun bırakmaya ilişkin ikinci kural çerçevesinde incelenmesi gerekir.

iii. Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı

35. Anayasa’nın 13. maddesi şöyledir:

 “Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.”

36. Anayasa’nın 35. maddesinde mülkiyet hakkı sınırsız bir hak olarak düzenlenmemiş, bu hakkın kamu yararı amacıyla ve kanunla sınırlandırılabileceği öngörülmüştür. Mülkiyet hakkına müdahalede bulunulurken temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasına ilişkin genel ilkeleri düzenleyen Anayasa'nın 13. maddesinin de gözönünde bulundurulması gerekmektedir. Anılan madde uyarınca temel hak ve özgürlükler, demokratik toplum düzeninin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olmaksızın Anayasa'nın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Dolayısıyla mülkiyet hakkına yönelik müdahalenin Anayasa'ya uygun olabilmesi için müdahalenin kanuna dayanması, kamu yararı amacı taşıması ve ayrıca ölçülülük ilkesi gözetilerek yapılması gerekmektedir(Recep Tarhan ve Afife Tarhan, B. No: 2014/1546, 2/2/2017, § 62).

 (1) Genel İlkeler

37. Anayasa’nın kamulaştırmayı düzenleyen 46. maddesine göre devlet ve kamu tüzel kişileri tarafından yapılabilmesi, kamu yararının bulunması, kamulaştırma kararının kanunda gösterilen esas ve usullerine uyulması, gerçek karşılığın kural olarak peşin ve nakden ödenmesi kamulaştırmanın anayasal ögeleridir. Temel unsurunun kamu yararı olduğu kabul edilen kamulaştırma, özel mülkiyet alanına devletin bir müdahalesidir. Kamulaştırma işlemi, taşınmaza el koymaya zorunlu kalındığında kamu yararının özel mülkiyet hakkından üstün tutulduğu durumlarla sınırlı olarak ve Anayasa'da belirlenen usul güvenceleri izlenerek yapıldığında hukuka uygun sayılır (AYM, E.2017/110, K.2017/133, 26/7/2017, § 11).

38. Anayasa’nın 46. maddesinde öngörülen kamulaştırma, Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınmış olan mülkiyet hakkına getirilmiş anayasal bir sınırlamadır. Bu itibarla 46. maddede belirtilen kamulaştırmanın anayasal ögelerine uygun bir düzenleme, 35. maddeye bir aykırılık oluşturmayacaktır. Kamulaştırma, Anayasa'da özel mülkiyetin kamuya geçirilmesi konusunda başvurulabilecek bir yöntem olarak düzenlenmiş olup bir taşınmaz üzerindeki özel mülkiyet hakkının malikin rızası olmaksızın kamu yararı için ve karşılığı ödenmek kaydıyla devlet tarafından sona erdirilmesidir (AYM, E.2017/110, K.2017/133, 26/7/2017, §§ 12, 15).

 (2) İlkelerin Olaya Uygulanması

39. Somut olayda başvurucuların murisine ait, uyuşmazlığa konu taşınmazın iki ayrı bölümünün 1964 ve 1969 yıllarında kamulaştırılması yönünde işlem tesis edilerek bedeli depo edilmiş ise de bu taşınmaza yönelik kadastro tespitine itiraz davası sonucunda Kadastro Mahkemesi söz konusu taşınmazın ilgili payının başvurucuların murisi adına tapuya tesciline karar vermiştir. Hazinenin de taraf olduğu bu davada Kadastro Mahkemesinin söz konusu kamulaştırma işlemini gözönünde tutmadan başvurucuların murisi adına sicil oluşturduğu dikkate alınmalıdır. Buna göre kesin hüküm niteliğindeki bu karar doğrultusunda oluşturulan tescil iptal edilmediği ve sonrasında yapılan bir kamulaştırma işleminin de bulunmadığı gözetildiğinde önceki kamulaştırma işlemlerine hukuki bir değer atfedilebilmesi mümkün bulunmamaktadır.

40. Kaldı ki 1964 ve 1969 yıllarında yapılan kamulaştırma işlemleri çerçevesinde depo edilen bedelin taşınmaza yönelik kadastro tespitine itiraz davası nedeniyle mülkiyeti ihtilaflı olduğu için aradan geçen yaklaşık kırk yılı aşkın bir süre boyunca ödenebilmesi mümkün olamamıştır. Başvurucuların murisi veya başvurucuların bu sürenin uzamasında bir kusurlarının olduğu ortaya konulamadığı gibi bu davalarının niteliği gereği kadastro mahkemelerinin doğru sicili oluşturmakla yükümlü olduğu ve bu amaçla gerekli her türlü usule ilişkin işlemi resen yapabilmelerinin mümkün olduğu gözetilmelidir. Diğer bir deyişle sonuç olarak başvurucuların kusurları olmaksızın tamamen kamu makamlarının gözetimi ve denetimi altındaki bir süreç sonunda ancak yaklaşık kırk yıl üzeri bir süre öncesi bedelin ödenebilmesi söz konusudur. Üstelik kamulaştırma işlemi tebliğ edilmiş olsa dahi mülkiyetin ihtilaflı olduğu bir durumda gerek kamulaştırma işlemine gerekse de kamulaştırma bedeline yönelik olarak başvurucuların murisi tarafından dava açılabilmesi de pratikte etkili olabilmesi de mümkün görülmemiştir. Ayrıca depo edilen bedelin kamulaştırmasız el atmaya dayalı olarak açılan tazminat davasında hükmedilecek tazminat miktarında gözönünde bulundurulması imkân dâhilindedir.

41. Sonuç olarak taşınmazın el atılan kısmına ilişkin olarak idare tarafından belirlenen değerin 1965 ve 1969 yıllarında hak sahipleri adına depo edildiği ileri sürülmüşse de yukarıda açıklandığı üzere Kadastro Mahkemesi kararıyla taşınmaz bu işlemlerden çok uzun bir süre sonra tapuya tescil edildiğinden kamulaştırmadan söz etmek mümkün değildir. Üstelik mülkiyetin ihtilaflı olması sebebiyle kamulaştırma işlemi ve bedele karşı dava açmanın güçleştirildiği ve depo edilen bedelin de önemli ölçüde değer kaybına uğratıldığı, dolayısıyla başvuruya konu kamulaştırma sürecinin Anayasa'nın 46. maddesinde öngörülen güvencelere uygun olarak tamamlandığı söylenemez.

42. Açıklanan gerekçelerle Anayasa'nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

c. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

43. 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı ve (2) numaralı fıkrası şöyledir:

 “(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…

 (2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

44. Başvurucu ihlalin tespit edilmesini istemiş ve tazminat talebinde bulunmuştur.

45. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan kararında ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağı hususunda genel ilkeler belirlenmiştir (B. No: 2014/8875, 7/6/2018, [GK]). Mahkeme diğer bir kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal kararının yerine getirilmemesinin sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin devamı anlamına geleceği gibi ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle sonuçlanacağına da işaret etmiştir(Aligül Alkaya ve diğerleri, B.No: 2016/12506, 7/11/2019).

46. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural mümkün olduğunca eski hâle getirmenin, yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması, ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan, §§ 55, 57).

47. İhlalin mahkeme kararından kaynaklandığı durumlarda Anayasa Mahkemesi, 6216 sayılı Kanunun 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası ile İçtüzük’ün 79. maddesinin 1 numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca, ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın bir örneğinin ilgili mahkemeye gönderilmesine hükmeder. Anılan yasal düzenleme, usul hukukundaki benzer hukuki kurumlardan farklı olarak, ihlali ortadan kaldırmak amacıyla yeniden yargılama sonucunu doğuran ve bireysel başvuruya özgülenen bir giderim yolunu öngörmektedir. Bu nedenle Anayasa Mahkemesi tarafından ihlal kararına bağlı olarak yeniden yargılama kararı verildiğinde, usul hukukundaki yargılamanın yenilenmesi kurumundan farklı olarak ilgili mahkemenin yeniden yargılama sebebinin varlığını kabul hususunda herhangi bir takdir yetkisi bulunmamaktadır. Dolayısıyla böyle bir karar kendisine ulaşan mahkemenin yasal yükümlülüğü, ilgilinin talebini beklemeksizin Anayasa Mahkemesinin ihlal kararı nedeniyle yeniden yargılama kararı vererek devam eden ihlalin sonuçlarını gidermek üzere gereken işlemleri yerine getirmektir. (Mehmet Doğan, §§ 58-59; Aligül Alkaya ve diğerleri, §§ 57-59, 66-67).

48. İncelenen başvuruda mülkiyet hakkının ihlal edildiği sonucuna ulaşılmıştır. Dolayısıyla ihlalin idarenin eyleminden kaynaklandığı anlaşılmaktadır. Bununla birlikte derece mahkemeleri de ihlali giderememişlerdir. Bu açıdan ihlal aynı zamanda mahkeme kararından da kaynaklanmaktadır.

49. Bu durumda mülkiyet hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Yapılacak yeniden yargılama ise bireysel başvuruya özgü düzenleme içeren 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu kapsamda yapılması gereken iş yeniden yargılama kararı verilerek Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar verilmesinden ibarettir. Bu sebeple kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere Antalya 7. Asliye Hukuk Mahkemesine (E.2012/49) gönderilmesine karar verilmesi gerekmektedir.

50. İhlal tespitinin yeterli bir giderim sağlayacağı anlaşıldığından ayrıca tazminata hükmedilmesine gerek görülmemiştir.

51. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 239,50 TL harç ve 2.475 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.714,50 TL yargılama giderinin başvuruculara müştereken ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Başvurunun başvurucu Hayriye Selekler yönünden DÜŞMESİNE,

B. Diğer başvurucular yönünden başvurunun;

1. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

2. Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Kararın bir örneğinin mülkiyet hakkının ihlalinin sonuçlarının giderimi için Antalya 7. Asliye Hukuk Mahkemesine (E.2012/49,K.2013/220) GÖNDERİLMESİNE,

D. Başvurucuların tazminat talebinin REDDİNE,

E. 239,50 TL harç ve 2.475 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.714,50 yargılama giderinin BAŞVURUCULARA MÜŞTEREKEN ÖDENMESİNE,

F. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucuların Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 10/12/2019 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

SÜLEYMAN KAÇMAZ BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2016/72686)

 

Karar Tarihi: 10/12/2019

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Hasan Tahsin GÖKCAN

Üyeler

:

Burhan ÜSTÜN

 

 

Hicabi DURSUN

 

 

Kadir ÖZKAYA

 

 

Yusuf Şevki HAKYEMEZ

Raportör

:

Umut FIRTINA

Başvurucu

:

Süleyman KAÇMAZ

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru bir ceza soruşturmasında mal varlığına elkoyma tedbirinin uygulanması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 19/12/2016 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmiştir.

7. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur.

III. OLAY VE OLGULAR

8. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:

A. Başvuru Tarihine Kadar Yaşanan Gelişmeler

9. Türkiye 15 Temmuz 2016 gecesi silahlı bir darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmış ve Bakanlar Kurulu tarafından ülke genelinde 21/7/2016 tarihinden itibaren doksan gün süreyle olağanüstü hâl (OHAL) ilan edilmesine karar verilmiştir. Olağanüstü hâl 19/7/2018 tarihinde son bulmuştur. Darbe teşebbüsüne ilişkin süreç, OHAL ilanı, OHAL döneminin gerektirdiği tedbirlere ilişkin detaylı açıklamalar Anayasa Mahkemesinin Aydın Yavuz ve diğerleri ([GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, §§ 12-20, 47-66) kararında yer almaktadır.

10. Başvurucu, 15 Temmuz 2016 tarihli darbe teşebbüsü sonrasında anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs ve silahlı terör örgütüne üye olma suçlarını işlediği şüphesiyle Kocaeli Cumhuriyet Başsavcılığınca 12/8/2016 tarihinde gözaltına alınmıştır.

11. Başvurucu 1/9/2016 tarihinde Anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs ve silahlı terör örgütüne üye olma suçlarından tutuklanması talebiyle sorguya sevk edilmiştir. Yapılan sorgu neticesinde Kocaeli 1. Sulh Ceza Hâkimliğince başvurucunun isnat edilen suçlardan tutuklanmasına karar verilmiştir.

12. Başvurucu Kocaeli İl Emniyet Müdürlüğünde emniyet amiri olarak görev yapmakta iken 1/9/2016 tarihli ve 29818 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan 672 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Kamu Personeline İlişkin Alınan Tedbirlere Dair Kanun Hükmünde Kararname ile meslekten çıkarılmıştır.

13. Kocaeli Cumhuriyet Başsavcılığı 2/9/2016 tarihinde, silahlı terör örgütüne üye olma ile cebir ve şiddet kullanarak Anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs suçlarından haklarında soruşturma yürütülen başvurucu dâhil bazı şüphelilerin mal varlığı hakkında elkoyma tedbiri uygulanmasını talep etmiştir.

14. Talebi kabul eden Kocaeli 1. Sulh Ceza Hâkimliğince 5/9/2016 tarihinde; başvurucu ile diğer şüphelilerin taşınmazları, hak ve alacakları ile vadeli ve vadesiz mevduat hesapları, maaşlı çalışanların ise maaş hesaplarına son aldıkları maaşları kadar paranın aylık harcamalar için kullanılmak üzere o ay içerisinde çekilmesine izin verildikten sonra arta kalan tutar üzerine elkoyma tedbiri uygulanmasına karar verilmiştir. Kararda 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 128. maddesi ile 27/7/2016 tarihli ve 29783 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan 668 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınması Gereken Tedbirler ile Bazı Kurum ve Kuruluşlara Dair Düzenleme Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname'nin (KHK) 3. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (ı) bendi dayanak olarak gösterilmiştir. Hâkimlik ayrıca şüphelilerin maaş hesabının olmaması veya maaş ödemesinin sona ermiş olması hâlinde kendisi ve ailesinin yaşamsal ihtiyaçlarını karşılayabilmesi için varsa bir veya birden fazla banka hesabından aylık toplam tutarı 3.500 TL'yi aşmamak kaydıyla ödeme yapılmasına izin vermiştir.

15. Kararın gerekçesinde, terörle mücadelenin etkin bir biçimde sürdürülebilmesi için bazı ivedi tedbirlerin alınmasının zorunluluğuna işaret edilmiştir. Bu bağlamda Fethullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması'nın (FETÖ/PDY) yurt içinde ve yurt dışında finans kaynağına ve büyük bir mali güce sahip olduğu belirtilerek bu mal varlığıyla terör örgütünün finanse edildiği vurgulanmıştır. Kararda; taşınmaz ve ulaşım araçları yönünden elkoyma tedbirinin uygulanması için 17/9/2016 tarihli 29804 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan 671 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Kurum ve Kuruluşlara İlişkin Düzenleme Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname'nin (KHK) 31. maddesine göre kuvvetli suç şüphesinin aranmadığını, diğer mal varlığı yönünden ise şüpheliler tarafından atılı suçun işlendiğine ve suçtan elde edilmiş olduklarına dair kuvvetli suç şüphesinin mevcut olduğunu gösterir bazı somut delillere rastlanılmış olduğu belirtilmiştir. Hâkimliğe göre örgütün daha çözülemeyen karmaşık yapısı, organizasyon beceri ve yapısı dikkate alındığında uygulanan tedbir ölçülülük ilkesine de aykırı değildir.

16. Başvurucu 31/10/2016 tarihinde karara itiraz etmiş, aynı Hâkimlik 14/11/2016 tarihinde aynı gerekçelerle itirazı reddetmiştir.

17. Bu karar başvurucuya 22/11/2016 tarihinde tebliğ edilmiştir.

18. Başvurucu 19/12/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

B. Başvuru Tarihinden Sonra Yaşanan Gelişmeler

19. Kocaeli Cumhuriyet Başsavcılığının 22/12/2016 tarihli iddianamesiyle başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçundan 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun 314. maddesinin (2) numaralı fıkrası ile 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu'nun 5. maddesinin birinci fıkrası uyarınca cezalandırılması kamu adına iddia ve talep olunmuştur. İddianamede, başvurucunun Bylock kullanmak suretiyle örgütün gizli, kriptolu iletişim ağına dâhil olduğu ve bu örgütle üyeliği, mensubiyeti veya iltisakı yahut irtibatı olduğu gerekçesiyle meslekten çıkarıldığı belirtilmiştir. Başvurucunun evinde yapılan aramada Gül Sultan Yamanlar Çocuk Korosu yazılı kaset, bir adet üzerinde 30 Mart 2014 tarihi yazılı iki yaprak Zaman gazetesi sayfası bulunduğu, elde edilen dijital materyallerin ise kolluk görevlilerince incelenmekte olduğu açıklanmıştır. Bu açıklamalar çerçevesinde şüphelinin FETÖ/PDY'nin kuruluş amaçlarını, faaliyet ve eylemlerini benimseyerek gönüllü olarak örgüt hiyerarşisine dâhil olmayı tercih ettiği ve bu şekilde örgütle bağ kurarak sürekli, çeşitli ve yoğun faaliyette bulunduğu belirtilmiştir.

20. İddianame dosyanın tevzi edildiği Kocaeli 4. Ağır Ceza Mahkemesince kabul edilerek kovuşturmaya başlanmıştır.

21. Mahkeme 12/12/2017 tarihinde başvurucunun üzerine atılı silahlı terör örgütüne üye olma suçunu işlediği gerekçesiyle 5237 sayılı Kanun'un 314. maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca 5 yıl hapis cezası ile cezalandırmış, 3713 sayılı Kanun'un 5. maddesinin birinci fıkrası uyarınca cezasının takdiren 1/2 oranında artırım yapmış, bu defa 5237 sayılı Kanun'un 62. maddesine göre başvurucunun sabıkasız oluşu ve duruşmadaki iyi hâli nedeniyle 1/6 oranında indirim yapmış, sonuç olarak başvurucunun 6 yıl 3 ay hapis cezası ile mahkûmiyetine karar vermiştir. Mahkeme yurt dışına çıkış yasağı koymuş ve başvurucunun atılı suçtan serbest bırakılmasına karar vermiştir.

22. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:

"... sanığın kullandığı05.. ... .. .. numaralı hat ile örgüt içindeki kişiler ile ByLock programı üzerinden görüşmeler yaptığı, HTS kayıtlarına göre FETÖ suçlaması ile hakkında soruşturma veya kovuşturma yapılan çok sayıda kişi ile yoğun bir telefon irtibatı bulunduğu ayrıca fiilen de FETÖ terör örgütünün sözde üst düzey sorumluları ile bağlantı içerisinde olduğu, terör örgütünün çağrısına uyarak örgütün bankasına destek sağladığı, Paralel Devlet Yapılanmasının terör örgütü olduğunun aşikar bir şekilde açığa çıkmasına rağmen sanığın örgütle olan yoğun irtibatını ısrarla sürdürdüğü, bu durumun tanık beyanları ile de sabit olduğu, sanığın savunmalarının soyut nitelikte olduğu ve inandırıcı olmadığı kanaatine varılarak kriptolu haberleşme proğramı olan ByLock uygulamasının münhasıran FETÖ mensuplarınca kullanıldığı sanığın FETÖsilahlı terör örgütünün hiyerarşik yapısına dahil olduğu ve sözü edilen terör örgütü ile arasında organik bağ bulunduğu anlaşılmakla sanığın üzerine atılı bulunan suçu işlediğinin sabit olduğu ve cezalandırılması gerektiği, suçun işleniş biçimine, sanığın kastının yoğunluğuna ve tanık beyanlarına göre örgüt içerisindeki konumuna göre takdiren alt sınırdan olmak üzere atılı silahlı terör örgütüne üye olma suçundan cezalandırılması yoluna gidilmiş, sanığın sabıkasızlığı ve duruşmadaki iyi hali lehine değerlendirilerek cezasında takdiri indirim yapılmış, sanık hakkında hükmedilen cezanın niteliği gereğince hakkında mükerrirlere özgü infaz rejiminin uygulanmasına, sanığın tutuklulukta geçirdiği süre de cezasından mahsup edilerek yapılan yargılama sonucu mahkememizce ulaşılan hukuki ve vicdani kanaate göre aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur..."

23. Başvurucu karara karşı istinaf talebinde bulunmuş olup istinaf incelemesi hâlen devam etmektedir.

24. Anayasa Mahkemesince başvurucunun mal varlığı yönünden uygulanan tedbirin devam edip etmediği sorulmuş, Mahkeme 7/8/2018 tarihli bir yazı ile tedbirin devam ettiğini bildirmiştir.

25. Başvurucu 19/12/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

IV. İLGİLİ HUKUK

A. Ulusal Hukuk

26. 5237 sayılı Kanun'un 314. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:

"(1) Bu kısmın dördüncü ve beşinci bölümlerinde yer alan suçları işlemek amacıyla, silahlı örgüt kuran veya yöneten kişi, on yıldan onbeş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.

 (2) Birinci fıkrada tanımlanan örgüte üye olanlara, beş yıldan on yıla kadar hapis cezası verilir. "

27. 3713 sayılı Kanun'un 5. maddesi şöyledir:

"3 ve 4 üncü maddelerde yazılı suçları işleyenler hakkında ilgili kanunlara göre tayin edilecek hapis cezaları veya adlî para cezaları yarı oranında artırılarak hükmolunur. Bu suretle tayin olunacak cezalarda, gerek o fiil için, gerek her nevi ceza için muayyen olan cezanın yukarı sınırı aşılabilir. Ancak, müebbet hapis cezası yerine, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına hükmolunur.

Suçun, örgütün faaliyeti çerçevesinde işlenmiş olması dolayısıyla ilgili maddesinde cezasının artırılması öngörülmüşse; sadece bu madde hükmüne göre cezada artırım yapılır. Ancak, yapılacak artırım, cezanın üçte ikisinden az olamaz. "

28. 5271 sayılı Kanun’un 128. maddesi şöyledir:

 “Soruşturma veya kovuşturma konusu suçun işlendiğine ve bu suçlardan elde edildiğine dair somut delillere dayanan kuvvetli şüphe sebebi bulunan hallerde, şüpheli veya sanığa ait;

a) Taşınmazlara,

b) Kara, deniz veya hava ulaşım araçlarına,

c) Banka veya diğer malî kurumlardaki her türlü hesaba,

d) Gerçek veya tüzel kişiler nezdindeki her türlü hak ve alacaklara,

e) Kıymetli evraka,

f) Ortağı bulunduğu şirketteki ortaklık paylarına,

g) Kiralık kasa mevcutlarına,

h) Diğer malvarlığı değerlerine,

Elkonulabilir. Somut olarak belirlenen Bu taşınmaz, hak, alacak ve diğer malvarlığı değerlerinin şüpheli veya sanıktan başka bir kişinin zilyetliğinde bulunması halinde dahi, elkoyma işlemi yapılabilir. (Ek cümle: 21/2/2014 – 6526/10 md.) Bu madde kapsamında elkoyma kararı alınabilmesi için ilgisine göre Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu, Sermaye Piyasası Kurulu, Mali Suçları Araştırma Kurulu, Hazine Müsteşarlığı ve Kamu Gözetimi, Muhasebe ve Denetim Standartları Kurumundan, suçtan elde edilen değere ilişkin rapor alınır. Bu rapor en geç üç ay içinde hazırlanır. Özel sebepler zorunlu kıldığında bu süre talep üzerine iki ay daha uzatılabilir.

 (2) Birinci fıkra hükmü;

a) Türk Ceza Kanununda tanımlanan;

18. (Değişik: 2/12/2014-6572/41 md.) Anayasal Düzene ve Bu Düzenin İşleyişine Karşı Suçlar (madde 309, 311, 312, 313, 314, 315, 316),

...

 (3) Taşınmaza elkonulması kararı, tapu kütüğüne şerh verilmek suretiyle icra edilir.

 (4) Kara, deniz ve hava ulaşım araçları hakkında verilen elkoyma kararı, bu araçların kayıtlı bulunduğu sicile şerh verilmek suretiyle icra olunur.

 (5) Banka veya diğer malî kurumlardaki her türlü hesaba elkonulması kararı, teknik iletişim araçlarıyla ilgili banka veya malî kuruma derhâl bildirilerek icra olunur. Söz konusu karar, ilgili banka veya malî kuruma ayrıca tebliğ edilir. Elkoyma kararı alındıktan sonra, hesaplar üzerinde yapılan bu kararı etkisiz kılmaya yönelik işlemler geçersizdir.

...

(7) Hak ve alacaklara elkoyma kararı, ilgili gerçek veya tüzel kişiye teknik iletişim araçlarıyla derhâl bildirilerek icra olunur. Söz konusu karar, ilgili gerçek veya tüzel kişiye ayrıca tebliğ edilir.

...”

29. 5271 sayılı Kanun'un 267. maddesi şöyledir:

"Hâkim kararları ile kanunun gösterdiği hâllerde, mahkeme kararlarına karşı itiraz yoluna gidilebilir."

30. 5271 sayılı Kanun'un 268. maddesi şöyledir:

"(1) Hâkim veya mahkeme kararına karşı itiraz, kanunun ayrıca hüküm koymadığı hâllerde 35 inci maddeye göre ilgililerin kararı öğrendiği günden itibaren yedi gün içinde kararı veren mercie verilecek bir dilekçe veya tutanağa geçirilmek koşulu ile zabıt kâtibine beyanda bulunmak suretiyle yapılır. Tutanakla tespit edilen beyanı ve imzayı mahkeme başkanı veya hâkim onaylar. 263 üncü madde hükmü saklıdır.

 (2) Kararına itiraz edilen hâkim veya mahkeme, itirazı yerinde görürse kararını düzeltir; yerinde görmezse en çok üç gün içinde, itirazı incelemeye yetkili olan mercie gönderir.

 (3) İtirazı incelemeye yetkili merciler aşağıda gösterilmiştir:

a) (Değişik: 18/6/2014-6545/74 md.) Sulh ceza hâkimliği kararlarına yapılan itirazların incelenmesi, o yerde birden fazla sulh ceza hâkimliğinin bulunması hâlinde, numara olarak kendisini izleyen hâkimliğe; son numaralı hâkimlik için bir numaralı hâkimliğe; ağır ceza mahkemesinin bulunmadığı yerlerde tek sulh ceza hâkimliği varsa, yargı çevresinde görev yaptığı ağır ceza mahkemesinin bulunduğu yerdeki sulh ceza hâkimliğine; ağır ceza mahkemesinin bulunduğu yerlerde tek sulh ceza hâkimliği varsa, en yakın ağır ceza mahkemesinin bulunduğu yerdeki sulh ceza hâkimliğine aittir.

..."

31. 668 sayılı KHK'nın 3. maddesinin 1 numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:

"26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun İkinci Kitap Dördüncü Kısım Dördüncü, Beşinci, Altıncı ve Yedinci Bölümünde tanımlanan suçlar, 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu kapsamına giren suçlar ve toplu işlenen suçlar bakımından, olağanüstü halin devamı süresince;

...

 (ı) 5271 sayılı Kanunun 128 inci maddesi uyarınca yapılacak elkoymaya, maddenin birinci fıkrasında belirtilen rapor alınmadan, sulh ceza hâkimliğince karar verilebilir. Gecikmesinde sakınca bulunan hallerde Cumhuriyet savcısı da elkoymaya karar verebilir. Hâkim kararı olmaksızın yapılan elkoyma işlemi, beş gün içinde görevli hâkimin onayına sunulur. Hâkim, kararını elkoymadan itibaren on gün içinde açıklar; aksi halde elkoyma kendiliğinden kalkar.

..."

32. 671 sayılı KHK'nın 31. maddesiyle 3713 sayılı Kanun'a 20. maddesinden sonra gelmek üzere eklenen 20/A maddesi şöyledir:

"Türk Ceza Kanununun İkinci Kitap Dördüncü Kısım Dördüncü, Beşinci, Altıncı ve Yedinci Bölümünde tanımlanan suçlar ve bu Kanun kapsamına giren suçlar nedeniyle gerçek veya tüzel kişiler ile kamu kurum ve kuruluşlarının uğradığı zararların tazmini amacıyla, soruşturma aşamasında Cumhuriyet savcısının talebi üzerine sulh ceza hâkimi, kovuşturma aşamasında mahkeme tarafından, şüpheli veya sanıklara ait taşınmazların veya kara, deniz ya da hava ulaşım araçlarının devir ve temlikini veya bunlarla ilgili hak tesisini önlemek ya da tasarruf yetkisini kısıtlamak için şerh düşülmesine karar verilebilir. Taşınmazlarla ilgili karar tapu kütüğüne; kara, deniz ve hava ulaşım araçlarıyla ilgili karar ise bu araçların kayıtlı bulunduğu sicile şerh verilmek suretiyle icra olunur. Kovuşturmaya yer olmadığına dair kararın kesinleşmesi halinde veya şerhin konulduğu tarihten itibaren bir yıl içinde, şerhin devamı yönünde hukuk mahkemesinden verilmiş ihtiyati haciz veya ihtiyati tedbir kararı ibraz edilmediği takdirde şerh kendiliğinden terkin edilir."

B. Uluslararası Hukuk

33. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne (Sözleşme) ek 1 No.lu Protokol'ün "Mülkiyetin korunması" kenar başlıklı 1. maddesi şöyledir:

"Her gerçek ve tüzel kişinin mal ve mülk dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme hakkı vardır. Bir kimse, ancak kamu yararı sebebiyle ve yasada öngörülen koşullara ve uluslararası hukukun genel ilkelerine uygun olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılabilir.

Yukarıdaki hükümler, devletlerin, mülkiyetin kamu yararına uygun olarak kullanılmasını düzenlemek veya vergilerin ya da başka katkıların veya para cezalarının ödenmesini sağlamak için gerekli gördükleri yasaları uygulama konusunda sahip oldukları hakka halel getirmez."

34. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), suç isnadına bağlı olarak yapılan elkoyma işlemlerini Sözleşme'ye ek 1 No.lu Protokol'ün 1. maddesi kapsamında değerlendirmektedir. AİHM'e göre kamu makamlarınca kişilerin mülküne el konulması mülkiyet hakkına müdahale teşkil etmektedir. AİHM, bu suretle yapılan müdahalenin mülkiyetin kullanılmasının kontrolüne ilişkin üçüncü kural çerçevesinde incelenmesi gerektiği görüşündedir (Raimondo/İtalya, B. No: 12954/87, 22/2/1994, § 27; Andrews/Birleşik Krallık (k.k.), B. No: 49584/99, 26/9/2002; Adamczyk/Polonya (k.k.), B. No: 28551/04, 7/11/2006; JGK Statyba Ltd ve Guselnikovas/Litvanya, B. No: 3330/12, 5/11/2013, § 117). Buna göre elkoyma işlemiyle başvurucu, mülkünden tamamıyla yoksun bırakılmamakta; başvurucunun mülkünden yararlanması veya tasarrufta bulunması geçici olarak sınırlandırılmaktadır. AİHM ayrıca elkoyma işleminin -kimi durumlarda- muhtemel bir müsadere kararının uygulanmasını güvence altına almaya yönelik olarak geçici bir tedbir şeklinde uygulandığına da dikkat çekmektedir (Rafig Aliyev/Azerbaycan, B. No: 45875/06, 6/12/2011, § 118).

35. AİHM, elkoyma yoluyla yapılan müdahalenin öncelikle iç hukukta yeterli bir temelinin olması ve kamu yararına dayalı meşru bir amacı içermesi gerektiğini kabul etmektedir (Ali Esen/Türkiye, B. No: 74522/01, 24/7/2007, § 32). Nitekim Viktor Konovalov/Rusya (B. No: 43626/02, 24/5/2007) kararında, iç hukukta bu konuda bir düzenleme bulunmadığı hâlde el konulan aracın nihai karar beklenmeden satılması suretiyle mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin Sözleşme'ye ek 1 No.lu Protokol'ün 1. maddesi anlamında hukuka dayalı olma gerekliliğini karşılamadığı sonucuna varılmıştır (Viktor Konovalov/Rusya, §§ 38-47). Bununla birlikte AİHM, elkoyma yönünden kamu makamlarının geniş bir takdir yetkisi olduğunu kabul etmektedir (Dzinic/Hırvatistan, B. No: 38359/13, 17/5/2016, § 68). AİHM ayrıca, muhtemel bir müsadere için elkoyma tedbirinin uygulanmasının kamu yararına dayalı olup meşru bir amacı da içerdiğini sıklıkla içtihatlarında belirtmektedir (Borzhonov/Rusya, B. No: 18274/04, 22/1/2009, § 58; East West Alliance Limited/Ukrayna, B. No: 19336/04, 23/1/2014, § 187).

36. AİHM'e göre mülkün kamu yararına kullanılmasının kontrolü kapsamında mülke el konulması hususunda devletlerin geniş bir takdir yetkisi bulunmakla birlikte bu yetkinin tanınması, kişilerin mülkünden geçici süreyle de olsa yoksun bırakılması gibi ağır bir sonuca da yol açmaktadır.Bu nedenle başvurucunun mülkiyet hakkına elkoyma suretiyle yapılan müdahalenin keyfî veya öngörülemez olmaması için usule ilişkin bazı güvenceler öngörülmelidir. AİHM, özellikle elkoyma ve müsadere yoluyla yapılan müdahaleler yönünden verdiği kararlarında keyfî müdahalelerden korunmak amacıyla mülkiyet hakkına müdahale teşkil eden bu önlemlerin kanun dışı veya keyfî ya da makul olmayan şekilde uygulandığına ilişkin savunma ve itirazlarını sorumlu makamlar önünde etkin bir biçimde ortaya koyabilme olanağının kişilere tanınması güvencesinin sağlanması gerektiğini belirtmektedir. Bu değerlendirme ise uygulanan sürecin bütününe bakılarak yapılmalıdır (AGOSI/Birleşik Krallık, B. No: 9118/80, 24/10/1986, § 60; Saccoccia/Avusturya, B. No: 69917/01, 18/12/2008,§ 89; elkoyma ile ilgili kararlar için bkz. Dzinic/Hırvatistan, § 68; Borzhonov/Rusya, §§ 60, 61).

V. İNCELEME VE GEREKÇE

37. Mahkemenin 10/12/2019 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Adli Yardım Talebi Yönünden

38.Başvurucu bireysel başvuru harç ve masraflarını karşılayacak geliri olmadığını beyan ederek adli yardım talebinde bulunmuştur.

39. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Şerif Ay (B. No: 2012/1181, 17/9/2013) kararında belirtilen ilkeler dikkate alınarak geçimini önemli ölçüde zor duruma düşürmeksizin yargılama giderlerini ödeme gücünden yoksun olduğu anlaşılan başvurucunun açıkça dayanaktan yoksun olmayan adli yardım talebinin kabulüne karar verilmesi gerekir.

B. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü

40. Başvurucu mal varlığı hakkında kanuna aykırı olarak elkoyma tedbiri uygulandığından yakınmaktadır. Başvurucu Anayasa'nın öngördüğü güvencelere uyulmadan mal varlığı hakkında elkoyma tedbiri uygulanmasına karar verildiğini belirterek özel hayata saygı, etkili başvuru ile mülkiyet haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

41. Bakanlık görüşünde, Hakimliğin başvurucunun malvarlığına tedbir konulmasına ilişkin kararının geçici nitelikte bir tedbir kararı olduğu, yargılamanın sonucuna göre tedbir kararının hukuki niteliğinin netleşeceği, başvurucu tarafından tedbir kararının şartları oluşmadan verildiği düşünülüyorsa tazminat davası açılabileceği yönünde görüş bildirmiştir.

42. Başvurucu ise cevap dilekçesinde dernek üyeliğinin meşru bir hak olduğunu, anılan derneğin kapatılmasından sonra bir bağının kalmadığını varsayımdan hareketle terörden elde edildiği gerekçesiyle malvarlığına el konulmasının mülkiyet hakkını ihlal ettiğini, hakkında hüküm kuruluncaya kadar mağdur olacağını belirtmiştir.

C. Değerlendirme

43. İddianın değerlendirilmesinde dayanak alınacak Anayasa’nın 35. maddesi şöyledir:

Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.

Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir.

Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz.”

44. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucu aynı iddialarla özel hayata saygı ve etkili başvuru hakkının da ihlal edildiğini ileri sürmektedir. Ancak başvurucunun mal varlığı hakkında elkoyma tedbirinin uygulanmasına ilişkin şikâyeti esas itibarıyla mülkiyet hakkını ilgilendirdiğinden, başvurucunun söz konusu ihlal iddialarının mülkiyet hakkı bağlamında incelenmesi uygun görülmüştür.

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

45. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir nedeni de bulunmadığı anlaşılan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Esas Yönünden

a. Mülkün Varlığı

46. Başvuruya konu tedbir kararının uygulandığı mal varlığı değerleri yönünden mülkün mevcut olduğunda kuşku bulunmamaktadır.

b. Müdahalenin Varlığı ve Türü

47. Malikin mülkünü kullanma, semerelerinden yararlanma ve mülkü üzerinde tasarruf etme yetkilerinden herhangi birinin sınırlanması, mülkiyet hakkına müdahale teşkil eder (Recep Tarhan ve Afife Tarhan, B. No: 2014/1546, 2/2/2017, § 53). Anayasa Mahkemesi daha önce bir suç isnadına bağlı olarak uygulanan elkoyma tedbirinin, mülkten geçici süreyle de olsa yoksun bırakma sonucuna yol açmasından dolayı mülkiyet hakkına müdahale teşkil ettiğini kabul etmiştir (Hanife Ensaroğlu, B. No: 2014/14195, 20/9/2017, § 52). Somut olayda başvurucunun mal varlığı değerleri yönünden bir ceza soruşturması sürecinde suçtan elde edildiği şüphesiyle ve muhtemel bir müsadereyi güvence altına almak için el konulmuştur. Bu durumda müdahalenin belirtilen amacı da gözetildiğinde mülkiyetin kamu yararına kullanımının düzenlenmesine ilişkin üçüncü kural çerçevesinde incelenmesi gerekmektedir (benzer yöndeki değerlendirmeler için bkz. Hanife Ensaroğlu, § 52; Onur Tur Uluslararası Nakliyat Ltd. Şti., B. No: 2015/947, 15/11/2018, § 52; Yeter Deri Tekstil Sanayi ve Ticaret A.Ş., B. No: 2015/8867, 21/2/2019, § 55).

c. Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı

48. Anayasa’nın 13. maddesi şöyledir:

 “Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.”

49. Anayasa’nın 13. ve 35. maddeleri uyarınca mülkiyet hakkına yönelik müdahalenin Anayasa'ya uygun olabilmesi için müdahalenin kanuna dayanması, kamu yararı amacı taşıması ve ölçülülük ilkesi gözetilerek yapılması gerekmektedir(Recep Tarhan ve Afife Tarhan, § 62).

i. Kanunilik

50. Mülkiyet hakkına yönelik müdahalelerde ilk incelenmesi gereken ölçüt kanuna dayalı olma ölçütüdür. Bu ölçütün sağlanmadığı tespit edildiğinde diğer ölçütler bakımından inceleme yapılmaksızın mülkiyet hakkının ihlal edildiği sonucuna varılacaktır. Müdahalenin kanuna dayalı olması, müdahaleye ilişkin yeterince ulaşılabilir, belirli ve öngörülebilir kanun hükümlerinin bulunmasını gerektirmektedir (Türkiye İş Bankası A.Ş. [GK], B. No: 2014/6192, 12/11/2014, § 44; Ford Motor Company, B. No: 2014/13518, 26/10/2017, § 49; Necmiye Çiftçi ve diğerleri, B. No: 2013/1301, 30/12/2014, § 55).

51. Somut olayda başvurucunun mal varlığına ilişkin olarak 5271 sayılı Kanun'un 128. maddesi ve 668 sayılı KHK'nın 3. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (ı) bendi hükümlerine göre elkoyma tedbiri uygulanmıştır. Bununla birlikte başvurucunun cezalandırılması talebiyle açılan davada yapılan yargılama neticesinde Ağır Ceza Mahkemesince verilen mahkûmiyete ilişkin kararda el konulan mal varlığı değerleri ile ilgili herhangi bir hükme yer verilmemiştir. Ancak Ağır Ceza Mahkemesi tedbirin devam ettiğini bildirmiştir. Diğer taraftan başvurucunun elkoyma kararına karşı yaptığı itirazının ise yine elkoyma kararını veren mercii tarafından incelenerek reddedildiği görülmektedir. Anayasa Mahkemesi tedbirin konulması ile ilgili kanuni bir dayanağın mevcut olduğunu tespit etmekle birlikte tedbirin devamı ve tedbire itiraz sürecine ilişkin belirtilen meseleleri müdahalenin ölçülülüğü bağlamında inceleyerek sonuca varacaktır.

ii. Meşru Amaç

52. Elkoyma tedbirinin uygulanmasının, suçla mücadele çerçevesinde yeni suçların işlenmesinin önlenmesi, caydırıcılığın sağlanması ve muhtemel bir müsaderenin güvence altına alınması gibi kamu yararına dayalı meşru bir amacının bulunduğu açıktır (benzer yöndeki değerlendirmeler için bkz. Yeter Deri Tekstil Sanayi ve Ticaret A.Ş., § 61).

iii. Ölçülülük

53. Ölçülülük ilkesi elverişlilikgereklilik ve orantılılık olmak üzere üç alt ilkeden oluşmaktadır. Elverişlilik öngörülen müdahalenin ulaşılmak istenen amacı gerçekleştirmeye elverişli olmasını, gereklilik ulaşılmak istenen amaç bakımından müdahalenin zorunlu olmasını yani aynı amaca daha hafif bir müdahale ile ulaşılmasının mümkün olmamasını, orantılılık ise bireyin hakkına yapılan müdahale ile ulaşılmak istenen amaç arasında makul bir dengenin gözetilmesi gerekliliğini ifade etmektedir (AYM, E.2011/111, K.2012/56, 11/4/2012; E.2014/176, K.2015/53, 27/5/2015; E.2016/13, K.2016/127, 22/6/2016, § 18; Mehmet Akdoğan ve diğerleri, B. No: 2013/817, 19/12/2013, § 38).

54. Orantılılık ilkesi gereği kişilerin mülkiyet hakkının sınırlandırılması hâlinde elde edilmek istenen kamu yararı ile bireyin hakları arasında adil bir dengenin kurulması gerekmektedir. Bu adil denge, başvurucunun şahsi olarak aşırı bir yüke katlandığının tespit edilmesi durumunda bozulmuş olacaktır. Anayasa Mahkemesi müdahalenin orantılılığını değerlendirirken bir taraftan ulaşılmak istenen meşru amacın önemini, diğer taraftan da müdahalenin niteliğini, başvurucunun ve kamu otoritelerinin davranışlarını gözönünde bulundurarak başvurucuya yüklenen külfeti dikkate alacaktır (benzer yöndeki değerlendirmeler için bkz. Arif Güven, B. No: 2014/13966, 15/2/2017, §§ 58, 60).

55. Anayasa'nın 35. maddesi usule ilişkin açık bir güvenceden söz etmemektedir. Bununla birlikte mülkiyet hakkının gerçek anlamda korunabilmesi bakımından bu madde Anayasa Mahkemesinin çeşitli kararlarında da ifade edildiği üzere mülk sahibine müdahalenin kanun dışı veya keyfî ya da makul olmayan şekilde uygulandığına ilişkin savunma ve itirazlarını sorumlu makamlar önünde etkin bir biçimde ortaya koyabilme olanağının tanınması güvencesini kapsamaktadır. Bu değerlendirme ise uygulanan sürecin bütününe bakılarak yapılmalıdır (başvurucuya diğer unsurlar yanında ayrıca etkin bir savunma hakkı tanındığından müdahalenin ölçülü görüldüğü kararlar için bkz. Eyyüp Baran, B. No: 2014/8060, 29/9/2016, §§ 75-95; Fatma Çavuşoğlu ve Bilal Çavuşoğlu, B. No: 2014/5167, 28/9/2016, §§ 74-89. Buna karşılık aynı koşulun yargılama sürecinde sağlanamaması nedeniyle müdahalenin ölçüsüz görüldüğü kararlar için bkz. Mahmut Üçüncü, B. No: 2014/1017, 13/7/2016, §§ 79-102; Arif Güven, §§ 57-72).

56. Ayrıca mülkiyet hakkına müdahaleye yol açan tedbirlerin keyfî veya öngörülemez biçimde uygulanmaması gerekmektedir. Aksi takdirde mülkiyet hakkının etkin bir biçimde korunması mümkün olmaz. Bu sebeple kamu makamlarınca başvurucunun eylemi ile tedbire yol açan kanuna aykırılık arasında bağlantı olduğunu gösterir makul bir değerlendirme yapılmalıdır. Bu bağlamda elkoyma veya müsadere gibi tedbirler yoluyla mülkiyet hakkına yapılan müdahalelerin bireyin menfaatleri ile kamunun yararı arasında olması gereken adil dengeyi bozmaması için suça veya kabahate konu eşyanın malikinin davranışı ile kanunun ihlali arasında uygun bir illiyet bağının olması ve iyi niyetli eşya malikine eşyasını -tehlikeli olmaması kaydıyla- geri kazanabilme olanağının tanınması veya iyi niyetli malikin bu nedenle oluşan zararının tazmin edilmesi gerekmektedir (Bekir Yazıcı, §§ 31-80; Hanife Ensaroğlu, § 66; Hamdi Akın İpek, § 115).

d. İlkelerin Olaya Uygulanması

57. Somut olayda öncelikle mülkiyet hakkının korunmasının gerektirdiği usule ilişkin güvencelerin sağlanıp sağlanmadığı belirlenmelidir.

58. Başvurucunun mal varlığı değerlerine Kocaeli 1. Sulh Ceza Hâkimliğince elkoyma tedbiri uygulanmış, başvurucunun karara karşı yaptığı itiraz ise yine aynı Hâkimlikçe değerlendirilerek reddedilmiştir. Hâlbuki 5271 sayılı Kanun'un 267. ve 268. maddelerine göre kararına itiraz edilen Sulh Ceza Hâkimliğinin itirazı yerinde görmemesi durumunda en çok üç gün içinde, itirazı incelemeye yetkili olan merciye göndereceği hüküm altına alınmıştır. İtiraz mercii ise 263. maddenin (3) numaralı fıkrasına göre o yerde birden fazla sulh ceza hâkimliğinin bulunması hâlinde, numara olarak kendisini izleyen hâkimlik olarak düzenlenmiştir. Buna karşın somut olayda ise başvurucunun elkoyma tedbirine karşı yaptığı itirazının incelenmek kanunda öngörülen merciine gönderilmediği görülmektedir. Böylelikle başvurucuya kanun ile tanınan bir hukuk yolu önünde söz konusu elkoyma kararının keyfî veya hukuka aykırı olduğunu ileri sürebilme imkânından yoksun bırakıldığı açıktır.

59. Diğer taraftan silahlı terör örgütüne üye olma suçundan yürütülen bir ceza soruşturmasında muhtemel bir müsaderenin güvence altına alınması çerçevesinde elkoyma tedbirinin kanuna dayalı olarak uygulanması kamu makamlarının takdirindedir. Bununla birlikte olayda başvurucunun atılı suçtan cezalandırılmasına karar veren Ağır Ceza Mahkemesi el konulan mal varlığı değerlerinin müsaderesi yönünde bir hüküm tesis etmemiştir. Mahkeme böyle bir hüküm tesis etmediği gibi söz konusu mal varlığı değerlerine yönelik tedbirin devamı veya sona erdiği yönünde de bir karar vermemiş, Anayasa Mahkemesinin konu hakkındaki yazısı üzerine tedbirin devam ettiğini bildirmiştir.

60. Dolayısıyla soruşturma ve kovuşturma sürecine bir bütün olarak bakıldığında müsadere yönünde bir hüküm verilmediği hâlde elkoyma tedbirinin devamına niçin gerek duyulduğu anlaşılamamaktadır. Mahkeme tedbirin devamının gerekçesini ve kanuni dayanağını da göstermemiştir.

61. Bu bağlamda 671 sayılı KHK'nın 31. maddesindeki düzenlemeye de dikkati çekmek gerekir. Bu madde ile başvurucunun üzerine atılı suç gibi bazı suçlar nedeniyle gerçek veya tüzel kişiler ile kamu kurum ve kuruluşlarının uğradığı zararların tazmini için elkoyma tedbirinin uygulanabileceği, ancak şerhin konulduğu tarihten itibaren bir yıl içinde şerhin devamı yönünde hukuk mahkemesinden verilmiş ihtiyati haciz veya ihtiyati tedbir kararı ibraz edilmediği takdirde şerh kendiliğinden terkin edileceği hüküm altına alınmıştır. Mahkeme bu hükmün olayda uygulanabilir olup olmadığı yönünde de herhangi bir değerlendirme yapmamıştır.

62. Sonuç olarak başvurucunun hakkında yürütülen ceza soruşturmasında mal varlığı değerleri yönünden uygulanan tedbire ilişkin olarak kanunda öngörülen itiraz sürecinin işletilmemesi, müsadere kararı verilmediği hâlde tedbirin fiilen devam ettirildiği, tedbirin devamı ile ilgili olarak bir karar verilmediği gibi konu ile ilgili ve yeterli bir gerekçenin de gösterilmediği anlaşılmaktadır. Dolayısıyla başvurucunun mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin kanun dışı veya keyfî ya da makul olmayan şekilde uygulandığına ilişkin savunma ve itirazlarını sorumlu makamlar önünde etkin bir biçimde ortaya koyabilme olanağının tanınmadığı ve mülkiyet hakkının gerektirdiği usule ilişkin güvencelerin sağlanmadığı kanaatine varılmıştır. Bu durumda elkoyma suretiyle yapılan müdahalenin kamu yararı amacı ile başvurucunun mülkiyet hakkının korunmasının gereklilikleri arasındaki adil denge başvurucu aleyhine bozulmuştur. Başvurucunun mülkiyet hakkına yapılan müdahale ölçüsüzdür.

63. Açıklanan gerekçelerle başvurucunun Anayasa'nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

64. Bununla birlikte anılan tedbirin olağanüstü dönemlerde temel hak ve özgürlüklerin kullanımının durdurulmasını ve sınırlandırılmasını düzenleyen Anayasa'nın 15. maddesi kapsamında meşru olup olmadığının incelenmesi gerekir.

e. Anayasa'nın 15. Maddesi Yönünden

65. Anayasa'nın 15. maddesine göre savaş, seferberlik, sıkıyönetim veya olağanüstü hâllerde temel hak ve özgürlüklerin kullanılmasının kısmen veya tamamen durdurulabilmesi ve bunlar için Anayasa'nın diğer maddelerinde öngörülen güvencelere aykırı tedbirler alınabilmesi mümkündür. Ancak Anayasa'nın 15. maddesi, bu hususta kamu otoritelerine sınırsız bir yetki tanımamaktadır. Anayasa'nın diğer maddelerinde öngörülen güvencelere aykırı tedbirlerin Anayasa'nın 15. maddesinin ikinci fıkrasında sayılan hak ve özgürlüklere dokunmaması, milletlerarası hukuktan doğan yükümlülüklere aykırı bulunmaması ve durumun gerektirdiği ölçüde olması gerekir. Anayasa Mahkemesince Anayasa'nın 15. maddesine göre yapılacak inceleme bu ölçütlerle sınırlı olacaktır. Mahkeme bu incelemenin usul ve esaslarını ortaya koymuştur (Aydın Yavuz ve diğerleri, §§ 192-211, 344).

66. Mülkiyet hakkı savaş, seferberlik, sıkıyönetim ve olağanüstü hâl gibi olağanüstü yönetim usullerinin benimsendiği dönemlerde Anayasa'nın 15. maddesinin ikinci fıkrasında yer alan dokunulması yasaklanan çekirdek haklar arasında değildir. Dolayısıyla bu özgürlükler yönünden olağanüstü hâllerde Anayasa'daki güvencelere aykırı tedbirler alınması mümkündür.

67. Bu kapsamda elkoyma tedbirine karşı başvurucuya etkin bir biçimde itiraz edebilme olanağının tanınmadığı tespit edilerek müdahalenin ölçüsüz olduğu sonucuna varılmıştır. Olağanüstü dönemde söz konusu tedbire yönelik itiraz süreçlerini düzenleyen ilgili kanun hükümlerini kaldıran veya değiştiren herhangi bir düzenleme yapılmadığı anlaşıldığından müdahalenin durumun gerektirdiği ölçüde olduğu söylenemez.

68. Bu itibarla olağanüstü hâl döneminde temel hak ve özgürlüklerin kullanımının durdurulmasını ve sınırlandırılmasını düzenleyen Anayasa'nın 15. maddesinin, başvurucunun mülkiyet hakkına yönelik Anayasa'nın 13. ve 35. maddelerinde belirtilen güvencelere aykırı bu müdahaleyi meşru kılmadığı değerlendirilmiştir.

69. Açıklanan gerekçelerle -Anayasa'nın 15. maddesiyle birlikte değerlendirildiğinde de- başvurucunun Anayasa'nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

3. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

70. 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı ve (2) numaralı fıkrası şöyledir:

 “(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…

 (2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

71. Başvurucu ihlalin tespit edilmesini istemiş ve tazminat talebinde bulunmuştur.

72. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan kararında ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağı hususunda genel ilkeler belirlenmiştir (B. No: 2014/8875, 7/6/2018, [GK]). Mahkeme diğer bir kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal kararının yerine getirilmemesinin sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin devamı anlamına geleceği gibi ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle sonuçlanacağına da işaret etmiştir(Aligül Alkaya ve diğerleri, B.No: 2016/12506, 7/11/2019).

73. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural mümkün olduğunca eski hâle getirmenin, yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması, ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan, §§ 55, 57).

74. İhlalin mahkeme kararından kaynaklandığı durumlarda Anayasa Mahkemesi, 6216 sayılı Kanunun 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası ile İçtüzük’ün 79. maddesinin 1 numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca, ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın bir örneğinin ilgili mahkemeye gönderilmesine hükmeder. Anılan yasal düzenleme, usul hukukundaki benzer hukuki kurumlardan farklı olarak, ihlali ortadan kaldırmak amacıyla yeniden yargılama sonucunu doğuran ve bireysel başvuruya özgülenen bir giderim yolunu öngörmektedir. Bu nedenle Anayasa Mahkemesi tarafından ihlal kararına bağlı olarak yeniden yargılama kararı verildiğinde, usul hukukundaki yargılamanın yenilenmesi kurumundan farklı olarak ilgili mahkemenin yeniden yargılama sebebinin varlığını kabul hususunda herhangi bir takdir yetkisi bulunmamaktadır. Dolayısıyla böyle bir karar kendisine ulaşan mahkemenin yasal yükümlülüğü, ilgilinin talebini beklemeksizin Anayasa Mahkemesinin ihlal kararı nedeniyle yeniden yargılama kararı vererek devam eden ihlalin sonuçlarını gidermek üzere gereken işlemleri yerine getirmektir. (Mehmet Doğan, §§ 58-59; Aligül Alkaya ve diğerleri, §§ 57-59, 66-67).

75. İncelenen başvuruda mülkiyet hakkının ihlal edildiği sonucuna ulaşılmıştır. Dolayısıyla ihlalin mahkeme kararından kaynaklandığı anlaşılmaktadır.

76. Bu durumda mülkiyet hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Yapılacak yeniden yargılama ise bireysel başvuruya özgü düzenleme içeren 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu kapsamda yapılması gereken iş yeniden yargılama kararı verilerek Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar verilmesinden ibarettir. Bu sebeple kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere Kocaeli 4. Ağır Ceza Mahkemesine (E.2017/159) gönderilmesine karar verilmesi gerekmektedir.

77. Öte yandan somut olayda ihlalin tespit edilmesinin başvurucunun uğradığı zararların giderilmesi bakımından yetersiz kalacağı açıktır. Dolayısıyla eski hâle getirme kuralı çerçevesinde ihlalin bütün sonuçlarıyla ortadan kaldırılabilmesi için mülkiyet hakkının ihlali nedeniyle yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında başvurucuya net 5.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir. Başvurucunun adli yardım talebi kabul edilmiş olup başvuru lehine sonuçlandığından yargılama giderleriyle ilgili bir karar verilmesine gerek görülmemiştir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Adli yardım talebinin KABULÜNE,

B. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

C. Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

D. Kararın bir örneğinin mülkiyet hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için Kocaeli 4. Ağır Ceza Mahkemesine (E.2017/159) GÖNDERİLMESİNE,

E. Başvurucuya net 5.000 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE, tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,

F. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 10/12/2019 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

GÜLER ÇETİNTAŞ VE DİĞERLERİ BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2017/27889)

 

Karar Tarihi: 8/1/2020

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Recep KÖMÜRCÜ

Üyeler

:

Celal Mümtaz AKINCI

 

 

Muammer TOPAL

 

 

M. Emin KUZ

 

 

Recai AKYEL

Raportör

:

Mahmut ALTIN

Başvurucular

:

1. Güler ÇETİNTAŞ

 

 

2. Güner AKSOYDAN

 

 

3. Yaşar ÇETİNTAŞ

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, bir kısım kamulaştırma bedelinin icra takibine rağmen ödenmemesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 23/6/2017 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. 2017/27972 ve 20178/27891 numaralı bireysel başvuru dosyalarının konu yönünden hukuki irtibat nedeniyle 2017/27889 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine; incelemenin 2017/27889 numaralı bireysel başvuru dosyası üzerinden yürütülmesine ve diğer başvuru dosyalarının kapatılmasına karar verilmiştir.

5. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

6. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

7. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

8. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:

A. Uyuşmazlığın Arka Planı

9. İstanbul'un Kartal ilçesi Soğanlık Mahallesi'nde bulunan ve başvurucuların murisi Ahmet Çetintaş'ın 1/2 oranında hisse sahibi olduğu 8788 metrekare yüz ölçümündeki 1061 ada 13 parsel sayılı taşınmaz, İmar ve İskân Bakanlığınca 3/5/1979 tarihinde kamulaştırılmış ve kamulaştırma bedeli bankaya yatırılmıştır.

10. Başvurucuların 1985 yılında Kartal 3. Asliye Hukuk Mahkemesinde açtıkları tezyidi bedel davası 22/4/1986 tarihinde kabul edilmiştir. Anılan taşınmazın Ahmet Çetintaş adına olan tapu kaydının iptali ile Hazine adına tesciline ve 908.293 TL olan kamulaştırma bedelinin 2.536.877 TL daha artırılmasına karar verilmiştir. Karar 27/2/1987 tarihinde kesinleşmiştir.

11. Bunun üzerine başvurucular tarafından Bayındırlık ve İskân Bakanlığı aleyhine 13/1/1987 tarihinde Kartal 2. İcra Müdürlüğünde ilamlı icra takibi başlatıldığı, ancak takibe rağmen ödemenin yapılmadığı anlaşılmaktadır.

12. Anılan taşınmazın idare adına tescili yapılmadan önce taşınmazın bulunduğu bölgede imar uygulaması yapılmış, başvurucuların murisinin parseldeki hissesine karşılık yedi ayrı parselde hisse verilmiş ve 9/9/1987 tarihinde tapuya tescil edilmiştir.

13. Başvuru konusu davanın gerekçeli kararından, imar uygulaması sonucu oluşan yedi parselden biri olan 2962 ada 5 parsel sayılı taşınmazla ilgili olarak açılan tapu iptali ve tescil davasında, Kartal 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin E.1998/94 ve K.1998/182 sayılı kararıyla taşınmazda başvurucuların muris Ahmet Çetintaş'a ait 1/2 oranındaki payın iptaline ve Hazine adına tesciline karar verildiği ve söz konusu kararın 2/7/1999 tarihinde kesinleştiği anlaşılmaktadır.

14. Başvurucular tarafından 9/7/2007 tarihinde, Kartal 2. Asliye Hukuk Mahkemesindeki davayla ilgili olarak taşınmazların Hazine adına tescil edilmesine rağmen hiçbir bedel ödenmediği iddiasıyla yargılamanın yenilenmesi talep edilmiş, ancak 24/11/2009 tarihinde talebin reddine karar verilmiştir.

B. Başvuru Konusu Tazminat Davasına İlişkin Süreç

15. Kamulaştırılan taşınmazların bedellerinin ödenmemesi nedeniyle başvurucular tarafından Başbakanlık Toplu Konut İdaresi Başkanlığı (TOKİ) ile Bayındırlık ve İskân Bakanlığı aleyhine 28/8/2009 tarihinde İstanbul Anadolu 1. Asliye Hukuk Mahkemesinde (Mahkeme) tazminat davası açılmıştır.

16. Mahkemece yapılan keşif sonrası inşaat mühendislerinden oluşan bilirkişi heyeti tarafından sunulan 7/3/2012 tarihli raporda, 9/9/1987 tarihinde imar uygulaması sonucu başvurucuların murisi adına tescil edilen yedi ayrı parselin ada ve parsel numaraları ile hisse oranları belirtilmiş ve bu tapuların daha sonra iptal edilerek Hazine adına tescil edildiği vurgulanmıştır.

17. Mahkemece 6/6/2012 tarihinde davanın kabulüne karar verilmiştir. Kararın gerekçesinde, dava konusu taşınmazların tapu kayıtlarının iptal edilerek Hazine adına tesciline karar verildiği açıklandıktan sonra tezyidi bedel davası kabul edilmesine rağmen bedelin ödenmemiş olmasının mülkiyet hakkına tecavüz olduğu belirtilmiştir.

18. TOKİ tarafından temyiz edilen karar, Yargıtay 5. Hukuk Dairesince (Daire) 25/2/2013 tarihinde bozulmuştur. Bozma kararında, başvurucuların açtıkları bedel artırım davasının kabul edildiği, ancak idare tarafından 4/11/1983 tarihli ve 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu'nun 17. maddesi uyarınca tescil davası açılmadığı ifade edilmiştir. Ayrıca anılan taşınmazın bulunduğu bölgede yapılan imar uygulaması sırasında başvurucuların murisine yeniden pay verildiği açıklanarak davanın reddine karar verilmesi gerektiği belirtilmiştir.

19. Bozma kararı sonrası TOKİ vekilinin Mahkemeye sunduğu 29/6/2015 tarihli dilekçede;

i. 1979 tarihinde kamulaştırılan taşınmazın kamulaştırma bedelinin Türkiye Emlak Bankası A.Ş. Çemberlitaş Şubesinin 1578 numaralı hesabına yatırıldığı ancak taşınmazın idare adına tescili gerekirken imar uygulaması sonucu başvurucuların murisi adına yedi ayrı parselde hisse verildiği ifade edilmiştir. Bununla birlikte Kartal 1. Asliye Hukuk Mahkemesinin E.1994/320 ve Kartal 2. Asliye Hukuk MahkemesininE.1998/94 sayılıdosyalarında başvurucuların murisi adına hatalı olarak kaydedilen tapu kayıtlarının iptal edilerek Hazine adına tescil edildiği açıklanmıştır.

ii. Ayrıca kamulaştırma bedelinin artırılması için açılan tezyidi bedel davasında hükmedilen ve icraya konulan bedelin ödenmemiş olmasının başvuru konusu davayı açmak için haklı bir gerekçe olmadığı, ödenmeyen ilama bağlı alacakların ödenmesi için işlemler yapılması gerektiği belirtilmiştir.

iii. Öte yandan icra takibi yapılmış alacağın ödenmemiş olması nedeniyle otuz yıl sonra tekrar kamulaştırmasız el atma davası açılmasının hukuki dayanağının olmadığı vurgulanmıştır.

20. Mahkemece bozma kararına uyulup bozma kararındaki gerekçeye atıf yapılarak 2/7/2015 tarihinde davanın reddine karar verilmiştir.

21. Başvurucular tarafından temyiz edilen karar, Dairece 27/1/2016 tarihinde onanmıştır. Başvurucuların karar düzeltme talebi de aynı Daire tarafından 28/3/2017 tarihinde reddedilmiştir.

22. Nihai karar 24/5/2017 tarihinde tebliğ edilmiştir.

23. Başvurucular 23/6/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır.

IV. İNCELEME VE GEREKÇE

24. Mahkemenin 8/1/2020 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucuların İddiaları

25. Başvurucular, kamulaştırılan taşınmazlarının bedelinin ödenmemesi nedeniyle mülkiyet haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.

B. Değerlendirme

26. Anayasa’nın "Mülkiyet hakkı" kenar başlıklı 35. maddesi şöyledir:

 “Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.

Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir.

Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz.”

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

27. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Esas Yönünden

28. Anayasa'nın 35. maddesinin birinci fıkrasında "Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir" denilmek suretiyle mülkiyet hakkı güvenceye bağlanmıştır. Anayasa'nın anılan maddesiyle güvenceye bağlanan mülkiyet hakkı, ekonomik değer ifade eden ve parayla değerlendirilebilen her türlü mal varlığı hakkını kapsamaktadır (AYM, E.2015/39, K.2015/62, 1/7/2015, § 20). Bu bağlamda, mülk olarak değerlendirilmesi gerektiğinde kuşku bulunmayan menkul ve gayrimenkul mallar ile bunların üzerinde tesis edilen sınırlı ayni haklar ve fikri hakların yanı sıra icrası kabil olan her türlü alacak da mülkiyet hakkının kapsamına dâhildir (Mahmut Duran ve diğerleri, B. No: 2014/11441, 1/2/2017, § 60).

29. Anayasa Mahkemesinin daha önceki kararlarında icra edilebilir bir alacağın da mülkiyet hakkı kapsamında korunan ekonomik bir değer ifade ettiği kabul edilmiştir. Ayrıca kamu kurum ve kuruluşlarınca böyle bir alacağın hiç ödenmemesinin ya da ödenmesinin uzun sürmesinin mülkiyetten barışçıl yararlanma hakkına müdahale teşkil ettiği ve bu müdahale nedeniyle oluşan belirsizliğin ise mülkiyet hakkının ihlaline neden olduğu sonucuna varılmıştır (Kenan Yıldırım ve Turan Yıldırım, B. No: 2013/711, 3/4/2014, §§ 55-75; Şenal Haylaz, B. No: 2013/3457, 25/2/2015, §§ 60-79; Global Yapı Elemanları Sanayi ve Ticaret Limitet Şirketi, B. No: 2014/17557, 8/11/2017, §§ 20-24).

30. Mülkiyet hakkının usule ilişkin güvenceleri hem özel kişiler arasındaki mülkiyet uyuşmazlıklarında hem de taraflardan birinin kamu gücü olduğu durumlarda geçerlidir. Bu bağlamda mülkiyet hakkının korunmasının söz konusu olduğu durumlarda usule ilişkin güvencelerin somut olayda sağlandığından söz edilebilmesi için derece mahkemelerinin kararlarında konu ile ilgili ve yeterli gerekçe bulunmalıdır. Ayrıca belirtmek gerekir ki bu zorunluluk davacının bütün iddialarına cevap verilmesi anlamına gelmemekle birlikte mülkiyet hakkını ilgilendiren davanın sonucuna etkili esasa ilişkin temel iddia ve itirazların yargılama makamlarınca özenli bir şekilde değerlendirilerek karşılanması gerekmektedir (Kamil Darbaz ve Gmo Yapı Grup End. San. Tic. Ltd. Şti., B. No: 2015/12563, 24/5/2018, § 53).

31. Somut olayda 1979 yılında kamulaştırılan taşınmazın ilk olarak kamulaştırma bedelinin bankaya yatırıldığı, ancak başvurucular tarafından bu bedelin düşük bulunması nedeniyle kamulaştırma bedelinin artırılması davası açıldığı anlaşılmaktadır. Daha önce malik adına bir banka hesabına depo edilmiş olan söz konusu bedelin kendilerine ödenmemesi yönünde fiilî bir engelin olduğu başvurucular tarafından ortaya konulamamıştır. Dolayısıyla bu bedelin ödenmemesi veya idareden kaynaklı olarak geç ödenmesi söz konusu değildir.

32. Ancak başvurucular tarafından açılan kamulaştırma bedelinin artırılması davasında 908.293 TL olan kamulaştırma bedelinin 2.536.877 TL daha artırılmasına karar verilmiştir (bkz. § 10). 22/4/1986 tarihli kararla artırılan kamulaştırma bedeli 13/1/1987 tarihinde ilamlı icra takibine konu edilmiş (bkz. § 11) olmasına rağmen TOKİ vekilinin bozma kararına karşı sunduğu dilekçesinden de anlaşıldığı üzere ödenmemiştir (bkz. § 19). Bununla birlikte başvurucuların kamulaştırılan taşınmazların bedellerinin ödenmemesi nedeniyle açtıkları başvuru konusu davada, anılan taşınmazın bulunduğu bölgede yapılan imar uygulaması sırasında başvurucuların murisine yeniden pay verildiği gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir (bkz. §§ 18, 20).

33. Başvurucular taşınmazlarına kamulaştırmasız el atıldığından yakınmışlarsa da uyuşmazlık, usulüne uygun şekilde yapıldığı derece mahkemelerince tespit edilen kamulaştırma sürecinde artırılan bedelin ödenip ödenmediği hususundadır. Derece mahkemelerince, imar uygulaması sonucu başvurucuların murisine yeniden pay verildiği gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiş ancak hem bilirkişi raporunda hem de davalı TOKİ vekilinin dilekçesinde imar uygulaması sonucu başvurucuların murisi adına tescil edilen taşınmazların tapu kayıtlarının iptal edilerek Hazine adına tescil edildiğine ilişkin açıklamaları değerlendirilmemiştir (bkz. §§ 16, 19).

34. Sonuç olarak derece mahkemelerinin gerekçesinin aksine tespitler içeren bilirkişi raporu ve davalının dilekçesindeki kabulden ayrılmayı gerektiren somut ve yeterli bir gerekçe gösterilmemiştir. Bu nedenle kamulaştırma işlemi sonucu mülkiyet hakkına yapılan müdahaleyle malike yüklenen külfet ile kamu yararı arasında makul bir dengenin kurulamadığı, başvuruculara yüklenen külfetin aşırı ve ölçüsüz olduğu sonucuna ulaşılmıştır.

35. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

3. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

36. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı ile (2) numaralı fıkrası şöyledir:

 “(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…

 (2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

37. Başvurucular ayrı ayrı 2.000.000 TL'lik zararlarının ödenmesini talep etmektedir.

38. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan ([GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018) kararında ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağı hususunda genel ilkeler belirlenmiştir. Anayasa Mahkemesi diğer bir kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal kararının yerine getirilmemesinin sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin devamı anlamına geleceği gibi ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle sonuçlanacağına işaret etmiştir(Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019).

39. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural mümkün olduğunca eski hâle getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması, ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan, §§ 55, 57).

40. İhlalin mahkeme kararından kaynaklandığı durumlarda Anayasa Mahkemesi, 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası ile Anayasa Mahkemesiİçtüzüğü’nün 79. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca, ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın bir örneğinin ilgili mahkemeye gönderilmesine hükmeder. Anılan yasal düzenleme, usul hukukundaki benzer hukuki kurumlardan farklı olarak ihlali ortadan kaldırmak amacıyla yeniden yargılama sonucunu doğuran ve bireysel başvuruya özgülenen bir giderim yolunu öngörmektedir. Bu nedenle Anayasa Mahkemesi tarafından ihlal kararına bağlı olarak yeniden yargılama kararı verildiğinde, usul hukukundaki yargılamanın yenilenmesi kurumundan farklı olarak ilgili mahkemenin yeniden yargılama sebebinin varlığını kabul hususunda herhangi bir takdir yetkisi bulunmamaktadır. Dolayısıyla böyle bir karar kendisine ulaşan mahkemenin yasal yükümlülüğü, ilgilinin talebini beklemeksizin Anayasa Mahkemesinin ihlal kararı nedeniyle yeniden yargılama kararı vererek devam eden ihlalin sonuçlarını gidermek üzere gereken işlemleri yerine getirmektir. (Mehmet Doğan, §§ 58, 59; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), §§ 57-59, 66, 67).

41. Başvuru konusu kararda yeterli gerekçe gösterilmemesi nedeniyle başvurucuların mülkiyet hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır. Dolayısıyla somut başvuruda ihlalin mahkeme kararından kaynaklandığı anlaşılmaktadır.

42. Bu durumda mülkiyet hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Yapılacak yeniden yargılama ise bireysel başvuruya özgü düzenleme içeren 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu kapsamda yapılması gereken iş yeniden yargılama kararı verilerek Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar verilmesinden ibarettir. Bu sebeple kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere İstanbul Anadolu 1. Asliye Hukuk Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekmektedir.

43. İhlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılamanın yeterli bir giderim sağlayacağı anlaşıldığından tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerektiği sonucuna ulaşılmıştır.

44. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 257,50 TL harçtan oluşan yargılama giderinin başvuruculara ayrı ayrı ödenmesine karar verilmesi gerekir.

V. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Kararın bir örneğinin mülkiyet hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere İstanbul Anadolu 1. Asliye Hukuk Mahkemesine (E.2014/55, K.2015/309) GÖNDERİLMESİNE,

D. Tazminat talebinin REDDİNE,

E. 257,50 TL harçtan oluşan yargılama giderinin BAŞVURUCULARA AYRI AYRI ÖDENMESİNE,

F. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucuların Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 8/1/2020 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

DOĞAN DEPİŞGEN BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2016/12233)

 

Karar Tarihi: 11/3/2020

R.G. Tarih ve Sayı: 5/5/2020-31118

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

Başkan

:

Recep KÖMÜRCÜ

Üyeler

:

Muammer TOPAL

 

 

M. Emin KUZ

 

 

Rıdvan GÜLEÇ

 

 

Yıldız SEFERİNOĞLU

Raportör

:

Özgür DUMAN

Başvurucu

:

Doğan DEPİŞGEN

Vekili

:

Av. Ercan ERDEN

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru muhtarlık görevine seçilen başvurucunun tutuklu kaldığı süre için muhtarlık maaşının ödenmemesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 11/7/2016 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:

8. Başvurucu 1964 doğumlu olup Kastamonu'nun İhsangazi ilçesinde ikamet etmektedir.

9. Başvurucu -başvuru formu ve eklerinde belirtilmeyen bir tarihte- İhsangazi ilçesine bağlı Elçelebi Mahallesi'nin muhtarı seçilmiştir.

A. Ceza Soruşturması ve Kovuşturması Süreci

10. Başvurucu haksız ekonomik çıkar sağlamak amacıyla kurulan silahlı suç örgütü üyesi olma ile 10/7/1953 tarihli ve 6136 sayılı Ateşli Silahlar ve Bıçaklar ile Diğer Aletler Hakkında Kanun'a muhalefet suçlarından yürütülen soruşturma çerçevesinde Cide Sulh Ceza Mahkemesince 6/5/2007 tarihinde tutuklanmıştır.

11. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının 5/6/2008 tarihli iddianamesiyle başvurucunun silahlı suç örgütü üyesi olma ve ruhsatsız tabanca bulundurma suçlarından ayrı ayrı cezalandırılması talebiyle kamu davası açılmıştır.

12. Sincan Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda tutuklu olan başvurucu 26/8/2008 tarihinde serbest bırakılmıştır.

13. İddianameyi kabul eden özel yetkili Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesi yapılan yargılama sonucunda 19/6/2012 tarihinde, başvurucunun isnat edilen suçlardan 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 223. maddesinin (2) numaralı fıkrasının (a) ve (e) bentleri uyarınca ayrı ayrı beraatine karar vermiştir. Beraat kararı temyiz edilmeden 26/6/2012 tarihinde kesinleşmiştir.

B. Adli Yargı Yerinde Görülen Dava Süreci

14. Başvurucu 5/12/2012 tarihinde Maliye Hazinesi aleyhine Kastamonu Ağır Ceza Mahkemesinde (Mahkeme) tazminat davası açmıştır. Başvurucu dava dilekçesinde, bu sürede çalışamadığı için maddi olarak zarara uğradığı gerekçesiyle 26.000 TL ve manevi yönden olumsuz etkilendiği için de 35.000 TL manevi tazminat talebinde bulunmuştur.

15. Mahkeme muhasebe alanında uzman bir bilirkişiden rapor almıştır. Bilirkişinin 28/1/2013 tarihli raporunda, başvurucunun tutuklu kaldığı toplam 478 günlük dönem içerisinde asgari ücretle bir işte çalışması hâlinde yoksun kaldığı net toplam asgari ücret tutarının 7.411,98 TL olduğu belirtilmiştir. Bilirkişi zirai gelir miktarı hesaplandığında başvurucunun hissesine düşen tutarın 8.331,10 TL olduğunu vurgulamıştır. Bilirkişi ayrıca tutuklu kaldığı dönemde başvurucuya ödenmeyen muhtarlık maaşı tutarının ise 4.619,59 TL olduğunu bildirmiştir. Bilirkişiye göre başvurucuya ödenmesi gereken maddi tazminat, hissesine düşen 8.331,10 TL tarımsal geliri ve yoksun kaldığı 4.619,59 TL muhtarlık maaşı toplamı olan 12.950,69 TL'dir.

16. Mahkeme 30/1/2013 tarihinde davanın kısmen kabulüne karar vermiştir. Mahkeme, bilirkişi raporunda bildirilen zarar tutarına başvurucunun beraat ettiği davada takdir olunan 1.000 TL vekâlet ücretini de ekleyerek 13.950,69 TL tutarındaki maddi tazminatın başvurucuya ödenmesine karar vermiştir. Mahkeme ayrıca 10.750 TL tutarında takdir olunan manevi tazminatın da başvurucuya ödenmesi yönünde hüküm tesis etmiştir.

17. Davalı Hazinenin temyiz ettiği karar Yargıtay 12. Ceza Dairesince (Daire) 9/6/2014 tarihinde bozulmuştur. Bozma kararında, başvurucunun tutuklu kaldığı süreye ilişkin olarak ödenmediği iddia olunan muhtarlık maaşına dayalı gelir kaybı yönünden idareye ve sonrasında idari yargı yerlerine başvurması gerektiği belirtilmiştir. Daireye göre, çiftçilik ve hayvancılıkla uğraşan başvurucunun tutukluluğu süresinde tarımsal faaliyette bulunamadığı için gelir elde edemediği iddiası yönünden ise herhangi bir bilgi ve belge sunulmamış olup esas alınan bilirkişi raporunda da varsayımsal değer ve saptamalara yer verilmiştir. Daire bu sebeple başvurucunun vasıfsız işçi gibi değerlendirilerek tutuklu kaldığı dönemde geçerli olan net asgari ücret üzerinden hafta sonu, dinî ve millî bayram tatilleri nedeniyle indirim yapılmadan hesaplanacak miktarın maddi tazminat olarak hüküm altına alınması gerektiğini açıklamıştır. Daire ayrıca, ancak ait olduğu davada hüküm altına alınabilecek vekâlet ücretinin de maddi tazminata ilave edilemeyeceğini vurgulamış ve başvurucu tarafından aynı konuya ilişkin ayrı bir dava açılıp açılmadığının da araştırılması gerektiğini belirtmiştir.

18. Mahkeme yeni bir bilirkişi incelemesi yaptırarak 4/2/2015 tarihinde davanın kısmen kabulüne karar vermiştir. Mahkeme başvurucunun "haksız olarak tutuklulukta kaldığı süreler içerisindeki maddi kazanç kaybına karşılık olarak" toplam 7.411,98 TL tutarındaki maddi tazminat ile 10.750 TL tutarındaki manevi tazminatın başvurucuya ödenmesine karar vermiştir. Mahkeme başvurucunun fazlaya ilişkin istemini ise reddetmiştir.

19. Davalı Hazine kararı temyiz etmiş, Daire 14/1/2019 tarihinde hükmü düzelterek onamıştır. Daire, başvurucunun tutuklu kaldığı döneme ilişkin net asgari ücret üzerinden hesaplanan 7.057,59 TL yerine, hatalı bilirkişi raporuna dayanılarak 7.411,98 TL olarak tayin edilmesi suretiyle başvurucu lehine fazla maddi tazminata hükmedilmesinin hatalı olduğunu açıklamış, buna göre hükmün düzeltilmesine karar vermiştir.

C. İdari Yargı Yerinde Görülen Dava Süreci

20. Başvurucu -başvuru formu ve eklerinde belirtilmeyen bir tarihte- İhsangazi Kaymakamlığı Mahalli İdareler Bürosuna başvuruda bulunarak tutuklu kaldığı dönemde ödenmeyen muhtarlık maaşlarının kendisine ödenmesini talep etmiştir.

21. Kastamonu İl Özel İdaresi 26/11/2014 tarihli bir yazı ile talebinin reddedildiğini başvurucuya bildirmiştir. Yazıda, ilgili yönetmelik gereği tutuklu bulunan süreler için ödenek verilmesinin mümkün olmadığı belirtilmiştir.

22. Başvurucu 25/12/2014 tarihinde İl Özel İdaresine karşı Kastamonu İdare Mahkemesinde (İdare Mahkemesi) dava açmıştır. Dava dilekçesinde, başvurucunun hukuka aykırı olarak tutuklu kaldığı döneme ait malî hakların ödenmesi gerektiği belirtilerek buna yönelik talebinin reddine ilişkin idari işlemin iptal edilmesi talep edilmiştir.

23. İdare Mahkemesi 15/10/2015 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesinde, 29/8/1977 tarihli ve 2108 sayılı Muhtar Ödenek ve Sosyal Güvenlik Kanunu'nun 6. maddesine göre düzenlenerek 16/12/1987 tarihli ve 19666 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Köy ve Mahalle Muhtarlarının Ödeneklerinin Ödenme Usulü, Köy ve Mahalle Muhtarları ve İhtiyar Heyetleri Tarafından Verilecek Resmi Evrak ile Mahalle Muhtarlarının Harç Tahsilatının ve Paylarının Ödenme Biçimi Hakkında Yönetmelik'in (Yönetmelik) 7. maddesindeki düzenlemeye atıfta bulunulmuştur. Karara göre bu düzenleme gereğince muhtarların maaş karşılığı değil görevde bulundukları sürece muhtarlık ödeneğinden yararlanacakları açıktır. İdare Mahkemesi, tutuklanması nedeniyle başkasının vekâlet ettiği muhtarlık görevi nedeniyle başvurucunun muhtarlık ödeneğinden yararlanmasına olanak bulunmadığı gerekçesiyle dava konusu işlemde hukuka ve mevzuata aykırılık görülmediği sonucuna varmıştır.

24. Başvurucu kararı temyiz etmiş, Danıştay Onyedinci Dairesi 25/2/2016 tarihinde kararın itiraz yoluyla Zonguldak Bölge İdare Mahkemesince incelenmesi gerektiğini belirterek istemi görev yönünden reddetmiştir.

25. Bölge İdare Mahkemesi 29/3/2016 tarihinde başvurucunun itiraz istemini reddederek hükmü onamış, 14/6/2016 tarihinde de karar düzeltme talebini reddetmiştir.

26. Başvurucu 11/7/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

IV. İLGİLİ HUKUK

A. Ulusal Hukuk

27. 2108 sayılı Kanun'un 1. maddesi şöyledir:

 “(Değişik: 5/2/1998 - 4336/1 md.)

Köy muhtarları ile şehir ve kasaba mahalle muhtarlarına, 14.750 gösterge rakamının memur aylık katsayısı ile çarpımı sonucu bulunacak miktarda aylık ödenek verilir. (Değişik ikinci cümle: 21/4/2005-5335/9 md.; Mülga ikinci cümle: 29/1/2016-6663/12 md.)

Bu ödenek damga vergisi hariç herhangi bir vergi ve kesintiye tabi tutulmaz.

Bu ödeneğin karşılığı her yıl İçişleri Bakanlığı bütçesine konulur ve yılı içinde söz konusu bütçeden il özel idare ile yatırım izleme ve koordinasyon başkanlıkları bütçelerine aktarılır.

Muhtar ödeneği, her ayın onbeşinci günü il özel idareleri tarafından ilgililere peşin olarak ödenir.”

28. 2108 sayılı Kanun’un 6. maddesi şöyledir:

 “Köy ve mahalle muhtarlarına verilecek ödeneğin özel idare bütçelerine aktarılması, köy ve mahalle muhtarlarına ödenmesinin esas ve usulleri; mahalle muhtarlarının harç tahsilatının ve paylarının ödenme biçimi ile köy ve mahalle ve ihtiyar heyetleri tarafından verilecek resmi evraka ait basılı kağıtların tip, örnek ve bedellerine ilişkin hususlar Maliye ve Gümrük Bakanlığının görüşü alınarak İçişleri Bakanlığınca çıkarılacak bir yönetmelikle belirlenir.”

29. Yönetmelik'in 7. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

"Köy ve mahalle muhtarları görevli oldukları sürece ödenek alırlar. Hastalık, izin veya görevden ayrılma hallerinde bu ödenek vekillerine ödenir."

B. Uluslararası Hukuk

30. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne (Sözleşme) ek 1 No.lu Protokol'ün 1. maddesi şöyledir:

"Her gerçek ve tüzel kişinin mal ve mülk dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme hakkı vardır. Bir kimse, ancak kamu yararı sebebiyle ve yasada öngörülen koşullara ve uluslararası hukukun genel ilkelerine uygun olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılabilir.

Yukarıdaki hükümler, devletlerin, mülkiyetin kamu yararına uygun olarak kullanılmasını düzenlemek veya vergilerin ya da başka katkıların veya para cezalarının ödenmesini sağlamak için gerekli gördükleri yasaları uygulama konusunda sahip oldukları hakka halel getirmez."

31. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) içtihadında, mülkiyet hakkının kapsamı konusunda mevzuat hükümlerinden ve derece mahkemelerinin bunlara ilişkin yorumundan bağımsız olarak özerk bir yorum esas alınmaktadır (Depalle/Fransa [BD], B. No: 34044/02, 29/3/2010, § 62; Anheuser-Busch Inc./Portekiz [BD], B. No: 73049/01, 11/1/2007, § 63; Öneryıldız/Türkiye [BD], B. No: 48939/99, 30/11/2004, § 124; Broniowski/Polonya [BD], B. No: 31443/96, 22/6/2004, § 129).

32. AİHM, mülkiyet hakkına ilişkin Sözleşme'ye ek 1 No.lu Protokol'ün 1. maddesinin mülkiyeti elde etme beklentisini koruma altına almadığını kabul etmektedir (Slivenko ve diğerleri/Letonya [BD], B. No: 48321/99, 23/1/2002, § 121; Fener Rum Erkek Lisesi Vakfı/Türkiye, B. No: 34478/97, 9/1/2007, § 52).

33. AİHM, mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasının ancak müdahalenin Sözleşme'ye ek 1 No.lu Protokol'ün 1. maddesinin anlamı kapsamında bir mülk ile ilişkili olması durumunda ileri sürülebileceğini belirtmektedir. Buna göre alacak haklarını da içeren mevcut mülk veya mal varlığı yanında mülkiyet hakkının elde edilebileceği yönündeki en azından bir meşru beklenti de mülkiyet hakkı kapsamında değerlendirilebilir (Kopecký/Slovakya [BD], B. No: 44912/98, 28/9/2004, § 35; Lihtenştayn Prensi Hans-Adam II/Almanya [BD], B. No: 42527/98, 12/7/2001, § 83; meşru beklenti kavramının ilk defa geliştirildiği kararlar için Pine Valley Developments Ltd ve diğerleri/İrlanda, B. No: 12742/87, 29/11/1991, § 51; Stretch/Birleşik Krallık, B. No: 44277/98, 24/6/2003, § 35; Pressos Companía Naviera S.A. ve diğerleri/Belçika, B. No: 17849/91, 20/11/1995, § 31).

34. Arzhiyeva ve Tsadayev/Rusya (B. No: 66590/10, 3773/11, 13/11/2018) kararına konu olayda terör olayları sebebiyle uğranılan zararlar bakımından yapılan değerlendirmede başvurucuların yerleşik idari ve yargısal uygulama çerçevesinde tazminatı elde etme yönünde meşru bir beklentilerinin olduğu kabul edilmiştir (Arzhiyeva ve Tsadayev/Rusya, § 48). AİHM devletin pozitif ve negatif yükümlülükleri çerçevesindeki ilkelerin büyük ölçüde benzeştiğini belirterek, başvuruculara somut olayda tazminat ödenmemesinin Sözleşme'ye ek 1 No.lu Protokol'ün 1. maddesinde güvence altına alınan mülkiyetten barışçıl yararlanma hakkından doğan yükümlülüklerin yerine getirilmediği sonucuna varmıştır (Arzhiyeva ve Tsadayev/Rusya, §§ 51-58).

V. İNCELEME VE GEREKÇE

35. Mahkemenin 11/3/2020 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü

36. Başvurucu haksız yere tutuklandığı hâlde tutuklu kaldığı döneme ilişkin muhtarlık maaşının kendisine ödenmediğinden yakınarak bu maaşın ödenmesi yönünde meşru bir beklentisi olduğunu ve haksız olarak tutuklanmasaydı kendisine söz konusu maaşın ödenmiş olacağını belirtmiştir. Başvurucu bu nedenle adil yargılanma ve mülkiyet haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

B. Değerlendirme

37. Anayasa'nın "Mülkiyet hakkı" kenar başlıklı 35. maddesi şöyledir:

"Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.

Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir.

Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz."

38. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucular tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013 § 16).Başvurucunun şikâyetinin özü konusu itibarıyla mülkiyet hakkını ilgilendirdiğinden başvurunun mülkiyet hakkı kapsamında incelenmesi uygun görülmüştür.

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

39. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir nedeni de bulunmadığı anlaşılan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Esas Yönünden

a. Mülkün Varlığı

i. Genel İlkeler

40. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğinden şikâyet eden bir kimse, önce böyle bir hakkının var olduğunu kanıtlamak zorundadır (Mustafa Ateşoğlu ve diğerleri, B. No: 2013/1178, 5/11/2015, § 54). Bu nedenle öncelikle başvurucunun Anayasa'nın 35. maddesi uyarınca korunmayı gerektiren mülkiyete ilişkin bir menfaatinin olup olmadığı noktasındaki hukuki durumunun değerlendirilmesi gerekir (Cemile Ünlü, B. No: 2013/382, 16/4/2013, § 26; İhsan Vurucuoğlu, B. No: 2013/539, 16/5/2013, § 31).

41. Anayasa'nın 35. maddesiyle güvenceye bağlanan mülkiyet hakkı, ekonomik değer ifade eden ve parayla değerlendirilebilen her türlü mal varlığı hakkını kapsamaktadır (AYM, E.2015/39, K.2015/62, 1/7/2015, § 20). Bu bağlamda mülk olarak değerlendirilmesi gerektiğinde kuşku bulunmayan menkul ve gayrimenkul mallar ile bunların üzerinde tesis edilen sınırlı aynî haklar ile fikrî hakların yanı sıra icrası kabil olan her türlü alacak da mülkiyet hakkının kapsamına dâhildir (Mahmut Duran ve diğerleri, B. No: 2014/11441, 1/2/2017, § 60).

42. Mülkiyet hakkı, özel hukukta veya idari yargıda kabul edilen mülkiyet hakkı kavramlarından farklı bir anlam ve kapsama sahip olup bu alanlarda kabul edilen mülkiyet hakkı, yasal düzenlemeler ile yargı içtihatlarından bağımsız olarak özerk bir yorum ile ele alınmalıdır (Hüseyin Remzi Polge, B. No: 2013/2166, 25/6/2015, § 31; Mustafa Ateşoğlu ve diğerleri, § 51).

43. Anayasa'nın 35. maddesinde düzenlenen mülkiyet hakkı mevcut mal, mülk ve varlıkları koruyan bir güvencedir. Bir kişinin hâlihazırda sahibi olmadığı bir mülkün mülkiyetini kazanma beklentisi -kişinin bu konudaki menfaati ne kadar güçlü olursa olsun- Anayasa ile korunan mülkiyet kavramı içinde değildir. Bu bağlamda belirtmek gerekir ki Anayasa'nın 35. maddesi soyut bir temele dayalı olarak mülkiyete erişmeyi ve mülkiyeti edinmeyi değil mülkiyet hakkını güvence altına almaktadır. Bu hususun istisnası olarak belli durumlarda bir ekonomik değer veya icrası mümkün bir alacağı elde etmeye yönelik meşru bir beklenti Anayasa'da yer alan mülkiyet hakkı güvencesinden yararlanabilir (Kemal Yeler ve Ali Arslan Çelebi, B. No: 2012/636, 15/4/2014, §§ 36, 37; Mehmet Şentürk [GK], B. No: 2014/13478, 25/7/2017, §§ 41, 53; Mustafa Ateşoğlu ve diğerleri, §§ 52-54).

44. Meşru beklenti objektif temelden uzak bir beklenti olmayıp belirli bir kanun hükmüne veya başarılı olma ihtimalinin yüksek olduğunu gösteren yerleşik bir yargı içtihadına ya da aynî menfaatle ilgili hukuki bir işleme dayanan yeterli derecede somut nitelikteki bir beklentidir (Selçuk Emiroğlu, B. No: 2013/5660, 20/3/2014, § 28; Mehmet Şentürk, § 42). Dolayısıyla Anayasa ve Sözleşme'nin ortak koruma kapsamında olan meşru beklentiye dayalı mülkiyet hakkının tespiti mevcut hukuk sisteminde iddia edilen mülkiyet iddiasının tanınmasına bağlı olup bu tespit, mevzuat hükümleri ve yargı kararları ile yapılmaktadır (Üçgen Nakliyat Ticaret Ltd. Şti., B. No: 2013/845, 20/11/2014, § 37). Temelsiz bir hak kazanma beklentisi veya sadece mülkiyet hakkı kapsamında ileri sürülebilir bir iddianın varlığı meşru beklentinin kabulü için yeterli değildir (Kemal Yeler ve Ali Arslan Çelebi, § 37).

ii. İlkelerin Olaya Uygulanması

45. Öncelikle bir ekonomik değer ifade eden muhtarlık ödeneğinin mülkiyet hakkının konusunu teşkil edebileceğinde bir tereddüt bulunmamaktadır. Somut olayda tartışma konusu olan başvurucunun bu ödeneğin varlığını kanıtlayıp kanıtlayamadığı hususudur. Başvurucuya bu ödenek verilmediğine göre mevcut bir mülkün varlığından söz edilemez. Ancak başvurucunun bu alacağı elde etmeye yönelik somut bir temele dayalı meşru beklentisinin olup olmadığı da belirlenmelidir.

46. Anayasa Mahkemesi yukarıda da değinildiği üzere meşru beklentinin tespiti bakımından başvurucunun talebini bir kanun hükmüne veya yerleşik bir yargısal içtihada dayandırmasını beklemektedir. Diğer bir deyişle ancak böyle bir somut temelin varlığı hâlinde meşru beklentinin varlığından söz edilebilecektir (yargı kararına dayalı olarak meşru beklentinin kabul edildiği karar için bkz. Osman Ukav, B. No: 2014/12501, 6/7/2017, 55-59; buna karşın böyle bir somut bir temele dayalı olmadığı için meşru beklentinin mevcut olmadığının tespit edildiği karar için bkz. Mehmet Şentürk, §§ 40-54).

47. Somut olayda ise başvurucu mahalle muhtarı olarak seçilmiş olup 2108 sayılı Kanun'un 1. maddesine göre muhtarlık ödeneği almaya hak kazandığı açıktır. Bunun yanında başvurucunun beraat ettiğinden dolayı 5271 sayılı Kanun'un 141. ve devamı maddeleri hükümlerine göre tutuklu kaldığı süre için zararının tazmin edilmesi gerektiği de kabul edilmiştir. Dolayısıyla başvurucunun söz konusu zararlarının giderimi ve bu kapsamda şikâyetine konu muhtarlık ödeneğini elde etme yönünde Anayasa'nın 35. maddesi anlamında somut bir temele dayalı meşru beklentisinin mevcut olduğu kabul edilmelidir.

b. Müdahalenin Varlığı ve Türü

48. Anayasa’nın 35. maddesinde bir temel hak olarak güvence altına alınmış olan mülkiyet hakkı kişiye -başkasının hakkına zarar vermemek ve yasaların koyduğu sınırlamalara uymak koşuluyla- sahibi olduğu şeyi dilediği gibi kullanma, onun üzerinde tasarruf etme ve ürünlerinden yararlanma olanağı verir (Mehmet Akdoğan ve diğerleri, B. No: 2013/817, 19/12/2013, § 32). Dolayısıyla malikin mülkünü kullanma, mülkün semerelerinden yararlanma ve mülkü üzerinde tasarruf etme yetkilerinden herhangi birinin sınırlanması mülkiyet hakkına müdahale teşkil eder (Recep Tarhan ve Afife Tarhan, B. No: 2014/1546, 2/2/2017, § 53).

49. Anayasa’nın 35. maddesi ile mülkiyet hakkına temas eden diğer hükümleri birlikte değerlendirildiğinde Anayasa'nın mülkiyet hakkına müdahaleyle ilgili üç kural ihtiva ettiği görülmektedir. Buna göre Anayasa'nın 35. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin mülkiyet hakkına sahip olduğu belirtilmek suretiyle mülkten barışçıl yararlanma hakkına yer verilmiş; ikinci fıkrasında da mülkten barışçıl yararlanma hakkına müdahalenin çerçevesi belirlenmiştir. Maddenin ikinci fıkrasında, genel olarak mülkiyet hakkının hangi koşullarda sınırlanabileceği belirlenerek aynı zamanda mülkten yoksun bırakmanın şartlarının genel çerçevesi de çizilmiştir. Maddenin son fıkrasında ise mülkiyet hakkının kullanımının toplum yararına aykırı olamayacağı kurala bağlanmak suretiyle devletin mülkiyetin kullanımını kontrol etmesine ve düzenlemesine imkân sağlanmıştır. Anayasa'nın diğer bazı maddelerinde de devlet tarafından mülkiyetin kontrolüne imkân tanıyan özel hükümlere yer verilmiştir. Ayrıca belirtmek gerekir ki mülkten yoksun bırakma ve mülkiyetin düzenlenmesi, mülkiyet hakkına müdahalenin özel biçimleridir (Recep Tarhan ve Afife Tarhan, §§ 55-58).

50. Başvuru konusu olayda başvurucuya tutuklu kaldığı dönem için muhtarlık ödeneği verilmemiştir. Başvurucunun bu ödeneği elde etme yönünde Anayasa'nın 35. maddesi anlamında meşru bir beklentisinin olduğu dikkate alındığında bu ödeneğin verilmemesinin başvurucunun mülkiyet hakkına müdahale teşkil ettiği kuşkusuzdur. Söz konusu müdahalenin yoksun bırakma veya mülkiyetin kamu yararına kullanımını kontrolü veya düzenlenmesi gibi bir amacı olmadığından mülkiyetten barışçıl yararlanma hakkına ilişkin genel kural çerçevesinde incelenmesi uygun görülmüştür.

c. Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı

51. Anayasa'nın 13. maddesi şöyledir:

"Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz."

52. Anayasa’nın 35. maddesinde mülkiyet hakkı sınırsız bir hak olarak düzenlenmemiş, bu hakkın kamu yararı amacıyla ve kanunla sınırlandırılabileceği öngörülmüştür. Mülkiyet hakkına müdahalede bulunulurken temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasına ilişkin genel ilkeleri düzenleyen Anayasa'nın 13. maddesinin de gözönünde bulundurulması gerekmektedir. Dolayısıyla mülkiyet hakkına yönelik müdahalenin Anayasa'ya uygun olabilmesi için müdahalenin kanuna dayanması, kamu yararı amacı taşıması ve ölçülülük ilkesi gözetilerek yapılması gerekmektedir (Recep Tarhan ve Afife Tarhan, § 62).

i. Kanunilik

53. Mülkiyet hakkına yönelik müdahalelerde ilk incelenmesi gereken ölçüt kanuna dayalı olma ölçütüdür. Bu ölçütün sağlanmadığı tespit edildiğinde diğer ölçütler bakımından inceleme yapılmaksızın mülkiyet hakkının ihlal edildiği sonucuna varılacaktır. Müdahalenin kanuna dayalı olması, müdahaleye ilişkin yeterince ulaşılabilir, belirli ve öngörülebilir kanun hükümlerinin bulunmasını gerektirmektedir (Türkiye İş Bankası A.Ş. [GK], B. No: 2014/6192, 12/11/2014, § 44; Ford Motor Company, B. No: 2014/13518, 26/10/2017, § 49; Necmiye Çiftçi ve diğerleri, B. No: 2013/1301, 30/12/2014, § 55).

54. Somut olayda ilk derece mahkemesi Yönetmelik'in 7. maddesindeki düzenlemeye atıfla başvurucunun görevde olmadığı tutuklu kaldığı süre için muhtarlık ödeneği alamayacağına karar vermiştir. Bu karar Bölge İdare Mahkemesince onanmış ve karar düzeltme talebinin reddiyle kesinleşmiştir. 2108 sayılı Kanun'un 1. maddesinde, köy muhtarları ile şehir ve kasaba mahalle muhtarlarına belirtilen tutarda aylık ödenek verileceği hüküm altına alınmış olup bu ödeneğin ödenmesine ilişkin usul ve esasların ise yönetmelikle belirleneceği açıklanmıştır. Yönetmelik'in 7. maddesinde ise köy ve mahalle muhtarlarının görevli oldukları sürece ödenek alacakları belirtilmiş olup hastalık, izin veya görevden ayrılma hâllerinde bu ödeneğin vekillerine ödeneceği düzenlenmiştir.

55. Anayasa Mahkemesi daha önce bireysel başvuru kapsamında verdiği çeşitli kararlarında mülkiyet hakkına yapılacak müdahalelerin ancak mutlak manada şeklî bir kanuna dayanması gerektiğini açık olarak belirtmiştir (Torsan Orman San. ve Tic. Ltd. Şti., B. No: 2014/13677, 20/9/2017, § 74; Üças Gıda Pazarlama ve Tekstil San. ve Tic. Ltd. Şti., B. No: 2014/16633, 6/12/2017, § 57). Bu bağlamda kanunda yer verilmeyen bir sınırlamanın düzenleyici işlemle getirildiği görülmektedir. Bunun yanında söz konusu düzenlemenin başvurucudan kaynaklanan hastalık, izin veya görevden ayrılma hâlleri dışında sayılabilecek tutuklu kaldığı dönemi de kapsadığı yönünde yorumlanması kanunilik ölçütü yönünden sorunlu görülebilir. Ancak müdahalenin haklı olup olmadığı belirlenirken meşru amacı ve ölçülülüğü de dikkate alınmak suretiyle sonuca varılacaktır.

ii. Meşru Amaç

56. Anayasa'nın 13. ve 35. maddeleri uyarınca mülkiyet hakkı ancak kamu yararı amacıyla sınırlandırılabilmektedir. Kamu yararı kavramı, mülkiyet hakkının kamu yararının gerektirdiği durumlarda sınırlandırılmasına imkân vererek bir sınırlandırma amacı olmasının yanı sıra mülkiyet hakkının kamu yararı amacı dışında sınırlanamayacağını öngörmek ve bu anlamda bir sınırlama sınırı oluşturmak suretiyle mülkiyet hakkını etkin bir şekilde korumaktadır. Kamu yararı kavramı, devlet organlarının takdir yetkisini de beraberinde getiren bir kavram olup objektif bir tanıma elverişli olmayan bu ölçütün her somut olay temelinde ayrıca değerlendirilmesi gerekir (Nusrat Külah, B. No: 2013/6151, 21/4/2016, §§ 53, 56; Yunis Ağlar, B. No: 2013/1239, 20/3/2014, §§ 28, 29).

57. Köy veya mahalle muhtarlarının özlük hakları ile ayrılacak ödeneklerin usul ve esaslarının belirlenmesi hususunda kamu makamlarının geniş bir takdir yetkisi bulunmaktadır. Bu çerçevede muhtarlara verilecek ödeneklerin hangi dönemlerde ödeneceğinin belirlenmesi bakımından kamu yararına dayalı meşru bir amacın olduğu açıktır.

iii. Ölçülülük

 (1) Genel İlkeler

58. Son olarak başvurucunun mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin ölçülü olup olmadığı değerlendirilmelidir.

59. Ölçülülük ilkesi elverişlilikgereklilik ve orantılılık olmak üzere üç alt ilkeden oluşmaktadır. Elverişlilik öngörülen müdahalenin ulaşılmak istenen amacı gerçekleştirmeye elverişli olmasını, gereklilik ulaşılmak istenen amaç bakımından müdahalenin zorunlu olmasını yani aynı amaca daha hafif bir müdahale ile ulaşılmasının mümkün olmamasını, orantılılık ise bireyin hakkına yapılan müdahale ile ulaşılmak istenen amaç arasında makul bir dengenin gözetilmesi gerekliliğini ifade etmektedir (AYM, E.2011/111, K.2012/56, 11/4/2012; E.2014/176, K.2015/53, 27/5/2015; E.2016/13, K.2016/127, 22/6/2016, § 18; Mehmet Akdoğan ve diğerleri, B. No: 2013/817, 19/12/2013, § 38).

60. Orantılılık ilkesi gereği kişilerin mülkiyet hakkının sınırlandırılması hâlinde elde edilmek istenen kamu yararı ile bireyin hakları arasında adil bir dengenin kurulması gerekmektedir. Bu adil denge, başvurucunun şahsi olarak aşırı bir yüke katlandığının tespit edilmesi durumunda bozulmuş olacaktır. Müdahalenin orantılılığı değerlendirilirken bir taraftan ulaşılmak istenen meşru amacın önemi, diğer taraftan da müdahalenin niteliği ile başvurucunun ve kamu otoritelerinin davranışları gözönünde bulundurularak başvurucuya yüklenen külfet dikkate alınacaktır (Arif Güven, B. No: 2014/13966, 15/2/2017, §§ 58, 60; Osman Ukav, § 71).

61. İdarenin ölçülülük bağlamında iyi yönetişim ilkesine uygun hareket etme yükümlülüğü bulunmaktadır. İyi yönetişim ilkesi, kamu yararı kapsamında bir konu söz konusu olduğunda kamu otoritelerinin uygun zamanda, uygun yöntemle ve her şeyden önce tutarlı olarak hareket etmelerini gerektirir (Kenan Yıldırım ve Turan Yıldırım, B. No: 2013/711, 3/4/2014, § 68). Bu bağlamda idarelerin kendi hatalarının sonuçlarını gidermeleri ve bireylere yüklememeleri gerekir (Reis Otomotiv Ticaret ve Sanayi A.Ş. [GK], B. No: 2015/6728, 1/2/2018, § 100).

 (2) İlkelerin Olaya Uygulanması

62. Somut olayda başvurucunun mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin niteliği gereği elverişliliğini veya gerekliliğini sorgulamayı gerektirir bir durum bulunmamaktadır. Buna göre müdahalenin orantılı olup olmadığı belirlenmelidir.

63. Olayda başvurucu tutuklandığı isnat edilen suçlardan dolayı yargılanmış ve ağır ceza mahkemesinde görülen yargılama neticesinde başvurucunun bu suçlardan ayrı ayrı beraatine karar verilmiştir. Bu beraat kararının kesinleşmesinden sonra başvurucu 5271 sayılı Kanun uyarınca maddi ve manevi zararlarının tazmini için dava açmış, ağır ceza mahkemesi başvurucunun haksız olarak tutuklandığını kabul ederek başvurucuya 7.057,59 TL maddi ve 10.750 TL manevi tazminat ödenmesine karar vermiştir (bkz. § 19). Bu karar Yargıtayca onanarak kesinleşmiştir. Somut olay bağlamında ceza mahkemelerinin bu tespitlerinden ayrılmayı bir gerektiren bir sebep bulunmamaktadır.

64. Başvurucuya 2108 sayılı Kanun'un 1. maddesine göre muhtar seçildiği için aylık ödenek verilmesi gerektiği açıktır. Ancak muhtar olan başvurucuya tutuklu kaldığı 6/5/2007 ile 26/8/2008 tarihleri arası dönemde söz konusu aylık ödenek verilmemiştir. Başvurucunun açtığı davada idari yargı yerleri, Kanun'da yer almamakla birlikte Yönetmelik'teki düzenlemeye atıf yaparak bu aylıkların ödenemeyeceği yönündeki bir yorumla başvurucunun talebini reddetmişlerdir. Hâlbuki başvurucunun ilgili Yönetmelik'te değinilen hastalık veya izin gibi sebeplerle kendi isteğiyle görevinden ayrılmadığı belirlidir. Bunun yanında adli yargı mercilerince 5271 sayılı Kanun'un 141. ve devamı maddeleri çerçevesinde başvurucunun beraat ettiğinden dolayı tutukluluk yüzünden uğradığı zararların tazmin edilmesi gerektiği de kabul edilmiştir.

65. Buna karşılık derece mahkemeleri ilgili Kanun ve Yönetmelik hükümlerini yorumlarken başvurucunun hangi sebeple görevinden ayrılmak zorunda kaldığını dikkate almamışlardır. Başvurucunun belirtilen tarihlerde görev yapamadığı için ödemenin yapılamayacağı yönündeki savunmaya ise hem söz konusu aylıkların Kanun gereği ödenmesinin zorunlu olup aksi yönde bir sınırlamanın kanun ile düzenlenmediği hem de Yönetmelik'teki düzenleme dikkate alınsa dahi başvurucunun kendi isteği dışında görevinden ayrılmaya zorlandığı gözönüne alındığında itibar edilemeyeceği değerlendirilmektedir. Bu çerçevede her ne kadar başvurucunun tutuklanması sonrası kendisine bu dönem süresince geçici olarak söz konusu aylıkların ödenmemesi makul görülebilirse de tutuklama yüzünden uğranılan zararların tazmin edilmesi gerektiği saptandığı hâlde meşru beklentisi kapsamındaki aylıkların ödenmemesinin haklı bir sebebe dayandığı idare ve yargı makamlarınca ortaya konabilmiş değildir.

66. Ayrıca bu bağlamda somut olayda başvurucunun tutuklanmamış olması hâlinde muhtarlık görevini yapabileceği ve talebine konu aylıkları alabileceği dikkate alınmalıdır. Buna göre somut olayda başvurucunun tutukluluğu sebebiyle uğradığı diğer maddi ve manevi zararları tazmin edilmiş ise de muhtar olması sebebiyle kanun gereği ödenmesi gereken aylıklar kendisine ödenmediğinden bütün zararlarının giderilmiş olduğundan da söz edilemez.

67. Sonuç olarak olayda tutukluluk sebebiyle tazminata hükmedilmesi gerektiği kamu makamlarınca tespit edilen başvurucuya muhtar olarak seçildiği için ödenmesi gereken aylıklar tutuklu kaldığı sürede ödenmemiştir. Başvurucunun bu aylıkların ödenmesi yönündeki talebi ise söz konusu ödenekleri elde etme hususunda kanuna dayalı olarak meşru bir beklentisi olduğu hâlde derece mahkemelerince reddedilmiştir. Buna göre ilgili kanun hükümlerine göre tutuklama sebebiyle başvurucunun uğradığı zararların tazmininin gerektiği kabul edildiği hâlde söz konusu aylıkların başvurucuya ödenmemesinin haklı bir sebebi ortaya konulamamıştır. Dolayısıyla ilgili kanun ve yönetmelik hükümlerinin derece mahkemelerince olayda olduğu gibi katı bir biçimde yorumlanması suretiyle muhtarlık aylıklarının ödenmemesi başvurucuya şahsi olarak aşırı bir külfet yüklemiş olup başvurucunun mülkiyet hakkının korunması ile müdahalenin kamu yararı amacı arasında olması gereken adil dengeyi başvurucu aleyhine bozmuştur. Başvurucunun mülkiyet hakkına yapılan müdahale bu sebeple ölçülü değildir.

68. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

3. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

69. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 50. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

 “(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir...

 (2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

70. Başvurucu, ihlalin tespiti ile manevi tazminata karar verilmesi talebinde bulunmuştur.

71. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan kararında ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağı hususunda genel ilkeler belirlenmiştir (B. No: 2014/8875, 7/6/2018, [GK]). Mahkeme diğer bir kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal kararının yerine getirilmemesinin sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin devamı anlamına geleceği gibi ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle sonuçlanacağına da işaret etmiştir (Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B.No: 2016/12506, 7/11/2019).

72. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural mümkün olduğunca eski hâle getirmenin, yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması, ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan, §§ 55, 57).

73. İhlalin idari eylem ve işlemden kaynaklandığı durumlarda 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (1) numaralı fıkrası uyarınca Anayasa Mahkemesi her somut olayın koşullarını dikkate alarak yapılması gerekenlere hükmeder. İdari eylem ve işleme karşı başvurulacak kanun yolları varsa ve bu yollar tüketildikten sonra yapılan bireysel başvurunun incelenmesi sonucu ihlal tespiti yapılmışsa yeniden yargılama yoluyla ilgili mahkemenin tespit edilen ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırma imkânının bulunduğu durumlarda kararın bir örneğinin ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere ilgili mahkemeye gönderilmesine hükmedilebilir (Ali Kayan, B. No: 2015/9814, 20/3/2019, 86).

74. 6216 sayılı Kanunun 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası ile İçtüzük’ün 79. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca, ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın bir örneğinin ilgili mahkemeye gönderilmesine ilişkin yasal düzenleme, usul hukukundaki benzer hukuki kurumlardan farklı olarak, ihlali ortadan kaldırmak amacıyla yeniden yargılama sonucunu doğuran ve bireysel başvuruya özgülenen bir giderim yolunu öngörmektedir. Bu nedenle Anayasa Mahkemesi tarafından ihlal kararına bağlı olarak yeniden yargılama kararı verildiğinde, usul hukukundaki yargılamanın yenilenmesi kurumundan farklı olarak ilgili mahkemenin yeniden yargılama sebebinin varlığını kabul hususunda herhangi bir takdir yetkisi bulunmamaktadır. Dolayısıyla böyle bir karar kendisine ulaşan mahkemenin yasal yükümlülüğü, ilgilinin talebini beklemeksizin Anayasa Mahkemesinin ihlal kararı nedeniyle yeniden yargılama kararı vererek devam eden ihlalin sonuçlarını gidermek üzere gereken işlemleri yerine getirmektir. (Mehmet Doğan, §§ 58-59; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), §§ 57-59, 66-67).

75. Başvurucuya tutuklu kaldığı dönem için idari makamlarca muhtarlık aylığının ödenmemesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır. Dolayısıyla somut başvuruda ihlalin idari bir işlemden kaynaklandığı anlaşılmıştır.

76. Bununla birlikte başvurucunun söz konusu idari işleme karşı dava açabildiği ve davanın reddedilmesi üzerine bireysel başvuruda bulunduğu görülmektedir. Bu durumda mülkiyet hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Yapılacak yeniden yargılama ise usul hukukunda yer alan benzer kurumlardan farklı ve bireysel başvuruya özgü düzenleme içeren 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu kapsamda yapılması gereken iş, öncelikle hak ihlaline yol açan mahkeme kararının ortadan kaldırılmasından ve Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar verilmesinden ibarettir. Bu sebeple kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere Kastamonu İdare Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekir.

77. Yeniden yargılama yapılmasına karar verilmesi mülkiyet hakkının ihlalinin sonuçlarının giderimi bakımından yeterli görüldüğünden başvurucunun tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekir.

78. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 239,50 TL harç ve 3.000 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.239,50 TL tutarındaki yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Kararın bir örneğinin mülkiyet hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere Kastamonu İdare Mahkemesine (E.2014/1448, K.2015/1012) GÖNDERİLMESİNE,

D. Başvurucunun tazminat taleplerinin REDDİNE,

E. 239,50 TL harç ve 3.000 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.239,50 TL yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,

F. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE11/3/2020 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

ÖZERSAN İNŞAAT TURİZM SAN. VE TİC. A.Ş. BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2018/5186)

 

Karar Tarihi: 21/4/2021

R.G. Tarih ve Sayı: 22/6/2021-31519

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

Başkan

:

Hasan Tahsin GÖKCAN

Üyeler

:

Hicabi DURSUN

 

 

Recai AKYEL

 

 

Selahaddin MENTEŞ

 

 

İrfan FİDAN

Raportör

:

Mahmut ALTIN

Başvurucu

:

Özersan İnşaat Turizm San. ve Tic. A.Ş.

Vekili

:

Av. Mustafa BAYAZIT

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, akaryakıt istasyonunun uzun süre mühürlü kalması dolayısıyla meydana gelen zararların karşılanmaması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 22/2/2018 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:

A. Ceza Soruşturması ve Kovuşturması Süreci

8. Van Valiliğinin petrol istasyonlarını denetimleri esnasında yapılan bildirim sonrası, Van Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından başvurucu Şirket yetkilisi Ş.T. hakkında akaryakıt kaçakçılığı suçundan başlatılan soruşturma kapsamında, başvurucu Şirkete ait petrol istasyonundaki benzin ve mazot satışı yapılan pompalar ve bu pompaların akaryakıt çekmiş olduğu tank kapaklarının mühürlendiği 20/10/2004 tarihli Kolluk Olay Tutanağı'nda belirtilmiştir.

9. Başvurucu Şirket yetkilisi Ş.T. hakkında 10/7/2003 tarihli ve 4926 sayılı mülga Kaçakçılıkla Mücadele Kanun'a muhalefet suçundan Van 1. Asliye Ceza Mahkemesinde yapılan yargılamada 20/4/2005 tarihinde isnat edilen suçun yasal unsurlarının oluşmadığı gerekçesiyle beraat kararı verilmiştir. Karar, Yargıtay 7. Ceza Dairesince 13/12/2006 tarihinde onanmıştır.

10. Van 1. Asliye Ceza Mahkemesinin 12/1/2007 tarihli mühürlerin açılmasına ilişkin müteferrik kararı üzerine 15/1/2007 tarihinde mühürler açılmıştır. Mühür Açma Tutanağı'nda; bir süper benzin, iki motorin pompası ile bunlara ait bir süper benzin ve bir motorin tankının mühürlerinin açıldığı belirtilmiştir.

B. Van 2. Ağır Ceza Mahkemesindeki Tazminat Davası Süreci

11. Başvurucu Şirket ve Şirket yetkilileri Ş.T. ve Ö.Y. tarafından 26/3/2007 tarihinde Van 2. Ağır Ceza Mahkemesinde Maliye Hazinesi aleyhine açılan davada haksız el koyma nedeniyle 500.000 TL maddi ve 100.000 TL manevi tazminat talep edilmiştir.

12. Van 2. Ağır Ceza Mahkemesince alınan 1/1/2008 tarihli bilirkişi raporunda, mühürlenen pompalar ve tanklardaki akaryakıtın kullanılmamasından kaynaklanan nakdi değerinin 8.145,65 TL olduğu belirtilmiştir.

13. Van 2. Ağır Ceza Mahkemesince 15/9/2008 tarihinde davanın kısmen kabulüyle 7/5/1964 tarihli ve 466 sayılı mülga Kanun Dışı Yakalanan veya Tutuklanan Kimselere Tazminat Verilmesi Hakkında Kanun’a göre başvurucu Şirket lehine 8.145,65 TL maddi tazminata hükmedilmiş ve manevi tazminat taleplerinin reddine karar verilmiştir.

14. Taraflarca temyiz edilen karar 27/1/2012 tarihinde Yargıtay 12. Ceza Dairesince bozulmuştur. Kararın gerekçesinde, el koyma nedeniyle maddi tazminat isteminin 466 sayılı Kanun'un birinci maddesinde düzenlenmemesi nedeniyle davanın reddine karar verilmesi gerektiği belirtilmiştir.

15. Van 2. Ağır Ceza Mahkemesince bozma kararına uyularak 6/7/2012 tarihinde davanın reddi ile görevsizlik kararı verilmiştir. Kararın gerekçesinde 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 141. maddesinin 1/6/2005 tarihinden itibaren yapılan işlemler hakkında uygulanacağı, bu tarihten önce yapılan işlemlere ilişkin tazminat davalarının hukuk mahkemelerinde genel hükümlere göre görülmesi gerektiği ifade edilmiştir.

C. Başvuru Konusu Hukuk Mahkemesindeki Tazminat Davası Süreci

16. Görevsizlik kararı üzerine başvurucu Şirket ve Şirket yetkilileri Ş.T. ve Ö.Y. tarafından bu kez Van 2. Asliye Hukuk Mahkemesinde (Mahkeme) 12/9/2012 tarihinde aynı taleplerle tazminat davası açılmıştır.

17. Mahkemece, başvurucu Şirketin ticari defterleri ile dosyadaki bilgi ve belgeler üzerinden bilirkişi raporu düzenlenmesine karar verilmiştir. Ancak başvurucu tarafından bilirkişi incelemesi için Van 2. Ağır Ceza Mahkemesine teslim edilen 2002-2007 yıllarına ilişkin ticari defterler ve belgelere ulaşılamaması nedeniyle dosyadaki mevcut duruma göre rapor tanzim edilmesi istenmiştir.

18. Bunun üzerine başvurucu Şirketin gelir gider tablosu, bilançosu ve vergi beyannameleriyle dosyadaki bilgi ve belgeler üzerinden 14/4/2015 tarihli bilirkişi raporu düzenlenmiştir. Raporda, başvurucu Şirkete ait mali verilere göre başvurucu Şirketin toplam 285.627,47 TL zarar ettiği tespit edilmiştir. Raporda ayrıca 2001-2006 yılları arasında başvurucu Şirketin yıllık toplam satış tutarları, giderleri ile kâr ve zararlarını gösteren gelir tablosu da düzenlenmiştir. Söz konusu gelir tablosundan 2004 yılında 1.307.693,79 TL, 2005 yılında 1.324.558,11 TL, 2006 yılında ise 779.460,81 TL brüt satışın gerçekleştiği anlaşılmıştır.

19. Başvurucu; söz konusu bilirkişi raporunda sadece zararının tespit edildiğini, mevcut zararının yanında yoksun kaldığı kârın da hesaplanması gerektiğini belirterek itiraz etmiştir.

20. Mahkemece 25/2/2016 tarihinde davanın kısmen kabulüyle başvurucu Şirket lehine 8.145,65 TL maddi tazminata hükmedilmiş ve manevi tazminat taleplerinin reddine karar verilmiştir. Kararın gerekçesinde, başvurucu Şirket ve Şirket yetkililerin akaryakıt kaçakçısı oldukları hakkında sosyal ve ticari çevrelerinde yaygın bir kanaat oluştuğuna ilişkin dosya içinde delil bulunmadığı belirtilerek manevi tazminat taleplerinin yerinde görülmediği ifade edilmiştir. Öte yandan bilirkişi incelemesi sonucunda pompalara el konulması nedeniyle başvurucu Şirketin 8.145,65 TL zarara uğradığının belirlendiği açıklanmıştır.

21. Karar taraflarca temyiz edilmiştir. Başvurucu temyiz dilekçesinde, itiraz edilmesine rağmen Van 2. Ağır Ceza Mahkemesince yapılan yargılama sırasında alınan 1/1/2008 tarihli bilirkişi raporundaki hatalı zarar miktarı esas alınarak karar verildiğini belirtmiştir. Yine 14/4/2015 tarihli bilirkişi raporunda, yoksun kalınan kârın hesaplanmadığı itirazında bulunduğu ancak Mahkemece itirazlarının dikkate alınmadığı açıklanmıştır. Başvurucu, yoksun kalınan kârın da önceki verilere göre hesaplanması durumunda 31.657,07 TL yoksun kalınan kârının olduğunu, fiilî zarar miktarı olan 285.627,47 TL ile birlikte toplam 317.285,13 TL'ye hükmedilmesi gerektiğini öne sürmüştür. Öte yandan idarece ticari defter ve belgeler kaybedilmiş olmasına rağmen dolaylı olarak sorumluluğun kendisine yüklendiğini vurgulamıştır. Başvurucu ayrıca haksız fiil tarihinden itibaren faiz talep edildiği hâlde faize de karar verilmediğini belirtmiştir. Bunun yanında manevi tazminat talebinin reddine ilişkin itirazlarını da ileri sürmüştür.

22. Başvurucu, davalı Maliye Hazinesinin temyiz dilekçesine karşı verdiği cevap dilekçesinde davalının süre ve husumete ilişkin itirazlarının yerinde olmadığını ifade etmiştir. Öte yandan gerek kısmen kabul ve kısmen reddedilen maddi tazminat gerekse reddedilen manevi tazminat talepleriyle ilgili olarak Mahkemece hükmedilen vekâlet ücretlerinde yanlışlık bulunmadığını belirtmiştir. Bununla birlikte devlet karşısında daha zayıf ve güçsüz bir konumda olanlar aleyhine vekâlet ücretine hükmedilmesinin bile adalet duygusunu zedelediğini vurgulamıştır. Başvurucu ayrıca toplam zararının fiilî zararı ile yoksun kalınan kârın toplanmasıyla bulunacağını açıklamıştır.

23. Temyiz edilen karar 15/5/2017 tarihinde Yargıtay 4. Hukuk Dairesince vekâlet ücreti yönünden düzeltilerek onanmış, karar düzeltme istemi de 25/12/2017 tarihinde reddedilmiştir.

24. Nihai karar, başvurucu vekiline 1/2/2018 tarihinde tebliğ edilmiştir.

25. Başvurucu 22/2/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

IV. İLGİLİ HUKUK

A. Ulusal Hukuk

1. İlgili Mevzuat

26. 4/4/1929 tarihli ve 1412 sayılı mülga Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu’nun 86. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

"Tahkikat için sübut vasıtalarından olmak üzere faydalı görülen yahut musadereye tabi olan eşya muhafaza veya başka bir suretle emniyet altına alınır."

27. 5271 sayılı Kanun'un 132. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

 “(1) Elkonulan eşya, zarara uğraması veya değerinde esaslı ölçüde kayıp meydana gelme tehlikesinin varlığı halinde, hükmün kesinleşmesinden önce elden çıkarılabilir.

...

 (4) Elkonulan eşyanın değerinin muhafazası ve zarar görmemesi için gerekli tedbirler alınır.

 (5) Elkonulan eşya, soruşturma evresinde Cumhuriyet Başsavcılığı, kovuşturma evresinde mahkeme tarafından, bakım ve gözetimiyle ilgili tedbirleri almak ve istendiğinde derhâl iade edilmek koşuluyla, muhafaza edilmek üzere, şüpheliye, sanığa veya diğer bir kişiye teslim edilebilir. Bu bırakma, teminat gösterilmesi koşuluna da bağlanabilir.

 (6) Elkonulan eşya, delil olarak saklanmasına gerek kalmaması halinde, rayiç değerinin derhâl ödenmesi karşılığında, ilgiliye teslim edilebilir. Bu durumda müsadere kararının konusunu, ödenen rayiç değer oluşturur. ”

28. 11/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun “Zararın ve kusurun ispatı” kenar başlıklı 50. maddesi şöyledir:

"Zarar gören, zararını ve zarar verenin kusurunu ispat yükü altındadır.

Uğranılan zararın miktarı tam olarak ispat edilemiyorsa hâkim, olayların olağan akışını ve zarar görenin aldığı önlemleri göz önünde tutarak, zararın miktarını hakkaniyete uygun olarak belirler."

29. 6098 sayılı Kanun’un haksız fiilden doğan borç ilişkilerinde tazminatın belirlenmesini düzenleyen 51. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

"Hâkim, tazminatın kapsamını ve ödenme biçimini, durumun gereğini ve özellikle kusurun ağırlığını göz önüne alarak belirler."

30. 6098 sayılı Kanun’un haksız fiilden doğan borç ilişkilerinde tazminatın indirilmesini düzenleyen 52. maddesi şöyledir:

"Zarar gören, zararı doğuran fiile razı olmuş veya zararın doğmasında ya da artmasında etkili olmuş yahut tazminat yükümlüsünün durumunu ağırlaştırmış ise hâkim, tazminatı indirebilir veya tamamen kaldırabilir.

Zarara hafif kusuruyla sebep olan tazminat yükümlüsü, tazminatı ödediğinde yoksulluğa düşecek olur ve hakkaniyet de gerektirirse hâkim, tazminatı indirebilir."

31. 6098 sayılı Kanun'un haksız fiillerden doğan borç ilişkilerinin ceza hukuku ile ilişkisini düzenleyen 74. maddesi ise şöyledir:

"Hâkim, zarar verenin kusurunun olup olmadığı, ayırt etme gücünün bulunup bulunmadığı hakkında karar verirken, ceza hukukunun sorumlulukla ilgili hükümleriyle bağlı olmadığı gibi, ceza hâkimi tarafından verilen beraat kararıyla da bağlı değildir.

Aynı şekilde, ceza hâkiminin kusurun değerlendirilmesine ve zararın belirlenmesine ilişkin kararı da, hukuk hâkimini bağlamaz."

2. Yargıtay İçtihadı

32. Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin 13/5/2019 tarihli ve E.2018/4138, K.2019/2755 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:

"...Dava, haksız el koyma nedeniyle maddi ve manevi tazminat istemine ilişkindir. Mahkemece, davanın kısmen kabulüne karar verilmiş; karar, taraf vekillerince temyiz edilmiştir.

Davacı vekili, davacıya ait tankere kaçakçılık suçunda kullanıldığı iddiası ile el konulduğunu, ceza yargılamasında dava dışı sanığın beraatine ve nakil vasıtası aracın iadesine karar verildiğini belirterek, haksız el koyma nedeniyle oluşan zararının tazmini isteminde bulunmuştur.

...

a)Hükme esas alınan bilirkişi raporunda her ne kadar dava konusu araca 12/08/2004- 07/02/2005 tarihleri arasında el konulduğu belirtilerek hesaplama yapılmışsa da ceza dosyasında mevcut zapta göre araca 22/09/2004 tarihinde el konulmuş ve araç davacı vekiline 19/07/2005 tarihinde teminat mektubu karşılığında iade edilmiştir. Öncelikle davacının aracından mahrum kaldığı zaman dilimi dosya kapsamına göre doğru olarak belirlenip bu süre için ve aracın ayın her günü çalışmayacağı da gözetilerek zarar kapsamı belirlenmesi gerekirken bu durumun gözetilmemesi doğru olmamıştır.

b)Davaya konu aracın aylık net kazancının, muhafaza altında kaldığı tarih aralığı da belirtilerek ilgili birimlerden sorularak ve usulünce tespit edilmesi gerekirken afaki ifadelerle aylık kazanç tespiti de dosya kapsamına uygun olmamıştır.

Şu halde; davacının yoksun kalınan kazanca yönelik talebine ilişkin dosyada mevcut ve karara dayanak alınan bilirkişi raporu, kesin, açık ve anlaşılır olmadığı gibi, denetime ve hüküm kurmaya da elverişli değildir. Mahkemece eksik inceleme ve yetersiz bilirkişi raporuna dayanılarak karar verilmesi usul ve yasaya uygun düşmemiş, bu durum kararın bozulmasını gerektirmiştir.

3-Davacının diğer temyiz itirazlarına gelince; davaya konu aracın, gelir kaybına yönelik hesaplama, el koyma tarihinden itibaren ileriye yönelik yapıldığı için her yıl belirlenen gelir kaybına o yıldan itibaren faiz yürütülmesi gerekirken dava tarihinden itibaren faize hükmedilmesi de doğru bulunmamış ve kararın bozulması gerekmiştir...."

33. Yargıtay 12. Ceza Dairesinin 19/11/2018 tarihli ve E.2018/4959, K.2018/10881 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:

"... Somut olayda, 5607 sayılı Kanuna aykırılık suçu kapsamında el konulan kamyon iyi niyetli üçüncü kişi konumundaki davacı şirkete ait olduğu anlaşıldıktan sonra da el koyma tedbirinin fiili olarak uygulanmasına devam edilmiştir. El konulan aracın fiilen alıkonulması yerine trafik siciline şerh konulmasının niçin yetersiz kaldığı, 5271 sayılı CMK'nun 128. maddesinin dördüncü fıkrası uyarınca kara, deniz ve hava ulaşım araçları hakkında verilen el koyma kararlarının sicile şerh verilmek suretiyle icra olunacağı düzenlendiği halde, hangi gerekçe ile araca fiilen el konulduğu, mahkeme kararından anlaşılamamaktadır. Mahkeme davacı şirketi somut olay bakımından iyi niyetli üçüncü kişi konumunda olduğunu kabul ederek aracın kendisine iadesine karar vermiştir. Anayasa Mahkemesinin 20/9/2017 tarih ve 2014/14195 başvuru numaralı kararında da belirtiği üzere suçta kullanılan veya suça konu eşyalara el konulması; bu eşyaların yeniden suçta kullanılmalarının önüne geçilmesi, caydırıcılığın sağlanması ve muhtemel bir müsaderenin sonuçsuz kalmasını önlemek gibi amaçlar taşımaktadır. Bununla birlikte kamu makamlarının söz konusu tedbirleri alırken kişilerin mülkiyet haklarının korunmasını da gözetmeleri gerekmektedir. Fiilen el koyma tedbirinin uygulanması, kişilerin geçici süreyle de olsa mülkünden yoksun bırakılması gibi ağır bir sonuca yol açmaktadır. El konulan aracın müsadere edilemeyeceğinin anlaşılmasına ve davacı şirketin aracının sicil kaydına şerh konulmak suretiyle daha az zarara yol açabilecek bir yolun da varlığına rağmen yargılama sonuna kadar kamyona fiilen el konulması şeklindeki müdahalenin 5271 sayılı CMK'nun 128. maddesinin dördüncü fıkrasına aykırı olduğu gibi ölçülülük ilkesi ile de bağdaşmadığı anlaşılmaktadır. Tüm bu açıklamalar ışığında, davacının tazminat talebi doğrultusunda zararını karşılayacak uygun bir maddi tazminata karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde davanın reddine karar verilmesi [kanuna aykırıdır.]..."

B. Uluslararası Hukuk

34. İlgili uluslararası hukuk için bkz. Hikmet Gıda Sanayi ve Ticaret A.Ş., B. No: 2016/4557, 4/7/2019, §§ 35-41.

V. İNCELEME VE GEREKÇE

35. Mahkemenin 21/4/2021 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Makul Sürede Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

36. Başvurucu, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

37. Bireysel başvuru sonrasında 31/7/2018 tarihli ve 30495 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan 25/7/2018 tarihli ve 7145 sayılı Kanun'un 20. maddesiyle 9/1/2013 tarihli ve 6384 sayılı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine Yapılmış Bazı Başvuruların Tazminat Ödenmek Suretiyle Çözümüne Dair Kanun'a geçici madde eklenmiştir. 6384 sayılı Kanun'a eklenen geçici maddeye göre yargılamaların uzun sürmesi, yargı kararlarının geç veya eksik icra edilmesi ya da icra edilmemesi şikâyetiyle Anayasa Mahkemesine yapılan ve bu maddenin yürürlüğe girdiği tarih itibarıyla Anayasa Mahkemesi önünde derdest olan bireysel başvuruların başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle verilen kabul edilemezlik kararının tebliğinden itibaren üç ay içinde yapılacak müracaat üzerine Adalet Bakanlığı İnsan Hakları Tazminat Komisyonu Başkanlığı (Tazminat Komisyonu) tarafından incelenmesi öngörülmüştür.

38. Ferat Yüksel (B. No: 53984/00, 30/3/2004, § 37) kararında Anayasa Mahkemesi yargılamaların makul sürede sonuçlandırılmadığı ya da yargı kararlarının geç veya eksik icra edildiği ya da hiç icra edilmediği iddiasıyla 31/7/2018 tarihinden önce gerçekleştirilen bireysel başvurulara ilişkin olarak Tazminat Komisyonuna başvuru yolunun ilk bakışta ulaşılabilir ve ihlal iddialarıyla ilgili başarı şansı sunma ve yeterli giderim sağlama kapasitesi olduğunu değerlendirmiştir. Buna göre Tazminat Komisyonuna başvuru yolu tüketilmeden yapılan başvurunun incelenmesinin bireysel başvurunun ikincil niteliği ile bağdaşmayacağı sonucuna vararak başvuru yollarının tüketilmemiş olması nedeniyle kabul edilemezlik kararı vermiştir (Ferat Yüksel, §§ 27-36).

39. Mevcut başvuruda söz konusu karardan ayrılmayı gerektiren bir durum bulunmamaktadır.

40. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

B. Mülkiyet Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Başvurucunun İddiaları

41. Başvurucu, isnat edilen suçla ilgili yargılamada beraat kararı verilmesine rağmen sahibi olduğu akaryakıt istasyonun yaklaşık iki buçuk yıl mühürlü kalmasından dolayı uğradığı ve 14/4/2015 tarihli bilirkişi raporuyla tespit edildiğini ileri sürdüğü zararların ödenmemesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir.

42. Başvurucu ayrıca 14/4/2015 tarihli bilirkişi raporunda zararının 285.65,478 TL olarak tespit edilmesine rağmen Mahkemece hangi gerekçeyle 8.145,65 TL tazminata hükmedildiğinin belirtilmediğini ve akaryakıtın nakdi değeri kadar zarar oluştuğunun kabulünün hakkaniyete aykırı olduğunu belirterek hukuk devleti ilkesi ile adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

43. Başvurucu öte yandan benzer dosyalarda fiilî zarar ile yoksun kalınan gelire de hükmedildiğini vurgulayarak eşitlik ilkesinin ihlal edildiğini öne sürmüştür.

2. Değerlendirme

44. Anayasa’nın "Mülkiyet hakkı" kenar başlıklı 35. maddesi şöyledir:

 “Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.

Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir.

Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz.”

45. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun şikâyetlerinin özü, mühürlenen akaryakıt tankı ve pompalar nedeniyle oluşan zararların ödenmemesi olduğundan şikâyetlerin bir bütün olarak mülkiyet hakkı kapsamında incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.

a. Kabul Edilebilirlik Yönünden

46. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

b. Esas Yönünden

i. Mülkün Varlığı

47. Anayasa'nın 35. maddesiyle güvenceye bağlanan mülkiyet hakkı, ekonomik değer ifade eden ve parayla değerlendirilebilen her türlü mal varlığı hakkını kapsamaktadır (AYM, E.2015/39, K.2015/62, 1/7/2015, § 20). Somut olayda uyuşmazlığa konu akaryakıt istasyonun başvurucuya ait olduğu anlaşıldığından başvurucu yönünden mülk teşkil ettiğinde kuşku bulunmamaktadır.

ii. Müdahalenin Varlığı ve Türü

48. Malikin mülkünü kullanma, semerelerinden yararlanma ve mülkü üzerinde tasarruf etme yetkilerinden herhangi birinin sınırlanması, mülkiyet hakkına müdahale teşkil eder (Recep Tarhan ve Afife Tarhan, B. No: 2014/1546, 2/2/2017, § 53). Anayasa Mahkemesi daha önce bir suç isnadına bağlı olarak uygulanan elkoyma tedbirinin mülkten geçici süreyle de olsa yoksun bırakma sonucuna yol açtığından mülkiyet hakkına müdahale teşkil ettiğini kabul etmiştir (Hanife Ensaroğlu, B. No: 2014/14195, 20/9/2017, § 52). Somut olayda başvurucunun akaryakıt istasyonundaki bir adet benzin ve iki adet motorin pompası ile bu pompaların bağlı olduğu birer adet benzin ve motorin tankının mühürlendiği anlaşılmıştır. Bu durumda müdahalenin belirtilen amacı da gözetildiğinde mülkiyetin kamu yararına kullanımının düzenlenmesine ilişkin üçüncü kural çerçevesinde incelenmesi gerekmektedir (benzer yöndeki değerlendirmeler için bkz. Hanife Ensaroğlu, § 52; Onur Tur Uluslararası Nakliyat Ltd. Şti., B. No: 2015/947, 15/11/2018, § 52).

iii. Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı

49. Anayasa'nın "Temel hak ve hürriyetlerin sınırlanması" kenar başlıklı 13. maddesi şöyledir:

"Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz."

50. Anayasa’nın 35. maddesinde mülkiyet hakkı sınırsız bir hak olarak düzenlenmemiş, bu hakkın kamu yararı amacıyla ve kanunla sınırlandırılabileceği öngörülmüştür. Mülkiyet hakkına müdahalede bulunulurken temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasına ilişkin genel ilkeleri düzenleyen Anayasa'nın 13. maddesinin de gözönünde bulundurulması gerekmektedir. Dolayısıyla mülkiyet hakkına yönelik müdahalenin Anayasa'ya uygun olabilmesi için müdahalenin kanuna dayanması, kamu yararı amacı taşıması ve ayrıca ölçülülük ilkesi gözetilerek yapılması gerekmektedir (Recep Tarhan ve Afife Tarhan, § 62).

 (1) Kanunilik

51. Mülkiyet hakkına yönelik müdahalelerde ilk incelenmesi gereken ölçüt kanuna dayalı olma ölçütüdür. Bu ölçütün sağlanmadığı tespit edildiğinde diğer ölçütler bakımından inceleme yapılmaksızın mülkiyet hakkının ihlal edildiği sonucuna varılacaktır. Müdahalenin kanuna dayalı olması, müdahaleye ilişkin yeterince ulaşılabilir, belirli ve öngörülebilir kanun hükümlerinin bulunmasını gerektirmektedir (Türkiye İş Bankası A.Ş. [GK], B. No: 2014/6192, 12/11/2014, § 44; Ford Motor Company, B. No: 2014/13518, 26/10/2017, § 49; Necmiye Çiftçi ve diğerleri, B. No: 2013/1301, 30/12/2014, § 55).

52. Başvuru konusu olayda mühürleme şeklinde gerçekleşen fiilî elkoyma tedbirinin 1412 sayılı mülga Kanun’un 86. maddesinin birinci fıkrasına dayanılarak uygulandığı görülmektedir. Bu hükmün ulaşılabilir, belirli ve öngörülebilir mahiyette olduğunda tereddüt bulunmamaktadır. Dolayısıyla müdahalenin kanunilik koşulunu taşıdığı anlaşılmaktadır.

 (2) Meşru Amaç

53. Anayasa'nın 13. ve 35. maddeleri uyarınca mülkiyet hakkı ancak kamu yararı amacıyla sınırlandırılabilmektedir. Kamu yararı kavramı, mülkiyet hakkının kamu yararının gerektirdiği durumlarda sınırlandırılmasına imkân verdiğinden, bir sınırlandırma amacı olmasının yanı sıra mülkiyet hakkının kamu yararı amacı dışında sınırlanamayacağını öngörerek ve bu anlamda bir sınırlama sınırı oluşturarak mülkiyet hakkını etkin bir şekilde korumaktadır. Kamu yararı kavramı, devlet organlarının takdir yetkisini de beraberinde getiren bir kavram olup objektif bir tanıma elverişli olmayan bu ölçütün her somut olay temelinde ayrıca değerlendirilmesi gerekir (Nusrat Külah, B. No: 2013/6151, 21/4/2016, §§ 53, 56; Yunis Ağlar, B. No: 2013/1239, 20/3/2014, §§ 28, 29).

54. Somut olayda akaryakıta el konulması yönündeki tedbirin muhtemel bir müsaderenin sonuçsuz kalmaması için gerekli görüldüğü anlaşılmaktadır. Dolayısıyla mühürleme şeklinde gerçekleşen fiilî el koymanın belirtilen şekilde kamu yararına dayalı meşru bir amacı bulunmaktadır (benzer yöndeki değerlendirmeler için bkz. Hanife Ensaroğlu, § 61).

 (3) Ölçülülük

 (a) Genel İlkeler

55. Son olarak kamu makamlarınca mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin ölçülü olup olmadığı değerlendirilmelidir.

56. Ölçülülük ilkesi elverişlilikgereklilik ve orantılılık olmak üzere üç alt ilkeden oluşmaktadır. Elverişlilik öngörülen müdahalenin ulaşılmak istenen amacı gerçekleştirmeye elverişli olmasını, gereklilik ulaşılmak istenen amaç bakımından müdahalenin zorunlu olmasını yani aynı amaca daha hafif bir müdahale ile ulaşılmasının mümkün olmamasını, orantılılık ise bireyin hakkına yapılan müdahale ile ulaşılmak istenen amaç arasında makul bir dengenin gözetilmesi gerekliliğini ifade etmektedir (AYM, E.2011/111, K.2012/56, 11/4/2012; E.2014/176, K.2015/53, 27/5/2015; E.2016/13, K.2016/127, 22/6/2016, § 18; Mehmet Akdoğan ve diğerleri, B. No: 2013/817, 19/12/2013, § 38).

57. Buna göre mülkiyet hakkını sınırlandıran bir tedbirin uygulanmasının Anayasa'nın 13. ve 35. maddelerine göre ölçülü olabilmesi için bu tedbirin öngörülen kamu yararı amacını gerçekleştirmeye elverişli olması ve bu tedbirin uygulanması dışında aynı amacı gerçekleştirmeye yarar daha elverişli başka bir aracın da bulunmaması gerekmektedir. Suçla mücadele alanında hangi tedbirlerin gerekli olduğunun değerlendirilmesi öncelikli olarak ilgili kamu makamlarının yetkisindedir. Bu alanda ne gibi tedbirlerin alınması gerektiği hakkında sorumlu ve yetkili merciler daha isabetli karar verebilecek konumdadır. Bu nedenle hangi tedbirin uygulanacağının belirlenmesi hususunda idarelerin belli ölçüde takdir yetkisi bulunmaktadır. Ne var ki seçilen aracın gerekliliğine ilişkin olarak idarelerin sahip olduğu takdir yetkisi sınırsız değildir. Tercih edilen aracın müdahaleyi ulaşılmak istenen amaca nazaran bariz bir biçimde ağırlaştırması durumunda Anayasa Mahkemesince müdahalenin gerekli olmadığı sonucuna ulaşılması mümkündür. Ancak Anayasa Mahkemesinin bu kapsamda yapacağı denetim, seçilen aracın isabet derecesine yönelik olmayıp hak ve özgürlükler üzerinde oluşturduğu müdahalenin ağırlığına dönüktür (benzer yöndeki değerlendirmeler için bkz. Hamdi Akın İpek, B. No: 2015/17763, 24/5/2018, § 108; Hanife Ensaroğlu, § 67).

58. Orantılılık ilkesi gereği kişilerin mülkiyet hakkının sınırlandırılması hâlinde elde edilmek istenen kamu yararı ile bireyin hakları arasında adil bir dengenin kurulması gerekmektedir. Bu adil denge, başvurucunun şahsi olarak aşırı bir yüke katlandığının tespit edilmesi durumunda bozulmuş olacaktır. Anayasa Mahkemesi; müdahalenin orantılılığını değerlendirirken bir taraftan ulaşılmak istenen meşru amacın önemini, diğer taraftan da müdahalenin niteliğini, başvurucunun ve kamu otoritelerinin davranışlarını gözönünde bulundurarak başvurucuya yüklenen külfeti dikkate alacaktır (benzer yöndeki değerlendirmeler için bkz. Arif Güven, B. No: 2014/13966, 15/2/2017, §§ 58, 60).

59. Anayasa'nın 35. maddesi usule ilişkin açık bir güvenceden söz etmemektedir. Bununla birlikte mülkiyet hakkının gerçek anlamda korunabilmesi bakımından bu madde -Anayasa Mahkemesinin çeşitli kararlarında da ifade edildiği üzere- mülk sahibine müdahalenin kanun dışı veya keyfî ya da makul olmayan şekilde uygulandığına ilişkin savunma ve itirazlarını sorumlu makamlar önünde etkin bir biçimde ortaya koyabilme olanağının tanınması güvencesini kapsamaktadır. Bu değerlendirme ise uygulanan sürecin bütününe bakılarak yapılmalıdır (başvurucuya diğer unsurlar yanında ayrıca etkin bir savunma hakkı tanındığından müdahalenin ölçülü görüldüğü kararlar için bkz. Eyyüp Baran, B. No: 2014/8060, 29/9/2016, §§ 75-95; Fatma Çavuşoğlu ve Bilal Çavuşoğlu, B. No: 2014/5167, 28/9/2016, §§ 74-89. Buna karşılık aynı koşulun yargılama sürecinde sağlanmaması nedeniyle müdahalenin ölçüsüz görüldüğü kararlar için bkz. Mahmut Üçüncü, B. No: 2014/1017, 13/7/2016, §§ 79-102; Arif Güven, §§ 57-72).

60. Ayrıca mülkiyet hakkına müdahaleye yol açan tedbirlerin keyfî veya öngörülemez biçimde uygulanmaması gerekmektedir. Aksi takdirde mülkiyet hakkının etkin bir biçimde korunması mümkün olmaz. Bu sebeple kamu makamlarınca başvurucunun eylemi ile tedbire yol açan kanuna aykırılık arasında bağlantı olduğunu gösterir makul bir değerlendirme yapılmalıdır. Bu bağlamda elkoyma veya müsadere gibi tedbirler yoluyla mülkiyet hakkına yapılan müdahalelerin bireyin menfaatleri ile kamunun yararı arasında olması gereken adil dengeyi bozmaması için suça veya kabahate konu eşyanın malikinin davranışı ile kanunun ihlali arasında uygun bir illiyet bağının olması ve iyi niyetli eşya malikine eşyasını -tehlikeli olmaması kaydıyla- geri kazanabilme olanağının tanınması veya iyi niyetli malikin bu nedenle oluşan zararının tazmin edilmesi gerekmektedir (Bekir Yazıcı [GK], B. No: 2013/3044, 17/12/2015, §§ 31-80; Hanife Ensaroğlu, § 66; Hamdi Akın İpek, § 115).

61. Bunun yanında söz konusu tedbir gerek kapsamı gerekse de süresi itibarıyla orantılı olarak uygulanmalıdır. Kamu yararı amacı doğrultusunda mülkle ilgili olarak bu ve benzeri tedbirlerin uygulanmasının zarara yol açması ise kaçınılmazdır. Ancak bu zararın kaçınılmaz olandan ağır veya aşırı sonuçlara da yol açmaması ya da oluşması durumunda böyle bir zararın kamu makamlarınca makul bir sürede, uygun bir yöntem ve vasıtalarla gideriminin sağlanması gerekmektedir. Buna göre kamu makamlarının kanuna dayalı olarak ve ilgili kamu yararı amacı doğrultusunda mülkiyet hakkına müdahale teşkil eden tedbirler uygulaması ve bu tedbirlerin belirli bir süre devam etmesi ancak bireyin mülkiyet hakkının korunmasının gerekliliklerine uyulduğu takdirde ölçülü görülebilir (Hanife Ensaroğlu, § 67).

62. Suçla mücadele bağlamında ihtiyaç duyulan tedbirlerin alınması ve bu tedbirler kapsamında somut olayda olduğu gibi araçlar üzerinde belirli bir süreyle hukuki tasarruflarda bulunulmasının sınırlandırılması bakımından kamu makamlarının geniş bir takdir yetkisi mevcut ise de bu tedbirlerin uygulanmasının mülk sahibine kaçınılmaz olandan aşırı bir külfet de yüklememesi gerekmektedir. Bu doğrultuda mülkiyet hakkına yönelik olarak uygulanan tedbir süreçlerinde kamu makamlarının makul derecede ivedilik ve özen koşullarına uygun hareket etmeleri beklenir. Diğer bir deyişle tedbiri uygulayan kamu makamlarının söz konusu tedbirin başvurucunun mülkiyet hakkına etkilerini de gözetmesi ve ölçüsüz bir müdahaleye yol açmaması gerekmektedir (Onur Tur Uluslararası Nakliyat Ltd. Şti., § 66).

63. Mülkiyet hakkının usule ilişkin güvenceleri hem özel kişiler arasındaki mülkiyet uyuşmazlıklarında hem de taraflardan birinin kamu gücü olduğu durumlarda geçerlidir. Bu bağlamda mülkiyet hakkının korunmasının söz konusu olduğu durumlarda usule ilişkin güvencelerin somut olayda sağlandığından söz edilebilmesi için derece mahkemelerinin kararlarında konu ile ilgili ve yeterli gerekçe bulunmalıdır. Bu zorunluluk davacının bütün iddialarına cevap verilmesi anlamına gelmemekle birlikte mülkiyet hakkını ilgilendiren davanın sonucuna etkili, esasa ilişkin temel iddia ve itirazların yargılama makamlarınca özenli bir şekilde değerlendirilerek karşılanması gerekmektedir (Kamil Darbaz ve GMO Yapı Grup End. San. Tic. Ltd. Şti., B. No: 2015/12563, 24/5/2018, § 53).

 (b) İlkelerin Olaya Uygulanması

64. Mühürleme şeklinde gerçekleşen fiilî elkoyma tedbirinin uygulanmasının kamu yararı amacını gerçekleştirmeye elverişli olduğu kuşkusuzdur. Gereklilik ölçütü yönünden ise öncelikle suçla mücadele çerçevesinde suçta kullanılan eşyaya el konulması bakımından kamu makamlarının belirli bir takdir yetkisinin olduğu kabul edilmelidir. Bununla birlikte bu takdir yetkisi çerçevesinde yapılan müdahale yönünden kamu makamlarının Anayasa'nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının korunmasının gerektirdiği güvenceleri de sağlamaları zorunludur.

65. Somut olayda elkoyma işleminin akaryakıt kaçakçılığı suçundan yürütülen bir ceza soruşturması çerçevesinde yapıldığı anlaşılmıştır. Suça konu eşyanın muhtemel bir müsadereyi güvence altına almak, eşyanın suçta yeniden kullanılmasını önlemek ve caydırıcılığın sağlanması gibi amaçlarla fiilen el konulması zorunlu görülebilir. Ancak her somut olay bağlamında el koyma suretiyle yapılan müdahalenin orantılılığının tartışılması gerekmektedir.

66. Kolluk Olay Tutanağı ve Mühür Açma Tutanağı ile mahkeme gerekçeleri ve bilirkişi raporlarına göre başvurucu Şirkete ait petrol istasyonundaki bir adet benzin ve iki adet motorin pompası ile bu pompaların bağlı olduğu birer adet benzin ve motorin tankı akaryakıt kaçakçılığı suçundan başlatılan soruşturma kapsamında 20/10/2004 tarihinde mühürlenmiştir. Ardından başvurucu Şirket yetkilisi hakkında yapılan yargılamada 20/4/2005 tarihinde isnat edilen suçun yasal unsurları oluşmadığı gerekçesiyle verilen beraat kararının 13/12/2006 tarihinde onanarak kesinleşmesi üzerine 15/1/2007 tarihinde mühürler açılmıştır. Buna göre elkoyma tedbirinin 20/10/2004-15/1/2007 tarihleri arasında 2 yıl 2 ay 25 gün devam ettiği anlaşılmıştır.

67. Görevsizlik kararı veren Van 2. Ağır Ceza Mahkemesinde haksız el koyma nedeniyle başvurucu tarafından açılan tazminat davasında alınan 1/1/2008 tarihli bilirkişi raporunda, mühürlenen pompalar ve bağlı bulunduğu tanklardaki akaryakıtın kullanılmamasından kaynaklanan nakdi değerinin 8.145,65 TL olduğu belirtilmiştir.

68. Görevsizlik kararı sonrasında Asliye Hukuk Mahkemesinde açılan davada, başvurucu Şirketin ticari defterleri ve dosyadaki bilgi ve belgeler üzerinden bilirkişi raporu düzenlenmesine karar verilmiştir. Ancak başvurucu tarafından bilirkişi incelemesi için Van 2. Ağır Ceza Mahkemesine teslim edilen 2002-2007 yıllarına ilişkin ticari defterler ve belgelere ulaşılamaması nedeniyle dosyadaki mevcut duruma göre rapor tanzim edilmesi istenmiştir. Bunun üzerine 14/4/2015 tarihli bilirkişi raporunda 2001-2006 yılları arasında başvurucu Şirketin yıllık toplam satış tutarları, giderleri ile kâr ve zararlarını gösteren gelir tablosundan 2004 yılında 1.307.693,79 TL, 2005 yılında 1.324.558,11 TL, 2006 yılında ise 779.460,81 TL brüt satışın gerçekleştiği, bununla birlikte mali verilere göre başvurucu Şirketin toplam 285.627,47 TL zarar ettiği tespit edilmiştir. Başvurucu, söz konusu bilirkişi raporunda mevcut zararının yanında yoksun kaldığı kârın da hesaplanması gerektiğini belirterek itiraz etmiştir.

69. Başvurucu, aşamalarda akaryakıt istasyonun yaklaşık iki buçuk yıl mühürlü kaldığını iddia ederek tazminat talep etmiştir. Bununla birlikte Kolluk Olay Tutanağı ve Mühür Açma Tutanağı ile mahkeme gerekçeleri ve bilirkişi raporlarında akaryakıt istasyonda mühürlenen pompa ve tanklar dışında başka pompa ve tanklar olup olmadığı belirtilmeden birer adet benzin ve motorin pompası ile bu pompaların bağlı olduğu birer adet benzin ve motorin tanklarının mühürlendiği ifade edilmiştir. Ayrıca söz konusu pompa ve tankların mühürlenmesinin de başvurucunun ticari faaliyetine engel olup olmadığı da değerlendirilmemiştir.

70. Bununla birlikte Ağır Ceza Mahkemesince yaptırılan bilirkişi incelemesi sonucunda alınan bilirkişi raporunda 8.145,65 TL zarar tespit edilmişken Asliye Hukuk Mahkemesince temin edilen ikinci bilirkişi raporunda 285.627,47 TL zarar tespit edilmesi nedeniyle iki bilirkişi raporu arasında yaklaşık otuz beş katlık bir farkın olduğu anlaşılmaktadır. Ancak Mahkemece akaryakıt istasyonundaki toplam pompa ve tank sayısı ile mühürleme işlemi nedeniyle akaryakıt istasyonun ticari faaliyetinin ne şekilde ve hangi düzeyde etkilendiği tespit edilmeden pompa ve tankların mühürlenmesi nedeniyle başvurucu Şirketin 8.145,65 TL zarara uğradığı gerekçesiyle maddi tazminata hükmedilmiştir. Öte yandan hükme esas alınan ilk bilirkişi raporu içeriğine ilişkin açıklama yapılmadığı gibi hükme esas alınmayan ikinci bilirkişi raporuna dair bir değerlendirmede bulunulmamış ve bilirkişi raporları arasındaki bariz fark gerekçeli kararda tartışılarak açıklığa kavuşturulmamıştır.

71. Bu durumda somut olayda derece mahkemeleri kararlarının başvurucunun davanın sonucuna etkili olabilecek iddia ve itirazlarına cevap verecek nitelikte ilgili ve yeterli bir gerekçe içermediği anlaşılmaktadır. Nihayetinde başvuruya konu davada başvurucu, ticari defterlerini ve mali verilerini sunarak haksız el koyma süresince el konulan akaryakıtın değerinin üzerinde zarara uğradığı iddialarını tartışılabilir bir temele dayandırmıştır. Nitekim başvurucunun sunmuş olduğu veriler esas alınarak hazırlanan bilirkişi raporunda da hükmedilen tazminatın çok üzerinde bir zarar tespiti yapılmıştır. Ancak mahkeme kararında ikinci bilirkişi raporunun gerçekliği tartışılmadığı, bu nedenle de başvurucunun iddia ve itirazlarının dayandığı olguların karşılanmadığı görülmüştür.

72. Buna göre yargısal sürecin bütününe bakıldığında mülkiyet hakkının korunmasında usule ilişkin güvencelerin somut olayda yerine getirilmediği, başvurucunun bu güvencelerden yararlandırılmadığı sonucuna varılmıştır. Bu sebeple mülkiyet hakkı ile müdahalenin dayandığı kamu yararı arasında olması gereken adil denge başvurucu aleyhine bozulmuş olup mülkiyet hakkına yapılan müdahale ölçüsüzdür.

73. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

C. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

74. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

 “(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…

 (2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

75. Başvurucu, ihlalin tespit edilmesi ile maddi ve manevi tazminat talebinde bulunmuştur.

76. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan ([GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018) kararında ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağı hususunda genel ilkeler belirlenmiştir. Anayasa Mahkemesi diğer bir kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal kararının yerine getirilmemesinin sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin devamı anlamına geleceği gibi ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle sonuçlanacağına işaret etmiştir (Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019).

77. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural, mümkün olduğunca eski hâle getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması, ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan, §§ 55- 57).

78. İhlalin mahkeme kararından kaynaklandığı veya mahkemenin ihlali gideremediği durumlarda Anayasa Mahkemesi 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası ile Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün 79. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın bir örneğinin ilgili mahkemeye gönderilmesine hükmeder. Anılan yasal düzenleme, usul hukukundaki benzer hukuki kurumlardan farklı olarak ihlali ortadan kaldırmak amacıyla yeniden yargılama sonucunu doğuran ve bireysel başvuruya özgülenen bir giderim yolunu öngörmektedir. Bu nedenle Anayasa Mahkemesi tarafından ihlal kararına bağlı olarak yeniden yargılama kararı verildiğinde usul hukukundaki yargılamanın yenilenmesi kurumundan farklı olarak ilgili mahkemenin yeniden yargılama sebebinin varlığını kabul hususunda herhangi bir takdir yetkisi bulunmamaktadır. Dolayısıyla böyle bir kararın kendisine ulaştığı mahkemenin yasal yükümlülüğü, ilgilinin talebini beklemeksizin Anayasa Mahkemesinin ihlal kararı nedeniyle yeniden yargılama kararı vererek devam eden ihlalin sonuçlarını gidermek üzere gereken işlemleri yerine getirmektir (Mehmet Doğan, §§ 58, 59; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), §§ 57-59, 66, 67).

79. İncelenen başvuruda mülkiyet hakkının ihlal edildiği sonucuna ulaşılmıştır. İhlalin derece mahkemeleri kararlarının başvurucunun davanın sonucuna etkili olabilecek mahiyette olan iddia ve itirazlarına cevap verecek nitelikte ilgili ve yeterli bir gerekçe içermemesinden kaynaklandığı değerlendirilmiştir. Dolayısıyla somut başvuruda ihlalin mahkeme kararından kaynaklandığı anlaşılmaktadır.

80. Bu durumda mülkiyet hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Yapılacak yeniden yargılama ise bireysel başvuruya özgü düzenleme içeren 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu kapsamda yapılması gereken iş, yeniden yargılama kararı verilerek Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar verilmesinden ibarettir. Bu sebeple kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere Van 2. Asliye Hukuk Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekmektedir.

81. İhlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılamanın yeterli bir giderim sağlayacağı anlaşıldığından tazminat taleplerinin reddine karar verilmesi gerektiği sonucuna ulaşılmıştır.

82. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 294,70 TL harç ve 3.600 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.894,70 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. 1. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

2. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddiaların KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Kararın bir örneğinin mülkiyet hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere Van 2. Asliye Hukuk Mahkemesine (E.2012/441, K.2016/71) GÖNDERİLMESİNE,

D. Başvurucunun tazminat taleplerinin REDDİNE,

E. 294,70 TL harç ve 3.600 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.894,70 TL yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,

F. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 21/4/2021 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

LEYLA FİLHO VE THALES DE ALMEİDA MARTİNS FİLHO BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2016/6292)

 

Karar Tarihi: 24/6/2020

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Kadir ÖZKAYA

Üyeler

:

Engin YILDIRIM

 

 

Celal Mümtaz AKINCI

 

 

Rıdvan GÜLEÇ

 

 

Recai AKYEL

Raportör

:

Mahmut ALTIN

Başvurucular

:

1. Leyla FİLHO

 

 

2. Thales De Almeida Martins FİLHO

Başvurucular Vekilleri

:

Av. Eren DEĞER

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru; kamulaştırma bedeli ve munzam zararın ödenmemesi nedeniyle mülkiyet hakkının, davalı idare lehine nispi vekâlet ücretine hükmedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının, eksik inceleme ve itirazların değerlendirilmemesi ile talebe rağmen taşınmazın değerinin tespitine yönelik bilirkişi incelemesi yapılmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkı ve çelişmeli yargılanma ilkesinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 30/3/2016 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca 2016/6301 başvuru numaralı bireysel başvuru dosyasının hukuki irtibat nedeniyle 2016/6292 başvuru numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine, incelemenin 2016/6292 başvuru numaralı bireysel başvuru dosyası üzerinden yürütülmesine karar verilmiştir

5. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

6. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

7. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

8. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:

A. Uyuşmazlığın Arka Planı

9. Başvurucular, İstanbul'un Bakırköy ilçesinin Osmaniye Mahallesi'nde bulunan 156 ada 1 ve 2 parsel sayılı taşınmazların hissedarıdır. Anılan taşınmazlar başvuruculara murislerinin 4/3/2006 tarihinde ölümüyle mirasen intikal etmiştir.

10. İstanbul İl Genel Meclisi anılan taşınmazların kamulaştırılmasına ilişkin olarak 22/6/1976 tarihinde kamu yararı kararı almıştır. İstanbul İl Millî Eğitim Müdürlüğü de taşınmazların tapu kaydına kamulaştırma şerhi tescil ettirmiştir.

11. Başvuru formu ekinde sunulan kararlarda, Bakırköy 3. Asliye Hukuk Mahkemesinde 29/6/1978 tarihinde başvurucuların murisleri tarafından açılan istimlâk bedelinin arttırılması davalarında 4/2/1980 tarihinde davaların kısmen kabulüne ve kamulaştırma bedellerinin arttırılmasına karar verilmiştir.

12. Başvurucular murisinin vekili tarafından 18/6/1985 tarihinde İstanbul Valiliğine yazılan dilekçede, başvuru konusu taşınmazların 1976 yılında kamulaştırıldığı ve kamulaştırma bedelinin bloke edildiği belirtilmiştir. Ayrıca kamulaştırma bedelinin arttırılması davalarının da sonuçlandığı ve bloke edilen bedelin tediyesi için tapu siciline takrir verilmesi, bloke edilen bedelin ödenmesi için talimat verilmesi talep edilmiştir. Anılan dilekçeye cevaben yazılan İstanbul Özel İdare Müdürlüğünün 31/7/1985 tarihli yazısında, söz konusu parsellerin kamulaştırma evrakları gönderilmemiş olduğundan taleple ilgili işlem yapılamadığı açıklanarak noksanlıkların giderilmesi hâlinde karar verileceği ifade edilmiştir.

13. Başvuru konusu taşınmazlar hâlen başvurucuların murisleri adına kayıtlı olmasına rağmen ilköğretim okulu olarak kullanılmaktadır.

B. Başvuru Konusu Dava Süreci

14. Başvurucular tarafından İstanbul İl Genel Meclisi Daimi Encümeninin 22/6/1976 tarihli kamu yararı kararına dayanılarak İstanbul İl Millî Eğitim Müdürlüğünün 15/2/1978 tarihli talep yazısı üzerine anılan taşınmazların tapu kayıtlarına kamulaştırma şerhi işlendiği ancak kamulaştırma işlemi gerçekleştirilmediği ve bedelin de ödenmediği ileri sürülerek 4/6/2012 tarihinde İstanbul İl Özel İdaresi ve Millî Eğitim Bakanlığı aleyhine Bakırköy 7. Asliye Hukuk Mahkemesinde (Mahkeme) kamulaştırmasız el atma nedeni ile tazminat ve ecrimisil davası açılmıştır.

15. Davalı İstanbul İl Özel İdaresinin cevap dilekçesinin özeti şöyledir:

i. Dava konusu parsellerin 1953 yılında okul tarafından kullanılmaya başlandığı belirtilmiştir.

ii. Öte yandan 5/1/1961 tarihli ve 221 sayılı Amme Hükmi Şahısları veya Müesseseleri Tarafından Fiilen Amme Hizmetlerine Tahsis Edilmiş Gayrimenkuller Hakkında Kanun’un 1. maddesi ile 31/8/1956 tarihli ve 6830 sayılı mülga İstimlak Kanunu'nun yürürlüğe girdiği 9/10/1956 tarihine kadar kamulaştırma işlemine dayanmaksızın kamulaştırma kanunlarının gözönünde tuttuğu maksatlarla fiilen tahsis edilen gayrimenkullerin tahsis tarihinde kamulaştırılmış sayıldığı vurgulanmıştır.

iii. Ayrıca yalnızca fiilî tahsis tarihindeki rayiç değer üzerinden taşınmaz bedelinin istenebilmesi için taşınmaz maliklerine 221 sayılı Kanun'un yürürlük tarihinden itibaren iki yıllık süre tanındığı açıklanarak davanın reddine karar verilmesi gerektiği ifade edilmiştir.

iv. Öte yandan İl Daimi Encümen kararı uyarınca dava konusu taşınmazların kamulaştırılmasına karar verildiği ve bedelin bloke edildiği iddia edilmiştir.

v. Maliklere yapılan tebligat üzerine kamulaştırma bedel artırımı davalarının açıldığı ve kamulaştırma bedellerinin artırımına karar verildiği belirtilerek bedelin tahsili için idare aleyhine icra takibi yapıldığı savunulmuştur.

16. Davalı Millî Eğitim Bakanlığının cevap dilekçesinin özeti şöyledir:

i. İstimlak işlemlerinin İl Özel İdaresi tarafından gerçekleştirildiği ve istimlak bedellerinin ödendiği belirtilmiştir.

ii. Kamulaştırma davasında İl Özel İdaresi adına tescil edilmesine karar verildiğinden Mahkemenin tescile ilişkin kararının kurucu ve yenilik doğurucu karar olduğu ve karar tarihi itibarıyla başvurucuların malik sıfatlarının ve buna bağlı haklarının sona erdiği, taşınmazın maliki olmayan davacıların aktif husumet ehliyetleri bulunmadığı iddia edilmiştir.

17. Başvurucular daha sonra 5/12/2012 ve 13/12/2012 tarihli dilekçelerle taleplerini kamulaştırma bedelinin munzam zarar da dikkate alınarak güncellenerek ödenmesi şeklinde ıslah etmişlerdir.

18. Mahkemece 28/12/2012 tarihinde davalı Millî Eğitim Bakanlığı yönünden davanın pasif husumet yokluğu nedeniyle reddine, diğer davalı İl Özel İdare yönünden esastan reddine karar verilmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısımları şöyledir;

"...

Dava konusu her iki taşınmazın tezyid-i bedel davasına konu edildiği ve kamulaştırma bedel arttırımının mahkeme ilamı ile hüküm altına alındığı; kamulaştırma bedelinin munzam zararın gerekçesi olarak kamulaştırma bedelinin hiç ödenmemesi dışında somut vakılara dayanılarak doğan fiili bir zarar ileri sürülüp buna ilişkin kanıt gösterilmediği; ıslah dilekçesi ile iddia edilen hususun "munzam zararın" gerekçesi ve kanıtı olamayacağı; kaldı ki kamulaştırma bedelini hüküm altına alan kararın kesinleşme tarihinden bedelin tahsil tarihine kadar Anayasa'nın 4709 sayılı yasa ile değişik 46/son fıkrası hükmüne göre kamu alacaklarına uygulanan en yüksek faiz oranı üzerinden faiz istenebileceği nazara alınarak davanın reddi gerektiği sonucuna varılmıştır."

19. Başvurucular tarafından temyiz edilen karar, Yargıtay 5. Hukuk Dairesince (Daire) 23/1/2014 tarihinde onanmıştır. Karar düzeltme talebi de yine aynı Dairenin 22/12/2014 tarihli kararı ile reddedilmiştir.

20. Nihai karar 16/3/2016 tarihinde öğrenilmiş, 30/3/2016 tarihinde ise başvuruculara tebliğ edilmiştir.

21. Başvurucular 30/3/2016 tarihinde başvuruda bulunmuşlardır.

IV. İLGİLİ HUKUK

A. Ulusal Hukuk

22. 6830 sayılı mülga Kanun'un 16. maddesi şöyledir:

"Mahkemede dâva açıldığı ve dâva neticesine intizar edilmeksizin istimlâk olunan gayrimenkule hemen elkonulmasına idarece zaruret görüldüğü hallerde, gayrimenkulun takdir olunan kıymeti millî bankalardan birisine, bulunmayan yerlerde mal sandıklarına yatırılarak makbuzu, ilgili evrak suretleriyle birlikte mahkemeye tevdi edilip delil tesbiti istenir. Mahkeme 8 gün içinde gayrimenkul sahibini davet ile 5 gün zarfında gayrimenkulun, 11 nci maddede yazılı olduğu şekilde kıymet takdirine esas olabilecek bütün evsafını tesbit ettirerek o gayrimenkulun siciline şerh ve tescil edilmesini tapu dairesine bildirir.

Bu muamele, mahkemenin davetine icabet etmiyen veya delillerin tesbiti sırasında hazır bulunmıyanların gıyabında yapılır. İstimlâk olunan gayrimenkulün mülkiyeti veya hisse miktarı münazaalı bulunduğu hallerde dahi bu madde hükmü tatbik olunur."

23. 6830 sayılı mülga Kanunu'nun 17. maddesi şöyledir:

"İstimlâk olunan gayrimenkulun takdir edilen kıymetine, kanuni müddet içinde mahkemeye müracaat ile itiraz edilmediği ve tapu dairesinde rıza ile ferağ muamelesi yaptırılmadığı hallerde takdir edilen kıymetin tamını mîllî bankalardan birisine ve bulunmıyan yerlerde malsandığına yatırılarak makbuzu alâkadar evrak suretleriyle birlikte mahkemeye tevdi edilir. Mahkeme iki tarafı derhal davet ederek, gelmeseler dahi gıyaplarında o gayrimenkulun lehine istimlâk yapılan idare adına tescilini tapu dairesine tezkere ile bildirir."

24. 221 sayılı Kanun'un 1. maddesi şöyledir:

"6830 sayılı İstimlak Kanununun yürürlüğe girdiği tarihe kadar, kamulaştırma işlerine dayanmaksızın, kamulaştırma kanunlarının gözönünde tuttuğu maksatlara fiilen tahsis edilmiş olan gayrimenkuller ilgili amme hükmi şahsı veya müessesesi adına tahsis tarihinde kamulaştırılmış sayılır"

25. 221 sayılı Kanun'un 3. maddesi şöyledir:

"Birinci maddede yazılı gayrimenkuller tapuda kayıtlı ise, kayıt sahipleri veya mirascıları ancak fiili tahsis tarihindeki rayiç üzerinden gayrimenkul bedelini istiyebilirler. Tapuda kayıtlı olmayan gayrimenkuller hakkında fiili tahsis tarihinden itibaren on sene geçmemiş ise o tarihte zilyedlikle iktisap şartları tahakkuk eden zilyedleri veya mirasçıları birinci fıkra hükmünden faydalanabilirler.

Herhalde gayrimenkule müdahalenin men'i davası dinlenmez."

26. 221 sayılı Kanun'un 4. maddesi şöyledir:

"Gayrimenkulün bedelini dava hakkı bu kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren iki sene sonra düşer"

B. Uluslararası Hukuk

27. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne (Sözleşme) ek 1 No.lu Protokol'ün 1. maddesi şöyledir:

"Her gerçek ve tüzel kişinin mal ve mülk dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme hakkı vardır. Bir kimse, ancak kamu yararı sebebiyle ve yasada öngörülen koşullara ve uluslararası hukukun genel ilkelerine uygun olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılabilir.

Yukarıdaki hükümler, devletlerin, mülkiyetin kamu yararına uygun olarak kullanılmasını düzenlemek veya vergilerin ya da başka katkıların veya para cezalarının ödenmesini sağlamak için gerekli gördükleri yasaları uygulama konusunda sahip oldukları hakka halel getirmez."

28. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) her ne kadar Sözleşme'ye ek 1 No.lu Protokol'ün 1. maddesinde açık olarak usule ilişkin güvencelerden söz edilmese de bu maddenin keyfî müdahalelerden korunmak amacıyla mülkiyet hakkına yapılan müdahalelerin kanun dışı veya keyfî ya da makul olmayan şekilde uygulandığına ilişkin savunma ve itirazları sorumlu makamlar önünde etkin bir biçimde ortaya koyabilme olanağının tanınması güvencesini kapsadığını belirtmektedir. Bu değerlendirme ise uygulanan sürecin bütününe bakılarak yapılmalıdır (AGOSI/Birleşik Krallık, B. No: 9118/80, 24/10/1986, § 55; Jokela/Finlandiya, B. No: 28856/95, 21/5/2002, § 45).

29. AİHM ayrıca, usule ilişkin güvencelerin özel kişiler arasında ihtilaf oluşturan mülkiyet hakkı ile ilgili meseleler yanında taraflardan birinin devlet olması durumunda da geçerli olduğunu belirtmiştir (Plechanow/Polonya, B. No: 22279/04, 7/7/2009, § 100). Bu bağlamda mülkiyet hakkının korunmasına dair usule ilişkin güvenceler kapsamında mahkeme kararlarının ilgili ve yeterli bir gerekçesinin olması gerektiğine değinilmiştir. AİHM'e göre bu zorunluluk davacının her iddiasına ayrıntılı olarak cevap verilmesi anlamına gelmemekle birlikte en azından mülk sahibinin esasa ilişkin temel iddia ve itirazlarının yargılama makamlarınca yapılacak dikkatli ve özenli bir inceleme sonucunda karşılanması gerekmektedir (Gereksar ve diğerleri/Türkiye, B. No: 34764/05, 34786/05, 34800/05, 34811/05, 1/2/2011, § 54).

30. Gereksar ve diğerleri/Türkiye kararına konu olayda idare tarafından sulama kanalına hasar verilmesi nedeniyle başvurucuların tarlalarının zarar görmesi söz konusudur. AİHM, derece mahkemelerinin kararlarının başvurucuların davanın sonucuna etkili olabilecek mahiyetteki iddia ve itirazlarına cevap verecek nitelikte yeterli bir gerekçe içermediği tespitine yer vermiştir. AİHM, bu sebeple Sözleşme'ye ek 1 No.lu Protokol'ün 1. maddesinde öngörülen usul güvencelerinin yerine getirilmediğini belirterek mülkiyet hakkının ihlal edildiği sonucuna varmıştır (Gereksar ve diğerleri/Türkiye, §§ 55-64).

V. İNCELEME VE GEREKÇE

31. Mahkemenin 24/6/2020 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Mülkiyet Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Başvurucuların İddiaları

32. Başvurucular, murislerinden mirasen intikal eden başvuru konusu taşınmazların kamulaştırma işleminin usulüne uygun yapılmadığını ileri sürmüştür. Başvurucular bununla birlikte anılan taşınmazların hâlen ilköğretim okulu olarak kullanıldığını, ancak bedelinin ödenmediği açıklayarak taşınmazlara kamulaştırmasız el atıldığını belirtmişlerdir. Başvurucular ayrıca İstanbul İl Özel İdaresinin 31/7/1985 tarihli yazısında kamulaştırma bedelinin ödenmediği belirtilmesine rağmen ödendiğinin hatalı olarak kabul edildiğini vurgulamışlardır. Sonuç olarak bu nedenlerle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddia edilmiştir.

2. Değerlendirme

33. Anayasa'nın iddianın değerlendirilmesinde dayanak alınacak "Mülkiyet hakkı" kenar başlıklı 35. maddesi şöyledir:

"Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.

Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir.

Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz."

a. Kabul Edilebilirlik Yönünden

34. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

b. Esas Yönünden

35. Anayasa'nın 35. maddesiyle güvenceye bağlanan mülkiyet hakkı, ekonomik değer ifade eden ve parayla değerlendirilebilen her türlü mal varlığı hakkını kapsamaktadır (AYM, E.2015/39, K.2015/62, 1/7/2015, § 20). Bu bağlamda başvurucuların murisleri adına tapuda kayıtlı anılan taşınmazların Anayasa'nın 35. maddesi anlamında mülk teşkil ettiğinde kuşku bulunmamaktadır.

36. Malikin mülkünü kullanma, mülkünün semerelerinden yararlanma ve mülkü üzerinde tasarruf etme yetkilerinden herhangi birinin sınırlanması, mülkiyet hakkına müdahale teşkil eder (Recep Tarhan ve Afife Tarhan, B. No: 2014/1546, 2/2/2017, § 53). Somut olayda kamulaştırılan taşınmazların başvurucuların murisleri adına tapuda kayıtlı olduğu dikkate alındığında mülkün varlığında tereddüt bulunmamaktadır. Kamulaştırma yoluyla başvurucuların mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin mülkten yoksun bırakmaya ilişkin ikinci kural çerçevesinde incelenmesi gerekir.

37. Anayasa’nın 13. ve 35. maddelerine göre mülkiyet hakkına yapılan bir müdahalenin Anayasa'ya uygun olabilmesi için müdahalenin kanuna dayanması, kamu yararı amacı taşıması ve ayrıca ölçülülük ilkesi gözetilerek yapılması gerekmektedir (Recep Tarhan ve Afife Tarhan, § 62).

38. Başvuru konusu olayda taşınmazların kamulaştırılması 6830 sayılı mülga Kanun'un 17. maddesine dayanmaktadır. Bu hükmün öngörülebilir, açık ve ulaşılabilir mahiyette olduğunda tereddüt bulunmamaktadır. Dolayısıyla müdahalenin kanunilik koşulunu taşıdığı anlaşılmaktadır.

39. Kamu yararı, doğası gereği geniş bir kavramdır. Yasama ve yürütme organları toplumun ihtiyaçlarını dikkate alarak neyin kamu yararına olduğunu belirlemede geniş bir takdir yetkisine sahiptir. Somut olayda ilköğretim okulu yapılması nedeniyle taşınmazların kamulaştırması işleminin kamu yararı amacına dayandığı hususunda tereddüt bulunmamaktadır.

40. Son olarak kamu makamlarınca başvurucunun mülkiyet hakkına yapılan müdahaleyle gerçekleştirilmek istenen amaç ile bu amacı gerçekleştirmek için kullanılan araçlar arasında makul bir ölçülülük ilişkisinin olup olmadığı değerlendirilmelidir (Onur Tur Uluslararası Nakliyat Ltd. Şti., B. No: 2015/947, 15/11/2018, § 59).

41. Ölçülülük ilkesi elverişlilikgereklilik ve orantılılık olmak üzere üç alt ilkeden oluşmaktadır. Elverişlilik öngörülen müdahalenin ulaşılmak istenen amacı gerçekleştirmeye elverişli olmasını, gereklilik ulaşılmak istenen amaç bakımından müdahalenin zorunlu olmasını yani aynı amaca daha hafif bir müdahale ile ulaşılmasının mümkün olmamasını, orantılılık ise bireyin hakkına yapılan müdahale ile ulaşılmak istenen amaç arasında makul bir dengenin gözetilmesi gerekliliğini ifade etmektedir (AYM, E.2011/111, K.2012/56, 11/4/2012; E.2014/176, K.2015/53, 27/5/2015; E.2016/13, K.2016/127, 22/6/2016, § 18; Mehmet Akdoğan ve diğerleri, B. No: 2013/817, 19/12/2013, § 38).

42. Orantılılık ilkesi gereği kişilerin mülkiyet hakkının sınırlandırılması hâlinde elde edilmek istenen kamu yararı ile bireyin hakları arasında adil bir dengenin kurulması gerekmektedir. Bu adil denge, başvurucunun şahsi olarak aşırı bir yüke katlandığının tespit edilmesi durumunda bozulmuş olacaktır. Müdahalenin orantılılığını değerlendirirken Anayasa Mahkemesi bir taraftan ulaşılmak istenen meşru amacın önemini, diğer taraftan da müdahalenin niteliğini, başvurucunun ve kamu otoritelerinin davranışlarını gözönünde bulundurarak başvurucuya yüklenen külfeti dikkate alacaktır (Arif Güven, B. No: 2014/13966, 15/2/2017, §§ 58, 60; Osman Ukav, B. No: 2014/12501, 6/7/2017, § 71).

43. Anayasa'nın 13., 35. ve 46. maddeleri uyarınca kamu yararı bulunması, kamulaştırma kararının yasada gösterilen esas ve usullerine uyulması, gerçek karşılığın peşin ve nakden ödenmesi kamulaştırmanın anayasal ögeleridir. Kamulaştırılan taşınmazın gerçek karşılığı olan bedelinin tespiti ise uzman mahkemelerin ve Yargıtayın bu konudaki uzman dairelerinin yetki ve görevindedir. Mülkiyet hakkına yapılan müdahale ile ödenen bedel arasındaki ilişki yönünden Anayasa Mahkemesinin yapacağı tespit, orantılılık incelemesinden ibarettir (Mukadder Sağlam ve diğerleri, B. No: 2013/2511, 22/1/2015, § 49; Abdülkerim Çakmak ve diğerleri, B. No: 2014/1964, 23/2/2017, § 52).

44. Kamulaştırma yoluyla mülkiyet hakkına yapılan müdahalelerde, hedeflenen kamu yararı ile malikin bireysel yararı arasında gözetilmesi gereken adil denge ancak malike tazminat ödenmek suretiyle sağlanabilir. Diğer bir ifadeyle kamulaştırma suretiyle mülkiyet hakkına müdahalede bulunulan durumlarda malike tazminat ödenmesi, müdahaleyle malike yüklenen aşırı külfetin telafi edilmesini temin eden temel bir araçtır. Anayasa'nın 46. maddesinin birinci fıkrasında, gerek kamulaştırmada gerekse idari irtifak kurulmasında taşınmazın gerçek karşılığının ödeneceği ifade edilmiştir. Kamulaştırma yapılan hâllerde gerçek karşılık, kamulaştırma yapılması nedeniyle taşınmazın değerinde meydana gelen azalmayı karşılayan tutardır. Bu itibarla kamulaştırma yapılması nedeniyle taşınmazın değerinde meydana gelen azalmayı karşılayacak düzeyde bir tazminatın ödenmediği durumlarda somut olayın koşulları da gözetilerek müdahalenin orantılı olmadığı sonucuna ulaşılabilir (bazı değişikliklerle birlikte bkz. Saadet Esin, B. No: 2014/18103, 26/10/2017, § 35).

45. Kamulaştırma yoluyla mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin orantılı olabilmesi için taşınmazın gerçek bedelinin malike ödenmesi ve ayrıca ödenen bedelin tespitinde esas alınan tarih ile ödeme tarihi arasında geçen dönemde gerçekleşen enflasyona nispetle taşınmazın hissedilir derecede değer kaybetmemiş olması gerekir. Ödenen tutarların enflasyonun etkilerinden arındırılarak güncelleştirilmesi yani kamulaştırma tarihi ile ödeme tarihi arasında geçen süredeki hissedilir değer kaybını telafi edecek biçimde faiz uygulanması, kamulaştırma bedelinin enflasyon karşısında değer kaybetmesini önleyebilecek bir araçtır (Mehmet Akdoğan ve diğerleri, §§ 42, 59).

46 Mülkiyet hakkının usule ilişkin güvenceleri hem özel kişiler arasındaki mülkiyet uyuşmazlıklarında hem de taraflardan birinin kamu gücü olduğu durumlarda geçerlidir. Bu bağlamda mülkiyet hakkının korunmasının söz konusu olduğu durumlarda usule ilişkin güvencelerin somut olayda sağlandığından söz edilebilmesi için derece mahkemelerinin kararlarında konu ile ilgili ve yeterli gerekçe bulunmalıdır. Bu zorunluluk davacının bütün iddialarına cevap verilmesi anlamına gelmemekle birlikte mülkiyet hakkını ilgilendiren davanın sonucuna etkili, esasa ilişkin temel iddia ve itirazların yargılama makamlarınca özenli bir şekilde değerlendirilerek karşılanması gerekmektedir (Kamil Darbaz ve GMO Yapı Grup End. San. Tic. Ltd. Şti., B. No: 2015/12563, 24/5/2018, § 53).

47. Başvurucular 1976 yılında kamulaştırılan taşınmazlarının kamulaştırma bedeline bloke konması nedeniyle ödeme yapılmadığını belirtmişlerdir. Buna göre ödenmeyen kamulaştırma bedelinin -ıslah ile munzam zarar da dikkate alınarak- ödenmesi talebiyle başvuru konusu davayı açmışlardır. Mahkemece, başvurucuların murisleri tarafından 1978 yılında açılan ve 1980 yılında kısmen kabul edilen kamulaştırma bedelinin artırılması davalarına atıf yapılarak kamulaştırma bedelinin ödendiği varsayılmıştır. Ancak Mahkemece 1976 yılında kamulaştırılan taşınmazlara ait bloke edilen ve 1980 yılında artırılan kamulaştırma bedelinin ödenip ödenmediği, ödendi ise hangi tarihte ödendiği ve buna bağlı olarak değer kaybına uğratılıp uğratılmadığı gerekçeli kararda tartışılarak açıklığa kavuşturulmamıştır.

48. Bu durumda somut olayda derece mahkemeleri kararlarının başvurucuların davanın sonucuna etkili olabilecek mahiyette olan iddia ve itirazlarına cevap verecek nitelikte yeterli ve uygun bir gerekçe içermediği anlaşılmaktadır. Nihayetinde başvuruya konu davada başvurucular, kamulaştırma bedelinin bloke edildiğini ve sonrasında blokenin kaldırıldığını ya da kamulaştırma bedelinin değer kaybına uğratılmadan ödendiğine dair idare tarafından delil sunulmadığını ileri sürerek iddialarını somut bir temele dayandırmışlardır. Ancak mahkeme kararında başvurucuların iddia ve itirazlarının dayandığı olgular karşılanmamıştır.

49. Buna göre idari ve yargısal sürecin bütününe bakıldığında mülkiyet hakkının korunmasında usule ilişkin güvencelerin somut olayda yerine getirilmediği, başvurucuların bu güvencelerden yararlandırılmadığı sonucuna varılmıştır. Bu sebeple mülkiyet hakkı ile müdahalenin dayandığı kamu yararı arasında olması gereken adil denge başvurucular aleyhine bozulmuş olup mülkiyet hakkına yapılan müdahale ölçüsüzdür.

50. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

B. Diğer İhlal İddiaları Yönünden

51. Başvurucular; davalı İstanbul İl Özel İdaresi lehine maktu vekâlet ücretine hükmedilmesi gerekirken nispi vekâlet ücretine hükmedildiğini, bilirkişi incelemesi talep etmelerine rağmen taşınmazların değerinin tespit edilmediğini ve kamulaştırmaya ilişkin tebligat asıllarının araştırılmadığını belirterek adil yargılanma ve mahkemeye erişim hakları ile çelişmeli yargılanma ilkesinin ihlal edildiğini iddia etmişlerdir.

52. Başvurucuların Anayasa'nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edildiği sonucuna varılarak uyuşmazlık hakkında yeniden yargılama yapılmak üzere karar örneğinin ilgili yargı merciine gönderilmesine karar verilmiş olduğundan (bkz. § 59) başvurucuların adil yargılanma ve mahkemeye erişim hakları ile çelişmeli yargılanma ilkesinin ihlal edildiği yönündeki iddialarının kabul edilebilirlik ve esas açısından ayrıca değerlendirilmesine gerek görülmemiştir.

C. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

53. 30/11/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

 “(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…

 (2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

54. Başvurucular, maddi ve manevi tazminat ödenmesi ile yeniden yargılama yapılmasına karar verilmesi talebinde bulunmuşlardır.

55. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan kararında ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağı hususunda genel ilkeler belirlenmiştir (B. No: 2014/8875, 7/6/2018, [GK]). Mahkeme diğer bir kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal kararının yerine getirilmemesinin sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin devamı anlamına geleceği gibi ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle sonuçlanacağına da işaret etmiştir (Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B.No: 2016/12506, 7/11/2019).

56. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural mümkün olduğunca eski hâle getirmenin, yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması, ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan, §§ 55, 57).

57. İhlalin mahkeme kararından kaynaklandığı veya mahkemenin ihlali gideremediği durumlarda Anayasa Mahkemesi, 6216 sayılı Kanunun 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası ile İçtüzük’ün 79. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca, ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın bir örneğinin ilgili mahkemeye gönderilmesine hükmeder. Anılan yasal düzenleme, usul hukukundaki benzer hukuki kurumlardan farklı olarak, ihlali ortadan kaldırmak amacıyla yeniden yargılama sonucunu doğuran ve bireysel başvuruya özgülenen bir giderim yolunu öngörmektedir. Bu nedenle Anayasa Mahkemesi tarafından ihlal kararına bağlı olarak yeniden yargılama kararı verildiğinde, usul hukukundaki yargılamanın yenilenmesi kurumundan farklı olarak ilgili mahkemenin yeniden yargılama sebebinin varlığını kabul hususunda herhangi bir takdir yetkisi bulunmamaktadır. Dolayısıyla böyle bir karar kendisine ulaşan mahkemenin yasal yükümlülüğü, ilgilinin talebini beklemeksizin Anayasa Mahkemesinin ihlal kararı nedeniyle yeniden yargılama kararı vererek devam eden ihlalin sonuçlarını gidermek üzere gereken işlemleri yerine getirmektir (Mehmet Doğan, §§ 58-59; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), §§ 57-59, 66-67).

58. İncelenen başvuruda mülkiyet hakkının ihlal edildiği sonucuna ulaşılmıştır. İhlalin derece mahkemeleri kararlarının başvurucuların davanın sonucuna etkili olabilecek mahiyette olan iddia ve itirazlarına cevap verecek nitelikte yeterli ve uygun bir gerekçe içermemesinden kaynaklandığı anlaşılmaktadır. Dolayısıyla ihlalin mahkeme kararından kaynaklandığı anlaşılmaktadır.

59. Bu durumda mülkiyet hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Yapılacak yeniden yargılama ise bireysel başvuruya özgü düzenleme içeren 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu kapsamda yapılması gereken iş yeniden yargılama kararı verilerek Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar verilmesinden ibarettir. Bu sebeple kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere Bakırköy 7. Asliye Hukuk Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekmektedir.

60. İhlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılamanın yeterli bir giderim sağlayacağı anlaşıldığından tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerektiği sonucuna ulaşılmıştır.

61. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 479 TL harç ve 3.000 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.479 TL yargılama giderinin başvuruculara müştereken ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Mülkiyet hakkının ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere kararın Bakırköy 7. Asliye Hukuk Mahkemesine (E.2012/269, K.2012/587) GÖNDERİLMESİNE,

D. Başvurucuların tazminat taleplerinin REDDİNE,

E. 479 TL harç ve 3.000 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.479 TL yargılama giderinin başvuruculara MÜŞTEREKEN ÖDENMESİNE,

F. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 24/6/2020 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

SELAHATTİN BEGTAŞ BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2016/32254)

 

Karar Tarihi: 30/6/2020

 

İKİNCİ BÖLÜM

KARAR

 

Başkan

:

Kadir ÖZKAYA

Üyeler

:

Engin YILDIRIM

 

 

Celal Mümtaz AKINCI

 

 

Rıdvan GÜLEÇ

 

 

Recai AKYEL

Raportör

:

Umut FIRTINA

Başvurucu

:

Selahattin BEGTAŞ

Vekili

:

Av. Semra ŞAHİN

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, ceza yargılaması sırasında mal varlığına tedbir konulması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 12/10/2016 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:

A. Başvuru Tarihine Kadar Yaşanan Gelişmeler

8. Başvurucu, sahtecilik ve dolandırıcılık suçlarını işlediği şüphesiyle diğer şüphelilerle birlikte Kocaeli Cumhuriyet Başsavcılığınca 9/3/2016 tarihinde gözaltına alınmıştır. Kocaeli 2. Sulh Ceza Mahkemesi 11/3/2016 tarihli kararıyla başvurucu hakkında adli kontrol tedbiri uygulanmasına karar vermiştir.

9. Kocaeli Cumhuriyet Başsavcılığının 4/4/2016 tarihli iddianamesiyle başvurucunun sahtecilik ve dolandırıcılık suçlarından 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun 53. ve 63. maddeleri, 158. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (b) bendi, 204. maddesinin (1) numaralı fıkrası uyarınca cezalandırılması kamu adına iddia ve talep olunmuştur. İddianamede, başvurucunun kendisini E.K. olarak tanıtıp bu kişi adına düzenlenen sahte vekâletname ve kimlik belgeleriyle banka şubesine gelerek Z.K. adlı müştekinin hesabından yüklü miktarda para çektiği belirtilmiştir.

10. İddianame, dosyanın tevzi edildiği Kocaeli 2. Ağır Ceza Mahkemesince (Mahkeme) kabul edilerek kovuşturmaya başlanmıştır.

11. Davada katılan sıfatıyla yer alan banka vekili tarafından 15/6/2016 tarihinde, sahtecilik ve dolandırıcılık suçlarından haklarında soruşturma yürütülen başvurucu dâhil bazı şüphelilerin mal varlığı hakkında ihtiyati tedbir uygulanması talep edilmiştir.

12. Talebi kabul eden Mahkeme 19/7/2016 tarihinde başvurucu ile diğer şüphelilerin üzerilerine kayıtlı taşınmazların üçüncü kişilere devirlerinin önlenmesi amacıyla ihtiyati tedbir konulmasına ve tapu sicil müdürlüğüne müzekkere yazılmasına karar vermiştir. Kararda herhangi bir kanun hükmü dayanak olarak gösterilmemiştir. Başvurucu 24/8/2016 tarihli duruşmada tedbirin kaldırılması yönünde talepte bulunmuştur. Mahkeme dosya kapsamını dikkate aldığını belirterek talebin reddine hükmetmiştir.

13. Başvurucu 31/8/2016 tarihinde karara itiraz etmiştir. İtiraz dilekçesinde özetle ceza muhakemesi sisteminde ihtiyati tedbir önlemi olmadığını, uygulamanın açık bir kanun hükmü gerektirdiğini, tedbir kararının gerekçesinin bulunmadığını, başvuru yollarının gösterilmediğini, verilen kararın nitelik itibarıyla elkoyma niteliğinde olduğunu, elkoyma şartlarının oluşmadığını ifade etmiştir.

14. Kocaeli 3. Ağır Ceza Mahkemesi 8/9/2016 tarihinde itirazı reddetmiştir. Kararda bir gerekçeye yer verilmemiştir.

15. Bu karar başvurucuya 20/9/2016 tarihinde tebliğ edilmiştir.

16. Başvurucu 12/10/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

B. Başvuru Tarihinden Sonra Yaşanan Gelişmeler

17. Mahkeme 12/12/2017 tarihinde başvurucunun üzerine atılı sahtecilik ve dolandırıcılık suçlarından beraatine karar vermiştir. Mahkeme; başvurucunun isnat edilen suçları işlediğine dair savunmalarının aksini ispatlayan mahkûmiyetine yeterli, açık, kesin ve inandırıcı delil elde edilemediğine vurgu yapmıştır. Gerekçeli kararda ihtiyati tedbirle ilgili bir hükme ise yer vermemiştir.

18. Başvurucu karara karşı istinaf talebinde bulunmuş olup istinaf incelemesi devam etmektedir.

19. Anayasa Mahkemesince başvurucunun mal varlığı yönünden uygulanan tedbirin devam edip etmediği sorulmuş, Mahkeme 7/5/2020 tarihli bir yazı ile tedbirin devam ettiğini bildirmiştir.

IV. İLGİLİ HUKUK

A. Ulusal Hukuk

20. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 128. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

 “ (1) Soruşturma veya kovuşturma konusu suçun işlendiğine ve bu suçlardan elde edildiğine dair somut delillere dayanan kuvvetli şüphe sebebi bulunan hallerde, şüpheli veya sanığa ait;

a) Taşınmazlara,

b) Kara, deniz veya hava ulaşım araçlarına,

c) Banka veya diğer malî kurumlardaki her türlü hesaba,

d) Gerçek veya tüzel kişiler nezdindeki her türlü hak ve alacaklara,

e) Kıymetli evraka,

f) Ortağı bulunduğu şirketteki ortaklık paylarına,

g) Kiralık kasa mevcutlarına,

h) Diğer malvarlığı değerlerine,

Elkonulabilir. Somut olarak belirlenen Bu taşınmaz, hak, alacak ve diğer malvarlığı değerlerinin şüpheli veya sanıktan başka bir kişinin zilyetliğinde bulunması halinde dahi, elkoyma işlemi yapılabilir. (Ek cümle: 21/2/2014 – 6526/10 md.) Bu madde kapsamında elkoyma kararı alınabilmesi için ilgisine göre Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu, Sermaye Piyasası Kurulu, Mali Suçları Araştırma Kurulu, Hazine Müsteşarlığı ve Kamu Gözetimi, Muhasebe ve Denetim Standartları Kurumundan, suçtan elde edilen değere ilişkin rapor alınır. Bu rapor en geç üç ay içinde hazırlanır. Özel sebepler zorunlu kıldığında bu süre talep üzerine iki ay daha uzatılabilir.

 (2) Birinci fıkra hükmü;

a) Türk Ceza Kanununda tanımlanan;

18. (Değişik: 2/12/2014-6572/41 md.) Anayasal Düzene ve Bu Düzenin İşleyişine Karşı Suçlar (madde 309, 311, 312, 313, 314, 315, 316),

...

 (3) Taşınmaza elkonulması kararı, tapu kütüğüne şerh verilmek suretiyle icra edilir.

 (4) Kara, deniz ve hava ulaşım araçları hakkında verilen elkoyma kararı, bu araçların kayıtlı bulunduğu sicile şerh verilmek suretiyle icra olunur.

 (5) Banka veya diğer malî kurumlardaki her türlü hesaba elkonulması kararı, teknik iletişim araçlarıyla ilgili banka veya malî kuruma derhâl bildirilerek icra olunur. Söz konusu karar, ilgili banka veya malî kuruma ayrıca tebliğ edilir. Elkoyma kararı alındıktan sonra, hesaplar üzerinde yapılan bu kararı etkisiz kılmaya yönelik işlemler geçersizdir.

...

 (7) Hak ve alacaklara elkoyma kararı, ilgili gerçek veya tüzel kişiye teknik iletişim araçlarıyla derhâl bildirilerek icra olunur. Söz konusu karar, ilgili gerçek veya tüzel kişiye ayrıca tebliğ edilir.

...”

B. Uluslararası Hukuk

21. İlgili uluslararası hukuk için bkz. Hanife Ensaroğlu,B. No: 2014/14195, 20/9/2017, §§ 34, 36.

V. İNCELEME VE GEREKÇE

22. Mahkemenin 30/6/2020 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun İddiaları

23. Başvurucu; dolandırıcılık ve resmî belgede sahtecilik suçlarından yargılandığı davada gayrimenkulleri üzerine ihtiyati tedbir konulduğunu, ihtiyati tedbir uygulamasının ceza hukukunda yerinin olmadığını, bunun uygulanabilmesi için açıkça bir yasal düzenlemenin olması gerektiğini, mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin kanunilik ölçütünü taşımadığını ifade etmiştir. Mahkemenin katılan banka vekilinin talebine istinaden ihtiyati tedbir konulmasına hükmettiğini belirten başvurucu, hükümde bunun dışında herhangi bir yasal dayanağın gösterilmediğinden yakınmıştır. Diğer taraftan ihtiyati tedbir kararına ilişkin itirazlarının gerekçesiz ve kesin olarak reddedildiğine dikkat çekmiştir. Bu gerekçelerle adil yargılanma ve mülkiyet haklarının ihlal edildiğini öne sürmüştür.

B. Değerlendirme

24. Anayasa'nın iddianın değerlendirilmesinde dayanak alınacak 35. maddesi şöyledir:

Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.

Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir.

Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz.”

25. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucu aynı iddialarla adil yargılanma hakkının da ihlal edildiğini ileri sürmektedir. Ancak başvurucunun mal varlığı hakkında ihtiyati tedbir uygulanmasına ilişkin şikâyeti esas itibarıyla mülkiyet hakkını ilgilendirdiğinden başvurucunun söz konusu ihlal iddialarının mülkiyet hakkı bağlamında incelenmesi uygun görülmüştür.

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

26. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Esas Yönünden

a. Mülkün Varlığı

27. Başvuruya konu tedbir kararının uygulandığı mal varlığı değerleri yönünden mülkün mevcut olduğundan kuşku bulunmamaktadır.

b. Müdahalenin Varlığı ve Türü

28. Anayasa’nın 35. maddesinde bir temel hak olarak güvence altına alınmış olan mülkiyet hakkı, kişiye -başkasının hakkına zarar vermemek ve yasaların koyduğu sınırlamalara uymak koşuluyla- sahibi olduğu şeyi dilediği gibi kullanma ve tasarruf etme, onun ürünlerinden yararlanma olanağı verir (Mehmet Akdoğan ve diğerleri, B. No: 2013/817, 19/12/2013, § 32). Dolayısıyla malikin mülkünü kullanma, semerelerinden yararlanma ve mülkü üzerinde tasarruf etme yetkilerinden herhangi birinin sınırlanması, mülkiyet hakkına müdahale teşkil eder (Recep Tarhan ve Afife Tarhan, B. No: 2014/1546, 2/2/2017, § 53).

29. Anayasa’nın 35. maddesi ile mülkiyet hakkına temas eden diğer hükümleri birlikte değerlendirildiğinde Anayasa'nın mülkiyet hakkına müdahaleyle ilgili üç kural ihtiva ettiği görülmektedir. Buna göre Anayasa'nın 35. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin mülkiyet hakkına sahip olduğu belirtilmek suretiyle mülkten barışçıl yararlanma hakkına yer verilmiş; ikinci fıkrasında da mülkten barışçıl yararlanma hakkına müdahalenin çerçevesi belirlenmiştir. Maddenin ikinci fıkrasında, genel olarak mülkiyet hakkının hangi koşullarda sınırlanabileceği belirlenerek aynı zamanda mülkten yoksun bırakmanın şartlarının genel çerçevesi de çizilmiştir. Maddenin son fıkrasında ise mülkiyet hakkının kullanımının toplum yararına aykırı olamayacağı kurala bağlanmak suretiyle devletin mülkiyetin kullanımını kontrol etmesine ve düzenlemesine imkân sağlanmıştır. Anayasa'nın diğer bazı maddelerinde de devlet tarafından mülkiyetin kontrolüne imkân tanıyan özel hükümlere yer verilmiştir. Ayrıca belirtmek gerekir ki mülkten yoksun bırakma ve mülkiyetin düzenlenmesi, mülkiyet hakkına müdahalenin özel biçimleridir (Recep Tarhan ve Afife Tarhan, §§ 55-58).

30. Başvuru konusu olayda başvurucuya ait taşınmazlara Mahkemece, katılan bankanın talebiyle ihtiyati tedbir şerhi konmuştur. Bu ihtiyati tedbirin ise taşınmazın üçüncü kişilere satış, bağış ve benzeri yollarla devrinin engellenmesine yönelik olduğu görülmektedir. Buna göre uyuşmazlık konusu taşınmazın üzerinde belirtilen hukuki tasarrufların yapılabilmesi ihtiyati tedbirin devam ettiği süre boyunca mümkün olamamaktadır. Taşınmazın tapu kaydına üçüncü kişilere devrini önleyici bir şerh konması bu taşınmazın yalnızca satış, bağış ve benzeri yollarla devredilmesini değil irtifak hakkı, ipotek ve diğer ayni hakların tesisi bakımından da caydırıcı bir etkiye yol açmaktadır. Böyle bir tedbir şerhi taşınmaz üzerinde hukuki tasarruflarda bulunulmasını sınırladığı gibi tedbirin devam ettiği süre boyunca taşınmazın değeri üzerinde olumsuz bir etkisinin olacağı da kuşkusuzdur. Dolayısıyla somut olayda dava konusu taşınmazın tapu kaydına ihtiyati tedbir şerhi konması başvurucunun mülkiyet hakkına müdahale teşkil etmektedir.

31. Başvuru konusu olayda başvurucuya ait tapu kaydı henüz iptal edilmemiş olduğundan başvurucunun mülkünden yoksun bırakılması söz konusu değildir. Başvurucunun taşınmaz tapu kaydına ihtiyati tedbir konulması şeklindeki müdahalenin mülkiyetin kullanımının kontrolü veya düzenlenmesi niteliği taşımadığı da açıktır. Bu olayda ihtiyati tedbir şerhinin konulmasıyla başvurucunun taşınmazı ile ilgili olarak hukuki tasarruflarda bulunma yetkisi sınırlandırıldığına göre başvurunun mülkiyetten barışçıl yararlanma hakkına müdahaleye ilişkin genel kural çerçevesinde incelenmesi gerekir.

c. Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı

32. Anayasa’nın 13. maddesi şöyledir:

 “Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.”

33. Anayasa’nın 13. ve 35. maddeleri uyarınca mülkiyet hakkına yönelik müdahalenin Anayasa'ya uygun olabilmesi için müdahalenin kanuna dayanması, kamu yararı amacı taşıması ve ölçülülük ilkesi gözetilerek yapılması gerekmektedir (Recep Tarhan ve Afife Tarhan, § 62).

i. Kanunilik

34. Mülkiyet hakkına yönelik müdahalelerde ilk incelenmesi gereken ölçüt kanuna dayalı olma ölçütüdür. Bu ölçütün sağlanmadığı tespit edildiğinde diğer ölçütler bakımından inceleme yapılmaksızın mülkiyet hakkının ihlal edildiği sonucuna varılacaktır. Müdahalenin kanuna dayalı olması, müdahaleye ilişkin yeterince ulaşılabilir, belirli ve öngörülebilir kanun hükümlerinin bulunmasını gerektirmektedir (Türkiye İş Bankası A.Ş. [GK], B. No: 2014/6192, 12/11/2014, § 44; Ford Motor Company, B. No: 2014/13518, 26/10/2017, § 49; Necmiye Çiftçi ve diğerleri, B. No: 2013/1301, 30/12/2014, § 55).

35. Somut olayda başvurucunun mal varlığına ilişkin olarak uygulanan ihtiyati tedbire ilişkin olarak Mahkemece herhangi bir yasal dayanak gösterilmemiştir. Bunun yanında başvurucunun cezalandırılması talebiyle açılan davadaki yargılama neticesinde Ağır Ceza Mahkemesince verilen beraate ilişkin kararda, tedbir uygulanan mal varlığı değerleri ile ilgili herhangi bir hükme yer verilmemiştir. Ancak Mahkeme tedbirin devam ettiğini bildirmiştir. Başvurucunun tedbir kararına karşı yaptığı itiraz ise yine herhangi bir yasal dayanak veya gerekçe gösterilmeksizin reddedilmiştir. Tedbirin konulması ile ilgili kanuni bir dayanağın gösterilmediği tespit edilmekle birlikte başvuruya konu müdahale ölçülülük bağlamında incelenerek sonuca varılacaktır.

ii. Meşru Amaç

36. Anayasa'nın 13. ve 35. maddeleri uyarınca mülkiyet hakkı ancak kamu yararı amacıyla sınırlandırılabilmektedir. Kamu yararı kavramı, mülkiyet hakkının kamu yararının gerektirdiği durumlarda sınırlandırılması imkânı vermekle, bir sınırlandırma amacı olmasının yanı sıra mülkiyet hakkının kamu yararı amacı dışında sınırlanamayacağını öngörerek ve bu anlamda bir sınırlama sınırı oluşturarak mülkiyet hakkını etkin bir şekilde korumaktadır. Kamu yararı kavramı, devlet organlarının takdir yetkisini de beraberinde getiren bir kavram olup objektif bir tanıma elverişli olmayan bu ölçütün her somut olay temelinde ayrıca değerlendirilmesi gerekir (Nusrat Külah, B. No: 2013/6151, 21/4/2016, §§ 53, 56; Yunis Ağlar, B. No: 2013/1239, 20/3/2014, §§ 28, 29).

37. Elkoyma tedbirinin uygulanmasının suçla mücadele çerçevesinde yeni suçların işlenmesinin önlenmesi, caydırıcılığın sağlanması ve muhtemel bir müsaderenin güvence altına alınması gibi kamu yararına dayalı meşru bir amacının bulunduğu açıktır (benzer yöndeki değerlendirmeler için bkz. Yeter Deri Tekstil Sanayi ve Ticaret A.Ş., § 61).

iii. Ölçülülük

 (1) Genel İlkeler

38. Ölçülülük ilkesi elverişlilikgereklilik ve orantılılık olmak üzere üç alt ilkeden oluşmaktadır. Elverişlilik öngörülen müdahalenin ulaşılmak istenen amacı gerçekleştirmeye elverişli olmasını, gereklilik ulaşılmak istenen amaç bakımından müdahalenin zorunlu olmasını yani aynı amaca daha hafif bir müdahale ile ulaşılmasının mümkün olmamasını, orantılılık ise bireyin hakkına yapılan müdahale ile ulaşılmak istenen amaç arasında makul bir dengenin gözetilmesi gerekliliğini ifade etmektedir (AYM, E.2011/111, K.2012/56, 11/4/2012; E.2014/176, K.2015/53, 27/5/2015; E.2016/13, K.2016/127, 22/6/2016, § 18; Mehmet Akdoğan ve diğerleri, B. No: 2013/817, 19/12/2013, § 38).

39. Orantılılık ilkesi gereği kişilerin mülkiyet hakkının sınırlandırılması hâlinde elde edilmek istenen kamu yararı ile bireyin hakları arasında adil bir dengenin kurulması gerekmektedir. Bu adil denge, başvurucunun şahsi olarak aşırı bir yüke katlandığının tespit edilmesi durumunda bozulmuş olacaktır. Anayasa Mahkemesi müdahalenin orantılılığını değerlendirirken bir taraftan ulaşılmak istenen meşru amacın önemini, diğer taraftan da müdahalenin niteliğini, başvurucunun ve kamu otoritelerinin davranışlarını gözönünde bulundurarak başvurucuya yüklenen külfeti dikkate alacaktır (benzer yöndeki değerlendirmeler için bkz. Arif Güven, B. No: 2014/13966, 15/2/2017, §§ 58, 60).

40. Anayasa'nın 35. maddesi usule ilişkin açık bir güvenceden söz etmemektedir. Bununla birlikte mülkiyet hakkının gerçek anlamda korunabilmesi bakımından bu madde Anayasa Mahkemesinin çeşitli kararlarında da ifade edildiği üzere mülk sahibine müdahalenin kanun dışı veya keyfî ya da makul olmayan şekilde uygulandığına ilişkin savunma ve itirazlarını sorumlu makamlar önünde etkin bir biçimde ortaya koyabilme olanağının tanınması güvencesini kapsamaktadır. Bu değerlendirme ise uygulanan sürecin bütününe bakılarak yapılmalıdır (başvurucuya diğer unsurlar yanında ayrıca etkin bir savunma hakkı tanındığından müdahalenin ölçülü görüldüğü kararlar için bkz. Eyyüp Baran, B. No: 2014/8060, 29/9/2016, §§ 75-95; Fatma Çavuşoğlu ve Bilal Çavuşoğlu, B. No: 2014/5167, 28/9/2016, §§ 74-89; buna karşılık aynı koşulun yargılama sürecinde sağlanamaması nedeniyle müdahalenin ölçüsüz görüldüğü kararlar için bkz. Mahmut Üçüncü, B. No: 2014/1017, 13/7/2016, §§ 79-102; Arif Güven, §§ 57-72).

41. Ayrıca mülkiyet hakkına müdahaleye yol açan tedbirlerin keyfî veya öngörülemez biçimde uygulanmaması gerekmektedir. Aksi takdirde mülkiyet hakkının etkin bir biçimde korunması mümkün olmaz. Bu sebeple kamu makamlarınca başvurucunun eylemi ile tedbire yol açan kanuna aykırılık arasında bağlantı olduğunu gösteren makul bir değerlendirme yapılmalıdır (Bekir Yazıcı, §§ 31-80; Hanife Ensaroğlu, § 66; Hamdi Akın İpek, § 115).

 (2) İlkelerin Olaya Uygulanması

42. Somut olayda öncelikle mülkiyet hakkının korunmasının gerektirdiği usule ilişkin güvencelerin sağlanıp sağlanmadığı belirlenmelidir.

43. Kocaeli 2. Ağır Ceza Mahkemesinde görülen ceza davasında başvurucunun taşınmazlarının üçüncü kişilere devrinin önlenmesi amacıyla ihtiyati tedbir konulmasına hükmedilmiştir. Mahkeme 19/7/2016 tarihli duruşmada katılan banka vekilinin talebine istinaden başvurucu adına kayıtlı taşınmazların üzerine ihtiyati tedbir konulmasının ilgili tapu müdürlüklerinden istenmesine karar vermiştir. Başvurucunun 24/8/2016 tarihli duruşmadaki tedbirin kaldırılması talebi ise dosya kapsamı dikkate alınarak reddedilmiştir. Başvurucu karara ceza muhakemesi sisteminde ihtiyati tedbir önlemi bulunmadığı, uygulamanın açık bir kanun hükmü gerektirdiği, tedbir kararının gerekçesinin bulunmadığı, başvuru yollarının gösterilmediği, verilen kararın elkoyma niteliğinde olduğu, elkoyma şartlarının oluşmadığı gerekçeleriyle itiraz etmiştir. Kocaeli 3. Ağır Ceza Mahkemesi itirazı herhangi bir gerekçeye yer vermeksizin reddetmiştir.

44. Mülkiyet hakkının korunmasında usule ilişkin güvencelerin yerine getirildiğinden söz edilebilmesi için başvurucuya mülkiyet hakkına yapılan müdahalelerin kanun dışı veya keyfî ya da makul olmayan şekilde uygulandığına ilişkin savunma ve itirazlarını sorumlu makamlar önünde etkin bir biçimde ortaya koyabilme olanağının tanınması gerekmektedir. Nitekim Anayasa Mahkemesi Mahmut Üçüncü (B. No: 2014/1017, 13/7/2016) ve Ercan Toğrul (B. No: 2016/71110, 25/9/2019) başvurularında müsadere ve elkoyma kararlarına karşı etkin bir itiraz hakkı tanınmamasının mülkiyet hakkını ihlal ettiği sonucuna varmıştır.

45. Başvuru konusu olayda başvurucunun taşınmazları hakkında verilen ihtiyati tedbir kararı ve bu karara yapılan itiraz süreci bir bütün olarak değerlendirilmelidir. Bu süreçte tedbirin konulmasına ve devamına ilişkin bir kanuni dayanak ortaya koymadıkları görülen derece mahkemelerinin bu hususlara ilişkin herhangi bir gerekçeye de yer vermedikleri anlaşılmaktadır. Dolayısıyla taşınmazları hakkında ihtiyati tedbir uygulanmak suretiyle mülkiyet hakkına müdahale edilen başvurucunun sürece ilişkin iddia ve itirazlarını derece mahkemeleri önünde dile getirilebildiği söylenebilirse de bu iddialarının etkin bir biçimde karşılandığını söylemek mümkün değildir.

46. Diğer taraftan olayda başvurucunun atılı suçtan beraatine karar veren Mahkeme söz konusu mal varlığı değerlerine yönelik tedbirin devamı veya sona erdiği yönünde de bir karar vermemiş, Anayasa Mahkemesine tedbirin devam ettiğini bildirmiştir. Dolayısıyla yargılama sürecine bir bütün olarak bakıldığında tedbirinin devamına niçin gerek duyulduğu anlaşılamamıştır. Mahkeme, tedbirin devamının gerekçesini ve kanuni dayanağını da göstermemiştir.

47. Sonuç olarak başvurucunun hakkında görülen ceza davasında taşınmazları hakkında uygulanan tedbire ilişkin olarak kanuni bir dayanak gösterilmediği, tedbirin devamı ile ilgili olarak bir karar verilmediği gibi konu ile ilgili ve yeterli bir gerekçenin de gösterilmediği anlaşılmaktadır. Dolayısıyla başvurucunun mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin kanun dışı veya keyfî ya da makul olmayan şekilde uygulandığına ilişkin savunma ve itirazlarını sorumlu makamlar önünde etkin bir biçimde ortaya koyabilme olanağının başvurucuya tanınmadığı ve mülkiyet hakkının gerektirdiği usule ilişkin güvencelerin sağlanmadığı kanaatine varılmıştır. Bu durumda ihtiyati tedbir suretiyle yapılan müdahalenin kamu yararı amacı ile başvurucunun mülkiyet hakkının korunmasının gereklilikleri arasındaki adil denge, başvurucu aleyhine bozulmuştur. Başvurucunun mülkiyet hakkına yapılan müdahale ölçüsüzdür.

48. Açıklanan gerekçelerle başvurucunun Anayasa'nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

3. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

49. 30/11/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

 “(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…

 (2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

50. Başvurucu ihlalin tespit edilmesini istemiş ve 1.000.000 TL tazminat talebinde bulunmuştur.

51. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan kararında ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağı hususunda genel ilkeler belirlenmiştir (B. No: 2014/8875, 7/6/2018, [GK]). Mahkeme diğer bir kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal kararının yerine getirilmemesinin sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin devamı anlamına geleceği gibi ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle sonuçlanacağına da işaret etmiştir (Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B.No: 2016/12506, 7/11/2019).

52. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural mümkün olduğunca eski hâle getirmenin, yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması, ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan, §§ 55, 57).

53. İhlalin mahkeme kararından kaynaklandığı veya mahkemenin ihlali gideremediği durumlarda Anayasa Mahkemesi, 6216 sayılı Kanunun 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası ile İçtüzük’ün 79. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca, ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın bir örneğinin ilgili mahkemeye gönderilmesine hükmeder. Anılan yasal düzenleme, usul hukukundaki benzer hukuki kurumlardan farklı olarak, ihlali ortadan kaldırmak amacıyla yeniden yargılama sonucunu doğuran ve bireysel başvuruya özgülenen bir giderim yolunu öngörmektedir. Bu nedenle Anayasa Mahkemesi tarafından ihlal kararına bağlı olarak yeniden yargılama kararı verildiğinde, usul hukukundaki yargılamanın yenilenmesi kurumundan farklı olarak ilgili mahkemenin yeniden yargılama sebebinin varlığını kabul hususunda herhangi bir takdir yetkisi bulunmamaktadır. Dolayısıyla böyle bir karar kendisine ulaşan mahkemenin yasal yükümlülüğü, ilgilinin talebini beklemeksizin Anayasa Mahkemesinin ihlal kararı nedeniyle yeniden yargılama kararı vererek devam eden ihlalin sonuçlarını gidermek üzere gereken işlemleri yerine getirmektir (Mehmet Doğan, §§ 58-59; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), §§ 57-59, 66-67).

54. İncelenen başvuruda ihtiyati tedbir suretiyle yapılan müdahalenin ölçülü olmaması sebebiyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği sonucuna ulaşılmıştır. Dolayısıyla ihlalin mahkeme kararından kaynaklandığı anlaşılmaktadır.

55. Bu durumda mülkiyet hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Yapılacak yeniden yargılama ise bireysel başvuruya özgü düzenleme içeren 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu kapsamda yapılması gereken iş yeniden yargılama kararı verilerek Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar verilmesinden ibarettir. Bu sebeple kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere Kocaeli 2. Ağır Ceza Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekmektedir.

56. İhlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılamanın yeterli bir giderim sağlayacağı anlaşıldığından tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekir.

57. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 239,50 TL harç ve 3.000 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.239,50 TL tutarındaki yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Kararın bir örneğinin mülkiyet hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere Kocaeli 2. Ağır Ceza Mahkemesine (E.2016/174, K.2018/465) GÖNDERİLMESİNE,

D. Başvurucunun tazminat taleplerinin REDDİNE,

E. 239,50 TL harç ve 3.000 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.239,50 yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,

F. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucuların Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 30/6/2020 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

MEHMET BEŞİR ARDA BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2017/15460)

 

Karar Tarihi: 8/9/2020

R.G. Tarih ve Sayı: 16/10/2020-31276

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

Başkan

:

Hasan Tahsin GÖKCAN

Üyeler

:

Serdar ÖZGÜLDÜR

 

 

Burhan ÜSTÜN

 

 

Muammer TOPAL

 

 

Selahaddin MENTEŞ

Raportör

:

Umut FIRTINA

Başvurucu

:

Mehmet Beşir ARDA

Vekili

:

Av. Ferhan ARSLAN

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, kamulaştırmasız el atma sebebiyle açılan kısmi davada kesin delil niteliği kazanan olgunun açılan ek davada dikkate alınmaması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 13/3/2017 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:

A. Uyuşmazlığın Arka Planı

8. Başvurucu Mehmet Beşir Arda 1938 doğumlu olup Adıyaman merkezde ikamet etmektedir.

9. Başvurucunun Adıyaman'ın Merkez ilçe Eskisaray Mahallesi'nde kâin, toplam büyüklüğü 2.184,95 m² olan, 2007 ada 3 parsel numaralı arsa niteliğindeki taşınmazının 1.249,75 m²lik kısmı üzerinden kamulaştırma yapılmadan veya idari irtifak tesis edilmeden 1986 yılında enerji nakil hattı geçirilmiştir.

10. Başvurucu 3/8/2012 tarihinde Türkiye Elektrik İletim Anonim Şirketi (TEİAŞ) aleyhine Adıyaman 2. Asliye Hukuk Mahkemesinde (Mahkeme) kamulaştırmasız el atma nedeniyle tazminat davası açmıştır. Başvurucu; dava dilekçesinde taşınmazının ortasından yüksek gerilim enerji nakil hattı geçtiğini, bu hat nedeniyle taşınmazın işletme bütünlüğünün bozulduğunu, üzerinde çalışma yapılmasının hayati tehlike riskini artırdığını ifade etmiştir. Dilekçede arıza ve periyodik bakımlar nedeniyle ekili ürüne zarar verildiğini, taşınmaz üzerinde güvenli tarım yapılamadığını, bu nedenle taşınmazın tümünde kıymet düşüklüğü meydana geldiğini belirtmiştir. Son olarak kamulaştırma yapılmaksızın taşınmaz üzerinden geçirilen enerji nakil hattı nedeniyle pilon yeri bedeli ve irtifak hakkı karşılığı olarak -fazlaya ilişkin talep ve dava hakkı saklı kalmak koşuluyla- 1 TL'nin ödenmesine karar verilmesini talep etmiştir.

11. Başvurucu, Mahkemeye sunduğu 12/2/2013 tarihli dilekçeyle fazlaya ilişkin haklarını saklı tutarak davanın değerini 220.000 TL olarak ıslah etmiştir.

12. Davalı idare ise savunmasında davanın usulden reddedilmesi gerektiğini, dava konusu taşınmaz üzerinden enerji nakil hattı geçmesinin dava konusu taşınmazın değerinde bir azalmaya yol açmadığını ve kullanımını etkilemediğini ileri sürmüştür.

13. Mahkemece 11/12/2012 tarihinde bilirkişilerle keşif yapılmıştır. İnşaat ve elektrik mühendisi dört bilirkişi tarafından hazırlanan raporda öncelikle emsal alınması gereken satış bedeli tespit edilmeye çalışılmıştır.

14. Bilirkişi raporunda özetle şu tespitlere yer verilmiştir:

i. Emsal teşkil ettiği değerlendirilen taşınmazın beher m² fiyatı 353,82 TL olarak hesaplanmıştır. Emsal taşınmazın satışının 2/8/2012 tarihinde gerçekleştiği, dava tarihinin ise 3/8/2012 olduğu açıklanmıştır. Emsal taşınmazın dava tarihindeki değeri toptan eşya fiyat endeksi kullanılarak 353,82 TL/m² olarak hesaplanmıştır.

ii. Emsal taşınmaz ile başvurucunun taşınmazının hâlihazırda belediyenin altyapı hizmetlerinden yararlandığı vurgulanmıştır. Taşınmazın 2012 yılı için m² fiyatının 28,62 TL iken emsal taşınmazın 2012 yılı için m² fiyatının 34,36 TL olduğuna dikkat çekilmiştir. Bu nedenle emsal parselin taşınmazdan 1/3 kat daha değerli olduğu kanaatine varılmıştır. Buna göre başvurucunun taşınmazının m² fiyatı 235,88 TL olarak açıklanmıştır.

iii. İrtifak nedeniyle taşınmazın değerinin toplamda %57,19 oranında azaldığı, irtifak bedelinin ise 293.770,02 TL olduğu sonucuna ulaşılmıştır. Ancak yerleşik Yargıtay içtihatlarına göre arsa vasfındaki taşınmazlar için değer düşüklüğü oranının %50'yi geçemeyeceği dikkate alındığında irtifak bedelinin 257.693 TL olduğu kanaatine varıldığı belirtilmiştir.

iv. Sonuç olarak toplam 2.184,95 m² büyüklüğündeki taşınmazın 1.249,75 m²sine el atılması nedeniyle taşınmazın değerinde meydana gelen azalma dikkate alınmış ve ödenmesi gereken tazminat 257.693 TL olarak belirlenmiştir.

15. Mahkeme 12/2/2013 tarihinde ıslah dilekçesini de gözeterek davanın kabulü ile bilirkişi raporunu hükme esas almış, 220.000 TL tutarındaki maddi tazminatın davalı idareden alınarak başvurucuya ödenmesine karar vermiştir. Mahkeme ayrıca taşınmazın 1.249,75 m² büyüklüğündeki kısmı yönünden irtifak hakkı tesisine ve bu kısmın idare adına tapuya tesciline hükmetmiştir. Kararda, emsal taşınmaz ile başvurucuya ait taşınmazın dava tarihi itibarıyla emlak rayiç bedelinin birbirine yakın olması nedeniyle bilirkişi raporunun denetime elverişli olduğu sonucuna varıldığı belirtilmiştir. Ayrıca bilirkişi raporunda, tamamı başvurucuya ait olan 2.184,95 m² büyüklüğündeki taşınmazın 1.249,75 m²lik kısmı üzerinde TEİAŞ Genel Müdürlüğü adına yüksek gerilim enerji nakil hattı geçirilmesi nedeniyle daimî irtifak hakkı tesisi gerekeceği belirtildiği ifade edilerek ıslah talebi doğrultusunda davanın kabulüne karar verildiği açıklanmıştır.

16. Kararın idarece temyizi üzerine Yargıtay 5. Hukuk Dairesi (Daire) 3/10/2013 tarihli kararıyla taleple bağlı kalınarak karar verildiği hâlde gerekçe bölümünde kabul edilen tazminat miktarının açıkça belirtilmemesi ve vekâlet ücretinin maktu olarak hüküm altına alınmaması gerekçeleriyle kararı bozmuştur. Daire aynı kararda; alınan bilirkişi raporunun kanuna uygun olduğunu, arsa niteliğindeki taşınmaza emsal karşılaştırması yapılarak değer biçilmesinde ve irtifak hakkı bedelinin tespitinde isabetsizlik bulunmadığını belirtmiştir.

17. Bozma kararına uyan Mahkeme 20/2/2014 tarihinde kamulaştırma bedeline, ilk kararda olduğu gibi tescile ve maktu vekâlet ücretine hükmetmiştir.

18. İdarenin kararı temyizi üzerine Daire, temyiz nedenlerinin bozma ile kesinleşen yönlere ilişkin olduğunu belirterek hükmün onanmasına karar vermiştir. Başvurucunun karar düzeltme istemi üzerine Daire 14/5/2015 tarihli kararında nispi vekâlet ücretine hükmedilmesi gerektiğini belirterek vekâlet ücreti yönünden hükmü düzelterek onamıştır. Karara karşı idare tarafından karar düzeltme talebinde bulunulmamıştır.

B. Başvuruya Konu Ek Tazminat Davası Süreci

19. Başvurucu, fazlaya ilişkin haklarının saklı tutulduğunu belirterek açtığı ilk tazminat davasında taleple bağlı kalınarak 220.000 TL'ye hükmedildiğini ve anılan yargılama esnasında alınan bilirkişi raporlarında tazminat miktarının 257.693 TL olarak hesaplandığını ifade ederek 37.693 TL'nin ilk dava tarihinden itibaren işletilecek yasal faiziyle birlikte ödenmesi istemiyle Adıyaman 4. Asliye Hukuk Mahkemesinde (Mahkeme) ek dava açmıştır. Mahkeme 17/11/2016 tarihinde eldeki davanın ilk davanın devamı niteliğinde olduğu, dava konusu taşınmaza yönelik kamulaştırmasız el atma iddiasının ve el atma bedelinin kesinleşmiş hüküm ile ispatlandığı, başvurucunun ilk davada sunduğu ıslah dilekçesinde fazlaya ilişkin talep ve dava hakkını saklı tuttuğu gerekçeleriyle davanın kabulüne karar vermiştir.

20. TEİAŞ Genel Müdürlüğü tarafından bu karara karşı istinaf yoluna başvurulmuştur. İstinaf dilekçesinde özetle;

i. Bilirkişi raporunda, arsa için tespit edilen 235,88 TL birim m² fiyatının rayiç bedellere göre çok fazla olduğu ifade edilmiştir.

ii. Asıl dava dosyasında taşınmazın değer kaybının %57,19 olarak belirlenmesinin usul ve yasaya aykırı olduğu açıklanmıştır.

 iii. Asıl dava dosyasında bilirkişi raporunda emsal olarak Eskisaray Mahallesi'nden bir taşınmaz alınması gerekirken Yeni Sanayi Mahallesi'ndeki 900 ada 92 parsel sayılı taşınmazın emsal alınmasının usul ve yasaya aykırı olduğu vurgulanmıştır.

iv. Asıl dava dosyasının bilirkişi raporunun hatalı hazırlandığı, bilirkişi raporundaki irtifak değer düşüklüğü hesaplamasının emsal Yargıtay kararları doğrultusunda yapılması gerektiği belirtilmiştir.

v. Kurumun fiilî el atma tarihinde imar planı bulunmadığından taşınmazın arsa özelliğini taşımamakta olduğunun, taşınmazın fiilî el atma tarihindeki durumunun dikkate alınması gerektiğinin altı çizilmiştir.

vi. Bilirkişi raporunda irtifak hakkı yerine tamamen zemin kamulaştırma bedelinin hesaplandığı öne sürülmüştür.

vii. Davaya konu taşınmazdan geçirilen enerji nakil hattının mevzuata uygun olduğuna, başvurucu açısından herhangi bir tazminatı gerektirir zarar bulunmadığına dikkat çekilmiştir.

21. Gaziantep Bölge Adliye Mahkemesi 6. Hukuk Dairesi 30/1/2017 tarihinde istinaf başvurusunun kabulü ile davanın reddine kesin olarak karar vermiştir. Kararın gerekçesinde;

i. Kısmi davadaki bilirkişi raporunda irtifak değer düşüklüğü oranının hatalı olarak belirlendiğine ve hesaplandığına yönelik olarak öne sürülen istinaf sebebi dışındaki istinaf itirazlarının kısmi davadaki hükmün tespite ilişkin bölümünün kesin hüküm oluşturduğu gerekçesiyle yerinde olmadığı kanaatine varılmıştır.

ii. Kısmi davadaki bilirkişi raporunda irtifak değer düşüklüğü oranının hatalı olarak belirlendiğine ve hesaplandığına yönelik olarak öne sürülen istinaf itirazının ise üzerinde durulması gerektiği açıklanmıştır. Buna göre tartışılması gereken husus kısmi davada alınan ve kesinleşen hükmün dayanağını teşkil eden bilirkişi raporunun kısmi dava tutarını aşan bölümünün açılan ek davada mahkemeyi bağlayacak nitelikte kesin bir delil mahiyetinde olup olmadığıdır.

iii. Her dava, kural olarak tespit ve eda olmak üzere iki kısımdan oluşur. Davanın kısmi nitelikte olması hâlinde önceden açılan davada kesinleşen ilamın tespit kısmı, kalan kısım hakkında açılan ikinci davanın tespit kısmı için kesin hüküm oluşturur ve kuşkusuz bağlayıcıdır. Öğreti ve yargısal uygulamada; kısmi davanın retle sonuçlanması hâlinde tüm alacak hakkında kesin hüküm oluşacağı, kısmi dava kısmen kabul kısmen retle sonuçlanırsa her iki bölüm yönünden de kesin hüküm oluşacağı, kısmi dava tümüyle kabul edilirse de kararın tespit bölümünün açılan ek dava için kesin hüküm oluşturacağı kabul edilmiştir.

iv. Eş söyleyişle kısmi dava sonunda örneğin davalının borcu ödemeye mahkûm edilmesi ya da kısmi davanın tamamen veya kısmen reddine karar verilmiş olması hâlinde taraflar arasındaki borç ilişkisinin varlığı ya da yokluğu da tespit edilmiş olur ki bu tespit zorunlu olarak borç ilişkisinin tümünü kapsar. Bu nedenle kısmi dava sonunda verilen ve kesinleşen kararın tespite ilişkin bölümü sonradan açılan ek dava için kesin hüküm oluşturur. Kısacası ikinci davaya bakan mahkeme, kısmi davanın davalının sorumluluğuna ilişkin bu tespit bölümüyle bağlıdır. Burada davalının haksızlığı olgusu artık tartışılamaz hâle gelmiştir. Zira kesin hüküm bulunan bir konuda mahkemenin bu yönün doğruluğunu yeniden araştırma ve inceleme konusu yapmasına hukuken olanak bulunmamaktadır. Bu yön kamu düzenine ilişkin olup mahkemeler ve Yargıtayca doğrudan doğruya (resen) gözönünde tutulmalıdır. Kısmi davada alınan bilirkişi raporlarının açılan ek dava yönünden kesin delil olmayacağı gerek öğretide gerek yargısal uygulamada kural olarak kabul edilmiştir.

v. Bilirkişi raporu takdirî delillerden olup kısmi davada alacağın dava edilen miktar kadar olduğunu ispat için yeterlidir. Bilirkişi raporunun kazanılmış hak teşkil etmesi verildiği ilk davada hükmedilen miktar için olup daha önce açılan kısmi davada alınan bilirkişi raporu, sonradan açılan ek davada hâkimi bağlamaz. Kısmi davanın tespite ilişkin bölümü kesin hüküm oluştururken karara dayanak alınan bilirkişi raporu kesin delil hâline gelmez. Açılan ikinci davaya konu edilen alacağın miktarının davacı tarafça kanıtlanması gerekir. Bu nedenle ilk davada alınan bilirkişi raporu ikinci davada talep edilen alacağın miktarının ispatı için mutlak olarak yeterli sayılmaz. Kısmi davadaki bilirkişi raporu kesin delil niteliğinde olmadığı için bu raporun esas alındığı ek davada verilen karara karşı davalı vekilince yapılan istinaf başvurusunda bilirkişi raporuyla ilgili yapılan itirazların incelenmesi imkânı vardır. Bu nedenle de eldeki dosyada davalı vekilinin açık istinaf sebepleri doğrultusunda ilk davadaki bilirkişi raporunun denetlenmesi cihetine gidilmiştir.

vi. Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun E.2013/7-1728, K.2015/1036 sayılı kararında da belirtildiği üzere kısmi davada alınan bilirkişi raporlarının açılan ek dava yönünden kesin delil olmayacağı gerek öğretide gerek yargısal uygulamada genel prensip olarak kabul edilmiştir. Ne var ki kısmi davada kesinleşen hükme esas alınan rapor tümüyle inceleme ve itiraz konusu yapılıp tüm yargısal denetim yollarından geçerek toplam alacak miktarını ortaya koyacak şekilde kesinleşmiş ve taraflar yönünden yargısal denetim yolları tüketilerek usulü kazanılmış haklar gerçekleşmişse kesin delil olarak değerlendirilmesi gerekeceği de ortadadır. Bu nedenledir ki bilirkişi raporlarının takdirî delil olduğu kural ise de somut olay özelliklerine göre kesin delil niteliği alabileceği de gözardı edilmemelidir.

vii. Somut olay bu açıdan da değerlendirildiğinde kısmi davada kesinleşen hükme esas alınan raporun tümüyle inceleme ve itiraz konusu yapılıp tüm yargısal denetim yollarından geçerek toplam alacak miktarını ortaya koyacak şekilde kesinleştiğini söylemek de mümkün değildir. Çünkü TEİAŞ Genel Müdürlüğünün istinaf talebinde açıkladığı bilirkişi raporundaki hataları, kısmi davadaki ilk temyiz dilekçesi olan 11/3/2013 tarihli temyiz dilekçesinde ayrıntılı olarak belirtmemiş; bu temyiz dilekçesi üzerine bozma kararı farklı sebeplerden verilmiştir. Bozma sonrası verilen ikinci karara karşı idarenin yaptığı 27/3/2014 tarihli ikinci temyiz başvurusunda bilirkişi raporundaki irtifak değer düşüklüğü oranıyla ilgili hataların ayrıntılı olarak belirtildiği Daire kararında davalı idare vekilinin temyiz nedenlerinin bozma ile kesinleşen yönlere ilişkin olduğu belirtilerek yani rapora karşı yaptığı bu ayrıntılı itirazlar ve temyizi incelenmeksizin onama kararı verildiği görülmüştür. Dolayısıyla da kısmi davada kesinleşen hükme esas alınan raporun tümüyle inceleme ve itiraz konusu yapılamadığı, bu nedenle somut olayın özelliklerine göre de kesin delil niteliğini kazanmadığı, takdirî delil niteliğindeki bilirkişi raporuyla ilgili istinaf itirazlarının değerlendirilebileceği sonuç ve kanaatine varılmıştır.

viii. Kısmi davada kesinleşen hükme esas alınan bilirkişi ek raporuyla ilgili yapılan istinaf itirazları incelendiğinde bilirkişi raporunda irtifak değer düşüklüğü oranı belirlenirken bir kısım hesap ve değerlendirme hatasının yapıldığı, bu yöne münhasır olarak idarenin istinaf itirazının yerinde olduğu sonucuna ulaşılmıştır.

ix. Yargıtay uygulamalarında üzerinde irtifak hakkı kurulmuş olan taşınmazda bu irtifak nedeniyle oluşacak değer düşüklüğünün (taşınmazın cins ve niteliğine uygun kullanımı önemli ölçüde etkileyen özel bir durum yoksa) irtifaktan etkilenen alanın mülkiyet değerinin arazide en fazla %35’ini, arsada ise en fazla %50’sini geçmeyeceği açıklanmıştır.

x. İrtifak alanı 1.249,75 m² olan taşınmazın toplam alanı 2.184,95 m² olduğuna göre ayrıca arsa niteliğindeki taşınmazlarda değer düşüklüğünün en fazla %50 olabileceği dikkate alınıp hesaplama doğru şekilde yapıldığında (1.249,75x%50/2.184,95=) 0.28599 oranına ulaşılmakta yani irtifak nedeniyle değer düşüklüğü oranının en fazla %28,59 olabileceği ortaya çıkmaktadır. İrtifak bedeli, bu değer düşüklüğü oranı üzerinden hesaplandığında ise irtifak bedelinin (%28,59x2.184,95x235,88=) 147.348,85 TL olduğu sonucuna varılmaktadır. Bu durumda başvurucunun kısmi ve ek davada toplam olarak talep edebileceği (irtifak bedeli) miktar 147.348,85 TL'dir. Başvurucu tarafından 3/8/2012 tarihinde Adıyaman 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2014/31 Esas sayılı dosyasında açılan kısmi davada 220.000 TL irtifak bedeli alındığına göre ek davada davacının hak ettiği bir miktar kalmamakta, dolayısıyla da ek davanın reddine karar verilmesi gerekmektedir.

xi. Ancak ilk derece mahkemesince yanılgılı değerlendirmeyle bilirkişi raporundaki hatalı hesaplama esas alınarak ek davanın da kabulüne dair karar verilmiştir. İdarenin açıklanan bu yöne münhasır olmak üzere bilirkişi raporuna ve rapor esas alınarak ek davanın kabulüne dair karara karşı itirazları ve istinaf talebi yerindedir.

22. Nihai karar 9/2/2017 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir.

23. Başvurucu 13/3/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

IV. İLGİLİ HUKUK

A. Ulusal Hukuk

1. İlgili Mevzuat

24. 4/11/1983 tarihli ve 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu’nun “Kamulaştırma bedelinin mahkemece tespiti ve taşınmaz malın idare adına tescili” kenar başlıklı 10. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

 “Kamulaştırmanın satın alma usulü ile yapılamaması halinde idare, … asliye hukuk mahkemesine müracaat eder ve taşınmaz malın kamulaştırma bedelinin tespitiyle, … idare adına tesciline karar verilmesini ister.

Mahkeme, idarenin başvuru tarihinden itibaren en geç otuz gün sonrası için belirlediği duruşma gününü, … taşınmaz malın malikine … bildirerek duruşmaya katılmaya çağırır. Duruşma günü idareye de tebliğ olunur.

Mahkemece yapılan duruşmada tarafların bedelde anlaşamamaları halinde hakim, en geç on gün içinde keşif ve otuz gün sonrası için de duruşma günü tayin ederek, 15 inci maddede sayılan bilirkişiler marifetiyle ve tüm ilgililerin huzurunda taşınmaz malın değerini tespit için mahallinde keşif yapar…

Bilirkişiler, taraflar ve diğer ilgililerin beyanını da dikkate alarak, 11 inci maddedeki esaslar doğrultusunda taşınmaz malın değerini belirten raporlarını onbeş gün içinde mahkemeye verirler. Mahkeme bu raporu, duruşma günü beklenmeksizin taraflara tebliğ eder. Yapılacak duruşmaya hakim, taraflar veya vekillerini ve bilirkişileri çağırır. Bu duruşmada tarafların bilirkişi raporlarına varsa itirazları dinlenir ve bilirkişilerin bu itirazlara karşı beyanları alınır.

Tarafların bedelde anlaşamamaları halinde gerektiğinde hakim tarafından onbeş gün içinde sonuçlandırılmak üzere yeni bir bilirkişi kurulu tayin edilir ve hakim, tarafların ve bilirkişilerin rapor veya raporları ile beyanlarından yararlanarak adil ve hakkaniyete uygun bir kamulaştırma bedeli tespit eder. Mahkemece tespit edilen bu bedel, taşınmaz mal, kaynak veya irtifak hakkının kamulaştırılma bedelidir. … İdarece, kamulaştırma bedelinin hak sahibi adına yatırıldığına … dair makbuzun ibrazı halinde mahkemece, taşınmaz malın idare adına tesciline ve kamulaştırma bedelinin hak sahibine ödenmesine karar verilir ve bu karar, tapu dairesine ve paranın yatırıldığı bankaya bildirilir. Tescil hükmü kesin olup tarafların bedele ilişkin temyiz hakları saklıdır.

 (Ek fıkra: 11/04/2013-6459 S.K./6. md) Kamulaştırma bedelinin tespiti için açılan davanın dört ay içinde sonuçlandırılamaması halinde, tespit edilen bedele bu sürenin bitiminden itibaren kanuni faiz işletilir.

…”

25. 2942 sayılı Kanun’un “Kamulaştırma bedelinin tespiti esasları” kenar başlıklı 11. maddesi şöyledir:

 “15 inci madde uyarınca oluşturulacak bilirkişi kurulu, kamulaştırılacak taşınmaz mal veya kaynağın bulunduğu yere mahkeme heyeti ile birlikte giderek, hazır bulunan ilgilileri de dinledikten sonra taşınmaz mal veya kaynağın;

a) Cins ve nevini,

b) Yüzölçümünü,

c) Kıymetini etkileyebilecek bütün nitelik ve unsurlarını ve her unsurun ayrı ayrı değerini,

d)Varsa vergi beyanını,

e)Kamulaştırma tarihindeki resmi makamlarca yapılmış kıymet takdirlerini,

f) Arazilerde, taşınmaz mal veya kaynağın kamulaştırma tarihindeki mevkii ve şartlarına göre ve olduğu gibi kullanılması halinde getireceği net gelirini,

g) Arsalarda, kamulaştırılma gününden önceki özel amacı olmayan emsal satışlara göre satış değerini,

h) Yapılarda, (…)(2) resmi birim fiyatları ve yapı maliyet hesaplarını ve yıpranma payını,

ı) Bedelin tespitinde etkili olacak diğer objektif ölçüleri,

Esas tutarak düzenleyecekleri raporda bütün bu unsurların cevaplarını ayrı ayrı belirtmek suretiyle ve ilgililerin beyanını da dikkate alarak gerekçeli bir değerlendirme raporuna dayalı olarak taşınmaz malın değerini tespit ederler.

Taşınmaz malın değerinin tespitinde, kamulaştırmayı gerektiren imar ve hizmet teşebbüsünün sebep olacağı değer artışları ile ilerisi için düşünülen kullanma şekillerine göre getireceği kâr dikkate alınmaz.

...”

26. 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun "Belirsiz alacak ve tespit davası" kenar başlıklı 107. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:

"(1) Davanın açıldığı tarihte alacağın miktarını yahut değerini tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin kendisinden beklenemeyeceği veya bunun imkânsız olduğu hâllerde, alacaklı, hukuki ilişkiyi ve asgari bir miktar ya da değeri belirtmek suretiyle belirsiz alacak davası açabilir.

 (2) Karşı tarafın verdiği bilgi veya tahkikat sonucu alacağın miktarı veya değerinin tam ve kesin olarak belirlenebilmesinin mümkün olduğu anda davacı, iddianın genişletilmesi yasağına tabi olmaksızın davanın başında belirtmiş olduğu talebini artırabilir."

27. 6100 sayılı Kanun'un "Kapsamı ve sayısı" kenar başlıklı 176. maddesi şöyledir:

“(1) Taraflardan her biri, yapmış olduğu usul işlemlerini kısmen veya tamamen ıslah edebilir.

(2) Aynı davada, taraflar ancak bir kez ıslah yoluna başvurabilir.”

28. 6100 sayılı Kanun'un "Islahın zamanı ve şekli" kenar başlıklı 177. maddesi şöyledir:

“(1) Islah, tahkikatın sona ermesine kadar yapılabilir.

(2) Islah, sözlü veya yazılı olarak yapılabilir. Karşı taraf duruşmada hazır değilse veya

ıslah talebi duruşma dışında yapılıyorsa, bu yazılı talep veya tutanak örneği, haber vermek

amacıyla karşı tarafa bildirilir".

29. 6100 sayılı Kanun'un "Islahın etkisi" kenar başlıklı 179. maddesi şöyledir:

 “(1) Islah, bunu yapan tarafın teşmil edeceği noktadan itibaren, bütün usul işlemlerinin yapılmamış sayılması sonucunu doğurur.

(2) Ancak ikrar, tanık ifadeleri, bilirkişi rapor ve beyanları, keşif ve isticvap tutanakları, yerine getirilmiş olan veya henüz yerine getirilmemiş olmakla beraber, karşı tarafın yerine getireceğini ıslahtan önce bildirmiş olması koşuluyla, yeminin teklifi, reddi veya iadesi ıslah ile geçersiz kılınamaz.

(3) Şu kadar ki, ıslahtan sonra yapılacak tahkikat sonucuna göre, bu işlemlerin göz önünde tutulması gerekmiyorsa, bunlar da yapılmamış sayılır."

2. Yargıtay Kararları

30. Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 13/3/2015 tarihli ve E.2014/4-840, K.2014/837 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:

“...Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; kısmi davada alınan rapor ve verilen kararın eldeki ek davaya etkisinin ne olacağı ve buna göre yeniden bilirkişi incelemesi yapılarak rapor alınması gerekip gerekmediği noktasında toplanmaktadır.

Hemen burada, kısmi dava ve ek davanın etkisi üzerinde durulmalıdır.

Her dava, kural olarak iki kısımdan; tespit ve eda kısımlarından oluşur. Davanın kısmi nitelikte olması halinde önceden açılan davada kesinleşen ilamın tespit kısmı, kalan kısım hakkında açılan ikinci davanın tespit kısmı için kesin hüküm oluşturur ve kuşkusuz bağlayıcıdır.

Öğreti ve yargısal uygulamada; kısmi davanın redle sonuçlanması halindetüm alacak hakkında kesin hüküm oluşacağı kısmi dava kısmen kabul kısmen redle sonuçlanırsa her iki bölüm yönünden de kesin hüküm oluşacağı, kısmi dava tümüyle kabul edilirse de kararın tespit bölümünün açılan ek dava için kesin hüküm oluşturacağı kabul edilmiştir.

Eş söyleyişle; kısmi dava sonunda davalının borcu ödemeye mahkum edilmesi veya kısmi davanın tamamen veya kısmen reddine karar verilmiş olması halinde taraflar arasındaki borç ilişkisinin varlığı ya da yokluğu da tespit edilmiş olur ki bu tespit zorunlu olarak borç ilişkisinin tümünü kapsar. Bu nedenle kısmi dava sonunda verilen ve kesinleşen kararın tespite ilişkin bölümü sonradan açılan ek dava için kesin hüküm oluşturur.

Kısacası ikinci davaya bakan mahkeme, kısmi davanın davalının sorumluluğuna ilişkin bu tespit bölümüyle bağlıdır. Burada davalının haksızlığı olgusu artık tartışılamaz hale gelmiştir. Zira, kesin hüküm bulunan bir konuda mahkemenin bu yönün doğruluğunu yeniden araştırma ve inceleme konusu yapmasına hukuken olanak bulunmamaktadır. Bu yön kamu düzenine ilişkin olup mahkemeler ve Yargıtayca doğrudan doğruya (resen) göz önünde tutulmalıdır.

Kısmi dava sürerken ek davanın açılmış olması halinde davalı ilk itirazda bulunarak birleştirme istememişse kısmi dava ile ek dava birleştirilemez. Ancak, ek davaya bakan mahkeme kısmi davanın sonuçlanmasını bekletici sorun yapmalıdır. Çünkü, kısmi dava tamamen veya kısmen reddedilecek olursa bu karar ek dava için kesin hüküm teşkil edecek, kısmi dava tamamen kabul edilirse de kararın tespite ilişkin bölümü ek dava için kesin hüküm teşkil edecektir.

Açıklanan hususlar Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 15.02.1980 gün ve 1980/9-73 E. 1980/186 K., 02.06.1982 gün ve 1981/11-1130 Esas 1982/549 Karar ve 09.11.1988 gün ve 1988/15-572 Esas 1988/898 K. sayılı kararlarında da açıkça vurgulanmıştır.

Kısmi davada alınan ve kesinleşen hükmün dayanağını teşkil eden bilirkişi raporunun kısmi dava tutarını aşan bölümünün açılan ek davada mahkemeyi bağlayacak nitelikte bir kesin delil mahiyetinde olup olmadığı konusundaki uyuşmazlığa gelince;

Kural olarak, kısmi davada alınan bilirkişi raporlarının açılan ek dava yönünden kesin delil olmayacağı gerek öğretide gerek yargısal uygulamada kabul edilmiştir. Ne var ki, kısmi davada kesinleşen hükme esas alınan rapor tümüyle inceleme ve itiraz konusu yapılıp, tüm yargısal denetim yollarından geçerek toplam alacak miktarını ortaya koyacak şekilde kesinleşmiş ve taraflar yönünden yargısal denetim yolları tüketilerek usulü kazanılmış haklar gerçekleşmişse kesin delil olarak değerlendirilmesi gerekeceği de ortadadır. Bu nedenledir ki, bilirkişi raporlarının takdiri delil oldukları kural ise de somut olay özelliklerine göre kesin delil niteliği alabilecekleri de göz ardı edilmemelidir.

Nitekim, somut olayda da davacı tarafından davalı aleyhine açılmış bulunan ve yukarıda ayrıntıları ile safahatı açıklanan kısmi dava taleple bağlı kalınarak sonuçlanmış; böylece davaya dayanak alınan hukuki ilişkinin varlığı saptanarak, davalının sorumluluğu da kesinleşen bu hükümle tespit edilmiştir. Bu kararın tespite ilişkin bölümünün sonradan açılan eldeki ek dava için kesin hüküm oluşturacağında kuşku bulunmamaktadır.

Bu aşamada Mahkemece ilk davada taleple bağlı kalınarak hükmedilen kısımdan arta kalan kısım için açılan ek davada ilk dava aşamasında kesinleşen olgular kararın tespit bölümü yönünden kesin hüküm oluştururken, karara dayanak alınan bilirkişi raporunun da kesin delil haline gelip gelmeyeceği hususu açıklığa kavuşturulmalıdır.

Davalının sorumluluğunu tespit eden bu kesin hükmün içeriği, dosya safahati ve özellikle hükmüne uyulan bozma ilamları ile kısmi davada verilen hükmü onayan daire kararının kesinleşen olguların inceleme konusu yapılamayacağı gerekçesi karşısında, kısmi davada hükme dayanak alınan bilirkişi raporundaki tespitler de gerek davacı gerek davalı yönünden kesinleşerek bağlayıcı hal almıştır.

Özellikle, davalı tarafın kısmi davada verilen son kararı temyizinde bilirkişi raporuna yönelik temyiz itirazları, daha önce hükmüne uyulan bozma ilamları içeriğine göre kesinleştiği ifade edilerek reddedilmiş, karar onanmış; böylece kesinleşen kısmi davada hükme esas alınan rapor davalı yönünden kesinleşmiştir. Davacı ise raporlara itiraz etmemekle burada ortaya konan tazminat miktarı ile kendisini bağlamıştır. Taraflar açısından kesinleşen bu hususların yeniden inceleme konusu yapılması hukuken olanaklı değildir.

Zira kısmi davada alınan raporlar yargısal denetimler sırasında değerlendirilmiş; sonra açılacak davada halledilecek bir yön bırakılmadan raporlarla ilgili ayrıntılı değerlendirmelerle bozma nedenleri ortaya konulmuş; bozma ilamına uyularak ve gerekleri yerine getirilerek oluşturulan mahkeme kararı da bu kesinleşme olgusu da ifade edilerek onanmıştır. Kısmi davadaki raporlara davalı itiraz etmiş; bu itirazlarını temyiz isteklerine de konu etmişse de bunlar Özel Dairece incelenerek sonuçta hükmüne uyulan ilamlar çerçevesinde ve alacağın tamamının miktarını da ortaya koyan ancak taleple bağlı kalarak verilen mahkemenin kabul kararı onanarak kesin halini almıştır. Kısmi dava için açıklanan şekilde oluşturulan mahkeme hükmü ve gerekçesi birlikte değerlendirildiğinde toplam alacak miktarının da ortaya konulduğu ancak taleple bağlı kalınarak karar verildiği belirgindir.

Görülmektedir ki, somut olayda, kısmi davada alınan ve kesinleşen hükmün dayanağını teşkil eden bilirkişi raporunun kısmi dava tutarını aşan bölümü de açılan eldeki ek dava yönünden hem tarafları hem de mahkemeyi bağlayacak nitelikte kesin bir delil mahiyetini almış; kısmi davada kesinleşen bu rapor içeriği de dayanak alınarak hükme varılmıştır.

Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında bir kısım üyelerce kısmi davada alınan bilirkişi raporu içeriğinin ve raporda tespit edilen miktarın, kısmi davada bilirkişi raporunun irdelenmemesi nedeniyle eldeki ek dava yönünden bağlayıcı kabul edilmesinin mümkün olmadığı; alacak miktarının belirlenmesi için mahkemece yeniden bilirkişi incelemesi yaptırılması gerektiği; kesin hüküm veya kesin delilin ancak ilk davada talep edilen miktar için sözkonusu olabileceği gerekçeleriyle mahkeme kararının Özel Daire bozma kararı doğrultusunda bozulması gerektiği görüşünü dile getirilmiş ise de bu görüş Kurul çoğunluğu tarafından benimsenmemiştir.

O halde, Mahkemenin kısmi davada tespit edilen olgularla kendisini bağlı kabul etmesi ve ayrıca taraflar açısından da bağlayıcı hale gelen kısmi davadaki rapor içeriğini ve raporda tespit edilen miktarı hükmüne dayanak alması yukarıda açıklanan nedenlerle usul ve yasaya uygun olup, direnme kararının açıklanan nedenlerle onanması gerekmiştir..."

B. Uluslararası Hukuk

31. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne (Sözleşme) ek 1 No.lu Protokol'ün 1. maddesi şöyledir:

"Her gerçek ve tüzel kişinin mal ve mülk dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme hakkı vardır. Bir kimse, ancak kamu yararı sebebiyle ve yasada öngörülen koşullara ve uluslararası hukukun genel ilkelerine uygun olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılabilir.

Yukarıdaki hükümler, devletlerin, mülkiyetin kamu yararına uygun olarak kullanılmasını düzenlemek veya vergilerin ya da başka katkıların veya para cezalarının ödenmesini sağlamak için gerekli gördükleri yasaları uygulama konusunda sahip oldukları hakka halel getirmez."

32. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin (AİHM) Kahyaoğlu ve diğerleri/Türkiye (B. No: 37203/05, 31/5/2016, §§ 4-19) kararına konu olayda, başvurucuların taşınmazının bir bölümü üzerinden kamulaştırma yapılmaksızın veya kamu irtifakı tesis edilmeksizin enerji nakil hattı geçirilmiştir. Başvurucular tarafından kamulaştırmasız el atma nedeniyle açılan tazminat davasında mahkeme bilirkişi görüşüne başvurmuş ve bilirkişi, taşınmazın bir bölümünün üzerinden enerji nakil hattı geçirilmiş olması dolayısıyla değerinin %9 oranında azaldığını kabul ederek tazminat hesaplamıştır. Ancak mahkemece, Yargıtay kararlarında kamu irtifakı kurulması nedeniyle taşınmazda oluşacak değer düşüklüğünün taşınmazın toplam değerinin %2'sini geçemeyeceğinin belirtildiği gerekçe gösterilerek zararın taşınmaz değerinin %2'siyle sınırlı olduğu sonucuna ulaşılmıştır. Mahkeme, bu görüşten yola çıkarak bilirkişi raporundaki tespite rağmen taşınmazın değerinin %7'sine isabet eden tazminat istemi yönünden davayı reddetmiş ve söz konusu karar Yargıtay tarafından onanmıştır.

33. AİHM, bilirkişi raporunda taşınmazda oluşan değer kaybı taşınmazın gerçek değerinin %9'u olarak tespit edildiği hâlde yerel mahkemenin Yargıtay içtihadından hareketle zarar miktarını taşınmaz değerinin %2'si ile sınırlandırdığına işaret ettikten sonra yargı mercilerince bunun gerekçesinin açıklanamadığını vurgulamıştır. AİHM, Yargıtayın farklı durumların gözönünde bulundurulmasını dışlayan katı yorumu nedeniyle başvurucuların taşınmazının değerinin %7'sine tekabül eden zararlarının karşılanamadığını belirtmiş ve bunun da kamu yararı ile bireysel yarar arasındaki adil dengeyi bozduğunu ifade ederek mülkiyet hakkının ihlal edildiği sonucuna ulaşmıştır (Kahyaoğlu ve diğerleri/Türkiye, §§ 33-40).

34. Kutlu ve diğerleri/Türkiye (B. No: 51861/11, 13/12/2016) kararında da kamulaştırılan bir taşınmazın bilirkişi raporunda objektif değer artışının %40 oranında belirtilmesine rağmen derece mahkemelerince %25 olarak belirlenmesi mülkiyet hakkı bağlamında incelenmiştir. AİHM; derece mahkemelerinin bilirkişi raporundaki sonuçların gözardı edilmesinin nedenlerini somut ve yeterli gerekçelerle açıklaması gerektiğini, somut olayda ise gözönünde bulundurulacak ölçütlerin basit bir anlatımının mahkemece değer düşüklüğü oranının %25 ile sınırlandırılmasına yol açan kriterlerin neden ve nasıl dikkate alındığı belirtilmediği için yeterli bir gerekçe olarak kabul edilemeyeceğini belirtmiştir. AİHM; sonuç olarak tazminat miktarının belirlenme şeklinin söz konusu miktarın maruz kalınan zarara makul bir şekilde uygun olduğunu belirtmeye imkân vermediği gerekçesiyle ölçülülük yönünden mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar vermiştir (Kutlu ve diğerleri/Türkiye, §§ 62-76).

V. İNCELEME VE GEREKÇE

35. Mahkemenin 8/9/2020 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun İddiaları

36. Başvurucu, kendisi tarafından açılan kamulaştırmasız el koymadan kaynaklı tazminat davasının Yargıtay aşamasından geçerek kesinleştiğini dile getirmiştir. Başvurucuya göre kesinleşmiş hüküm ve bilirkişi raporu bulunmasına rağmen açılan ek davanın reddedilmesi, usule ilişkin kazanılmış hakkın ortadan kaldırması anlamına gelmektedir. Başvurucu, kesin delilin ve önceki mahkeme kararlarının yok hükmünde sayılmasının hakkaniyete aykırı olduğunu öne sürmüş; bu gerekçelerle eşitlik ilkesi ile adil yargılanma ve mülkiyet haklarının ihlal edildiğini iddia etmiştir.

B. Değerlendirme

37. Anayasa'nın iddianın değerlendirilmesinde dayanak alınacak "Mülkiyet hakkı" kenar başlıklı 35. maddesi şöyledir:

"Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.

Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir.

Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz."

38. Anayasa'nın "Kamulaştırma" kenar başlıklı 46. maddesi şöyledir:

"Devlet ve kamu tüzelkişileri; kamu yararının gerektirdiği hallerde, gerçek karşılıklarını peşin ödemek şartıyla, özel mülkiyette bulunan taşınmaz malların tamamını veya bir kısmını, kanunla gösterilen esas ve usullere göre, kamulaştırmaya ve bunlar üzerinde idarî irtifaklar kurmaya yetkilidir.

Kamulaştırma bedeli ile kesin hükme bağlanan artırım bedeli nakden ve peşin olarak ödenir. Ancak, tarım reformunun uygulanması, büyük enerji ve sulama projeleri ile iskân projelerinin gerçekleştirilmesi, yeni ormanların yetiştirilmesi, kıyıların korunması ve turizm amacıyla kamulaştırılan toprakların bedellerinin ödenme şekli kanunla gösterilir. Kanunun taksitle ödemeyi öngörebileceği bu hallerde, taksitlendirme süresi beş yılı aşamaz; bu takdirde taksitler eşit olarak ödenir.

Kamulaştırılan topraktan, o toprağı doğrudan doğruya işleten küçük çiftçiye ait olanlarının bedeli, her halde peşin ödenir.

İkinci fıkrada öngörülen taksitlendirmelerde ve herhangi bir sebeple ödenmemiş kamulaştırma bedellerinde kamu alacakları için öngörülen en yüksek faiz uygulanır. "

39. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun şikâyetinin özünün kamulaştırma bedelinin miktarına ilişkin olduğu gözetildiğinde şikâyetlerin tümünün mülkiyet hakkı kapsamında incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

40. Başvurucunun kamulaştırmasız el atma bedelinin tespitine ilişkin şikâyetlerinin açıkça dayanaktan yoksun olmadığından ve başka bir kabul edilemezlik nedeni de bulunmadığından kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Esas Yönünden

a. Mülkün Varlığı ile Müdahalenin Varlığı ve Türü

41. Başvuru konusu olayda ilgili taşınmaz, başvurucu adına tapuda kayıtlı olduğundan mülkün varlığında bir tereddüt bulunmamaktadır. Bu taşınmazın 1.249,75 m² yüz ölçümlük kısmına ise -kamulaştırma yapılmadan enerji nakil hattı geçirilmek suretiyle- idare tarafından el atılmıştır. Dolayısıyla müdahalenin mülkten yoksun bırakmaya ilişkin ikinci kural çerçevesinde incelenmesi gerekir.

b. Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı

42. Anayasa'nın "Temel hak ve hürriyetlerin sınırlanması" kenar başlıklı 13. maddesi şöyledir:

"Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz."

43. Anayasa’nın 35. maddesinde mülkiyet hakkı sınırsız bir hak olarak düzenlenmemiş, bu hakkın kamu yararı amacıyla ve kanunla sınırlandırılabileceği öngörülmüştür. Mülkiyet hakkına müdahalede bulunulurken Anayasa'nın temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasına ilişkin genel ilkeleri düzenleyen 13. maddesinin de gözönünde bulundurulması gerekmektedir. Dolayısıyla mülkiyet hakkına yönelik müdahalenin Anayasa'ya uygun olabilmesi için müdahalenin kanuna dayanması, kamu yararı amacı taşıması ve ayrıca ölçülülük ilkesi gözetilerek yapılması gerekmektedir (Recep Tarhan ve Afife Tarhan, B. No: 2014/1546, 2/2/2017, § 62).

i. Kanunilik

44. Somut olayda başvurucunun taşınmazına kanunda öngörülen usuller çerçevesinde idari irtifak tesis edilmediği derece mahkemelerince tespit edilmiştir. Anayasa Mahkemesi bu tespitten ayrılmayı gerektirir bir durum görmemiştir. Bununla birlikte mevcut başvuru, söz konusu müdahale sebebiyle ödenmesi gereken tazminatın taşınmazın gerçek değerini yansıtıp yansıtmadığı ile ilgilidir. Bu sebeple müdahalenin meşru amacı ile bağlantılı olarak ölçülü olup olmadığı incelenerek sonuca varılacaktır.

ii. Meşru Amaç

45. Başvuruya konu taşınmazdan enerji nakil hattı geçirilmesinde kamu yararı amacının bulunduğu açıktır.

iii. Ölçülülük

 (1) Genel İlkeler

46. Ölçülülük ilkesi; elverişlilik, gereklilik ve orantılılık olmak üzere üç alt ilkeden oluşmaktadır. Elverişlilik öngörülen müdahalenin ulaşılmak istenen amacı gerçekleştirmeye elverişli olmasını, gereklilik ulaşılmak istenen amaç bakımından müdahalenin zorunlu olmasını yani aynı amaca daha hafif bir müdahale ile ulaşılmasının mümkün olmamasını, orantılılık ise bireyin hakkına yapılan müdahale ile ulaşılmak istenen amaç arasında makul bir dengenin gözetilmesi gerekliliğini ifade etmektedir (AYM, E.2011/111, K.2012/56, 11/4/2012; E.2012/102, K.2012/207, 27/12/2012; E.2012/149, K.2013/63, 22/5/2013; E.2013/32, K.2013/112, 10/10/2013; E.2016/16, K.2016/37, 5/5/2016; E.2016/13, K.2016/127, 22/6/2016; Mehmet Akdoğan ve diğerleri, § 38).

47. Mülkiyet hakkından yoksun bırakma biçimindeki müdahalelerde, hedeflenen kamu yararı ile malikin bireysel yararı arasında gözetilmesi gereken adil denge ancak malike tazminat ödenmek suretiyle sağlanabilir. Diğer bir ifadeyle mülkten yoksun bırakmalarda malike tazminat ödenmesi, müdahaleyle malike yüklenen aşırı külfetin telafi edilmesini temin eden temel bir araçtır. Anayasa'nın 46. maddesi uyarınca kamulaştırma yoluyla malikin mülkiyet hakkının sona erdirildiği hâllerde malike ödenmesi gereken tazminat taşınmazın gerçek bedelidir. Bu itibarla taşınmazın gerçek bedelinin ödenmediği durumlarda somut olayın koşulları da gözetilerek müdahalenin orantılı olmadığı sonucuna ulaşılabilir (Cevat Aydın, B. No: 2014/13886, 4/10/2017, § 59).

48. Kamulaştırma yoluyla malikin mülkiyet hakkının sona erdirildiği hâllerde taşınmazın gerçek bedelinin malike ödenmesi orantılılık ilkesinin gereğidir. Taşınmaz bedelinin tespiti teknik ve uzmanlık gerektiren bir konudur. Bu nedenle kamulaştırılan taşınmazın bedelinin tespiti uzman mahkemelerin ve Yargıtayın bu konudaki uzman dairelerinin yetki ve görevindedir. Anayasa Mahkemesi bu konuda uzmanlaşmış bir mahkeme olmadığı gibi Anayasa Mahkemesinin mülkiyet hakkı kapsamında yapılan bireysel başvurularda bedel veya değer düşüklüğü karşılığını hesaplamak gibi bir görevi de bulunmamaktadır. Anayasa Mahkemesinin mülkiyet hakkına yapılan müdahale ile ödenen bedel arasındaki ilişki yönünden yapacağı tespit, orantılılık incelemesinden ibarettir (Mukadder Sağlam ve diğerleri, B. No: 2019/2511, 22/1/2015, § 49; Abdülkerim Çakmak ve diğerleri, B. No: 2014/1964, 23/2/2017, § 52).

49. Mülkiyet hakkının usule ilişkin güvenceleri hem özel kişiler arasındaki mülkiyet uyuşmazlıklarında hem de taraflardan birinin kamu gücü olduğu durumlarda geçerlidir. Bu bağlamda mülkiyet hakkının korunmasının söz konusu olduğu durumlarda usule ilişkin güvencelerin somut olayda sağlandığından söz edilebilmesi için derece mahkemelerinin kararlarında konu ile ilgili ve yeterli gerekçe bulunmalıdır. Ayrıca belirtmek gerekir ki bu zorunluluk davacının bütün iddialarına cevap verilmesi anlamına gelmemekle birlikte mülkiyet hakkını ilgilendiren davanın sonucuna etkili esasa ilişkin temel iddia ve itirazların yargılama makamlarınca özenli bir şekilde değerlendirilerek karşılanması gerekmektedir (Kamil Darbaz ve Gmo Yapı Grup End. San. Tic. Ltd. Şti., B. No: 2015/12563, 24/5/2018, § 53).

 (2) İlkelerin Olaya Uygulanması

50. Başvurucunun kamulaştırmasız el atma nedeniyle açtığı tazminat davasında Mahkeme, maddi tazminatla birlikte taşınmazın 1.249,75 m² büyüklüğündeki kısmı yönünden irtifak hakkı tesisine ve idare adına tapuya tesciline hükmetmiştir.

51. Somut olayda başvurucu tarafından fazlaya ilişkin talep ve dava hakkı saklı kalmak koşuluyla açılan ilk dava sürecinde Mahkemece irtifak bedeli belirlenmiştir. Buna göre Mahkeme, irtifak bedelini 257.693 TL olarak tespit etmiş ancak taleple bağlı kalarak 220.000 TL tazminata hükmetmiştir. Anılan hüküm -tazminata ilişkin hüküm aynı kalmak kaydıyla- verilen ilk bozma kararının ardından temyiz ve karar düzeltme aşamalarından geçerek kesinleşmiştir.

52. Yukarıda da değinildiği üzere kamulaştırma bedelinin belirlenmesi görevi bu davalarda uzman derece mahkemelerine düşmektedir. Anayasa Mahkemesi, gerekli usul güvencelerinin sağlanması kaydıyla ve keyfî olmadığı veya bariz bir hata içermediği sürece kamulaştırma bedelinin hesaplanmasına ve tespitine karışmaz. Nitekim başvurucunun açtığı ilk davada da taraflar arasında yapılan çelişmeli yargılama sonucunda bilirkişi raporuna dayalı olarak kamulaştırma bedelinin belirlendiği ve Yargıtayca denetlenerek bir sonuca varıldığı görülmektedir. Başvurucunun da bu davada karar kesinleştikten sonra ek dava açarak raporda belirtilen kalan tazminat tutarını talep ettiği anlaşılmaktadır.

53. Ancak ek dava, Bölge Adliye Mahkemesince reddedilmiştir. Bölge Adliye Mahkemesinin yeniden bilirkişi raporunu denetleyerek hatalı bulduğu için ilk derece mahkemesinin kararını kaldırarak davayı reddettiği anlaşılmaktadır. Bölge Adliye Mahkemesi bu sonuca varırken önceki davadaki bilirkişi raporuna davalı idare tarafından her yönüyle itiraz edilmediğine vurgu yapmıştır.

54. Bununla birlikte Bölge Adliye Mahkemesinin de açık bir biçimde belirttiği üzere davalı idarenin önceki davada itiraz etmediği hususlar üzerinden zaten ilk derece mahkemesi ile Yargıtay tarafından denetlenmiş ve itiraz edilmemiş bir raporun yeniden yargısal denetime tabi tutulduğu görülmektedir. Üstelik ilk davada gerekli itirazlarda bulunmadığı tespit edilen davalı idarenin ek davada da cevap dilekçesinde rapora yönelik açık bir itirazının olmadığı, yalnızca istinaf dilekçesinde itirazlarını dile getirdiği anlaşılmaktadır. Bu durumda yargısal denetimden geçtiği ve yukarıda yer verilen Yargıtay Hukuk Genel Kurulu kararına göre de artık bağlayıcı duruma gelmiş olduğu (bkz. § 30) hâlde daha önce ileri sürülmeyen yeni itirazlarla raporun tartışılabilir kılındığı, bu sonuca varılmasında ise başvurucunun bir kusurunun bulunmayıp netice itibarıyla idarenin kendi kusurundan yararlanmasına yol açıldığı değerlendirilmektedir. Mahkemenin bu uygulaması hukuki belirlilik ve öngörülebilirlik ile bağdaşmadığı gibi mülkiyet hakkının korunması için yargılama usulünde öngörülen güvencelerin sağlanmaması nedeniyle adil dengeyi bozmuştur. Ayrıca bu sonucun başvurucunun yargısal denetim amacıyla açtığı davanın kendi kusuru olmaksızın reddedilmesine yol açtığı söylenebilir.

55. Dolayısıyla somut olay bağlamında kamulaştırma usulleri uygulanmaksızın başvurucunun mülkiyet hakkının korunmasının gerektirdiği usul güvencelerinden yoksun bırakıldığı, bu yüzden başvurucuya şahsi olarak aşırı ve olağan dışı bir külfet yüklendiğinden söz konusu müdahalenin kamunun yararı ile başvurucunun mülkiyet hakkının korunması arasında kurulması gereken adil dengeyi başvurucu aleyhine bozduğu sonucuna varılmıştır.

56. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

Selahaddin MENTEŞ bu görüşe katılmamıştır.

3. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

57. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

 “(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…

 (2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

58. Başvurucu, manevi tazminat ödenmesi ve yeniden yargılama yapılmasına karar verilmesi talebinde bulunmuştur.

59. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan ([GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018) kararında ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağı hususunda genel ilkeler belirlenmiştir. Anayasa Mahkemesi diğer bir kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal kararının yerine getirilmemesinin sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin devamı anlamına geleceği gibi ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle sonuçlanacağına işaret etmiştir (Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019).

60. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural mümkün olduğunca eski hâle getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması, ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan, §§ 55- 57).

61. İhlalin mahkeme kararından kaynaklandığı veya mahkemenin ihlali gideremediği durumlarda Anayasa Mahkemesi, 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası ile Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün 79. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın bir örneğinin ilgili mahkemeye gönderilmesine hükmeder. Anılan yasal düzenleme, usul hukukundaki benzer hukuki kurumlardan farklı olarak ihlali ortadan kaldırmak amacıyla yeniden yargılama sonucunu doğuran ve bireysel başvuruya özgülenen bir giderim yolunu öngörmektedir. Bu nedenle Anayasa Mahkemesi tarafından ihlal kararına bağlı olarak yeniden yargılama kararı verildiğinde usul hukukundaki yargılamanın yenilenmesi kurumundan farklı olarak ilgili mahkemenin yeniden yargılama sebebinin varlığını kabul hususunda herhangi bir takdir yetkisi bulunmamaktadır. Dolayısıyla böyle bir karar kendisine ulaşan mahkemenin yasal yükümlülüğü, ilgilinin talebini beklemeksizin Anayasa Mahkemesinin ihlal kararı nedeniyle yeniden yargılama kararı vererek devam eden ihlalin sonuçlarını gidermek üzere gereken işlemleri yerine getirmektir (Mehmet Doğan, §§ 58, 59; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), §§ 57-59, 66, 67).

62. Somut olay bağlamında kamulaştırma usulleri uygulanmaksızın başvurucunun mülkiyet hakkının korunmasının gerektirdiği usul güvencelerinden yoksun bırakılması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır. Dolayısıyla somut başvuruda ihlalin mahkeme kararından kaynaklandığı anlaşılmaktadır.

63. Bu durumda mülkiyet hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Yapılacak yeniden yargılama ise bireysel başvuruya özgü düzenleme içeren 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu kapsamda yapılması gereken iş, yeniden yargılama kararı verilerek Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar verilmesinden ibarettir. Bu sebeple kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere Gaziantep Bölge Adliye Mahkemesi 6. Hukuk Dairesine gönderilmesine karar verilmesi gerekmektedir.

64. İhlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılamanın yeterli bir giderim sağlayacağı anlaşıldığından tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerektiği sonucuna ulaşılmıştır.

65. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 257,50 TL harç ve 3.000 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.257,50 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA OYBİRLİĞİYLE,

B. Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE Selahaddin MENTEŞ'in karşıoyu ve OYÇOKLUĞUYLA,

C. Kararın bir örneğinin Anayasa'nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere Gaziantep Bölge Adliye Mahkemesi 6. Hukuk Dairesine (E.2017/35) GÖNDERİLMESİNE,

D. Tazminat talebinin REDDİNE,

E. 257,50 TL harç ve 3.000 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.257,50 TL yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,

F. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucuların Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 8/9/2020 tarihinde karar verildi.

 

 

 

KARŞIOY GEREKÇESİ

1. Olayda başvurucunun toplam büyüklüğü 2.184,95 m² olan arsa niteliğindeki taşınmazının 1.249,75 m²lik kısmının üzerinden kamulaştırma yapılmadan veya idari irtifak tesis edilmeden 1986 yılında enerji nakil hattı geçirilmiştir. Başvurucu TEİAŞ aleyhine Mahkemede kamulaştırmasız el atma nedeniyle fazlaya ilişkin haklarını saklı tutmak suretiyle tazminat davası açmıştır.

2. Mahkemece yapılan keşif sonucunda düzenlenen bilirkişi raporunda irtifak nedeniyle taşınmazın değerinin toplamda %57,19 oranında azaldığı, irtifak bedelinin ise 293.770,02 TL olduğu belirtilmiş, ancak yerleşik Yargıtay içtihatlarına göre arsa vasfındaki taşınmazlar için değer düşüklüğü oranının %50'yi geçemeyeceği dikkate alınarak irtifak bedeli 257.693 TL olarak hesaplanmıştır.

3. Mahkeme bilirkişi raporundaki hesaplama yöntemini kabul etmiş ise de başvurucunun talebini de dikkate alarak 220.000 TL tutarındaki maddi tazminatın davalı idareden alınarak başvurucuya ödenmesine karar vermiştir.

4. Başvurucu, bilirkişi tarafından tespit edilen 257.693 TL'nin kalan kısmı olan 37.693 TL'nin tazmini istemiyle ek dava açmıştır. Mahkeme davayı kabul ederek 37.693 TL'nin tazminat olarak başvurucuya ödenmesine hükmetmiştir. Davalı idare diğer iddialarının yanında asıl dava dosyasında taşınmazın değer kaybının %57,19 olarak belirlenmesinin usul ve yasaya aykırı olduğunu da ileri sürerek istinaf başvurusunda bulunmuştur. Bölge Adliye Mahkemesi yukarıda belirtildiği üzere (bkz. § 21) detaylı bir biçimde önceki davaya sunulan bilirkişi raporunun kesin delil teşkil edip etmeyeceğini tartıştıktan sonra somut olayın koşullarında bunun takdiri delil olarak kabulü gerektiği sonucuna ulaşmıştır. Bölge Adliye Mahkemesi bundan sonra bilirkişi raporunda irtifak değer düşüklüğü oranının belirlenmesinde hesap hataları yapıldığını tespit etmiştir. Bölge Adliye Mahkemesine göre değer düşüklüğü oranı %57,19 değil, %28,59'dur. Bu oran dikkate alındığında başvurucunun toplam olarak talep edebileceği (irtifak bedeli) tutarı 147.348,85 TL'dir. Dolayısıyla da ek davanın reddine karar verilmesi gerekmektedir.

5. Anayasa Mahkemesi çoğunluğu ise Bölge Adliye Mahkemesinin bu yaklaşımının mülkiyet hakkının usul güvencelerine aykırı olduğu sonucuna ulaşmıştır. Çoğunluk kararı bu değerlendirmeyi Bölge Adliye Mahkemesinin belirlediği tutarın taşınmazın gerçek bedeline tekabül edip etmediğinden bağımsız olarak yapmıştır. Aşağıda açıklayacağım gerekçelerle çoğunluğun ulaştığı sonuca katılmıyorum:

6. Çoğunluk kararında "başvurucunun mülkiyet hakkının korunmasının gerektirdiği usul güvencelerinden yoksun bırakıldığı" ifade edilmiş ise de hangi anayasal usul güvencesinin ihlal edildiği açıklanmamıştır. Bilindiği gibi malikin mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin hukuka aykırılığıyla ilgili iddialarını ileri sürebileceği ve gerekirse uğradığı zararın tazminini isteyebileceği yargısal mekanizmaların oluşturulması, bu yargı sürecinde de malikin tüm esaslı iddialarının titizlikle incelenmesi ve araştırılması, malikin idarenin karşısında dezavantajlı konuma düşürülmemesi ve yargılamanın sonucunda da ilgili ve yeterli gerekçe içeren bir karar verilmesi mülkiyet hakkının usul güvencelerindedir. Ancak mülkiyet hakkının usul güvenceleriyle kastedilenin anayasal düzeydeki güvenceler olduğu unutulmamalıdır. Anayasa Mahkemesinin yükümlülüğü anayasal düzeydeki güvencelere uyulup uyulmadığını denetlemek olup kanuni düzeydeki güvencelere aykırı davranılıp davranılmadığını inceleme görevi bulunmamaktadır.

7. Çoğunluğun gerekçesi gözetildiğinde aslında kapsamı ve sınırları yargı kararlarında ve doktrinde dahi tartışmalı olan kanun düzeyindeki bir güvencenin anayasal güvence seviyesine çıkarıldığı görülmektedir. Çoğunluk kararında, kesin delilin bağlayıcılığı kuralının anayasal bir güvence olduğu kabul edilmiştir. Oysa kesin delilin bağlayıcılığı biçiminde bir ilkeyi Anayasa'dan türetmek mümkün değildir. Hukuk devleti ilkesi de böyle bir ilkenin kaynağı olamaz.

8. Ne tür delillerin kesin delil niteliğinde olduğu da tartışmalıdır. Yargıtayda bu hususta bir görüş birliği bulunmamaktadır. Dolayısıyla Anayasa Mahkemesinin bu meseleye müdahil olmaması gerekir. Usul hükümlerinin uygulanması ve yorumlanması derece mahkemelerinin takdirindedir. Anayasa Mahkemesi ancak bariz takdir hatası veya keyfilik bulunması halinde buna müdahale edebilir.

9. Somut olayda Bölge Adliye Mahkemesinin kararına bakıldığında çok kaliteli bir tartışmanın sonucunda ana yargılamadaki bilirkişi raporunun ek davada kesin delil teşkil etmediği sonucuna ulaşıldığı görülmektedir. Bölge Adliye Mahkemesinin tespitine göre bilirkişi, değer düşüklüğü oranını sadece irtifak alanı için değil, tüm taşınmaz için hesaplamış ve bu suretle malike ödenmesi gereken tazminat tutarını olması gerekenden daha yüksek belirlemiştir. Bölge Adliye Mahkemesi bilirkişi tarafından yapılan bu hatanın temyiz itirazında ileri sürülmemiş olmasını ve dolayısıyla Yargıtay tarafından tartışılmamış olmasını gözeterek bilirkişi raporunun kesin delil değil, ancak takdiri delil olabileceği sonucuna ulaşmıştır. Bölge Adliye Mahkemesi bilirkişi raporunun delil niteliği tartışmış gerekçelerini ortaya koyarak neden hükme esas almadığını belirtmiştir. Bu koşullarda Bölge Adliye Mahkemesinin bilirkişi raporunun takdiri delil olduğu yolundaki yaklaşımının bariz takdir hatası veya keyfilik içerdiğini söylemek haksızlık olur. Dolayısıyla Anayasa Mahkemesinin müdahalesini gerektiren bur durum bulunmamaktadır.

10. Kamulaştırmasız el atma durumunda anayasal yönden sağlanması gereken güvence taşınmazın gerçek bedelinin ödenmesidir. Mülkiyet hakkının usul güvencelerinin temel amacı taşınmazın gerçek bedelinin belirlenmesini sağlamaktır. Taşınmazın gerçek bedeline hükmedildiği tespit edildikten sonra birtakım usul hükümlerine uyulmamış olması mülkiyet hakkının ihlaline yol açmaz. Usul güvenceleri taşınmazın gerçek bedelinin tespitine hizmet ettiği ölçüde anayasal öneme sahiptir. Usul güvencelerinin taşınmazın gerçek bedelinin tespitinden bağımsız bir anayasal önemi bulunmamaktadır. Bu bağlamda Anayasa Mahkemesi yönünden önem taşıyan husus taşınmazın gerçek bedelinin ödenip ödenmediğidir. Anayasa Mahkemesince yapılacak inceleme ise taşınmazın gerçek bedelinin ödenip ödenmediğiyle sınırlı olacaktır.

11. Çoğunluk kararında Bölge Adliye Mahkemesinin ek davayı reddetmesinin taşınmazın gerçek bedelinin tespitine etkisi bulunup bulunmadığından bağımsız olarak değerlendirme yapılmıştır. Diğer bir ifadeyle çoğunluk kararında salt önceki bilirkişi raporuyla yapılan tespitin aynen kabul edilmemiş olması sebebiyle ihlal bulunmuş; Bölge Adliye Mahkemesinin ek davada belirlediği tutarın taşınmazın gerçek değerini yansıtıp yansıtmadığı yönünde bir değerlendirme yapılmamıştır. Bu yaklaşım taşınmazın kendisini değil de asıl davada bilirkişi tarafından belirlenen tutarı mülk haline getirmektedir. Oysa uyuşmazlığa konu mülk, üzerinden enerji nakil hattı geçirilen taşınmazdır, bilirkişinin hesapladığı tutar değil.

12. Çoğunluk kararındaki yaklaşım kapsamı ve sınırları yargı kararlarında ve doktrinde bile tartışmalı olan kesin delilin bağlayıcılığı ilkesini, anayasal bir güvence olduğu hususunda tereddüt bulunmayan kesin hükmün dokunulmazlığı ilkesinin bile ötesine geçirmiştir. Bilindiği gibi kesin hükmün dokunulmazlığı ilkesi bile mutlak değildir. İstisnai hallerde kesin hükmün kaldırılmasının Anayasa'ya aykırı olmayabileceği kabul edilmektedir. Çok ağır yargısal hataların yapıldığı hallerde kesinleşmiş bir hükmün makul sayılabilecek bir süre içinde başvurulması koşuluyla kaldırılmasının Anayasa'yı ihlal etmeyeceği Anayasa Mahkemesi kararlarında kabul edilmektedir. Nitekim yargılamanın yenilenmesi gibi müesseselerin amacı da budur. Yargıtayın özellikle iş uyuşmazlıklarına bakan dairelerinde -hesaplama yanlışlığı gibi- çok bariz hataların yapılması halinde maddi hata düzeltme yoluyla kesinleşmiş hükümler kaldırılabilmektedir. Bilirkişi raporunda tespit edilen tutarın bile -açık hata bulunsa dahi- değiştirilemeyeceğinin savunulması Yargıtayın iş uyuşmazlıklarına bakan dairelerinin tüm uygulamalarının Anayasa aykırı olduğunun kabulü anlamına gelecektir.

13. Yukarıda belirtilen gerekçeler birlikte değerlendirildiğinde başvurucunun sebepsiz zenginleşmesine yol açacak şekilde hatalı bir hesaplamaya dayandığı açık olan bir bilirkişi raporunun, kapsamı ve sınırları yargı kararlarında ve doktrinde bile tartışmalı olan ve anayasal bir güvence mahiyetinde olmayan kesin delilin bağlayıcılığı biçimindeki usul hukuku ilkesi gerekçe gösterilerek başka bir yargılamada bağlayıcı olduğunun kabulü isabetli değildir. Hakikatte söz konusu bilirkişi raporunun delil değerini takdir etmek derece mahkemesinin yetkisindedir. Bölge Adliye Mahkemesinin gerekçesine bakıldığında bu yetkinin kullanımında keyfi davranılmadığı gibi bariz bir takdir hatası da yapılmamıştır. Başvurucu lehine hükmedilen 220.000 TL tazminatın taşınmazın gerçek değerini karşılamadığı da tespit edilmediğine göre başvuruya konu yargılamada mülkiyet hakkının anayasal güvencelerini ihlal eden hiçbir yön bulunmamaktadır.

Açıklanan gerekçelerle çoğunluk kararına katılmıyorum.

 

 

 

 

Üye

 Selahaddin MENTEŞ

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

REŞİT ERTAN BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2017/16522)

 

Karar Tarihi: 14/10/2020

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Hasan Tahsin GÖKCAN

Üyeler

:

Serdar ÖZGÜLDÜR

 

 

Burhan ÜSTÜN

 

 

Hicabi DURSUN

 

 

Selahaddin MENTEŞ

Raportör

:

Mahmut ALTIN

Başvurucu

:

Reşit ERTAN

Vekili

:

Av. Rojbin TUĞAN KALKAN

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, kamulaştırmasız el atma nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 5/1/2017 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, başvuru hakkında görüş bildirilmesine gerek olmadığını beyan etmiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:

A. Uyuşmazlığın Arka Planı

8. Başvuru formundaki beyana göre başvurucu, çatışmaların yoğunlaşması üzerine 1995 yılında köyünü terk etmek zorunda kalmıştır.

9. Hakkâri'ye bağlı Sikin köyü Hebabil mevkiinde bulunan ve 16/12/1943 tarihli ve 40 sayılı tapu kaydına göre başvurucunun hisse sahibi olduğu taşınmazda kadastro çalışmaları yapılmıştır. Kadastro çalışmaları sonrasında Hakkâri'nin Çaltıkoru köyünde bulunan, başvuru konusu 112 ada 9 ve 11 parsel sayılı taşınmazlar başvurucu adına tespit edilmiştir.

10. Kadastro çalışmalarından önce başvurucu ve diğer müşterek malikler 30/6/2003 tarihinde Hakkâri Asliye Hukuk Mahkemesinde (Mahkeme) Millî Savunma Bakanlığı aleyhine kamulaştırmasız el atma nedeniyle tazminat davası açmıştır. Mahkemece 16/12/2011 tarihinde dava konusu taşınmazın üzerinde yer alan birliğin Millî Savunma Bakanlığına bağlı bir askerî birlik olmayıp İçişleri Bakanlığına bağlı bir karakol olduğu gerekçesiyle davanın husumetten reddine karar verilmiştir.

B. Başvuru Konusu Yargılama Süreci

11. Başvurucu 11/9/2012 tarihinde aynı mahkemede bu kez İçişleri Bakanlığı ve İl Özel İdaresi aleyhine aynı taşınmazlarla ilgili olarak kamulaştırmasız el atma nedeniyle tazminat ve ecrimisil davası açmıştır. Başvurucu taşınmazlarına kamulaştırma yapılmaksızın el konulduğunu ve uzun zamandan beri jandarma karakolu tarafından kullanıldığını, karakol binası, eklentileri, gözetleme kuleleri ve diğer karakol eklentileri yapıldığını, etrafının çitlendiğini, tellerle çevrildiğini iddia etmiştir. Başvurucu ayrıca taşınmazlarına girişinin engellendiğini ve davalı İl Özel İdaresi tarafından hem köye hem de karakola ulaşım sağlamak için yol geçirildiğini, taşınmazlarının tahrip edilerek kullanılamaz hâle getirildiğini ve kullanımının uzun zamandan beri engellendiğini ileri sürmüştür.

12. Mahkemece 14/5/2013 tarihinde başvurucu ve vekilinin yokluğunda bilirkişiler marifetiyle taşınmazlarda keşif yapılmıştır. Keşif Tutanağı'nda; taşınmazların arasından yol geçtiği, kısmen tel içinde yer aldığı, yoldan geçişe engel bir barikatın bulunmadığı, eski barikatların yerinde mevcut olduğu fakat girişi engellemediği belirtilmiştir.

13. Kadastro bilirkişi raporunda 112 ada 9 parsel sayılı taşınmazda el atılan alanın 766,30 m², 112 ada 11 parsel sayılı taşınmazda el atılan alanın 26.974,54 m² olduğu belirtilmiştir. Raporda el atmanın ne şekilde gerçekleştiğine ilişkin açıklamada bulunulmamıştır.

14. Mülk bilirkişisi ile ziraat bilirkişileri tarafından hazırlanan 27/6/2013 tarihli bilirkişi raporunda; taşınmazlar üzerinde herhangi bir ürünün ekili olmayıp sulama arkı bulunmadığı ve taşınmaz üzerindeki mahsulün kuru çayır olduğu belirtilerek taşınmazın değeri ve ecrimisil hesabı yapılmıştır. Raporda el atmanın ne şekilde gerçekleştiğine ilişkin açıklamada bulunulmamıştır.

15. Mahkemece 21/11/2013 tarihinde davanın reddine karar verilmiştir. Kararın gerekçesinde; başvuru konusu taşınmazların eski karakol binasının yakınında yer aldığı, karakolun keşif anında kullanılmadığı, terk edilmiş olduğu, çevresinde kısmen tellerin olduğu ancak giriş çıkışı engeller durumda olmadığının gözlemlendiği açıklanarak kamulaştırmasız el atma olgusunun keşif günü itibarı ile gerçekleşmediği belirtilmiştir. Ecrimisil talebi yönünden ise taşınmazlara el koymanın ne zaman gerçekleştiği, el koymaya ne zaman son verildiği hususlarıyla ilgili delil sunulmadığı açıklanarak ecrimisil talebinin ispatlanamadığı ifade edilmiştir.

16. Başvurucu tarafından temyiz edilen karar, Yargıtay 5. Hukuk Dairesince (Daire) 20/10/2014 tarihinde onanmıştır. Başvurucunun karar düzeltme talebi de aynı Daire tarafından 4/4/2016 tarihinde reddedilmiştir.

17. Nihai karar 7/12/2016 tarihinde tebliğ edilmiştir.

18. Başvurucu 5/1/2017 tarihinde başvuruda bulunmuştur.

C. Başvurucunun Kardeşinin Açtığı Benzer Dava Süreci

19. Mahkemece 14/5/2013 tarihinde başvurucu ve vekilinin yokluğunda bilirkişiler marifetiyle taşınmazlarda keşif yapılmıştır. Keşif Tutanağı'nda; taşınmazların arasından yol geçtiği, kısmen tel içinde yer aldığı, yoldan geçişe engel bir barikatın bulunmadığı, eski barikatların yerinde mevcut olduğu fakat girişi engellemediği belirtilmiştir.

20. Başvurucunun kardeşinin 112 ada 10, 12 ve 13 parsel sayılı taşınmazlarla ilgili olarak kamulaştırmasız el atma nedeniyle mahkemede açtığı tazminat ve ecrimisil davası da benzer gerekçelerle reddedilmiştir.

21. Başvurucunun kardeşi tarafından temyiz edilen karar, Dairece 20/10/2014 tarihinde bozulmuştur. Kararın gerekçesinde yeniden keşif yapılıp Jandarma Genel Komutanlığından gelen yazı cevabı da dikkate alınarak gerekirse tanık da dinlemek suretiyle dava konusu taşınmazlara el atılıp atılmadığı, bu durum söz konusu ise hangi tarihte el atıldığı, taşınmazın fiilen kullanmasına engel bir durumun olup olmadığı, giriş çıkışın serbest olup olmadığı hususlarının araştırılıp sonucuna göre karar verilmesi gerektiği belirtilmiştir.

22. Bozma kararına uyan Mahkemece 6/7/2015 tarihinde İçişleri Bakanlığı ve Jandarma Genel Komutanlığı aleyhine açılan davanın kısmen kabulüne, Hakkâri İl Özel İdaresi aleyhine açılan davanın reddine karar verilmiştir. Kararda, kamulaştırmasız el atma nedeniyle başvuru konusu 112 ada 12 ve 13 parsel sayılı taşınmazlarda fiilî el atmanın sürdüğü ancak 10 parsel sayılı taşınmazda el atmanın söz konusu olmadığı belirtilmiştir.

23. Kararın gerekçesinde dava konusu 12 ve 13 parsel sayılı taşınmazların 10/10/2013 tarihli Jandarma Genel Komutanlığının cevap yazısına göre 1. derece askerî güvenlik bölgesinde olduğu ve giriş çıkışın serbest olmadığı belirtilmiştir. Ayrıca yapılan keşifte anılan parsellerin jandarma karakolunun hemen yanında olup üzerinde karakol güvenliği için muhtelif ve düzenli şekilde geçişi engellemek için dikenli tellerin bulunduğu, böylece fiilî el atmanın kalıcı bir şekilde taşınmazların tamamı üzerinde sürdürüldüğü ifade edilmiştir. Buna karşın söz konusu tutanakta da belirtildiği gibi 10 parsel sayılı taşınmaza giriş çıkışın serbest olduğu, bu durumun keşifte dinlenen mahallî bilirkişi beyanı ve yapılan gözlemle de doğrulandığı açıklanmıştır.

24. Davalılar tarafından temyiz edilmeyip başvurucunun kardeşi tarafından temyiz edilen karar 30/5/2019 tarihinde onanmıştır. Davalı İçişleri Bakanlığı tarafından karar düzeltme talebinde bulunulmuş olup dosya derdesttir.

IV. İNCELEME VE GEREKÇE

25. Mahkemenin 14/10/2020 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun İddiaları

26. Başvurucu 1998 yılından beri hukuka aykırı olarak kamulaştırma yapılmaksızın karakol binası, gözetleme kuleleri, savunma mevzileri ve atış poligonları ile diğer karakol eklentileri yapılarak, karakolun etrafının tellerle çevrilerek ve mayınlanarak taşınmazlarına el konulduğunu belirtmiştir. Başvurucu ayrıca taşınmazlarından karakol için yol geçirildiğini, taşınmazlarının tahrip edilerek kullanılamaz hâle getirildiğini ve taşınmazlarına girişinin engellenerek daha önce ekip biçtiği taşınmazlarını uzun zamandan beri kullanamadığını ileri sürmüştür. Öte yandan başvurucu, taşınmazları içindeki su kaynaklarının karakola taşınması nedeniyle diğer taşınmazlarının da verimsiz hâle geldiğinden yakınmıştır. Bu nedenlerle taşınmazlarını satamadığını da beyan etmiştir.

27. Başvurucu iddialarının tartışılmadığını ve hâkimin keşifteki gözlemine ve kadastro bilirkişi raporuna rağmen karakolda görevli askerlerce tutulmuş 10/10/2013 tarihli tutanağa dayanılarak ve yeterli gerekçe belirtilmeden davanın reddine karar verilmesinin hakkaniyete ve maddi gerçeğe aykırı olduğunu ifade etmiştir. Başvurucu bununla birlikte diğer köylülerin ve kardeşinin açtığı davalar kabul edilmesine rağmen kendi davasının reddedildiğini vurgulamıştır.

28. Başvurucu; belirtilen gerekçelerle hakkaniyete uygun yargılanma, gerekçeli karar, savunma, etkili başvuru ile mülkiyet haklarının ve eşitlik ilkesinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

B. Değerlendirme

29. Anayasa'nın "Mülkiyet hakkı" kenar başlıklı 35. maddesi şöyledir:

"Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.

Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir.

Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz."

30. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucu mülkiyet hakkı ile yukarıda belirtilen diğer haklarının ve ilkelerin ihlal edildiğini ileri sürmektedir. Ancak başvurucunun şikâyetlerinin özünün kamulaştırmasız el atma iddiasına ilişkin olduğu gözetildiğinde şikâyetlerin tümünün mülkiyet hakkı kapsamında incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

31. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Esas Yönünden

32. Anayasa'nın 35. maddesinin birinci fıkrasında "Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir" denilmek suretiyle mülkiyet hakkı güvenceye bağlanmıştır. Anayasa'nın anılan maddesiyle güvenceye bağlanan mülkiyet hakkı, ekonomik değer ifade eden ve parayla değerlendirilebilen her türlü mal varlığı hakkını kapsamaktadır (AYM, E.2015/39, K.2015/62, 1/7/2015, § 20). Bu bağlamda, mülk olarak değerlendirilmesi gerektiğinden kuşku bulunmayan menkul ve gayrimenkul mallar ile bunların üzerinde tesis edilen sınırlı ayni haklar ve fikrî hakların yanı sıra icrası kabil olan her türlü alacak da mülkiyet hakkının kapsamına dâhildir (Mahmut Duran ve diğerleri, B. No: 2014/11441, 1/2/2017, § 60).

33. Anayasa Mahkemesinin daha önceki kararlarında tapulu taşınmazın mülkiyet hakkı kapsamında korunan ekonomik bir değer ifade ettiği kabul edilmiştir. Ayrıca müdahalenin kişiyi mülkiyetten yoksun bıraktığı sonucuna varılmıştır (Celalettin Aşçıoğlu, B. No: 2013/1436, 6/3/2014; Mustafa Asiler, B. No: 2013/3578, 25/2/2015; İbrahim Oğuz ve diğerleri, B. No: 2013/5926, 6/10/2015; Şevket Karataş [GK], B. No: 2015/12554, 25/10/2018).

34. Mülkiyet hakkının usule ilişkin güvenceleri, hem özel kişiler arasındaki mülkiyet uyuşmazlıklarında hem de taraflardan birinin kamu gücü olduğu durumlarda geçerlidir. Bu bağlamda mülkiyet hakkının korunmasının söz konusu olduğu durumlarda usule ilişkin güvencelerin somut olayda sağlandığından söz edilebilmesi için derece mahkemelerinin kararlarında konu ile ilgili ve yeterli gerekçe bulunmalıdır. Ayrıca belirtilmesi gerekir ki bu zorunluluk davacının bütün iddialarına cevap verilmesi anlamına gelmemekle birlikte mülkiyet hakkını ilgilendiren davanın sonucuna etkili esasa ilişkin temel iddia ve itirazlar yargılama makamlarınca özenli bir şekilde değerlendirilerek karşılanmalıdır (Kamil Darbaz ve Gmo Yapı Grup End. San. Tic. Ltd. Şti., B. No: 2015/12563, 24/5/2018, § 53).

35. Somut olayda başvurucunun mülkiyetinde bulunan taşınmazlara kamulaştırmasız el atıldığı iddia edilerek tazminat ve ecrimisil davası açılmıştır. Mahkemece taşınmazlarda keşif yapılarak bilirkişi raporları alınmış ve taşınmazların terk edilip kullanılmayan eski karakol binasının yakınında yer aldığı, çevresinin kısmen tellerle çevrili olduğu ancak giriş çıkışı engeller durumda olmadığı açıklanıp kamulaştırmasız el atma olgusunun gerçekleşmediği belirtilerek davanın reddine karar verilmiştir.

36. Öncelikle başvurucu, karakolda görevli askerler tarafından tutulan 10/10/2013 tarihli tutanak dayanak alınarak Mahkemece davanın reddedildiğini belirtmiş ise de başvuru formu ekinde sunulan, Merkez İlçe Jandarma Komutanlığı tarafından düzenlenen 10/10/2013 tarihli Araştırma Tutanağı'nın başvuru konusu dosyaya ilişkin olmayıp başvurucunun kardeşinin davacı olduğu dosyaya ilişkin olduğunu vurgulamak gerekir.

37. Başvurucunun kardeşinin açtığı ve başvurucuya ait parsellere komşu parsellerle ilgili dosyada Dairece taşınmazlara el atılıp atılmadığı, bu durum söz konusu ise hangi tarihte el atıldığı, taşınmazların fiilen kullanmasına engel bir durumun olup olmadığı, giriş çıkışın serbest olup olmadığı hususlarının araştırılması gerektiği gerekçesiyle bozma kararı verilmiştir. Mahkemece bozma kararına uyularak jandarma karakolunun hemen yanında olan, başvurucunun kardeşine ait parsellerin 1. derece askerî güvenlik bölgesinde olduğu ve karakol güvenliğini sağlamak ve geçişi engellemek için çekilen dikenli tellerin fiilî el atmaya neden olduğu gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiştir (bkz. §§ 19-23).

38. Başvuru konusu davada Keşif Tutanağı'nda taşınmazların arasından yol geçtiği, taşınmazların üzerinde tellerin ve eski barikatların mevcut olduğu ifade edilmiştir. Gerekçeli kararda da bu hususlara değinilmiş ve taşınmazların yakınında terk edilmiş bir karakolun bulunduğu açıklanmıştır (bkz. §§ 12-15). Bununla birlikte Mahkeme kararında keşif tutanağı ve bilirkişi raporlarındaki belirlemelerin aksinin net bir şekilde ortaya konulamadığı anlaşılmaktadır.

39. Sonuç olarak başvuru konusu davada somut ve yeterli bir gerekçe gösterilmedenkarar verilmiştir. Dolayısıyla mülkiyet hakkının korunmasının gerektirdiği özende bir inceleme yapılmadığından müdahale ölçüsüzdür.

40. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

3. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

41. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

 “(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…

 (2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

42. Başvurucu 250.000 TL maddi tazminat ve 80.000 TL manevi tazminat ödenmesini talep etmektedir.

43. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan kararında ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağı hususunda genel ilkeler belirlenmiştir (B. No: 2014/8875, 7/6/2018, [GK]). Mahkeme diğer bir kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal kararının yerine getirilmemesinin sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin devamı anlamına geleceği gibi ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle sonuçlanacağına da işaret etmiştir (Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B.No: 2016/12506, 7/11/2019).

44. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural mümkün olduğunca eski hâle getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması, ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan, §§ 55, 57).

45. İhlalin mahkeme kararından kaynaklandığı veya mahkemenin ihlali gideremediği durumlarda Anayasa Mahkemesi, 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası ile İçtüzük’ün 79. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca, ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın bir örneğinin ilgili mahkemeye gönderilmesine hükmeder. Anılan yasal düzenleme, usul hukukundaki benzer hukuki kurumlardan farklı olarak, ihlali ortadan kaldırmak amacıyla yeniden yargılama sonucunu doğuran ve bireysel başvuruya özgülenen bir giderim yolunu öngörmektedir. Bu nedenle Anayasa Mahkemesi tarafından ihlal kararına bağlı olarak yeniden yargılama kararı verildiğinde, usul hukukundaki yargılamanın yenilenmesi kurumundan farklı olarak ilgili mahkemenin yeniden yargılama sebebinin varlığını kabul hususunda herhangi bir takdir yetkisi bulunmamaktadır. Dolayısıyla böyle bir karar kendisine ulaşan mahkemenin yasal yükümlülüğü, ilgilinin talebini beklemeksizin Anayasa Mahkemesinin ihlal kararı nedeniyle yeniden yargılama kararı vererek devam eden ihlalin sonuçlarını gidermek üzere gereken işlemleri yerine getirmektir (Mehmet Doğan, §§ 58-59; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), §§ 57-59, 66-67).

46. Başvuru konusu kararda yeterli gerekçe gösterilmemesi nedeniyle başvurucuların mülkiyet hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır. Dolayısıyla somut başvuruda ihlalin mahkeme kararından kaynaklandığı anlaşılmaktadır.

47. Bu durumda mülkiyet hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Yapılacak yeniden yargılama ise bireysel başvuruya özgü düzenleme içeren 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu kapsamda yapılması gereken iş, yeniden yargılama kararı verilerek Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar verilmesinden ibarettir. Bu sebeple kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere Hakkâri Asliye Hukuk Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekmektedir.

48. İhlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılamanın yeterli bir giderim sağlayacağı anlaşıldığından tazminat taleplerinin reddine karar verilmesi gerektiği sonucuna ulaşılmıştır.

49. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 257,50 TL harç ve 3.000 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.257,50 TL tutarındaki yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

V. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Kararın bir örneğinin mülkiyet hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere Hakkâri Asliye Hukuk Mahkemesine (E.2012/306, K.2013/373) GÖNDERİLMESİNE,

D. Tazminat taleplerinin REDDİNE,

E. 257,50 TL harç ve 3.000 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.257,50 TL yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,

F. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 14/10/2020 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

İLHAN BEGEÇ BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2018/23068)

 

Karar Tarihi: 26/5/2021

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Hasan Tahsin GÖKCAN

Üyeler

:

Hicabi DURSUN

 

 

Yusuf Şevki HAKYEMEZ

 

 

Selahaddin MENTEŞ

 

 

İrfan FİDAN

Raportör

:

Mahmut ALTIN

Başvurucu

:

İlhan BEGEÇ

Vekili

:

Av. Şükrullah KURUL

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru; uzun süren haksız elkoyma nedeniyle talep edilen kazanç kaybı isteminin reddedilmesi, tespit edilen zarar miktarının düşüklüğü ile zarar miktarı üzerinden ayrıca indirim yapılması ve tazminat miktarından yüksek vekâlet ücretine hükmedilmesi nedenleriyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 27/7/2018 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:

A. Ceza Soruşturması ve Kovuşturması Süreci

8. Başvurucu hakkında uyuşturucu veya uyarıcı madde ticareti yapma veya sağlama suçundan başlatılan soruşturma kapsamında 23/11/2004 tarihinde başvurucuya ait 47 DP 1.. plaka Dacia marka, 1993 model otomobile el konulmuştur.

9. Diyarbakır Kriminal Polis Laboratuvarı tarafından düzenlenen 13/7/2005 tarihli ekspertiz raporunda, başvuruya konu araçta ele geçirilen net ağırlığı 5.991 gram gelen yeşil renkli toz maddenin toplam net ağırlığının 2.755,86 gram saf esrar olduğu tespit edilmiştir.

10. Başvurucu 23/11/2004 -11/10/2005 tarihleri arasında tutuklu kalmıştır.

11. Başvurucu hakkında uyuşturucu madde ticareti yapma suçuyla ilgili Mardin 1. Ağır Ceza Mahkemesince verilen yetkisizlik kararı sonrasında 5/2/2008 tarihinde Diyarbakır 4. Ağır Ceza Mahkemesince başvurucunun mahkûmiyetine karar verilmiştir. Bununla birlikte aracın müsaderesine yer olmadığına ve hüküm kesinleştiğinde yedieminde bulunan aracın başvurucuya iadesine karar verilmiştir. Kararda, araç suçta kullanılmış ise de suça konu uyuşturucu maddenin miktarı dikkate alınarak müsaderesinin işlenen suça nazaran daha ağır sonuçlar doğuracağı açıklanarak müsaderenin hakkaniyete aykırı olacağı belirtilmiştir.

12. Başvurucu tarafından temyiz edilen karar 13/4/2015 tarihinde Yargıtay 20. Ceza Dairesince onanmıştır.

13. Başvuru konusu araç 9/6/2015 tarihinde teslim edilmiştir.

B. Başvuru Konusu Tazminat Davası Süreci

14. Başvurucu 24/6/2015 tarihinde Mardin 2. Asliye Hukuk Mahkemesinde (Mahkeme) haksız elkoyma nedeniyle Maliye Hazinesi aleyhine tazminat davası açmıştır. Başvurucu dava dilekçesinde; koşulları oluşmadığı hâlde aracına el konulduğunu, aracın korunması için gerekli tedbirlerin alınmadığını ve aracın zamanında geri verilmediğini beyan etmiştir. Başvurucu, on bir yıl süren elkoyma tedbiri nedeniyle aracın hurda hâline geldiğini izah ederek araçta aşınma ve çürüme nedeniyle meydana gelen değer kaybına karşılık 10.000 TL; on bir yıl boyunca aracın kullanılamaması nedeniyle de 40.000 TL olmak üzere toplam 50.000 TL tazminatın elkoyma tarihinden itibaren işleyecek faiziyle birlikte ödenmesini talep etmiştir.

15. Mahkemece, önceki bilirkişi raporuna itirazların giderilmesi amacıyla Karayolları Genel Müdürlüğü fen heyetinden oluşan üç kişilik bilirkişi heyetinden rapor aldırılmıştır. Raporda, aracın el konulduğu 23/11/2004 tarihindeki ikinci el piyasa değerinin 4.000 TL olduğu, aracın teslim edildiği 9/6/2015 tarihindeki ikinci el piyasa değerinin 7.500 TL civarında olduğu, aracın teslim tarihindeki hurda bedelinin 500 TL olduğu kabul edilerek başvurucunun zararın 7.000 TL olduğu tespit edilmiştir. Öte yandan aracın hususi otomobil olduğu, ticari olarak kullanılmadığı, aracın elkoyma tarihinde on bir yaşında olması nedeniyle ekonomik ömrünü tamamlamak üzere bulunduğu, aracın yaşı, marka ve modeli piyasa rayiçleri değerlendirildiğinde araçta elde edilen net faydanın başvurucunun tutuklu hâlinin sona erdiği günün ertesi günü 12/10/2005 tarihinde başlayacağı ve her yıl %10 oranında azalacağı, aracın on beş yaşından sonra kullanımının ekonomik olarak mümkün bulunmaması nedeniyle kazanç kaybının da olmayacağı belirtilmiştir. Buna göre ortalama kazanç kaybının 5.627,29 TL olacağı, çekme ücreti olan 80 TL'nin makul olduğu, aracın pert işlemine tabi tutulması gerektiği, yenisinin ikamesi için on beş günlük sürenin yeterli olduğu, bu süre zarfındaki yolculuk giderinin 450 TL olacağı ifade edilerek toplam zararın 12.797,29 TL olduğu rapor edilmiştir.

16. Mahkemece yukarıda özetlenen bilirkişi raporu esas alınarak 30/11/2017 tarihinde davanın kısmen kabulüyle 12.797,29 TL maddi tazminatın elkoyma tarihi olan 23/11/2004 tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle ödenmesine karar verilmiştir. Kararda ayrıca başvurucu lehine 1.980 TL maktu vekâlet ücretine hükmedilirken başvurucu aleyhine davalı lehine 4.442,30 TL nispi vekâlet ücretine hükmedilmiştir.

17. Tarafların kararı istinaf etmeleri üzerine Gaziantep Bölge Adliye Mahkemesi 4. Hukuk Dairesi (Daire) 28/5/2018 tarihinde Mahkeme kararını kaldırıp davanın kısmen kabulüyle 3.540 TL maddi tazminatın 23/11/2004 tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle ödenmesine karar vermiştir. Kararda ayrıca başvurucu lehine 2.180 TL nispi vekâlet ücretine hükmedilirken başvurucu aleyhine davalı lehine 5.790,60 TL nispi vekâlet ücretine hükmedilmiştir.

18. Daire kararının gerekçesinde, başvurucunun uyuşturucu madde ticareti yapma suçundan hapis cezası ile cezalandırıldığı, uyuşturucu madde taşımada kullanılan aracın uyuşturucu maddenin miktarı dikkate alınarak müsadere edilmediği, dolayısıyla elkoymanın haksız olmadığı vurgulanmıştır. Öte yandan emsal Yargıtay kararlarına göre başvurucunun sadece aracın bedelini talep edebileceği ancak kazanç kaybı ve sair taleplerinin zararın doğmasına başvurucunun kendi kusuru ile sebep olduğundan bu talebin reddine karar verilmesi gerektiği belirtilmiştir. Buna göre araç bedelinin 7.000 TL olduğu, 80 TL'de çekici ücreti olmak üzere 7.080 TL talep edebileceği, ancak emsal Yargıtay içtihatlarına göre zararın oluşumunda başvurucunun da müterafik/bölüşük kusuru bulunduğundan 11/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 52. maddesi gereğince zarardan %50 indirim yapılarak 3.540 TL'ye kesin olarak hükmedildiği ifade edilmiştir.

19. Nihai karar başvurucu vekiline 9/7/2018 tarihinde tebliğ edilmiştir.

20. Başvurucu 27/7/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

IV. İLGİLİ HUKUK

A. Ulusal Hukuk

1. İlgili Mevzuat

21. 4/4/1929 tarihli ve 1412 sayılı mülga Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu’nun 86. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

"Tahkikat için sübut vasıtalarından olmak üzere faydalı görülen yahut musadereye tabi olan eşya muhafaza veya başka bir suretle emniyet altına alınır."

22. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 141. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

 “(1) Suç soruşturması veya kovuşturması sırasında;

...

j) Eşyasına veya diğer malvarlığı değerlerine, koşulları oluşmadığı halde elkonulan veya korunması için gerekli tedbirler alınmayan ya da eşyası veya diğer malvarlığı değerleri amaç dışı kullanılan veya zamanında geri verilmeyen,

...

Kişiler, maddî ve manevî her türlü zararlarını, Devletten isteyebilirler.”

23. 5271 sayılı Kanun'un 132. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

 “(1) Elkonulan eşya, zarara uğraması veya değerinde esaslı ölçüde kayıp meydana gelme tehlikesinin varlığı halinde, hükmün kesinleşmesinden önce elden çıkarılabilir.

...

 (4) Elkonulan eşyanın değerinin muhafazası ve zarar görmemesi için gerekli tedbirler alınır.

 (5) Elkonulan eşya, soruşturma evresinde Cumhuriyet Başsavcılığı, kovuşturma evresinde mahkeme tarafından, bakım ve gözetimiyle ilgili tedbirleri almak ve istendiğinde derhâl iade edilmek koşuluyla, muhafaza edilmek üzere, şüpheliye, sanığa veya diğer bir kişiye teslim edilebilir. Bu bırakma, teminat gösterilmesi koşuluna da bağlanabilir.

 (6) Elkonulan eşya, delil olarak saklanmasına gerek kalmaması halinde, rayiç değerinin derhâl ödenmesi karşılığında, ilgiliye teslim edilebilir. Bu durumda müsadere kararının konusunu, ödenen rayiç değer oluşturur. ”

24. 6098 sayılı Kanun’un “Zararın ve kusurun ispatı” kenar başlıklı 50. maddesi şöyledir:

"Zarar gören, zararını ve zarar verenin kusurunu ispat yükü altındadır.

Uğranılan zararın miktarı tam olarak ispat edilemiyorsa hâkim, olayların olağan akışını ve zarar görenin aldığı önlemleri göz önünde tutarak, zararın miktarını hakkaniyete uygun olarak belirler."

25. 6098 sayılı Kanun’un haksız fiilden doğan borç ilişkilerinde tazminatın indirilmesinin düzenlendiği 51. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

"Hâkim, tazminatın kapsamını ve ödenme biçimini, durumun gereğini ve özellikle kusurun ağırlığını göz önüne alarak belirler."

26. 6098 sayılı Kanun’un haksız fiilden doğan borç ilişkilerinde tazminatın indirilmesinin düzenlendiği 52. maddesi şöyledir:

"Zarar gören, zararı doğuran fiile razı olmuş veya zararın doğmasında ya da artmasında etkili olmuş yahut tazminat yükümlüsünün durumunu ağırlaştırmış ise hâkim, tazminatı indirebilir veya tamamen kaldırabilir.

 Zarara hafif kusuruyla sebep olan tazminat yükümlüsü, tazminatı ödediğinde yoksulluğa düşecek olur ve hakkaniyet de gerektirirse hâkim, tazminatı indirebilir."

27. 6098 sayılı Kanun'un haksız fiillerden doğan borç ilişkilerinin ceza hukuku ile ilişkisinin düzenlendiği 74. maddesi ise şöyledir:

"Hâkim, zarar verenin kusurunun olup olmadığı, ayırt etme gücünün bulunup bulunmadığı hakkında karar verirken, ceza hukukunun sorumlulukla ilgili hükümleriyle bağlı olmadığı gibi, ceza hâkimi tarafından verilen beraat kararıyla da bağlı değildir. Aynı şekilde, ceza hâkiminin kusurun değerlendirilmesine ve zararın belirlenmesine ilişkin kararı da, hukuk hâkimini bağlamaz."

28. 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 323. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

 “(1) Yargılama giderleri şunlardır:

...

ğ) Vekille takip edilen davalarda kanun gereğince takdir olunacak vekâlet ücreti.

h) Yargılama sırasında yapılan diğer giderler. ”

29. 6100 sayılı Kanun'un 326. maddesi şöyledir:

 “(1) Kanunda yazılı hâller dışında, yargılama giderlerinin, aleyhine hüküm verilen taraftan alınmasına karar verilir.

 (2) Davada iki taraftan her biri kısmen haklı çıkarsa, mahkeme, yargılama giderlerini tarafların haklılık oranına göre paylaştırır.

 (3) Aleyhine hüküm verilenler birden fazla ise mahkeme yargılama giderlerini, bunlar arasında paylaştırabileceği gibi, müteselsilen sorumlu tutulmalarına da karar verebilir.”

30. 6100 sayılı Kanun'un 330. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:

 “Vekil ile takip edilen davalarda mahkemece, kanuna göre takdir olunacak vekâlet ücreti, taraf lehine hükmedilir.”

31. 19/3/1969 tarihli ve 1136 sayılı Avukatlık Kanunu'nun 164. maddesinin birinci ve beşinci fıkraları şöyledir:

 “Avukatlık ücreti, avukatın hukukî yardımının karşılığı olan meblâğı veya değeri ifade eder.

Dava sonunda, kararla tarifeye dayanılarak karşı tarafa yüklenecek vekâlet ücreti avukata aittir. Bu ücret, iş sahibinin borcu nedeniyle takas ve mahsup edilemez, haczedilemez.”

2. Yargıtay İçtihadı

32. Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin 12/6/2014 tarihli ve E.2013/16129, K.2014/9778 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:

"...Dava, haksız elkoyma nedeni ile uğranılan maddi zararın ödetilmesi istemine ilişkindir. Mahkemece istemin bir bölümü kabul edilmiş; karar davalı tarafından temyiz edilmiştir.

...

Dosya arasındaki bilgi ve belgelerden, davacının aracında faturasız olarak akaryakıt taşınması nedeni ile akaryakıta ve araca el konulduğu, araç maliki olan davacının da içinde bulunduğu bir kısım sanıklar hakkında kaçakçılık suçundan açılan ceza davasında zamanaşımı süresinin dolması nedeni ile davanın ortadan kaldırılmasına karar verildiği anlaşılmaktadır. El konulan araç ceza yargılaması sırasında satılarak bedeli depo edilmiş, aracın davacıya iadesi kararının kesinleşmesinden sonra işlemiş faizi ile birlikte davacıya eldeki davanın açılmasından sonra iade edildiği anlaşılmıştır.

Şu durumda davacı ceza davasında beraat etmediği gibi aracında taşınan akaryakıtın kaçak olmadığını da ispat edememiştir. Türk Medeni Kanunu 2. maddesinde; Herkes, haklarını kullanırken ve borçlarını yerine getirirken dürüstlük kurallarına uymak zorundadır, bir hakkın açıkça kötüye kullanılmasını hukuk düzeni korumaz biçimindeki genel ilke ve Türk Borçlar Kanunu 52/1. (818 sayılı BK 44.) maddesindeki 'Zarar gören, zararı doğuran fiile razı olmuş veya zararın doğmasında ya da artmasında etkili olmuş yahut tazminat yükümlüsünün durumunu ağırlaştırmış ise hâkim, tazminatı indirebilir veya tamamen kaldırabilir' hükmü uyarınca araç bedeli faizi ile birlikte davacıya iade edildiğine göre bu bölüm istem hakkında karar verilmesine yer olmadığına, kazanç kaybı ve sair talepleri yönünden ise zararın doğmasına davacı kendi kusuru ile neden olduğundan tazminat isteminin reddine karar verilmesi gerekirken kısmen kabulü doğru olmamış kararın bu nedenle bozulması gerekmiştir..."

33. Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin 20/3/2017 tarihli ve E.2015/14420, K.2017/1789 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:

"...Dava, haksız elkoymadan kaynaklanan tazminat istemine ilişkindir. Mahkemece, istemin kısmen kabulüne karar verilmiş; karar, davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Mahkemece, araçlar fiilen bulunamadığından araç bedelinin ve yoksun kalınan karın davalıdan tahsiline karar verilmiştir.

a)Dosyadaki bilgi ve belgeler ile Erciş Ağır Ceza Mahkemesi 2008/202-2009/201 sayılı dosyası kapsamından; davacıya ait aracın seyri sırasında kolluk güçlerince yapılan kontrolde araçtaki gizli bölmelerde 52 tane yabancı uyruklu şahsın bulunduğu ve araçlara göçmen kaçakçılığı suçunda kullanıldığı gerekçesiyle 19/09/2002 tarihinde el konulduğu anlaşılmaktadır. Araçta bulunan şahısların ifadelerinde, yurt dışına geçiş için davacıya ait araca bindirildiklerini beyan ettikleri, araç sürücüsü sanık [Ö.G.nin], olaydan haberdar olmadığını, göçmenleri araca abisi ve davacının da eşi olan [M.H.G.nin] gizlice bindirdiği yönünde savunmada bulunduğu, hatta davacının kendisini telefonla arayarak '...abisi [M.H.G.nin] kalp hastası olduğu, cezaevine girerse ölebileceğinden, suçu üstlenmesi gerektiğini...' söylediğine dair savunmada bulunduğu anlaşılmaktadır. Dosya kapsamına göre de aracın göçmen kaçakçılığı suçunda kullanıldığı sabit olup, davacının araç maliki olarak bu eylemden haberdar olmadığı düşünülemez, aksinin kabulü hayatın olağan akışına da aykırıdır. Aracının göçmen kaçakçılığı suçunda kullanılmasına izin veren davacının el konulan dönemde aracı kullanamamadan kaynaklanan zararı olduğu iddiasıyla talep ettiği yoksun kalınan kara yönelik tazminat isteminin kabulüne karar verilmesi doğru olmamış, bu durum kararın bozulmasını gerektirmiştir.

...

c) Davacının ıslah dilekçesindeki talebinde kendince bir indirim yapması mahkemeyi bağlayıcı nitelikte olmadığı gibi, oluşan zararda davacının yukarıda açıklandığı şekildeki müterafik (bölüşük) kusuru bulunduğu açıktır. Bu durumda, hükmedilecek tazminat miktarından BK. 42, 43 ve 44 (TBK.52) maddeleri gereğince uygun miktarda indirim yapılarak sonucuna göre karar verilmesi gerekirken bu durumun gözardı edilmesi doğru olmamış ve kararın bozulması gerekmiştir...."

34. Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin 12/5/2016 tarihli ve E.2016/4703, K.2016/6597 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:

"...Davacı vekili, Bitlis Asliye Ceza Mahkemesinin 2005/169 esas sayılı dosyası ile müvekkiline ait araca 19/11/2002 tarihinde el konulduğunu, 06/07/2005 tarihinde aracın iadesine karar verildiğini, müvekkiline 15/05/2013 tarihinde kesinleşmiş ilamın tebliğ edildiğini, aracın kullanılamaz hale geldiğini belirterek uğradığı maddi ve manevi zararın tazminini talep etmiştir.

...

Mahkemece, davanın idari işlem nedeniyle uğranılan zararın tazmini istemine ilişkin olduğu, idari yargı yerinde açılması gerektiği belirtilerek görevsizlik kararı verilmiştir.

Dava, BK’nın 41. ve devamı maddelerinde düzenlenen, haksız eyleme dayalı tazminat davasıdır. Genel hükümler uyarınca davacı, uğradığı zararın tazminini talep edebilir, bu hususta Hazinenin sorumluluğuna ilişkin açık bir düzenlemenin varlığına gerek bulunmamaktadır. BK’nın 41. vd. maddelerinde; zararın ve tazminat miktarının tayini ile belirlenecek tazminatın tenkisi halleri de hüküm altına alınmıştır. Anılan maddeler gereğince dava konusu uyuşmazlık değerlendirilmeli; somut olayın oluşu, hal ve mevkiin icabı, hatanın ağırlığı, bölüşük kusur halinin bulunup bulunmadığı hususları tartışılarak, gerekirse hakkaniyet indirimi de yapılmak sureti ile tazminatın miktarı belirlenmelidir. Yukarıda açıklanan ilkeler uyarınca; işin esasına girilerek sonucuna göre karar verilmesi gerekirken yanılgılı gerekçe ile davanın adli yargı yerinde görülmesi gerektiği gözetilmeden görevsizlik kararı verilmesi doğru görülmemiş; hükmün, bu nedenle bozulması gerekmiştir..."

35. Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin 2/12/2019 tarihli ve E.2019/823, K.2019/5729 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:

"...

Ceza dosyası kapsamından; 4926 sayılı kanuna muhalefet nedeniyle açılan kamu davasının zamanaşımı nedeniyle ortadan kaldırılmasına karar verildiği anlaşılmaktadır. Mahkeme, aynı hükümde kaçak oldukları bilirkişi raporu ile sabit olan elektronik eşyaların da müsaderesine karar vermiş olup bu durum davacının ağır kusurunu oluşturmaktadır. Şu halde; davacının müterafik (bölüşük) kusuru gözetilerek hesaplanacak tazminattan BK.43 (TBK.51) maddesi gereğince uygun miktarda indirim yapılıp sonucuna göre karar verilmesi gerekirken mahkemece bilirkişi raporundaki tespite göre %10 gibi çok düşük oranda yapılan indirim üzerinden karar verilmesi de hakkaniyete uygun olmamıştır..."

36. Yargıtay 12. Ceza Dairesinin 19/11/2018 tarihli ve E.2018/4959, K.2018/10881 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:

 "... Somut olayda, 5607 sayılı Kanuna aykırılık suçu kapsamında el konulan kamyon iyi niyetli üçüncü kişi konumundaki davacı şirkete ait olduğu anlaşıldıktan sonra da elkoyma tedbirinin fiili olarak uygulanmasına devam edilmiştir. El konulan aracın fiilen alıkonulması yerine trafik siciline şerh konulmasının niçin yetersiz kaldığı, 5271 sayılı CMK'nun 128. maddesinin dördüncü fıkrası uyarınca kara, deniz ve hava ulaşım araçları hakkında verilen elkoyma kararlarının sicile şerh verilmek suretiyle icra olunacağı düzenlendiği halde, hangi gerekçe ile araca fiilen el konulduğu, mahkeme kararından anlaşılamamaktadır. Mahkeme davacı şirketi somut olay bakımından iyi niyetli üçüncü kişi konumunda olduğunu kabul ederek aracın kendisine iadesine karar vermiştir. Anayasa Mahkemesinin 20/9/2017 tarih ve 2014/14195 başvuru numaralı kararında da belirtiği üzere suçta kullanılan veya suça konu eşyalara el konulması; bu eşyaların yeniden suçta kullanılmalarının önüne geçilmesi, caydırıcılığın sağlanması ve muhtemel bir müsaderenin sonuçsuz kalmasını önlemek gibi amaçlar taşımaktadır. Bununla birlikte kamu makamlarının söz konusu tedbirleri alırken kişilerin mülkiyet haklarının korunmasını da gözetmeleri gerekmektedir. Fiilen elkoyma tedbirinin uygulanması, kişilerin geçici süreyle de olsa mülkünden yoksun bırakılması gibi ağır bir sonuca yol açmaktadır. El konulan aracın müsadere edilemeyeceğinin anlaşılmasına ve davacı şirketin aracının sicil kaydına şerh konulmak suretiyle daha az zarara yol açabilecek bir yolun da varlığına rağmen yargılama sonuna kadar kamyona fiilen el konulması şeklindeki müdahalenin 5271 sayılı CMK'nun 128. maddesinin dördüncü fıkrasına aykırı olduğu gibi ölçülülük ilkesi ile de bağdaşmadığı anlaşılmaktadır. Tüm bu açıklamalar ışığında, davacının tazminat talebi doğrultusunda zararını karşılayacak uygun bir maddi tazminata karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde davanın reddine karar verilmesi [kanuna aykırıdır.]..."

B. Uluslararası Hukuk

37. İlgili uluslararası hukuk için bkz. Hikmet Gıda Sanayi ve Ticaret A.Ş., B. No: 2016/4557, 4/7/2019, §§ 36-41.

V. İNCELEME VE GEREKÇE

38. Mahkemenin 26/5/2021 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun İddiaları

39. Başvurucu, elkoymanın uzun sürmesi ve haksız elkoyma nedeniyle talep edilen kazanç kaybı isteminin reddedilmesi, tespit edilen zarar miktarının düşüklüğü ile zarar miktarı üzerinden ayrıca %50 indirim yapılmasından ve tazminat miktarından yüksek vekâlet ücretine hükmedilmesinden yakınmaktadır.

40. Başvurucu, suç işleyerek soruşturma açılmasında kusurunun olduğunu ancak koşulları oluşmadığı hâlde aracına el konulduğunu savunmuştur. Başvurucu bununla birlikte ceza yargılaması süreci on bir yıl sürmeyip daha kısa sürede tamamlanmış olsaydı aracını çürümeden kullanma imkânına kavuşacağına işaret etmiştir. Buna göre başvurucu kendisinin kusurlu olmadığını, on bir yıl süren elkoyma sürecinde aracını kullanamadığı için kazanç kaybına hükmedilmesi gerekirken zararın doğmasına kendisinin sebebiyet verdiği gerekçesiyle talebinin reddedilmesinin takdir hatası olduğunu ileri sürmüştür.

41. Başvurucu ayrıca hem zarar miktarının düşük belirlenmesinin hem de bu düşük bedel üzerinden ayrıca %50 takdiri indirim yapılmasının emsal Yargıtay kararlarına ve hakkaniyete aykırı olduğunu öne sürmüştür.

42. Başvurucu öte yandan düşük de olsa 3.540 TL tazminat alabilecekken aleyhine 5.790,60 TL vekâlet ücretine hükmedilmesiyle bu tazminattan da mahrum kaldığını vurgulamıştır.

43. Başvurucu sonuç olarak yukarıda belirtilen gerekçelerle adil yargılanma ve mülkiyet hakları ile eşitlik, hukuki güvenlik ve belirlilik ilkelerinin ihlal edildiğini iddia etmiştir.

B. Değerlendirme

44. Anayasa’nın "Mülkiyet hakkı" kenar başlıklı 35. maddesi şöyledir:

 “Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.

Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir.

Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz.”

45. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun şikâyetlerinin özü, el konulan araç nedeniyle oluşan zararlarının ödenmemesi olduğundan şikâyetlerin bir bütün olarak mülkiyet hakkı kapsamında incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.

1. Araç Değerinin Tespiti ve Hakkaniyet İndirimine İlişkin Şikâyetler Yönünden

46. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 48. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre Anayasa Mahkemesince açıkça dayanaktan yoksun başvuruların kabul edilemez olduğuna karar verilebilir. Başvurucunun ihlal iddialarını temellendiremediği, iddialarının salt kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlara ilişkin olduğu, temel haklara yönelik bir müdahalenin olmadığı veya müdahalenin meşru olduğu açık olan başvurular ile karmaşık veya zorlama şikâyetlerden ibaret başvurular açıkça dayanaktan yoksun kabul edilebilir (Hikmet Balabanoğlu, B. No: 2012/1334, 17/9/2013, § 24).

47. Somut olayda Mahkemenin, davanın kısmen kabulüyle 12.797,29 TL maddi tazminatın faiziyle ödenmesine dair kararı, Dairece kaldırılarak davanın kısmen kabulüyle 3.540 TL maddi tazminatın faiziyle ödenmesine hükmedilmiştir. Daire kararının gerekçesinde, emsal Yargıtay kararlarına göre başvurucunun sadece aracın bedelini talep edebileceği ve kazanç kaybı ile sair taleplerinin zararın doğmasına başvurucunun kendi kusuru ile sebebiyet verdiğinden bu talebin reddine karar verilmesi gerektiği belirtilmiştir. Ayrıca 7.080 TL araç bedeli üzerinden emsal Yargıtay içtihatlarına göre zararın oluşumunda başvurucunun da müterafik/bölüşük kusuru bulunduğundan %50 indirim yapılarak 3.540 TL tazminat ödenmesi gerektiği ifade edilmiştir.

48. Başvurucu, zarar miktarının tespitinde aracının değerinin düşük belirlendiğini ileri sürmüştür. Mahkemece, hükme esas alınan bilirkişi raporunda aracın teslim edildiği 9/6/2015 tarihindeki ikinci el piyasa değerinin 7.500 TL civarında olduğu, aracın teslim tarihindeki hurda bedelinin 500 TL olduğu kabul edilerek başvurucunun zararının 7.000 TL olduğu tespit edilmiştir. Başvurucu, bilirkişi heyet raporunda gösterilen hesaplama yönetime ilişkin olarak başvuru formunda bir açıklamada bulunmamış ve söz konusu ihlal iddiasına ilişkin bilgi ve belge sunmamıştır.

49. Başvurucu tespit edilen araç bedel üzerinden %50 takdiri indirim yapılmasının emsal Yargıtay kararlarına ve hakkaniyete aykırı olduğunu da öne sürmüştür. Dairece, emsal Yargıtay içtihatlarına göre zararın oluşumunda başvurucunun da müterafik/bölüşük kusurlu olduğu gerekçesiyle 7.080 TL araç bedeli üzerinden %50 indirim yapılarak 3.540 TL maddi tazminata hükmedilmiştir. Başvurucunun iddiasının aksine Mahkeme gerekçesinde emsal alınan ve Yargıtay İçtihadı bölümünde de alıntılanan kararlar birlikte değerlendirildiğinde takdiri indirim yönünden kararda bariz takdir hatası veya açık bir keyfîlik oluşturan bir hususun bulunmadığı anlaşılmaktadır.

50. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Elkoyma Tedbirinin Uzun Sürmesi ve Kazanç Kaybına İlişkin Şikâyet Yönünden

a. Kabul Edilebilirlik Yönünden

51. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

b. Esas Yönünden

i. Mülkün Varlığı

52. Anayasa'nın 35. maddesiyle güvenceye bağlanan mülkiyet hakkı, ekonomik değer ifade eden ve parayla değerlendirilebilen her türlü mal varlığı hakkını kapsamaktadır (AYM, E.2015/39, K.2015/62, 1/7/2015, § 20). Somut olayda uyuşmazlığa konu aracın trafik sicilinde başvurucuya ait olduğu anlaşıldığından el konulan bu aracın başvurucu yönünden mülk teşkil ettiğinden kuşku bulunmamaktadır.

ii. Müdahalenin Varlığı ve Türü

53. Malikin mülkünü kullanma, semerelerinden yararlanma ve mülkü üzerinde tasarruf etme yetkilerinden herhangi birinin sınırlanması, mülkiyet hakkına müdahale teşkil eder (Recep Tarhan ve Afife Tarhan, B. No: 2014/1546, 2/2/2017, § 53). Anayasa Mahkemesi daha önce bir suç isnadına bağlı olarak uygulanan elkoyma tedbirinin mülkten geçici süreyle de olsa yoksun bırakma sonucuna yol açtığından dolayı mülkiyet hakkına müdahale teşkil ettiğini kabul etmiştir (Hanife Ensaroğlu, B. No: 2014/14195, 20/9/2017, § 52). Diğer taraftan somut olayda başvurucunun aracına bir ceza soruşturması sürecinde suçta kullanıldığı şüphesiyle ve muhtemel bir müsadereyi güvence altına almak için el konulmuştur. Bu durumda müdahalenin belirtilen amacı da gözetildiğinde mülkiyetin kamu yararına kullanımının düzenlenmesine ilişkin üçüncü kural çerçevesinde incelenmesi gerekmektedir (benzer yöndeki değerlendirmeler için bkz. Hanife Ensaroğlu, § 52; Onur Tur Uluslararası Nakliyat Ltd. Şti., B. No: 2015/947, 15/11/2018, § 52).

iii. Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı

54. Anayasa’nın "Temel hak ve hürriyetlerin sınırlanması" kenar başlıklı 13. maddesi şöyledir:

"Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz."

55. Anayasa’nın 35. maddesinde mülkiyet hakkı sınırsız bir hak olarak düzenlenmemiş, bu hakkın kamu yararı amacıyla ve kanunla sınırlandırılabileceği öngörülmüştür. Mülkiyet hakkına müdahalede bulunulurken temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasına ilişkin genel ilkeleri düzenleyen Anayasa'nın 13. maddesinin de gözönünde bulundurulması gerekmektedir. Dolayısıyla mülkiyet hakkına yönelik müdahalenin Anayasa'ya uygun olabilmesi için müdahalenin kanuna dayanması, kamu yararı amacı taşıması ve ayrıca ölçülülük ilkesi gözetilerek yapılması gerekmektedir (Recep Tarhan ve Afife Tarhan, § 62).

 (1) Kanunilik

56. Mülkiyet hakkına yönelik müdahalelerde ilk incelenmesi gereken ölçüt kanuna dayalı olma ölçütüdür. Bu ölçütün sağlanmadığı tespit edildiğinde diğer ölçütler bakımından inceleme yapılmaksızın mülkiyet hakkının ihlal edildiği sonucuna varılacaktır. Müdahalenin kanuna dayalı olması, müdahaleye ilişkin yeterince ulaşılabilir, belirli ve öngörülebilir kanun hükümlerinin bulunmasını gerektirmektedir (Türkiye İş Bankası A.Ş. [GK], B. No: 2014/6192, 12/11/2014, § 44; Ford Motor Company, B. No: 2014/13518, 26/10/2017, § 49; Necmiye Çiftçi ve diğerleri, B. No: 2013/1301, 30/12/2014, § 55).

57. Başvuru konusu olayda elkoyma tedbirinin 1412 sayılı mülga Kanun’un 86. maddesinin birinci fıkrasına dayanılarak uygulandığı görülmektedir. Bu hükmün ulaşılabilir, belirli ve öngörülebilir mahiyette olduğunda tereddüt bulunmamaktadır. Dolayısıyla müdahalenin kanunilik koşulunu taşıdığı anlaşılmaktadır.

 (2) Meşru Amaç

58. Anayasa'nın 13. ve 35. maddeleri uyarınca mülkiyet hakkı ancak kamu yararı amacıyla sınırlandırılabilmektedir. Kamu yararı kavramı, mülkiyet hakkının kamu yararının gerektirdiği durumlarda sınırlandırılmasına imkân verdiğinden bir sınırlandırma amacı olmasının yanı sıra mülkiyet hakkının kamu yararı amacı dışında sınırlanamayacağını öngörerek ve bu anlamda bir sınırlama sınırı oluşturarak mülkiyet hakkını etkin bir şekilde korumaktadır. Kamu yararı kavramı, devlet organlarının takdir yetkisini de beraberinde getiren bir kavram olup objektif bir tanıma elverişli olmayan bu ölçütün her somut olay temelinde ayrıca değerlendirilmesi gerekir (Nusrat Külah, B. No: 2013/6151, 21/4/2016, §§ 53, 56; Yunis Ağlar, B. No: 2013/1239, 20/3/2014, §§ 28, 29).

59. Somut olayda araca fiilen el konulması yönündeki tedbirin aracın yeniden suçta kullanılmasının önlenmesi, caydırıcılığın sağlanması ve muhtemel bir müsaderenin sonuçsuz kalmaması için gerekli görüldüğü anlaşılmaktadır. Dolayısıyla suçta kullanıldığı gerekçesiyle araca fiilen el konulmasının belirtilen şekilde kamu yararına dayalı meşru bir amacı bulunmaktadır (benzer yöndeki değerlendirmeler için bkz. Hanife Ensaroğlu, § 61).

(3) Ölçülülük

 (a) Genel İlkeler

60. Anayasa’nın "Devletin temel amaç ve görevleri" kenar başlıklı 5. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"Devletin temel amaç ve görevleri, … Cumhuriyeti ve demokrasiyi korumak, kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak; kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddî ve manevî varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmaktır."

61. Anayasa'nın 35. maddesinde bir temel hak olarak güvence altına alınmış olan mülkiyet hakkının gerçekten ve etkili bir şekilde korunabilmesi yalnızca devletin müdahaleden kaçınmasına bağlı değildir. Anayasa'nın 5. ve 35. maddeleri uyarınca devletin mülkiyet hakkının korunmasına ilişkin pozitif yükümlülükleri de bulunmaktadır. Bu pozitif yükümlülükler kimi durumlarda özel kişiler arasındaki uyuşmazlıklar da dâhil olmak üzere mülkiyet hakkının korunması için belirli tedbirlerin alınmasını gerektirmektedir (Eyyüp Boynukara, B. No: 2013/7842, 17/2/2016, §§ 39-41; Osmanoğlu İnşaat Eğitim Gıda Temizlik Hizmetleri Petrol Ürünleri Sanayi Ticaret Limited Şirketi, B. No: 2014/8649, 15/2/2017, § 44).

62. Ancak hemen belirtmek gerekir ki bazı durumlarda devletin pozitif ve negatif yükümlülüklerinin birbirinden ayrılması da mümkün olamamaktadır. Üstelik devletin ister pozitif isterse de negatif yükümlülükleri söz konusu olsun, uygulanacak ilkeler de çoğunlukla önemli ölçüde benzeşmektedir (Hesna Funda Baltalı ve Baltalı Gıda Hayvancılık San. ve Tic. Ltd. Şti. [GK], B. No: 2014/17196, 25/10/2018, § 70).

63. Mülkiyet hakkına üçüncü kişiler tarafından müdahalede bulunulması durumunda, bu müdahalenin malik üzerinde doğurduğu olumsuz sonuçların mümkünse eski hâle döndürülmesini, mümkün değilse malikin zarar ve kayıplarının telafi edilmesini sağlayan idari veya yargısal birtakım hukuki mekanizmaların oluşturulması devletin pozitif yükümlülüklerinin bir gereğidir. Bu bağlamda, hak ihlalinin sonuçlarının giderilmesi bakımından ne tür hukuki mekanizmaların öngörüleceği hususu devletin takdirindedir. Bu husus kural olarak Anayasa Mahkemesinin ilgi alanı dışındadır. Bununla birlikte, Anayasa Mahkemesinin tercih edilen idari veya yargısal mekanizmanın malik üzerinde doğurduğu olumsuz etkilerin düzeltilmesi bakımından yeterli ve elverişli olup olmadığı hususundaki denetim yetkisi saklıdır. Bu bağlamda düzeltici bir mekanizmanın hiç oluşturulmaması veya oluşturulan mekanizmanın müdahaleden önceki durumu tesis edici veya oluşan kayıpları giderici bir nitelik arz etmemesi durumunda mülkiyet hakkının devlete yüklediği pozitif yükümlülükler ihlal edilmiş olur (Osmanoğlu İnşaat Eğitim Gıda Temizlik Hizmetleri Petrol Ürünleri Sanayi Ticaret Limitet Şirketi, § 48).

64. Mülkiyet hakkının usule ilişkin güvenceleri hem özel kişiler arasındaki mülkiyet uyuşmazlıklarında hem de taraflardan birinin kamu gücü olduğu durumlarda geçerlidir. Bu bağlamda mülkiyet hakkının korunmasının söz konusu olduğu durumlarda usule ilişkin güvencelerin somut olayda sağlandığından söz edilebilmesi için derece mahkemelerinin kararlarında konu ile ilgili ve yeterli gerekçe bulunmalıdır. Ayrıca belirtmek gerekir ki bu zorunluluk davacının bütün iddialarına cevap verilmesi anlamına gelmemekle birlikte mülkiyet hakkını ilgilendiren davanın sonucuna etkili esasa ilişkin temel iddia ve itirazların yargılama makamlarınca özenli bir şekilde değerlendirilerek karşılanması gerekmektedir (Kamil Darbaz ve Gmo Yapı Grup End. San. Tic. Ltd. Şti., B. No: 2015/12563, 24/5/2018, § 53).

65. Anayasa Mahkemesi, muhtemel bir alacağın güvence altına alınarak etkisizleşmesinin önüne geçilmesi amacıyla ihtiyaç duyulan tedbirlerin alınması ve bu tedbirler kapsamında kamu makamlarının mülk üzerinde belirli bir süreyle hukuki tasarruflarda bulunulmasının sınırlandırılması bakımından geniş bir takdir yetkisi bulunduğunu kabul etmiştir. Ancak söz konusu tedbirlerin uygulanmasının mülk sahibine kaçınılmaz olandan aşırı bir külfet de yüklememesi gerektiği vurgulanmıştır. Bu doğrultuda hukuki ilişkinin diğer tarafının haklarını korumak için tedbiri uygulayan kamu makamlarının söz konusu tedbirin başvurucunun mülkiyet hakkına etkilerini de gözetmesi ve ölçüsüz bir müdahaleye yol açmaması gerekmektedir (Hesna Funda Baltalı ve Baltalı Gıda Hayvancılık San. ve Tic. Ltd. Şti., § 79).

66. Buna göre mülkiyet hakkını sınırlandıran bir tedbirin uygulanmasının ölçülü olabilmesi için gerek kapsamı gerekse de süresi itibarıyla orantılı olarak uygulanması gerekmektedir. Mülkiyet hakkına müdahale teşkil eden tedbirler uygulanması ve bu tedbirlerin belirli bir süre de devam etmesi ancak bireye şahsi olarak aşırı bir külfet yüklemediği takdirde ölçülü görülebilir. Diğer bir deyişle mülkiyet hakkına müdahale teşkil eden tedbirlerin söz konusu olduğu durumlarda tedbiri uygulayan kamu makamlarının ivedi olarak ve özenli bir biçimde davranma yükümlülükleri bulunmaktadır. Aksi hâlde yani tedbirin makul olmayan bir süre devam etmesi, mülkiyet hakkının tanıdığı yetkilerin kullanılmasının belirsiz olacak şekilde ötelenmesi suretiyle mülk sahibine orantısız bir külfet yüklemiş olur (Hesna Funda Baltalı ve Baltalı Gıda Hayvancılık San. ve Tic. Ltd. Şti., §§ 73-80).

 (b) İlkelerin Olaya Uygulanması

67. Elkoyma tedbirinin uygulanmasının kamu yararı amacını gerçekleştirmeye elverişli olduğu kuşkusuzdur. Gereklilik ölçütü yönünden ise öncelikle suçla mücadele çerçevesinde suçta kullanılan eşyaya el konulması bakımından kamu makamlarının belirli bir takdir yetkisinin olduğu kabul edilmelidir. Bununla birlikte bu takdir yetkisi çerçevesinde yapılan müdahale yönünden kamu makamlarının Anayasa'nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının korunmasının gerektirdiği güvenceleri de sağlamaları zorunludur.

68. Başvurucu, koşulları oluşmadığı hâlde elkoyma tedbirine karar verilmesinde ve yargı makamlarının uzun yargılaması sonucu elkoyma tedbirinin on bir yıl sürmesinde ve uygun şartlarda muhafaza edilmemesi nedeniyle aracın çürümesine sebebiyet verilmesinde idarenin kusurlu olduğunu, kendisinin ise kusurunun bulunmadığını vurgulamıştır.

69. Somut olayda elkoyma işleminin uyuşturucu madde ticareti suçundan yürütülen bir ceza soruşturması çerçevesinde yapıldığı anlaşılmaktadır. Buna göre kamu makamlarınca, suçta kullanıldığı şüphesiyle söz konusu araca el konulmuştur. Suçta kullanılan bir araca muhtemel bir müsadereyi güvence altına almak, aracın suçta yeniden kullanılmasını önlemek ve caydırıcılığın sağlanması gibi amaçlarla fiilen el konulması zorunlu görülebilir. Bu noktada sadece trafik siciline şerh verilmesi yeterli de görülmeyebilir, ancak her somut olay bağlamında elkoyma suretiyle yapılan müdahalenin orantılılığının tartışılması gerekmektedir.

70. 23/11/2004 tarihinde el konulan araç hakkında Mahkemece 5/2/2008 tarihinde suça konu 2.755,86 gram saf esrarın miktarı dikkate alınarak müsaderesinin işlenen suça nazaran daha ağır sonuçlar doğuracağı ve müsaderenin hakkaniyete aykırı olacağı belirtilerek aracın iadesine karar verilmiştir. Mahkemece kararın kesinleşmesinden sonra iadesine karar verildiğinden 13/4/2015 tarihinde kesinleşen karar üzerine 9/6/2015 tarihinde aracın iadesi gerçekleşmiştir. Diğer bir deyişle aracın el konulmasından Mahkeme kararının verildiği tarihe kadar 3 yıl 2 ay 13 gün; Mahkemenin iade kararından kararın kesinleşmesi tarihine kadar ise 7 yıl 2 ay 8 gün geçmiştir.

71. Buna göre muhtemel bir müsadereyi güvence altına almak amacıyla alınması gereken elkoyma kararının, mahkûmiyet kararı verildiği hâlde Mahkeme gerekçesinde de belirtildiği gibi uyuşturucu maddenin miktarıyla isnat edilen suç karşılaştırıldığında müsaderenin hakkaniyete aykırı sonuçlar doğuracağı soruşturmanın/yargılamanın başında öngörülebilecekken yaklaşık on bir yıl süren fiilî elkoymanın makul süreyi aştığı tartışmasızdır.

72. Bununla birlikte başvurucunun uyuşturucu madde ticareti yapma suçunu işlemesi nedeniyle kusurlu olduğu ortadadır. Ancak Mahkeme gerekçesinde de belirtildiği gibi uyuşturucu maddenin miktarı nazara alınarak müsadere kararı verilmediğine, başvurucunun uyuşturucu madde nakli suçundan yargılanmadığına ve Mahkemece kararın kesinleşmesinden sonra iadesine karar verilmesi nedeniyle Mahkemenin iade kararından kararın kesinleşmesi tarihine kadar geçen 7 yıl 2 ay 8 günlük süreçte fiilî elkoymanın devam ettirilmesinde başvurucunun kusurunun bulunmadığına dikkat çekmek gerekir.

73. Öte yandan somut olayın özellikleri itibarıyla uzayan yargılama sürecinde 5271 sayılı Kanun'un 132. maddesinde öngörülen fiilî elkoymaya alternatif ilgili tedbirlerin de değerlendirilmediği görülmüştür. Buna göre özellikle fiilî elkoyma tedbiri yerine trafik siciline şerh verilmek suretiyle de amaçlanan kamu yararı -muhtemel bir müsadereyi güvence altına alma- sağlanabilecekken bu tedbirin uygulanmadığına işaret etmek gerekir.

74. Yine 5271 sayılı Kanun'un 132. maddesi uyarınca elkonulan eşyanın istendiğinde derhâl iade edilmek koşuluyla, muhafaza edilmek üzere teminat karşılığında başvurucuya yediemin olarak teslim edilmesi tedbirinin de uygulanmadığını vurgulamak gerekir. Hâlbuki elkoyma tedbirinin trafik siciline şerh konularak uygulanması ya da teminat karşılığında başvurucuya aracın yediemin olarak verilmesi durumlarında, başvurucunun fiilî elkoymadan kaynaklanan kazanç kaybının önlenmesinin mümkün olduğu belirtilmelidir.

75. Dolayısıyla trafik siciline şerh verilerek veya teminat karşılığında başvurucuya yediemin olarak teslim edilerek uygulanma imkânı varken iade kararından sonra elkoymanın fiilî olarak devam ettirilmesi nedeniyle kamu makamları kusurlu olup, mülk sahibi başvurucunun kaçınılmaz olandan daha ağır bir zarara uğramasına sebebiyet verilmiştir. Buna mukabil başvurucunun bu husustaki itirazlarına ilişkin değerlendirmede bulunulmamıştır.

76. Bu durumda Dairece, başvurucunun kusuru nedeniyle kazanç kaybı istemi reddedilmiş ise de kamu makamlarının kusuru ve somut olayın özellikleri birlikte değerlendirilmeden karar verilmiştir. Bu çerçevede Daire kararının, başvurucunun uzun süren fiilî elkoymadan kaynaklanan kazanç kaybına ilişkin iddia ve itirazlarını karşılayacak ilgili ve yeterli bir gerekçe içermediği anlaşılmaktadır. Buna göre idari ve yargısal sürecin bütününe bakıldığında mülkiyet hakkının korunmasında usule ilişkin güvencelerin somut olayda yerine getirilmediği, başvurucunun bu güvencelerden yararlandırılmadığı sonucuna varılmıştır. Bu sebeple başvurucunun mülkiyet hakkı ile müdahalenin dayandığı kamu yararı arasında olması gereken adil denge başvurucu aleyhine bozulmuş olup mülkiyet hakkına yapılan müdahale ölçüsüzdür.

77. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

3. Aleyhe Vekâlet Ücretine İlişkin Şikâyet Yönünden

78. Başvurucunun elkoyma tedbirinin on bir yıl sürmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar verildiğinden vekâlet ücretine ilişkin şikâyet hakkında bu aşamada kabul edilebilirlik ve esas yönünden ayrıca bir inceleme yapılmasına gerek görülmemiştir.

C. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

79. 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

 “(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…

 (2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

80. Başvurucu, ihlalin tespit edilmesini istemiş ve yargılamanın yenilenmesi talebinde bulunmuştur.

81. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan ([GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018) kararında ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağı hususunda genel ilkeler belirlenmiştir. Anayasa Mahkemesi diğer bir kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal kararının yerine getirilmemesinin sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin devamı anlamına geleceği gibi ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle sonuçlanacağına işaret etmiştir (Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019).

82. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural, mümkün olduğunca eski hâle getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması, ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan, §§ 55- 57).

83. İhlalin mahkeme kararından kaynaklandığı veya mahkemenin ihlali gideremediği durumlarda Anayasa Mahkemesi, 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası ile Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün 79. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın bir örneğinin ilgili mahkemeye gönderilmesine hükmeder. Anılan yasal düzenleme, usul hukukundaki benzer hukuki kurumlardan farklı olarak ihlali ortadan kaldırmak amacıyla yeniden yargılama sonucunu doğuran ve bireysel başvuruya özgülenen bir giderim yolunu öngörmektedir. Bu nedenle Anayasa Mahkemesi tarafından ihlal kararına bağlı olarak yeniden yargılama kararı verildiğinde usul hukukundaki yargılamanın yenilenmesi kurumundan farklı olarak ilgili mahkemenin yeniden yargılama sebebinin varlığını kabul hususunda herhangi bir takdir yetkisi bulunmamaktadır. Dolayısıyla böyle bir karar kendisine ulaşan mahkemenin yasal yükümlülüğü, ilgilinin talebini beklemeksizin Anayasa Mahkemesinin ihlal kararı nedeniyle yeniden yargılama kararı vererek devam eden ihlalin sonuçlarını gidermek üzere gereken işlemleri yerine getirmektir (Mehmet Doğan, §§ 58, 59; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), §§ 57-59, 66, 67).

84. Başvurucunun açtığı tazminat davasında haksız elkoymanın uzun sürmesi ve kazanç kaybına uğraması nedeniyle de tazminat talebinde bulunmasına rağmen ilgili mevzuat, AİHM ve Mahkememiz içtihatları ve somut olayın özelliklerine göre değerlendirme yapılmaması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır. Dolayısıyla somut başvuruda ihlalin mahkeme kararından kaynaklandığı anlaşılmaktadır.

85. Bu durumda mülkiyet hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Yapılacak yeniden yargılama ise bireysel başvuruya özgü düzenleme içeren 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu kapsamda yapılması gereken iş, yeniden yargılama kararı verilerek Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar verilmesinden ibarettir. Bu sebeple kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak amacıyla Gaziantep Bölge Adliye Mahkemesi 4. Hukuk Dairesine gönderilmesini sağlamak üzere Mardin 2. Asliye Hukuk Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekmektedir.

86. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 294,70 TL harç ve 3.600 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.894,70 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. 1. Araç değerinin tespiti ile hakkaniyet indirimine ilişkin şikâyetler açısından mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddiaların açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

2. Elkoyma tedbirinin uzun sürmesi ve kazanç kaybı nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Elkoyma tedbirinin uzun sürmesi ve kazanç kaybı nedeniyle Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Kararın bir örneğinin mülkiyet hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak amacıyla Gaziantep Bölge Adliye Mahkemesi 4. Hukuk Dairesine gönderilmesini sağlamak üzere Mardin 2. Asliye Hukuk Mahkemesine (E.2015/248, K.2017/716) GÖNDERİLMESİNE,

D. 294,70 TL harç ve 3.600 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.894,70 TL yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,

E. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

F. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 26/5/2021 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

ALİ ZEYREK VE DİĞERLERİ BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2018/6376)

 

Karar Tarihi: 8/6/2021

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Kadir ÖZKAYA

Üyeler

:

Engin YILDIRIM

 

 

Celal Mümtaz AKINCI

 

 

Rıdvan GÜLEÇ

 

 

Basri BAĞCI

Raportör

:

Mahmut ALTIN

Başvurucular

:

1. Ali ZEYREK

 

 

2. Mehmet ZEYREK

 

 

3. Nuray BAYIR

Başvurucular Vekili

:

Av. Didem ZEYREK

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, kamulaştırma bedelinin ödenmemesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 23/2/2018 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucular, tebliğ edilen Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır.

III. OLAY VE OLGULAR

7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:

A. Uyuşmazlığın Arka Planı

8. Başvurucuların murisi adına kayıtlı Muğla'nın Milas ilçesine bağlı Ören köyünde bulunan 1324 ve 1330 parsel sayılı taşınmazların Kemerköy Termik Santrali stabilize malzeme sahası olarak kamulaştırılmasına yönelik Türkiye Elektrik Kurumu tarafından 8/9/1988 tarihinde kamu yararı kararı alınmıştır. Milas Asliye Hukuk Mahkemesince 1988 yılında söz konusu taşınmazların bedelleri tespit edilerek 10/11/1988 tarihli havale ile bankaya gönderilmiştir.

9. Elektrik Üretim A.Ş. Genel Müdürlüğü (İdare) tarafından, taşınmazların kamulaştırıldığı ve başvurucuların süresinde bedel arttırım davası açmadıkları gerekçesiyle taşınmazların tescili talebiyle başvurucular aleyhine 21/5/2007 tarihinde her iki parsel için ayrı ayrı Milas 2. Asliye Hukuk Mahkemesinde kamulaştırma davaları açılmıştır. Mahkemece, 3/6/2009 tarihinde davaların reddine karar verilmiştir. Kararların gerekçesinde;

 i. Kamulaştırma bedelinin başvuru konusu taşınmazla birlikte kamulaştırılan on beş adet taşınmazın kamulaştırma bedelleriyle birlikte toplu olarak Etibank Ankara Merkez Şubesine 10/11/1988 tarihinde yatırıldığı ve başvurucular adına yatırılan kamulaştırma bedelinin banka dekontuna ayrıntılı olarak yazılmadığı belirtilmiştir.

ii. Ayrıca yatırılan bedelin kim adına yatırıldığı ve kimlere ödeneceğine ilişkin banka kayıtlarında hiçbir açıklık bulunmadığı, bedelin yatırıldığı Etibankın 1996 yılında Halk bankasına devredildiği daha sonra da Denizbank ve Anadolu Bank olarak iki banka kurulmasına karar verildiği, 1998 yılında da Etibankın satılarak bankacılık faaliyetinin sona erdiği ifade edilmiştir.

iii. Birleşik Fon Bankasının 28/4/2009 tarihli yazısında, yatırılan kamulaştırma bedellerinin kimlere ait olduğunun anlaşılamadığı, ilgili hesapta yatırılan paranın hâlen durduğu, on yıldan fazla süre geçmiş olması nedeniyle kimlere ödeme yapıldığı ya da tamamının hak sahiplerine ödenip ödenmediğinin tespit edilemediği belirtilmiştir.

iv. Öte yandan kamulaştırma nedeniyle tescil kararı verilebilmesi için kamulaştırmanın kesinleşmesi ve takdir edilen bedelin malike ödenmek üzere millî bir bankaya yatırılmış olması gerektiği vurgulanmıştır. Buna göre sonuç olarak kamulaştırma işlemi ile tescil davası arasında yirmi yıldan fazla süre geçtiği, takdir edilen bedellerin hak sahibi adına açılmış bir hesaba yatırılmadığı, on beş adet taşınmaza ilişkin kamulaştırma bedelinin tek bir hesaba yatırıldığı, malikin bu bedeli alma imkânının kamulaştırma usulüne aykırı işlemlerle idarece ortadan kaldırıldığı açıklanarak tescil şartlarının oluşmadığı kabul edilmiştir.

10. Davacı İdare tarafından temyiz edilen kararlar, Yargıtay 18. Hukuk Dairesince (Daire) 25/10/2010 tarihinde onanmıştır.

B. Başvuru Konusu Dava Süreci

11. Bu kez başvurucular, İdarenin kendileri aleyhine açtığı kamulaştırma davalarının, kamulaştırma bedelinin usulüne uygun şekilde ödenmemesi nedeniyle tescil şartları oluşmadığı gerekçesiyle reddine karar verildiğini belirterek İdare aleyhine 1/6/2011 tarihinde Milas 1. Asliye Hukuk Mahkemesinde (Mahkeme) kamulaştırmasız el atma nedeniyle tazminat ve ecrimisil davası açmıştır.

12. Mahkemece, 5/3/2013 tarihinde davanın kabulüne karar verilmiştir. Kararın gerekçesinde, İdarenin açtığı kamulaştırma davasının reddine karar verildiğine değinilerek söz konusu kamulaştırma işlemine başlanılmış olmasına rağmen tamamlanmamış olduğu ifade edilmiştir. Bununla birlikte İdarenin, başvuru konusu taşınmaza el koyarak ve dolgu malzemesi için hafriyat kazmak suretiyle maliklerin mülklerini dilediği gibi kullanmalarına engel olduğu belirtilmiştir. Buna göre kamulaştırmasız el atma nedeniyle tazminat isteminin ve ayrıca İdarenin taşınmaza müdahalesinin haksız fiil niteliğinde olduğu değerlendirilerek ecrimisil talebinin haklı olduğu kabul edilmiştir.

13. Davalı İdare tarafından temyiz edilen karar, Dairece 16/6/2015 tarihinde bozulmuştur. Bozma kararında; taşınmazların kamu yararı kararı alınarak kamulaştırıldığı, kamulaştırma tebligatının 30/12/1988 tarihinde tapu maliki olan başvurucuların murisi Nuri Zeyrek'e bizzat tebliğ edildiği, bedelinin dava konusu taşınmazlarla birlikte kamulaştırılan on beş adet taşınmazın kamulaştırma bedelleri ile birlikte toplu olarak bankaya yatırıldığı belirtilmiştir. Bununla birlikte başvurucuların murisinin kamulaştırma işlemine karşı tebliğden itibaren otuz günlük süre içerisinde bedel artırım davası açma hakkını kullanmadığı vurgulanmıştır. Buna göre kamulaştırmanın adli ve idari yönden kesinleştiği açıklanarak başvurucuların kamulaştırmasız el atma nedenine dayalı olarak bedel talep hakları bulunmadığı ifade edilmiştir.

14. Başvurucular, bozma kararına karşı karar düzeltme talebinde bulunmuştur. Yargıtay 5. Hukuk Dairesince 28/12/2017 tarihinde karar düzeltme talebinin reddine karar verilerek dosya, Mahkemesine gönderilmiştir.

15. Karar düzeltme talebinin reddine dair karar, başvurucular vekiline 25/1/2018 tarihinde tebliğ edilmiştir.

16. Başvurucular 23/2/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

17. Mahkemece bozma ilamına uyularak bozma kararındaki gerekçelerle 19/9/2018 tarihinde davanın reddine karar verilmiştir.

18. Taraflarca temyiz edilen karar 5/3/2020 tarihinde düzeltilerek onanmıştır. Kararda başvurucuların bozma öncesi dava değerini ıslah ettiği açıklanarak davalı İdare lehine nispi vekâlet ücreti hükmedilmesi gerektiği belirtilmiştir. Buna göre davalı lehine 2.400 TL yerine 31.019,54 TL vekâlet ücretine hükmedilmiştir.

19. Başvurucuların karar düzeltme talebi de aynı Daire tarafından incelenerek 17/2/2021 tarihinde reddedilmiştir.

IV. İLGİLİ HUKUK

20. Konu hakkında ilgili hukuk için bkz. Adalet Bahadır ve diğerleri, B. No: 2017/28144, 2/12/2020, §§ 25-30.

V. İNCELENME VE GEREKÇE

21. Mahkemenin 8/6/2021 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucuların İddiaları ve Bakanlık Görüşü

22. Başvurucular, İdarenin açtığı kamulaştırma davasında verilen kamulaştırma bedelinin ödenmediğine dair kararın Yargıtayca onanıp kesinleşmesine rağmen kamulaştırmasız el atma davasında derece mahkemelerince dikkate alınmadan, hatalı olarak kamulaştırma bedelinin ödendiğinin kabul edilmesinden yakınmaktadır. Başvurucular ayrıca taşınmazın bedelinin ödenmediği gibi kullanımının da engellendiğini ileri sürmüştür. Sonuç olarak başvurucular bu gerekçelerle eşitlik ilkesiyle mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini iddia etmiştir.

23. Bakanlık görüşünde, başvuru konusu dosyanın derdest olması nedeniyle başvuru yollarının tüketilmediğini bildirmiştir. Bununla birlikte somut olayın özelliklerine göre esas yönünden yapılacak incelemede başvurunun açıkça dayanaktan yoksun olduğu vurgulanmıştır.

B. Değerlendirme

24. Anayasa’nın "Mülkiyet hakkı" kenar başlıklı 35. maddesi şöyledir:

 “Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.

Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir.

Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz.”

25. Anayasa'nın "Kamulaştırma" kenar başlıklı 46. maddesi şöyledir:

"Devlet ve kamu tüzelkişileri; kamu yararının gerektirdiği hallerde, gerçek karşılıklarını peşin ödemek şartıyla, özel mülkiyette bulunan taşınmaz malların tamamını veya bir kısmını, kanunla gösterilen esas ve usullere göre, kamulaştırmaya ve bunlar üzerinde idarî irtifaklar kurmaya yetkilidir.

Kamulaştırma bedeli ile kesin hükme bağlanan artırım bedeli nakden ve peşin olarak ödenir. Ancak, tarım reformunun uygulanması, büyük enerji ve sulama projeleri ile iskân projelerinin gerçekleştirilmesi, yeni ormanların yetiştirilmesi, kıyıların korunması ve turizm amacıyla kamulaştırılan toprakların bedellerinin ödenme şekli kanunla gösterilir. Kanunun taksitle ödemeyi öngörebileceği bu hallerde, taksitlendirme süresi beş yılı aşamaz; bu takdirde taksitler eşit olarak ödenir.

Kamulaştırılan topraktan, o toprağı doğrudan doğruya işleten küçük çiftçiye ait olanlarının bedeli, her halde peşin ödenir.

İkinci fıkrada öngörülen taksitlendirmelerde ve herhangi bir sebeple ödenmemiş kamulaştırma bedellerinde kamu alacakları için öngörülen en yüksek faiz uygulanır. "

26. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucular mülkiyet hakkıyla birlikte eşitlik ilkesi ve adil yargılanma hakkının da ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Ancak başvurucuların şikâyetlerinin özünün taşınmaz bedeline ilişkin olması nedeniyle başvurunun mülkiyet hakkı kapsamında incelenmesi uygun görülmüştür.

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

27. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Esas Yönünden

28. Anayasa'nın 11. maddesine göre Anayasa hükümleri; yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını, diğer kuruluş ve kişileri bağlayan temel hukuk kurallarıdır. Kamu makamlarının yargı kararlarına uyma zorunluluğunun dayanağı ise Anayasa'nın emredici nitelikteki 138. maddesinin dördüncü fıkrası hükmüdür. Bu bağlamda Anayasa'nın anılan hükümleri uyarınca devletin yargı kararlarına uyulmasını sağlayacak tedbirleri sağlaması ve gerekli mekanizmaları oluşturması zorunludur (Erol Aksoy [GK], B. No: 2016/11026, 12/12/2019, § 81).

29. Anayasa'nın 138. maddesinin dördüncü fıkrasına göre yasama ve yürütme organları ile idare, mahkeme kararlarına uymak zorundadır. Bu hükümde mahkeme kararlarına uyma ve bu kararları değiştirmeksizin yerine getirme hususunda yasama ve yürütme organları ile idare lehine herhangi bir istisnaya yer verilmemiştir. Yargı kararlarının ilgili kamu makamlarınca zamanında yerine getirilmediği bir devlette, bireylerin yargı kararıyla kendilerine sağlanan hak ve özgürlükleri tam anlamıyla kullanabilmeleri mümkün olmaz. Dolayısıyla devlet, yargı kararlarının zamanında icra edilmesini sağlayarak bireyler aleyhine oluşabilecek hak kayıplarını engellemekle ve bu yolla bireylerin kamu otoriteleri ile hukuk sistemine olan güven ve saygılarını korumakla yükümlüdür. Bu sebeple Anayasa'nın 2. maddesinde öngörülen hukuk devleti ilkesinin bir gereği olarak bireylerin kamu otoritesi ve hukuk sistemine olan güven ve saygılarını koruma adına vazgeçilemez bir görev ifa eden yargı kararlarının zamanında icra edilmeyerek sonuçsuz bırakılması kabul edilemez (bazı farklılıklarla birlikte bkz. Arman Mazman, B. No: 2013/1752, 26/6/2014, § 61).

30. Anayasa'nın 138. maddesinin son fıkrasında düzenlenen yargı kararlarının geciktirilmeksizin uygulanması yükümlülüğü, hukukun genel ilkelerinden biri olarak da kabul edilen kesin hükme saygı ilkesinin de bir gereğidir. Çünkü bir hukuk sisteminde yargının verdiği ve bağlayıcı olan kesin hüküm, zarar gören taraflardan biri açısından işlevsiz duruma getirilmişse adil yargılanma hakkının sağladığı güvencelerin bir anlamı kalmayacaktır (Arman Mazman, § 65).

31. Somut olayda başvuru konusu taşınmazların kamulaştırılmasına yönelik kamu yararı kararı alındıktan sonra Milas Asliye Hukuk Mahkemesince 1988 yılında söz konusu taşınmazların bedelleri tespit edilerek 10/11/1988 tarihli havale ile bankaya gönderilmiştir. Ardından İdare tarafından, kamulaştırılan taşınmazların tescili talebiyle başvurucular aleyhine 21/5/2007 tarihinde kamulaştırma davaları açılmıştır. Mahkemece, kamulaştırma işlemi ile tescil davası arasında yirmi yıldan fazla süre geçtiği, takdir edilen bedellerin hak sahibi adına açılmış bir hesaba yatırılmadığı, on beş adet taşınmaza ilişkin kamulaştırma bedelinin tek bir hesaba yatırıldığı ve malikin bu bedeli alma imkânının kamulaştırma usulüne aykırı işlemlerle idarece ortadan kaldırıldığı açıklanarak tescil şartlarının oluşmadığı gerekçesiyle 3/6/2009 tarihinde davaların reddine karar verilmiştir. İdare tarafından temyiz edilen söz konusu kararlar, Dairece 25/10/2010 tarihinde onanarak kesinleşmiştir (bkz. §§ 8-10).

32. Bilahare başvurucular, İdarenin kendileri aleyhine açtığı kamulaştırma davalarının reddine karar verildiğini belirterek İdare aleyhine başvuru konusu kamulaştırmasız el atma nedeniyle tazminat ve ecrimisil davası açmıştır. Mahkemece davanın kabulüne karar verilmiş ise de, Daire tarafından söz konusu karar bozulmuştur. Bozma kararında taşınmazların kamu yararı kararı alınarak kamulaştırıldığı, kamulaştırma tebligatının başvurucuların murisine tebliğ edildiği, kamulaştırma bedelinin dava konusu taşınmazlarla birlikte kamulaştırılan on beş adet taşınmazın kamulaştırma bedelleri ile birlikte toplu olarak bankaya yatırıldığı ve başvurucuların süre içerisinde bedel artırım davası açma hakkını kullanmadığı belirtilmiştir. Netice itibarıyla kamulaştırmanın adli ve idari yönden kesinleştiği açıklanarak başvurucuların kamulaştırmasız el atma nedenine dayalı olarak bedel talep hakları bulunmadığı sonucuna varılmış ve Mahkemece bozma ilamına uyularak davanın reddine karar verilmiştir (bkz. §§ 11-13).

33. Derece mahkemelerince taşınmazların kamulaştırıldığı ve kamulaştırma bedellerinin bankaya yatırıldığı kabul edilmiş ise de Dairenin 25/10/2010 tarihli ilamıyla kesinleşen kararda da belirtildiği gibi takdir edilen bedellerin bizzat başvurucunun adına açılmış bir hesaba yatırılmadığı, on beş adet taşınmaza ilişkin kamulaştırma bedelinin tek bir hesaba yatırılarak maliklerin kamulaştırma bedellerini alma imkânı idarece ortadan kaldırılmıştır.

34. Öte yandan başvurucular kesinleşmiş mahkeme kararına dayanarak kamulaştırma bedellerinin ödenmediğini iddia ederken İdare tarafından kamulaştırma bedellerinin ödendiği ortaya konulamamıştır. Diğer taraftan kamulaştırma bedelinin ödendiğinin kabulü için tek başına kamulaştırma bedelinin bankaya yatırılmış olması yeterli olmayıp ayrıca bu bedelin tahsil edilme imkânının da sağlanması gerekir.

35. Dolayısıyla somut olayda kamulaştırılmasına rağmen kesinleşmiş mahkeme kararıyla ödenmediği tartışmasız olan kamulaştırma bedelinin ödenmemesi suretiyle başvuruculara şahsi olarak aşırı ve olağan dışı bir külfet yüklendiğinden söz konusu müdahalenin kamunun yararı ile başvurucuların mülkiyet hakkının korunması arasında kurulması gereken adil dengeyi başvurucular aleyhine bozduğu sonucuna varılmıştır.

36. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

3. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

37. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

 “(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…

 (2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

38. Başvurucular, zararlarının giderilmesi talebinde bulunmuştur.

39. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan ([GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018) kararında ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağı hususunda genel ilkeler belirlenmiştir. Anayasa Mahkemesi diğer bir kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal kararının yerine getirilmemesinin sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin devamı anlamına geleceği gibi ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle sonuçlanacağına işaret etmiştir (Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019).

40. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural, mümkün olduğunca eski hâle getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması, ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan, §§ 55- 57).

41. İhlalin mahkeme kararından kaynaklandığı veya mahkemenin ihlali gideremediği durumlarda Anayasa Mahkemesi, 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası ile Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün 79. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın bir örneğinin ilgili mahkemeye gönderilmesine hükmeder. Anılan yasal düzenleme, usul hukukundaki benzer hukuki kurumlardan farklı olarak ihlali ortadan kaldırmak amacıyla yeniden yargılama sonucunu doğuran ve bireysel başvuruya özgülenen bir giderim yolunu öngörmektedir. Bu nedenle Anayasa Mahkemesi tarafından ihlal kararına bağlı olarak yeniden yargılama kararı verildiğinde usul hukukundaki yargılamanın yenilenmesi kurumundan farklı olarak ilgili mahkemenin yeniden yargılama sebebinin varlığını kabul hususunda herhangi bir takdir yetkisi bulunmamaktadır. Dolayısıyla böyle bir kararın kendisine ulaştığı mahkemenin yasal yükümlülüğü, ilgilinin talebini beklemeksizin Anayasa Mahkemesinin ihlal kararı nedeniyle yeniden yargılama kararı vererek devam eden ihlalin sonuçlarını gidermek üzere gereken işlemleri yerine getirmektir (Mehmet Doğan, §§ 58, 59; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), §§ 57-59, 66, 67).

42. Anayasa Mahkemesi, başvurucuların kamulaştırma bedelinin ödenmemesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği sonucuna varmıştır. Dolayısıyla somut başvuruda ihlalin mahkeme kararından kaynaklandığı anlaşılmaktadır.

43. Bu durumda mülkiyet hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Yapılacak yeniden yargılama ise bireysel başvuruya özgü düzenleme içeren 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu kapsamda yapılması gereken iş, yeniden yargılama kararı verilerek Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar verilmesinden ibarettir. Bu sebeple kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere Milas 1. Asliye Hukuk Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekmektedir.

44. İhlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılamanın yeterli bir giderim sağlayacağı anlaşıldığından tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerektiği sonucuna ulaşılmıştır.

45. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 294,70 TL harç ve 3.600 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.894,70 TL yargılama giderinin başvuruculara müştereken ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Kararın bir örneğinin mülkiyet hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere Milas 1. Asliye Hukuk Mahkemesine (E.2018/329, K.2018/567) GÖNDERİLMESİNE,

D. Başvurucuların tazminat taleplerinin REDDİNE,

E. 294,70 TL harç ve 3.600 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.894,70 TL yargılama giderinin başvuruculara MÜŞTEREKEN ÖDENMESİNE,

F. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucuların Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihlerinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 8/6/2021 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

ALİYE YEŞİL VE DİĞERLERİ BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2018/19159)

 

Karar Tarihi: 16/6/2021

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Kadir ÖZKAYA

Üyeler

:

Engin YILDIRIM

 

 

Celal Mümtaz AKINCI

 

 

Rıdvan GÜLEÇ

 

 

Yıldız SEFERİNOĞLU

Raportör

:

Mahmut ALTIN

Başvurucular

:

1. Aliye YEŞİL

 

 

2. Bozbeyli YEŞİL

 

 

3. Cihan YEŞİL

 

 

4. Deniz KARADAŞ

 

 

5. Dilek ULU

 

 

6. Engin YEŞİL

 

 

7. Haci YEŞİL

 

 

8. Kemal YEŞİL

 

 

9. Mehmet YEŞİL

 

 

10. Mehmet YEŞİL

 

 

11. Murat YEŞİL

 

 

12. Orhan YEŞİL

 

 

13. Sevinç YEŞİL

 

 

14. Seyyit Ahmet YEŞİL

 

 

15. Vahdettin YEŞİL

 

 

16. Ziya Yusuf YEŞİL

Başvurucular Vekili

:

Av. Ali İsmet GİRGİN

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, uzun yargılama neticesinde kamulaştırma bedelinin düşük belirlenmesi nedeniyle makul sürede yargılanma ve mülkiyet haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 20/6/2018 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:

8. Başvurucular, Diyarbakır'ın Kayapınar ilçesi Devedurağı köyünde bulunan 169 parsel sayılı taşınmazın malikleridir. Türkiye Petrolleri A.O. Genel Müdürlüğü (İdare) tarafından söz konusu taşınmazın 17.985,22 m² yüz ölçümündeki kısmının acele kamulaştırılmasına karar verilmiş ve acele kamulaştırma bedeli 482.543,45 TL olarak belirlenmiştir.

9. İdare tarafından başvurucular aleyhine 15/3/2011 tarihinde Diyarbakır 1. Asliye Hukuk Mahkemesinde (Mahkeme) kamulaştırma bedelinin tespiti ve tescili davası açılmıştır.

10. Mahkemece aldırılan 28/11/2011 havale tarihli bilirkişi heyet/kurul raporunda taşınmazın damlama sulama sistemiyle sulandığından sulanabilir tarım arazisi olarak kullanıldığı kabul edilmiştir. Öte yandan taşınmazın konum itibarıyla değerli bir arazi olması, Diyarbakır Organize Sanayi Bölgesi'ne yakın olması, Diyarbakır-Elâzığ şehirlerarası kara yoluna yakın olması, köy grup yolunun üzerinde olması ve taşınmazın bulunduğu bölgeye doğru fabrikalaşmanın olması ile fabrika, hayvancılık çiftliğine uygunluğu gibi hususlar değer artırıcı unsur olarak değerlendirilmiştir. Buna göre net gelir yöntemine göre belirlenen kamulaştırma bedeline %40 oranında objektif değer artış oranı uygulanarak 593.728,08 TL kamulaştırma bedeli hesaplanmıştır. 21/2/2012 havale tarihli ek bilirkişi raporunda ise bu kez %38 oranında objektif değer artış oranı uygulanarak 585.239,05 TL kamulaştırma bedeli hesaplanmıştır.

11. Mahkemece 23/2/2012 tarihli oturumda bilirkişi raporunda belirtilen objektif değer artış oranı resen %26 olarak kabul edilmiş ve dava konusu taşınmazın acele kamulaştırma bedelinin mahsubuyla kamulaştırma bedelinden eksik kalan 51.811,82 TL miktarın depo edilmesi için davacı İdare vekiline süre verildiği anlaşılmıştır.

12. Mahkemece 15/3/2012 tarihinde bilirkişi raporları gözönüne alınarak 534.355,27 TL kamulaştırma bedeli üzerinden davanın kabulüne karar verilmiştir.

13. Taraflarca temyiz edilen karar, Yargıtay 5. Hukuk Dairesince (Daire) 20/3/2014 tarihinde bozulmuştur. Bozma kararında;

i. İl Tarım Müdürlüğünün dosya içerisindeki resmî verilerine göre değerlendirmede esas alınan pamuk, buğday ve silajlık mısırın değerlendirme tarihi itibarı ile hasat zamanı ortalama satış fiyatı sırasıyla 1,6 TL, 0,6 TL ve 0,18 TL olduğu hâlde, bu rakamlardan daha yüksek, dekar başına ortalama masraf ise yine sırasıyla 361 TL, 188 TL ve 338 TL olduğu hâlde bu verilerden daha az alınmak suretiyle taşınmaz bedelinin belirlendiği belirtilmiştir.

ii. Buna göre belirtilen resmî verilere göre taşınmaz bedeli tekrar tespit edilip sonucuna göre karar verilmesi için bilirkişi kurulundan ek rapor alınması gerektiği açıklanmıştır.

iii. Ayrıca kamulaştırma bedeline 16/7/2011 tarihinden, karar tarihine kadar geçen süre için yasal faiz yürütülmesi gerektiği ifade edilmiştir.

14. Mahkemece bozma kararına uyularak alınan 5/11/2014 havale tarihli ek raporda;

i. Taşınmazın birinci sınıf damlama sulama sistemiyle ileri tarım teknikleri kullanılarak tarım yapıldığı, sulanabilir tarım arazisi olarak değer tespitinin 2011 yılı ürün maliyetlerine göre hesaplandığı, üretim giderleri olarak sabit girdi fiyatlarının taşınmaz malikleri tarafından kullanılması nedeniyle ileri tarım teknikleri kullanıldığı için İlçe Tarım Müdürlüğünün belirlediği maliyet çizelgesinden farklı alındığı belirtilmiştir.

ii. Öte yandan taşınmazın sulanabilir tarla niteliğinde olduğu, DSİ sulama kanalına yakın, verimli arazilerinden olduğu, Kayapınar İlçe Gıda, Tarım ve Hayvancılık Müdürlüğünden (İlçe Tarım Müdürlüğü) alınan 21/11/2011 tarihli yazısında damlama ve sulama ile yetiştirilen tarımsal ürünlerde %20-25 oranında verim artışı olacağının belirtildiği açıklanmıştır.

iii. Buna göre damlama sulama ile sulanan arazilerde ekili bulunan pamuk ve buğday verimindeki artış oranı İlçe Tarım Müdürlüğünün yazısında belirtilen oranların sınırlarında kalınarak %20 verim artışı uygulandığı, silajlık mısır ürününde ise %5 oranında verim aratışı uygulanarak hesaplama yapıldığı ifade edilmiştir.

iv. Ayrıca pamuk kg/birim fiyatının Diyarbakır Ticaret Borsasından alındığı, buğday kg/birim fiyatının Toprak Mahsulleri Ofisi (TMO) Şube Müdürlüğünden ve Silajlık Mısır Bitkisinin kg/birim fiyatının ise piyasada yapılan araştırma sonucunda tespit edildiği beyan edilmiştir. Buna göre taşınmazın m² değerinin 12,81 TL olduğu, %38 oranında objektif değer artış oranı uygulanarak objektif değer artışının 4,8678 TL olması nedeni ile de m² değerinin 17,6778 TL olduğu kabul edilerek toplam kamulaştırma bedeli 317.939,12 TL hesaplanmıştır.

15. Mahkemece 24/12/2014 tarihinde davanın kabulüne ve 23/2/2012 tarihli ara kararda kabul edilen %26 oranında objektif değer artış oranı esas alınarak 290.281,45 TL kamulaştırma bedeline hükmedilmiştir. Kararın gerekçesinde;

i. Bozma ilamından önce düzenlenen bilirkişi kurulu ek raporunda, münavebeye esas alınan ürünlerin verim miktarları için İlçe Tarım Müdürlüğü verilerinden yararlanıldığı, birim fiyatlarının ise söz konusu ürünlerin satışının gerçekleştirildiği kurumlardan tespit edilen değerlere göre tespit edildiği belirtilmiştir. Öte yandan bilirkişi kurulu raporunda İlçe Tarım Müdürlüğü ve İl Tarım Müdürlüğü cevapları ile yetinilmeyerek, diğer kurumlardan ve davacı kurum bünyesinde oluşturulan Kamulaştırma Kıymet Takdir Komisyonu tarafından taşınmaza değer biçilirken esas alınan verilerden yararlanmak sureti ile münavebe ürünlerinin kilogram satış bedelleri ile dekara üretim giderlerinden faydalanılmak suretiyle münavebeye esas alınan ürünlerin satış fiyatı ve üretim giderleri belirlenerek taşınmazın değerinin tespit edildiği ifade edilmiştir.

ii. Öte yandan davacı İdarenin itirazında belirttiği İlçe Tarım Müdürlüğünün bildirmiş olduğu ilçede yetişen ürünlerin en az ve en çok verim miktarının tespiti ile taşınmazda yetişen ürünlerin değerlendirilmesi ve taşınmazın durumuna göre belirlenen değerler arasında bir değer alınarak hesaplama yapılması için bilirkişi kurulu ile taşınmaz başında keşif yapıldığı vurgulanmıştır. Ayrıca kamulaştırılan taşınmazın konumu, özellikleri, çevresinde bulunan taşınmazlar değerlendirilmek sureti ile İlçe Tarım Müdürlüğünün bildirdiği en az ve en çok verim miktarları gözönüne alınarak taşınmazın verim miktarı tespit edilerek hesaplama yapılmasının bilirkişi kurulundan istendiği zikredilmiştir.

iii. Bilirkişi raporunda belirtilen gerekçeler ile münavebe ürünü olarak alınan ürünlerin ortalama verim miktarı ile fiyatlarını esas alan bilirkişi kurulunun birinci ek raporunun uygun olduğu, buna göre taşınmazın m² birim fiyatının 23,58 TL olması ve söz konusu miktara %26 objektif değer artışı uygulanarak kamulaştırma bedeli 534.355,27 TL hesaplanmıştır.

iv. Ancak bozma ilamından sonra alınan bilirkişi ek raporunda belirtilen bedele göre 23/2/2012 tarihli oturumda kabul edilen objektif değer artışına göre hesaplama yapılmak suretiyle kamulaştırma bedelinin tespit edilmesi nedeni ile kısa karar oluşturulduğundan kısa kararda değişiklik yapmamak amacı ile kısa kararda belirtilen miktara göre kamulaştırma bedelinin 290.281,45 TL olarak tespitine karar verildiği izah edilmiştir.

16. Karar, taraflarca temyiz edilmiştir. Başvurucuların temyiz dilekçesinde başvuru formunda belirttikleri objektif değer artış oranıyla ilgili itirazları dışında diğer şikâyetlerini temyiz dilekçesinde de belirttikleri görülmüştür. Karar, Dairece 17/1/2017 tarihinde düzeltilerek onanmıştır. Kararın ilgili kısmı şöyledir:

"Mahkemece, dava konusu taşınmazın kamulaştırma bedeli 290.281,45 TL olarak belirlendiği, acele kamulaştırma dosyasında ise taşınmazın bedelinin 482.543,45 TL olarak belirlendiği ve davalı tarafa ödendiği anlaşıldığından tespit edilen bedele faiz yürütülmemesi ve fazla yatırılan bedelin davalılardan alınarak davacı tarafa iadesine karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde karar verilmesi,

Doğru değil ise de, bu yanılgının giderilmesi yeniden yargılama yapılmasını gerektirmediğinden;

Gerekçeli kararın hüküm fıkrasının faize ilişkin bölümünün çıkartılmasına, yerine, (Kamulaştırma bedeli olarak tespit edilen 290.281,45 TL'nin davalılara ödenen kamulaştırma bedelinden mahsubu ile fazla ödenen miktarın davalılardan hisseleri oranında tahsili ile davacı idareye verilmesine) cümlesinin yazılmasına,"

17. Başvurucuların başvuru formunda dile getirdikleri tüm şikâyetlerin dile getirildiği karar düzeltme talepleri de Dairece 21/5/2018 tarihinde yeniden düzeltilerek onanmıştır. Kararın ilgili kısmı şöyledir:

"1)Mahkemece, dava konusu taşınmazın kamulaştırma bedeli 290.281,45 TL olarak belirlendiği, acele kamulaştırma dosyasında ise taşınmazın bedelinin 482.543,45 TL olarak belirlendiği ve davalı tarafa ödendiği anlaşıldığından tespit edilen bedele faiz yürütülmemesi ve fazla yatırılan bedelin davalılardan alınarak davacı tarafa iadesine karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde karar verilmesi,

2)Taşınmazın tapu kaydında bulunan haciz ve ipoteklerin hükmedilen bedele yansıtılmaması,

Doğru değil ise de, bu yanılgıların giderilmesi yeniden yargılama yapılmasını gerektirmediğinden;

Gerekçeli kararın;

a)Hüküm fıkrasının 1 nolu bendinin 2.paragrafının çıkartılmasına, yerine, (Kamulaştırma bedeli olarak tespit edilen 290.281,45 TL'nin davalılara ödenen kamulaştırma bedelinden mahsubu ile fazla ödenen miktarın davalılardan hisseleri oranında tahsili ile davacı idareye verilmesine,) cümlesinin yazılmasına,

b)Hüküm fıkrasına yeni bir bent olarak (Taşınmazın tapu kaydında bulunan haciz ve ipoteklerin hükmedilen bedele yansıtılmasına,) cümlesinin yazılmasına,"

18. Nihai karar, başvurucular vekiline 12/6/2018 tarihinde tebliğ edilmiştir.

19. Başvurucular 20/6/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

IV. İLGİLİ HUKUK

20. İlgili hukuk için bkz. Celal Afşin ve diğerleri, B. No: 2015/18943, 19/9/2018, §§ 18-23.

V. İNCELEME VE GEREKÇE

21. Mahkemenin 16/6/2021 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Makul Sürede Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Başvurucuların İddiaları

22. Başvurucular, makul sürede yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmektedir.

2. Değerlendirme

23. 9/1/2013 tarihli ve 6384 sayılı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine Yapılmış Bazı Başvuruların Tazminat Ödenmek Suretiyle Çözümüne Dair Kanun'a eklenen geçici 2. maddeye göre Anayasa Mahkemesine yapılan ve münhasıran bu maddenin yürürlüğe girdiği 31/7/2018 tarihi itibarıyla Anayasa Mahkemesinde derdest olan yargılamaların makul sürede sonuçlandırılmadığı iddiasıyla ilgili bireysel başvuruların Adalet Bakanlığı İnsan Hakları Tazminat Komisyonu (Tazminat Komisyonu) tarafından incelenerek karara bağlanması öngörülmüştür. Anayasa Mahkemesi Ferat Yüksel (B. No: 2014/13828, 12/9/2018, §§ 27-36) kararında Tazminat Komisyonuna başvuru imkânının getirilmesine ilişkin yolu ulaşılabilir olma, başarı şansı sunma ve yeterli giderim sağlama kapasitesinin bulunup bulunmadığı yönünden inceleyerek Tazminat Komisyonuna başvuru yolu tüketilmeden yapılan başvurunun incelenmesinin bireysel başvurunun ikincil niteliği ile bağdaşmayacağı sonucuna varmış; başvuru yollarının tüketilmemiş olması nedeniyle başvurunun kabul edilemezliğine karar vermiştir.

24. Mevcut başvuruda da söz konusu karardan ayrılmayı gerektiren bir durum bulunmamaktadır.

25. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

B. Mülkiyet Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddialar

1. Başvurucuların İddiaları

26. Başvurucular, başvuru konusu taşınmaza komşu olan ve aynı bölgede bulunan taşınmazlara ilişkin kamulaştırma bedeli hesabında %100 oranında objektif değer artışı uygulanmasına rağmen başvuru konusu davada %26 oranın kabul edilmesiyle gerçek kamulaştırma bedeline hükmedilmediğinden yakınmaktadır. Başvuruculara göre özel ve teknik bilgiyi gerektiren objektif değer artış oranın hâkim tarafından %26 olarak belirlenmesi dayanaksız ve keyfî bir değerlendirmedir. Başvurucular, taşınmazın altında bulunan petrol yatakları ve diğer özellikleri nedeniyle objektif değer artış oranın en az %200-300 arasında olması gerektiğini iddia etmiştir.

27. Başvurucular ayrıca kamulaştırma bedelinin kısa kararda hatalı yazıldığının gerekçeli kararda belirtilmesine rağmen temyiz ve karar düzeltme aşamalarında bu hususun değerlendirilmediğini öne sürmüştür.

28. Öte yandan başvurucular; buğday alımının TMO tarafından gerçekleştirildiğini belirtilerek tahmine dayalı Tarım Müdürlüklerinin verileri yerine gerçek değer ve maliyetlerin belirlendiği TMO verilerinin esas alınması gerektiğini ileri sürmüştür. Yine aynı gerekçeyle pamukla ilgili olarak Çukobirlik ve Ticaret Borsasının verilerinin; silajlık mısır alımında ise sadece hayvan yetiştiricileri tarafından yapıldığı açıklanarak dava tarihindeki reel piyasa verilerinin dikkate alınması gerektiği iddia edilmiş ve bu verilerin bozma ilamında belirtilen rakamların çok üzerinde olduğuna işaret edilmiştir.

29. Bununla birlikte başvurucular, taşınmazda bulunan damlama sulama sisteminin verimi %25 artırırken maliyetlerin de %50 oranında azalmasını sağladığını, bu hususun Diyarbakır İl Tarım Müdürlüğü ve Kralkızı Dicle Pompajlı Sulama Birliği yazılarıyla ortaya konulduğunu zikretmiştir. Buna göre özellikle damlama sulama sistemi sayesinde başvuru konusu taşınmazın emsal taşınmazlara nispetle en az %25 oranında daha verimli olduğu beyan edilmiştir. Ayrıca bilirkişi raporunda da masrafların düşük olmasını sağlayan birçok nedenin belirtildiği ancak derece mahkemelerince bu hususların dikkate alınmadığı ileri sürülmüştür. Aksine arazinin maliki olmasına rağmen Tarım Müdürlüklerinin maliyet tablosunda kira giderinin eklendiği vurgulanmıştır.

30. Sonuç olarak başvurucular; belirtilen gerekçelerle hukuki belirlilik ve eşitlik ilkeleriyle gerekçeli karar, adil yargılanma ve mülkiyet haklarının ihlal edildiğini iddia etmiştir.

2. Değerlendirme

31. Anayasa’nın "Mülkiyet hakkı" kenar başlıklı 35. maddesi şöyledir:

 “Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.

Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir.

Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz.”

32. Anayasa'nın "Kamulaştırma" kenar başlıklı 46. maddesi şöyledir:

"Devlet ve kamu tüzelkişileri; kamu yararının gerektirdiği hallerde, gerçek karşılıklarını peşin ödemek şartıyla, özel mülkiyette bulunan taşınmaz malların tamamını veya bir kısmını, kanunla gösterilen esas ve usullere göre, kamulaştırmaya ve bunlar üzerinde idarî irtifaklar kurmaya yetkilidir.

Kamulaştırma bedeli ile kesin hükme bağlanan artırım bedeli nakden ve peşin olarak ödenir. Ancak, tarım reformunun uygulanması, büyük enerji ve sulama projeleri ile iskân projelerinin gerçekleştirilmesi, yeni ormanların yetiştirilmesi, kıyıların korunması ve turizm amacıyla kamulaştırılan toprakların bedellerinin ödenme şekli kanunla gösterilir. Kanunun taksitle ödemeyi öngörebileceği bu hallerde, taksitlendirme süresi beş yılı aşamaz; bu takdirde taksitler eşit olarak ödenir.

Kamulaştırılan topraktan, o toprağı doğrudan doğruya işleten küçük çiftçiye ait olanlarının bedeli, her halde peşin ödenir.

İkinci fıkrada öngörülen taksitlendirmelerde ve herhangi bir sebeple ödenmemiş kamulaştırma bedellerinde kamu alacakları için öngörülen en yüksek faiz uygulanır. "

33. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucular tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucular, mülkiyet hakkı dışında hukuki belirlilik ve eşitlik ilkeleriyle, adil yargılanma hakkının da ihlal edildiğini iddia etmiş ise de şikâyetlerin özünün gerçek kamulaştırma bedeline hükmedilmemesine yönelik olduğu anlaşılmakla anılan şikâyetler mülkiyet hakkının ihlali iddiası kapsamında incelenmiştir.

a. Objektif Değer Artış Oranına İlişkin Şikâyet Yönünden

34. Anayasa’nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası ile 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 45. maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca bireysel başvuru yoluyla Anayasa Mahkemesine başvurabilmek için olağan kanun yollarının tüketilmiş olması gerekir.

35. Bireysel başvuru yolunun ikincil niteliği gereği Anayasa Mahkemesine başvuruda bulunabilmek için öncelikle olağan kanun yollarının tüketilmesi zorunludur. Başvurucunun bireysel başvuru konusu şikâyetini öncelikle yetkili idari ve yargısal mercilere usulüne uygun olarak iletmesi, bu konuda sahip olduğu bilgi ve delilleri zamanında bu makamlara sunması ve bu süreçte dava ve başvurusunu takip etmek için gerekli özeni göstermiş olması gerekir (İsmail Buğra İşlek, B. No: 2013/1177, 26/3/2013, § 17).

36. Başvuru yollarının tüketilmesi gereğinden söz edilebilmesi için öncelikle hukuk sisteminde, hakkının ihlal edildiğini iddia eden kişinin başvurabileceği idari veya yargısal bir hukuki yolun öngörülmüş olması gerekmektedir. Ayrıca bu hukuki yolun iddia edilen ihlalin sonuçlarını giderici, etkili ve başvurucu açısından makul bir çabayla ulaşılabilir nitelikte olması ve sadece kâğıt üzerinde kalmayıp fiilen de işlerliğe sahip bulunması gerekmektedir. Olmayan bir hukuki yolun tüketilmesi başvurucudan beklenemeyeceği gibi hukuken veya fiilen etkili bulunmayan, ihlalin sonuçlarını düzeltici bir vasıf taşımayan veya aşırı ve olağan olmayan birtakım şeklî koşulların öngörülmesi nedeniyle fiilen erişilebilir ve kullanılabilir olmaktan uzaklaşan başvuru yollarının tüketilmesi zorunluluğu bulunmamaktadır (Fatma Yıldırım, B. No: 2014/6577, 16/2/2017, § 39).

37. Başvurucular, başvuru konusu taşınmaza komşu taşınmazlar için %100 oranında objektif değer artışı uygulanmasına rağmen başvuru konusu davada hâkim tarafından dayanaksız ve keyfî olarak %26 olarak kabul edilmesinden şikâyetçidir. Başvurucular ayrıca taşınmazın altında bulunan petrol yatakları ve diğer özellikleri nedeniyle objektif değer artış oranının en az %200-300 arasında olması gerektiğini iddia etmiştir. Bununla birlikte başvurucuların temyiz dilekçesinde bu iddialarını dile getirmedikleri anlaşılmaktadır.

38. Bu durumda objektif değer artış oranına ilişkin mülkiyet hakkının ihlali iddiası kapsamında uğranılan zararların giderilmesi şikâyetleri yönünden başvuru yollarının usulünce tüketildiği söylenemez. Dolayısıyla etkin ve erişilebilir bir çözüm imkânı sunan hukuk yoluna başvurulmaksızın yapılan başvurunun incelenmesi, bireysel başvuru yolunun ikincilliği ilkesi gereği mümkün değildir.

39. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

b. Kısa Karar İle Gerekçeli Karar Arasındaki Çelişkinin Giderilmediği Şikâyeti Yönünden

i. Kabul Edilebilirlik Yönünden

40. Başvurucuların kamulaştırma bedelinin tespitine ilişkin şikâyetinin açıkça dayanaktan yoksun olmadığına ve başka bir kabul edilemezlik nedeni de bulunmadığından kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

ii. Esas Yönünden

41. Anayasa'nın 35. maddesinin birinci fıkrasında "Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir" denilmek suretiyle mülkiyet hakkı güvenceye bağlanmıştır. Anayasa'nın anılan maddesiyle güvenceye bağlanan mülkiyet hakkı, ekonomik değer ifade eden ve parayla değerlendirilebilen her türlü mal varlığı hakkını kapsamaktadır (AYM, E.2015/39, K.2015/62, 1/7/2015, § 20). Bu bağlamda, mülk olarak değerlendirilmesi gerektiğinden kuşku bulunmayan menkul ve gayrimenkul mallar ile bunların üzerinde tesis edilen sınırlı ayni haklar ve fikrî hakların yanı sıra icrası kabil olan her türlü alacak da mülkiyet hakkının kapsamına dâhildir (Mahmut Duran ve diğerleri, B. No: 2014/11441, 1/2/2017, § 60).

42. Somut olayda başvurucuların taşınmazı kamulaştırılmıştır. Taşınmaz mal varlığının Anayasa’nın 35. maddesinde yer alan mülkiyet hakkının kapsamına dâhil olduğunda tereddüt bulunmamaktadır. Başvurucuların taşınmazının mülkiyetinin kamulaştırma yoluyla Hazineye geçmiş olmasının mülkiyet hakkına müdahale teşkil ettiği açıktır. Anayasa Mahkemesinin çok sayıda kararında da belirtildiği üzere taşınmazın kamulaştırılması mülkiyetten yoksun bırakma niteliği taşımaktadır (Mehmet Akdoğan ve Diğerleri, B. No: 2013/817, 19/12/2013, § 32; AYM, E.1988/34, K.1989/26, 21/6/1989; E.2011/58, K.2012/70, 17/5/2012).

43. Kamulaştırmanın usul ve esasları 4/11/1983 tarihli ve 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu'nda düzenlenmiştir. Somut olayda, kamulaştırma sürecinin 2942 sayılı Kanun’a göre sürdürülerek tamamlandığı görülmektedir. Bu durumda mülkiyetten yoksun bırakmanın kanuni dayanağının bulunduğu anlaşılmaktadır. Öte yandan petrol lokasyon alanında kalan başvuruya konu taşınmazın kamulaştırılmasında kamu yararı amacının bulunduğu açıktır.

44. Ölçülülük ilkesi; elverişlilikgereklilik ve orantılılık olmak üzere üç alt ilkeden oluşmaktadır. Elverişlilik öngörülen müdahalenin ulaşılmak istenen amacı gerçekleştirmeye elverişli olmasını, gereklilik ulaşılmak istenen amaç bakımından müdahalenin zorunlu olmasını yani aynı amaca daha hafif bir müdahale ile ulaşılmasının mümkün olmamasını, orantılılık ise bireyin hakkına yapılan müdahale ile ulaşılmak istenen amaç arasında makul bir dengenin gözetilmesi gerekliliğini ifade etmektedir (AYM, E.2011/111, K.2012/56, 11/4/2012; E.2012/102, K.2012/207, 27/12/2012; E.2012/149, K.2013/63, 22/5/2013; E.2013/32, K.2013/112, 10/10/2013; E.2016/16, K.2016/37, 5/5/2016; E.2016/13, K.2016/127, 22/6/2016; Mehmet Akdoğan ve diğerleri, § 38).

45. Mülkiyet hakkının usule ilişkin güvenceleri hem özel kişiler arasındaki mülkiyet uyuşmazlıklarında hem de taraflardan birinin kamu gücü olduğu durumlarda geçerlidir. Bu bağlamda mülkiyet hakkının korunmasının söz konusu olduğu durumlarda usule ilişkin güvencelerin somut olayda sağlandığından söz edilebilmesi için derece mahkemelerinin kararlarında konu ile ilgili ve yeterli gerekçe bulunmalıdır. Ayrıca belirtmek gerekir ki bu zorunluluk davacının bütün iddialarına cevap verilmesi anlamına gelmemekle birlikte mülkiyet hakkını ilgilendiren davanın sonucuna etkili esasa ilişkin temel iddia ve itirazların yargılama makamlarınca özenli bir şekilde değerlendirilerek karşılanması gerekmektedir (Kamil Darbaz ve Gmo Yapı Grup End. San. Tic. Ltd. Şti., B. No: 2015/12563, 24/5/2018, § 53).

46. Başvurucular, kamulaştırma bedelinin kısa kararda hatalı yazıldığının gerekçeli kararda belirtilmesine rağmen temyiz ve karar düzeltme kanun yolu aşamalarında Dairece bu hususun değerlendirilmediğini öne sürmüştür.

47. Mahkeme gerekçesinde, bilirkişi kurulunun birinci ek raporunun uygun bulunduğu belirtilerek ve %26 objektif değer artışı uygulanarak kamulaştırma bedelinin 534.355,27 TL kabul edildiği vurgulanmıştır. Ancak bozma ilamından sonra alınan ek raporda belirtilen bedel üzerinden kısa kararın sehven oluşturulduğu ve kısa kararda değişiklik yapmamak amacı ile kısa kararda belirtilen miktara göre kamulaştırma bedelinin 290.281,45 TL olarak tespitine karar verildiği izah edilmiştir (bkz. § 15).

48. Başvurucular, Mahkemenin de kabulünde olan kısa karar ile gerekçeli karar arasındaki bu çelişkiyi temyiz ve karar düzeltme kanun yollarına yaptıkları başvurularda dile getirmiştir. Ancak Dairece her iki incelemede de söz konusu çelişkiye ilişkin herhangi bir değerlendirme yapılmadan düzeltilerek onama kararları verilmiştir (§§ 17, 18). Buna göre Mahkemece hüküm altına alınmak istenen 534.355,27 TL ile sehven kısa kararda belirtilen ve sonrasında düzeltilmeyen 290.281,45 TL arasında başvurucuların mülkiyet hakkını esaslı olarak etkileyen bir fark olduğu tartışmasızdır.

49. Bu durumda somut olayda Daire kararlarının başvurucuların davanın sonucuna etkili olabilecek mahiyette olan ve Mahkeme gerekçesinde de ortaya konulmuş olan iddia ve itirazlarına cevap verecek nitelikte yeterli ve ilgili bir gerekçe içermediği anlaşılmaktadır. Nihayetinde başvuruya konu davada başvurucular, Mahkemece hükmedilmek istenen bedelden daha yüksek kamulaştırma bedelinin ödenmesi gerektiğini vurgulamakla birlikte Mahkemenin aslında hükmetmek isteği kamulaştırma bedelinin bile kısa kararda yapılan hata nedeniyle hüküm altına alınmadığı iddialarını bizatihi gerekçeli karara dayandırmıştır. Buna mukabil Daire kararlarında mezkûr gerekçeli kararda açıklanan çelişkiye ilişkin başvurucuların iddia ve itirazlarının dayandığı olgular karşılanmamıştır.

50. Buna göre idari ve yargısal sürecin bütününe bakıldığında mülkiyet hakkının korunmasında usule ilişkin güvencelerin somut olayda yerine getirilmediği, başvurucuların bu güvencelerden yararlandırılmadığı sonucuna varılmıştır. Bu sebeple başvurucuların mülkiyet hakkı ile müdahalenin dayandığı kamu yararı arasında olması gereken adil denge başvurucular aleyhine bozulmuş olup mülkiyet hakkına yapılan müdahale ölçüsüzdür.

51. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

c. Diğer Şikâyetler Yönünden

52. Kamulaştırma bedeline ilişkin kısa karar ile gerekçeli karar arasındaki çelişkinin itirazlara rağmen kanun yollarında giderilememesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar verildiğinden başvurucuların kamulaştırma bedeline ilişkin diğer şikâyetleri hakkında bu aşamada kabul edilebilirlik ve esas yönünden ayrıca bir inceleme yapılmasına gerek görülmemiştir.

C. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

53. 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

 “(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…

 (2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

54. Başvurucular, ihlalin tespit edilmesini ve yargılamanın yenilenmesiyle birlikte tazminat ödenmesi talebinde bulunmuştur.

55. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan ([GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018) kararında ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağı hususunda genel ilkeler belirlenmiştir. Anayasa Mahkemesi diğer bir kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal kararının yerine getirilmemesinin sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin devamı anlamına geleceği gibi ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle sonuçlanacağına işaret etmiştir (Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019).

56. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural, mümkün olduğunca eski hâle getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması, ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan, §§ 55- 57).

57. İhlalin mahkeme kararından kaynaklandığı veya mahkemenin ihlali gideremediği durumlarda Anayasa Mahkemesi, 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası ile Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün 79. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın bir örneğinin ilgili mahkemeye gönderilmesine hükmeder. Anılan yasal düzenleme, usul hukukundaki benzer hukuki kurumlardan farklı olarak ihlali ortadan kaldırmak amacıyla yeniden yargılama sonucunu doğuran ve bireysel başvuruya özgülenen bir giderim yolunu öngörmektedir. Bu nedenle Anayasa Mahkemesi tarafından ihlal kararına bağlı olarak yeniden yargılama kararı verildiğinde usul hukukundaki yargılamanın yenilenmesi kurumundan farklı olarak ilgili mahkemenin yeniden yargılama sebebinin varlığını kabul hususunda herhangi bir takdir yetkisi bulunmamaktadır. Dolayısıyla böyle bir kararın kendisine ulaştığı mahkemenin yasal yükümlülüğü, ilgilinin talebini beklemeksizin Anayasa Mahkemesinin ihlal kararı nedeniyle yeniden yargılama kararı vererek devam eden ihlalin sonuçlarını gidermek üzere gereken işlemleri yerine getirmektir (Mehmet Doğan, §§ 58, 59; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), §§ 57-59, 66, 67).

58. Kamulaştırma bedeline ilişkin kısa karar ile gerekçeli karar arasındaki çelişkinin itirazlara rağmen kanun yollarında giderilememesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır (bkz. §§ 46-51). Dolayısıyla somut başvuruda ihlalin mahkeme kararından kaynaklandığı anlaşılmaktadır.

59. Bu durumda mülkiyet hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Yapılacak yeniden yargılama ise bireysel başvuruya özgü düzenleme içeren 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu kapsamda yapılması gereken iş, yeniden yargılama kararı verilerek Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar verilmesinden ibarettir. Bu sebeple kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere Diyarbakır 1. Asliye Hukuk Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekmektedir.

60. İhlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılamanın yeterli bir giderim sağlayacağı anlaşıldığından tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerektiği sonucuna ulaşılmıştır.

61. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 294,70 TL harç ve 3.600 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.894,70 TL yargılama giderinin başvuruculara müştereken ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. 1. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

2. Objektif değer artışı yönünden mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

3. Kısa karar ile gerekçeli karar arasındaki çelişkinin giderilmemesi yönünden mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Kısa karar ile gerekçeli karar arasındaki çelişkinin giderilmemesi nedeniyle Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Kararın bir örneğinin Anayasa'nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere Diyarbakır 1. Asliye Hukuk Mahkemesine (E.2014/1383) GÖNDERİLMESİNE,

D. Tazminat taleplerinin REDDİNE,

E. 294,70 TL harç ve 3.600 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.894,70 TL yargılama giderinin başvuruculara MÜŞTEREKEN ÖDENMESİNE,

F. Kararın bir örneğinin bilgi için Yargıtay 5. Hukuk Dairesine GÖNDERİLMESİNE,

G. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucuların Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihlerinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

H. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 16/6/2021 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

BURCU ÇAĞLAYAN VE DİĞERLERİ BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2018/23027)

 

Karar Tarihi: 29/6/2021

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Kadir ÖZKAYA

Üyeler

:

Engin YILDIRIM

 

 

Celal Mümtaz AKINCI

 

 

Yıldız SEFERİNOĞLU

 

 

Basri BAĞCI

Raportör

:

Olcay ÖZCAN

Başvurucular

:

1. Burcu ÇAĞLAYAN

 

 

2. Dilber DALĞIRAN

 

 

3. Esin GÜLLÜ

 

 

4. Hüseyin Polat DALKIRAN

 

 

5. Mevlüt DALĞIRAN

 

 

6. Naciye Ruhsar DALĞIRAN

 

 

7. Serhat DALKIRAN

Başvurucular Vekili

:

Av. Hamdi Tahsin ULUS

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, kamulaştırılan taşınmaz üzerindeki muhdesatın bedelinin acele elkoyma dosyası ile ödendiği gerekçesiyle kamulaştırma bedeline dâhil edilmemesinden dolayı kamulaştırma bedelinin düşük tespit edilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 2/8/2018 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:

8. Ankara'nın Altındağ ilçesi İnkılap Mahallesi'nde bulunan 46 ada 15 parsel sayılı ahşap ev nitelikli ve 32,90 m² yüz ölçümlü taşınmaz başvurucuların murisi H.D. adına tapuya kayıtlıdır.

9. Bakanlar Kurulunun 21/1/2010 tarihli kararı ile Ulus Tarihî Kent Merkezi Yenileme Alanı Projesi'nin sınırları belirlenmiştir. Bu kapsamda Bakanlar Kurulunun 8/7/2013 tarihli ve Ankara Büyükşehir Belediye Başkanlığının (İdare) 25/7/2013 tarihli encümen kararlarına istinaden taşınmazın kamulaştırılması için acele elkoyma kararı verilmesi istemiyle İdare tarafından 7/11/2013 tarihinde Ankara 1. Asliye Hukuk Mahkemesinde (1. Asliye Hukuk Mahkemesi) dava açılmıştır.

10. 1. Asliye Hukuk Mahkemesi refakatinde yapılan keşif sonucu düzenlenen bilirkişi raporunda şu tespitlere yer verilmiştir:

i. Ahşap ev vasıflı ve imar parseli olan taşınmaz, Ankara'nın en eski yerleşim birimi içinde, Ankara Valiliğine 145 metre mesafede ve meskûn mahalde yer almakta olup belediye hizmetlerinden faydalanmaktadır. Taşınmazın emlak vergisine esas değeri 617,18 TL/m²dir. Taşınmazın cinsi, konumu, vergi rayici, değerlendirme tarihinden önce gerçekleşen ve özel amacı olmayan emsallerin alım satım rayiçleri, Türkiye İstatistik Kurumu Toptan Eşya Fiyat Endeksi (TÜİK) verileri ve objektif ölçüler dikkate alındığında imar parseli olarak değeri 1.425 TL/m²dir. Bu durumda taşınmazın zemin bedelinin 46.882,50 TL (32,90 m² x 1.425 TL/m²) olduğu anlaşılmaktadır.

ii. Taşınmaz üzerinde zemin+bir normal katlı bina mevcuttur. Binanın zemin katının oturum alanı 62 m² ve birinci katın oturum alanı 62 m² olmak üzere toplam oturum alanı 124 m²dir. Dava tarihi olan 2013 yılı Çevre ve Şehircilik Bakanlığının Mimarlık ve Mühendislik Hizmet Bedelinin Hesabında Kullanılacak 2013 Yılı Yapı Yaklaşık Birim Maliyetleri Hakkında Tebliğ (yaklaşık birim maliyetleri) dikkate alınarak yapılan hesaplamada taşınmazın III. sınıf A grubu yapılardan olduğu anlaşılmaktadır. Yapının birim maliyeti 490 TL/m², Kasım 2013 tarihindeki TÜİK verilerine göre ise birim maliyeti 519,37 TL/m²dir. Binanın yıpranma oranı %60 olarak tespit edilmiştir. Sonuç olarak yapı bedeli 25.760,75 TL (124 m² x 519,37 TL/m² x 0,40) olmaktadır.

11. 1. Asliye Hukuk Mahkemesi 30/12/2013 tarihinde arsa bedeli 46.882,50 TL ile yapı bedeli 25.760,75 TL'nin depo edildiğini belirterek davayı kabul etmiş ve 4/11/1983 tarihli ve 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu’nun 3. ve 27. maddeleri gereğince taşınmaza el konulmasına karar vermiştir. Kararda ayrıca, yatırılan bedelin başvuruculara ödenmesi hükme bağlanmıştır.

12. İdare, dayanak gösterilen Bakanlar Kurulu kararının iptal edildiği, iptal kararı sonrası Bakanlar Kurulunun 22/6/2015 tarihli kararı ile Ulus Tarihî Kent Merkezi Yenileme Alanı Projesi'nin sınırlarının yeniden belirlendiği, bu kapsamda 28/6/2015 ve 24/8/2015tarihinde Resmî Gazete'de yayımlanan Bakanlar Kurulu kararları ile İdarenin 30/7/2015 tarihli encümen kararına istinaden yeniden taşınmazın kamulaştırılması ve acele elkoyma kararı verilmesi yönünde karar alındığı gerekçesiyle 13/8/2015 tarihinde Ankara 24. Asliye Hukuk Mahkemesinde (24. Asliye Hukuk Mahkemesi) dava açmış ve taşınmaz hakkında acele kamulaştırma kararı verilmesini istemiştir.

13. 24. Asliye Hukuk Mahkemesi refakatinde yapılan keşif sonucu düzenlenen bilirkişi raporunda şu tespitlere yer verilmiştir:

i. Keşif tarihinde taşınmaz üzerinde zemin+bir normal katlı bina mevcuttur. İdarenin fiilî zeminde yapmış olduğu analizlerde zemin kat (depo) 275 analiz numarası ile muris H.D.ye ait 12 m²lik yapı, zemin kat (büfe) 274 analiz numarası ile muris H.D.ye ait 11 m²lik yapı ve zemin kat (berber) 271 analiz numarası ile Ş.Z.ye ait 10 m²lik yapı bulunduğu, bu yapıların üzerinde bulunan birinci normal katın 3000 ada 16 parselde değerlendirilmiş olduğu rapor edilmiştir.

ii. 2015 yılı Ağustos ayı yaklaşık birim maliyetleri ile yapı sınıfı dikkate alındığında;

- 271 analiz numarası ile Ş.Z.ye ait 10 m²lik yapının birim maliyeti 370 TL/m²dir. Yıpranma oranı %50 olarak tespit edilmiştir. Değerlendirme ayına göre enflasyon farkı ile birlikte yapı bedeli 1.942,50 TL (10 m² x 370 TL/m² x 1,05 x 0,50) olmaktadır.

- 274 analiz numarası ile muris H.D.ye ait 11 m²lik yapının birim maliyeti 370 TL/m²dir. Yıpranma oranı %50 olarak tespit edilmiştir. Değerlendirme ayına göre enflasyon farkı ile birlikte yapı bedeli 2.136,75 TL (11 m² x 370 TL/m² x 1,05 x 0,50) olmaktadır.

- 275 analiz numarası ile muris H.D.ye ait 12 m²lik yapının birim maliyeti 370 TL/m²dir. Yıpranma oranı %50 olarak tespit edilmiştir. Değerlendirme ayına göre enflasyon farkı ile birlikte yapı bedeli 2.331 TL (12 m² x 370 TL/m² x 1,05 x 0,50) olmaktadır.

iii. 2015 yılı Ağustos ayı değerlendirme tarihi itibarıyla taşınmazın imar parseli olarak zemin değeri 2.000 TL/m²dir. Muris hissesine düşen toplam zemin bedeli 65.800 TL (32,90 m² x 2.000 TL/m²) olduğu anlaşılmaktadır.

14. 24. Asliye Hukuk Mahkemesi 3/11/2015 tarihinde murisin tapuda malik olduğu 32.90 m² hisseli ahşap ev niteliğindeki taşınmazın arsa ve bina değeri toplamının 72.210,25 TL olduğu ve tespit edilen bedelden fazlasının acele elkoyma kararı verilen 1. Asliye Hukuk Mahkemesi dosyasından hak sahipleri adına 72.643,25 TL olarak depo edildiği ve bu bedelin 7/1/2014 tarihinde tahsil edildiği gerekçesiyle davayı kabul etmiştir. Kararda ayrıca 2942 sayılı Kanun'un 3. ve 27. maddeleri gereğince taşınmaza el konulması ve acele kamulaştırma bedelinin daha evvel tahsil edilmesi nedeniyle yeniden karar verilmesine yer olmadığı hüküm altına alınmıştır.

15. İdare tarafından başvurucular aleyhine 29/11/2016 tarihinde kamulaştırma bedelinin tespiti ve tescil istemiyle Ankara 5. Asliye Hukuk Mahkemesinde (5. Asliye Hukuk Mahkemesi) dava açılmıştır. Bu davada İdare, taşınmaz üzerindeki yapıların İdarece yıkıldığını belirterek yapılar hesaplamaya dâhil edilmeksizin zemin bedelinin tespit edilmesini ve taşınmazın İdare adına tescilini talep etmiştir.

16. 5. Asliye Hukuk Mahkemesi refakatinde yapılan keşif sonucu düzenlenen bilirkişi raporunda şu tespitlere yer verilmiştir:

i. Keşif tarihinde taşınmaz üzerinde yapı bulunmamaktadır. Dava dilekçesinde İdare, yalnızca zemin bedeli tespit edilmesini talep ettiğinden yıkılan ve bedeli acele elkoyma dosyalarında depo edilen yapılar değerlendirilmemiştir.

ii. 2/11/2016 tarihli kıymet takdir raporunda taşınmaza zemin bedeli olarak 1.250 TL/m² değer takdirinde bulunulmuştur.

iii. Değerlendirme 29/11/2016 dava tarihine göre yapılmıştır. Taşınmazın kıymetini etkileyecek tüm unsurlar, değerlendirme tarihinden önce gerçekleşen ve özel amacı olmayan emsallerin alım satım rayiçleri, TÜİK verileri ve objektif ölçüler dikkate alındığında taşınmazın imar parseli olarak değeri 2.550 TL/m²dir. Bu durumda taşınmazın zemin bedelinin 83.895 TL (32,90 m² x 2.550 TL/m²) olduğu anlaşılmaktadır.

iv. 1. Asliye Hukuk Mahkemesince ödenen 46.882,50 TL'lik zemin bedeli düşüldüğünde başvuruculara ödenmesi gerekli kamulaştırma bedelinin 37.012,50 TL olacağı tespit edilmiştir.

17. Başvurucular zemin bedelinin düşük belirlendiğine ve taşınmaz üzerinde bulunan yapıların bedelinin de hesaplanması gerektiğine ilişkin itirazlarını sunmuştur. 5. Asliye Hukuk Mahkemesi, başvurucuların ve İdarenin itirazları üzerine ek bilirkişi raporu alınmasına karar vermiştir. Alınan ek bilirkişi raporunda kök raporda yer verilen görüşler tekrar edilmiştir.

18. 5. Asliye Hukuk Mahkemesi 12/12/2017 tarihinde davanın kabulüne, bakiye kamulaştırma bedelinin 37.012,50 TL olarak tespitine, depo edilen 37.012,50 TL'nin başvuruculara ödenmesine ve taşınmazın tapu kaydının iptali ile İdare adına kayıt ve tesciline karar vermiştir.

19. Taraflarca istinaf kanun yoluna başvurulmuştur. İdare istinaf talebinde, taşınmaz için belirlenen bedelin aynı bölgede açılan davalarda belirlenen bedellerden çok yüksek olduğunu ileri sürmüştür. Başvurucular ise İdarenin analiz raporlarında ve acele elkoyma dosyalarında yapılan keşiflerde tespit edildiği hâlde yapı bedellerinin hesaplanmamasının hatalı olduğunu, arsa bedelinin düşük belirlendiğini ve lehlerine vekâlet ücretine hükmedilmesi gerekirken hükmedilmediğini iddia etmiştir.

20. Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 14. Hukuk Dairesi (Bölge Adliye Mahkemesi) 31/5/2018 tarihinde vekâlet ücretinin yanlış hesaplandığına ilişkin başvurucuların istinaf sebepleri dışında kalan istinaf taleplerinin kesin olarak reddine karar vermiş ve başvurucular ile İdare lehine ayrı ayrı 1.980 TL vekâlet ücretine hükmetmiştir. Bölge Adliye Mahkemesi kararının gerekçesinde özetle;

i. Taşınmaza emsal kıyaslaması yapılarak değer biçilmesinin, tespit edilen kamulaştırma bedelinden acele elkoyma dosyasında tespit edilen zemine yönelik bedelin mahsup edilmek suretiyle bakiye kısmın bloke ettirilerek hükmün kesinleşmesi beklenmeden başvuruculara ödenmesinin doğru olduğu ifade edilmiştir.

ii. Taşınmaz üzerinde bulunan yapılar yönünden açılmış bir dava bulunmadığı gerekçesiyle bu yönde bir inceleme yapılmamasının yerinde olduğu vurgulanmıştır.

21. Nihai karar başvurucular vekiline 25/7/2018 tarihinde tebliğ edilmiştir.

22. Başvurucular 2/8/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

IV. İLGİLİ HUKUK

A. Ulusal Hukuk

1. İlgili Mevzuat

23. 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun "Mülkiyet hakkının içeriği" kenar başlıklı 683. maddesi şöyledir:

"Bir şeye malik olan kimse, hukuk düzeninin sınırları içinde, o şey üzerinde dilediği gibi kullanma, yararlanma ve tasarrufta bulunma yetkisine sahiptir.

Malik, malını haksız olarak elinde bulunduran kimseye karşı istihkak davası açabileceği gibi, her türlü haksız elatmanın önlenmesini de dava edebilir."

24. 4721 sayılı Kanun'un "Bütünleyici parça" kenar başlıklı 684. maddesi şöyledir:

"Bir şeye malik olan kimse, o şeyin bütünleyici parçalarına da malik olur.

Bütünleyici parça, yerel âdetlere göre asıl şeyin temel unsuru olan ve o şey yok edilmedikçe, zarara uğratılmadıkça veya yapısı değiştirilmedikçe ondan ayrılmasına olanak bulunmayan parçadır."

25. 2942 sayılı Kanun’un "Kamulaştırma bedelinin mahkemece tespiti ve taşınmaz malın idare adına tescili" kenar başlıklı 10. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"Kamulaştırmanın satın alma usulü ile yapılamaması halinde idare, 7 nci maddeye göre topladığı bilgi ve belgelerle 8 inci madde uyarınca yaptırmış olduğu bedel tespiti ve bu husustaki diğer bilgi ve belgeleri bir dilekçeye ekleyerek taşınmaz malın bulunduğu yer asliye hukuk mahkemesine müracaat eder ve taşınmaz malın kamulaştırma bedelinin tespitiyle, bu bedelin, peşin veya kamulaştırma 3 üncü maddenin ikinci fıkrasına göre yapılmış ise taksitle ödenmesi karşılığında, idare adına tesciline karar verilmesini ister.

Mahkeme, idarenin başvuru tarihinden itibaren en geç otuz gün sonrası için belirlediği duruşma gününü, dava dilekçesi ve idare tarafından verilen belgelerin birer örneği de eklenerek taşınmaz malın malikine meşruhatlı davetiye ile veya idarece yapılan araştırmalar sonucunda adresleri bulunamayanlara, 11.2.1959 tarihli ve 7201 sayılı Tebligat Kanununun 28 inci maddesi gereğince ilan yoluyla tebligat suretiyle bildirerek duruşmaya katılmaya çağırır. Duruşma günü idareye de tebliğ olunur.

Mahkemece malike doğrudan çıkarılacak meşruhatlı davetiyede veya ilan yolu ile yapılacak tebligatta;

...

d) 14 üncü maddede öngörülen süre içerisinde, tebligat veya ilan tarihinden itibaren kamulaştırma işlemine idari yargıda iptal veya adli yargıda maddi hatalara karşı düzeltim davası açabilecekleri,

...

Belirtilir.

...

14 üncü maddede belirtilen süre içinde, kamulaştırma işlemine karşı hak sahipleri tarafından idari yargıda iptal davası açılması ve idari yargı mahkemelerince de yürütmenin durdurulması kararı verilmesi halinde mahkemece, idari yargıda açılan dava bekletici mesele kabul edilerek bunun sonucuna göre işlem yapılır.

Kamulaştırma işlemine karşı idari yargıda iptal veya maddi hatalara karşı adli mahkemelerde açılacak düzeltim davalarında hangi idareye husumet yöneltileceğinin davetiye ve ilanda açıkça belirtilmemiş veya yanlış gösterilmiş olması nedeniyle davada husumet yanlış yöneltilmiş ise, gerçek hasma tebligat yapılmak suretiyle davaya devam olunur."

26. 2942 sayılı Kanun'un "Kamulaştırma bedelinin tespiti esasları" kenar başlıklı 11. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"15 inci madde uyarınca oluşturulacak bilirkişi kurulu, kamulaştırılacak taşınmaz mal veya kaynağın bulunduğu yere mahkeme heyeti ile birlikte giderek, hazır bulunan ilgilileri de dinledikten sonra taşınmaz mal veya kaynağın;

a) Cins ve nevini,

b) Yüzölçümünü.

c) Kıymetini ektileyebilecek bütün nitelik ve unsarlarını ve her unsurun ayrı ayrı değerini,

d) Varsa vergi beyanını,

e) Kamulaştırma tarihindeki resmi makamlarca yapılmış kıymet takdirlerini,

f) Arazilerde, taşınmaz mal veya kaynağın mevkii ve şartlarına göre ve olduğu gibi kullanılması halinde getireceği net gelirini.

g) Arsalarda, kamulaştırılma gününden önceki özel amacı olmayan emsal satışlara göre satış değerini,

h) Yapılarda, resmi birim fiyatları ve yapı maliyet hesaplarını ve yıpranma payını,

ı) (Değişik: 19/4/2018-7139/27 md.) Bu fıkrada belirtilen unsurlara göre tespit edilen arazi bedelinin yarısını geçmemek ve her bir ölçünün etkisi açıklanmak kaydıyla bedelin tespitinde etkili olacak diğer objektif ölçüleri,

Esas tutarak düzenleyecekleri raporda bütün bu unsurların cevaplarını ayrı ayrı belirtmek suretiyle ve ilgililerin beyanını da dikkate alarak Sermaye Piyasası Kurulu tarafından kabul edilen değerleme standartlarına uygun, gerekçeli bir değerlendirme raporuna dayalı olarak taşınmaz malın değerini tespit ederler.

Taşınmaz malın değerinin tespitinde, kamulaştırmayı gerektiren imar ve hizmet teşebbüsünün sebep olacağı değer artışları ile ilerisi için düşünülen kullanma şekillerine göre getireceği kâr dikkate alınmaz.

..."

2. Yargı İçtihatları

27. Yargıtay 5. Hukuk Dairesinin 18/4/2011 tarihli ve E.2010/20438, K.2011/6723 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:

"Dava, 4650 sayılı Yasa ile değişik 2942 sayılı Kamulaştırma Kanununun 10. maddesi uyarınca kamulaştırma bedelinin tesbiti ile kamulaştırılan taşınmazın davacı idare adına tescili istemine ilişkindir.

Mahkemece, davanın kabulüne karar verilmiş, hüküm davacı idare vekilince temyiz edilmiştir.

Bilirkişi incelemesi yaptırılmıştır. Arsa niteliğindeki dava konusu taşınmaza emsal karşılaştırması yapılarak zeminine, üzerindeki yapılara ise resmi birim fiyatları esas alınıp, yıpranma payı düşülerek değer biçilmesi yöntem olarak doğrudur. Ancak;

1-Dava konusu edilen 5157 ada 2 parsel sayılı taşınmazın üzerinde bodrum+zemin+2 normal kattan ibaret, kat irtifakı kurulmamış bir yapı mevcut olup, davacı idare tarafından Ulus Tarihi Kent Merkezi Proje Alanında kalması nedeniyle dava konusu taşınmaz ile birlikte üzerindeki yapı da kamulaştırılmıştır.

Bu durumda, dava konusu edilen arsa ve yapının tamamının kamulaştırma bedeli belirlenip, bu miktardan davalıların tapudaki payları oranında hesaplanacak miktarın kamulaştırma bedeli olarak tesbitine karar verilmesi gerekirken, denetime elverişli olmayan bilirkişi kurulu raporunda yapılan hesap hatası nedeniyle davalıların tapudaki paylarını aşar şekilde fazlaya hükmedilmesi,

2-Dava konusu edilen yapıya2009 yılı Ocak ayında yayınlanan yaklaşık birim fiyatı dava tarihine eskale edilerek değer biçilirken, bulunulacak olan rakamın 2010 yılı Ocak ayında ilan edilen ve 511,00-TL olarak belirlenen birim fiyatını aşmaması gerektiğinin düşünülmemesi,

3-Dava konusu taşınmaz üzerinde bulunan yapının davacı idareye ait olduğu yönünde hüküm kurulmaması,

Doğru görülmemiştir.

..."

28. Yargıtay 5. Hukuk Dairesinin 27/3/2014 tarihli ve E.2013/23574, K.2014/8713 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:

"Dava, 4650 sayılı Kanunla değişik 2942 sayılı Kamulaştırma Kanununun 10. maddesine dayanan kamulaştırma bedelinin tespiti ve kamulaştırılan taşınmazın davacı idare adına tescili istemine ilişkindir.

Mahkemece, davanın kabulüne karar verilmiş; hüküm, davalı vekilince temyiz edilmiştir.

Bilirkişi incelemesi yaptırılmıştır. Arsa niteliğindeki taşınmaza emsal incelemesi yapılarak değer biçilmesi ve bedelin tebit edilmesinde bir isabetsizlik görülmemiştir.

Yapılan incelemede;

Dava konusu kıymet takdir komisyonu raporunda taşınmaz üzerinde 85,26 m², 7,24 m², 2,76 m², 13,44 m²'lik toplam 106,70 m²'lik bina, kömürlük, tuvalet ve duvar olduğu yazılıdır. Bilirkişi raporunda ise sadece 65 m²'lik binanın bedeli tesbit edilmiştir.

Bu durumda; Kıymet Takdir Komisyonu raporu ile bilirkişi raporu arasında oluşan çelişkinin giderilmesi için taşınmaz üzerinde bulunan muhtesatların yıkılıp yıkılmadığı, yıkıldı ise kimin tarafından yıkıldığı, binanın ölçümündeki farklılığın neden kaynaklandığı hususlarında her türlü delilleri taraflardan sorularak ve 85,26 m²'lik binanın dava tarihindeki iç mekan özellikleri de ayrıntılı olarak belirtilerek, Bayındırlık Bakanlığı Resmi Birim Fiyatları esas alınarak; yapının mesken (konut) olarak halen kullanıldığı da gözetilerek, III.sınıf (A) grubu yapı sınıfına girip-girmediği araştırılmadan, II.sınıf (B) grubu birim fiyatının kabulüyle az bedel tebiti,

Doğru görülmemiştir.

..."

29. Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 14. Hukuk Dairesinin 1/7/2020 tarihli ve E.2019/1575, K.2020/837 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:

"Ankara ili, Altındağ İlçesi, Bozkurt Mahallesi 131.60 m² alanlı 68 ada, 10 parsel sayılı taşınmazın Ankara Büyükşehir Belediye Encümeninin 19.01.2017 tarih ve 135/407 sayılı kamu yararı gereği Ulus Tarihi Kent Merkezi Yenileme Alanı kapsamında planlanan İnanç Müzesi projesi içinde yer aldığı anlaşılmış olup, arsa niteliğindeki taşınmaza emsal karşılaştırması yapılarak zeminine, dava konusu arsa üzerinde bulunan yapıya resmi birim fiyatları esas alınıp yıpranma payı da düşülerek değer biçilmesinde, tespit edilen bedelin bloke ettirilerek davalı tarafa ödenmesine dair kararda, Akşemsettin Mahallesi, 46 ada, 15 parsel sayılı taşınmaz yönünden Kasım 2016 tarihi itibariyle 2.550 TL/m² birim bedelin Dairemizin 2018/1031-2018/1516 sayılı ilamı ile, yine dava konusu taşınmaza bitişik parsel konumundaki Telgraf Sokak, 69 ada, 4 parsel sayılı taşınmaz yönünden Ocak 2017 değerlendirme tarihi itibariyle 2.750 TL/m² birim bedelin Dairemizin 2018/1414-2018/1899 sayılı ilamı ile uygun görüldüğü de dikkate alındığında mahkemenin vakıa ve hukuki değerlendirmesinde usul ve esas yönünden yasaya aykırılık bulunmadığından davacı idare vekilinin istinaf sebeplerinin esastan reddine dair hüküm kurmak gerekmiştir."

B. Uluslararası Hukuk

30. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne (Sözleşme) ek 1 No.lu Protokol'ün 1. maddesi şöyledir:

"Her gerçek ve tüzel kişinin mal ve mülk dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme hakkı vardır. Bir kimse, ancak kamu yararı sebebiyle ve yasada öngörülen koşullara ve uluslararası hukukun genel ilkelerine uygun olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılabilir.

Yukarıdaki hükümler, devletlerin, mülkiyetin kamu yararına uygun olarak kullanılmasını düzenlemek veya vergilerin ya da başka katkıların veya para cezalarının ödenmesini sağlamak için gerekli gördükleri yasaları uygulama konusunda sahip oldukları hakka halel getirmez."

31. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) davanın esasını teşkil eden zararı giderecek tazminatın ulusal mahkemeler tarafından hesaplanması gereken hâllerde kendini bu konuda karar vermeye yetkili görmemektedir. Doğrusu AİHM kamulaştırılan yerin değerini belirleyecek ve buna karşılık ödenecek tazminatın kriterlerini belirlemede kendini Türk mahkemelerinin yerine koyamaz. Ne var ki somut olaydaki dava dosyası içeriğine göre AİHM, başvurucunun ulusal mahkemelerce hükmedilen tazminat bedelinin mülkün değeri ile makul bir bağlantı kurmadığını gösterebildiğini gözlemlemektedir (Yıltaş Yıldız Turistik Tesisleri A.Ş./Türkiye, B. No: 30502/96, 24/4/2003, § 38).

32. Öte yandan Tkachenko/Rusya (B. No: 28046/05, 20/3/2018) kararında AİHM, iç hukuktaki düzenlemelere aykırı olan bir müdahalenin de hukukilik ölçütünü karşılamadığını kabul etmiştir. Bununla birlikte herhangi bir usule aykırılığın müdahalenin hukukiliğiyle uyumsuz kabul edilemeyeceğini belirtmiştir. Bu bağlamda AİHM, hukukun doğru biçimde uygulanması ve yorumlanması konusunda sınırlı bir yetkisi olduğunu ve ulusal mahkemelerin yerine geçme gibi bir sorumluluğu olmadığını ancak bu kararların açık bir keyfîlik veya bariz takdir hatasından yoksun olmaması gerektiğini vurgulamıştır (Tkachenko/Rusya, § 52). AİHM sonuç olarak somut olayda iç hukukta öngörülen kamulaştırma usulüne aykırı davranıldığını tespit ederek mülkiyet hakkının ihlaline karar vermiştir (Tkachenko/Rusya, §§ 53-58).

V. İNCELEME VE GEREKÇE

33. Mahkemenin 29/6/2021 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Mülkiyet Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Başvurucuların İddiaları

34. Başvurucular, taşınmazın üzerinde bulunan yapıların bedelinin acele elkoymaya ilişkin dava dosyalarında yokluklarında tespit edildiğini ifade etmiştir. Kamulaştırma bedelinin tespiti ve tescil istemiyle açılan davada, bu yapılar yönünden yeniden çekişmeli değer tespiti yapılması gerektiği hâlde yapı bedellerinin acele elkoyma dosyalarında hesap edilerek ödendiği gerekçesiyle yeniden hesaplanmaması nedeniyle zarara uğradıklarını belirten başvurucular, bu gerekçelerle mülkiyet haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

2. Değerlendirme

35. Anayasa’nın "Mülkiyet hakkı" kenar başlıklı 35. maddesi şöyledir:

"Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.

Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir.

Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz."

36. Anayasa'nın "Kamulaştırma" kenar başlıklı 46. maddesi şöyledir:

"Devlet ve kamu tüzelkişileri; kamu yararının gerektirdiği hallerde, gerçek karşılıklarını peşin ödemek şartıyla, özel mülkiyette bulunan taşınmaz malların tamamını veya bir kısmını, kanunla gösterilen esas ve usullere göre, kamulaştırmaya ve bunlar üzerinde idarî irtifaklar kurmaya yetkilidir.

Kamulaştırma bedeli ile kesin hükme bağlanan artırım bedeli nakden ve peşin olarak ödenir. Ancak, tarım reformunun uygulanması, büyük enerji ve sulama projeleri ile iskân projelerinin gerçekleştirilmesi, yeni ormanların yetiştirilmesi, kıyıların korunması ve turizm amacıyla kamulaştırılan toprakların bedellerinin ödenme şekli kanunla gösterilir. Kanunun taksitle ödemeyi öngörebileceği bu hallerde, taksitlendirme süresi beş yılı aşamaz; bu takdirde taksitler eşit olarak ödenir.

Kamulaştırılan topraktan, o toprağı doğrudan doğruya işleten küçük çiftçiye ait olanlarının bedeli, her halde peşin ödenir.

İkinci fıkrada öngörülen taksitlendirmelerde ve herhangi bir sebeple ödenmemiş kamulaştırma bedellerinde kamu alacakları için öngörülen en yüksek faiz uygulanır."

37. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucuların, yapı bedellerinin yeniden hesaplanmaması nedeniyle kamulaştırma bedelinin düşük belirlendiği yönündeki şikâyetlerinin mülkiyet hakkına ilişkin olduğu anlaşıldığından başvurucuların tüm şikâyetlerinin mülkiyet hakkı kapsamında incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.

a. Kabul Edilebilirlik Yönünden

38. Başvurucuların kamulaştırma bedelinin tespitine ilişkin şikâyetinin açıkça dayanaktan yoksun olmadığına ve başka bir kabul edilemezlik nedeni de bulunmadığından kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

b. Esas Yönünden

i. Mülkün Varlığı ile Müdahalenin Varlığı ve Türü

39. Somut olayda başvurucuların murisine ait taşınmaz kamulaştırılmıştır. Taşınmaz mal varlığının Anayasa’nın 35. maddesinde yer alan mülkiyet hakkının kapsamına dâhil olduğunda tereddüt bulunmamaktadır. Başvurucuların taşınmazının mülkiyetinin kamulaştırma yoluyla İdareye geçmiş olmasının mülkiyet hakkına müdahale teşkil ettiği açıktır. Anayasa Mahkemesinin çok sayıda kararında da belirtildiği üzere taşınmazın kamulaştırılması mülkiyetten yoksun bırakma niteliği taşımaktadır (Mehmet Akdoğan ve diğerleri, B. No: 2013/817, 19/12/2013, § 32; AYM, E.1988/34, K.1989/26, 21/6/1989; E.2011/58, K.2012/70, 17/5/2012).

ii. Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı

40. Anayasa'nın "Temel hak ve hürriyetlerin sınırlanması" kenar başlıklı 13. maddesi şöyledir:

"Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz."

41. Anayasa’nın 35. maddesinde mülkiyet hakkı sınırsız bir hak olarak düzenlenmemiş, bu hakkın kamu yararı amacıyla ve kanunla sınırlandırılabileceği öngörülmüştür. Mülkiyet hakkına müdahalede bulunulurken temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasına ilişkin genel ilkeleri düzenleyen Anayasa'nın 13. maddesinin de gözönünde bulundurulması gerekmektedir. Dolayısıyla mülkiyet hakkına yönelik müdahalenin Anayasa'ya uygun olabilmesi için müdahalenin kanuna dayanması, kamu yararı amacı taşıması ve ayrıca ölçülülük ilkesi gözetilerek yapılması gerekmektedir (Recep Tarhan ve Afife Tarhan, B. No: 2014/1546, 2/2/2017, § 62).

 (1) Kanunilik

42. Kamulaştırmanın usul ve esasları 2942 sayılı Kanun'da düzenlenmiştir. Somut olayda, başvuruculara ait taşınmazın Ulus Tarihî Kent Merkezi Yenileme Alanı Projesi kapsamında idare kararıyla kamulaştırıldığı ve kamulaştırma sürecinin 2942 sayılı Kanun’a göre sürdürülerek tamamlandığı görülmektedir. Bu durumda mülkiyetten yoksun bırakmanın kanuni dayanağının bulunduğu anlaşılmaktadır.

 (2) Meşru Amaç

43. Somut olayda başvurucuların taşınmazı Ulus Tarihî Kent Merkezi Yenileme Alanı Projesi kapsamında tarihî ve kültürel mirasın korunması amacıyla kamulaştırılmıştır. Tarihî ve kültürel mirasın korunmasında kamu yararı bulunduğu açıktır.

 (3) Ölçülülük

 (a) Genel İlkeler

44. Ölçülülük ilkesi elverişlilik, gereklilik ve orantılılık olmak üzere üç alt ilkeden oluşmaktadır. Elverişlilik öngörülen müdahalenin ulaşılmak istenen amacı gerçekleştirmeye elverişli olmasını, gereklilik ulaşılmak istenen amaç bakımından müdahalenin zorunlu olmasını yani aynı amaca daha hafif bir müdahale ile ulaşılmasının mümkün olmamasını, orantılılık ise bireyin hakkına yapılan müdahale ile ulaşılmak istenen amaç arasında makul bir dengenin gözetilmesi gerekliliğini ifade etmektedir (AYM, E.2011/111, K.2012/56, 11/4/2012; E.2012/102, K.2012/207, 27/12/2012; E.2012/149, K.2013/63, 22/5/2013; E.2013/32, K.2013/112, 10/10/2013; E.2016/16, K.2016/37, 5/5/2016; E.2016/13, K.2016/127, 22/6/2016; Mehmet Akdoğan ve diğerleri, § 38).

45. Mülkiyet hakkından yoksun bırakma biçimindeki müdahalelerde, hedeflenen kamu yararı ile malikin bireysel yararı arasında gözetilmesi gereken adil denge ancak malike tazminat ödenmek suretiyle sağlanabilir. Diğer bir ifadeyle mülkten yoksun bırakmalarda malike tazminat ödenmesi, müdahaleyle malike yüklenen aşırı külfetin telafi edilmesini temin eden temel bir araçtır. Anayasa'nın 46. maddesi uyarınca kamulaştırma yoluyla malikin mülkiyet hakkının sona erdirildiği hâllerde malike ödenmesi gereken tazminat taşınmazın gerçek bedelidir. Bu itibarla taşınmazın gerçek bedelinin ödenmediği durumlarda somut olayın koşulları da gözetilerek müdahalenin orantılı olmadığı sonucuna ulaşılabilir (Cevat Aydın, B. No: 2014/13886, 4/10/2017, § 59).

46. Çok sayıda alıcısı ve satıcısı bulunmayan ve satışa konu olan malların aynı nitelikte (homojen) olmadığı emlak piyasasında bir taşınmazın herkes için geçerli tek, değişmez ve kolay hesaplanabilir bir fiyatının olmadığı da gözönünde bulundurulmalıdır. Anayasa'nın koruması altında bulunan mülkiyet hakkı açısından önemli olan, kamulaştırılan veya üzerinde irtifak hakkı kurulan taşınmazın gerçek değerinin 2942 sayılı Kanun'a göre belirlenmesi, irtifak hakkı kurulan taşınmazda meydana gelen değer düşüklüğü karşılığının objektif kriterlere göre tespit edilmesi ve ulaşılmak istenen kamu yararı ile orantılı bir bedelin başvuruculara ödenmesidir (Mukadder Sağlam ve diğerleri, B. No: 2013/2511, 22/1/2015, § 48).

47. Kamulaştırma yoluyla malikin mülkiyet hakkının sona erdirildiği hâllerde taşınmazın gerçek bedelinin malike ödenmesi orantılılık ilkesinin gereğidir. Taşınmaz bedelinin tespiti teknik ve uzmanlık gerektiren bir konudur. Bu nedenle kamulaştırılan taşınmazın bedelinin tespiti uzman mahkemelerin ve Yargıtayın bu konudaki uzman dairelerinin yetkisi ve görevindedir. Anayasa Mahkemesi bu konuda uzmanlaşmış bir mahkeme olmadığı gibi Anayasa Mahkemesinin mülkiyet hakkı kapsamında yapılan bireysel başvurularda bedel veya değer düşüklüğü karşılığını hesaplamak gibi bir görevi de bulunmamaktadır. Anayasa Mahkemesinin mülkiyet hakkına yapılan müdahale ile ödenen bedel arasındaki ilişki yönünden yapacağı tespit, orantılılık incelemesinden ibarettir (Mukadder Sağlam ve diğerleri, § 49; Abdülkerim Çakmak ve diğerleri, B. No: 2014/1964, 23/2/2017, § 52).

48. Mülkiyet hakkının korunmasının söz konusu olduğu durumlarda usule ilişkin güvencelerin somut olayda yerine getirildiğinden söz edilebilmesi için derece mahkemelerinin kararlarında konu ile ilgili ve yeterli gerekçe bulunmalıdır. Ayrıca belirtmek gerekir ki bu zorunluluk, davacının bütün iddialarına cevap verilmesi anlamına gelmemekle birlikte mülkiyet hakkını ilgilendiren davanın sonucuna etkili esasa ilişkin temel iddia ve itirazların yargılama makamlarınca özenli bir şekilde değerlendirilerek karşılanmasını gerektirmektedir (Kamil Darbaz ve GMO Yapı Grup End. San. Tic. Ltd. Şti., B. No: 2015/12563, 24/5/2018, § 53).

 (b) İlkelerin Olaya Uygulanması

49. Somut olayda Ulus Tarihî Kent Merkezi Yenileme Alanı Projesi kapsamında başvurucuların murisine ait taşınmazın İdare tarafından kamulaştırılmasına karar verilmiştir. İdarece 2013 yılı içinde acele elkoyma istemiyle açılan dava sırasında alınan bilirkişi raporunda, taşınmazın yüz ölçümünün 32,90 m² olduğu, taşınmaz üzerinde zemin+bir normal katlı binanın mevcut olduğu ve iki katın toplam oturum alanının 124 m² olduğu tespit edilmiştir. Ayrıca zemin bedeli 46.882,50 TL ve yapı bedeli de 25.760,75 TL olarak hesap edilmiştir. Yargılama sonunda 1. Asliye Hukuk Mahkemesi depo edilen bu bedellerin ödenmesine ve taşınmaza el konulmasına karar vermiştir.

50. Ancak kamulaştırma işlemi için kamu yararına dayanak alınan Bakanlar Kurulu kararının iptal edilmesi sonucunda yeniden bu yönde alınan kararlara istinaden bir kez daha kamulaştırma kararı verilmiş ve 2015 yılında acele el koyma istemli başka bir dava açılmıştır. Bu dava sırasında alınan bilirkişi raporunda zemin bedeli 65.800 TL hesap edilmiş ancak taşınmazın üzerindeki yapıya ilişkin farklı tespitlere yer verilmiştir. Buna göre taşınmaz üzerinde zemin+bir normal katlı binanın mevcut olduğu, İdarenin fiilî zeminde yapmış olduğu tespitlerde zemin katta yer alan 275 analiz numaralı 12 m²lik depo ile 274 analiz numaralı 11 m²lik büfenin murise ait olduğu ancak aynı katta bulunan 271 analiz numaralı 10 m²lik berber dükkânının ise Ş.Z.ye ait olduğu belirtilmiştir. Ayrıca bu yapıların üzerinde bulunan birinci normal katın da 3000 ada 16 parselde değerlendirilmiş olduğunun rapor edildiği ifade edilmiştir. Zemin katta bulunan yapıların toplam bedeli 6.410,25 TL olarak hesap edilmiştir.

51. 24. Asliye Hukuk Mahkemesi, toplam alacağın (zemin bedeli+yapının zemin kat bedeli) 72.210,25 TL olduğu ve bu bedelden daha fazlasının (72.643,25 TL) ilk acele elkoyma dosyası ile ödendiği gerekçesiyle bedel yönünden yeniden karar verilmesine yer olmadığına ve taşınmaza elkonulmasına karar vermiştir.

52. Daha sonra İdare, taşınmazın kamulaştırılması için bedel tespiti ve tescil istemli dava açmış ve bu davada taşınmaz üzerindeki yapıların İdarece yıkıldığını belirterek yapılar hesaplamaya dâhil edilmeksizin zemin bedelinin tespit edilmesini ve taşınmazın İdare adına tescilini talep etmiştir. Yapılan keşif sonrası düzenlenen bilirkişi raporunda taşınmaz üzerindeki yapının yıkıldığı ve dava dilekçesinde İdarenin sadece zemin bedelinin tespitini istediği belirtilerek yalnızca zemin bedeli hesaplanmıştır. Rapora karşı başvurucuların yaptığı itiraz üzerine düzenlenen ek raporda da benzer görüşlereyer verilmiştir. 5. Asliye Hukuk Mahkemesi, davanın kabulüne, zemin bedeli olarak daha evvel ödenen 46.882,50 TL'den bakiye olarak hesaplanan 37.012,50 TL'nin murisin mirasçılarına ödenmesine karar vermiştir. Kararın gerekçesinde yapı bedelinin hesaplanmamasına ilişkin herhangi bir gerekçeye yer verilmemiştir. Bölge Adliye Mahkemesi kararında ise yapı bedelinin hesaplanmamasına gerekçe olarak yapılar yönünden açılmış bir dava bulunmaması gösterilmiştir.

53. Bu durumda başvurucuların murisinin taşınmazı üzerindeki yapının bedeli olarak İdare tarafından ilk açılan acele elkoyma davası sonrası 25.760,75 TL ödendiği anlaşılmıştır.

54. Başvurucular, ödenen bu bedelin İdarece tek taraflı olarak tespit ettirildiğini ve çekişme imkânı bulamadıklarını ileri sürmektedir. Kamulaştırma süreci incelendiğinde taşınmaz üzerinde bulunan yapının kamulaştırma işlemi kapsamında ve acele elkoyma kararlarından sonra İdare tarafından yıkıldığı açıktır. Ancak İdare, kamulaştırma davasında yalnızca zemin bedelinin hesap edilmesini istemiş ve derece mahkemeleri de talebin yapı bedelini kapsamadığını gerekçe göstererek yapı için hesaplama yapmamıştır. Bu durumda yapı, kamu gücü kullanan İdare tarafından yıkıldığı hâlde başvurucular bedelin tespitine ilişkin süreçte itiraz ve savunma imkânı bulamamıştır. Her ne kadar yapı için 25.760,75 TL ödendiği anlaşılmakta ise de Anayasa Mahkemesinin görevi hesaplama yöntemini tespit etmek değildir. Bu görev ve yetki bu konuda uzmanlaşmış derece mahkemelerine aittir. Anayasa Mahkemesi yalnızca bedelin tespit edilmesi sürecine ilişkin yöntemin başvurucuların mülkiyet hakkının sağladığı güvenceleri içerip içermediği ve belirlenen bedelin mülkiyet hakkına yapılan müdahale ile orantılı bir giderim sağlayıp sağlamadığı ile ilgili sınırlı inceleme yapma yetkisine sahiptir.

55. Bu kapsamda, alınan kamu yararı kararına istinaden tamamının kamulaştırılmasına karar verilen ve acele elkoymaya ilişkin dava sürecine kadar üzerinde yapı bulunan taşınmazın zemininin kamulaştırıldığı ancak geriye kalan ve İdare tarafından yıkıldığı anlaşılan yapının kamulaştırılmadığı sonucuna varmak mümkün değildir. Yukarıda yer verilen kanun hükümlerine göre kamulaştırılan taşınmaz üzerindeki yapının -arza tabi olacağı da dikkate alındığında- derece mahkemelerinin İdarenin talebinin bu şekilde olduğuna yönelik gerekçesi başvuruculara olağanın ötesinde ağır bir külfet yüklemiştir (bkz. § 20). Başvurucuların, acele elkoyma dosyası ile ödenen yapı bedelinin belirlenmesine ilişkin sürece katılarak savunma ve itirazlarını ortaya koyma imkânları da ellerinden alınmış ve bu nedenle başvurucular çekişmeli yargılama yapılması olanağı bulamamıştır. Dolayısıyla kamu gücü kullanılarak ellerinden alınan taşınmazın gerçek bedelinin ödenmesi gerekliliğine ilişkin ilkeler de dikkate alındığında mülkiyet hakkının usuli güvencelerinin yerine getirilmediği ve yapı için ödenen bedelin gerçek bedel olmadığına ilişkin başvurucuların şikâyetlerinin ortadan kaldırılmadığı görülmektedir. Bu nedenle başvurucuların mülkiyet hakkına yapılan müdahale sonucunda başvuruculara yüklenen külfet ile kamu yararı arasında adil bir dengenin kurulamadığı ve yüklenen külfetin aşırı ve ölçüsüz olduğu sonucuna ulaşılmıştır.

56. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

B. Mahkemeye Erişim Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

57. Başvurucuların mülkiyet haklarının ihlal edildiğine karar verildiğinden Bölge Adliye Mahkemesince temyiz kanun yolu kapalı olarak karar verilmesi nedeniyle mahkemeye erişim haklarının ihlal edildiğine yönelik şikâyetleri incelenmemiştir.

C. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

58. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…

 (2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir."

59. Başvurucular, maddi ve manevi tazminat ödenmesi talebinde bulunmuştur.

60. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan ([GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018) kararında ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağı hususunda genel ilkeler belirlenmiştir. Anayasa Mahkemesi diğer bir kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal kararının yerine getirilmemesinin sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin devamı anlamına geleceği gibi ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle sonuçlanacağına işaret etmiştir (Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019).

61. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural, mümkün olduğunca eski hâle getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması, ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan, §§ 55, 57).

62. İhlalin mahkeme kararından kaynaklandığı durumlarda Anayasa Mahkemesi, 6216 sayılı Kanunun 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası ile Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 79. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca, ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın bir örneğinin ilgili mahkemeye gönderilmesine hükmeder. Anılan yasal düzenleme, usul hukukundaki benzer hukuki kurumlardan farklı olarak ihlali ortadan kaldırmak amacıyla yeniden yargılama sonucunu doğuran ve bireysel başvuruya özgülenen bir giderim yolunu öngörmektedir. Bu nedenle Anayasa Mahkemesi tarafından ihlal kararına bağlı olarak yeniden yargılama kararı verildiğinde usul hukukundaki yargılamanın yenilenmesi kurumundan farklı olarak ilgili mahkemenin yeniden yargılama sebebinin varlığını kabul hususunda herhangi bir takdir yetkisi bulunmamaktadır. Dolayısıyla böyle bir kararın kendisine ulaştığı mahkemenin yasal yükümlülüğü, ilgilinin talebini beklemeksizin Anayasa Mahkemesinin ihlal kararı nedeniyle yeniden yargılama kararı vererek devam eden ihlalin sonuçlarını gidermek üzere gereken işlemleri yerine getirmektir. (Mehmet Doğan, §§ 58, 59; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), §§ 57-59, 66, 67).

63. İncelenen başvuruda taşınmaz üzerinde bulunan yapı için ödenen bedelin tespitine ilişkin süreçte başvurucuların savunma ve itirazlarını ortaya koyma imkânından mahrum bırakılmaları nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği sonucuna ulaşılmıştır. Dolayısıyla ihlalin idarenin eyleminden kaynaklandığı anlaşılmaktadır. Bununla birlikte mahkeme de ihlali giderememiştir.

64. Bu durumda mülkiyet hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Yapılacak yeniden yargılama ise bireysel başvuruya özgü düzenleme içeren 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu kapsamda yapılması gereken iş yeniden yargılama kararı verilerek Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar verilmesinden ibarettir. Bu sebeple kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere Ankara 5. Asliye Hukuk Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekmektedir.

65. İhlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılamanın yeterli bir giderim sağlayacağı anlaşıldığından tazminat taleplerinin reddine karar verilmesi gerektiği sonucuna ulaşılmıştır.

66. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 294,70 TL harç ve 3.600 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.894,70 TL yargılama giderinin başvuruculara ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Kararın bir örneğinin Anayasa'nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere Ankara 5. Asliye Hukuk Mahkemesine (E.2016/478, K.2017/501) GÖNDERİLMESİNE,

D. Başvurucuların tazminat taleplerinin REDDİNE,

E. 294,70 TL harç ve 3.600 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.894,70 TL yargılama giderinin başvuruculara ÖDENMESİNE,

F. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucuların Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

G. Kararın bir örneğinin bilgi için Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 14. Hukuk Dairesine GÖNDERİLMESİNE,

H. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 29/6/2021 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

MALAKLAR İNŞ. TAAH. GID. MAD. SAN. VE TİC. A.Ş. BAŞVURUSU (2)

(Başvuru Numarası: 2018/3296)

 

Karar Tarihi: 30/6/2021

R.G. Tarih ve Sayı: 6/10/2021-31620

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

Başkan

:

Hasan Tahsin GÖKCAN

Üyeler

:

Hicabi DURSUN

 

 

Muammer TOPAL

 

 

Yusuf Şevki HAKYEMEZ

 

 

İrfan FİDAN

Raportör

:

Olcay ÖZCAN

Başvurucu

:

Malaklar İnş. Taah. Gıd. Mad. San. ve Tic. A.Ş.

Vekili

:

Av. Mustafa Barış ÇATALBAŞ

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, alacağın tahsili için başlatılan icra ve iflas takiplerinin kooperatif mallarının devlet malı sayıldığı gerekçesiyle sonuçsuz bırakılması ve alacağın başka türlü tahsiline imkân kalmaması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 5/2/2018 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvurunun makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiası yönünden ayrılmasına ve ayrılan dosyanın 2019/5859 başvuru numarasına kaydedilmesine ve diğer iddialar yönünden başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:

A. Uyuşmazlığın Arka Planı

8. 3/2/2002 tarihinde Afyonkarahisar'a bağlı Sultandağı ve Çay ilçelerinde art arda iki deprem meydana gelmiştir. Bu depremler özellikle Afyonkarahisar şehir merkezi ile Çay, Sultandağı, Bolvadin, Çobanlar, Şuhut ve İscehisar ilçelerinde etkili olmuş; kırk iki kişinin hayatını kaybetmesine ve çok sayıda binanın hasar görmesine neden olmuştur.

9. 2/3/1984 tarihli ve 2985 sayılı Toplu Konut Kanunu'nun geçici 3. maddesi uyarınca, yıkılan ve ağır hasar gören binaların yapılması için afetzedelerin kuracağı kooperatiflere Arsa Ofisi Genel Müdürlüğü tarafından arsa tahsis edilmesi ve binaların yapımı için Toplu Konut İdaresi Başkanlığınca (TOKİ) kredi verilmesi kararlaştırılmıştır.

10. Bu amaçla 13/8/2002 tarihinde S.S. Merkez Afyonkarahisar Depremzedeleri Konut Yapı Kooperatifi (Kooperatif) kurulmuştur. 15/5/1959 tarihli ve 7269 sayılı Umumi Hayata Müessir Afetler Dolayısiyle Alınacak Tedbirlerle Yapılacak Yardımlara Dair Kanun'un 50. maddesinde ''Bu kanunda yazılı vazife ve hizmetlere tahsis edilmiş olan menkul ve gayrimenkul mallarla her türlü hak ve alacaklar, para ve para hükmündeki kıymetli evrak Devlet mallarından sayılır.'' hükmüne yer verilmiştir.

11. Faaliyet merkezi Afyonkarahisar'da bulunan ve bir limitet şirket olan başvurucu; inşaat, taahhüt, gıda, maden sanayi ve ticaret işleri ile iştigal etmektedir.

B. İcra Takibi ve Menfi Tespit Davası Süreci

12. Başvurucu 14/1/2008 tarihinde Ankara 13. İcra Dairesinde (İcra Dairesi) Kooperatif ve B.A. Plastik İnşaat Yapı Makine Turizm Sanayi ve Tic. Ltd. Şti. aleyhine 107.795,25 TL asıl alacak, 31.074,56 TL işlemiş faiz ve 323,39 TL komisyon olmak üzere toplam 139.193,20 TL üzerinden kambiyo senetlerine özgü haciz yoluyla icra takibi başlatmıştır. Takip dayanağı olarak 27/7/2006 tanzimli ve 15/1/2007 vade tarihli 200.000 TL bedelli bono gösterilmiştir.

13. Takibin kesinleşmesi üzerine İcra Dairesi, Kooperatif taşınmazları üzerine haciz şerhi koymuştur. Bunun üzerine Kooperatif, haczedilmezlik şikâyetinde bulunmuştur. Ankara 16. İcra Hukuk Mahkemesi 3/3/2009 tarihinde (E.2008/577) Kooperatifin kuruluş amacının depremde konutları yıkılan ya da hasar görenlerin konut ihtiyaçlarını karşılamak olduğu, 7269 sayılı Kanun hükümleri ile diğer mevzuat gereğince taşınmazların kamuya tahsisli mal hükmünde olduğundan haczedilemeyeceği gerekçesiyle hacizlerin kaldırılmasına karar vermiştir. Bu kararı Yargıtay 12. Hukuk Dairesi (12. Hukuk Dairesi) 8/10/2009 tarihinde onamıştır.

14. Ayrıca Kooperatif tarafından 2008 yılında Ankara 9. Asliye Hukuk Mahkemesinde açılan menfi tespit davasının takip edilmemesi üzerine 6/10/2009 tarihinde açılmamış sayılmasına karar verilmiştir.

C. İflas Takibi ve İflas Davası Süreci

15. Başvurucu, ödeme yapılmaması ve haciz yoluyla tahsilin mümkün olmaması üzerine Kooperatif ve B.A. Plastik İnşaat Yapı Makine Turizm Sanayi ve Tic. Ltd. Şti. aleyhine başlattığı icra takibini iflas yoluyla takibe dönüştürmüştür. İcra Dairesi tarafından düzenlenen ödeme emri (107.795,25 TL asıl alacak ve 77.969,94 TL işlemiş faiz olmak üzere toplam 185.765,19 TL) Kooperatife 19/12/2009 tarihinde tebliğ edilmiştir. Kooperatif 23/12/2009 tarihinde, kayıtlarında bononun bulunmadığı, müteahhit şirkete böyle bir borcun olmadığı ve bonoda borcun nakden alındığının yazılı olduğu ancak Kooperatif kasasına bu meblağın girmediği gerekçeleriyle takibe itiraz etmiş ve takip durmuştur. Başvurucu, hazır beton satışına ilişkin olarak alacaklı olduğu bedelin bir kısmının ödenmediğini ileri sürerek Kooperatifin iflasına karar verilmesi istemiyle ticaret mahkemesi sıfatıyla yargılama yapan Afyonkarahisar 2. Asliye Hukuk Mahkemesinde (2. Asliye Hukuk Mahkemesi) 1/2/2010 tarihinde dava açmıştır. 2. Asliye Hukuk Mahkemesi 10/6/2011 tarihinde, hiçbir kâr amacı gütmeyip depremden zarar görmüş vatandaşlara konut edindirmek amacıyla kurulan Kooperatifin tacir sıfatı bulunmadığı, tüm malları ile hak ve alacaklarının devlet malı sayıldığı gerekçesiyle davayı reddetmiştir.

16. Yapılan temyiz istemi üzerine Yargıtay 23. Hukuk Dairesi (23. Hukuk Dairesi) 20/2/2012 tarihinde, Kooperatifin tüzel kişiliği olduğunu, temsilcilerinin bulunduğunu, ana sözleşme ve yasalar gereği iflasa tabi olduğunu, bu nedenle işin esasına girilmesi ve sonucuna göre bir karar verilmesi gerektiğini belirterek kararı bozmuştur. Karar düzeltme istemi 23. Hukuk Dairesi tarafından 5/6/2012 tarihinde reddedilmiştir.

17. Bozmaya uyan 2. Asliye Hukuk Mahkemesince alınan bilirkişi raporunda başvurucunun asıl alacak tutarının 103.625,29 TL, 15/1/2007 vade tarihinden 10/6/2011 tarihine kadar hesaplanan avans faizinin ise 102.413 TL olduğu belirtilmiştir. Aynı yargılamada İcra Müdürlüğü 18/11/2013 tarihi itibarıyla harç, yargılama gideri ve vekâlet ücreti ile birlikte toplam borcun 334.834,11 TL olduğunu bildirmiştir. 2. Asliye Hukuk Mahkemesi borcun faiz ve icra gideriyle birlikte ödenmesi veya mahkeme veznesine depo edilmesi için depo kararı verildiği hâlde yerine getirilmediğinden 31/1/2014 tarihinde Kooperatifin iflasına karar vermiştir. Kararın gerekçesinde ayrıca iflas takibine konu edilen ve kesinleşen borcun ödenmediği ifade edilmiştir.

18. Temyiz istemi 23. Hukuk Dairesince 20/3/2015 tarihinde reddedilmiş ve karar onanmıştır. Karar düzeltme talebi de 13/9/2017 tarihinde reddedilmiştir.

D. İflas Tasfiye Sürecine İlişkin Şikâyet Yargılamaları ve Bireysel Başvuru Süreci

19. 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin iflasa ilişkin kararı sonrası tasfiye işlemlerine başlayan Afyonkarahisar İcra Müdürlüğü (İflas Dairesi) Kooperatifin taşınır ve taşınmaz malları ile hak ve alacakları üzerine iflas şerhi konulmasına karar vermiştir.

20. Kooperatif tarafından iflas şerhi konulmasına ilişkin işlemin iptaline karar verilmesi talebiyle 3/2/2014 tarihinde Afyonkarahisar 2. İcra Hukuk Mahkemesinde (2. İcra Hukuk Mahkemesi) şikâyet davası açılmıştır. 2. İcra Hukuk Mahkemesince 28/2/2014 tarihinde (E.2014/33) dava reddedilmiştir. Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi'ne (UYAP) ekli belgelere göre kararın temyiz edilmediği anlaşılmıştır.

21. Kooperatifin iflas dosyası kapsamında tutulan mevcudat defterinde kayıtlı malların elinde bırakılmasına ilişkin talebi İflas Dairesince reddedilmiştir. Kooperatif, bu işlemin şikâyet yoluyla kaldırılması için başvurucu, H.K. ve T. Şirketi aleyhine 26/3/2014 tarihinde Afyonkarahisar 1. İcra Hukuk Mahkemesinde (1. İcra Hukuk Mahkemesi) dava açmıştır. 1. İcra Hukuk Mahkemesi 11/7/2014 tarihinde (E.2014/96) davayı kabul etmiş ve kooperatif mallarının devlet malı sayıldığı gerekçesiyle mevcudat defterinde kayıtlı malların Kooperatif elinde bırakılmasına karar vermiştir. Kararın gerekçesinde özetle;

i. Kooperatif adına kayıtlı taşınmazların hak sahibi depremzedelere konut inşası için TOKİ tarafından Kooperatife satılan taşınmazlar olduğu, mevcudat defterinde yer alan Halk Bankası hesabının Kooperatif hak sahiplerinin yatırdığı aidat bedelleri ile TOKİ tarafından gönderilen bedellerin yatırıldığı hesap olduğu ve defterde yer alan müflis Kooperatifin alacaklı olduğu takip dosyaları incelendiğinde bu alacakların Kooperatif aidat bedelleri ile kooperatif inşaatı esnasında kullanılan dairelerin yıpranma bedellerine ilişkin olduğu, Kooperatife ait ... plakalı aracın niteliği gereği güvenlik ve Kooperatif çalışanlarının ve bir kısım malzemenin şantiyeye nakliyesinde kullanıldığı ifade edilmiştir.

ii. Belirlenen bu taşınır ve taşınmaz mallar ile hesap ve alacakların 7269 sayılı Kanun'un 50. maddesi kapsamında Kanun'da yazılı vazife ve hizmetlere tahsis edildiğine işaret edilmiştir.

22. Başvurucu tarafından yapılan temyiz istemi 12. Hukuk Dairesince 21/1/2015 tarihinde temyiz edenlerin taraf sıfatları bulunmadığı gerekçesiyle reddedilmiştir.

23. Başvurucu, 1. İcra Hukuk Mahkemesinin 11/7/2014 tarihli kararında iflas şerhlerinin kaldırılmasına karar verilmediği hâlde İflas Dairesince şerhlerin kaldırıldığını ve yeniden konulması talebinin reddedildiğini belirterek işlemin kaldırılması istemiyle 30/4/2015 tarihinde 1. İcra Hukuk Mahkemesinde şikâyet yoluyla dava açmıştır. 1. İcra Hukuk Mahkemesi 3/6/2015 tarihinde (E.2015/98) davayı reddetmiştir. Başvurucu tarafından yapılan temyiz istemi 12. Hukuk Dairesince 25/1/2016 tarihinde kararın kesin olduğu gerekçesiyle reddedilmiştir. Yapılan karar düzeltme istemi de 12. Hukuk Dairesi tarafından 30/5/2016 tarihinde reddedilmiştir.

24. Başvurucu, 1. İcra Hukuk Mahkemesinin 3/6/2015 tarihli ret kararı aleyhine 12/8/2016 tarihinde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvuruda; kararın haksız ve hukuka aykırı olduğu, iflas şerhlerinin kaldırılması hakkında bir karar verilmediği hâlde İflas Dairesinin şerhleri kaldırdığı, alacağına kavuşmasının önüne geçildiği ve müflisin hesabına gelecek paraların müflis eline geçmesine neden olunduğu gerekçesiyle adil yargılanma ve mülkiyet haklarının ihlal edildiği ileri sürülmüştür. Anayasa Mahkemesi bu başvuruyu 2016/14360 sayılı dosya ile incelemiş ve 26/4/2018 tarihinde başvurunun adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin kısmının açıkça dayanaktan yoksun olması, mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin kısmının ise başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar vermiştir.

25. Kooperatif, Afyonkarahisar 1. Asliye Hukuk Mahkemesinin E.2009/235 sayılı dosyasından yazılan müzekkere ile ikinci alacaklılar toplantısının yapılıp yapılmadığının ve davalılar aleyhine davayı iflas masasının takip edip etmeyeceğinin sorulduğunu, İflas Dairesince verilen cevapta devlet malı sayılan hak ve alacakların takibinin İflas Dairesinde yapılmamasına, masa alacaklılarına davayı takip, sonuçlandırma ve olumlu sonuçlanması hâlinde masa adına icra takibi yapmak üzere yetki verilmesine karar verildiğini ifade etmiştir. Ayrıca mevcudat defterinde yer alan tüm malların devlet malı sayıldığını ve bu nedenle tasarruf yetkisinin kendilerinde olduğunu ileri süren Kooperatif, İflas Dairesinin masa alacaklılarına takip yetkisi vermesine ilişkin işlemin kaldırılması istemiyle 1. İcra Hukuk Mahkemesinde 15/6/2015 tarihinde şikâyet yoluyla dava açılmıştır. 1. İcra Hukuk Mahkemesi 9/10/2015 tarihinde (E.2015/129) şikâyetin kabulüne ve şikâyete ilişkin kısmın iptaline karar vermiştir. UYAP'a ekli belgelere göre kararın temyiz edilmediği anlaşılmıştır.

26. İflas Dairesi 3/1/2018 tarihinde, müflise ait mal varlığının bulunmaması sebebiyle iflasın tatiline ve tasfiyenin tatili ilanının yapılmasına, müflise ait haczi kabil mal varlığının tespitinin dosyaya bildirilmesi hâlinde tasfiye işlemlerine devam edilmesine, ilandan sonra otuz gün içinde tasfiyenin devamının talep edilmemesi ve tasfiye masrafının peşin verilmemesi hâlinde tasfiyenin kapatılması için dosyanın iflas kararı veren mahkemeye gönderilmesine karar vermiştir.

27. Bu karar, başvurucuya 9/1/2018 tarihinde tebliğ edilmiştir.

28. Başvurucu 5/2/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

E. Bireysel Başvuru Sonrası Süreç

29. UYAP üzerinden yapılan incelemede İflas Dairesinin 3/1/2018 tarihli kararı üzerine başvurucu tarafından 15/1/2018 tarihinde şikâyet davası açıldığı anlaşılmıştır. Bu davada başvurucu, İflas Dairesi kararının kaldırılarak iflas tasfiyesine devam edilmesini istemiştir.

30. 1. İcra Hukuk Mahkemesi 8/3/2018 tarihinde (E.2018/22) davayı reddetmiştir. Kararın gerekçesinde özetle;

i. Aynı Mahkemenin 11/7/2014 tarihli kararında Kooperatife ait taşınmazların Halk Bankası hesabının, ... plakalı aracın, mevcudat defterinde yer alan tüm mal, hak ve alacakların 7269 sayılı Kanun'un 50. maddesi kapsamında devlet malı niteliğinde olduğunun kabul edildiği, 9/6/1932 tarihli ve 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu'nun 211. maddesi gereğince mevcudat defterine kayıtları yapıldıktan sonra müflisin elinde bırakılmasına karar verildiği belirtilmiştir.

ii. Devlet malı niteliğinde olması nedeniyle haczi caiz olmadığından mevcudat defterinde kayıtları devam etmekle birlikte müflis elinde bırakılan ve üzerilerindeki iflas şerhi kaldırılan mal, hak ve alacakların iflas masasına ve tasfiyeye tabi olmalarının yasal olarak mümkün olmadığına vurgu yapılmıştır.

31. Kararın istinaf edilmesi üzerine Antalya Bölge Adliye Mahkemesi 12. Hukuk Dairesi (Bölge Adliye Mahkemesi) 18/12/2018 tarihinde talebi esastan reddetmiştir. Kararın gerekçesinde özetle;

i. Kooperatifin taşınmaz malları devlet tarafından verildiğinden ve Kooperatifin kuruluş görevine tahsisli olduklarından 7269 sayılı Kanun'un 50. maddesine göre devlet malı sayılacağı, ayrıca aynı hükme göre banka hesaplarındaki paraların da devlet malı sayılacağı vurgulanmıştır. Bu konuda Kooperatifin taraf olmadığı bazı şikâyet yargılamalarında da aynı yönde karar verildiği ve kararların onandığı belirtilmiştir.

ii. 7269 sayılı Kanun'da depremzede Kooperatifin mallarının devlet malı sayılmasına ilişkin düzenleme bulunduğu hâlde borçlarının da devlet borcu sayılacağına ilişkin bir düzenlemeye yer verilmediğine işaret edilmiştir. Bu nedenle İflas Dairesi tarafından Kooperatifin iflas masasına girecek malı bulunmadığı gerekçesiyle tasfiyenin tatiline karar verilmesinin hukuka uygun olduğu sonucuna varılmıştır.

32. Temyiz edilen karar, 12. Hukuk Dairesi tarafından 9/3/2020 tarihinde onanmıştır.

33. UYAP'tan yapılan incelemeye ve başvurucu vekilince sunulan belge içeriğine göre, başvurucu vekilince İcra Müdürlüğüne başvurulmuş ve dosyanın yenilenerek icra dosyasının güncel hesabının çıkarılması istenmiştir. İcra Müdürlüğünce dosya yenilenmiş ve 5/7/2021 tarihi itibarıyla yapılan hesaplamaya göre 139.193,20 TL takipte kesinleşen miktar, 12.666,58 TL tahsil harcı, 14 TL başvurma harcı, 17.173,35 TL vekâlet ücreti, 392.315,64 TL toplam faiz miktarı ve 162,30 TL masraf olmak üzere 561.525,07 TL yekûn alacak olduğu belirtilmiştir.

IV. İLGİLİ HUKUK

A. Ulusal Hukuk

34. 2985 sayılı Kanun'un geçici 3. maddesi şöyledir:

"3.2.2002 tarihinde Afyon ve civarında meydana gelen deprem sonucunda Bayındırlık ve İskân Bakanlığı fen heyetleri tarafından belediye yerleşim alanlarında belirlenen ağır hasarlı ve yıkık konut sahibi afetzedelerin kuracağı kooperatiflere, kendi arsaları veya toplulaştırma sonucunda elde edilecek arsalar üzerinde yapılacak konutlar için Toplu Konut İdaresi aracılığı ile kredi verilir. En az % 70 seviyesinde tamamlanmış ve depremde yıkılan veya ağır derecede hasar gören konut veya işyeri kooperatiflerine de, her bir üyeleri için en fazla bir konut ve bir işyeri olmak üzere, hasarları oranında Toplu Konut İdaresi aracılığı ile kredi verilir. Söz konusu kredinin kullandırılmasına ilişkin usul ve esaslar Bayındırlık ve İskân Bakanlığı ile Toplu Konut İdaresi Başkanlığı tarafından müştereken belirlenir ve Başbakan onayı ile yürürlüğe girer.

Afetzedelerin konut veya işyeri yapacakları alanlarda arsa ve arazi temininde 15.5.1959 tarihli ve 7269 sayılı Kanunun 21, ek 9 ve ek 10 uncu maddelerindeki hükümler uygulanabilir. Bu şekilde temin ve tahsis edilen arsa ve araziler Arsa Ofisi Genel Müdürlüğüne bedelsiz olarak devredilmiş sayılır. Bu arsa ve araziler Arsa Ofisi Genel Müdürlüğü tarafından birinci fıkra kapsamında kredilendirilecek kooperatiflere maliyet bedeli üzerinden devredilir. Maliyet bedelinin hesaplanmasında harca esas değerin beşte biri taşınmaz malın iktisap bedeli kabul edilir.

Birinci fıkra gereği verilecek konut ve işyeri kredileri için gereken 70 trilyon TL Toplu Konut İdaresine; alt yapı ve toplulaştırma işlemleri için ihtiyaç duyulan 50 trilyon TL ise Afet İşleri Genel Müdürlüğü, Karayolları Genel Müdürlüğü ve İller Bankası Genel Müdürlüğü arasında yapılacak protokol çerçevesinde kullandırılmak üzere Bayındırlık ve İskân Bakanlığı bütçesindeki afet tertibine aktarılır.

Söz konusu tutarların harcanmayan kısmı ile kredi olarak kullandırılan kısmının geri dönüşü Toplu Konut İdaresi Başkanlığı ve Afet İşleri Genel Müdürlüğü tarafından takip edilir ve tahsilini müteakip bir ay içerisinde Bayındırlık ve İskân Bakanlığı bütçesindeki afet tertibine özel ödenek kaydedilmek üzere Bayındırlık ve İskân Bakanlığı Merkez Saymanlık Müdürlüğü hesabına yatırılır.

Bu madde uyarınca yeniden inşa edilecek veya onarılacak yapılarla ilgili ihale, sözleşme, ruhsatname ve sair işlemler ve bu uygulamadan faydalanacakların verecekleri beyanname, taahhütname ve yapacakları sözleşmeler her türlü vergi, resim ve harçtan muaftır.''

35. 7269 sayılı Kanun'un 1. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

" (Değişik: 2/7/1968-1051/1 md.)

 (Değişik birinci fıkra: 27/12/1993-3956/1 md.) Deprem (Yer sarsıntısı), yangın, su baskını, yer kayması, kaya düşmesi, çığ, tasman ve benzeri afetlerde; yapıları ve kamu tesisleri genel hayata etkili olacak derecede zarar gören veya görmesi muhtemel olan yerlerde alınacak tedbirlerle yapılacak yardımlar hakkında bu kanun hükümleri uygulanır.

Afete uğrıyan meskün yerlerin büyüklüğü o yerin tamamında veya bir kesiminde yıkılan, oturulmaz hale gelen bina sayısı, zarar gören yapı ve tesislerin genel hayata etki derecesi, mahallin ekonomik ve sosyal özellikleri, zararın kamu oyundaki tepkisi, normal hayat düzenindeki aksamalar ve benzeri hususlar gözönünde tutulmak suretiyle afetlerin genel hayata etkililiğine ilişkin temel kurallar, İçişleri ve Maliye Bakanlıklarının mütalaaları da alınarak İmar ve İskan Bakanlığınca hazırlanacak bir yönetmelikle belirtilir.

Yukarda yazılı afetlerin meydana gelmesinde veya muhtemel olması halinde zararın o yerin genel hayatına etkili olup olmadığına, yönetmelik esasları gereğince, İmar ve İskan Bakanlığı tarafından karar verilir.

Şu kadar ki, afetin maydana gelmesi halinda bu kanun gereğince alınması lazımgelen acil tedbirlerin ittihazına afetin meydana geldiği bölgenin valisi yetkilidir.''

36. 7269 sayılı Kanun'un 50. maddesi şöyledir:

"Bu kanunda yazılı vazife ve hizmetlere tahsis edilmiş olan menkul ve gayrimenkul mallarla her türlü hak ve alacaklar, para ve para hükmündeki kıymetli evrak Devlet mallarından sayılır.''

37. 2004 sayılı Kanun'un "Haczi caiz olmıyan mallar ve haklar" kenar başlıklı 82. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

" Aşağıdaki şeyler haczolunamaz:

1. Devlet malları ile mahsus kanunlarında haczi caiz olmadığı gösterilen mallar

...''

38. 2004 sayılı Kanun'un "Sermaye şirketleri ile kooperatiflerin iflâsı" kenar başlıklı 179. maddesi şöyledir:

"Sermaye şirketleri ile kooperatiflerin, aktiflerin muhtemel satış fiyatları üzerinden düzenlenen ara bilançoya göre borca batık olduğu idare ve temsil ile vazifelendirilmiş kimseler veya şirket ya da kooperatif tasfiye hâlinde ise tasfiye memurları veya bir alacaklı tarafından beyan ve mahkemece tespit edilirse, önceden takibe hacet kalmaksızın bunların iflâsına karar verilir. Türk Ticaret Kanununun 377 nci ve 634 üncü maddeleri ile 24/4/1969 tarihli ve 1163 sayılı Kooperatifler Kanununun 63 üncü maddesi hükmü saklıdır.''

39. 2004 sayılı Kanun'un "İflas masası" kenar başlıklı 184. maddesi şöyledir:

"İflas açıldığı zamanda müflisin haczi kabil bütün malları hangi yerde bulunursa bulunsun bir masa teşkil eder ve alacakların ödenmesine tahsis olunur. İflasın kapanmasına kadar müflisin uhdesine geçen mallar masaya girer.

Müflis namına gelen mektuplar iflas idaresi tarafından açılır ve sair mevrudelerin de masaya gönderilmesi posta idaresine bildirilir.''

40. 2004 sayılı Kanun'un "Haczi caiz olmıyan eşya hakkında" kenar başlıklı 211. maddesi şöyledir:

"Daire 82 nci maddede sayılan malları deftere kaydetmekle beraber müflisin elinde bırakır.''

41. 2004 sayılı Kanun'un "Tasfiyenin tatili" kenar başlıklı 217. maddesi şöyledir:

"Masaya ait hiç bir mal bulunmazsa iflas dairesi tasfiyenin tatiline karar verir ve ilan eder. Bu ilanda alacaklılar tarafından otuz gün içinde iflasa mütaallik muamelelerin tatbikına devam edilmesi istenilerek masrafı peşin verilmediği takdirde iflasın kapatılacağı yazılır.''

B. Uluslararası Hukuk

42. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) her ne kadar Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne (Sözleşme) ek 1 No.lu Protokol'ün 1. maddesinde açık olarak usule ilişkin güvencelerden söz edilmese de bu maddenin keyfî müdahalelerden korunmak amacıyla mülkiyet hakkına yapılan müdahalelerin kanun dışı veya keyfî ya da makul olmayan şekilde uygulandığına ilişkin savunma ve itirazları sorumlu makamlar önünde etkin bir biçimde ortaya koyabilme olanağının tanınması güvencesini kapsadığını belirtmektedir. Bu değerlendirme ise uygulanan sürecin bütününe bakılarak yapılmalıdır (AGOSI/Birleşik Krallık, B. No: 9118/80, 24/10/1986, § 55; Jokela/Finlandiya, B. No: 28856/95, 21/5/2002, § 45).

43. AİHM ayrıca usule ilişkin güvencelerin özel kişiler arasında ihtilaf oluşturan mülkiyet hakkı ile ilgili meseleler yanında taraflardan birinin devlet olması durumunda da geçerli olduğunu belirtmiştir (Plechanow/Polonya, B. No: 22279/04, 7/7/2009, § 100). Bu bağlamda mülkiyet hakkının korunmasına dair usule ilişkin güvenceler kapsamında mahkeme kararlarının ilgili ve yeterli bir gerekçesinin olması gerektiğine değinilmiştir. AİHM'e göre bu zorunluluk davacının her iddiasına ayrıntılı olarak cevap verilmesi anlamına gelmemekle birlikte en azından mülk sahibinin esasa ilişkin temel iddia ve itirazlarının yargılama makamlarınca yapılacak dikkatli ve özenli bir inceleme sonucunda karşılanması gerekmektedir (Gereksar ve diğerleri/Türkiye, B. No: 34764/05, 34786/05, 34800/05, 34811/05, 1/2/2011, § 54).

44. Gereksar ve diğerleri/Türkiye kararına konu olayda idare tarafından sulama kanalına hasar verilmesi nedeniyle başvurucuların tarlalarının zarar görmesi söz konusudur. AİHM, derece mahkemelerinin kararlarının başvurucuların davanın sonucuna etkili olabilecek mahiyetteki iddia ve itirazlarına cevap verecek nitelikte yeterli bir gerekçe içermediği tespitine yer vermiştir. AİHM, bu sebeple Sözleşme'ye ek 1 No.lu Protokol'ün 1. maddesinde öngörülen usul güvencelerinin yerine getirilmediğini belirterek mülkiyet hakkının ihlal edildiği sonucuna varmıştır (Gereksar ve diğerleri/Türkiye, §§ 55-64).

V. İNCELEME VE GEREKÇE

45. Mahkemenin 30/6/2021 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun İddiaları

46. Başvurucu, alacaklı olduğu bedelin tahsili için başlattığı icra ve iflas takiplerine ilişkin süreçler sonunda borçlu Kooperatifin mallarının devlet malı sayıldığı ve iflas masasında başka haczi kabil mal bulunmadığı gerekçesiyle tasfiyenin tatiline karar verilmesi nedeniyle alacağın tahsil imkânı kalmadığını belirtmiştir. İflas Dairesince iflas şerhlerinin kaldırılması sonucunda banka hesaplarına aktarılan paraların iflas masasına aktarılmayarak müflisin eline geçtiğini ifade etmiştir. Devlet kuruluşu olmayan Kooperatifin iflasa tabi olduğuna işaret eden başvurucu, taşınmazların devlete değil Kooperatife ait olduğu hâlde hacizlerin kaldırılıp iflasın tatiline karar verilmesinin haksız olduğunu vurgulamıştır. Sonuç olarak haklılığını ortaya koyarak alacağını tahsil etme imkânının ortadan kaldırıldığını belirtip hak arama hürriyeti, adil yargılanma ve mülkiyet haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

B. Değerlendirme

47. Anayasa’nın 35. maddesi şöyledir:

 “Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.

Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir.

Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz.”

48. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun temel şikâyetinin alacağın tahsili için başlatılan icra ve iflas takiplerinin Kooperatif mallarının devlet malı sayıldığı gerekçesiyle sonuçsuz bırakılmasına ve alacağın başka türlü tahsiline imkân kalmamasına ilişkin olduğu anlaşıldığından bütün şikâyetlerinin mülkiyet hakkının ihlali iddiası kapsamında incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

49. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Esas Yönünden

50. Anayasa'nın 35. maddesi kapsamındaki mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri süren başvurucu, böyle bir hakkın varlığını kanıtlamak zorundadır (Cemile Ünlü, B. No: 2013/382, 16/4/2013, § 26). Somut olayda derece mahkemeleri başvurucunun Kooperatiften alacağı olduğuna yönelik tespitte bulunmuştur. Dolayısıyla uyuşmazlığa konu bedel yönünden Anayasa'nın 35. maddesi bağlamında başvurucunun mülkünün mevcut olduğunda kuşku yoktur.

51. Başvuru konusu olayda başvurucunun mülkiyet hakkına yönelik olarak kamu makamlarınca doğrudan yapılan bir müdahale mevcut olmayıp özel kişiler arası bir uyuşmazlık söz konusudur. Dolayısıyla başvuruda, devletin mülkiyet hakkına ilişkin pozitif yükümlülükleri yönünden inceleme yapılması gerekmektedir.

a. Genel İlkeler

52. Mülkiyet hakkının korunmasının devlete birtakım pozitif yükümlülükler yüklediği hususu Anayasa'nın 35. maddesinin lafzında açık bir biçimde düzenlenmemiş ise de bu güvencenin sadece devlete atfedilebilen müdahalelere yönelik sınırlamalar getirdiği, bireyi üçüncü kişilerin müdahalelerine karşı korumasız bıraktığı düşünülemez. Pozitif yükümlülüklerin ortaya çıkmasının nedeni gerçek anlamda koruma sağlanmasıdır. Buna göre anılan maddede bir temel hak olarak güvence altına alınmış olan mülkiyet hakkının gerçekten ve etkili bir şekilde korunabilmesi yalnızca devletin müdahaleden kaçınmasına bağlı değildir. Gerçek anlamda koruma sağlanması için devletin negatif yükümlülükleri dışında pozitif yükümlülüklerinin de olması gerekir. Dolayısıyla Anayasa'nın 5. ve 35. maddeleri uyarınca devletin mülkiyet hakkının korunmasına ilişkin pozitif yükümlülükleri bulunmaktadır. Bu bağlamda söz konusu pozitif yükümlülükler, kimi durumlarda özel kişiler arasındaki uyuşmazlıklar da dâhil olmak üzere mülkiyet hakkının korunması için belirli tedbirlerin alınmasını gerektirmektedir (Türkiye Emekliler Derneği, B. No: 2012/1035, 17/7/2014, §§ 34-38; Eyyüp Boynukara, B. No: 2013/7842, 17/2/2016, §§ 39-41; Osmanoğlu İnşaat Eğitim Gıda Temizlik Hizmetleri Petrol Ürünleri Sanayi Ticaret Limitet Şirketi, B. No: 2014/8649, 15/2/2017, § 43).

53. Devletin pozitif yükümlülükleri, mülkiyet hakkına yapılan müdahalelere karşı usule ilişkin güvenceleri sunan yargısal yolları da içeren etkili hukuksal bir çerçeve oluşturma ve oluşturulan bu hukuksal çerçeve kapsamında yargısal ve idari makamların bireylerin özel kişilerle olan uyuşmazlıklarında etkili ve adil bir karar vermesini temin etmek sorumluluklarını da içermektedir (Selahattin Turan, B. No: 2014/11410, 22/6/2017, § 41).

54. Özel kişiler arasındaki uyuşmazlıklarda olayda tarafların birbirleriyle çatışan menfaatleri bulunmaktadır. Dolayısıyla tarafların karşı karşıya gelen menfaatleri çerçevesinde mülkiyet hakkını korumakla yükümlü bulunan devletin maddi ve usule ilişkin pozitif yükümlülüklerini yerine getirip getirmediği dikkate alınarak sonuca varılmalıdır. Bu bağlamda ilk olarak belirli, ulaşılabilir ve öngörülebilir bir kanun hükmünün mevcut olup olmadığı irdelenmelidir.

55. İkinci olarak başvuruculara mülkiyet hakkına yapılan müdahaleye etkin bir biçimde itiraz edebilme, savunma ve iddialarını yetkili makamlar önünde ortaya koyabilme olanağının tanınıp tanınmadığı incelenmelidir. Anayasa'nın 35. maddesi usule ilişkin açık bir güvenceden söz etmemektedir. Bununla birlikte mülkiyet hakkının gerçek anlamda korunabilmesi bakımından bu madde, Anayasa Mahkemesinin çeşitli kararlarında da ifade edildiği üzere mülk sahibine müdahalenin kanun dışı veya keyfî ya da makul olmayan şekilde uygulandığına ilişkin savunma ve itirazlarını sorumlu makamlar önünde etkin bir biçimde ortaya koyabilme olanağının tanınması güvencesini kapsamaktadır. Bu değerlendirme ise uygulanan sürecin bütününe bakılarak yapılmalıdır (Züliye Öztürk, B. No: 2014/1734, 14/9/2017, § 36; Bekir Yazıcı [GK], B. No: 2013/3044, 17/12/2015, § 71).

56. Mülkiyet hakkının usule ilişkin güvenceleri hem özel kişiler arasındaki mülkiyet uyuşmazlıklarında hem de taraflardan birinin kamu gücü olduğu durumlarda geçerlidir. Bu bağlamda mülkiyet hakkının korunmasının söz konusu olduğu durumlarda usule ilişkin güvencelerin somut olayda yerine getirildiğinden söz edilebilmesi için derece mahkemelerinin kararlarında konu ile ilgili ve yeterli gerekçe bulunmalıdır. Ayrıca belirtmek gerekir ki bu zorunluluk davacının bütün iddialarına cevap verilmesi anlamına gelmemekle birlikte mülkiyet hakkını ilgilendiren davanın sonucuna etkili esasa ilişkin temel iddia ve itirazların yargılama makamlarınca özenli bir şekilde değerlendirilerek karşılanması gerekmektedir (Kamil Darbaz ve GMO Yapı Grup End. San. Tic. Ltd. Şti., B. No: 2014/12563, 24/5/2018, § 52).

57. Son olarak ise başvurucuların mülkiyet haklarını koruyacak ve yeterli güvenceler sağlayacak hukuksal mekanizmaların oluşturulup oluşturulmadığı incelenmelidir. Özel kişilerin mülkiyet haklarının çatıştığı bu gibi durumlarda bunlardan hangisine üstünlük tanınacağının takdiri, kanun koyucuya ve somut olayın koşulları gözönünde bulundurularak derece mahkemelerine ait bir yetkidir. Bununla birlikte her iki tarafın menfaatlerinin mümkün olduğunca dengelenmesi ve sürecin taraflardan biri aleyhine ölçüsüz bir sonuca da yol açmaması gerekir. Menfaatler dengesinin kurulmasında taraflardan biri aleyhine bireysel olarak aşırı ve olağan dışı bir külfetin yüklenmesi, pozitif yükümlülüklerin ihlali sonucunu doğurabilir. Olayın bütün koşulları ve taraflara tanınan tüm imkânlar ile tarafların tutum ve davranışları gözönünde bulundurularak menfaatlerin adil bir şekilde dengelenip dengelenmediği değerlendirilmelidir (Faik Tari ve Sultan Tari, B. No: 2014/12321, 20/7/2017, § 52).

b. İlkelerin Olaya Uygulanması

58. Somut olayda başvurucu, beton satımına ilişkin alacağının tahsili için Kooperatif aleyhine icra takibi başlatmış ancak bu takipte Kooperatifin malları ile hak ve alacaklarının 7269 sayılı Kanun'un 50. maddesi uyarınca devlet malı sayıldığı ve devlet mallarının 2004 sayılı Kanun hükümlerine göre haczedilemeyeceği gerekçesiyle yapılan haczedilemezlik şikâyeti kabul edilmiş ve hacizler kaldırılmıştır. Bunun üzerine başvurucu tarafından takibe iflas yoluyla takip olarak devam edilmiş ve Kooperatifin iflasına karar verilmiş fakat bu defa da iflas dosyası kapsamında Kooperatifin mevcudat defterine kayıtlı malların elinde bırakılmasına yönelik şikâyeti kabul edilmiş ve sonuç olarak müflise ait mal varlığının bulunmadığı gerekçesiyle iflasın tatiline karar verilmiştir.

59. Devletin pozitif yükümlülükleri kapsamında mülkiyet hakkına yapılan müdahalelere karşı usule ilişkin güvenceleri sunan yargısal yolları da içeren etkili hukuksal bir çerçeve oluşturma yükümlülüğü bulunduğu açıktır. Etkili hukuksal bir çerçeve oluşturma yükümlülüğünün şeklî anlamda bulması tek başına yeterli olmayıp hukuksal yol ve mekanizmaların somut olarak işlerliğinin sağlanması da devletin pozitif yükümlülüklerinin bir gereğidir. Ayrıca yine bu kapsamda kamu makamları uyuşmazlığa uygulanacak maddi hukukun belirli, öngörülebilir ve erişilebilir olmasını ve bu hükümlerin tarafların menfaatleri arasında adil bir denge kurulmasını temin edecek nitelikte bulunmasını sağlamakla yükümlüdür. Adil dengenin ne şekilde sağlanacağı hususunda kamu makamlarının geniş bir takdir yetkisinin bulunduğu açıktır. Anayasa Mahkemesinin görevi bu adil dengenin ne şekilde kurulacağını tespit etmek olmayıp Anayasa Mahkemesi, devletin pozitif yükümlülükleri kapsamında, tarafların menfaatleri arasında aşırı bir dengesizlik bulunup bulunmadığını tespit edecektir.

60. Bu kapsamda somut olay incelendiğinde kanun koyucu 7269 sayılı Kanun hükümleri ile Kooperatifin Kanun'da yazılı vazife ve hizmetlere tahsis edilmiş mallarına devlet malı statüsü tanımıştır. Yine kanun koyucu devlet mallarına 2004 sayılı Kanun'la haczedilmezlik ayrıcalığı tanımıştır. 7269 sayılı Kanun'da Kooperatif mallarının haczedilemeyeceğine ilişkin açık bir hüküm bulunmamakla birlikte yargı mercilerinin her iki hükmü birlikte dikkate alarak Kooperatif mallarının haczedilmezlik ayrıcalığından yararlanacağını kabul ettikleri anlaşılmaktadır. Bireysel başvurunun ikincilliği ilkesi gereğince delillerin değerlendirilmesi ve hukuk kurallarının yorumlanması derece mahkemelerinin takdirinde olup açık bir keyfîlik olmadığı veya bariz takdir hatası içermediği takdirde derece mahkemelerinin takdir yetkisine müdahale söz konusu olmayacaktır. Derece mahkemelerinin Kooperatif mallarının haczedilmezlik ayrıcalığına sahip olduğuna ilişkin yorumunda açık bir keyfîlik olmadığı veya bariz takdir hatası bulunmadığı anlaşıldığından Anayasa Mahkemesince bu yorum esas alınarak değerlendirme yapılması gerekir.

61. 2004 sayılı Kanun'da devlet mallarının haczedilmesini yasaklayan hükmün amacının kesintisiz olarak devam etmesi gereken kamu hizmet ve görevinde meydana gelebilecek kesintinin önüne geçmek olduğu açıktır. Aksi hâlde kamu hizmetlerinin yerine getirilmesinde aksaklıkların yaşanması kaçınılmaz olacaktır. Ayrıca meydana gelen afetler sonucu oluşan zararların ortadan kaldırılmasına ilişkin hükümlere yer veren 7269 sayılı Kanun'un 50. maddesi ile kanunda yazılı vazife ve hizmetlere tahsis edilmiş olan menkul ve gayrimenkul mallarla her türlü hak ve alacaklar, para ve para hükmündeki kıymetli evrakın devlet mallarından sayılacağı hükme bağlanmıştır. Bu hükümle birlikte kamu makamlarının afetler sonucunda meydana gelen zararların ortadan kaldırılmasını kamu görevinin bir gereği olarak benimsediği sonucuna varmak da yanlış olmayacaktır. Bu genel düzenleme yanında kamu makamları, Afyonkarahisar'da yıkılan veya hasar gören binaların yerine yenilerinin hızla yapılmasını sağlayarak barınma ihtiyacında yaşanması muhtemel mağduriyetlerin önüne geçilmesi için bir kısım düzenleme de yapmıştır. Bu kapsamda 2985 sayılı Kanun'a geçici 3. madde eklenerek kurulacak kooperatiflere ücretsiz arsa tahsis edilmesi ve kredi verilmesi kararlaştırılmıştır. Başka bir deyişle kamu makamları zararın bir an evvel ortadan kaldırılması için depremde zarar görenler lehine etkili bir müdahalede bulunmuştur. Dolayısıyla Kooperatif mallarının 7269 sayılı Kanun'daki amaçlara tahsis edilmiş kısmına haczedilemezlik ayrıcalığı tanınmasının bir an evvel barınma ihtiyacının karşılanmasına yönelik kamu yararına dayalı meşru bir amacının bulunduğu açıktır.

62. Bu yasal düzenlemelere göre kamu makamlarının meydana gelen doğal afet sonrası ortaya çıkan barınma ihtiyacının karşılanmasına öncelik verdiği, ayrıca kooperatiflere ücretsiz arsa tahsis edilmesini ve kredi verilmesini de kararlaştırdığı görülmektedir. Bir an evvel konutların inşa edilmesini temin etmek isteyen kamu makamlarının konut yapımı için sağlanan kredilerin başka amaçlarla kullanılmasının önüne geçecek bir kısım tedbir almasının gerekli olduğunda da şüphe bulunmamaktadır.

63. Bununla birlikte devletin pozitif yükümlülükleri kapsamında alacaklının menfaatlerinin de tamamen gözardı edilmemesi gerekir. Bu bağlamda başvurucunun alacağının beton satımına ilişkin olduğu ve bu betonun anılan konutların inşası sırasında kullanılmış olduğu da dikkate alınmalıdır. Bir başka deyişle konutların inşası nedeniyle yapılmış olan borçların diğer borçlar ile aynı hükümlere tabi tutularak tahsillerinin imkânsız hâle getirilmesinin 7269 sayılı Kanun'un amacına ve menfaat dengesine uygun düştüğünden söz edilemeyecektir. Aksi takdirde kooperatiflerin konut yapımı için aldıkları hizmet ve malzeme bedellerinin tahsil edilmesi yönünde ciddi bir tehlikenin bulunduğunun görülmesi hâlinin konutların bitirilmesine engel teşkil edeceği açıktır.

64. Depremde zarar gören kişilerin konut ihtiyacının karşılanması amacıyla toplumun fedakârlık göstermesi yolunda bazı düzenlemeler yapılması sosyal devletin bir gereğidir. Ancak bu fedakârlığın sadece kooperatiflere inşaat malzemesi satan veya hizmet sunan kişilere yüklenmesi hakkaniyete uygun düşmeyecektir.

65. Dolayısıyla toplumun tamamı tarafından üstlenilmesi gereken bir sorumluluğun kanuni düzenlemeler nedeniyle tek başına başvurucu üzerinde bırakılması başvurucuyu öngörülemezin ötesinde ağır bir yük altına sokmuştur. Sonuç olarak mülkiyet hakkının korunması yükümlülüğü yönünden başvurucunun usule ilişkin güvencelerden etkin biçimde yararlanmasının sağlanmadığı ve mülkiyet hakkına ilişkin devletin pozitif yükümlülüklerinin yerine getirilmediği sonucuna varılmıştır.

66. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

3. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

67. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

 “(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…

 (2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

68. Başvurucu, ihlalin tespit edilmesini istemiş; ayrıca 500.000 TL maddi ve100.000 TL manevi tazminat talebinde bulunmuştur.

69. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan ([GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018) kararında ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağı hususunda genel ilkeler belirlenmiştir. Anayasa Mahkemesi diğer bir kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal kararının yerine getirilmemesinin sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin devamı anlamına geleceği gibi ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle sonuçlanacağına işaret etmiştir (Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019).

70. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural, mümkün olduğunca eski hâle getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması, ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan, §§ 55, 57).

71. İhlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilmeden önce ihlalin kaynağının belirlenmesi gerekir. Buna göre ihlal; idari eylem ve işlemler, yargısal işlemler veya yasama işlemlerinden kaynaklanabilir. İhlalin kaynağının belirlenmesi uygun giderim yolunun belirlenebilmesi bakımından önem taşımaktadır (Mehmet Doğan, § 57).

72. İhlal, idari makamların veya derece mahkemelerinin Anayasa’ya uygun yorum yapmalarına imkân vermeyecek açıklıktaki bir kanun hükmünü uygulamaları veya kanundaki belirsizlikler sebebiyle ortaya çıkmışsa bu ihlal kanunun uygulanmasından değil doğrudan kanundan kaynaklanmaktadır. Bu durumda söz konusu ihlalin bütün sonuçlarıyla giderilebildiğinden söz edilebilmesi için ancak ihlale yol açan kanun hükmünün ortadan kaldırılması veya ilgili hükmün yeni ihlallere yol açılmayacak bir şekilde değiştirilmesi ya da yeni ihlallere yol açılmasının önüne geçilmesi için belirsizliğin giderilmesi suretiyle giderilebilir (Süleyman Başmeydan, B. No: 2015/6164, 20/6/2019, § 70).

73. Başvuruya konu olayda Anayasa'nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edildiği ve ihlalin doğrudan 7269 sayılı Kanun'un 50. maddesinden kaynaklandığı sonucuna varılmıştır.

74. İlgili Kanun hükmü yürürlükte olduğuna göre yeniden yargılama yapılması yoluyla ihlalin giderimi mümkün değildir. İhlalin giderilebilmesi ve benzeri yeni ihlallerin önüne geçilebilmesi için ihlale yol açan Kanun hükmünün gözden geçirilmesi konusunda ise takdir yetkisi yasama organına aittir. Kurulan kooperatiflerin alacaklılarını güvence altına alacak bir düzenleme ihlalin giderimi bakımından önem taşımaktadır. Böyle bir düzenleme benzeri ihlallerin de önüne geçerek bireysel başvurunun amacı ve işlevine de uygun olacağından kararın bir örneğinin yasama organına gönderilmesi gerekir.

75. Diğer taraftan kararın bir örneğinin yasama organına gönderilmesi somut başvuru bağlamında başvurucunun ihlalden kaynaklanan mağduriyetini bütünüyle gidermemektedir. Dolayısıyla eski hâle getirme kuralı çerçevesinde ihlalin bütün sonuçlarıyla ortadan kaldırılabilmesi için mülkiyet hakkının ihlali nedeniyle yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan maddi zararları karşılığında başvurucuya tazminat ödenmesi gerekir. Somut olayda başvurucu, 107.795,25 TL alacağının tahsili için icra ve daha sonra da iflas takibi yapmış ancak Kooperatifin malları ile hak ve alacaklarının 7269 sayılı Kanun'un 50. maddesi uyarınca devlet malı sayılması, devlet mallarının 2004 sayılı Kanun hükümlerine göre haczedilememesi ve iflasa tabi mal bulunmaması gerekçeleriyle alacağının tahsili imkânı kalmamıştır. Dolayısıyla anılan yasal düzenlemelerin bir sonucu olarak başvurucunun on üç yılı aşkın zamandır alacağını tahsil edemediği ve bundan dolayı da maddi bir kaybının bulunduğu açıktır. Başvurucunun zararlarına karşılık olmak üzere somut olayın özellikleri ve alacağın enflasyon karşısında uğradığı değer kaybı dikkate alınarak net 350.000 TL maddi tazminatın ödenmesine karar verilmesi gerekir. Başvurucunun ihlalden kaynaklanan mağduriyetinin maddi tazminat ödenmek suretiyle karşılandığı anlaşıldığından manevi tazminat talebinin reddine karar verilmesi uygun görülmüştür.

76. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 294,70 TL harç ile 3.600 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.894,70 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Yapısal sorunun çözümü için kararın bir örneğinin Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına GÖNDERİLMESİNE,

D. Başvurucuya net 350.000 TL maddi tazminat ÖDENMESİNE, tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,

E. 294,70 TL harç ile 3.600 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.894,70 TL yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,

F. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

G. Kararın bir örneğinin bilgi için Ankara 13. İcra Dairesine (E.2008/260 ve E.2021/8488), Afyonkarahisar İcra Dairesi (E.2014/1 İflas), Afyonkarahisar 1. İcra Hukuk Mahkemesi (E.2018/22, K.2018/100), Antalya Bölge Adliye Mahkemesi 12. Hukuk Dairesi (E.2018/1077, K.2018/2865) ve Yargıtay 12. Hukuk Dairesine (E.2019/5015, K.2020/2328) GÖNDERİLMESİNE,

H. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 30/6/2021 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

CAHİDE DEMİR BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2018/25663)

 

Karar Tarihi: 14/9/2021

R.G. Tarih ve Sayı: 20/12/2021 - 31695

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

Başkan

:

Kadir ÖZKAYA

Üyeler

:

Engin YILDIRIM

 

 

Celal Mümtaz AKINCI

 

 

M. Emin KUZ

 

 

Basri BAĞCI

Raportör

:

Ayhan KILIÇ

Başvurucu

:

Cahide DEMİR

Vekili

:

Av. Cengiz KAN

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, üçüncü kişinin borcunun teminatı olarak taşınmaz üzerinde tesis edilen ipoteğin kaldırılmaması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 9/8/2018 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:

8. Başvurucu 1948 doğumlu olup Çanakkale'de ikamet etmektedir. Başvurucu, Çanakkale ili Çan ilçesi Karşıyaka Mahallesi'nde kâin 16 pafta 312 ada 349 parsel numaralı taşınmazda bulunan 5 No.lu bağımsız bölümün malikidir.

A. Olayın Arka Planı

9. Başvurucunun damadı E.K. 12/8/2008 tarihinde ... Bank (Banka) Çan Şubesinden 36 ay vadeli ev kredisi kullanmıştır. E.K.nın kullandığı ev kredisinin teminatı olarak başvurucunun taşınmazı üzerinde Banka lehine ipotek tesis edilmiştir. İpotek senedinin ilk sayfasında "... taşınmazın ... Cahide DEMİR adına iken bu kere malik bizzat müracaatla işbu taşınmazın tamamını [E.K.nın ... Bank A.Ş.den] kullanmış olduğu ve kullanacağı bilcümle krediler nedeniyle doğmuş olan bütün borçlarının teminatını teşkil etmek üzere 120.000,00 YTL ... 1. derece 1.sırada % 68 faizli ve fekki bankaca bildirilinceye kadar .... ipotek tesis edilmesini talep etti." açıklaması yer almaktadır. İpotek senedinin ikinci sayfasında yer alan 1. maddede ise "[E.K.nın] ... kredilerinden doğmuş veya doğacak her türlü asalet ve kefalet kredi borçları ... ile sair bankacılık ve borç işlemlerinden dolayı doğmuş ve doğacak asalet ve kefalet borçlarının ayrıca herhangi bir şekilde bankaya karşı doğmuş ve doğacak ipotek verenin asalet borçlarının teminatı olarak ...gayrımenkulü... ipotek vermeyi kabul ettiği" ibaresi bulunmaktadır.

10. Borçlu E.K. kredinin son taksitini 12/8/2011 tarihinde ödeyerek kredi borcunu kapatmıştır. Bununla birlikte E.K.nın Ö. Anonim Şirketiyle ticari ilişkisi kapsamında anılan firma adına düzenlediği 23/7/2014 keşide tarihli, 41.712 TL tutarlı ve 16/10/2014 keşide tarihli, 40.000 TL tutarlı iki çek Bankaya ciro ve teslim edilmiştir. Banka bu iki çekin tahsili için E.K. aleyhine icra takibi başlatmış ve takip kesinleşmiştir.

11. Başvurucu, E.K.nın ev kredisi borcunun tamamen ifa edilmesinden sonra ipoteğin kaldırılmasını Bankadan talep etmiştir. Talebinin reddedilmesi üzerine başvurucu bu sefer de 27/6/2014 tarihinde Bankaya ihtarname çekerek ipoteğin derhâl kaldırılmasını, aksi takdirde hukuki yollara başvurulacağını bildirmiştir. Banka, 27/6/2014 tarihli ihtarname ile başvurucuya E.K.nın kullanmış olduğu ev kredisi borcundan ayrı olarak Ö. Anonim Şirketiyle ticari ilişki kapsamında anılan Şirket lehine düzenlediği çeklerden ötürü Bankaya borçlarının bulunduğunu ve söz konusu borçlara ilişkin olarak icra takibi başlatıldığını belirterek anılan borçların da ipotek kapsamında olması nedeniyle ipoteğin kaldırılmayacağını bildirmiştir.

B. İpoteğin Kaldırılması İstemiyle Açılan Davaya İlişkin Süreç

12. Başvurucu 14/11/2014 tarihinde ipoteğin kaldırılması amacıyla Çan Asliye Hukuk Mahkemesinde (Mahkeme) dava açmıştır. Dava dilekçesinde, ipoteğin tesis edilme sebebi olan ev kredisi borcu kapatıldığı hâlde ipoteğin kaldırılmamasının hukuka aykırı olduğu belirtilmiştir. Dilekçede 9/6/1932 tarihli ve 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu'na göre bir yıllık süresi içinde yenilenmeyen ipoteğin düştüğü ifade edilmiştir. Dilekçede ayrıca 11/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı Borçlar Kanunu uyarınca kredi sözleşmesinde kefalet miktarının el yazısıyla yazılması gerektiğinden el yazısıyla yazılmayan önceki kredi sözleşmesine dayanılmasının kamu düzenine aykırı olduğu vurgulanmıştır.

13. Davalı Bankanın cevap dilekçesinde, ipotek sözleşmesinde E.K.nın doğmuş ve doğacak tüm borçlarının 120.000 TL'ye kadarının ipotek kapsamında olduğu belirtilmiştir. Üst sınır ipoteğinin tek bir borç için teminat teşkil etmediğinin savunulduğu cevap dilekçesinde, Bankaya ciro edilen çeklerdeki borcun da ipotek kapsamında olduğu ve bu borcun ödenmemiş olması nedeniyle ipotek fekkinin istenemeyeceği ifade edilmiştir.

14. Mahkeme, bilirkişi incelemesi yaptırmıştır. 22/4/2016 tarihli bilirkişi raporunda, Bankanın ciro ile temellük ettiği alacağın ipotek kapsamında kabul edilmesinin hukuka ve ipotek tablosundaki hükümlere aykırı olduğu görüşü açıklanmıştır. Bilirkişiye göre üst sınır, ipoteği Bankadan kullanılan her tür kredi (nakit, teminat mektubu, kredi kartı, kredili mevduat vs.) ile kefaleti kapsamakta temellük edilen alacaklar için teminat teşkil etmemektedir.

15. Mahkeme 29/12/2016 tarihinde bilirkişi raporundaki görüş doğrultusunda ipoteğin kaldırılmasına karar vermiştir. Kararın gerekçesinde; ipoteğin E.K.nın Bankaya olan borçlarını kapsadığı, başka kişilere olan ancak Banka tarafından temellük edilen borçları kapsamadığı belirtilmiştir. Kararda E.K.nın Ö. Anonim Şirketi lehine keşide ettiği çeklerin kredi sözleşmesiyle bağlantısının bulunmadığı ifade edilmiştir. Kararda son olarak Yargıtay içtihadına göre ipotek sorumluluğunun Bankadan kullanılan her türlü kredi ile bu kredi için yapılan kefaleti kapsadığı vurgulanmış, bu nedenle somut olayda ciro yoluyla teslim alınan çeklerdeki borcu kapsamadığı açıklanmıştır.

16. Banka bu karara karşı istinaf yoluna müracaat etmiştir. Dilekçede, ipotek resmî senedinde doğmuş ve doğacak tüm borçlarının teminatını teşkil etmek üzere ipoteğin tesis edildiği hususu hatırlatılarak E.K.nın çeklerden dolayı Bankaya borcunun bulunması nedeniyle ipoteğin kaldırılmaması gerektiği savunulmuştur.

17. İzmir Bölge Adliye Mahkemesi 14. Hukuk Dairesi (Bölge Adliye Mahkemesi) 9/5/2017 tarihinde mahkeme kararını kaldırarak davayı reddetmiştir. Kararda, davalı Banka lehine tesis edilen ipoteğin 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun 851. maddesi uyarınca üst sınır ipoteği olduğu ve üst sınır ipoteğinde ipoteğin kaldırılabilmesi için teminat altına aldığı herhangi bir alacağın bulunmaması gerektiği belirtilmiştir. Başvurucunun E.K. lehine tesis etmiş olduğu ipoteğin teminat altına aldığı alacağın E.K.nın Bankadan kullandığı 12/8/2008 tarihli krediden ibaret olmadığı, kredi sözleşmesi dışında borçlunun Bankaya sair bankacılık ve borç işlemlerinden dolayı doğmuş ve doğacak asalet ve kefalet borçlarının teminatını teşkil etmek üzere de verildiği ifade edilmiştir. E.K.nın keşidecisi olduğu çeklerden dolayı Bankaya ödemesi gereken borçlarının olduğunun ve bu borçlara yönelik olarak icra takibi başlatıldığının vurgulandığı kararda, dava konusu ipoteğin bu alacağın da teminatını teşkil ettiğine ve E.K.nın Bankaya olan tüm borçları kapatılmadan ipoteğin terkininin olanaksız olduğuna hükmedilmiştir.

18. Başvurucu bu karara karşı temyiz yoluna başvurmuştur. Temyiz dilekçesinde ipotek senedinin birinci ve ikinci sayfalarında ipoteğin kapsamına ilişkin çelişki bulunduğuna dikkat çekilmiştir. Ayrıca ipotek senedinin ilk sayfasında ipoteğin sadece E.K.nın kullandığı veya kullanacağı kredilerden doğan borçları kapsadığının yazıldığının altı çizilmiştir. Başvurucuya göre ipotek senedinin ikinci sayfasındaki hükmünden bile ipoteğin E.K.nın sadece Bankaya olan borçlarını kapsadığı anlaşılmaktadır. Başvurucu, E.K.nın üçüncü kişilere olan borçlarının ipotek kapsamında kabul edilmesinin mümkün olmadığını vurgulamıştır. Yargıtay 19. Hukuk Dairesinin (Yargıtay) 14/3/2018 tarihli kararıyla temyiz istemi reddedilerek Bölge Adliye Mahkemesinin kararı onanmıştır. Nihai karar başvurucuya 10/7/2018 tarihinde tebliğ edilmiştir.

19. Başvurucu 9/8/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

IV. İLGİLİ HUKUK

20. 4271 sayılı Kanun'un 851. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

"Taşınmaz rehni, miktarı Türk parası ile gösterilen belli bir alacak için kurulabilir. Alacağın miktarının belli olmaması hâlinde, alacaklının bütün istemlerini karşılayacak şekilde taşınmazın güvence altına alacağı üst sınır taraflarca belirtilir. "

21. 4271 sayılı Kanun'un 881. maddesi şöyledir:

"Hâlen mevcut olan veya henüz doğmamış olmakla beraber doğması kesin veya olası bulunan herhangi bir alacak, ipotekle güvence altına alınabilir.

İpoteğe konu olacak taşınmazın, borçlunun mülkiyetinde bulunması gerekmez."

22. 4271 sayılı Kanun'un 883. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

"Alacak sona erince ipotekli taşınmazın maliki, alacaklıdan ipoteği terkin ettirmesini isteyebilir."

V. İNCELEME VE GEREKÇE

23. Mahkemenin 14/9/2021 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun İddiaları

24. Başvurucu;

i. İpotek tesis edilirken borçlunun sadece Bankaya olan borçlarının dikkate alındığını, üçüncü kişilere olan borçlarının da ipotek kapsamına alınması niyetinin bulunmadığını belirtmiştir. Banka tarafından hazırlanan maktu sözleşme metninin içeriğinin bilinme ihtimali söz konusu olmadığı gibi Bankaca kredi sözleşmesine yönelik aydınlatıcı bilgi de verilmediğini ifade etmiştir. Yaş itibarıyla ipotek sözleşmesinde yer alan hukuki kavramlara vâkıf olmasının mümkün olmadığını vurgulamıştır. E.K.nın üçüncü kişilere olan borçlarının da bu kapsamda olduğunu bilebilmesinin mümkün olmadığını, bu bağlamda Bankanın iradesi ile kendi iradesi arasında uyumsuzluk bulunduğunu iddia etmiştir.

ii. Bankanın tek taraflı hazırladığı sözleşmenin kanunun emredici hükümlerine aykırı olduğunu ileri sürmüştür. Derece mahkemelerinin güçlü konumda bulunan Banka lehine yorum yapmalarının silahların eşitliği ilkesine aykırı olduğunu savunmuştur.

iii. İpoteğin -alacağa bağlı olması ilkesi gereğince- alacak sona erince kendiliğinden hükümsüz hâle geldiğini belirtmiştir. Yargıtay kararının gerekçesiz olmasından yakınmıştır. E.K.nın üçüncü kişilerle yaptığı ancak haberinin dahi olmadığı ticari ilişkilerden doğan borçtan sorumlu tutulmasının mülkiyet hakkını ihlal ettiğini ifade etmiştir.

iv. İpotek senedinin başlangıcında "[E.Knın ... Bank A.Ş.den] kullanmış olduğu ve kullanacağı bilcümle krediler nedeniyle doğmuş olan bütün borçlarının teminatını teşkil etmek üzere" açıklaması yer aldığı hâlde senedin devamındaki belirsiz birtakım kavramlardan hareketle sorumluluğunun genişletilmesinin mülkiyet hakkını ihlal ettiğini iddia etmiştir. Bölge Adliye Mahkemesinin ve Yargıtayın yorumunun Bankaya geniş bir keyfiyet verdiği için dürüstlük kuralına aykırı olduğunu vurgulamıştır.

B. Değerlendirme

25. Anayasa'nın "Mülkiyet hakkı" kenar başlıklı 35. maddesi şöyledir:

"Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.

Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir.

Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz."

26. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun şikâyetinin özü, taşınmazının üzerindeki ipoteğin kaldırılmamasına ve bu nedenle taşınmazının mülkiyetini kaybetme riski altında kalmasına yöneliktir. Dolayısıyla başvurucunun tüm şikâyetlerinin mülkiyet hakkı kapsamında incelenmesinin uygun olacağı değerlendirilmiştir.

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

27. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Esas Yönünden

28. Başvuru konusu olayda başvurucunun mülkiyet hakkına yönelik olarak kamu makamlarınca doğrudan yapılan bir müdahale mevcut olmayıp özel kişiler arası bir uyuşmazlık söz konusudur. Dolayısıyla başvuruda, devletin mülkiyet hakkına ilişkin pozitif yükümlülükleri yönünden inceleme yapılması gerekmektedir.

a. Mülkün Varlığı

29. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğinden şikâyet eden bir kimse, önce böyle bir hakkının var olduğunu kanıtlamak zorundadır. Bu nedenle öncelikle başvurucunun Anayasa'nın 35. maddesi uyarınca korunmayı gerektiren mülkiyete ilişkin bir menfaate sahip olup olmadığı noktasındaki hukuki durumunun değerlendirilmesi gerekir (Cemile Ünlü, B. No: 2013/382, 16/4/2013, § 26; İhsan Vurucuoğlu, B. No: 2013/539, 16/5/2013, § 31).

30. Somut olayda üzerinde ipotek tesis edilen taşınmaz başvurucunun mülkiyetinde bulunduğuna göre mülkün varlığı konusunda bir tereddüt yoktur.

b. Genel İlkeler

31. Mülkiyet hakkının korunmasının devlete birtakım pozitif yükümlülükler yüklediği hususu Anayasa'nın 35. maddesinin lafzında açık bir biçimde düzenlenmemiş ise de bu güvencenin sadece devlete atfedilebilen müdahalelere yönelik sınırlamalar getirdiği, bireyi üçüncü kişilerin müdahalelerine karşı korumasız bıraktığı düşünülemez. Pozitif yükümlülüklerin ortaya çıkmasının nedeni gerçek anlamda koruma sağlanmasıdır. Buna göre anılan maddede bir temel hak olarak güvence altına alınmış olan mülkiyet hakkının gerçekten ve etkili bir şekilde korunabilmesi yalnızca devletin müdahaleden kaçınmasına bağlı değildir. Gerçek anlamda koruma sağlanması için devletin negatif yükümlülükleri dışında pozitif yükümlülüklerinin de olması gerekir. Dolayısıyla Anayasa'nın 5. ve 35. maddeleri uyarınca devletin mülkiyet hakkının korunmasına ilişkin pozitif yükümlülükleri bulunmaktadır. Bu bağlamda söz konusu pozitif yükümlülükler, kimi durumlarda özel kişiler arasındaki uyuşmazlıklar da dâhil olmak üzere mülkiyet hakkının korunması için belirli tedbirlerin alınmasını gerektirmektedir (Türkiye Emekliler Derneği, B. No: 2012/1035, 17/7/2014, §§ 34-38; Eyyüp Boynukara, B. No: 2013/7842, 17/2/2016, §§ 39-41; Osmanoğlu İnşaat Eğitim Gıda Temizlik Hizmetleri Petrol Ürünleri Sanayi Ticaret Limited Şirketi, B. No: 2014/8649, 15/2/2017, § 43).

32. Devletin pozitif yükümlülükleri, mülkiyet hakkına yapılan müdahalelere karşı usule ilişkin güvenceleri sunan yargısal yolları da içeren etkili hukuksal bir çerçeve oluşturma, oluşturulan bu hukuksal çerçeve kapsamında yargısal ve idari makamların bireylerin özel kişilerle olan uyuşmazlıklarında etkili ve adil bir karar vermesini temin etme sorumluluklarını da içermektedir (Selahattin Turan, B. No: 2014/11410, 22/6/2017, § 41).

33. Özel kişiler arasındaki uyuşmazlıklarda tarafların birbirleriyle çatışan menfaatleri bulunmaktadır. Dolayısıyla tarafların karşı karşıya gelen menfaatleri çerçevesinde mülkiyet hakkını korumakla yükümlü bulunan devletin maddi ve usule ilişkin pozitif yükümlülüklerini yerine getirip getirmediği dikkate alınarak sonuca varılmalıdır. Bu bağlamda ilk olarak belirli, ulaşılabilir ve öngörülebilir bir kanun hükmünün mevcut olup olmadığı irdelenmelidir (Hüseyin Ak, B. No: 2016/77854, 1/7/2020, § 53).

34. İkinci olarak başvuruculara mülkiyet hakkına yapılan müdahaleye etkin bir biçimde itiraz edebilme, savunma ve iddialarını yetkili makamlar önünde ortaya koyabilme olanağının tanınıp tanınmadığı incelenmelidir. Anayasa'nın 35. maddesi usule ilişkin açık bir güvenceden söz etmemektedir. Bununla birlikte mülkiyet hakkının gerçek anlamda korunabilmesi bakımından bu madde, Anayasa Mahkemesinin çeşitli kararlarında da ifade edildiği üzere mülk sahibine müdahalenin kanun dışı veya keyfî ya da makul olmayan şekilde uygulandığına ilişkin savunma ve itirazlarını sorumlu makamlar önünde etkin bir biçimde ortaya koyabilme olanağının tanınması güvencesini kapsamaktadır. Bu değerlendirme ise uygulanan sürecin bütününe bakılarak yapılmalıdır (Züliye Öztürk, B. No: 2014/1734, 14/9/2017, § 36; Bekir Yazıcı [GK], B. No: 2013/3044, 17/12/2015, § 71).

35. Mülkiyet hakkının usule ilişkin güvenceleri hem özel kişiler arasındaki mülkiyet uyuşmazlıklarında hem de taraflardan birinin kamu gücü olduğu durumlarda geçerlidir. Bu bağlamda mülkiyet hakkının korunmasının söz konusu olduğu durumlarda usule ilişkin güvencelerin somut olayda yerine getirildiğinden söz edilebilmesi için derece mahkemelerinin kararlarında konu ile ilgili ve yeterli gerekçe bulunmalıdır. Ayrıca belirtmek gerekir ki bu zorunluluk davacının bütün iddialarına cevap verilmesi anlamına gelmemekle birlikte mülkiyet hakkını ilgilendiren davanın sonucuna etkili esasa ilişkin temel iddia ve itirazların yargılama makamlarınca özenli bir şekilde değerlendirilerek karşılanması gerektirmektedir (Kamil Darbaz ve GMO Yapı Grup End. San. Tic. Ltd. Şti., B. No: 2014/12563, 24/5/2018, § 52).

36. Son olarak ise başvurucuların mülkiyet haklarını koruyacak ve yeterli güvenceler sağlayacak hukuksal mekanizmaların oluşturulup oluşturulmadığı incelenmelidir. Özel kişilerin mülkiyet haklarının çatıştığı bu gibi durumlarda bunlardan hangisine üstünlük tanınacağının takdiri kanun koyucuya ve somut olayın koşulları gözönünde bulundurularak derece mahkemelerine ait bir yetkidir. Bununla birlikte her iki tarafın menfaatlerinin mümkün olduğunca dengelenmesi ve sürecin taraflardan biri aleyhine ölçüsüz bir sonuca yol açmaması gerekir. Menfaatler dengesinin kurulmasında taraflardan biri aleyhine bireysel olarak aşırı ve olağan dışı bir külfetin yüklenmesi pozitif yükümlülüklerin ihlali sonucunu doğurabilir. Olayın bütün koşulları ve taraflara tanınan tüm imkânlar ile tarafların tutum ve davranışları gözönünde bulundurularak menfaatlerin adil bir şekilde dengelenip dengelenmediği değerlendirilmelidir (Faik Tari ve Sultan Tari, B. No: 2014/12321, 20/7/2017, § 52).

c. İlkelerin Olaya Uygulanması

37. Olayda başvurucu, taşınmazı üzerinde E.K.nın borcunun teminatı olarak Banka lehine tesis edilen ipoteğin borç kapandığı hâlde kaldırılmaması nedeniyle dava açmıştır. İpotek, bir borcun ödenmemesi hâlinde teminat olarak gösterilen taşınmazın satılarak borcun satıştan elde edilen bedelden ödenmesine rıza gösterilmesi yükümlülüğünü doğuran bir hukuki işlemdir. Taşınmaz üzerinde ipotek tesis edilmesi kendi başına mülkü kaybettirici bir işlem olmasa da taşınmazın mülkiyetinin kaybedilmesi riskini içinde barındırmaktadır. Öte yandan bir taşınmazın üzerinde ipotek tesis edilmesi taşınmazın değerini belli ölçüde etkilediği gibi malikin taşınmaz üzerinde tasarrufta bulunma imkânını da sınırlandırmaktadır. Bu sebeple ipotek tesisi malike kayda değer şekilde külfet yükleyen bir mülkiyet kısıtlamasıdır.

38. İpotek tesisi diğer yönüyle malikin mülkiyet hakkından kaynaklanan bir tasarruf yetkisidir. Mülkiyet hakkı malikin taşınmazının üzerinde -kural olarak- dilediği gibi tasarrufta bulunma yetkisini güvence altına alır. Bu bağlamda malikin taşınmazını ipoteğe konu etme yetkisinin sınırlandırılması onun mülkiyet hakkından doğan yetkilerinin kısıtlanması anlamına gelir. Asıl olan malikin mülkü üzerinde tasarrufta bulunabilme ve taşınmazını ipoteğe konu edebilme serbestîsine sahip olmasıdır. Malikin kendi rızasıyla taşınmazını ipotek altına alma serbestîsi kural olarak kısıtlanamaz. Buna bağlı olarak bireyin kendi rızasıyla yükümlendiği edimlerin sonuçlarına katlanması kişisel sorumluluğun bir gereğidir.

39. Diğer taraftan özel borç ilişkilerindeki edimler kural olarak eşit konumda bulunan tarafların serbest iradeleriyle belirlenir. Sözleşmedeki edimlerin belirlenmesinde mutlak anlamda bir eşitlik ve adalet fikrinden hareket edilmiş olması gerekmez. Özerk bir varlık olarak birey kendi çıkarının ne olduğunu ve ne tür bir edimin kendi menfaatine sonuç doğuracağını en iyi bilebilecek konumdadır. Buna bağlı olarak bireyin yaptığı sözleşmenin hukuksal sonuçlarına katlanma sorumluluğu ve mecburiyeti bulunmaktadır. Bireylerin özgür iradeleriyle akdettikleri sözleşmelerin onlara yüklediği edimler arasında dengesizlik bulunması da söz konusu olabilir. Ancak özerk bireyin serbest iradesiyle yükümlendiği edimin taraflardan birine ölçüsüz bir külfet yüklemiş olması ve edimler arasında dengesizlik bulunması kural olarak devletin müdahalesini gerektirmemektedir. Kamu müdahalesi ancak tarafların iradeleri arasında uyumsuzluk bulunması ya da hata, hile, zorlama gibi bireyin iradesini sakatlayan hâllerin varlığı veya sözleşmenin kamu düzenine, hukuka ve ahlaka açıkça aykırı hükümler içermesi şeklinde istisnai durumların varlığı koşuluyla haklı görülebilir. Bu gibi müstesna hâller haricinde kamunun özel hukuk sözleşmeleriyle yüklenen edimlere -adalet düşüncesiyle bile olsa- müdahale etmesi, özerk bireyin devletin vesayeti altına sokulması anlamına gelir ki bu durum özgürlükçü demokratik hukuk devleti ilkesiyle bağdaşmaz. Devletin özel borç ilişkilerindeki rolü üstün buyurma gücüne dayanarak sözleşmelerin ifasını sağlamaktan ibarettir. Dolayısıyla sözleşmeyle tayin edilen edimin dengesiz olduğu gerekçesi tek başına yargı organlarının o sözleşmenin hükümlerini ihmal ederek karar vermesini gerektirmez (Mustafa Karaca, B. No: 2014/11657, 22/6/2017, § 54).

40. Tarafların ipotek sözleşmesi akdetme yetkilerinin sınırlandırılması mülk üzerinde tasarrufta bulunma yetkisinin ve sözleşme özgürlüğünün kısıtlanması anlamına geldiğinden devletin müdahalesinin sınırlı tutulması ve kural olarak erişilebilirlik, belirlilik ve öngörülebilirlik ilkelerini temin eden hukuksal çerçeveyi belirlemekten ibaret olması gerekir. Bu bağlamda Anayasa Mahkemesinin inceleyeceği öncelikli mesele ipotek konusunun erişilebilir, belirli ve öngörülebilir bir hukuksal çerçevesinin bulunup bulunmadığıdır. İpotek tesis edilmesinin hüküm ve sonuçları 4721 sayılı Kanun'un 881. ve devamı maddelerinde detaylı bir biçimde düzenlenmiştir. Başvurucunun bu hukuksal çerçevenin yetersizliğiyle ilgili bir şikâyeti bulunmaktadır. Başvurucunun şikâyeti ipotekle güvence altına alınan borcun kapsamının öngörülemez biçimde genişletildiğidir. Diğer bir ifadeyle başvurucu, tarafların iradesi arasında uyumsuzluk bulunduğunu ileri sürmektedir. Başvurucu, ipoteğin E.K.nın sadece Bankaya olan borcunu kapsadığını, üçüncü kişilere olan ancak Banka tarafından temellük edilen borçlarını kapsamadığını belirtmekte; Bölge Adliye Mahkemesinin ipoteğin kapsamını Banka tarafından ciro yoluyla temellük edilen borca sirayet ettirmesinin öngörülebilir olmadığını savunmaktadır.

41. 4721 sayılı Kanun'un 851. maddesinin birinci fıkrasında taşınmaz rehininin, miktarı Türk parası ile gösterilen belli bir alacak için kurulabileceği kurala bağlanmış ve alacağın miktarının belli olmaması hâlinde alacaklının bütün istemlerini karşılayacak şekilde taşınmazın güvence altına alacağı üst sınırın taraflarca belirtileceği ifade edilmiştir. Bu suretle ipoteğin spesifik bir alacakla sınırlı tutulması şart koşulmamış, -üst sınır getirilmek kaydıyla- birden fazla alacak için ipotek işleminin tesis edilebilmesine imkân getirilmiştir. Yine 4721 sayılı Kanun'un 881. maddesinde mevcut olan veya henüz doğmamış olmakla beraber doğması kesin veya olası bulunan herhangi bir alacağın da ipotekle güvence altına alınabileceği belirtilmiştir. Dolayısıyla henüz doğmamış alacaklar için de ipotek işlemi tesis edilebileceği anlaşılmıştır.

42. Somut olaydaki ipotek senedine bakıldığında senedin ilk sayfasında E.K.nın kullanmış olduğu veya kullanacağı kredilerden doğan borçların ipotek kapsamında olduğu belirtildiği hâlde ikinci sayfasında ipoteğin E.K.nın kullandığı kredilerin yanında sair bankacılık ve borç işlemlerinden doğan boçlar ile herhangi bir şekilde Bankaya karşı doğmuş borçları da içerdiği belirtilmiştir. Bu manada ipoteğin kapsamına ilişkin olarak ipotek senedinde çelişkili hükümlerin yer aldığı gözlemlenmektedir. Bununla birlikte Bölge Adliye Mahkemesinin ipotek senedinin ikinci sayfasındaki hükmü gözeterek karar verdiği anlaşılmıştır. Başvurucu bu hususun tarafların iradeleri arasındaki uyumsuzluğun işareti olduğunu temyizde de ileri sürdüğü hâlde Yargıtayın buna yönelik olarak herhangi bir değerlendirme yapmadığı görülmektedir.

43. İpotek senedinin hükümleri arasındaki bu farklılığın ipotek anlaşmasının kapsamını ve dolayısıyla uyuşmazlığın esasını etkileyecek nitelikte olduğu değerlendirilmektedir. Zira ipotek senedinin ilk sayfasındaki hükümde ipoteğin sadece E.K.nın kullandığı kredilerden doğan borçlara münhasır kılındığı açıktır. Buna karşılık senedin ikinci sayfasındaki hükmün kapsamı ilkine nazaran biraz daha geniştir. Temyiz merciinin alt derece mahkemesi kararlarındaki gerekçelere atıfla karar vermesi yeterli görülebilir ise de somut olayda Bölge Adliye Mahkemesi kararında çelişki iddiası konusunda bir değerlendirme bulunmadığından Yargıtayın başvurucunun bu iddiasına açık bir cevap vermesi beklenir. Yargılamaya bir bütün olarak bakıldığında yargı mercilerinin sözleşme hükümleri arasında çelişki bulunduğu, dolayısıyla sözleşmenin taraflarının iradeleri arasında uyumsuzluk mevcut olduğu iddiasını karşılama yükümlülüklerini ifa edemedikleri anlaşılmıştır.

44. Öte yandan ipotek senedinin ikinci sayfasındaki hükümden bile ipoteğin E.K.nın üçüncü kişilere olan borçlarını da kapsadığı anlamının çıkarılması güçtür. Senedin ikinci sayfasındaki hükümde borcun kapsamı biraz daha genişletilmiş olsa bile E.K.nın sair bankacılık ve borç işlemleri ile herhangi bir şekilde Bankaya olan borçlarından söz edilmektedir. Bu hükümlerin lafzından E.K.nın üçüncü kişilere olan ancak Banka tarafından temellük edilen borçlarının da ipotek kapsamında değerlendirileceği kolaylıkla anlaşılamamaktadır. Başvurucunun bir tacir olmadığı gözetildiğinde ipotek senedinin bu hükmünden E.K.nın üçüncü kişilerle olan ticari ilişkileri çerçevesinde doğan fakat Banka tarafından temellük edilen borçların da ipoteğin kapsamına dâhil olduğunu makul olarak öngörebileceği ifade edilemez.

45. Devletin mülkiyet hakkından doğan yükümlülüğü sadece hukuksal çerçeve oluşturmaktan ibaret olmayıp aynı zamanda ipotekten kaynaklanan uyuşmazlıkları bu hukuksal çerçeveye uygun olarak ve öngörülebilirlik ilkesi ışığında uygulama sorumluluğu da bulunmaktadır. Somut olayda ise Bölge Adliye Mahkemesinin yorumu nedeniyle başvurucu makul olarak öngöremeyeceği ağır bir külfetle karşılaşmıştır. Bu yorum başvurucunun E.K.nın Banka dışındaki üçüncü kişilere olan ve ipoteğin tesis edildiği 12/8/2008 tarihinden önce doğmuş ya da bu tarihten sonra doğacak olan her türlü borcunu üstlenme riskine yol açmıştır. Gerçekten Bankanın E.K.nın üçüncü kişilerin alacağını temellük etmesinin önünde bir engel bulunmadığına göre başvurucunun E.K.nın herhangi bir kişiye olan borcundan dolayı Bankaya karşı sorumlu hâle gelmesi ve evinin satışını önlemek için bu borcu üstlenmesi uzak bir ihtimal olmayacaktır. Nitekim Banka E.K.nın ticari faaliyeti kapsamında Ö. Anonim Şirketi lehine düzenlediği ve toplam tutarları 81.712 TL olan 23/7/2014 ve 16/10/2014 keşide tarihli iki adet çek içeriğindeki alacağı ciro yoluyla temellük etmiştir. Bankanın E.K.nın başka kişilere olan borcunu da temellük etmesine hukuki bir engel bulunmadığı gözetildiğinde Bölge Adliye Mahkemesinin yorumunun başvurucu açısından ciddi bir belirsizliğe ve öngörülemezliğe yol açtığı açıktır.

46. Bu yorumun E.K.nın üçüncü kişilere olan borcunu temellük etme konusunda Banka lehine ticari bir avantaj sağladığı da izahtan varestedir. İpotekle teminat altına alınmış bir alacağın temellük edilmesi Banka yönünden daha risksiz olacağından borçlusunun E.K. olduğu alacakların temellük edilmesi Banka yönünden ticari bakımdan tercih edilebilir olacaktır. Bu durum başvurucunun menfaati ile ipotek alacaklısı olan Bankanın menfaati arasında kurulması gereken adil dengeyi başvurucu aleyhine bozmaktadır.

47. Sonuç olarak ipoteğin kapsamı konusunda tarafların iradeleri arasında uyumun bulunup bulunmadığının kesinliğe kavuşturulmasının, ipotek kapsamında kalan borcun başvurucu tarafından makul olarak öngörülemeyecek derecede genişletilmesinin ve bu suretle başvurucunun ölçüsüz bir külfete maruz bırakılmasının ipotek alacaklısı ile ipotek borçlusunun menfaatleri arasında ciddi bir dengesizliğe yol açtığı, bu nedenle devletin Anayasa'nın 35. maddesinin öngördüğü pozitif yükümlülüklerinin ihlal edildiği sonucuna ulaşılmıştır.

48. Açıklanan gerekçelerle Anayasa'nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

3. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

49. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…

 (2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir."

50. Başvurucu, ihlalin tespit edilmesini ve yeniden yargılama yapılmasına hükmedilmesini talep etmiştir.

51. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan ([GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018) kararında ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağı hususunda genel ilkeler belirlenmiştir. Anayasa Mahkemesi diğer bir kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal kararının yerine getirilmemesinin sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin devamı anlamına geleceği gibi ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle sonuçlanacağına işaret etmiştir (Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019).

52. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural, mümkün olduğunca eski hâle getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması, ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan, §§ 55, 57).

53. İhlalin mahkeme kararından kaynaklandığı veya mahkemenin ihlali gideremediği durumlarda Anayasa Mahkemesi, 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası ile Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 79. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın bir örneğinin ilgili mahkemeye gönderilmesine hükmeder. Anılan yasal düzenleme, usul hukukundaki benzer hukuki kurumlardan farklı olarak ihlali ortadan kaldırmak amacıyla yeniden yargılama sonucunu doğuran ve bireysel başvuruya özgülenen bir giderim yolunu öngörmektedir. Bu nedenle Anayasa Mahkemesi tarafından ihlal kararına bağlı olarak yeniden yargılama kararı verildiğinde, usul hukukundaki yargılamanın yenilenmesi kurumundan farklı olarak ilgili mahkemenin yeniden yargılama sebebinin varlığını kabul hususunda herhangi bir takdir yetkisi bulunmamaktadır. Dolayısıyla böyle bir kararın kendisine ulaştığı mahkemenin yasal yükümlülüğü, ilgilinin talebini beklemeksizin Anayasa Mahkemesinin ihlal kararı nedeniyle yeniden yargılama kararı vererek devam eden ihlalin sonuçlarını gidermek üzere gereken işlemleri yerine getirmektir (Mehmet Doğan, §§ 58, 59; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), §§ 57-59, 66, 67).

54. İncelenen başvuruda, ipotek kapsamında kalan borcun başvurucu tarafından makul olarak öngörülemeyecek derecede genişletilmesi ve bu suretle başvurucunun ölçüsüz bir külfete maruz bırakılması sebebiyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği sonucuna ulaşılmıştır. Dolayısıyla ihlalin mahkeme kararından kaynaklandığı anlaşılmaktadır.

55. Bu durumda mülkiyet hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Yapılacak yeniden yargılama ise bireysel başvuruya özgü düzenleme içeren 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu kapsamda yapılması gereken iş, yeniden yargılama kararı verilerek Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar verilmesinden ibarettir. Bu sebeple kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere Çan Asliye Hukuk Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekmektedir.

56. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 294,70 TL harç ve 3.600 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.894,70 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Anayasa'nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Kararın bir örneğinin mülkiyet hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere Çan Asliye Hukuk Mahkemesine (E.2014/458, K.2016/387) GÖNDERİLMESİNE,

D. 294,70 TL harç ve 3.600 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.894,70 TL yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,

E. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

F. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 14/9/2021 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

F. E. BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2018/16483)

 

Karar Tarihi: 14/9/2021

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Kadir ÖZKAYA

Üyeler

:

Engin YILDIRIM

 

 

Celal Mümtaz AKINCI

 

 

M. Emin KUZ

 

 

Basri BAĞCI

Raportör

:

Ayhan KILIÇ

Başvurucu

:

F. E.

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, riskli yapı kapsamına alınan binanın yeniden inşasına rıza göstermeyen paydaşın hissesinin kamu otoritelerince açık artırmayla satılması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 18/6/2018 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir.

7. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmuştur.

III. OLAY VE OLGULAR

8. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:

9. Başvurucu 1952 doğumlu olup İstanbul'da ikamet etmektedir.

10. Başvurucu, İstanbul ili Pendik ilçesi Batı Mahallesi'nde kâin 189 pafta 757 ada 143 parsel numaralı 623 m² yüz ölçümüne sahip taşınmazın 1/4 oranında (155,75 m²) paydaşıdır. Taşınmazın üzerinde iki katlı bir yapı bulunmaktadır. Başvurucu, bu yapının kendisiyle bir ilgisinin bulunmadığını belirtmektedir.

11. Söz konusu taşınmazın üzerinde bulunan yapı 16/5/2012 tarihli ve 6306 sayılı Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun'un 6. maddesi uyarınca riskli yapı olarak belirlenmiştir. Başvurucu, beyanına göre tapu siciline "riskli yapı belirtmesi" şerhinin konulduğunu öğrenmesi üzerine 10/12/2015 tarihinde Pendik Belediyesi Başkanlığına (Belediye) müracaat ederek taşınmazın kendi hissesine isabet eden kısmı yönünden riskli yapı tespitinin kaldırılmasını talep etmiştir. Belediye tarafından başvurucuya gönderilen 14/12/2015 tarihli yazıda başvurucunun hissesine sehven düşülen şerhin kaldırılması için ilgili kuruma bildirim yapılacağı belirtilmiştir. Ancak taşınmazın riskli yapı statüsünde herhangi bir değişikliğin yapılmadığı anlaşılmaktadır. Başvurucunun anılan binanın riskli yapı olarak tespit edilmesine ilişkin işleme karşı dava açtığına dair bir bilgi bireysel başvuru dosyasında bulunmamaktadır.

12. Taşınmazın başvurucu dışındaki diğer paydaşları, taşınmaz üzerindeki binanın yıkılarak yeniden inşa edilmesini kararlaştırmıştır. Ancak başvurucu, davet edilmesine rağmen bu kararın alındığı toplantıya iştirak etmemiştir. Bunun üzerine diğer paydaşlar başvurucunun hissesinin 6306 sayılı Kanun'un 6. maddesi uyarınca resen satılması için İstanbul Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğüne (Çevre ve Şehircilik Müdürlüğü) müracaat etmiştir. Çevre ve Şehircilik Müdürlüğü tarafından başvurucunun hissesinin tahminî bedeli (2.750x155,75 m²) 428.312,50 TL olarak tespit edildikten sonra 22/3/2016 tarihinde saat 11.30'da açık artırmayla satış ihalesi yapılmıştır. Başvurucu ihaleye katılmamıştır. İhale neticesinde başvurucunun hissesi 428.312,50 TL bedelle paydaşlardan E.İ.ye satılmıştır.

13. Başvurucu 29/3/2016 tarihinde İstanbul 3. İdare Mahkemesinde (Mahkeme) kıymet takdiri, satış işleminin iptali ve yürütmesinin durdurulması istemiyle dava açmıştır. Dava dilekçesinde, hissenin rayiç bedelinin düşük belirlendiğine yönelik iddialar ileri sürülmüştür. Bu bağlamda nitelikleri itibarıyla daha iyi olmadığı öne sürülen emsal bir taşınmazın metrekare birim değerinin 3.860 TL olarak belirlendiği iddia edilmiş, ayrıca bölgedeki rayiç piyasa değerlerini gösteren bilgiler dava dilekçesine eklenmiştir. Dava dilekçesinde ayrıca taşınmaz üzerindeki yapının başvurucuyla bir ilgisinin bulunmadığı, bu nedenle taşınmazın tümünün riskli yapı olarak ilan edilmesinin hukuka aykırı olduğu belirtilmiştir. Dava dilekçesinde son olarak İstanbul Anadolu 5. Sulh Hukuk Mahkemesinde açılan ortaklığın giderilmesi davasının derdest olduğu, bu dava sonuçlanmadan hissenin idare tarafından satılmasının hukuka uygun olmadığı ifade edilmiştir.

14. Mahkeme 8/6/2016 tarihinde kıymet takdiri ve satış işlemi hakkında yürütmenin durdurulması kararı vermiştir. Kararın gerekçesinde, başvurucunun arazi üzerinde herhangi bir yapısının bulunmadığı belirtilmiştir. Kararda, başvurucu tarafından ortaklığın giderilmesi için adli yargıda dava açıldığına dikkat çekildikten sonra ortaklığın 6306 sayılı Kanun kapsamında giderilebilmesi için hisseli maliklerin hem araziye hem de yapıya paydaş olmaları gerektiği ifade edilmiştir. Mahkemeye göre aksi yorumun kabulü hâlinde hisseli malik olunan bir arazide paydaşlardan birinin riskli yapı kapsamına alınabilecek bir yapı inşa etmek suretiyle 6306 sayılı Kanun kapsamında idari yoldan satış işlemleri başlatmak ve böylece yargısal süreci devre dışı bırakarak ortaklardan bir veya birkaçının Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nde ve Anayasa'da güvence altına alınan mülkiyet hakları ihlal edilecektir. Mahkeme, ortaklardan yalnız birine ait olan riskli yapı esas alınarak 6306 sayılı Kanun kapsamında uygulama işlemlerine başlanamayacağı sonucuna ulaşmıştır.

15. Mahkeme 29/11/2016 tarihinde yürütmenin durdurulması kararındaki gerekçeyle idari işlemi iptal etmiştir.

16. Bu karara karşı yapılan istinaf başvurusunu inceleyen İstanbul Bölge İdare Mahkemesi 4. İdari Dava Dairesi (Bölge İdare Mahkemesi) 24/4/2017 tarihinde mahkeme kararını kaldırmış ve davayı reddetmiştir. Kararın gerekçesinde 6306 sayılı Kanun'un 6. maddesinin karar tarihinde yürürlükte bulunan versiyonuna yer verildikten sonra 6306 sayılı Kanun kapsamında riskli yapı olduğu tespit edilen taşınmazlarda yeniden bina yaptırılmasına veya payların satışına, yapının paydaşı olup olmadıkları gözetilmeksizin sahip oldukları hisseleri oranında paydaşların en az üçte iki çoğunluğu ile karar verileceği hususunda tartışma bulunmadığı belirtilmiştir. Kararda, riskli yapının bulunduğu taşınmazın 1/4 oranında hissedarı olan ve çoğunluk kararına katılmayan başvurucunun hissesinin satılmasında hukuka aykırılık bulunmadığı ifade edilmiştir. Kararda, başvurucunun kıymet takdirine yönelik iddialarıyla ilgili olarak herhangi bir değerlendirme yapılmamıştır. Gerekçeli kararda kararın "temyizi kabil olmamak üzere" verildiği ibaresi yer almaktadır.

17. Başvurucu, bu kararı temyiz ettiğine dair dilekçeyi Bölge İdare Mahkemesine sunmuştur. Ancak Bölge İdare Mahkemesi 3/8/2017 tarihinde kararın kesin olduğu gerekçesiyle temyiz isteminin reddine karar vermiştir. Başvurucu, bu karara karşı da yedi günlük yasal süresi içinde temyiz yoluna başvurmuştur. Temyiz dilekçesinde, karara karşı temyiz yolunun kanunen açık olduğunu vurguladıktan sonra dava dilekçesindeki iddiaları tekrarlamıştır. Danıştay Ondördüncü Dairesi (Daire) temyiz isteminin esasını inceleyerek 29/3/2018 tarihinde Bölge İdare Mahkemesi kararını onamıştır. Nihai karar 30/5/2018 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir.

18. Başvurucu 18/6/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

IV. İLGİLİ HUKUK

19. 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun "Paylı mülkiyet"i düzenleyen kısmının "Genel kurallar" kenar başlıklı 688. maddesi şöyledir:

"Paylı mülkiyette birden çok kimse, maddî olarak bölünmüş olmayan bir şeyin tamamına belli paylarla maliktir.

Başka türlü belirlenmedikçe, paylar eşit sayılır.

Paydaşlardan her biri kendi payı bakımından malik hak ve yükümlülüklerine sahip olur. Pay devredilebilir, rehnedilebilir ve alacaklılar tarafından haczettirilebilir."

20. 4721 sayılı Kanun'un "Paylı mülkiyet"i düzenleyen kısmının "Olağanüstü yönetim işleri ve tasarruflar" kenar başlıklı 692. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

"Paylı malın özgülendiği amacın değiştirilmesi, korumanın veya olağan şekilde kullanmanın gerekli kıldığı ölçüyü aşan yapı işlerine girişilmesi veya paylı malın tamamı üzerinde tasarruf işlemlerinin yapılması, oybirliğiyle aksi kararlaştırılmış olmadıkça, bütün paydaşların kabulüne bağlıdır."

21. 4721 sayılı Kanun'un "Paylı mülkiyet"i düzenleyen kısmının "Paylaşma istemi" kenar başlıklı 698. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

"Hukukî bir işlem gereğince veya paylı malın sürekli bir amaca özgülenmiş olması sebebiyle paylı mülkiyeti devam ettirme yükümlülüğü bulunmadıkça, paydaşlardan her biri malın paylaşılmasını isteyebilir"

22. 4721 sayılı Kanun'un "Paylı mülkiyet"i düzenleyen kısmının "Paylaşma biçimi" kenar başlıklı 699. maddesi şöyledir:

"Paylaşma, malın aynen bölüşülmesi veya pazarlık ya da artırmayla satılarak bedelinin bölüşülmesi biçiminde gerçekleştirilir.

Paylaşma biçiminde uyuşma sağlanamazsa, paydaşlardan birinin istemi üzerine hâkim, malın aynen bölünerek paylaştırılmasına, bölünen parçaların değerlerinin birbirine denk düşmemesi hâlinde eksik değerdeki parçaya para eklenerek denkleştirme sağlanmasına karar verir.

Bölme istemi durum ve koşullara uygun görülmezse ve özellikle paylı malın önemli bir değer kaybına uğramadan bölünmesine olanak yoksa, açık artırmayla satışa hükmolunur. Satışın paydaşlar arasında artırmayla yapılmasına karar verilmesi, bütün paydaşların rızasına bağlıdır."

23. 6306 sayılı Kanun'un "Tanımlar" kenar başlıklı 2. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"(1) Bu Kanunun uygulanmasında;

...

d) Riskli yapı: Riskli alan içinde veya dışında olup ekonomik ömrünü tamamlamış olan ya da yıkılma veya ağır hasar görme riski taşıdığı ilmî ve teknik verilere dayanılarak tespit edilen yapıyı,

...

ifade eder."

24. 6306 sayılı Kanun'un "Tespit, taşınmaz devri ve tescil" kenar başlıklı 3. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:

"Riskli yapıların tespiti, Bakanlıkça hazırlanacak yönetmelikte belirlenen usul ve esaslar çerçevesinde masrafları kendilerine ait olmak üzere, öncelikle yapı malikleri veya kanuni temsilcileri tarafından, Bakanlıkça lisanslandırılan kurum ve kuruluşlara yaptırılır ve sonuç Bakanlığa veya İdareye bildirilir. Bakanlık, riskli yapıların tespitini süre vererek maliklerden veya kanuni temsilcilerinden isteyebilir. Verilen süre içinde yaptırılmadığı takdirde, tespitler Bakanlıkça veya İdarece yapılır veya yaptırılır. Bakanlık, belirlediği alanlardaki riskli yapıların tespitini süre vererek İdareden de isteyebilir. Bakanlıkça veya İdarece yaptırılan riskli yapı tespitlerine karşı maliklerce veya kanuni temsilcilerince onbeş gün içinde itiraz edilebilir. Bu itirazlar, Bakanlığın talebi üzerine üniversitelerce, ilgili meslek disiplini öğretim üyeleri arasından görevlendirilecek dört ve Bakanlıkça, Bakanlıkta görevli üç kişinin iştiraki ile teşkil edilen teknik heyetler tarafından incelenip karara bağlanır.

Riskli yapılar, tapu kütüğünün beyanlar hanesinde belirtilmek üzere, tespit tarihinden itibaren en geç on iş günü içinde Bakanlık veya İdare tarafından ilgili tapu müdürlüğüne bildirilir. Tapu kütüğüne işlenen belirtmeler hakkında, ilgili tapu müdürlüğünce ayni ve şahsi hak sahiplerine bilgi verilir."

25. 6306 sayılı Kanun'un "Uygulama işlemleri" kenar başlıklı 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasının olay tarihinde yürürlükte bulunan hâli şöyledir:

"(1) Üzerindeki bina yıkılarak arsa hâline gelen taşınmazlarda daha önce kurulmuş olan kat irtifakı veya kat mülkiyeti, ilgililerin muvafakatleri aranmaksızın Bakanlığın talebi üzerine ilgili tapu müdürlüğünce resen terkin edilerek, önceki vasfı ile değerlemede bulunularak veya malik ile yapılan anlaşmanın şartları tapu kütüğünde belirtilerek malikleri adına payları oranında tescil edilir. Bu taşınmazların sicilinde bulunan taşınmazın niteliği, ayni ve şahsi haklar ile temlik hakkını kısıtlayan veya yasaklayan her türlü şerh, hisseler üzerinde devam eder. Bu şekilde belirlenen uygulama alanında cins değişikliği, tevhit ve ifraz işlemleri Bakanlık, TOKİ veya İdare tarafından resen yapılır veya yaptırılır. Bu parsellerin malikleri tarafından değerlendirilmesi esastır. Bu çerçevede, parsellerin tevhit edilmesine, münferit veya birleştirilerek veya imar adası bazında uygulama yapılmasına, yeniden bina yaptırılmasına, payların satışına, kat karşılığı veya hasılat paylaşımı ve diğer usuller ile yeniden değerlendirilmesine sahip oldukları hisseleri oranında paydaşların en az üçte iki çoğunluğu ile karar verilir. Bu karara katılmayanların bağımsız bölümlerine ilişkin arsa payları, Bakanlıkça rayiç değeri tespit ettirilerek bu değerden az olmamak üzere anlaşma sağlayan diğer paydaşlara açık artırma usulü ile satılır. Bu suretle paydaşlara satış gerçekleştirilemediği takdirde, bu paylar, Bakanlığın talebi üzerine, tespit edilen rayiç bedeli de Bakanlıkça ödenmek kaydı ile tapuda Hazine adına resen tescil edilir ve yapılan anlaşma çerçevesinde değerlendirilmek üzere Bakanlığa tahsis edilmiş sayılır veya Bakanlıkça uygun görülenler TOKİ’ye veya İdareye devredilir. Bu durumda, paydaşların kararı ile yapılan anlaşmaya uyularak işlem yapılır."

26. 6306 sayılı Kanun'un "Uygulama işlemleri" kenar başlıklı 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasının 14/4/2016 tarihli ve 6704 sayılı Kanun'un 23. maddesiyle değişik hâli şöyledir:

"(1) Üzerindeki bina yıkılarak arsa hâline gelen taşınmazlarda daha önce kurulmuş olan kat irtifakı veya kat mülkiyeti, ilgililerin muvafakatleri aranmaksızın Bakanlığın talebi üzerine ilgili tapu müdürlüğünce resen terkin edilerek, önceki vasfı ile değerlemede bulunularak veya malik ile yapılan anlaşmanın şartları tapu kütüğünde belirtilerek malikleri adına payları oranında tescil edilir. Taşınmazların niteliği resen mevcut duruma göre tescil edilir. Bu taşınmazların sicilinde bulunan ayni ve şahsi haklar ile temlik hakkını kısıtlayan veya yasaklayan her türlü şerh, hisseler üzerinde devam eder. Belirtilen haklar ve şerhler, tapuda; tevhit, ifraz, terk, tescil, kat irtifakı ve kat mülkiyeti tesisine ilişkin işlemlerin yapılmasına engel teşkil etmez ve bu işlemlerde muvafakat aranmaz. Bu şekilde belirlenen uygulama alanında cins değişikliği, tevhit, ifraz, terk, ihdas ve tescil işlemleri muvafakat aranmaksızın Bakanlık, TOKİ veya İdare tarafından resen yapılır veya yaptırılır. Bu parsellerin malikleri tarafından değerlendirilmesi esastır. Bu çerçevede riskli alanlar ve rezerv yapı alanlarında uygulama yapılan etap veya adada, riskli yapılarda ise bu yapıların bulunduğu parsellerde, yapılar yıktırılmadan önce, parsellerin tevhit edilmesine, münferit veya birleştirilerek veya imar adası bazında uygulama yapılmasına, ifraz, terk, ihdas ve tapuya tescil işlemlerine, yeniden bina yaptırılmasına, payların satışına, kat karşılığı veya hasılat paylaşımı ve diğer usuller ile yeniden değerlendirilmesine, yapının paydaşı olup olmadıkları gözetilmeksizin sahip oldukları hisseleri oranında paydaşların en az üçte iki çoğunluğu ile karar verilir. Bu karara katılmayanların arsa payları, Bakanlıkça rayiç değeri tespit ettirilerek ve bu değerden az olmamak üzere anlaşma sağlayan diğer paydaşlara açık artırma usulü ile satılır. Bu suretle paydaşlara satış gerçekleştirilemediği takdirde, bu paylar, Bakanlığın talebi üzerine, tespit edilen rayiç bedeli de Bakanlıkça ödenmek kaydı ile tapuda Hazine adına resen tescil edilir ve yapılan anlaşma çerçevesinde değerlendirilmek üzere Bakanlığa tahsis edilmiş sayılır veya Bakanlıkça uygun görülenler TOKİ’ye veya İdareye devredilir. Bu durumda, paydaşların kararı ile yapılan anlaşmaya uyularak işlem yapılır. Açık artırma ile satışı yapılacak payların üzerindeki ipotek, ihtiyati haciz, haciz ve intifa hakkı gibi haklar, satış sonrasında satış bedeli üzerinde devam eder. Satış işlemi sonrasında tapu kaydındaki haklar ve şerhler Bakanlığın talebi üzerine tapu müdürlüğünce resen terkin edilir."

27. 6306 sayılı Kanun'un Türkiye Büyük Millet Meclisine sunulan genel gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:

"Bilindiği üzere, Ülkemizin çok mühim bir kısmı, başta deprem olmak üzere tabiî afetlerin riski altındadır. Buna rağmen, mevcut yapıların büyük bir kısmının muhtemel afetlere karşı dayanıklı olmadıkları ve orta şiddetteki bir depremde bile ağır derecede hasar görüp yıkıldıkları, bundan dolayı sosyo-ekonomik problemlerin yaşandığı ve Devletin beklenmedik bir anda büyük malî külfetler ile karşı karşıya kaldığı bilinmektedir. Onbinlerce insanın ölümüne ve çok yüksek malî kayıplara sebebiyet veren ve 1999 yılında Marmara Bölgesinde vuku bulan büyük deprem felâketleri, müteakip depremler ve en son olarak 2011 yılında Van’da meydana gelen deprem ile bu gerçek acı bir şekilde ortaya çıkmıştır. Ülkemizin bazı yerleri ve buralardaki yerleşim merkezleri hâlen çok yüksek deprem riski altındadır. Örneğin, İstanbul’un yakın bir zaman içinde çok şiddetli bir depremle karşı karşıya kalacağı, bu hususta ihtisas sahibi bilim adamlarınca ifade edilmektedir. Bazı yerleşim merkezlerinin jeolojik durumu ve zemin özellikleri ise, buralarda iskânın tehlikeler arz ettiğini ve afet riski altında bulunan bu yerleşim merkezlerinin bir an önce bulundukları yerlerde dönüştürülerek buralardaki iskânın yeniden düzenlenmesini ve hatta bunların başka yerlere nakledilmesini zarurî kılmaktadır.

...

Kanun sayesinde, başta deprem olmak üzere tabiî afetler sebebiyle meydana gelmesi kuvvetle muhtemel can ve mal kayıpları önlenecek; mülkiyet haklarına saygı, sağlıklı ve düzenli yerleşme, daha az maliyet ile en fazla sosyal faydanın temin edilmesi, kaynakların plânlı, sağlıklı ve verimli kullanılması ilkelerinin hayata geçirilmesi de mümkün olacaktır.

...

Özellikle belirtilmelidir ki afet riski altında olduğu kabûl edilen yerlerde deprem afeti meydana gelmeden önce buralardaki meskenlerin, işyerlerinin ve sanayi tesislerinin yeni alanlara nakledilmesi sayesinde, yerleşme ve yapı emniyeti temin edilecek ve muhtemel can ve mal kayıpları ile iktisadî ve sosyal diğer zararların en aza indirilmesi mümkün olacaktır. Ayrıca, hâlihazırda yaşanabilirlikten uzak, köhnemiş, can ve mal emniyeti bakımından riskli ve görüntü itibarı ile de çirkin olan yapılaşmalar ortadan kaldırılabilecek, estetik yapılar inşa edilecek ve halkın daha sıhhatli ve emniyetli şartlar altında ikameti de temin edilecektir."

V. İNCELEME VE GEREKÇE

28. Mahkemenin 14/9/2021 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü

29. Başvurucu, diğer paydaşların dayatmalarıyla taşınmazının iradesi dışında satılmış olmasının mülkiyet hakkını ihlal ettiğini iddia etmektedir. Başvurucu, ortaklığın giderilmesi davası devam ettiği hâlde taşınmazının piyasa şartlarının altında takdir edilen kıymet üzerinden satışından yakınmaktadır. Başvurucu, hissesinin malikler tarafından teklif edilen 483.750 TL'den daha düşük bir bedel olan 428.312,50 TL'ye satıldığını vurgulamaktadır. Başvurucu, binanın kendisine ait olmadığını belirtmekte ve dava devam ederken 6704 sayılı Kanun'un 23. maddesiyle 6036 sayılı Kanun'un 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasında yapılan değişiklikle binada paydaş olunması şartının kaldırılmasından şikâyet etmektedir. Başvurucuya göre kanunlar geriye yürütülmüş ve kazanılmış hakkı ihlal edilmiştir. Toplamda 600.000 TL zarara uğratıldığını iddia eden başvurucu, resen satış işlemiyle E.İ.ye haksız kazanç sağlandığını ileri sürmüştür.

30. Bakanlık görüşünde, temyiz yolu kapalı olan karara karşı temyiz yolu tüketildikten sonra yapılan bireysel başvurunun süresinde olmadığı belirtilmiştir.

31. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanında Dairenin temyiz isteminin esasını incelediğine dikkat çekerek başvurunun süresinde olduğunu savunmuştur. Başvurucu, esasa ilişkin olarak ise başvuru formundaki iddiaları tekrar etmiştir. Ek olarak taşınmaz için toplam 1.935.000 TL değer belirlendiğini, kendi hissesine (1/4) düşen tutarın 483.750 TL olması gerekirken 428.312,50 TL şeklinde hesaplandığını ve bunun bariz takdir hatası teşkil ettiğini ileri sürmüştür. Başvurucu bu yöndeki iddialarının Bölge İdare Mahkemesince dikkate alınmadığından ve bilirkişi incelemesi yaptırılmadan karar verildiğinden yakınmıştır.

B. Değerlendirme

32. Anayasa’nın "Mülkiyet hakkı" kenar başlıklı 35. maddesi şöyledir:

"Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.

Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir.

Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz."

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

33. Bakanlık, temyiz yolu kapalı olan karara karşı temyiz yoluna başvurulduktan sonra yapılan başvurunun süresinde olmadığını ileri sürdüğünden öncelikle bu iddianın değerlendirilmesi gerekir.

34. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 47. maddesinin (5) numaralı fıkrası ile Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün 64. maddesinin (1) numaralı fıkrası uyarınca başvuru yollarının tüketildiği tarihten, başvuru yolu öngörülmemiş ise ihlalin öğrenildiği tarihten itibaren otuz gün içinde bireysel başvuruların yapılması gerekmektedir (Bilent Aktaş ve diğerleri, B. No: 2014/19389, 7/12/2016, § 11).

35. Etkili olmadığı açıkça belli olan yolların tüketilmesinden sonra bireysel başvuru yapılması hâlinde süre aşımı söz konusu olabilir. Buna karşılık etkili olup olmadığı ancak nitelikli bir hukuki tartışmadan sonra ortaya çıkan bir yolun tüketilmesinin ardından yapılan bireysel başvurunun esasının incelenmesi gerekir. Bu nedenle bir başvuru yolunun makul bir başarı şansı sunabilecek ve bir çözüm sağlayabilecek nitelikte, kullanılabilir ve etkili başvuru yolu olup olmadığının her somut olayın özel şartları içinde denetlenmesi gerekmektedir (Murat Durmuş, B. No: 2015/13800, 9/6/2020, § 22).

36. Bölge İdare Mahkemesinin 24/4/2017 tarihli kararında kararın "temyizi kabil olmamak üzere" verildiği belirtilmiş ise de Daire başvurucunun temyiz talebinin esasını incelemiş ve temyiz talebini esastan reddetmiştir. Dolayısıyla temyiz yolunun somut olayda etkili bir biçimde işlediği görülmektedir. Bu itibarla temyiz yoluna başvurulmasından sonra ve temyiz merciinin verdiği kararın tebliğinden itibaren otuz gün içinde yapılan başvurunun süresinde olduğu anlaşılmaktadır. Bu nedenle Bakanlığın itirazının reddi gerekir.

37. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Esas Yönünden

a. Mülkün Varlığı

38. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğinden şikâyet eden bir kimse, önce böyle bir hakkının var olduğunu kanıtlamak zorundadır. Bu nedenle öncelikle başvurucunun Anayasa'nın 35. maddesi uyarınca korunmayı gerektiren mülkiyete ilişkin bir menfaate sahip olup olmadığı noktasındaki hukuki durumunun değerlendirilmesi gerekir (Cemile Ünlü, B. No: 2013/382, 16/4/2013, § 26; İhsan Vurucuoğlu, B. No: 2013/539, 16/5/2013, § 31).

39. Somut olayda başvurucunun İstanbul ili Pendik ilçesi Batı Mahallesi'nde kâin 189 pafta 757 ada 143 parsel numaralı 623 m² yüz ölçümüne sahip taşınmazın 1/4 oranında paydaşı olduğu sabit olduğuna göre mülkün varlığı konusunda bir tereddüt bulunmamaktadır.

b. Müdahalenin Varlığı ve Türü

40. Anayasa’nın 35. maddesi ile mülkiyet hakkına temas eden diğer hükümleri birlikte değerlendirildiğinde Anayasa'nın mülkiyet hakkına müdahaleyle ilgili üç kural ihtiva ettiği görülmektedir. Buna göre Anayasa'nın 35. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin mülkiyet hakkına sahip olduğu belirtilmek suretiyle mülkten barışçıl yararlanma hakkına yer verilmiş; ikinci fıkrasında da mülkten barışçıl yararlanma hakkına müdahalenin çerçevesi belirlenmiştir. Maddenin ikinci fıkrasında, genel olarak mülkiyet hakkının hangi koşullarda sınırlanabileceği belirlenerek aynı zamanda mülkten yoksun bırakmanın şartlarının genel çerçevesi de çizilmiştir. Maddenin son fıkrasında ise mülkiyet hakkının kullanımının toplum yararına aykırı olamayacağı kurala bağlanmak suretiyle devletin mülkiyetin kullanımını kontrol etmesine ve düzenlemesine imkân sağlanmıştır. Anayasa'nın diğer bazı maddelerinde de devlet tarafından mülkiyetin kontrolüne imkân tanıyan özel hükümlere yer verilmiştir. Ayrıca belirtmek gerekir ki mülkten yoksun bırakma ve mülkiyetin düzenlenmesi, mülkiyet hakkına müdahalenin özel biçimleridir (Recep Tarhan ve Afife Tarhan, B. No: 2014/1546, 2/2/2017, §§ 55-58).

41. Başvurucunun hissesinin rızası dışında satılması mülkiyet hakkına müdahale niteliği taşımaktadır. Satış işlemi sonucu başvurucunun taşınmaz üzerindeki mülkiyet hakkını yitirdiği gözetildiğinde müdahalenin mülkten yoksun bırakma niteliğinde olduğu anlaşılmaktadır.

c. Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı

42. Anayasa'nın 13. maddesi şöyledir:

"Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz."

43. Anayasa’nın 35. maddesinde mülkiyet hakkı sınırsız bir hak olarak düzenlenmemiş, bu hakkın kamu yararı amacıyla ve kanunla sınırlandırılabileceği öngörülmüştür. Mülkiyet hakkına müdahalede bulunulurken temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasına ilişkin genel ilkeleri düzenleyen Anayasa'nın 13. maddesinin de gözönünde bulundurulması gerekmektedir. Dolayısıyla mülkiyet hakkına yönelik müdahalenin Anayasa'ya uygun olabilmesi için müdahalenin kanuna dayanması, kamu yararı amacı taşıması ve ayrıca ölçülülük ilkesi gözetilerek yapılması gerekmektedir (Recep Tarhan ve Afife Tarhan, § 62).

i. Kanunilik

44. Mülkiyet hakkına yönelik müdahalelerde ilk incelenmesi gereken ölçüt kanuna dayalı olma ölçütüdür. Bu ölçütün sağlanmadığı tespit edildiğinde diğer ölçütler bakımından inceleme yapılmaksızın mülkiyet hakkının ihlal edildiği sonucuna varılacaktır. Müdahalenin kanuna dayalı olması, müdahaleye ilişkin yeterince ulaşılabilir, belirli ve öngörülebilir kanun hükümlerinin bulunmasını gerektirmektedir (Türkiye İş Bankası A.Ş. [GK], B. No: 2014/6192, 12/11/2014, § 44; Ford Motor Company, B. No: 2014/13518, 26/10/2017, § 49; Necmiye Çiftçi ve diğerleri, B. No: 2013/1301, 30/12/2014, § 55).

45. Başvurucunun taşınmazı 6306 sayılı Kanun'un 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasına dayanılarak satılmıştır. Anılan fıkranın satış tarihinde yürürlükte bulunan hâline göre üzerindeki binanın riskli olarak tespit edilmesi ve yıkılması nedeniyle arsa hâline gelen taşınmazların tevhit edilmesine, münferit olarak veya birleştirilerek yada imar adası bazında uygulama yapılmasına, yeniden bina yaptırılmasına, payların satışına, kat karşılığı veya hasılat paylaşımı ve diğer usuller ile yeniden değerlendirilmesine sahip oldukları hisseleri oranında paydaşların en az üçte iki çoğunluğu ile karar verilir. Bu karara katılmayanların bağımsız bölümlerine ilişkin arsa payları, Çevre ve Şehircilik Bakanlığınca rayiç değeri tespit ettirilerek bu değerden az olmamak üzere anlaşma sağlayan diğer paydaşlara açık artırma usulü ile satılır.

46. Başvurucunun hissedarı olduğu taşınmazın üzerindeki iki katlı yapının riskli yapı olarak tespit edildiği noktasında bir tereddüt bulunmamaktadır. Ayrıca başvurucunun bu işleme karşı dava açtığına ilişkin herhangi bir bilgi bireysel başvuru dosyasında mevcut değildir. Diğer taraftan başvurucunun diğer hissedarların taşınmaz üzerinde yeniden bina inşa edilmesi yolundaki kararına katılmadığı ve diğer hissedarların pay itibarıyla üçte iki çoğunluğu sağladığı da açıktır. Bu durumda taşınmaz üzerinde yeniden bina inşa edilmesi kararına rıza göstermeyen başvurucunun hissesinin Çevre ve Şehircilik Müdürlüğü tarafından satılmasının kanuni dayanağının bulunduğu anlaşılmıştır.

47. Başvurucu, taşınmazın üzerindeki yapıyla bir ilgisinin bulunmaması sebebiyle kendi hissesinin riskli yapı olarak tespit edilmesinin hukuki temelinin bulunmadığını ileri sürmekte ise de taşınmazın müşterek mülkiyet hükümlerine tabi olduğu not edilmelidir. Müşterek mülkiyette her paydaş taşınmazın her zerresine hissesi oranında maliktir. Taşınmaz üzerindeki yapının paydaşlardan birinin kullanımında olması her paydaşın taşınmazın tamamına malik olduğu gerçeğini etkilememektedir. Kaldı ki başvurucunun rızası dışında taşınmazın bir bölümünde bina inşa edildiğine ilişkin bir iddiası bulunmamaktadır. Ayrıca yapı, başvurucunun rızası dışında inşa edilmiş olsa bile -taşınmazın tek bir parsel olduğu gözetildiğinde- bu durum taşınmazın tamamının riskli yapı olarak belirlenmesini kanuni temelden yoksun hâle getirmemektedir.

ii. Meşru Amaç

48. Anayasa'nın 13. ve 35. maddeleri uyarınca mülkiyet hakkı ancak kamu yararı amacıyla sınırlandırılabilmektedir. Kamu yararı kavramı, mülkiyet hakkının kamu yararının gerektirdiği durumlarda sınırlandırılması imkânı vermekle bir sınırlandırma amacı olmasının yanı sıra mülkiyet hakkının kamu yararı amacı dışında sınırlanamayacağını öngörerek ve bu anlamda bir sınırlama sınırı oluşturarak mülkiyet hakkını etkin bir şekilde korumaktadır. Kamu yararı kavramı, devlet organlarının takdir yetkisini de beraberinde getiren bir kavram olup objektif bir tanıma elverişli olmayan bu ölçütün her somut olay temelinde ayrıca değerlendirilmesi gerekir (Nusrat Külah, B. No: 2013/6151, 21/4/2016, §§ 53, 56; Yunis Ağlar, B. No: 2013/1239, 20/3/2014, §§ 28, 29).

49. 6306 sayılı Kanun'da riskli alan kapsamında kalan veya riskli yapı ilan edilen taşınmazlarla ilgili olarak mülkiyet hakkına yönelik birçok kısıtlama getirildiği görülmektedir. Bu bağlamda riskli yapı olarak tespit edilen binaların yıktırılmasına, söz konusu binanın bulunduğu arsanın cins değişikliği, birleştirme, ifraz ve parselasyon işlemlerine tabi tutulmasına, malikin rızası dışında satışına yönelik olarak mülkiyet hakkına müdahale teşkil eden birtakım uygulamaların gerçekleştirilmesi öngörülmektedir.

50. 6306 sayılı Kanun’un genel gerekçesinde deprem riski altındaki alanlar, afetler bakımından risk taşıdığı ilmî ve teknik araştırmalar ile belirlenmiş alanlar, jeolojik durumu ve zemin özellikleri itibarıyla iskânın tehlike arz ettiği alanlar ile yaşanabilirlikten uzak, köhnemiş, can ve mal emniyeti bakımından riskli ve görüntü itibarıyla da çirkin olan yapılaşmaların bulunduğu alanların riskli alanlar arasında sayıldığı gözlemlenmektedir. Genel gerekçeden 6306 sayılı Kanun’un genel amacının afet riski altındaki alanlar ile bu alanlar dışındaki riskli yapıların bulunduğu arsa ve arazilerde, fen ve sanat norm ve standartlarına uygun, sağlıklı ve güvenli yaşama çevrelerini teşkil etmek üzere iyileştirme, tasfiye ve yenileme olduğu anlaşılmaktadır (AYM, E.2012/87, K.2014/41, 27/2/2014). Dolayısıyla üzerindeki yapının riskli olduğu tespit edilen taşınmazın 6306 sayılı Kanun'daki kısıtlamalara tabi tutulmasında kamu yararına dönük meşru bir amacın bulunduğu sonucuna ulaşılmıştır.

iii. Ölçülülük

 (1) Genel İlkeler

51. Anayasa'nın 13. maddesi uyarınca hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasında dikkate alınacak ölçütlerden biri olan ölçülülük, hukuk devleti ilkesinden doğmaktadır. Hukuk devletinde hak ve özgürlüklerin sınırlandırılması istisnai bir yetki olduğundan bu yetki ancak durumun gerektirdiği ölçüde kullanılması koşuluyla haklı bir temele oturabilir. Bireylerin hak ve özgürlüklerinin somut koşulların gerektirdiğinden daha fazla sınırlandırılması kamu otoritelerine tanınan yetkinin aşılması anlamına geleceğinden hukuk devletiyle bağdaşmaz (AYM, E.2013/95, K.2014/176, 13/11/2014).

52. Anayasa'nın 13. maddesinde yer alan ölçülülük ilkesi elverişlilik, gereklilik ve orantılılık olmak üzere üç alt ilkeden oluşmaktadır. Elverişlilik öngörülen müdahalenin amacı gerçekleştirmeye elverişli olmasını, gereklilik amaç bakımından müdahalenin zorunlu olmasını yani aynı amaca daha hafif bir müdahale ile ulaşılmasının mümkün olmamasını, orantılılık ise bireyin hakkına yapılan müdahale ile ulaşılmak istenen amaç arasında makul bir dengenin gözetilmesi gerekliliğini ifade etmektedir (AYM, E.2011/111, K.2012/56, 11/4/2012; E.2016/16, K.2016/37, 5/5/2016; Mehmet Akdoğan ve diğerleri, B. No: 2013/817, 19/12/2013, § 38).

53. Buna göre mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin Anayasa'ya uygun olabilmesi için amacı gerçekleştirmeye elverişli olmasının yanında gerekli olması da gerekir. Gereklilik yukarıda da belirtildiği üzere hakka müdahale teşkil eden birden fazla araç arasından hakkı en az zedeleyen aracın seçilmesini ifade etmektedir. Hak ve özgürlüğü sınırlayan tedbirlerden hangisi diğerlerine nazaran hakkın norm alanına daha az müdahale edilmesi sonucunu doğuruyorsa o tedbirin tercih edilmesi gerekir. Bununla birlikte hakka müdahale oluşturacak aracın seçiminde kamu otoritelerinin belli ölçüde takdir payının bulunduğu da kabul edilmelidir. Zira yetkili kamu makamları, öngörülen amaca ulaşılması bakımından hangi aracın etkili ve verimli sonuçlar doğuracağına ilişkin olarak isabetli karar verme noktasında daha iyi bir konumdadır. Özellikle alternatif aracın bulunmadığı veya mevcut alternatiflerin öngörülen meşru amaca ulaşılması bakımından etkili olmadığı ya da daha az etkili olduğu durumlarda kamu makamlarının araç seçimi hususundaki tercih yetkisinin gereklilik kriterini sağlamadığının söylenebilmesi için çok güçlü nedenlerin bulunması gerekir (D.C., B. No: 2018/13863, 16/6/2021, § 48).

54. Öte yandan mülkiyet hakkına yönelik müdahaleler orantılı olmalıdır. Orantılılık sınırlamayla ulaşılmak istenen amaç ile başvurulan sınırlama tedbiri arasında aşırı bir dengesizlik bulunmamasına işaret etmektedir. Diğer bir ifadeyle orantılılık, amaç ile araç arasında adil bir denge kurulmasını gerektirmektedir. Buna göre mülkiyet hakkına getirilen sınırlamayla ulaşılmak istenen meşru amaç ve başvurucunun mülkiyet hakkından yararlanmasındaki bireysel yarar arasında makul bir orantı kurulmalıdır. Hedeflenen amaca ulaşıldığında elde edilecek kamusal yararla kıyaslandığında sınırlama ile kişiye yüklenen külfetin aşırı ve orantısız olmaması gerekir (D.C., § 49).

55. Seçilen aracın ulaşılmak istenen amaçla kıyaslandığında bireye orantısız bir külfet yüklemiş olduğunun saptanması, ihlal sonucuna ulaşılabilmesi için bazı hâllerde tek başına yeterli olmayabilir. Kişiye yüklenen külfeti dengeleyici mekanizmaların var olup olmadığı da büyük önem taşımaktadır. Elverişli ve gerekli olduğu hükmüne varılan aracın seçilmiş olması nedeniyle kişiye yüklenen aşırı külfeti hafifleten hukuksal mekanizmalar mevcutsa bir ihlalin olmadığı sonucuna varılabilir (D.C., § 50).

56. Usule ilişkin güvencelerin varlığı orantılılık değerlendirmesinde önemli bir rol oynayabilir. Bu bağlamda müdahalenin hukuka aykırılığının ileri sürülebileceği veya müdahale nedeniyle oluşan maddi ve manevi zararların tazmin edilmesinin istenebileceği hukuk yollarının olmaması da bazı durumlarda kişiye yüklenen külfeti ağırlaştıran bir unsur olarak görülebilir. Bu bakımdan kişinin hukuka aykırılık iddialarının bir mahkeme tarafından etkili bir biçimde incelenmesi müdahalenin orantılılığı bakımından ehemmiyet arz etmektedir (D.C., § 52; başvurucuya diğer unsurlar yanında ayrıca etkin bir savunma hakkı tanındığından müdahalenin ölçülü görüldüğü kararlar için bkz. Eyyüp Baran, B. No: 2014/8060, 29/9/2016, §§ 75-95; Fatma Çavuşoğlu ve Bilal Çavuşoğlu, §§ 74-89;buna karşılık aynı koşulun yargılama sürecinde sağlanmaması nedeniyle müdahalenin ölçüsüz görüldüğü kararlar için bkz. Mahmut Üçüncü, B. No: 2014/1017, 13/7/2016, §§ 79-102; Arif Güven, B. No: 2014/13966, 15/2/2017, §§ 57-72).

 (2) İlkelerin Olaya Uygulanması

57. Olayda başvurucunun hissedarı olduğu 623 m² büyüklüğündeki taşınmazın üzerinde bulunan yapının riskli olduğunun tespit edilmesi nedeniyle tüm taşınmaz, 6306 sayılı Kanun'daki kısıtlamalara tabi tutulmuştur. Ekonomik ömrünü tamamlamış olan ya da yıkılma veya ağır hasar görme riski taşıdığı ilmî ve teknik verilere dayanılarak tespit edilen binanın üzerinde bulunduğu arsanın bütünüyle riskli yapı kategorisine alınmasının başta deprem olmak üzere tabii afetler sebebiyle meydana gelmesi kuvvetle muhtemel can ve mal kayıplarının önlenmesi amacına ulaşılmasına elverişli olduğu açıktır.

58. Müdahalenin gerekliliği noktasında başvurucunun mülkiyet hakkına daha az müdahale teşkil eden bir aracın bulunup bulunmadığına bakılmalıdır. Başvurucu kendi hissesinin 6306 sayılı Kanun'dan kaynaklı kısıtlamalara tabi tutulmasının hukuka aykırı olduğunu ileri sürmektedir.

59. İhtilaf konusu taşınmaz müşterek mülkiyet hükümlerine tabi tek bir parselden oluşmaktadır. Müşterek mülkiyet ilişkisinin hukuki niteliği gözetildiğinde -birden fazla parsele bölünmedikçe- taşınmazın kısmi olarak 6306 sayılı Kanun'a tabi tutulması makul olmadığı gibi 6306 sayılı Kanun'da öngörülen amaca erişilmesini de imkânsız kılacaktır. Bu itibarla kamu makamlarının başvurucunun hissesinin riskli yapı şerhinin kapsamı dışında tutulması seçeneğini tercih etmeye zorlanmalarının mümkün olamayacağı kanaatine varılmıştır.

60. Taşınmazın birden fazla parsele bölünerek sadece riskli yapının isabet ettiği parçanın 6306 sayılı Kanun'daki kısıtlamalara tabi tutulmasının daha az kısıtlayıcı bir araç olacağı muhakkaktır. Ancak başvurucunun kamu makamları nezdinde bu yönde bir girişimde bulunduğu veya derece mahkemelerinde bir iddia öne sürdüğü görülmediği gibi -kamu makamlarının imar düzenlemeleri konusunda haiz olduğu takdir yetkisinin genişliği gözetildiğinde- kamu makamlarına bu şekilde bir külfet yüklenmesinin isabetli olmayacağı değerlendirilmiştir.

61. Ayrıca Anayasa Mahkemesinin 6306 sayılı Kanun'un 3. maddesinin (7) numaralı fıkrasını incelediği kararında Kanun’un uygulanması için belirlenen alanların sınırları içinde olup riskli yapılar dışında kalan diğer yapılardan uygulama bütünlüğü bakımından Çevre ve Şehircilik Bakanlığınca gerekli görülen yapıların da kanun hükümlerine tabi olmasının mülkiyet hakkını ihlal etmediğine karar verdiği dikkate alınmalıdır (AYM, E.2012/87, K.2014/41, 27/2/2014). Anayasa Mahkemesinin riskli yapı olmayıp riskli alan içinde kalan diğer taşınmazlara ilişkin olarak yaptığı değerlendirmenin aynı parselin riskli binanın konumlanmadığı bölümleri için evleviyetle geçerli olması gerekir. Dolayısıyla uygulama bütünlüğünün sağlanması için parselin bütününün 6306 sayılı Kanun'daki kısıtlamalara tabi tutulmasının kamu makamlarının takdir yetkisinin kapsamında kaldığı kabul edilmiştir.

62. Bu bağlamda Bölge İdare Mahkemesi kararında 6306 sayılı Kanun'un 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasının 6704 sayılı Kanun'un 23. maddesiyle değişik hâline dayanılarak değerlendirme yapılmış ise de müşterek mülkiyetin yukarıda temas edilen hukuksal mahiyeti gözetildiğinde bunun yapılacak anayasal değerlendirmeyi etkilemeyeceği anlaşılmıştır.

63. Öte yandan başvurucunun hissesinin rızası dışında satılmasının da gereklilik kriteri yönünden değerlendirilmesi gerekir. Öncelikle başvurucunun ortaklığın sonlandırılmasına yönelik bir şikâyetinin bulunmadığının altı çizilmelidir. Nitekim başvurucunun kendisi de İstanbul Anadolu 5. Sulh Hukuk Mahkemesinde ortaklığın giderilmesi davası açmıştır. Başvurucunun esas şikâyetinin hissesinin 6306 sayılı Kanun kapsamında satılmış olmasına yöneliktir. Başvurucuya göre bu Kanun çerçevesinde yapılan satış işlemi sonucu hissesi gerçek değerinin oldukça altında bir bedelle satılmıştır.

64. Yukarıda ifade edildiği gibi 6306 sayılı Kanun'da öngörülen kısıtlamaların temel amacı riskli yapıların bulunduğu arsa ve arazilerde, fen ve sanat norm ve standartlarına uygun, sağlıklı ve güvenli yaşama çevrelerini teşkil etmek üzere iyileştirme, tasfiye ve yenileme faaliyetlerinin yapılmasıdır (bkz. § 50). 6306 sayılı Kanun'un 6. maddesi iyileştirme, tasfiye ve yenileme uygulamalarının öncelikle maliklerince yapılmasını öngörmüştür. Ancak maliklerin tümünün taşınmazın değerlendirilme yöntemi -yeniden bina yapılıp yapılmayacağı konusu- hakkında hemfikir olmaması ihtimalini de gözeten kanun koyucu değerlendirme yöntemine rıza göstermeyen ve azınlıkta kalan paydaşların rızasına mutlak üstünlük tanımamış, kanunun öngördüğü amaç çerçevesinde uygulama yapılmasının akamete uğramasını önlemek adına paydaşların hisse itibarıyla üçte iki çoğunluğunun kararını yeterli görmüştür. Riskli yapıların bulunduğu alanların yenilenmesinin ve iyileştirilmesinin mal ve can güvenliği yönünden sağladığı kamusal menfaat gözetildiğinde hissedarların üçte biri veya daha az kısmının değerlendirme yöntemi konusundaki olumsuz iradelerine geçerlilik tanınmamasının ve rıza göstermeyen paydaşların hisselerinin satılmasının öngörülmesinin kamu makamlarının takdir yetkisi dâhilinde olduğu sonucuna ulaşılmıştır.

65. Son olarak müdahalenin orantılı olup olmadığının incelenmesi gerekir. Bu kapsamda ilk olarak vurgulanacak husus hissesi satılan paydaşın bedelsiz olarak mülkünden yoksun kalmadığıdır. Değerlendirme yöntemine rıza göstermeyen paydaşın hissesinin satılması ona oldukça ağır bir külfet yüklemektedir. Ancak bu külfet hissenin rayiç bedelinin paydaşa ödenmesi suretiyle telafi edilmektedir. Bu bağlamda değerleme ve satış işleminin satış talep eden paydaşlar tarafından değil Çevre ve Şehircilik Müdürlüğünce yapılması önemli bir güvence teşkil etmektedir. Ayrıca Çevre ve Şehircilik Bakanlığının değerleme ve satış işlemine karşı idari yargıda dava yolu açık olup taşınmazın rayiç bedelinin düşük belirlendiği iddialarının yargı mercilerince denetlenmesi mümkündür. Tüm bunlar gözetildiğinde hissesi satılan malikin menfaatlerinin de yeterince hesaba katıldığı ve ona yüklenen külfeti dengeleyecek mekanizmaların yasal düzeyde mevcut olduğu kanaatine varılmıştır.

66. Yasal düzeyde yeterli görülen usul güvencelerinin fiilen sağlanıp sağlanmadığının da irdelenmesi gereklidir. Somut olayda başvurucunun hissesinin rayiç bedeli Çevre ve Şehircilik Müdürlüğü tarafından 428.312,50 TL olarak tespit edilmiş, bu bedel üzerinden başvurucunun hissesi paydaşlardan biri olan E.İ.ye satılmış, satış bedeli başvurucuya ödenmiştir. Başvurucu; derece mahkemesindeki dava dilekçesinde, hissesinin rayiç bedelinin düşük belirlendiğine yönelik iddialar ileri sürmüştür. Bu bağlamda nitelikleri itibarıyla daha iyi olmadığı öne sürülen emsal bir taşınmazın metrekare birim değerinin 3.860 TL olarak belirlendiği iddia edilmiş ve ayrıca bölgedeki rayiç piyasa değerlerini gösteren bilgiler de dava dilekçesine eklenmiştir. Buna karşılık Bölge İdare Mahkemesinin başvurucunun rayiç bedelin düşük belirlendiği iddiasıyla ilgili olarak hiçbir değerlendirme yapmadığı görülmektedir. Bölge İdare Mahkemesi riskli yapı tespitinin tüm taşınmaza sâri kılınmasının hukuka uygun olduğunu tespit etmiş ancak davanın değer takdiriyle ilgili kısmına yönelik olarak bir irdeleme yapmamıştır.

67. Başvurucunun hissesinin iradesi dışında satılması suretiyle başvurucuya yüklenen külfetin dengelenmesinde taşınmazın gerçek değerinin ödenmesi önem taşımaktadır. Bu itibarla başvurucunun değer takdirine ve satış bedeline yönelik itirazlarının incelenmemesi mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin dengelenmesi amacıyla getirilen güvencelerin somut olayda sağlanmaması sonucunu doğurmuştur. Anayasa'nın 35. maddesinin bir gereği olan usul güvencelerinin somut olayda temin edilmemesi, başvurucunun mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin kamu yararı karşısında dengelenmesini engellemiştir.

68. Açıklanan gerekçelerle Anayasa'nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

3. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

69. 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…

 (2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir."

70. Başvurucu, ihlalin tespit edilmesini, yeniden yargılama yapılmasına ve 600.000 TL tazminata hükmedilmesini talep etmiştir.

71. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan ([GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018) kararında ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağı hususunda genel ilkeler belirlenmiştir. Anayasa Mahkemesi diğer bir kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal kararının yerine getirilmemesinin sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin devamı anlamına geleceği gibi ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle sonuçlanacağına işaret etmiştir (Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019).

72. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural, mümkün olduğunca eski hâle getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması, ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan, §§ 55, 57).

73. İhlalin mahkeme kararından kaynaklandığı veya mahkemenin ihlali gideremediği durumlarda Anayasa Mahkemesi, 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası ile Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 79. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca, ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın bir örneğinin ilgili mahkemeye gönderilmesine hükmeder. Anılan yasal düzenleme, usul hukukundaki benzer hukuki kurumlardan farklı olarak ihlali ortadan kaldırmak amacıyla yeniden yargılama sonucunu doğuran ve bireysel başvuruya özgülenen bir giderim yolunu öngörmektedir. Bu nedenle Anayasa Mahkemesi tarafından ihlal kararına bağlı olarak yeniden yargılama kararı verildiğinde usul hukukundaki yargılamanın yenilenmesi kurumundan farklı olarak ilgili mahkemenin yeniden yargılama sebebinin varlığını kabul hususunda herhangi bir takdir yetkisi bulunmamaktadır. Dolayısıyla böyle bir kararın kendisine ulaştığı mahkemenin yasal yükümlülüğü, ilgilinin talebini beklemeksizin Anayasa Mahkemesinin ihlal kararı nedeniyle yeniden yargılama kararı vererek devam eden ihlalin sonuçlarını gidermek üzere gereken işlemleri yerine getirmektir (Mehmet Doğan, §§ 58, 59; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), §§ 57-59, 66, 67).

74. İncelenen başvuruda, başvurucunun hissesinin değerinin takdirine ilişkin iddialarının karşılanmaması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği sonucuna ulaşılmıştır. Dolayısıyla ihlalin mahkeme kararından kaynaklandığı anlaşılmıştır.

75. Bu durumda mülkiyet hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Yapılacak yeniden yargılama ise bireysel başvuruya özgü düzenleme içeren 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu kapsamda yapılması gereken iş yeniden yargılama kararı verilerek Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar verilmesinden ibarettir. Bu sebeple kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere İstanbul 3. İdare Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekmektedir.

76. İhlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılamanın yeterli bir giderim sağlayacağı anlaşıldığından tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerektiği sonucuna ulaşılmıştır.

77. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 294,70 TL harçtan ibaret yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Anayasa'nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Kararın bir örneğinin mülkiyet hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere İstanbul 3. İdare Mahkemesine (E.2016/599, K.2016/2210) GÖNDERİLMESİNE,

D. Başvurucunun tazminat talebinin REDDİNE,

E. 294,70 TL harçtan oluşan yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,

F. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 14/9/2021 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

MUHAMMET ALPARSLAN BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2019/2677)

 

Karar Tarihi: 17/11/2021

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Hasan Tahsin GÖKCAN

Üyeler

:

Hicabi DURSUN

 

 

Muammer TOPAL

 

 

Recai AKYEL

 

 

Selahaddin MENTEŞ

Raportör

:

Ayhan KILIÇ

Başvurucu

:

Muhammet ALPARSLAN

Vekili

:

Av. Ferdi YÜCE

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, ihtirazi kayıtla verilen düzeltme beyannameleri üzerinden tarh edilen vergi ve cezalara karşı açılan davanın esası incelenmeden reddedilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 21/1/2019 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:

8. Başvurucu 1974 doğumlu olup İstanbul'da ikamet etmektedir.

9. Başvurucu gerçek usulde katma değer vergisi mükellefidir. Beylikdüzü Vergi Dairesi Müdürlüğünün 30/11/2017 tarihli yazısıyla, hakkında olumsuz tespitler bulunan Ü. Limited Şirketinden 2015 ve 2016 yıllarında yapılan alışların yansıtıldığı beyannamelerin on beş gün içinde düzeltilmesi hâlinde kendisiyle ilgili olarak özel esasların uygulanmayacağı başvurucuya ihtar edilmiştir. Bunun üzerine başvurucu 2015/Mart, Nisan, Mayıs, Haziran, Ekim, Kasım ve Aralık dönemlerine ait katma değer vergisine ilişkin olarak 12/12/2017 tarihinde ihtirazi kayıtla düzeltme beyannameleri vermiştir. Düzeltme beyannamelerine dayanılmak suretiyle anılan dönemlere ilişkin olarak başvurucu adına katma değer vergisi tarh edilmiş ve kayba uğratılan verginin yarısı oranında vergi ziyaı cezası uygulanmıştır.

10. Başvurucu 13/12/2017 tarihinde söz konusu tahakkuk işlemlerine karşı İstanbul 11. Vergi Mahkemesinde (Mahkeme) dava açmıştır. Dava dilekçesinde başvurucu, vergi idaresinin hiçbir inceleme yapmadan tehditle düzeltme beyannamesi verdirmesinin hukuka ve Anayasa'ya aykırı olduğunu ileri sürmüştür.

11. Mahkeme 6/7/2018 tarihli kararıyla davayı kabul etmiş ve tarhiyatı iptal etmiştir. Kararın gerekçesinde;

i. 4/1/1961 tarihli ve 213 sayılı Vergi Usul Kanunu'nun 378. maddesinin ikinci fıkrasında mükelleflerin beyan ettikleri matrahlara ve bu matrahlar üzerinden tarh edilen vergilere karşı dava açamayacakları kurala bağlanmakla birlikte 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 27. maddesinin (4) numaralı fıkrası hükmü dikkate alındığında ihtirazi kayıtla verilen beyannamelere karşı dava açılabileceği vurgulanmıştır.

ii. Mükelleflerin 213 sayılı Kanun'un 371. maddesi hükmünde yazılı koşullarla kendiliklerinden pişmanlık dilekçesi ile yeni bir beyanname vermeleri söz konusu olmakla birlikte çoğunlukla idarenin baskısı sonucu ikinci bir beyanname verildiği durumlarla da sık sık karşılaşıldığı, hatta verilen beyannameye dava açma hakkını saklı tutan ihtirazi kayıt konulmasına idarece izin verilmediği, aksi hâlde beyannamenin kabul edilmediğinin gözlemlendiği belirtilmiştir.

iii. Vergi idaresinin vergilendirme yetkisini kullanırken hukukun genel ilkelerini, Anayasa ve kanunların özünü ve ruhunu, yargı içtihatlarını ve idari gelenekleri dikkate almak durumunda olduğu ifade edilmiştir. Hukukun üstünlüğü için kanunların varlığının yeterli olmadığı, o kanunların adalete ve hakkaniyete de uygun olması gerektiği açıklanmıştır. Vergilendirme yetkisinin temel hak ve özgürlüklerle olan yakın ilgisi nedeniyle, bireylerin devlet müdahalelerinden önceden haberdar olmasının ve geleceğe ilişkin planlarını buna göre yapabilmelerinin hukuk güvenliğinin bir gereği olduğu belirtilmiştir.

iv. İdare hukukunda özel hukuktan farklı olarak idarenin tek taraflı irade beyanı hukuki sonuç doğurmaya yeterli olsa da olayda olduğu üzere mükelleflerin özgür irade beyanı üzerine vergi tarh ve tahakkuk ettirilmesi gibi idari işlemlerin tesis edildiği durumlarda bu irade beyanlarının her türlü sakatlıktan, iradeyi bozucu etkenlerden uzak şekilde oluşması gerektiği vurgulanmıştır. İrade beyanını sakatlayıcı durumların söz konusu olması hâlinde bu beyana dayanılarak tesis edilen idari işlemin hukuka uygun olduğundan söz edilemeyeceğine değinilmiştir.

v. Uygulamada vergi dairelerinin olumsuz mükellefler listesine girmiş bir mükelleften mal ve hizmet alan diğer mükellefleri yazılı ya da sözlü olarak bu mükelleflerden alınan faturaları beyannamelerinden çıkarmaları yolunda uyardıklarının görüldüğüne işaret edilmiştir. Birçok firmanın incelemeye maruz kalmamak için idarenin bu talebini yerine getirdiğinin ve ilave vergi tahakkukunu faiziyle birlikte ödemek zorunda kaldığının altı çizilmiştir. Vergi idaresinin bu uygulamasının kod listesine alınan mükelleflerden mal ve hizmet alan tüm mükellefleri de etkileyen bir sonuç ortaya çıkardığı vurgulanmıştır.

vi. Olayda katma değer vergisi beyannamelerini veren başvurucunun daha sonra ihtirazi kayıt konulmak suretiyle ikinci bir beyanname daha vererek ilk beyannamede yer alan indirime konu bazı faturaların beyannameden çıkarılmasının sağlandığı belirtilmiştir. Bu durumun başvurucunun iradesiyle ortaya çıktığı iddia edilse de ticari hayatın olağan koşulları altında bir yükümlünün bu yönde bir eylemde bulunması olağan sayılamayacağı için davacının verdiği ikinci beyannamenin özgür iradeyle oluştuğundan söz edilemeyeceği ifade edilmiştir.

vii. Davalı idarece başvurucunun indirim veya iade konusu yaptığı bazı faturaların sahte olduğunun ileri sürüldüğü durumlarda bu hususun vergi incelemesine konu yapılarak açıkça ortaya konulması gerektiği kaydedilmiştir. Başvurucu hakkında bir inceleme yapılmadan ve kullandığı faturaların gerçek olup olmadığı, kendisinin ve fatura düzenleyicilerinin işlemleri her yönüyle incelenerek ortaya konulmadan düzeltme beyannameleri üzerine yapılan tarh işleminde ve kesilen vergi ziyaı cezalarında hukuka uyarlık görülmediği kabul edilmiştir.

viii. Davalı idarenin 30/11/2017 tarihli yazısıyla ismi belirtilen mükelleften yapılan mal ve hizmet alımları sebebiyle indirim konusu yapılan katma değer vergilerinin tenzil edilmemesi hâlinde mükellefin özel esaslar listesine alınacağı bildirildiği için davacının süresinden sonra verdiği düzeltme beyannamesini serbest iradeyle verdiğinden söz edilemeyeceği belirtilmiştir. Süresinden sonra serbest iradeye dayanmayan ve davalı idarenin zorlamasıyla verilen beyannameye ihtirazi kayıt konulabileceği kabul edilmiştir. İhtirazi kaydın hangi süre içinde verileceğine ilişkin kanuni bir sınırlamanın olmadığı hususunun Anayasa Mahkemesinin 14/6/2017 tarihli ve E.2017/24, K.2017/112 sayılı kararında da vurgulandığı dikkate alındığında başvurucunun tahakkuk ettirilen vergilere dava açabilmesine engel bir durumun mevcut olmadığı sonucuna varılmıştır.

ix. Davalı idarenin gönderdiği yazının başvurucunun iradesini sakatladığı hususu gözetilmeden ve somut olay dikkate alınmadan salt süresinden sonra verilen beyanname sonucu tarh edilen vergilere dava açılamayacağı şeklindeki bir yaklaşımın başvurucunun hak arama hürriyetinin ihlaline sebep olacağı kanaati açıklanmıştır.

12. Davalı idare bu karara karşı istinaf yoluna başvurmuştur. İstanbul Bölge İdare Mahkemesi 3. Vergi Dava Dairesi 26/11/2018 tarihli kararıyla mahkeme kararını kaldırmış ve davayı reddetmiştir. Kararın gerekçesinde;

i. 213 sayılı Kanun'un 378. maddesinin ikinci fıkrasında konusunu tarh edilen vergilerin oluşturduğu vergi davalarının esasının incelenmesine, mükelleflerin kendi beyan ettikleri matrahtan kaynaklanan kısım yönünden sınırlama getirildiği belirtilmiştir. Beyan üzerinden alınan vergilerde beyannamenin kabulü üzerine derhâl tahakkuk fişi düzenlenerek verginin aynı tarihte tahakkuk ettirildiği ifade edilmiş ve bu şekilde tarh edilen ve tahakkuk ettirilen vergiye karşı dava açılamayacağı vurgulanmıştır. Mükelleflerin düzenleyerek imzalarıyla onayladıkları beyannameler üzerinden tarh edilen vergilere karşı vergi davası açılmasına hukuken olanak bulunmadığı açıklanmıştır.

ii. 2577 sayılı Kanun'un yürürlüğe girmesinden önce Danıştayın mükelleflerin beyannamede yazılı matrahın tümünün veya bir kısmının ihtirazi kayıt koyarak beyan edilmesi hâlinde buna karşı dava açabilmelerine olanak tanıyan yerleşik içtihadının 2577 sayılı Kanun'un 27. maddesinin (4) numaralı fıkrası hükmüyle yasal temele kavuşturulduğuna işaret edilmiştir. Mükelleflerin beyannamelerinde bildirdikleri matrahlara veya bildirilen matrahlar üzerinden tarh ve tahakkuk ettirilen vergilerin ihtirazi kayıt konulan kısmına karşı vergi davası açabilmelerinin ancak yasal süresi içinde verilen beyannameler üzerine tahakkuk ettirilen vergiler için geçerli olduğu belirtilmiştir.

iii. Başvurucu tarafından beyanname verme süresi geçirildikten sonra ilgili dönemlere ait katma değer vergisi düzeltme beyannamelerine konulan ihtirazi kaydın, süresinden sonra verilen beyanname üzerine tahakkuk ettirilen vergiye dava açılmasına olanak sağlayan bir çekince olarak kabulüne olanak bulunmadığı ifade edilmiştir. Bu durumda süresi geçtikten sonra ihtirazi kayıtla düzeltme beyannamesi verilmesi üzerine tesis edilen ve incelenebilir nitelikte olmayan tarh işlemleri ile geç tahakkuk ettirilen vergiler nedeniyle gerçekleştirilen ceza kesme işlemlerine karşı açılan davanın kabulü yönündeki kararın kaldırılarak davanın reddine karar verilmesi gerektiği vurgulanmıştır.

13. Nihai karar 21/12/2018 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 21/1/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

IV. İLGİLİ HUKUK

14. İlgili hukuk için bkz. Arbay Petrol Gıda Turizm Taşımacılık Sanayi Ticaret Limited Şirketi ve Arbay Turizm Taşımacılık İthalat İhracat İnşaat ve Organizasyon Sanayi ve Ticaret Limited Şirketi [GK], B. No: 2015/15100, 27/2/2019, §§ 19-34.

V. İNCELEME VE GEREKÇE

15. Anayasa Mahkemesinin 17/11/2021 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun İddiaları

16. Başvurucu, idarenin vergi incelemesi yapmak yerine tehditle düzeltme beyannamesi verdirmesinin Anayasa'ya aykırı olduğunu belirtmiştir. Başvurucu, beyana dayalı vergi sisteminde ihtirazi kaydın mükellefler yönünden önemli bir adil yargılanma güvencesi olduğunu ifade etmiştir. Kanuni süresi geçtikten sonra verilen beyannamelere konulan ihtirazi kaydın geçerli olup olmadığı yolunda içtihat birliğinin bulunmadığını savunan başvurucu, idarenin zorlamasıyla ve mükellefin serbest iradesi olmaksızın verdiği beyannamelere karşı dava açamamasının hak arama hürriyetini ve mülkiyet hakkını ihlal ettiğini savunmuştur. Başvurucu son olarak süresinden sonra verilen beyannamelere karşı dava açılamayacağına ilişkin yorumun hukuki güvenlik ve belirlilik ilkelerini zedelediğini ileri sürmüştür.

B. Değerlendirme

17. Anayasa’nın "Mülkiyet hakkı" kenar başlıklı 35. maddesi şöyledir:

"Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.

Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir.

Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz."

18. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun ileri sürdüğü tüm iddiaların mülkiyet hakkı kapsamında incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir (aynı yönde bkz. Arbay Petrol Gıda Turizm Taşımacılık Sanayi Ticaret Limited Şirketi ve Arbay Turizm Taşımacılık İthalat İhracat İnşaat ve Organizasyon Sanayi ve Ticaret Limited Şirketi, § 39).

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

19. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Esas Yönünden

a. Mülkün ve Müdahalenin Varlığı ile Müdahalenin Türü

20. Başvurucunun ihtirazi kayıtla verdiği beyannameler üzerinden yapılan tarh işleminin mülkiyet hakkına müdahale teşkil ettiği hususu kuşkusuzdur. Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarında; vergi ve benzeri mali yükümlülükler ile sosyal güvenlik prim ve katkılarını belirlemeye, değiştirmeye ve ödenmesini güvence altına almaya yönelik müdahalelerin taşıdığı amaçlar dikkate alındığında devletin mülkiyetin kamu yararına kullanımını kontrol veya düzenlenmesi yetkisi kapsamında incelenmesi gerektiği kabul edilmiştir (Arif Sarıgül, B. No: 2013/8324, 23/2/2016, § 50; Narsan Plastik San. ve Tic. Ltd. Şti., B. No: 2013/6842, 20/4/2016, § 71). Somut olayda da müdahalenin mülkiyetin kullanılmasının kontrolü veya düzenlenmesine ilişkin üçüncü kural çerçevesinde incelenmesi gerekmektedir.

b. Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı

21. Anayasa'nın 13. maddesi şöyledir:

"Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz."

22. Anayasa’nın 35. maddesinde mülkiyet hakkı sınırsız bir hak olarak düzenlenmemiş, bu hakkın kamu yararı amacıyla ve kanunla sınırlandırılabileceği öngörülmüştür. Mülkiyet hakkına müdahalede bulunulurken temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasına ilişkin genel ilkeleri düzenleyen Anayasa'nın 13. maddesinin de gözönünde bulundurulması gerekmektedir. Dolayısıyla mülkiyet hakkına yönelik müdahalenin Anayasa'ya uygun olabilmesi için müdahalenin kanuna dayanması, kamu yararı amacı taşıması ve ayrıca ölçülülük ilkesi gözetilerek yapılması gerekmektedir (Recep Tarhan ve Afife Tarhan, B. No: 2014/1546, 2/2/2017, § 62).

23. Anayasa Mahkemesi idarenin icbarıyla süresinden sonra ve ihtirazi kayıtla verilen düzeltme beyannamesine dayalı olarak tarh edilen vergi ve kesilen cezalara karşı açılan davanın, süresinden sonra verilen beyannamelere karşı dava açılamayacağı gerekçesiyle esası incelenmeksizin reddedilmesi suretiyle mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin anayasallığını Arbay Petrol Gıda Turizm Taşımacılık Sanayi Ticaret Limited Şirketi ve Arbay Turizm Taşımacılık İthalat İhracat İnşaat ve Organizasyon Sanayi ve Ticaret Limited Şirketi kararında incelemiştir.

24. Anayasa Mahkemesi süresinden sonra ihtirazi kayıtla verilen beyannameye dayalı olarak tarh edilen cezalı vergiye karşı açılan davanın incelenmemesi suretiyle mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin kanuni dayanağının ve meşru amacının bulunduğunu kabul etmiş (Arbay Petrol Gıda Turizm Taşımacılık Sanayi Ticaret Limited Şirketi ve Arbay Turizm Taşımacılık İthalat İhracat İnşaat ve Organizasyon Sanayi ve Ticaret Limited Şirketi, §§ 44-47), bununla birlikte müdahalenin ölçülü olmadığı sonucuna ulaşmıştır (Arbay Petrol Gıda Turizm Taşımacılık Sanayi Ticaret Limited Şirketi ve Arbay Turizm Taşımacılık İthalat İhracat İnşaat ve Organizasyon Sanayi ve Ticaret Limited Şirketi, §§ 52-67).

25. Anılan kararda, hukuki bir ihtilafın bulunduğu konularda mükelleflere -kural olarak- verdikleri beyannamelere -ihtirazi kayıt koymak suretiyle- dava açma hakkı sağlanmaması hâlinde mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin keyfî veya hukuka aykırı olduğunun ileri sürülebileceği etkin bir itiraz imkânı tanınmamış olacağından mülkiyet hakkı sahibine aşırı bir külfet yüklenmiş olacağına işaret edilmiştir (Arbay Petrol Gıda Turizm Taşımacılık Sanayi Ticaret Limited Şirketi ve Arbay Turizm Taşımacılık İthalat İhracat İnşaat ve Organizasyon Sanayi ve Ticaret Limited Şirketi, § 57). Kararda, 2577 sayılı Kanun’un 27. maddesinin (4) numaralı fıkrasındaki düzenlemeyle ihtirazi kayıt konularak verilen beyanname üzerine mükelleflerin dava açabileceğinin kabul edildiğine vurgu yapıldıktan sonra bu suretle vergilendirmede mükellef aleyhine hukuka aykırılığa yol açmamak ve bazı matrah unsurlarını hukuken tartışılabilir kılmak amacıyla yargı içtihatlarıyla geliştirilen ihtirazi kayıt kurumunun kanuni düzenlemeye de konu olduğunun altı çizilmiştir (Arbay Petrol Gıda Turizm Taşımacılık Sanayi Ticaret Limited Şirketi ve Arbay Turizm Taşımacılık İthalat İhracat İnşaat ve Organizasyon Sanayi ve Ticaret Limited Şirketi, § 58).

26. Anılan kararda Anayasa Mahkemesi; süresinden sonra verilen düzeltme beyannamesine ihtirazi kayıt koyarak dava açmak isteyen mükelleflerin durumlarının, süresinden sonra pişmanlıkla verdiği beyanname üzerine dava açmak isteyen mükelleflerden farklılık arz ettiğini belirtmiştir. Anayasa Mahkemesine göre pişmanlıkla beyanda bulunan mükellef hatalı davranışını kabul etmiştir ve vergi ziyaına yol açan fiilden pişmandır. Bu hâlde dava açılması bu pişmanlık hâliyle bağdaşmamaktadır. Ancak pişmanlık hükümlerinden faydalanma yönünde bir irade göstermeden düzeltme beyanına ihtirazi kayıt koyan mükellefin dava açabilme isteğinin de hukuken korunması gerekir. Bunun nedeni mükellefin pişmanlık iradesinin olmaması ve hâlâ tereddüde düştüğü ya da vergi idaresinin düzeltme talebine konu olan hususun hukuken tartışılır hâle gelmesini istemesidir. İdarenin icbarı üzerine düzeltme beyannamesi verildiği hâllerde başvurucular, herhangi bir hatalı davranışlarının varlığını kabul etmemektedir. Pişmanlıkla verilen beyannamelere ihtirazi kayıt konularak dava açılamayacağının ileri sürülmesi pişmanlık kurumunun doğasından kaynaklanan bir sınır oluştursa da aynı iddianın süresinden sonra verilen düzeltme beyannameleri için geçerli olmadığı açıktır. Çünkü bu durumda mükellef pişmanlık beyanında bulunmamıştır. İdari bir yorumla beyanına dâhil edilmesi gereken bir matrahın bulunduğunun ya da indirimlerinden çıkarılması gereken bir faturanın olduğunun ileri sürülmesi veya fark edilmesi üzerine vergi mükellefi bu durumun hukuken tartışılır kılınmasını isteyebilmelidir. Başvurucuların idari yorumun aksi yönünde oluşan bir iddiası vardır ve bu iddianın tartışılabilirliğinin hukuken korunması gerekir (Arbay Petrol Gıda Turizm Taşımacılık Sanayi Ticaret Limited Şirketi ve Arbay Turizm Taşımacılık İthalat İhracat İnşaat ve Organizasyon Sanayi ve Ticaret Limited Şirketi, §§ 60, 61).

27. Anayasa Mahkemesine göre vergi idaresinin ihtar ettiği kod listesine alınmanın -diğer mükelleflerce bilinebilir hâle geldiğinden- ticari satışların bitmesi ve tacirlerin muhasebe döngüsünü sağlama yönünden çok önemli bir unsur olan vergi iadelerinin alınamaması/geç alınması gibi riskli sonuçlarının olduğu görülmektedir. Dolayısıyla başvurucuların vergi idaresinden kanunda öngörülen usulü yani incelemeye sevk edilme ve vergi inceleme raporu ya da takdir komisyonu kararına dayalı olarak vergi ziyaı cezalı tarhiyat yapılmasını beklemeleri uygun olmayabilir. Kaldı ki bu hâlde başvurucular düzenlenecek vergi suçu raporu üzerine adli soruşturma ve kovuşturmaya da tabi tutulabileceklerdir. Ayrıca tarhiyat üzerine dava açılması hâlinde gecikme faizi bu davanın reddine ilişkin kararın tebliğine göre hesaplanacak ve başvurucular daha fazla gecikme faizi ödeyebileceklerdir. Bu sebeple başvurucular düzeltme beyannamesi vermeyi tercih etmektedir. Bunun da ötesinde idarenin yazısı üzerine düzeltme beyannamesi verilmesine rağmen vergilendirme işlemine karşı dava açılamaması hukuki denetim dışında kalan bir alan oluşmasına yol açmaktadır. Vergilendirme idarenin takdir yetkisinin geniş olduğu bir alandır. Ancak bu geniş takdir yetkisi mülkiyet hakkına vergilendirme yoluyla müdahale bakımından kamu makamlarının mülkiyet hakkının gerekliliklerine uyması zorunluluğunu ortadan kaldırmamaktadır (Arbay Petrol Gıda Turizm Taşımacılık Sanayi Ticaret Limited Şirketi ve Arbay Turizm Taşımacılık İthalat İhracat İnşaat ve Organizasyon Sanayi ve Ticaret Limited Şirketi, § 63).

28. Sözü edilen kararda ayrıca resen yapılacak vergi incelemesinin, matrah takdirinin ve buna bağlı olarak vergi tarhiyatının ne zaman yapılacağı da belirli olmayıp başvurucuların buna dayalı olarak başlatılacak idari ve yargısal süreç boyunca cezalı vergiyi ödeme baskısıyla karşılaşacaklarına da işaret edilmiş, davanın mükellef aleyhine sonuçlanması durumunda da cezalı vergi yanında tarhiyatın ilgili bulunduğu döneme ilişkin normal vade tarihinden sürecin kesinleştiği tarihe kadar, dava süresini de içerecek şekilde gecikme faizi ödemesinin söz konusu olabileceği vurgulanmıştır (Arbay Petrol Gıda Turizm Taşımacılık Sanayi Ticaret Limited Şirketi ve Arbay Turizm Taşımacılık İthalat İhracat İnşaat ve Organizasyon Sanayi ve Ticaret Limited Şirketi, § 64).

29. Anayasa Mahkemesi nihai olarak derece mahkemelerinin 213 sayılı Kanun'un 378. maddesinin ikinci fıkrasında düzenlenen hukuk kuralını, düzeltme beyannamesine ihtirazi kayıt konulmasının dava açma hakkı vermeyeceği şeklinde yorumlamasının -sürecin bütününe bakıldığında- başvurucuların müdahalenin hukuka aykırı olduğuna yönelik iddia ve itirazlarını etkin bir biçimde sunamaması sonucuna yol açtığını belirtmiş; mülkiyet hakkının öngördüğü usul güvencelerinin sağlanamaması dolayısıyla müdahalenin başvuruculara şahsi olarak aşırı bir külfet yüklediği, başvurucuların mülkiyet hakkının korunması ile müdahalenin kamu yararı amacı arasında olması gereken adil dengenin başvurucular aleyhine bozulduğu neticesine ulaşmıştır (Arbay Petrol Gıda Turizm Taşımacılık Sanayi Ticaret Limited Şirketi ve Arbay Turizm Taşımacılık İthalat İhracat İnşaat ve Organizasyon Sanayi ve Ticaret Limited Şirketi, § 66).

30. Eldeki başvurunun koşulları ile Anayasa Mahkemesinin anılan kararına konu olaydaki koşulların aynı olduğu görülmektedir. Anayasa Mahkemesinin Arbay Petrol Gıda Turizm Taşımacılık Sanayi Ticaret Limited Şirketi ve Arbay Turizm Taşımacılık İthalat İhracat İnşaat ve Organizasyon Sanayi ve Ticaret Limited Şirketi kararında ulaşılan sonuçtan ayrılmayı gerektiren bir neden bulunmamaktadır.

31. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

3. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

32. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…

 (2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir."

33. Başvurucu; ihlalin tespit edilmesi, yargılamanın yenilenmesine hükmedilmesi ve manevi tazminata karar verilmesi talebinde bulunmuştur.

34. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan ([GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018) kararında ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağı hususunda genel ilkeler belirlenmiştir. Anayasa Mahkemesi diğer bir kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal kararının yerine getirilmemesinin sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin devamı anlamına geleceği gibi ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle sonuçlanacağına da işaret etmiştir (Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019).

35. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural mümkün olduğunca eski hâle getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması, ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan, §§ 55, 57).

36. İhlalin mahkeme kararından kaynaklandığı veya mahkemenin ihlali gideremediği durumlarda Anayasa Mahkemesi, 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası ile Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 79. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın bir örneğinin ilgili mahkemeye gönderilmesine hükmeder. Anılan yasal düzenleme, usul hukukundaki benzer hukuki kurumlardan farklı olarak ihlali ortadan kaldırmak amacıyla yeniden yargılama sonucunu doğuran ve bireysel başvuruya özgülenen bir giderim yolunu öngörmektedir. Bu nedenle Anayasa Mahkemesi tarafından ihlal kararına bağlı olarak yeniden yargılama kararı verildiğinde usul hukukundaki yargılamanın yenilenmesi kurumundan farklı olarak ilgili mahkemenin yeniden yargılama sebebinin varlığını kabul hususunda herhangi bir takdir yetkisi bulunmamaktadır. Dolayısıyla böyle bir kararın kendisine ulaştığı mahkemenin yasal yükümlülüğü, ilgilinin talebini beklemeksizin Anayasa Mahkemesinin ihlal kararı nedeniyle yeniden yargılama kararı vererek devam eden ihlalin sonuçlarını gidermek üzere gereken işlemleri yerine getirmektir (Mehmet Doğan, §§ 58, 59; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), §§ 57-59, 66, 67).

37. İncelenen başvuruda, süresinden sonra ihtirazi kayıtla verilen beyanname üzerine yapılan tarhiyata karşı açılan davanın esasının incelenmemesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği sonucuna ulaşılmıştır. Dolayısıyla ihlal mahkeme kararından kaynaklanmıştır.

38. Bu durumda mülkiyet hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Yapılacak yeniden yargılama ise bireysel başvuruya özgü düzenleme içeren 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu kapsamda yapılması gereken iş, yeniden yargılama kararı verilerek Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar verilmesinden ibarettir. Bu sebeple kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere İstanbul 11. Vergi Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekmektedir.

39. İhlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılamanın yeterli bir giderim sağlayacağı anlaşıldığından tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerektiği sonucuna ulaşılmıştır.

40. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 364,60 TL harç ve 3.600 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.964,60 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Anayasa'nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Kararın bir örneğinin mülkiyet hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere İstanbul 11. Vergi Mahkemesine (E.2017/2889, K.2018/2171) GÖNDERİLMESİNE,

D. Başvurucunun tazminat talebinin REDDİNE,

E. 364,60 TL harç ve 3.600 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.964,60 TL yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,

F. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 17/11/2021 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

MAKBULE TEKİN BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2019/7116)

 

Karar Tarihi: 23/11/2021

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Hasan Tahsin GÖKCAN

Üyeler

:

Hicabi DURSUN

 

 

Recai AKYEL

 

 

Selahaddin MENTEŞ

 

 

İrfan FİDAN

Raportör

:

Mahmut ALTIN

Başvurucu

:

Makbule TEKİN

Vekili

:

Av. Behzat ATEŞ

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, ilgili mevzuat uyarınca hak sahibi olarak tespit edilen depremzedeye kalıcı konut tahsis edilmemesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 6/3/2019 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır.

III. OLAY VE OLGULAR

7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:

A. Hak Sahipliği Süreci

8. Diyarbakır ve çevresinde 6/9/1975 tarihinde meydana gelen depremde Lice ilçesi Güldiken köyünde bulunan, başvurucunun murisine ait ev yıkılmıştır.

9. Deprem nedeniyle evi hasar görenler 15/5/1959 tarihli ve 7269 sayılı Umumi Hayatlara Müessir Afetler Dolayısıyla Alınacak Tedbirlerle Yapılacak Yardımlara Dair Kanun hükümleri uyarınca hak sahibi kabul edilmiştir.

10. Buna göre söz konusu depremdeki ağır hasarlı ve yıkık binalardan dolayı 8.159 aile hak sahibi kabul edilmiştir. Ayrıca 1975 ve 1976 yıllarında Hani, Kulp ve Lice ilçeleri ile köylerinde geçici ve kalıcı nitelikte toplam 7.115 konut tamamlanıp hak sahiplerine teslim edilmiştir.

11. Güldiken köyünde, talep ve taahhütname veren afetzedelerin adı, soyadı, doğum tarihi ve baba adları belirtilmek suretiyle hak sahipliği listesi hazırlanmıştır. Buna göre 122 kişinin hak sahibi olduğu tespit edilmiştir. Hak sahipliğinin belirlenmesinden sonra 95 konut ihale suretiyle yaptırılmıştır.

12. Diyarbakır Valiliğinin (İdare) oluşturduğu komisyonca hazırlanan, hak sahibi olarak kabul edilenlere ait isim listesinde başvurucunun murisinin de ismi yer almaktadır. Başvurucu 7269 sayılı Kanun uyarınca hak sahibi olduğunu belirterek adına konut veya kredi verilmesi istemiyle 25/8/2014 tarihinde İdareye başvuruda bulunmuştur. Bu talebe İdarece herhangi bir cevap verilmemiştir.

B. Dava Süreci

13. Başvurucu; İdarece düzenlenen hak sahipliği listesinde murisinin adının bulunduğunu ancak İdarece bugüne kadar herhangi bir ilan ya da duyuru yapılmadığı gibi kendisine herhangi bir konut teslimi de yapılmadığını öne sürerek Diyarbakır 3. İdare Mahkemesinde (Mahkeme) idari işlemin iptali istemiyle 15/12/2014 tarihinde dava açmıştır.

14. Mahkeme 15/5/2015 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesinde; Güldiken köyünde yapıları yıkık ve ağır derecede hasar gören kişilere ait listede, başvurucu murisinin ismine yer verilerek hak sahibi kabul edildiği belirtilmiştir. Öte yandan köyde yaptırılan boş-işgal ve su basman durumunda bulunan deprem konutlarına ait listede de Devlet eliyle inşa edilerek verilen ahşap karkas konutun iskân durumunda bulunduğu ifade edilmiştir. Ayrıca daha sonra yapılan incelemelerde dış duvarın yıkılıp taş duvarın yapıldığı, sıva, cam ve saçak tahtalarının noksan olduğunun tespit edildiği, dolayısıyla başvurucunun konut yardımından yararlandığı kabul edilmiştir.

15. Başvurucunun temyiz talebi üzerine karar, Danıştay Ondördüncü Dairesince (Daire) 10/11/2015 tarihinde bozulmuştur. Kararın gerekçesinde;

i. Olayda, hak sahiplerinin borçlanmalarını yapmaları ve bilahare konutlarını teslim almaları için herhangi bir ilan ve duyuru yapıldığına ilişkin davalı İdarece bilgi ve belge sunulamadığından ve 7269 sayılı Kanun'un 40. maddesine göre hak sahibi olduğu anlaşılan ve ayrıca süresi içinde talep ve taahhütname vermediği yönünde herhangi bir iddiada da bulunulmayan başvurucunun hak sahipliğinin devam ettiği sonucuna varılmıştır.

ii. Öte yandan Güldiken köyünde yaptırılan konutlardan boş-işgal ve su basman durumunda olanlara ait isim listesinde, başvurucu adına; iskânlı, ahşap kâgir türü, "hasar durumu: dış duvarı yıkmış, taş duvar yapmış; sıva, cam, saçak tahtaları noksan" şeklinde konut tahsisinin yapıldığının belirtildiği ancak afet sebebiyle borçlanmaları yapılan hak sahiplerine yapılacak konutların kalıcı (betonarme, kâgir) konut olması gerektiği dikkate alınarak anılan listede yer alan kayıt ve ifadelerin başvurucuya kalıcı konut tahsisi yapıldığını kesin bir şekilde ortaya koyamadığı vurgulanmıştır.

iii. Netice itibarıyla başvurucu adına kayıtlı olduğu iddia edilen afet konutunun kalıcı konut olup olmadığı hususunda bilgi, belge ve tapu kayıtları istenildikten ve bu konuda bir inceleme yapıldıktan sonra karar verilmesi gerektiği açıklanmıştır.

16. Mahkemece bozma kararına karşı direnilerek 12/4/2016 tarihinde davanın reddine karar verilmiştir. Kararın gerekçesinde; önceki gerekçeye ilaveten deprem sonrası inşa edilen binaların prefabrike kalıcı konut olduğu ve kısa süreli ve geçici iskân için değil uzun süreli daimî iskân amacıyla yapıldığı, normal bakımlarının yapılması hâlinde ömürlerinin en az 50 yıl olduğu vurgulanmıştır. Dolayısıyla hak sahiplerine teslim edilen konutlarda hâlen ikamet etmekte olanların varlığı da gözönünde bulundurulduğu açıklanarak teslim edilen yapıların kalıcı konut niteliğinde olduğu, ayrıca hak sahiplerine yapılacak konutların betonarme-kâgir olması gerektiği yolunda bir düzenleme de bulunmadığı ifade edilmiştir.

17. Başvurucunun temyiz talebi üzerine karar, Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunca (İDDK) 9/2/2017 tarihinde onanmıştır. Başvurucunun karar düzeltme talebi de Danıştay İDDK tarafından 17/10/2018 tarihinde reddedilmiştir.

18. Nihai karar 4/2/2019 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ edilmiştir.

19. Başvurucu 6/3/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

IV. İLGİLİ HUKUK

20. İlgili hukuk için bkz. Sedat Şanlı, B. No: 2018/6812, 3/7/2019, §§ 22-43.

V. İNCELEME VE GEREKÇE

21. Anayasa Mahkemesinin 23/11/2021 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Adli Yardım Talebi Yönünden

22. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Şerif Ay (B. No: 2012/1181, 17/9/2013) kararında belirtilen ilkeler dikkate alınarak geçimini önemli ölçüde güçleştirmeksizin yargılama giderlerini ödeme gücünden yoksun olduğu anlaşılan başvurucunun açıkça dayanaktan yoksun olmayan adli yardım talebinin kabulüne karar verilmesi gerekir.

B. Mülkiyet Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü

23. Başvurucu, 7269 sayılı Kanun kapsamında hak sahibi oldukları hâlde kalıcı nitelikte konut tahsisi yapılmaması nedeniyle mülkiyet ve adil yargılanma hakları ile diğer bazı anayasal güvencelerinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

24. Bakanlık görüşünde, başvurucunun hak sahipliğinin kanun gereği çok uzun süre önce sona ermiş olması sebebiyle başvurucunun Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetkisinin kapsamında olup olmadığının değerlendirilmesi gerektiği belirtilmiştir. Bakanlık görüşünde ayrıca İdare Mahkemesi ve Danıştay tarafından ilgili mevzuat uyarınca dava konusu işlemin incelendiği ve hukuka aykırılık görülmediği ifade edilmiş, adil yargılanma hakkı ve mülkiyet hakkı yönünden yapılacak değerlendirmede ilgili mevzuat hükümlerinin dikkate alınması gerektiği vurgulanmıştır.

2. Değerlendirme

25. Anayasa’nın "Mülkiyet hakkı" kenar başlıklı 35. maddesi şöyledir:

 “Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.

Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir.

Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz.”

26. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun bütün şikâyetlerinin mülkiyet hakkı kapsamında incelenmesi uygun bulunmuştur.

a. Kabul Edilebilirlik Yönünden

27. Anayasa Mahkemesi Sedat Şanlı kararında benzer şikâyeti zaman bakımından yetkisi kapsamında görmüştür. Anılan karardan ayrılmayı gerektiren bir yön bulunmamaktadır.

28. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

b. Esas Yönünden

29. Anayasa Mahkemesi eldekine benzer bir başvuruyu Sedat Şanlı kararında incelemiştir. Anılan kararda, yargılama sırasında yapılan tespit gözönüne alındığında başvurucunun 7269 sayılı Kanun'da konut tahsisi için öngörülen şartları yerine getirdiğinin kabulü gerektiği ve başvurucunun 35. madde kapsamında korunması gereken bir menfaatinin bulunduğu sonucuna ulaşılmıştır (Sedat Şanlı, § 50).

30. Anayasa Mahkemesi konu ile ilgili olarak İDDK tarafından 9/2/2017 tarihinde verilen karara değinmiş ve söz konusu kararda 7269 sayılı Kanun'da afet sebebiyle hak sahiplerine teslim edilecek konutların betonarme-kârgir olması gerektiği yolunda bir düzenleme bulunmadığına vurgu yapıldığına işaret etmiştir. Anılan olayda başvurucunun murisine fiilî olarak bir konut teslim edildiğine dikkat çeken Anayasa Mahkemesi; İDDK kararında idarenin kalıcı prefabrik konut teslim etmekle kanuni yükümlülüğünü yerine getirdiğinin kabul edildiğini belirtmiş, Danıştayın bu yorumunun keyfî olmadığını ve bariz takdir hatası içermediğini ifade etmiştir (Sedat Şanlı, §§ 59-60).

31. Bununla birlikte Anayasa Mahkemesi aradan kırk dört yıl geçtiği hâlde başvurucuya teslim edilen konut yönünden bir tapu kaydı verilip verilmediğinin araştırılmadığının, başvurucuya fiilî olarak bir konut teslimi yapıldığı kabul edilmiş ise de bu konuta ilişkin tapunun verilip verilmediğinin belirsiz olduğunun altını çizmiştir. Sözü edilen kararda, konutu edinme yönünde 7269 sayılı Kanun hükümlerine dayalı olarak meşru bir beklentisi olan başvurucunun bu beklentisinin karşılandığından söz edilebilmesi için mülkiyet belgesi niteliği taşıyan tapu kaydının kendisine verilmiş olması gerektiği belirtilmiştir. Kararda sonuç olarak başvurucuya teslim edilen konutun tapu kaydının başvurucu adına düzenlenip düzenlenmediği araştırılmadığından mülkiyet hakkının korunmasına yönelik usule ilişkin güvencelerin somut olayda yerine getirilmediği değerlendirilmiştir (Sedat Şanlı, §§ 61-62).

32. Mevcut başvuruda anılan karardan ayrılmayı gerektiren bir durum bulunmamaktadır.

33. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

C. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

34. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

 “(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir. …

 (2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

35. Başvurucu; ihlalin tespit edilmesi, maddi ve manevi tazminat ile yeniden yargılamaya hükmedilmesi talebinde bulunmuştur.

36. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan ([GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018) kararında ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağı hususunda genel ilkeler belirlenmiştir. Anayasa Mahkemesi diğer bir kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal kararının yerine getirilmemesinin sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin devamı anlamına geleceği gibi ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle sonuçlanacağına işaret etmiştir (Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019).

37. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural, mümkün olduğunca eski hâle getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması, ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan, §§ 55- 57).

38. İhlalin mahkeme kararından kaynaklandığı veya mahkemenin ihlali gideremediği durumlarda Anayasa Mahkemesi, 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası ile Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün 79. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın bir örneğinin ilgili mahkemeye gönderilmesine hükmeder. Anılan yasal düzenleme, usul hukukundaki benzer hukuki kurumlardan farklı olarak ihlali ortadan kaldırmak amacıyla yeniden yargılama sonucunu doğuran ve bireysel başvuruya özgülenen bir giderim yolunu öngörmektedir. Bu nedenle Anayasa Mahkemesi tarafından ihlal kararına bağlı olarak yeniden yargılama kararı verildiğinde usul hukukundaki yargılamanın yenilenmesi kurumundan farklı olarak ilgili mahkemenin yeniden yargılama sebebinin varlığını kabul hususunda herhangi bir takdir yetkisi bulunmamaktadır. Dolayısıyla böyle bir kararın kendisine ulaştığı mahkemenin yasal yükümlülüğü, ilgilinin talebini beklemeksizin Anayasa Mahkemesinin ihlal kararı nedeniyle yeniden yargılama kararı vererek devam eden ihlalin sonuçlarını gidermek üzere gereken işlemleri yerine getirmektir (Mehmet Doğan, §§ 58, 59; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), §§ 57-59, 66, 67).

39. Anayasa Mahkemesi, teslim edilen konutun tapu kaydının hak sahibi adına düzenlenip düzenlenmediği araştırılmadan mülkiyet hakkının korunmasına yönelik usule ilişkin güvencelerin somut olayda yerine getirilmemesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği sonucuna varmıştır. Dolayısıyla somut başvuruda ihlalin Mahkeme kararından kaynaklandığı anlaşılmaktadır.

40. Bu durumda mülkiyet hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Yapılacak yeniden yargılama ise bireysel başvuruya özgü düzenleme içeren 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu kapsamda yapılması gereken iş, yeniden yargılama kararı verilerek Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar verilmesinden ibarettir. Bu sebeple kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere Diyarbakır 3. İdare Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekmektedir.

41. İhlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılamanın yeterli bir giderim sağlayacağı anlaşıldığından tazminat taleplerinin reddine karar verilmesi gerektiği sonucuna ulaşılmıştır.

42. Yargılama gideri olarak 4.500 TL vekâlet ücretinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Adli yardım talebinin KABULÜNE,

B. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

C. Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

D. Kararın bir örneğinin mülkiyet hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere Diyarbakır 3. İdare Mahkemesine (E.2016/453) GÖNDERİLMESİNE,

E. Başvurucunun tazminat taleplerinin REDDİNE,

F. 4.500 TL vekâlet ücretinden oluşan yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,

G. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

H. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 23/11/2021 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

MEMET YÜCEL BAŞVURUSU (2)

(Başvuru Numarası: 2019/2474)

 

Karar Tarihi: 24/11/2021

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Kadir ÖZKAYA

Üyeler

:

M. Emin KUZ

 

 

Rıdvan GÜLEÇ

 

 

Yıldız SEFERİNOĞLU

 

 

Basri BAĞCI

Raportör

:

Mahmut ALTIN

Başvurucu

:

Memet YÜCEL

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, 1995 yılında tapu kaydına kamulaştırma şerhi konan taşınmazın kamulaştırılmaması nedeniyle taşınmazda meydana gelen değer kaybının ve zararların ödenmemesi sebebiyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvurular 14/1/2019 ve 17/4/2020 tarihlerinde yapılmıştır.

3. Başvurular, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. 2020/13939 sayılı başvurunun 2019/2474 sayılı başvuru ile kişi ve konu yönünden hukuki irtibat bulunması sebebiyle 2020/13939 sayılı başvurunun kapatılmasına, incelemenin 2019/2474 sayılı başvuru üzerinden yapılmasına karar verilmiştir.

5. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

6. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

7. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

8. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:

A. Uyuşmazlığın Arka Planı

9. Başvuru konusu taşınmaz, ana taşınmazın 1963 yılında yapılan arazi kadastrosunda tapu kaydına dayalı olarak tapu malikleri adına tespit edildikten sonra ifrazen oluşmuştur. Başvurucunun 21/6/2002 tarihinde satın aldığı başvuruya konu İstanbul'un Pendik ilçesine bağlı Kurtdoğmuş Mahallesi 1019 parsel numaralı 46.000 metrekare (m²) yüz ölçümündeki çiftlik arazisi niteliğindeki taşınmazın 38.409 m²lik kısmına içme suyu mutlak koruma alanında kalması nedeniyle İstanbul Su ve Kanalizasyon İdaresi Genel Müdürlüğünce (İSKİ) 16/6/1995 tarihinde kamulaştırma şerhi düşülmüştür.

10. İstanbul Bölge Orman Müdürlüğünün İSKİ'ye hitaben yazdığı 17/7/2002 tarihli yazısında başvuru konusu taşınmazın orman alanlarının dışında orman sayılmayan yerlerden olduğu belirtilmiştir.

B. Kadastro Davası Süreci

11. Orman Genel Müdürlüğü tarafından başvuruya konu taşınmazı da kapsayan birçok taşınmazın orman olduğu iddiasıyla 31/10/1972 ve 20/11/1981 tarihlerinde açılan davalar birleştirilerek en son İstanbul Anadolu 2. Kadastro Mahkemesince 11/5/2016 tarihinde kısmen kabul, kısmen reddedilmiştir. Başvuru konusu taşınmazın orman niteliğinde olmadığına dair karar, davacı Orman Genel Müdürlüğünce temyiz edilmiş olup dosyanın Yargıtayda derdest olduğu anlaşılmıştır.

C. Kamulaştırmasız El Atmadan Kaynaklı Tazminat Davası Süreci

12. Başvurucu 20/5/2009 tarihinde başvuru konusu taşınmazına kamulaştırmasız el atıldığı gerekçesiyle tazminat davası açmıştır. Pendik 1. Asliye Hukuk Mahkemesince alınan 23/9/2010 tarihli bilirkişi heyet raporunda el atılan 40.100 m²lik kısmının değeri 6.268.432 TL hesaplanmış, aynı bilirkişi heyetinin sunmuş olduğu 16/1/2011 tarihli raporda ise 6.268.285 TL hesaplanmıştır. Mahkemece 14/5/2012 tarihli bilirkişi raporuna itibar edilerek el atılan taşınmazın değerinin 2.671.146 TL olduğu belirtilerek 19/7/2012 tarihinde davanın kabulüne ve taşınmazın 40.100 m²lik kısmının davalı İSKİ adına tesciline karar verilmiştir.

13. Söz konusu karar, Yargıtay 5. Hukuk Dairesince 25/2/2013 tarihinde bozulmuştur. Kararın gerekçesinde, arazi üzerinde irtifak hakkının arazinin değerine etkisi bilirkişi raporuyla belirlenmeden eksik incelemeyle karar verildiği belirtilmiştir. Bozma kararı sonrasında başvurucunun davadan feragat etmesi üzerine kamulaştırma yapılamamıştır.

D. 2019/2474 Sayılı Başvuruya Konu Dava Süreci

14. İSKİ'nin başvurucuya gönderdiği 10/7/2015 tarihli yazısında başvuru konusu parselin anlaşarak devretmek istenmesi durumunda on beş gün içinde müracaat edilmesi istenmiştir. Başvurucunun müracaat etmemesi nedeniyle anlaşma gerçekleşmemiştir.

15. Başvurucu, yirmi bir yıl geçtiği hâlde taşınmazının nakit olarak kamulaştırılmaması nedeniyle bu kez 3/2/2016 tarihli dilekçesiyle takas yoluyla kamulaştırılmasını talep etmiştir. İSKİ 11/2/2016 tarihli cevap yazısında Orman Genel Müdürlüğü, İstanbul Orman Bölge Müdürlüğü Kanlıca Orman İşletme Müdürlüğünün 9/7/2015 tarihli yazısı eklenmek suretiyle kadastro mahkemesinde dava konusu olan söz konusu taşınmazın kısmen Ömerli Barajı mutlak koruma alnında, kısmen Ömerli Barajı kısa mesafeli koruma alanında, kısmen de orman alanında ve plansız sahada kaldığı belirtilmiştir. Bununla birlikte taşınmazın kullanımını engelleyici bir durumun olmadığı ve takas uygulaması bulunmadığı ifade edilmiştir. Öte yandan devam eden kadastro mahkemesindeki dava sonucuna göre taşınmazın Ömerli Barajı göl mutlak koruma alanında kalan orman haricindeki kısmının kamulaştırmaya konu edileceği belirtilmiştir.

16. Bunun üzerine başvurucu 10/3/2013 tarihinde su havzası mutlak koruma alanında kalan ve üzerinde kamulaştırma şerhi bulunan taşınmazının kamulaştırılması istemiyle yaptığı başvurunun reddine ilişkin İSKİ 11/2/2016 tarihli işlemi ile bu işleme dayanak yapılan Orman Genel Müdürlüğünün 9/7/2015 tarihli işleminin iptali ile kamulaştırmasız el atma sebebiyle uğranıldığı öne sürülen zararların tazmini talebiyle İSKİ ve Orman Genel Müdürlüğü aleyhine İstanbul 7. İdare Mahkemesinde (7. İdare Mahkemesi) dava açmıştır.

17. 7. İdare Mahkemesince 24/5/2017 tarihinde davanın reddine karar verilmiştir. Kararın gerekçesinde Ömerli Havzası mutlak ve kısa mesafeli koruma alanında ve kısmen de orman vasfında olan taşınmaz üzerindeki tasarruf hakkının İSKİ İçme Suyu Havzaları Koruma Yönetmeliği ile belirtilen sınırlı sebepler yönünden kısıtlandığı, bunun dışındaki sebepler yönünden ise taşınmazdan tasarruf edilmesi önünde mevzuattan kaynaklanan bir kısıtlılığın bulunmadığı belirtilmiştir. Bununla birlikte taşınmazın vasfı ile ilgili kadastro mahkemesinde açılmış olan davada verilen kararın henüz kesinleşmediği, gayrimenkulün aynına ilişkin davaların kesinleşmeden hüküm ifade etmeyeceği, taşınmazın bir kısmının orman olup olmadığı kesinleşmeden iptali istenilen dava konusu işlemlerde hukuka aykırılık bulunmadığı ifade edilmiştir. Ayrıca bu aşamada taşınmazın kamulaştırma bedeli yerine geçmek üzere ödenmesine karar verilmesi talep edilen tazminat isteminin yasal dayanaktan yoksun olduğu izah edilmiştir.

18. Başvurucunun istinaf talebini inceleyen İstanbul Bölge İdare Mahkemesi Dördüncü İdari Dava Dairesince 25/1/2018 tarihinde karar bozulmuştur. Kararın gerekçesinde savunma dilekçelerine karşı başvurucunun cevabının Orman Genel Müdürlüğüne tebliğ edilmeksizin karar verilmesinin hukuka aykırı olduğu vurgulanmıştır.

19. 7. İdare Mahkemesince bozma kararına uyularak 30/5/2018 tarihinde bir kez daha aynı gerekçeyle davanın reddine karar verilmiştir. Dairece 18/12/2018 tarihinde başvurucunun istinaf talebinin kesin olarak reddine karar verilmiştir.

20. Nihai karar, başvurucuya 31/12/2018 tarihinde tebliğ edilmiştir.

21. Başvurucu 14/1/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

E. 2020/13939 Sayılı Başvuruya Konu Dava Süreci

22. Başvurucu, başvuru konusu taşınmazının beş yıllık yasal süresi içerisinde kamulaştırma yapılmaması ve kamulaştırma şerhinin de kaldırılmaması nedeniyle oluşan zararlarının tazmini talebiyle İSKİ ve Orman Genel Müdürlüğü aleyhine 6/8/2018 tarihinde İstanbul 3. İdare Mahkemesinde (3. İdare Mahkemesi) tam yargı davası açmıştır.

23. 3. İdare Mahkemesince 23/10/2019 tarihinde davanın reddine karar verilmiştir. Kararın gerekçesinde taşınmazın vasfı ile ilgili Kadastro Mahkemesinde açılmış olan davada verilen kararın henüz kesinleşmediği, gayrimenkulün aynına ilişkin davaların kesinleşmeden hüküm ifade etmeyeceği, taşınmazın bir kısmının orman olup olmadığı kesinleşmeden taşınmaza hukuki el atıldığından bahisle talep edilen tazminat isteminin yasal dayanaktan yoksun olduğu izah edilmiştir.

24. İstanbul Bölge İdare Mahkemesi Dokuzuncu İdari Dava Dairesince 11/3/2020 tarihinde başvurucunun istinaf talebinin kesin olarak reddine karar verilmiştir.

25. Nihai karar, başvurucuya 24/3/2020 tarihinde tebliğ edilmiştir.

26. Başvurucu 17/4/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

IV. İLGİLİ HUKUK

A. Ulusal Hukuk

1. İlgili Mevzuat

27. 4/11/1983 tarihli ve 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu'nun "Kamulaştırmada önce yapılacak işlemler ve idari şerh" kenar başlıklı 7. maddesi şöyledir:

"Kamulaştırmayı yapacak idare, kamulaştırma veya kamulaştırma yolu ile üzerinde irtifak hakkı kurulacak taşınmaz malların veya kaynakların sınırını, yüzölçümünü ve cinsini gösterir ölçekli planını yapar veya yaptırır; kamulaştırılan taşınmaz malın sahiplerini, tapu kaydı yoksa zilyetlerini ve bunların adreslerini, tapu, vergi ve nüfus kayıtları üzerinden veya ayrıca haricen yaptıracağı araştırma ile belgelere bağlamak suretiyle tespit ettirir.

İlgili vergi dairesi idarenin isteği üzerine taşınmaz mal ve kaynakların vergi beyan ve değerlerini, vergi beyanı bulunmadığı hallerde beyan yerine geçecek takdir edilecek değeri en geç bir ay içerisinde verir.

İdare kamulaştırma kararı verdikten sonra kamulaştırmanın tapu siciline şerh verilmesini kamulaştırmaya konu taşınmaz malın kayıtlı bulunduğu tapu idaresine bildirir. Bildirim tarihinden itibaren malik değiştiği takdirde, mülkiyette veya mülkiyetten gayri ayni haklarda meydana gelecek değişiklikleri tapu idaresi kamulaştırmayı yapan idareye bildirmek zorundadır. (Değişik cümle: 24/4/2001 - 4650/2 md.) İdare tarafından, şerh tarihinden itibaren altı ay içinde 10 uncu maddeye göre kamulaştırma bedelinin tespitiyle idare adına tescili isteğinde bulunulduğuna dair mahkemeden alınacak belge tapu idaresine ibraz edilmediği takdirde, bu şerh tapu idaresince resen sicilden silinir."

28. 2942 sayılı Kanun'un "Aynın ihtilaflı bulunması" kenar başlıklı 18. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"İdare, kamulaştırılması kararlaştırılan taşınmaz malın mülkiyeti üzerinde ihtilaf olup olmadığını, taşınmaz malın bulunduğu yerdeki tapu idaresi, kadastro müdürlüğü ve hukuk mahkemelerinden sorarak ve mahallinde araştırma yaparak tespit eder.

Yapılan araştırmalar sonucunda, taşınmaz malın tapuda kayıtlı olmakla birlikte mahkemede mülkiyeti üzerinde ihtilaf olduğu veya kadastrosu yapılmasına rağmen kadastro mahkemesinde davalı olduğunun tespit edilmesi halinde idarece, 10 uncu madde uyarınca hazırlanan belgelerin tamamı, taşınmaz malın bulunduğu yer asliye hukuk mahkemesine verilerek, taşınmaz malın kamulaştırma bedelinin tespitiyle, bu bedelin mülkiyet ihtilafıyla ilgili uyuşmazlığın sonucunda belli olacak hak sahibine peşin veya kamulaştırma 3 üncü maddenin ikinci fıkrasına göre yapılmış ise taksitle ödenmesi karşılığında idare adına tesciline karar verilmesi istenir.

Mahkemece, taşınmaz mal hakkındaki mülkiyet ihtilafı ile ilgili davanın tüm taraflarına, 10 uncu madde uyarınca tebligatların ve ilanların yapılması, taşınmazın kamulaştırma bedelinin yine bu maddedeki usule göre tespit edilmesi ve bu bedelin mülkiyet ihtilafıyla ilgili davanın sonucunda belli olacak hak sahibine ödenmek üzere idarece mahkemenin belirttiği bankaya 10 uncu madde uyarınca ve üçer aylık vadeli hesaba yatırılmasından sonra, bu bedelin ileride belli olacak hak sahibine ödenmesine ve taşınmaz malın idare adına tesciline karar verilir ve bu karar tapu dairesine ve paranın yatırıldığı bankaya bildirilir. 3 üncü maddenin 2 nci fıkrasına göre yapılan kamulaştırmalarda mahkemece belirlenecek kamulaştırma bedelinin ilk ve takibeden taksitleri de mahkemenin belirlediği bankadaki üçer aylık vadeli hesaplara yatırılır.

Mülkiyet ihtilafı ile ilgili davanın sonucunda, hak sahibi olduğuna mahkemece karar verilen kişinin müracaatı üzerine kamulaştırma bedelini tespit eden mahkemenin, paranın bu hak sahibine ödenmesi için bankaya yazacağı talimat üzerine para hak sahibine ödenir.

Bu maddede öngörülen işlemler, mahkemenin davetine uymayanlar olduğu takdirde ilgilinin yokluğunda yapılır.

..."

29. 2942 sayılı Kanun'un "Trampa yolu ile kamulaştırma" kenar başlıklı 26. maddesi şöyledir:

“Mal sahibinin kabul etmesi halinde kamulaştırma bedeli yerine, idarenin kamu hizmetine tahsis edilmemiş olan taşınmaz mallarından, bu bedeli kısmen veya tamamen karşılayacak miktarı verilebilir.

Kamulaştırma bedeli yerine verilecek taşınmaz malın değeri, idarenin ihale komisyonunca yoksa bu amaçla kuracağı bir komisyonca tespit edilir. Taşınmaz mal bedelleri arasındaki fark taraflarca nakit olarak karşılanır. Ancak idarenin vereceği taşınmaz malın değeri, kamulaştırma bedelinin yüzde yüzyirmisini aşamaz."

30. 23/1/2011 tarihli İSKİ İçmesuyu Havzaları Yönetmeliği'nin (Yönetmelik) ''Özel hükümler'' kenar başlıklı 6. maddesinin (9) numaralı fıkrasının (a) bendi şöyledir:

“Mutlak koruma alanlarında İdare tarafından yapılacak veya yaptırılacak arıtma tesisleri hariç, hangi maksatla olursa olsun hiçbir yapılaşmaya izin verilemez.

31. Yönetmelik'in ''Genel hükümler'' kenar başlıklı 5. maddesi şöyledir:

''(1) Bu yönetmelikte açıklanmayan tüm hususlarda Su Kirliliği Kontrolü Yönetmeliği’nin içmesuyu havzaları ile ilgili hükümleri uygulanır.

 (2) Bu Yönetmelik hükümleri uyarınca yasaklanmış olan yapı, tesis ve faaliyetler; içmesuyu havzaları için zararlı yapı, tesis ve faaliyetlerden sayılır. Bu yapı, tesis ve faaliyetleri yapanlar hakkında; İSKİ Genel Müdürlüğü tarafından 2560 sayılı İSKİ Kanunu, 3194 sayılı İmar Kanunu, 2872 sayılı Çevre Kanunu ve ilgili diğer mevzuat uyarınca cezalandırılmaları için suç duyurusunda bulunulur.

 (3) Bu Yönetmelik hükümlerinin uygulama esasları ve diğer hususlar, Yönerge ile belirlenir.''

32. 2015 yılında kabul edilen İSKİ İçmesuyu Havzaları Yönergesi'nin (Yönerge) ''Mutlak koruma alanlarında uyulması gereken hususlar'' kenar başlıklı 5. maddesi şöyledir:

''(1) Mutlak koruma alanlarında uyulması gereken kurallar aşağıda sıralanmıştır:

a) Bu alanlar İdarenin bütçe imkânları doğrultusunda bir program dâhilinde kamulaştırılır. Çevre Koruma ve Kontrol Dairesi Başkanlığınca mutlak koruma alanlarında öncelikle kamulaştırılacak arazi ve yapıların tespiti yapılır ve kamulaştırılması Emlak ve İstimlâk Dairesi Başkanlığından talep edilir.

b) Kamulaştırılan bu alanlar ile kamu mülkiyetinde bulunan alanlarda suni gübre ve zirai mücadele ilaçları kullanılmamak, araziyi geçirimsiz hale getirmemek şartıyla İdare tarafından Ek-1 ve Ek-2 Tabloda yer alan ağaçların dikimi, gezi, seyir, park, bahçe ve peyzaj düzenlemeleri yapılır veya yaptırılır.

c) Bu Yönergenin 10 uncu maddesinin 3 üncü ve 4 üncü bentlerinde izin verilen yapı ve tesisler hariç olmak üzere, bu alanda hiçbir yapı yapılamaz.

ç) Bu alanlar için izin verilen ve bu maddede sıralanan faaliyetler dışında TIR parkı, açık otopark, yed-i emin parkı, açık/kapalı spor alanı/tesisi, sürücü kursu eğitim alanı, madencilik, toprak dökümü ve benzeri hiçbir yapı ve faaliyete izin verilemez.

d) Zorunlu hallerde, imar planı gereği yapılacak yolların bu alandan geçecek olan kısımlarında sadece ulaşımla ilgili işlevlerine gerekli tedbirlerin alınması şartı ile izin verilebilir."

33. Yönerge'nin ''İçme suyu havzalarının tüm koruma alanlarında yapılaşma, tesis ve faaliyetler ile ilgili diğer hükümler'' kenar başlıklı 10. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

''...

 (6) Mutlak ve kısa mesafeli koruma alanlarında; kamuya ait veya 3294 sayılı Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik Kanunu kapsamında yapı yapılmasının talep edilmesi veya fiili olarak yapıldığının arazide görülmesi durumunda bu koruma alanları ile ilgili kısıtlamalar yapıyı yapan/yaptıran kuruma yazılı olarak bildirilir. Kamu yararı, sosyal ihtiyaçlar, ekonomik durum, yerleşik alan içerisinde olup olmadığı, atıksu tedbirinin alınıp alınmadığı ve benzeri bakımdan gerekli değerlendirmelerin yapılarak söz konusu yapılaşmaya ruhsat ve izin verilip verilmemesi hususu, yapıları yapan/yaptıran kurumların sorumluluğundadır.

 (7) Mutlak ve kısa mesafeli koruma alanlarında bu yönetmelikten önceki İçme Suyu Havzaları Yönetmeliği’nin yürürlüğe girdiği 25.05.2006 tarihinde, bu tarihten sonra koruma altına alınan havzalarda ise havza ilan tarihinde mevcut olan yapılar dondurulmuştur.

 (8) Mutlak ve kısa mesafeli koruma alanlarında yeni mezarlık kurulamaz. 25.05.2006 tarihinde mevcut olan mezarlıklar ve bu tarihten sonra koruma altına alınan havzalarda da havza ilan tarihinde mevcut olan mezarlıklar ilgili idarelerin yetki ve sorumluluğundadır.

...''

34. Yönerge'nin ''Müştemilat türü yapılar'' kenar başlıklı 11. maddesi şöyledir:

''(1) Mutlak koruma alanlarında su tankı, su deposu, gölgelik, tel çit, bahçe duvarı, sızdırmaz fosseptiği olan toplam 3 m2 (üç metrekare)’yi geçmeyen tuvalet maksatlı mobo, mevcut yapılara ait merdiven, balkon boşluklarının kapatılması ve benzeri unsurlar yapılabilir.

 (2) Mutlak koruma alanı dışında kalan alanlarda branda, naylon ve benzeri malzemeden yapılan kamp çadırı gibi portatif müştemilatlar, havuz, mevcut yapıya ait günlük ihtiyaca cevap verecek, toplamda 30 (otuz metrekare) m2’yi geçmeyen kümes, tuvalet, kömürlük, odunluk, garaj, depo türü müştemilat yapılması, su havzaları için zararlı yapı, tesis ve faaliyetlerden sayılmaz ve bu yapılar hakkında İdarece işlem tesis edilmez.''

35. Yönerge'nin ''Koruma alanlarında ziraat ve hayvancılık faaliyetlerine ilişkin hususlar'' kenar başlıklı 16. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

''(1) Mutlak koruma alanlarında hiçbir ziraat ve hayvancılık faaliyeti yapılamaz. Suni gübre ve zirai mücadele ilaçları kullanılmamak şartıyla Ek-1 ve Ek-2 Tabloda yer alan ağaçların dikilmesine izin verilir''

36. Olay tarihinde yürürlükte bulunan 31/12/2004 tarihli ve 25687 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Su Kirliliği Kontrolü Yönetmeliği'nin ''Mutlak koruma alanı'' kenar başlıklı (mülga: RG-14/2/2018-30332) 17. maddesi şöyledir:

''Mutlak koruma alanı, içme ve kullanma suyu rezervuarının maksimum su seviyesinden itibaren 300 metre genişliğindeki şerittir. Söz konusu alanın sınırının su toplama havzası sınırını aşması hâlinde, mutlak koruma alanı havza sınırında son bulur. Bu alanda aşağıda belirtilen koruma tedbirleri alınır,

a) Maksimum su seviyesinden itibaren 300 metre genişliğindeki şerit kamulaştırılır. Kamulaştırma suyu kullanan idare veya idarelerce yapılır. Ancak 1988 yılı veya su temin projesinin yatırım programına alındığı tarih itibarıyla mevcut olan yapılarda bu alanda kamulaştırma yapılıncaya kadar, yapı inşaat alanında değişiklik yapmamak ve kullanım maksadını değiştirmemek şartıyla gerekli bakım onarım yapılabilir.

b) İçme ve kullanma suyu projesine ve mevcut yapıların kanalizasyon sistemlerine ait mecburi teknik tesisler hariç olmak üzere, bu alanda hiçbir yapı yapılamaz. Bu alanda kalan mevcut yapılar dondurulmuştur.

c) Çevre düzeni planına uyularak, bu alan içinde gölden faydalanma, piknik, yüzme, balık tutma ve avlanma ihtiyaçları için cepler teşkil edilir. Bu cepler su alma yapısına 300 metreden daha yakın olamaz.

d) Kamulaştırmayı yapan idarece gerekli görülen yerlerde alan çitle çevrilir veya koruma alanı teşkil edilir.''

37. Olay tarihinden sonra 28/10/2017 tarihli ve 30224 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan İçme-Kullanma Suyu Havzalarının Korunmasına Dair Yönetmelik'in ''Mutlak koruma alanı'' kenar başlıklı 9. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

''(1) Mutlak koruma alanı, içme-kullanma suyu temin edilen veya edilmesi planlanan tabii göl, baraj gölü ve göletlerin, maksimum su seviyesinden itibaren yatayda 300 metre genişliğindeki kara alanıdır. Söz konusu alanın sınırının içme-kullanma suyu havzası sınırını aşması hâlinde, mutlak koruma alanı, havza sınırında son bulur.

 (2) İçme-kullanma suyu temin edilmesi amacıyla yapılması planlanan baraj gölü ve göletler ile su alınması planlanan tabii göllerin çevresinde, maksimum su seviyesinden itibaren içme-kullanma suyu alma yapısını merkez alan, yarıçapı 300 metre genişliğindeki alanın kara kısmındaki bölümü, içme-kullanma suyunu kullanan idare tarafından kamulaştırılır. İçme-kullanma suyunu kullanan idarece gerekli görülmesi durumunda yarıçapı 300 metre genişliğindeki alana ilave olarak mutlak koruma alanının bir kısmı veya tamamı kamulaştırılabilir.

 (3) İçme-kullanma suyu projesine ve mevcut yapıların kanalizasyon sistemlerine ait mecburi teknik tesisler haricinde hiçbir yeni yapı yapılamaz.

...''

2. Danıştay Kararı

38. Danıştay Altıncı Dairesinin 17/1/2017 tarihli ve E.2016/6106, K.2017/275 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:

''...İSKİ İçmesuyu Havzaları Yönetmeliğinin 'Özel hükümler' başlıklı 6.maddesinin 1. fıkrasında, İstanbul’a su temin edilen ve edilecek olan içmesuyu havzaları ve derelerin EK-1’de gösterildiği, 'İçmesuyu havzalarında imar planlarında uyulması gereken esaslar' başlıklı 9. fıkrasının c bendinde; Mutlak koruma alanlarında İdare tarafından yapılacak veya yaptırılacak arıtma tesisleri hariç, hangi maksatla olursa olsun hiçbir yapılaşmaya izin verilemeyeceği, g bendinde İçme suyu havzalarında EK-1’de isimleri verilen derelerin, orman alanları ve tarımsal niteliği korunacak alanlar dışında kalan kısımlarında; ıslah projesine uygun olarak bu derelerin ıslah kesitinin her iki yanında; temizlik, bakım ve onarımlarının yapılabilmesi maksadıyla imar planlarında en az on metrelik dere işletme bandı ayrılır. Dere ıslah alanı ile dere işletme bandları idarece kamulaştırılacağı, düzenlenmiştir.

Yukarıdaki mevzuat hükümlerinden 'havzanın mutlak koruma alanı' ile 'derenin koruma bandının' farklı kavramlar olduğu, havza mutlak koruma alanının; İçme ve kullanma suyu temin edilen ve edilecek olan suni ve tabii göller etrafında en yüksek su seviyesinde, su ile karanın meydana getirdiği çizgiden itibaren yatay 300 metre genişliğindeki kara alanı olduğu, havzanın mutlak koruma alanı içerisinde yapılaşma yasağı olduğundan bu alanda yer alan taşınmazların kamulaştırılmalarının zorunlu olduğu, havzayı besleyen derelerin dere işletme bandının ise; İSKİ içmesuyu havzaları yönetmeliği EK-1’de isimleri verilen derelerin, orman alanları ve tarımsal niteliği korunacak alanlar dışında kalan kısımlarında; ıslah projesine uygun olarak bu derelerin ıslah kesitinin her iki yanında; temizlik, bakım ve onarımlarının yapılabilmesi maksadıyla imar planlarında en az on metrelik bandı ifade ettiği ve dere işletme bandının da kamulaştırılmasının zorunlu olduğu anlaşılmaktadır.

..."

B. Uluslararası Hukuk

39. İlgili uluslararası hukuk için bkz. Halide Demirel, B. No: 2017/17378, 13/2/2020, §§ 36-41.

V. İNCELEME VE GEREKÇE

40. Anayasa Mahkemesinin 24/11/2021 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun İddiaları

41. Başvurucu, içme suyu mutlak koruma alanında bulunan ve 16/6/1995 yılında kamulaştırma şerhi konulan taşınmazının aradan geçen uzun süreye rağmen hâlen kamulaştırılmaması nedeniyle arazinin değerinin düşürüldüğünü ve kullanımı ile satışının engellendiğinden yakınmaktadır.

42. Başvurucu, taşınmazın bulunduğu bölgedeki arazilerin değeri eşit olduğu hâlde su havzasında olmayan arazilerin imara açılmasıyla değerlerinin arttığı ancak kendi taşınmazının su havzasında olması nedeniyle kamulaştırma yapılsa bile değerinin arada %250 fark olacak şekilde düştüğünü öne sürmüştür. Başvurucu ayrıca idarenin su havzası ilan edilen taşınmazı su temin etmek ve su satıp para kazanarak menfaat temin etmesine rağmen %250 fark olacak şekilde taşınmazının değerinin düşmesine sebebiyet verilmesi nedeniyle şahsi olarak büyük zarara uğratıldığını ileri sürmüştür. Başvurucu bu değer kaybına işaret ederek başvuru konusu davada talebinin kamulaştırma yapılması değil hukuka aykırı olarak kamulaştırma yapılmaması ve şerhin kaldırılmaması nedeniyle oluşan zararlarının giderilmesi olduğunu belirtmiştir.

43. Başvurucu 1995 yılında kamulaştırma şerhi konulan tüm arazilerin kamulaştırılmasına rağmen başvuru konusu taşınmazın kamulaştırılmadığını, 2015 yılında kamulaştırma için uzlaşma yazısı gönderildiği hâlde gerekliliklerinin yerine getirilmediğini ve takas yoluyla kamulaştırma yapılması talebinin de kabul edilmediğini ifade etmiştir. Diğer taraftan daha önce açtığı kamulaştırmasız el atma nedeniyle tazminat davasında alınan ilk bilirkişi raporlarında tespit edilen taşınmazın değerinin çok altında bedelin kabul edilmesi ve bozma kararıyla bedelin daha da düşürülmesine sebebiyet verileceğinden davadan feragat etmek zorunda kaldığını vurgulamıştır.

44. Başvurucu ayrıca Orman Genel Müdürlüğünün 2002 yılında taşınmazın orman olmadığına dair yazılı beyanına rağmen 2013 yılında taşınmazın orman olduğunu iddia ederek kadastro mahkemesinde dava açması ve davanın uzun süredir sonuçlanmaması nedeniyle mağdur olduğunu beyan etmiştir. Başvurucu bununla birlikte kadastro mahkemesinde başvuru konusu taşınmazın orman niteliğinde olduğu iddiasıyla yapılan yargılamada alınan dört bilirkişi raporunda da arazinin orman olmadığının belirtildiğini ve nihayetinde kadastro mahkemesince de başvuru konusu taşınmazın orman niteliğinde olmadığına karar verildiğini zikretmiştir.

45. Sonuç olarak başvurucu bu gerekçelerle adil yargılanma ve mülkiyet hakları ile eşitlik ilkesinin ihlal edildiğini iddia etmiştir.

B. Değerlendirme

46. Anayasa'nın "Mülkiyet hakkı" kenar başlıklı 35. maddesi şöyledir:

"Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.

Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir.

Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz."

47. Anayasa'nın "Kamulaştırma" kenar başlıklı 46. maddesi şöyledir:

"Devlet ve kamu tüzelkişileri; kamu yararının gerektirdiği hallerde, gerçek karşılıklarını peşin ödemek şartıyla, özel mülkiyette bulunan taşınmaz malların tamamını veya bir kısmını, kanunla gösterilen esas ve usullere göre, kamulaştırmaya ve bunlar üzerinde idarî irtifaklar kurmaya yetkilidir.

Kamulaştırma bedeli ile kesin hükme bağlanan artırım bedeli nakden ve peşin olarak ödenir. Ancak, tarım reformunun uygulanması, büyük enerji ve sulama projeleri ile iskân projelerinin gerçekleştirilmesi, yeni ormanların yetiştirilmesi, kıyıların korunması ve turizm amacıyla kamulaştırılan toprakların bedellerinin ödenme şekli kanunla gösterilir. Kanunun taksitle ödemeyi öngörebileceği bu hallerde, taksitlendirme süresi beş yılı aşamaz; bu takdirde taksitler eşit olarak ödenir.

Kamulaştırılan topraktan, o toprağı doğrudan doğruya işleten küçük çiftçiye ait olanlarının bedeli, her halde peşin ödenir.

İkinci fıkrada öngörülen taksitlendirmelerde ve herhangi bir sebeple ödenmemiş kamulaştırma bedellerinde kamu alacakları için öngörülen en yüksek faiz uygulanır. "

48. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucular tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucu, mülkiyet hakkı dışında eşitlik ilkesi ve adil yargılanma hakkının da ihlal edildiğini ileri sürmektedir. Başvurucunun asıl şikâyetinin taşınmazın mutlak koruma alanında kalması nedeniyle konulan kamulaştırma şerhine rağmen uzun süredir kamulaştırma yapılmaması ve kamulaştırma şerhinin de kaldırılmamasından dolayı oluşan zararların tazmin edilmemesine yönelik olduğu anlaşılmakla başvurucunun bütün şikâyetleri mülkiyet hakkının ihlali iddiası kapsamında incelenmiştir.

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

49. 2942 sayılı Kanun'un 24/4/2001 tarihli ve 4650 sayılı Kanun'un 2. maddesiyle değiştirilen 7. maddesinin üçüncü fıkrasında idare tarafından, kamulaştırma şerh tarihinden itibaren altı ay içinde kamulaştırma bedelinin tespitiyle idare adına tescili isteğinde bulunulduğuna dair mahkemeden alınacak belge tapu idaresine ibraz edilmemesi durumunda şerhin tapu idaresince resen sicilden silineceği düzenlenmiştir.

50. Somut olayda kamulaştırma şerh tarihinden itibaren altı ayın çok üzerinde yirmi beş yıl geçmesine ve kamulaştırma işlemleri yapılmamasına rağmen tapu idaresince şerhin sicilden silinmediği anlaşılmaktadır. Bununla birlikte başvurucu da başvuru konusu davadan önce şerhin kaldırılmasına yönelik talepte bulunduğunu veya dava açtığını ortaya koyamamıştır.

51. Buna göre hem idare hem de başvurucunun pasif tavrı nedeniyle kamulaştırma şerhinin silinmediği anlaşılmış ise de taşınmazın su havzası mutlak koruma alanında kalmasından dolayı kamulaştırılması zorunlu taşınmazlardan olması nedeniyle başvurucunun kamulaştırma şerhinin silinmesine yönelik etkili hukuk yollarını tüketmediği söylenemez. Zira tapu kaydında kamulaştırma şerhi olmasa dahi mutlak koruma alanında kalan taşınmazların kamulaştırılması gerektiği ilgili mevzuatta düzenlenmiştir.

52. Dolayısıyla açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Esas Yönünden

a. Mülkün Varlığı

53. Anayasa'nın 35. maddesiyle güvenceye bağlanan mülkiyet hakkı, ekonomik değer ifade eden ve parayla değerlendirilebilen her türlü mal varlığı hakkını kapsamaktadır (AYM, E.2015/39, K.2015/62, 1/7/2015, § 20). Somut olayda başvuruya konu taşınmazın başvurucu adına tapuda kayıtlı olduğu anlaşıldığına göre Anayasa'nın 35. maddesi anlamında mülkün varlığında tereddüt bulunmamaktadır.

b. Müdahalenin Varlığı ve Türü

54. Anayasa’nın 35. maddesinde bir temel hak olarak güvence altına alınmış olan mülkiyet hakkı kişiye -başkasının hakkına zarar vermemek ve kanunların koyduğu sınırlamalara uymak koşuluyla- sahibi olduğu şeyi dilediği gibi kullanma ve sahibi olduğu şey üzerinde tasarruf etme, onun ürünlerinden yararlanma imkânı verir (Mehmet Akdoğan ve diğerleri, B. No: 2013/817, 19/12/2013, § 32). Dolayısıyla malikin mülkünü kullanma, mülkün semerelerinden yararlanma ve mülkü üzerinde tasarruf etme yetkilerinden herhangi birinin sınırlanması mülkiyet hakkına müdahale teşkil eder (Recep Tarhan ve Afife Tarhan, B. No: 2014/1546, 2/2/2017, § 53).

55. Anayasa’nın 35. maddesi ile mülkiyet hakkına temas eden diğer hükümleri birlikte değerlendirildiğinde Anayasa'nın mülkiyet hakkına müdahaleyle ilgili üç kural ihtiva ettiği görülmektedir. Buna göre Anayasa'nın 35. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin mülkiyet hakkına sahip olduğu belirtilmek suretiyle mülkten barışçıl yararlanma hakkına yer verilmiş; ikinci fıkrasında mülkten barışçıl yararlanma hakkına müdahalenin çerçevesi belirlenmiştir. Maddenin ikinci fıkrasında, genel olarak mülkiyet hakkının hangi koşullarda sınırlanabileceği belirlenerek aynı zamanda mülkten yoksun bırakmanın şartlarının genel çerçevesi de çizilmiştir. Maddenin son fıkrasında ise mülkiyet hakkının kullanımının toplum yararına aykırı olamayacağı kurala bağlanmak suretiyle devletin mülkiyetin kullanımını kontrol etmesine ve düzenlemesine imkân sağlanmıştır. Anayasa'nın diğer bazı maddelerinde de devlet tarafından mülkiyetin kontrolüne imkân tanıyan özel hükümlere yer verilmiştir. Ayrıca belirtmek gerekir ki mülkten yoksun bırakma ve mülkiyetin düzenlenmesi, mülkiyet hakkına müdahalenin özel biçimleridir (Recep Tarhan ve Afife Tarhan, §§ 55-58).

56. Mutlak koruma alanında kalan taşınmazlarda yapılaşmaya izin verilemeyeceği gibi tarım ve hayvancılık da yapılamayacağı ve kamulaştırılması gerektiği ilgili düzenlemelerde belirtilmiştir. Buna göre mutlak koruma alanında kalan taşınmaz maliki başvurucunun mülkü üzerinde dilediği gibi tasarrufta bulunmasının engellediği ve başvurucunun mülkiyet hakkına müdahalenin mevcut olduğunda tereddüt bulunmamaktadır. Öte yandan söz konusu müdahalenin niteliği sebebiyle mülkiyetten barışçıl yararlanmaya ilişkin genel kural çerçevesinde incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.

c. Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı

57. Anayasa'nın "Temel hak ve hürriyetlerin sınırlanması" kenar başlıklı 13. maddesi şöyledir:

"Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz."

58. Anayasa’nın 35. maddesinde mülkiyet hakkı sınırsız bir hak olarak düzenlenmemiş, bu hakkın kamu yararı amacıyla ve kanunla sınırlandırılabileceği öngörülmüştür. Mülkiyet hakkına müdahalede bulunulurken Anayasa'nın temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasına ilişkin genel ilkeleri düzenleyen 13. maddesinin de gözönünde bulundurulması gerekmektedir. Dolayısıyla mülkiyet hakkına yönelik müdahalenin Anayasa'ya uygun olabilmesi için müdahalenin kanuna dayanması, kamu yararı amacı taşıması ve ayrıca ölçülülük ilkesi gözetilerek yapılması gerekmektedir (Recep Tarhan ve Afife Tarhan, § 62).

i. Kanunilik

59. Mülkiyet hakkına yönelik müdahalelerde ilk incelenmesi gereken ölçüt kanuna dayalı olma ölçütüdür. Bu ölçütün sağlanmadığı tespit edildiğinde diğer ölçütler bakımından inceleme yapılmaksızın mülkiyet hakkının ihlal edildiği sonucuna varılacaktır. Müdahalenin kanuna dayalı olması, müdahaleye ilişkin yeterince ulaşılabilir, belirli ve öngörülebilir kanun hükümlerinin bulunmasını gerektirmektedir (Türkiye İş Bankası A.Ş. [GK], B. No: 2014/6192, 12/11/2014, § 44; Ford Motor Company, B. No: 2014/13518, 26/10/2017, § 49; Necmiye Çiftçi ve diğerleri, B. No: 2013/1301, 30/12/2014, § 55).

60. Somut olayda başvurucunun maliki olduğu taşınmazın yukarıda belirtilen kanun ve yönetmelik hükümleri nedeniyle -kullanma, yararlanma haklarına yönelik olarak- bazı kısıtlamalara tabi tutulduğu anlaşılmıştır (bkz. §§ 27-37). Bu kanun ve yönetmelik hükümlerinin belirli, öngörülebilir ve ulaşılabilir olduğunda bir tereddüt bulunmadığından müdahalenin kanuni dayanağı mevcuttur.

ii. Meşru Amaç

61. Anayasa'nın 13. ve 35. maddeleri uyarınca mülkiyet hakkı ancak kamu yararı amacıyla sınırlandırılabilmektedir. Kamu yararı kavramı, mülkiyet hakkının kamu yararının gerektirdiği durumlarda sınırlandırılması imkânı vermekle bir sınırlandırma amacı olmasının yanı sıra mülkiyet hakkının kamu yararı amacı dışında sınırlanamayacağını öngörerek ve bu anlamda bir sınırlama sınırı oluşturarak mülkiyet hakkını etkin bir şekilde korumaktadır. Kamu yararı kavramı, devlet organlarının takdir yetkisini de beraberinde getiren bir kavram olup objektif bir tanıma elverişli olmayan bu ölçütün her somut olay temelinde ayrıca değerlendirilmesi gerekir (Nusrat Külah, B. No: 2013/6151, 21/4/2016, §§ 53, 56; Yunis Ağlar, B. No: 2013/1239, 20/3/2014, §§ 28, 29).

62. Anayasa'nın 56. maddesinde, herkesin sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahip olduğu; çevreyi geliştirmenin, çevre sağlığını korumanın ve çevre kirlenmesini önlemenin devlet ile vatandaşların ödevi olduğu belirtilmiştir. Bu bakımdan yapılaşmanın fen, sağlık ve çevre şartlarına uygunluğunun sağlanması, buna ilişkin düzenlemelerde kamu yararı bulunduğu kabul edilmelidir (Süleyman Günaydın, B. No: 2014/4870, 16/6/2016, § 71).

63. Belirli kısıtlamalar içeren yasal mevzuat hükümlerinin etkisi değerlendirilirken taşınmazların bulunduğu İstanbul'un nüfus yoğunluğunun ve önümüzdeki yıllarda kullanılabilir temiz suya olan ihtiyacının da gözönünde bulundurulması gerekir. Temiz suya erişimin sürdürülmesinin hayati önem taşıdığı dikkate alındığında su havzalarının kirlenmesinin önlenmesi için bir kısım tedbirin alınması ve yasakların getirilmesi sonucu oluşan müdahalenin meşru bir amacının bulunduğu kabul edilmiştir.

iii. Ölçülülük

 (1) Genel İlkeler

64. Anayasa'nın 13. maddesi uyarınca hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasında dikkate alınacak ölçütlerden biri olan ölçülülük, hukuk devleti ilkesinden doğmaktadır. Hukuk devletinde hak ve özgürlüklerin sınırlandırılması istisnai bir yetki olduğundan bu yetki ancak durumun gerektirdiği ölçüde kullanılması koşuluyla haklı bir temele oturabilir. Bireylerin hak ve özgürlüklerinin somut koşulların gerektirdiğinden daha fazla sınırlandırılması kamu otoritelerine tanınan yetkinin aşılması anlamına geleceğinden hukuk devleti anlayışıyla bağdaşmaz (AYM, E.2013/95, K.2014/176, 13/11/2014).

65. Ölçülülük ilkesi elverişlilikgereklilik ve orantılılık olmak üzere üç alt ilkeden oluşmaktadır. Elverişlilik öngörülen müdahalenin ulaşılmak istenen amacı gerçekleştirmeye elverişli olmasını, gereklilik ulaşılmak istenen amaç bakımından müdahalenin zorunlu olmasını yani aynı amaca daha hafif bir müdahale ile ulaşılmasının mümkün olmamasını, orantılılık ise bireyin hakkına yapılan müdahale ile ulaşılmak istenen amaç arasında makul bir dengenin gözetilmesi gerekliliğini ifade etmektedir (AYM, E.2011/111, K.2012/56, 11/4/2012; E.2014/176, K.2015/53, 27/5/2015; E.2016/13, K.2016/127, 22/6/2016; Mehmet Akdoğan ve diğerleri, § 38).

66. Ölçülülük ilkesi gereği kişilerin mülkiyet hakkının sınırlandırılması hâlinde elde edilmek istenen kamu yararı ile bireyin hakları arasında adil bir dengenin kurulması gerekmektedir. Bu adil denge, başvurucunun şahsi olarak aşırı bir yüke katlandığının tespit edilmesi durumunda bozulmuş olacaktır. Müdahalenin ölçülülüğünü değerlendirirken Anayasa Mahkemesi; bir taraftan ulaşılmak istenen meşru amacın önemini diğer taraftan müdahalenin niteliğini, başvurucunun ve kamu otoritelerinin davranışlarını da gözönünde tutarak başvurucuya yüklenen külfeti dikkate alacaktır (Arif Güven, B. No: 2014/13966, 15/2/2017, §§ 58, 60).

67. Devletin hüküm ve tasarrufu altında olan malların korunması amacıyla mülkiyet hakkına müdahale edilmesi meşru olmakla birlikte bu kamusal külfetin tamamının mülk sahiplerine yüklenemeyeceği ve kanun koyucunun buna uygun çözüm yolları bulması gerekeceği açıktır (AYM, E.2009/31, K.2011/77, 12/5/2011). Kamu yararı amacı ile başvurucunun mülkiyet hakkı arasında olması gereken adil denge, başvurucuya tazminat ödenmesi veya başvurucunun zararının başka yollarla telafi edilmesi şartıyla sağlanabilir (Hüseyin Akbulut ve Yusuf Akbulut, B. No: 2014/7643, 6/4/2017, § 32).

68. Mülkiyet hakkının usule ilişkin güvenceleri hem özel kişiler arasındaki mülkiyet uyuşmazlıklarında hem de taraflardan birinin kamu gücü olduğu durumlarda geçerlidir. Bu bağlamda mülkiyet hakkının korunmasının söz konusu olduğu durumlarda usule ilişkin güvencelerin somut olayda sağlandığından söz edilebilmesi için derece mahkemelerinin kararlarında konu ile ilgili ve yeterli gerekçe bulunmalıdır. Ayrıca belirtmek gerekir ki bu zorunluluk davacının bütün iddialarına cevap verilmesi anlamına gelmemekle birlikte mülkiyet hakkını ilgilendiren davanın sonucuna etkili esasa ilişkin temel iddia ve itirazların yargılama makamlarınca özenli bir şekilde değerlendirilerek karşılanması gerekmektedir (Kamil Darbaz ve Gmo Yapı Grup End. San. Tic. Ltd. Şti., B. No: 2015/12563, 24/5/2018, § 53).

 (2) İlkelerin Olaya Uygulanması

69. Dünyada artan nüfus, iklim değişikliği sebebiyle yağışların düzensizleşmesi ve yer altı su kaynaklarının gittikçe azalması sonucunda kullanılabilir temiz suya olan ihtiyacın her geçen gün arttığı açıktır. Somut olayda da kamu makamlarının kullanılabilir temiz suyun kesintisiz şekilde temin edilmesi ve bu maksatla su kaynaklarının korunması amacıyla yukarıda atıf yapılan yasal düzenlemeleri getirdiği hususunda bir duraksama bulunmamaktadır. Dolayısıyla su kaynaklarının korunmasındaki zaruriyet çerçevesinde yasal düzenleme yapılması hususunda kamu makamlarının belirli bir takdir yetkisinin mevcut olduğuna dikkat çekmek gerekir. Bu kapsamda, kamulaştırma şerhi konulan taşınmazın mutlak koruma alanında kalmasından dolayı uygulanan kısıtlamaların öngörülen kamu yararı amacını gerçekleştirmek için elverişli ve gerekli olduğu anlaşılmaktadır. Buna göre somut olayın elverişlilik ve gereklilik kriterlerinin tartışılmasını gerektiren bir yönü bulunmamaktadır.

70. Somut olayda 46.000 m² yüz ölçümündeki çiftlik arazisi niteliğindeki taşınmazın 38.409 m²lik kısmının içme suyu mutlak koruma alanında kalması nedeniyle 16/6/1995 tarihinde kamulaştırma şerhi düşülmüş ve aradan geçen uzun süreye rağmen söz konusu taşınmaz kamulaştırılmadığı gibi kamulaştırma şerhinin de tapu sicilinden silinmediği anlaşılmaktadır. Başvurucu bu sürede taşınmazının kamulaştırılmaması nedeniyle arazinin değerinin düşürülmesinden, kullanımı ile satışının engellendiğinden ve bu kısıtlamalar nedeniyle oluşan zararlarının karşılanmamasından yakınmaktadır.

71. Derece mahkemelerince taşınmazın orman vasfında olduğu iddiasıyla kadastro mahkemesinde açılmış olan davada verilen kararın henüz kesinleşmediği, gayrimenkulün aynına ilişkin davaların kesinleşmeden hüküm ifade etmeyeceği, taşınmazın bir kısmının orman olup olmadığı kesinleşmeden açılan davaların yasal dayanaktan yoksun olduğu kabul edilmiştir (bkz. §§ 17, 23).

72. Öncelikle kadastro mahkemesinde görülen davanın orman kadastrosuna ilişkin olduğu ve uyuşmazlık konusu taşınmazın daha önceden kesinleşen arazi kadastrosunda tapu kaydına dayalı olarak tapu malikleri adına tescil edildiği ve taşınmazın hâlen başvurucu adına kayıtlı olduğu vurgulanmalıdır. Buna göre kadastro mahkemesinde dava konusu olan hususun taşınmazın mülkiyetinden ziyade başvurucunun adına tapuda kayıtlı olan taşınmazın vasfının orman olup olmadığına ilişkin olduğuna ve kadastro mahkemesince taşınmazın tamamının veya bir kısmının orman niteliğinde olduğuna karar verilmesi durumunda dahi 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun 1007. maddesi uyarınca başvurucunun tazminat davası açılabilme imkânına sahip olduğuna değinmek gerekir. Öte yandan taşınmazın mülkiyeti ihtilaflı kabul edilse bile başvuru konusu taşınmazın mutlak koruma alanında kalan kısımlarının 2942 sayılı Kanun'un 18. maddesine göre kamulaştırma işlemlerinin yapılması gerekirken kadastro mahkemesindeki davanın kesinleşmemesi gerekçesine dayanılarak idarenin kamulaştırma ödevini yerine getirmediğini vurgulamak gerekir.

73. Bununla birlikte başvurucunun 20/5/2009 tarihinde açtığı kamulaştırmasız el atma nedenine dayalı açtığı tazminat davasında kısmen de olsa 19/7/2012 tarihinde davanın kabulüne karar verilerek el atılan taşınmazın bedeli 2.671.146 TL olarak tespit edilmiştir. Ancak başvurucu zaten düşük tespit edildiğini iddia ettiği bu bedelin bozma kararı sonrasında daha da düşürüleceği düşüncesiyle davadan feragat etmiştir. Bu noktada Pendik 1. Asliye Hukuk Mahkemesince alınan 23/9/2010 tarihli bilirkişi heyet raporunda başvuru konusu taşınmazın 40.100 m²lik kısmına el atıldığının tespit edildiğine işaret etmek gerekir (bkz. §§ 12, 13).

74. Başvurucu, mutlak koruma alanında kalan tapulu taşınmazının kamulaştırılması gerekirken uzun süredir kamulaştırılmadığı ve kamulaştırma şerhi nedeniyle zarara uğradığı iddiası ve itirazlarını aşamalarda ve kanun yollarına yaptığı başvurularda dile getirmiştir. Ancak derece mahkemelerince bu hususta bir değerlendirme yapılmadan davaların reddine karar verilmiştir. Hâlbuki orman olup olmadığı kadastro mahkemesinde uyuşmazlık konusu olsa da tapulu taşınmazın başvurucun açtığı kamulaştırmasız el atma nedenine dayalı tazminat davasında da ortaya konulduğu gibi mutlak koruma alanında kalması nedeniyle yukarıda zikredilen mevzuat uyarınca bir kısım kısıtlamalara tabi olduğu ve bu kısıtlamaların taşınmazdan yararlanmayı olumsuz etkilediği tartışmasızdır.

75. Bu durumda somut olayda, derece mahkemelerinin kararlarının başvurucunun davanın sonucuna etkili olabilecek mahiyette olan iddia ve itirazlarına ve kamulaştırmasız el atma nedeniyle tazminat davasında de ortaya konulmuş olan olgulara cevap verecek nitelikte yeterli ve ilgili bir gerekçe içermediği anlaşılmaktadır.

76. Buna göre idari ve yargısal sürecin bütününe bakıldığında mülkiyet hakkının korunmasında usule ilişkin güvencelerin somut olayda yerine getirilmediği, başvurucunun bu güvencelerden yararlandırılmadığı sonucuna varılmıştır. Bu sebeple başvurucunun mülkiyet hakkı ile müdahalenin dayandığı kamu yararı arasında olması gereken adil denge, başvurucu aleyhine bozulmuş olup mülkiyet hakkına yapılan müdahale ölçüsüzdür.

77. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

3. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

78. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 50. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

 “(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…

2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesi'nin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

79. Başvurucu, ihlalin tespiti ile tazminat talebinde bulunmuştur.

80. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan ([GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018) kararında ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağı hususunda genel ilkeler belirlenmiştir. Anayasa Mahkemesi diğer bir kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal kararının yerine getirilmemesinin sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin devamı anlamına geleceği gibi ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle sonuçlanacağına da işaret etmiştir (Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019).

81. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural, mümkün olduğunca eski hâle getirmenin, yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması, ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan, §§ 55, 57).

82. İhlalin mahkeme kararından kaynaklandığı durumlarda Anayasa Mahkemesi, 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası ile Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 79. maddesinin 1 numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın bir örneğinin ilgili mahkemeye gönderilmesine hükmeder. Anılan yasal düzenleme, usul hukukundaki benzer hukuki kurumlardan farklı olarak, ihlali ortadan kaldırmak amacıyla yeniden yargılama sonucunu doğuran ve bireysel başvuruya özgülenen bir giderim yolunu öngörmektedir. Bu nedenle Anayasa Mahkemesi tarafından ihlal kararına bağlı olarak yeniden yargılama kararı verildiğinde, usul hukukundaki yargılamanın yenilenmesi kurumundan farklı olarak ilgili mahkemenin yeniden yargılama sebebinin varlığını kabul hususunda herhangi bir takdir yetkisi bulunmamaktadır. Dolayısıyla böyle bir kararın kendisine ulaştığı mahkemenin yasal yükümlülüğü, ilgilinin talebini beklemeksizin Anayasa Mahkemesinin ihlal kararı nedeniyle yeniden yargılama kararı vererek devam eden ihlalin sonuçlarını gidermek üzere gereken işlemleri yerine getirmektir (Mehmet Doğan, §§ 58, 59; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), §§ 57-59, 66, 67).

83. Mülkiyet hakkının usule ilişkin güvencelerinin derece mahkemelerince yerine getirilmemesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır. Dolayısıyla somut başvurularda ihlalin mahkeme kararlarından kaynaklandığı anlaşılmaktadır.

84. Bu durumda mülkiyet hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Buna göre yapılacak yeniden yargılama ise 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu kapsamda derece mahkemelerince yapılması gereken iş, ihlal sonucuna uygun olarak tazminata hükmedilmesinden ibarettir. Tazminat miktarının belirlenmesi hususu ise bu konuda uzmanlaşmış derece mahkemelerinin takdirindedir. Bu sebeple kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere İstanbul 3. İdare Mahkemesine ve İstanbul 7. İdare Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekir.

85. İhlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılamanın yeterli bir giderim sağlayacağı anlaşıldığından tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerektiği sonucuna ulaşılmıştır.

86. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 446,90 TL ve 364,60 TL harçtan oluşan toplam 811,50 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Kararın bir örneğinin mülkiyet hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere İstanbul 7. İdare Mahkemesine (E.2018/464, K.2018/987) ve İstanbul 3. İdare Mahkemesine (E.2018/1533, K.2019/2294) GÖNDERİLMESİNE,

D. Başvurucunun tazminat talebinin REDDİNE,

E. 446,90 TL ve 364,60 TL harçtan oluşan toplam 811,50 TL yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,

F. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 24/11/2021 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

İBRAHİM ŞAHİNTÜRK BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2019/9757)

 

Karar Tarihi: 29/12/2021

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Kadir ÖZKAYA

Üyeler

:

Engin YILDIRIM

 

 

M. Emin KUZ

 

 

Rıdvan GÜLEÇ

 

 

Yıldız SEFERİNOĞLU

Raportör

:

Ayhan KILIÇ

Başvurucu

:

İbrahim ŞAHİNTÜRK

Vekili

:

Av. Mustafa Kemal GÖZE

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, ihtirazi kayıtla verilen düzeltme beyannameleri üzerinden tarh edilen vergi ve cezalara karşı açılan davanın esası incelenmeden reddedilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 22/3/2019 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:

8. Başvurucu 1990 doğumlu olup İstanbul'da ikamet etmektedir.

9. Başvurucu gerçek usulde katma değer vergisi mükellefidir. Beyoğlu Vergi Dairesi Müdürlüğünün 19/10/2017 tarihli yazısıyla, hakkında olumsuz tespitler bulunan R. Limited Şirketinden 2017 yılında yapılan alışların yansıtıldığı beyannamelerin on beş gün içinde düzeltilmesi hâlinde kendisiyle ilgili olarak özel esasların uygulanmayacağı başvurucuya ihtar edilmiştir. Bunun üzerine başvurucu 2017/Nisan, Mayıs, Haziran, Temmuz ve Ağustos dönemlerine ait katma değer vergisine ilişkin olarak 7/11/2017 tarihinde ihtirazi kayıtla düzeltme beyannameleri vermiştir. Düzeltme beyannamelerine dayanılmak suretiyle anılan dönemlere ilişkin olarak başvurucu adına katma değer vergisi tarh edilmiş ve kayba uğratılan verginin yarısı oranında vergi ziyaı cezası uygulanmıştır.

10. Başvurucu 24/11/2017 tarihinde söz konusu tahakkuk işlemlerine karşı İstanbul 10. Vergi Mahkemesinde (Mahkeme) dava açmıştır. Dava dilekçesinde başvurucu, vergi idaresinin hiçbir inceleme yapmadan tehditle düzeltme beyannamesi verdirmesinin hukuka aykırı olduğunu ileri sürmüştür.

11. Mahkeme 30/4/2018 tarihli kararıyla davayı kabul etmiş ve tarhiyatı iptal etmiştir. Kararın gerekçesinde özetle şunlar ifade edilmiştir:

i. Mükellefiyet kaydı bulunan bir tacirin düzenlediği faturaların gerçeği yansıtmadığı, dolayısıyla söz konusu faturalarda yer alan katma değer vergisinin indirim konusu yapılamayacağı sonucuna ulaşılabilmesi için fatura muhteviyatı teslimin veya hizmetin gerçekte yerine getirilmediğinin somut olarak saptanması gerekir. Bu saptamanın ise vergi incelemesi marifetiyle her türlü araştırma ve inceleme yapılıp somut verilere dayalı olarak gerçekleştirilmesi gerekmektedir.

ii. Mükellefin idarenin yazısıyla müeyyide uygulanma baskısı altında düzeltme beyannamesi verme mecburiyetinde bırakılması vergi idaresinin vergilerin doğruluğunu araştırma görev ve yetkisini kullanmak yerine bunu idari işlemlerin hukuka uygunluğunu denetlemekle görevli Mahkemelere bırakma eğilimini ortaya çıkarmaktadır. Oysa Mahkemelerin yetkisi, kanunların idareye bıraktığı yetkilerin kullanılması değil bu yetkilerin kullanılması suretiyle tesis edilen işlemin hukuka uygun olup olmadığının denetiminden ibarettir.

iii. Diğer taraftan düzeltme beyannamesi vermeye zorlanan yükümlülerin vergi incelemesi dışında bırakılması ve vergi idaresince yapılması gereken incelemenin vergi mahkemelerince yapılması Anayasa'ya ve kanunlara aykırıdır.

iv. Kayıtlarına sahte belge intikal ettirdiklerine yönelik olarak yükümlüler hakkında şüphe veya bilginin bulunması durumunda vergi idaresine düşen görev, bu durumun tüm yönleriyle incelenmesi ve gerektiğinde cezalı tarhiyat yapılmasıdır. Dava konusu olayda olduğu gibi mükellefleri birtakım müeyyidelerden bahsederek (inceleme yapma, ceza kesme, kod listesine alma vb.) beyanname vermeye zorlama ise hukuk devleti ilkesi çerçevesinde kabul edilebilecek bir durum değildir.

v. İdarenin düzeltme beyannamesi verilmesini istediği tarih itibarıyla aksi yönde bir tespit yapılmayan başvurucuya, hakkında olumsuz tespitler bulunan mükelleften yaptığı alışlara ait katma değer vergisini indirim konusu yapma imkânı tanınmaması, kanunla tanınan indirim hakkının idari baskı ve yaptırımlarla sınırlandırılması sonucunu doğurmaktadır. Hukuken geçerli, somut tespitler yapılmadan ve kanuni koşullar oluşmadan vergi incelemesinden varılmak istenen maksat gözardı edilmek suretiyle başvurucu adına tahakkuk yapılması ve vergi ziyaı cezası kesilmesi açıkça hukuka aykırıdır.

12. Davalı idare bu karara karşı istinaf yoluna başvurmuştur. İstanbul Bölge İdare Mahkemesi 4. Vergi Dava Dairesi 29/11/2018 tarihli kararıyla mahkeme kararını kaldırmış ve davayı reddetmiştir. Kararın gerekçesinde;

i. 4/1/1961 tarihli ve 213 sayılı Vergi Usul Kanunu'nun 378. maddesinin ikinci fıkrasında konusunu tarh edilen vergilerin oluşturduğu vergi davalarının esasının incelenmesine mükelleflerin kendi beyan ettikleri matrahtan kaynaklanan kısım yönünden sınırlama getirildiği belirtilmiştir. Beyan üzerinden alınan vergilerde beyannamenin kabulü üzerine derhâl tahakkuk fişi düzenlenerek verginin aynı tarihte tahakkuk ettirildiği ifade edilmiş ve bu şekilde tarh edilen ve tahakkuk ettirilen vergiye karşı dava açılamayacağı vurgulanmıştır. Mükelleflerin düzenleyerek imzalarıyla onayladıkları beyannameler üzerinden tarh edilen vergilere karşı vergi davası açılmasına hukuken olanak bulunmadığı açıklanmıştır. Bunun tek istisnasının vergi hatalarına ilişkin düzenlemeler olduğu değerlendirilmiştir.

ii. Mükelleflerin beyannamelerinde bildirdikleri matrahlara veya bildirilen matrahlar üzerinden tarh ve tahakkuk ettirilen vergilerin ihtirazi kayıt konulan kısmına karşı vergi davası açabilmelerinin ancak yasal süresi içinde verilen beyannameler üzerine tahakkuk ettirilen vergiler için geçerli olduğu belirtilmiştir.

iii. Başvurucu tarafından beyanname verme süresi geçirildikten sonra ilgili dönemlere ait katma değer vergisi düzeltme beyannamelerine konulan ihtirazi kaydın, süresinden sonra verilen beyanname üzerine tahakkuk ettirilen vergiye dava açılmasına olanak sağlayan bir çekince olarak kabulüne olanak bulunmadığı ifade edilmiştir. Bu durumda süresi geçtikten sonra ihtirazi kayıtla düzeltme beyannamesi verilmesi üzerine tesis edilen ve incelenebilir nitelikte olmayan tarh işlemleri ile geç tahakkuk ettirilen vergiler nedeniyle gerçekleştirilen ceza kesme işlemlerine karşı açılan davanın kabulü yönündeki kararın kaldırılarak davanın reddine karar verilmesi gerektiği vurgulanmıştır.

13. Nihai karar 21/3/2019 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 22/3/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

IV. İLGİLİ HUKUK

14. İlgili hukuk için bkz. Arbay Petrol Gıda Turizm Taşımacılık Sanayi Ticaret Limited Şirketi ve Arbay Turizm Taşımacılık İthalat İhracat İnşaat ve Organizasyon Sanayi ve Ticaret Limited Şirketi [GK], B. No: 2015/15100, 27/2/2019, §§ 19-34.

V. İNCELEME VE GEREKÇE

15. Anayasa Mahkemesinin 29/12/2021 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun İddiaları

16. Başvurucu, idarenin vergi incelemesi yapmak yerine tehditle düzeltme beyannamesi verdirmesinin Anayasa'ya aykırı olduğunu belirtmiştir. Başvurucu, beyana dayalı vergi sisteminde ihtirazi kaydın mükellefler yönünden önemli bir adil yargılanma güvencesi olduğunu ifade etmiştir. Kanuni süresi geçtikten sonra verilen beyannamelere konulan ihtirazi kaydın geçerli olup olmadığı yolunda içtihat birliğinin bulunmadığını savunan başvurucu, idarenin zorlamasıyla ve mükellefin serbest iradesi olmaksızın verdiği beyannamelere karşı dava açamamasının hak arama hürriyetini ve mülkiyet hakkını ihlal ettiğini savunmuştur. Başvurucu son olarak süresinden sonra verilen beyannamelere karşı dava açılamayacağına ilişkin yorumun hukuki güvenlik ve belirlilik ilkelerini zedelediğini ileri sürmüştür.

B. Değerlendirme

17. Anayasa’nın "Mülkiyet hakkı" kenar başlıklı 35. maddesi şöyledir:

"Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.

Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir.

Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz."

18. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun ileri sürdüğü tüm iddiaların mülkiyet hakkı kapsamında incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir (aynı yönde bkz. Arbay Petrol Gıda Turizm Taşımacılık Sanayi Ticaret Limited Şirketi ve Arbay Turizm Taşımacılık İthalat İhracat İnşaat ve Organizasyon Sanayi ve Ticaret Limited Şirketi, § 39).

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

19. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Esas Yönünden

a. Mülkün ve Müdahalenin Varlığı ile Müdahalenin Türü

20. Başvurucunun ihtirazi kayıtla verdiği beyannameler üzerinden yapılan tarh işleminin mülkiyet hakkına müdahale teşkil ettiği hususu kuşkusuzdur. Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarında; vergi ve benzeri mali yükümlülükler ile sosyal güvenlik prim ve katkılarını belirlemeye, değiştirmeye ve ödenmesini güvence altına almaya yönelik müdahalelerin taşıdığı amaçlar dikkate alındığında devletin mülkiyetin kamu yararına kullanımını kontrol veya düzenlenmesi yetkisi kapsamında incelenmesi gerektiği kabul edilmiştir (Arif Sarıgül, B. No: 2013/8324, 23/2/2016, § 50; Narsan Plastik San. ve Tic. Ltd. Şti., B. No: 2013/6842, 20/4/2016, § 71). Somut olayda da müdahalenin mülkiyetin kullanılmasının kontrolü veya düzenlenmesine ilişkin üçüncü kural çerçevesinde incelenmesi gerekmektedir.

b. Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı

21. Anayasa'nın 13. maddesi şöyledir:

"Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz."

22. Anayasa’nın 35. maddesinde mülkiyet hakkı sınırsız bir hak olarak düzenlenmemiş, bu hakkın kamu yararı amacıyla ve kanunla sınırlandırılabileceği öngörülmüştür. Mülkiyet hakkına müdahalede bulunulurken temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasına ilişkin genel ilkeleri düzenleyen Anayasa'nın 13. maddesinin de gözönünde bulundurulması gerekmektedir. Dolayısıyla mülkiyet hakkına yönelik müdahalenin Anayasa'ya uygun olabilmesi için müdahalenin kanuna dayanması, kamu yararı amacı taşıması ve ayrıca ölçülülük ilkesi gözetilerek yapılması gerekmektedir (Recep Tarhan ve Afife Tarhan, B. No: 2014/1546, 2/2/2017, § 62).

23. Anayasa Mahkemesi idarenin icbarıyla süresinden sonra ve ihtirazi kayıtla verilen düzeltme beyannamesine dayalı olarak tarh edilen vergi ve kesilen cezalara karşı açılan davanın, süresinden sonra verilen beyannamelere karşı dava açılamayacağı gerekçesiyle esası incelenmeksizin reddedilmesi suretiyle mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin anayasallığını Arbay Petrol Gıda Turizm Taşımacılık Sanayi Ticaret Limited Şirketi ve Arbay Turizm Taşımacılık İthalat İhracat İnşaat ve Organizasyon Sanayi ve Ticaret Limited Şirketi kararında incelemiştir.

24. Anayasa Mahkemesi süresinden sonra ihtirazi kayıtla verilen beyannameye dayalı olarak tarh edilen cezalı vergiye karşı açılan davanın incelenmemesi suretiyle mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin kanuni dayanağının ve meşru amacının bulunduğunu kabul etmiş (Arbay Petrol Gıda Turizm Taşımacılık Sanayi Ticaret Limited Şirketi ve Arbay Turizm Taşımacılık İthalat İhracat İnşaat ve Organizasyon Sanayi ve Ticaret Limited Şirketi, §§ 44-47), bununla birlikte müdahalenin ölçülü olmadığı sonucuna ulaşmıştır (Arbay Petrol Gıda Turizm Taşımacılık Sanayi Ticaret Limited Şirketi ve Arbay Turizm Taşımacılık İthalat İhracat İnşaat ve Organizasyon Sanayi ve Ticaret Limited Şirketi, §§ 52-67).

25. Anılan kararda, hukuki bir ihtilafın bulunduğu konularda mükelleflere -kural olarak- verdikleri beyannamelere -ihtirazi kayıt koymak suretiyle- dava açma hakkı sağlanmaması hâlinde mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin keyfî veya hukuka aykırı olduğunun ileri sürülebileceği etkin bir itiraz imkânı tanınmamış olacağından mülkiyet hakkı sahibine aşırı bir külfet yüklenmiş olacağına işaret edilmiştir (Arbay Petrol Gıda Turizm Taşımacılık Sanayi Ticaret Limited Şirketi ve Arbay Turizm Taşımacılık İthalat İhracat İnşaat ve Organizasyon Sanayi ve Ticaret Limited Şirketi, § 57). Kararda, 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 27. maddesinin (4) numaralı fıkrasındaki düzenlemeyle ihtirazi kayıt konularak verilen beyanname üzerine mükelleflerin dava açabileceğinin kabul edildiğine vurgu yapıldıktan sonra bu suretle vergilendirmede mükellef aleyhine hukuka aykırılığa yol açmamak ve bazı matrah unsurlarını hukuken tartışılabilir kılmak amacıyla yargı içtihatlarıyla geliştirilen ihtirazi kayıt kurumunun kanuni düzenlemeye de konu olduğunun altı çizilmiştir (Arbay Petrol Gıda Turizm Taşımacılık Sanayi Ticaret Limited Şirketi ve Arbay Turizm Taşımacılık İthalat İhracat İnşaat ve Organizasyon Sanayi ve Ticaret Limited Şirketi, § 58).

26. Anılan kararda Anayasa Mahkemesi; süresinden sonra verilen düzeltme beyannamesine ihtirazi kayıt koyarak dava açmak isteyen mükelleflerin durumlarının, süresinden sonra pişmanlıkla verdiği beyanname üzerine dava açmak isteyen mükelleflerden farklılık arz ettiğini belirtmiştir. Anayasa Mahkemesine göre pişmanlıkla beyanda bulunan mükellef hatalı davranışını kabul etmiştir ve vergi ziyaına yol açan fiilden pişmandır. Bu hâlde dava açılması bu pişmanlık hâliyle bağdaşmamaktadır. Ancak pişmanlık hükümlerinden faydalanma yönünde bir irade göstermeden düzeltme beyanına ihtirazi kayıt koyan mükellefin dava açabilme isteğinin de hukuken korunması gerekir. Bunun nedeni mükellefin pişmanlık iradesinin olmaması ve hâlâ tereddüde düştüğü ya da vergi idaresinin düzeltme talebine konu olan hususun hukuken tartışılır hâle gelmesini istemesidir. İdarenin icbarı üzerine düzeltme beyannamesi verildiği hâllerde başvurucular, herhangi bir hatalı davranışlarının varlığını kabul etmemektedir. Pişmanlıkla verilen beyannamelere ihtirazi kayıt konularak dava açılamayacağının ileri sürülmesi pişmanlık kurumunun doğasından kaynaklanan bir sınır oluştursa da aynı iddianın süresinden sonra verilen düzeltme beyannameleri için geçerli olmadığı açıktır. Çünkü bu durumda mükellef pişmanlık beyanında bulunmamıştır. İdari bir yorumla beyanına dâhil edilmesi gereken bir matrahın bulunduğunun ya da indirimlerinden çıkarılması gereken bir faturanın olduğunun ileri sürülmesi veya fark edilmesi üzerine vergi mükellefi bu durumun hukuken tartışılır kılınmasını isteyebilmelidir. Başvurucuların idari yorumun aksi yönünde oluşan bir iddiası vardır ve bu iddianın tartışılabilirliğinin hukuken korunması gerekir (Arbay Petrol Gıda Turizm Taşımacılık Sanayi Ticaret Limited Şirketi ve Arbay Turizm Taşımacılık İthalat İhracat İnşaat ve Organizasyon Sanayi ve Ticaret Limited Şirketi, §§ 60, 61).

27. Anayasa Mahkemesine göre vergi idaresinin ihtar ettiği kod listesine alınmanın -diğer mükelleflerce bilinebilir hâle geldiğinden- ticari satışların bitmesi ve tacirlerin muhasebe döngüsünü sağlama yönünden çok önemli bir unsur olan vergi iadelerinin alınamaması/geç alınması gibi riskli sonuçlarının olduğu görülmektedir. Dolayısıyla başvurucuların vergi idaresinden kanunda öngörülen usulü yani incelemeye sevk edilme ve vergi inceleme raporu ya da takdir komisyonu kararına dayalı olarak vergi ziyaı cezalı tarhiyat yapılmasını beklemeleri uygun olmayabilir. Kaldı ki bu hâlde başvurucular düzenlenecek vergi suçu raporu üzerine adli soruşturma ve kovuşturmaya da tabi tutulabileceklerdir. Ayrıca tarhiyat üzerine dava açılması hâlinde gecikme faizi bu davanın reddine ilişkin kararın tebliğine göre hesaplanacak ve başvurucular daha fazla gecikme faizi ödeyebileceklerdir. Bu sebeple başvurucular düzeltme beyannamesi vermeyi tercih etmektedir. Bunun da ötesinde idarenin yazısı üzerine düzeltme beyannamesi verilmesine rağmen vergilendirme işlemine karşı dava açılamaması hukuki denetim dışında kalan bir alan oluşmasına yol açmaktadır. Vergilendirme idarenin takdir yetkisinin geniş olduğu bir alandır. Ancak bu geniş takdir yetkisi mülkiyet hakkına vergilendirme yoluyla müdahale bakımından kamu makamlarının mülkiyet hakkının gerekliliklerine uyması zorunluluğunu ortadan kaldırmamaktadır (Arbay Petrol Gıda Turizm Taşımacılık Sanayi Ticaret Limited Şirketi ve Arbay Turizm Taşımacılık İthalat İhracat İnşaat ve Organizasyon Sanayi ve Ticaret Limited Şirketi, § 63).

28. Sözü edilen kararda ayrıca resen yapılacak vergi incelemesinin, matrah takdirinin ve buna bağlı olarak vergi tarhiyatının ne zaman yapılacağı da belirli olmayıp başvurucuların buna dayalı olarak başlatılacak idari ve yargısal süreç boyunca cezalı vergiyi ödeme baskısıyla karşılaşacaklarına da işaret edilmiş, davanın mükellef aleyhine sonuçlanması durumunda da cezalı vergi yanında tarhiyatın ilgili bulunduğu döneme ilişkin normal vade tarihinden sürecin kesinleştiği tarihe kadar, dava süresini de içerecek şekilde gecikme faizi ödemesinin söz konusu olabileceği vurgulanmıştır (Arbay Petrol Gıda Turizm Taşımacılık Sanayi Ticaret Limited Şirketi ve Arbay Turizm Taşımacılık İthalat İhracat İnşaat ve Organizasyon Sanayi ve Ticaret Limited Şirketi, § 64).

29. Anayasa Mahkemesi nihai olarak derece mahkemelerinin 213 sayılı Kanun'un 378. maddesinin ikinci fıkrasında düzenlenen hukuk kuralını, düzeltme beyannamesine ihtirazi kayıt konulmasının dava açma hakkı vermeyeceği şeklinde yorumlamasının -sürecin bütününe bakıldığında- başvurucuların müdahalenin hukuka aykırı olduğuna yönelik iddia ve itirazlarını etkin bir biçimde sunamaması sonucuna yol açtığını belirtmiş; mülkiyet hakkının öngördüğü usul güvencelerinin sağlanamaması dolayısıyla müdahalenin başvuruculara şahsi olarak aşırı bir külfet yüklediği, başvurucuların mülkiyet hakkının korunması ile müdahalenin kamu yararı amacı arasında olması gereken adil dengenin başvurucular aleyhine bozulduğu neticesine ulaşmıştır (Arbay Petrol Gıda Turizm Taşımacılık Sanayi Ticaret Limited Şirketi ve Arbay Turizm Taşımacılık İthalat İhracat İnşaat ve Organizasyon Sanayi ve Ticaret Limited Şirketi, § 66).

30. Eldeki başvurunun koşulları ile Anayasa Mahkemesinin anılan kararına konu olaydaki koşulların aynı olduğu görülmektedir. Anayasa Mahkemesinin Arbay Petrol Gıda Turizm Taşımacılık Sanayi Ticaret Limited Şirketi ve Arbay Turizm Taşımacılık İthalat İhracat İnşaat ve Organizasyon Sanayi ve Ticaret Limited Şirketi kararında ulaşılan sonuçtan ayrılmayı gerektiren bir neden bulunmamaktadır.

31. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

3. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

32. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…

 (2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir."

33. Başvurucu, ihlalin tespit edilmesi ve yargılamanın yenilenmesine hükmedilmesi talebinde bulunmuştur.

34. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan ([GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018) kararında ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağı hususunda genel ilkeler belirlenmiştir. Anayasa Mahkemesi diğer bir kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal kararının yerine getirilmemesinin sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin devamı anlamına geleceği gibi ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle sonuçlanacağına işaret etmiştir (Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019).

35. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural mümkün olduğunca eski hâle getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması, ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan, §§ 55, 57).

36. İhlalin mahkeme kararından kaynaklandığı veya mahkemenin ihlali gideremediği durumlarda Anayasa Mahkemesi, 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası ile Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 79. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın bir örneğinin ilgili mahkemeye gönderilmesine hükmeder. Anılan yasal düzenleme, usul hukukundaki benzer hukuki kurumlardan farklı olarak ihlali ortadan kaldırmak amacıyla yeniden yargılama sonucunu doğuran ve bireysel başvuruya özgülenen bir giderim yolunu öngörmektedir. Bu nedenle Anayasa Mahkemesi tarafından ihlal kararına bağlı olarak yeniden yargılama kararı verildiğinde usul hukukundaki yargılamanın yenilenmesi kurumundan farklı olarak ilgili mahkemenin yeniden yargılama sebebinin varlığını kabul hususunda herhangi bir takdir yetkisi bulunmamaktadır. Dolayısıyla böyle bir kararın kendisine ulaştığı mahkemenin yasal yükümlülüğü, ilgilinin talebini beklemeksizin Anayasa Mahkemesinin ihlal kararı nedeniyle yeniden yargılama kararı vererek devam eden ihlalin sonuçlarını gidermek üzere gereken işlemleri yerine getirmektir (Mehmet Doğan, §§ 58, 59; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), §§ 57-59, 66, 67).

37. İncelenen başvuruda, süresinden sonra ihtirazi kayıtla verilen beyanname üzerine yapılan tarhiyata karşı açılan davanın esasının incelenmemesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği sonucuna ulaşılmıştır. Dolayısıyla ihlal, mahkeme kararından kaynaklanmıştır.

38. Bu durumda mülkiyet hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Yapılacak yeniden yargılama ise bireysel başvuruya özgü düzenleme içeren 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu kapsamda yapılması gereken iş, yeniden yargılama kararı verilerek Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar verilmesinden ibarettir. Bu sebeple kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere İstanbul 10. Vergi Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekmektedir.

39. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 364,60 TL harç ve 4.500 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 4.864,60 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Anayasa'nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Kararın bir örneğinin mülkiyet hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere İstanbul 10. Vergi Mahkemesine (E.2017/2811, K.2018/1795) GÖNDERİLMESİNE,

D. 364,60 TL harç ve 4.500 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 4.864,60 TL yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,

E. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

F. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 29/12/2021 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

YAVUZ ÇANĞA BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2019/13139)

 

Karar Tarihi: 29/12/2021

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Kadir ÖZKAYA

Üyeler

:

Engin YILDIRIM

 

 

M. Emin KUZ

 

 

Rıdvan GÜLEÇ

 

 

Yıldız SEFERİNOĞLU

Raportör

:

M. Emin ŞAHİNER

Başvurucu

:

Yavuz ÇANĞA

Vekili

:

Av. Bilal ARSLAN

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, ihtirazi kayıtla verilen düzeltme beyannamesi üzerinden yapılan vergi tarhiyatına ve kesilen vergi ziyaı cezasına karşı açılan davanın esası incelenmeden reddedilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 17/4/2019 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:

8. Başvurucunun mal ve hizmet alımında bulunduğu mükellef firma hakkında vergi tekniği raporu düzenlenmiştir. Bu rapora göre vergi mükellefi firma, iş ve işlemlerinde sahte faturalar düzenlemiştir.

9. Gaziosmanpaşa Vergi Dairesi Müdürlüğü (Vergi İdaresi) tarafından 6/11/2017 tarihli yazı ile hakkında vergi tekniği raporu düzenlenen mükellef firmadan Mayıs 2013 döneminde yapılan mal ve hizmet alımlarına ait faturaların sahte olduğu belirtilerek başvurucudan bu alımlara isabet eden katma değer vergisinin (KDV) tenzil edilmesi istenmiş, aksi takdirde olumsuz mükellefler listesine alınacağı uyarısı yapılmıştır.

10. Başvurucu anılan yazı üzerine olumsuz mükellefler listesine girmemek için 6/12/2017 tarihinde Vergi İdaresine ihtirazi kayıtla düzeltme beyannamesi vermiştir. Bu beyanname üzerine Vergi İdaresince KDV ve gecikme faizi tahakkuk ettirilmiş ve vergi ziyaı cezası kesilmiştir.

11. Başvurucu, ihtirazi kayıtla verilen düzeltme beyannamesi üzerine Vergi İdaresince tahakkuk ettirilen KDV ve gecikme faizi ile kesilen vergi ziyaı cezasının iptali talebiyle 26/12/2017 tarihinde İstanbul 1. Vergi Mahkemesinde (Vergi Mahkemesi) dava açmıştır. Dava dilekçesinde başvurucu, düzeltme beyannamesini Vergi İdaresinin zorlayıcı yazısı üzerine olumsuz mükellefler listesinde yer almamak için verdiğini ve ayrıca Vergi İdaresi tarafından tenzil konusu yaptırılan KDV düzenlemelerinin vergi inceleme müessesesini düzenleyen kanun maddelerine aykırı olması nedeniyle dava konu işlemin haksız ve kanuni dayanaktan yoksun olduğunu ileri sürmüştür.

12. Vergi Mahkemesi 4/10/2018 tarihli kararıyla davanın kabulüne karar vermiştir. Kararın gerekçesi özetle şöyledir:

i. Türk vergi sistemi beyan esasına dayanmakta olup yükümlüler tarafından yapılan beyanın doğru olmadığının, yapılacak vergi incelemesi ile her türlü araştırma ve inceleme yapılarak somut verilerle ortaya konulması zorunludur.

ii. Bu durumda yapılacak vergi incelemesi sonucu beyanın aksinin somut tespitlerle ortaya konulması hâlinde yükümlüler hakkında idarece işlem yapılacağı açıktır.

iii. Başvurucu, dava konusu işlemin dayanağı olan düzeltme KDV beyannamelerini rızaen değil haklarında olumsuzluk bulunan mükellefler listesine girmemek için vermiştir.

iv. Vergi İdaresinin yükümlüleri ikinci bir beyanda bulunmaya zorlama hak ve yetkisi bulunmamaktadır.

v. Vergi İdaresince faturanın sahte olduğu iddia ediliyor ise vergi incelemesi yapılması suretiyle her türlü araştırma ve inceleme yapılarak somut verilerle belgenin sahteliğinin ortaya konulması gerekmektedir.

vi. Buna mukabil başvurucu yükümlü tarafından indirim konusu yapılan vergilerin doğruluğu ve yükümlü nezdinde yapılmış bir vergi incelemesi sonucu somut verilerle ortaya konulmamıştır.

13. Mahkeme kararına karşı Vergi İdaresi tarafından 22/11/2018 tarihinde istinaf başvurusunda bulunulmuş, istinaf incelemesi sonucunda İstanbul Bölge İdare Mahkemesi Üçüncü Vergi Dava Dairesi 27/2/2019 tarihinde istinaf başvurusunun kabulüyle yerel mahkeme kararının kaldırılmasına, davanın vergi ziyaı cezası yönünden reddine ve tahakkuk işlemleri yönünden ise incelenmeksizin reddine kesin olarak karar vermiştir. Kararın gerekçesinde, vergi yükümlülerinin beyannamelerinde bildirdikleri matrahlara veya bildirilen matrahlar üzerinden tarh ve tahakkuk ettirilen vergilerin ihtirazi kayıt konulan kısmına karşı vergi davası açabilmelerine imkân var ise de bu taleplerinin yasal süresi içinde verilen beyannameler üzerine tahakkuk ettirilen vergileri kapsadığı ve yasal süresi geçtikten sonra verilen KDV düzeltme beyanına konulan ihtirazi kaydın beyanname üzerinden tahakkuk ettirilen vergiye bir etkisinin bulunmadığı bildirilmiştir.

14. Nihai karar başvurucu vekiline 29/3/2019 tarihinde tebliğ edilmiştir.

15. Başvurucu 17/4/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

IV. İLGİLİ HUKUK

16. Konu ile ilgili hukuk için bkz. Arbay Petrol Gıda Turizm Taşımacılık Sanayi Ticaret Ltd. Şti. ve Arbay Turizm Taşımacılık İthalat İhracat İnşaat ve Organizasyon Sanayi ve Ticaret Ltd. Şti., [GK], B. No: 2015/15100, 27/2/2019, §§ 19-34.

V. İNCELEME VE GEREKÇE

17. Anayasa Mahkemesinin 29/12/2021 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun İddiaları

18. Başvurucu, mal ve hizmet alımında bulunduğu şirketin olumsuz mükellef listesinde (kod listesi) yer alması nedeniyle Vergi İdaresince yapılan uyarı üzerine Mayıs 2013 dönemine ilişkin düzeltme beyannamesi vermek zorunda bırakıldığını belirtmiştir. Başvurucu, ihtirazi kayıtla verilen bu beyanname üzerinden yapılan vergi ve gecikme faizi tahakkuku ile kesilen vergi ziyaı cezasına karşı Vergi Mahkemesinde açtığı davanın söz konusu beyannamenin kanuni süresi geçtikten sonra verildiğinden bahisle haksız olarak reddedilmesinden yakınarak adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkının ve mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

B. Değerlendirme

19. Anayasa’nın "Mülkiyet hakkı" kenar başlıklı 35. maddesi şöyledir:

 “Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.

Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir.

Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz.”

20. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucu adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkının da ihlal edildiğini ileri sürmekte ise de vergilendirme işlemine ilişkin şikâyetin ilgili olduğu mülkiyet hakkının ihlali iddiası kapsamında incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

21. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Esas Yönünden

22. Başvurucunun ihtirazi kayıtla verdiği beyanname üzerinden yapılan tarh ve tahakkuk işlemleri sonucu KDV ile bu vergiye ait gecikme faizi ve vergi ziyaı cezası ödemelerinin mülkiyet hakkına müdahale teşkil ettiği hususu kuşkusuzdur. Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarında; vergi ve benzeri mali yükümlülükler ile sosyal güvenlik prim ve katkılarını belirlemeye, değiştirmeye ve ödenmesini güvence altına almaya yönelik müdahalelerin taşıdığı amaçlar dikkate alındığında devletin mülkiyetin kamu yararına kullanımını kontrol veya düzenlenmesi yetkisi kapsamında incelenmesi gerektiği kabul edilmiştir (Arif Sarıgül, B. No: 2013/8324, 23/2/2016, § 50; Narsan Plastik San. ve Tic. Ltd. Şti., B. No: 2013/6842, 20/4/2016, § 71). Somut olayda da müdahalenin mülkiyetin kullanılmasının kontrolü veya düzenlenmesine ilişkin üçüncü kural çerçevesinde incelenmesi gerekmektedir.

23. Başvurucunun yukarıda belirtilen şikâyetleri ile benzer bir başvuru daha önce Anayasa Mahkemesince incelenmiş ve karara bağlanmıştır (Arbay Petrol Gıda Turizm Taşımacılık Sanayi Ticaret Ltd. Şti. ve Arbay Turizm Taşımacılık İthalat İhracat İnşaat ve Organizasyon Sanayi ve Ticaret Ltd. Şti., §§ 41-67).

24. Buna göre Anayasa Mahkemesi söz konusu başvuruda derece mahkemelerinin 4/1/1961 tarihli ve 213 sayılı Vergi Usul Kanunu'nun 378. maddesinin ikinci fıkrasında düzenlenen hukuk kuralını, düzeltme beyannamesine ihtirazi kayıt konulmasının dava açma hakkı vermeyeceği şeklinde yorumlamasını -sürecin bütününe bakıldığında- başvurucunun müdahalenin hukuka aykırı olduğuna yönelik olarak iddia ve itirazlarını etkin bir biçimde sunamaması sonucuna yol açtığını tespit etmiş ve somut olayda mülkiyet hakkının öngördüğü usul güvencelerinin sağlanamamasından dolayı müdahalenin başvurucuya şahsi olarak aşırı bir külfet yüklediği, başvurucunun mülkiyet hakkının korunması ile müdahalenin kamu yararı amacı arasında olması gereken adil dengenin başvurucu aleyhine bozulduğu ve dolayısıyla mülkiyet hakkının ihlal edildiği sonucuna varmıştır (Arbay Petrol Gıda Turizm Taşımacılık Sanayi Ticaret Ltd. Şti. ve Arbay Turizm Taşımacılık İthalat İhracat İnşaat ve Organizasyon Sanayi ve Ticaret Ltd. Şti., §§ 52-67).

25. Aynı şikâyeti içeren somut başvuruda da bu ilkelerden ayrılmayı gerektirir bir durum bulunmayıp mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin ölçüsüz olduğu ve Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.

3. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

26. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…

 (2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir."

27. Başvurucu, yeniden yargılamaya karar verilmesi ve tahakkuk ettirilen vergi ve cezaların kaldırılması taleplerinde bulunmuştur.

28. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan ([GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018) kararında ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağı hususunda genel ilkeler belirlenmiştir. Anayasa Mahkemesi diğer bir kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal kararının yerine getirilmemesinin sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin devamı anlamına geleceği gibi ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle sonuçlanacağına işaret etmiştir (Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019).

29. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural mümkün olduğunca eski hâle getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması, ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan, §§ 55, 57).

30. İhlalin mahkeme kararından kaynaklandığı veya mahkemenin ihlali gideremediği durumlarda Anayasa Mahkemesi, 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası ile Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 79. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın bir örneğinin ilgili mahkemeye gönderilmesine hükmeder. Anılan yasal düzenleme, usul hukukundaki benzer hukuki kurumlardan farklı olarak ihlali ortadan kaldırmak amacıyla yeniden yargılama sonucunu doğuran ve bireysel başvuruya özgülenen bir giderim yolunu öngörmektedir. Bu nedenle Anayasa Mahkemesi tarafından ihlal kararına bağlı olarak yeniden yargılama kararı verildiğinde usul hukukundaki yargılamanın yenilenmesi kurumundan farklı olarak ilgili mahkemenin yeniden yargılama sebebinin varlığını kabul hususunda herhangi bir takdir yetkisi bulunmamaktadır. Dolayısıyla böyle bir kararın kendisine ulaştığı mahkemenin yasal yükümlülüğü, ilgilinin talebini beklemeksizin Anayasa Mahkemesinin ihlal kararı nedeniyle yeniden yargılama kararı vererek devam eden ihlalin sonuçlarını gidermek üzere gereken işlemleri yerine getirmektir (Mehmet Doğan, §§ 58, 59; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), §§ 57-59, 66, 67).

31. İhtirazi kayıtla verilen düzeltme beyannamesi üzerine yapılan vergilendirmeye ve kesilen cezaya karşı açılan davanın derece mahkemesince reddedilmesinin ölçüsüz olması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır. Dolayısıyla somut başvuruda ihlalin mahkeme kararından kaynaklandığı anlaşılmaktadır.

32. Bu durumda mülkiyet hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Yapılacak yeniden yargılama ise bireysel başvuruya özgü düzenleme içeren 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu kapsamda yapılması gereken iş, yeniden yargılama kararı verilerek Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar verilmesinden ibarettir. Bu sebeple kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere İstanbul 1. Vergi Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekir.

33. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 364,60 TL harç ve 4.500 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 4.864,60 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Anayasa'nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Kararın bir örneğinin mülkiyet hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere İstanbul 1. Vergi Mahkemesine (E.2017/3151) GÖNDERİLMESİNE,

D. 364,60 TL harç ve 4.500 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 4.864,60 TL yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,

E. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucuların Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

F. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 29/12/2021 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

ALYA ELEKTRONİK İNŞAAT SANAYİ TİCARET LTD. ŞTİ. BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2019/18974)

 

Karar Tarihi: 29/12/2021

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Kadir ÖZKAYA

Üyeler

:

Engin YILDIRIM

 

 

M. Emin KUZ

 

 

Rıdvan GÜLEÇ

 

 

Yıldız SEFERİNOĞLU

Raportör

:

M. Emin ŞAHİNER

Başvurucu

:

Alya Elektronik İnşaat Sanayi Ticaret Limited Şirketi

Vekili

:

Av. Esra CİMİÇ

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru ihtirazi kayıtla verilen düzeltme beyannamesi üzerinden kesilen vergi ziyaı cezasına karşı açılan davanın esası incelenmeden reddedilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 28/5/2019 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir.

7. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır.

III. OLAY VE OLGULAR

8. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:

9. Başvurucu Şirketin mal alımında bulunduğu mükellef firma hakkında vergi tekniği raporu düzenlenmiştir. Bu rapora göre vergi mükellefi firma, iş ve işlemlerinde sahte faturalar düzenlemiştir.

10. Bayrampaşa Vergi Dairesi Müdürlüğü (Vergi İdaresi) tarafından 15/3/2017 tarihli yazı ile hakkında vergi tekniği raporu düzenlenen mükellef firmadan Mart 2015 döneminde yapılan mal alımlarına ait faturaların sahte olduğu belirtilerek başvurucudan bu alımlara isabet eden katma değer vergisinin (KDV) tenzil edilmesi istenmiş, aksi takdirde başvurucunun olumsuz mükellefler listesine alınacağı uyarısı yapılmıştır.

11. Başvurucu anılan yazı üzerine olumsuz mükellefler listesine girmemek için 9/6/2017 tarihinde Vergi İdaresine ihtirazi kayıtla düzeltme beyannamesi vermiştir. Bu beyanname üzerine Vergi İdaresince KDV, damga vergisi ve gecikme faizi tahakkuk ettirilmiş ve vergi ziyaı cezası kesilmiştir.

12. Başvurucu, ihtirazi kayıtla verilen düzeltme beyannamesi üzerine Vergi İdaresince kesilen vergi ziyaı cezasının iptali talebiyle 11/7/2017 tarihinde İstanbul 6. Vergi Mahkemesinde (Vergi Mahkemesi) dava açmıştır. Dava dilekçesinde başvurucu; düzeltme beyannamesini Vergi İdaresinin zorlayıcı yazısı üzerine olumsuz mükellefler listesinde yer almamak için verdiğini, mükelleflerin birtakım müeyyidelerin uygulanacağı baskısı altında beyanname vermek zorunda bırakılmasının hukuk devleti ilkesi ile bağdaşmayacağını ileri sürmüştür.

13. Vergi Mahkemesi 30/3/2018 tarihli kararıyla davanın kabulüne karar vermiştir. Kararın gerekçesi özetle şöyledir:

i. Başvurucu dava konusu işlemin dayanağı olan düzeltme KDV beyannamelerini rızaen değil haklarında olumsuzluk bulunan mükellefler listesine girmemek için vermiştir.

ii. Somut olayda Vergi İdaresince herhangi bir vergi incelemesi yapılmamış olup yalnızca başvurucunun sahte veya muhteviyatı itibarıyla yanıltıcı belge kullanan mükelleften yapmış olduğu alımların gerçeği yansıtmadığı sonucuna ulaşılmış ve başvurucunun bu durumu değerlendirerek beyanlarını düzeltmesi, aksi hâlde kendisi hakkında da özel esasların uygulanacağı yazı ile tarafına bildirilmiştir.

iii. Bu durumda mükellefin düzeltme beyannamesini vermemesi durumunda hakkında olumsuzluk bulunan mükellefler listesine girmesi, ticari ve ekonomik yönden zor duruma düşmesi ve hakkında 4/1/1961 tarihli ve 213 sayılı Vergi Usul Kanunu'nun 148. ile mükerrer 355. maddeleri uyarınca işlem tesis edilmesi kuvvetle muhtemeldir.

iv. Bu nedenlerle Vergi İdaresinin hukuk dışı, ticari ve ekonomik manada tehdit unsuru içeren yazısına istinaden ihtirazi kayıtla verilen KDV beyannamelerine dayanılarak düzenlenen dava konusu tahakkuk fişi ile tahakkuk ettirilen KDV, damga vergisi ve gecikme faizinde hukuka uygunluk bulunmamaktadır.

14. Mahkeme kararına karşı İdare tarafından 1/6/2018 tarihinde istinaf başvurusunda bulunulmuş, istinaf incelemesi sonucunda İstanbul Bölge İdare Mahkemesi 4. Vergi Dava Dairesinin (Bölge İdare Mahkemesi) 19/9/2018 tarihli kararı ile istinaf başvurusunun kabulüyle yerel mahkeme kararının kaldırılmasına ve yeniden bir karar verilmek üzere dosyanın mahkemesine gönderilmesine karar verilmiştir. Kararın gerekçesinde, başvurucu tarafından ihtirazi kayıtla verdiği düzeltme beyannamesine istinaden Mart 2015 dönemi için kesilen vergi ziyaı cezasının kaldırılması istemiyle dava açılmış olmasına rağmen yerel Mahkemece davanın konusunun başvurucunun Mart 2015 dönemi için ihtirazi kayıtla verdiği düzeltme beyannamesine istinaden tahakkuk ettirilen KDV, damga vergisi ve gecikme faizinin kaldırılması istemi olarak kabul edilip dava konusu olmayan tahakkuklar hakkında bir karar verildiği ancak esas dava konusu olan vergi ziyaı cezası hakkında karar verilmediği belirtilmiştir.

15. Vergi Mahkemesi de bu defa 23/10/2018 tarihli kararıyla daha önceki tarihli kararında yer verilen aynı gerekçelerle ve Vergi İdaresinin hukuk dışı, ticari ve ekonomik manada tehdit unsuru içeren yazısına istinaden ihtirazi kayıtla verilen KDV beyannamelerine dayanılarak tahakkuk ettirilen vergi ziyaı cezasında hukuka uygunluk bulunmadığı saptamasından hareketle davanın kabulüne karar vermiştir.

16. Mahkeme kararına karşı Vergi İdaresi tarafından 1/6/2018 tarihinde tekrar istinaf başvurusunda bulunulmuş, istinaf incelemesi sonucunda Bölge İdare Mahkemesinin 26/2/2019 tarihli kararı ile istinaf başvurusunun kabulüyle yerel mahkeme kararının kaldırılmasına ve davanın reddine kesin olarak karar verilmiştir. Kararın gerekçesinde, 25/10/1984 tarihli ve 3065 sayılı Katma Değer Vergisi Kanunu'nun 41. maddesinde öngörülen yasal süre geçtikten sonra verilen KDV düzeltme beyanına konulan ihtirazi kaydın beyanname üzerinden tahakkuk ettirilen vergiye bir etkisinin bulunmadığı ve süresinde tahakkuk ettirilmemesi nedeniyle ziyaa uğratılan vergi ile ilgili olarak mevzuatına uygun şekilde kesilen vergi ziyaı cezasında da hukuka aykırılık bulunmadığı tespitine yer verilmiştir.

17. Nihai karar başvurucu vekiline 29/4/2019 tarihinde tebliğ edilmiştir.

18. Başvurucu 28/5/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

IV. İLGİLİ HUKUK

19. Konu ile ilgili hukuk için bkz. Arbay Petrol Gıda Turizm Taşımacılık Sanayi Ticaret Ltd. Şti. ve Arbay Turizm Taşımacılık İthalat İhracat İnşaat ve Organizasyon Sanayi ve Ticaret Ltd. Şti., [GK], B. No: 2015/15100, 27/2/2019, §§ 19-34.

V. İNCELEME VE GEREKÇE

20. Anayasa Mahkemesinin 29/12/2021 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü

21. Başvurucu, mal ve hizmet alımında bulunduğu şirketin olumsuz mükellef listesinde (kod listesi) yer alması nedeniyle Vergi İdaresince yapılan uyarı üzerine Mart 2015 dönemine ilişkin düzeltme beyannamesi vermek zorunda bırakıldığını belirtmiştir. Başvurucu emsal mahkeme kararlarının davacıların lehine sonuçlandığını ifade etmiştir. Başvurucu sonuç olarak ihtirazi kayıtla verilen bu beyanname üzerinden kesilen vergi ziyaı cezasına karşı Vergi Mahkemesinde açtığı davanın söz konusu beyannamenin kanuni süresi geçtikten sonra verildiğinden bahisle haksız olarak reddedilmesinden yakınarak eşitlik ilkesi ile mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

22. Bakanlık görüşünde, mevcut başvuruda başvurucunun mülkiyet hakkının ihlal edilip edilmediği hususunda Anayasa Mahkemesi tarafından yapılacak incelemede ilgili mevzuat hükümlerinin, Anayasa Mahkemesi içtihadı ile somut olayın kendine özgü koşullarının da dikkate alınması gerektiği ifade edilmiştir.

B. Değerlendirme

23. Anayasa’nın "Mülkiyet hakkı" kenar başlıklı 35. maddesi şöyledir:

 “Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.

Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir.

Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz.”

24. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucu adil yargılanma hakkı ile eşitlik ilkesinin ihlal edildiğini ileri sürmekte ise de vergilendirme işlemine ilişkin şikâyetin ilgili olduğu mülkiyet hakkının ihlali iddiası kapsamında incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

25. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Esas Yönünden

26. Başvurucunun ihtirazi kayıtla verdiği beyanname üzerinden yapılan tarh ve tahakkuk işlemleri sonucu KDV ve damga vergisi ile bu vergilere ait gecikme faizi ve vergi ziyaı cezası ödemelerinin mülkiyet hakkına müdahale teşkil ettiği hususu kuşkusuzdur. Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarında; vergi ve benzeri mali yükümlülükler ile sosyal güvenlik prim ve katkılarını belirlemeye, değiştirmeye ve bunların ödenmesini güvence altına almaya yönelik müdahalelerin taşıdığı amaçlar dikkate alındığında devletin mülkiyetin kamu yararına kullanımını kontrol veya düzenlemesi yetkisi kapsamında incelenmesi gerektiği kabul edilmiştir (Arif Sarıgül, B. No: 2013/8324, 23/2/2016, § 50; Narsan Plastik San. ve Tic. Ltd. Şti., B. No: 2013/6842, 20/4/2016, § 71). Somut olayda da müdahalenin mülkiyetin kullanılmasının kontrolü veya düzenlenmesine ilişkin üçüncü kural çerçevesinde incelenmesi gerekmektedir.

27. Başvurucunun yukarıda belirtilen şikâyetleri ile benzer bir başvuru daha önce Anayasa Mahkemesince incelenmiş ve karara bağlanmıştır (Arbay Petrol Gıda Turizm Taşımacılık Sanayi Ticaret Ltd. Şti. ve Arbay Turizm Taşımacılık İthalat İhracat İnşaat ve Organizasyon Sanayi ve Ticaret Ltd. Şti., §§ 41-67).

28. Buna göre Anayasa Mahkemesi söz konusu başvuruda derece mahkemelerinin 213 sayılı Kanun'un 378. maddesinin ikinci fıkrasında düzenlenen hukuk kuralını, düzeltme beyannamesine ihtirazi kayıt konulmasının dava açma hakkı vermeyeceği şeklinde yorumlamasını -sürecin bütününe bakıldığında- başvurucunun müdahalenin hukuka aykırı olduğuna yönelik olarak iddia ve itirazlarını etkin bir biçimde sunamaması sonucuna yol açtığını tespit etmiş ve somut olayda mülkiyet hakkının öngördüğü usul güvencelerinin sağlanamamasından dolayı müdahalenin başvurucuya şahsi olarak aşırı bir külfet yüklediği, başvurucunun mülkiyet hakkının korunması ile müdahalenin kamu yararı amacı arasında olması gereken adil dengenin başvurucu aleyhine bozulduğu ve dolayısıyla mülkiyet hakkının ihlal edildiği sonucuna varmıştır (Arbay Petrol Gıda Turizm Taşımacılık Sanayi Ticaret Ltd. Şti. ve Arbay Turizm Taşımacılık İthalat İhracat İnşaat ve Organizasyon Sanayi ve Ticaret Ltd. Şti., §§ 52-67).

29. Aynı şikâyeti içeren somut başvuruda da bu ilkelerden ayrılmayı gerektirir bir durum bulunmayıp mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin ölçüsüz olduğu ve Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.

3. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

30. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…

 (2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir."

31. Başvurucu, ihlalin tespit edilmesi ve yargılamanın yenilenmesine hükmedilmesi talebinde bulunmuştur.

32. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan ([GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018) kararında ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağı hususunda genel ilkeler belirlenmiştir. Anayasa Mahkemesi diğer bir kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal kararının yerine getirilmemesinin sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin devamı anlamına geleceği gibi ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle sonuçlanacağına işaret etmiştir (Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019).

33. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural mümkün olduğunca eski hâle getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması, ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan, §§ 55, 57).

34. İhlalin mahkeme kararından kaynaklandığı veya mahkemenin ihlali gideremediği durumlarda Anayasa Mahkemesi, 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası ile Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 79. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın bir örneğinin ilgili mahkemeye gönderilmesine hükmeder. Anılan yasal düzenleme, usul hukukundaki benzer hukuki kurumlardan farklı olarak ihlali ortadan kaldırmak amacıyla yeniden yargılama sonucunu doğuran ve bireysel başvuruya özgülenen bir giderim yolunu öngörmektedir. Bu nedenle Anayasa Mahkemesi tarafından ihlal kararına bağlı olarak yeniden yargılama kararı verildiğinde usul hukukundaki yargılamanın yenilenmesi kurumundan farklı olarak ilgili mahkemenin yeniden yargılama sebebinin varlığını kabul hususunda herhangi bir takdir yetkisi bulunmamaktadır. Dolayısıyla böyle bir kararın kendisine ulaştığı mahkemenin yasal yükümlülüğü, ilgilinin talebini beklemeksizin Anayasa Mahkemesinin ihlal kararı nedeniyle yeniden yargılama kararı vererek devam eden ihlalin sonuçlarını gidermek üzere gereken işlemleri yerine getirmektir (Mehmet Doğan, §§ 58, 59; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), §§ 57-59, 66, 67).

35. İhtirazi kayıtla verilen düzeltme beyannamesi üzerine yapılan vergilendirmeye ve kesilen cezaya karşı açılan davanın derece mahkemesince reddedilmesinin ölçüsüz olması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır. Dolayısıyla somut başvuruda ihlalin mahkeme kararından kaynaklandığı anlaşılmaktadır.

36. Bu durumda mülkiyet hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Yapılacak yeniden yargılama ise bireysel başvuruya özgü düzenleme içeren 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu kapsamda yapılması gereken iş, yeniden yargılama kararı verilerek Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar verilmesinden ibarettir. Bu sebeple kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere İstanbul 6. Vergi Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekir.

37. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 364,60 TL harç ve 4.500 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 4.864,60 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Anayasa'nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Kararın bir örneğinin mülkiyet hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere İstanbul 6. Vergi Mahkemesine (E.2018/1959) GÖNDERİLMESİNE,

D. 364,60 TL harç ve 4.500 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 4.864,60 TL yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,

E. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucuların Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

F. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 29/12/2021 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

GENEL KURUL

 

KARAR

 

HANİFE YILDIZ TORUM VE NİMET FİLİZ SEVEN BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2018/1567)

 

Karar Tarihi: 10/2/2022

R.G. Tarih ve Sayı: 9/3/2022-31773

 

GENEL KURUL

 

KARAR

 

Başkan

:

Zühtü ARSLAN

Başkanvekili

:

Hasan Tahsin GÖKCAN

Başkanvekili

:

Kadir ÖZKAYA

Üyeler

:

Engin YILDIRIM

 

 

Muammer TOPAL

 

 

M. Emin KUZ

 

 

Rıdvan GÜLEÇ

 

 

Yusuf Şevki HAKYEMEZ

 

 

Yıldız SEFERİNOĞLU

 

 

Selahaddin MENTEŞ

 

 

Basri BAĞCI

 

 

İrfan FİDAN

Raportör

:

Ayhan KILIÇ

Başvurucular

:

1. Hanife Yıldız TORUM

 

 

2. Nimet Filiz SEVEN

Başvurucular Vekilleri

:

1. Av. Gülsen SÖZER

 

 

2. Hatice ÖZÇELİK

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru; riskli yapı kapsamında olması sebebiyle yıktırılan taşınmazın yeni paylaşım yönteminin belirlenmesine ilişkin malikler kurulu kararının hukukiliğinin incelenmemesi nedeniyle mülkiyet hakkıyla bağlantılı olarak etkili başvuru hakkının, malikler kurulu kararına rıza göstermeyen paydaşın hissesinin kamu otoritelerince satılması ve satış bedelinin düşük olması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvurular 29/12/2017, 14/2/2018 ve 19/12/2018 tarihlerinde yapılmıştır.

3. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

4. 2018/4929 ve 2018/37475 numaralı başvurular incelenen başvuruyla birleştirilmiştir.

5. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir.

6. Başvurucular Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmuştur.

7. Bölüm, başvurunun Genel Kurul tarafından incelenmesine karar vermiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

8. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:

9. Birinci başvurucu 1955 doğumlu olup Ankara'da, ikinci başvurucu ise 1952 doğumlu olup İstanbul'da ikamet etmektedir.

10. Başvurucular İstanbul ili Kadıköy ilçesi Erenköy Mahallesi'nde kâin 106 pafta 1167 ada 28 parsel sayılı taşınmazda dört işyeri ve bir daire olmak üzere beş bağımsız bölümün hisseli malikidir. Söz konusu taşınmaz 16/5/2012 tarihli ve 6306 sayılı Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun uyarınca riskli yapı olarak tespit edilmiş ve 27/8/2015 tarihinde de yıktırılmıştır. Taşınmaz üzerindeki kat mülkiyeti, yıkım işleminden sonra 4/9/2015 tarihinde müşterek mülkiyete dönüştürülmüştür. Başvurucuların toplam hissesi 16/100 şeklindedir.

11. Hissedarlar 7/11/2015 tarihinde toplantı gerçekleştirmiş, toplantıya katılan ve üçte iki çoğunluğu teşkil eden hissedarlar, yıkılan apartmanın yenilenmesi için S. Anonim Şirketi ile 23/10/2015 tarihinde imzalanmış olan kat karşılığı inşaat sözleşmesinin ve projenin kabulüne karar vermiştir. Yeni paylaşıma göre başvuruculara kot seviyesinde iki daire verilmiştir. Başvurucular bu toplantıya katılmış ise de bu karara iştirak etmemiştir.

12. Başvurucuların S. Anonim Şirketi ile 23/10/2015 tarihinde imzalanmış olan kat karşılığı inşaat sözleşmesine rıza göstermemesi üzerine diğer paydaşlar, başvurucuların hisselerinin 6306 sayılı Kanun'un 6. maddesi uyarınca resen satılması için İstanbul Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğüne (İdare) müracaat etmiştir. İdare tarafından taşınmazın tahmini metrekare birim değeri 39.000 TL, başvurucuların hissesinin toplam değeri ise 6.396.000 TL olarak tespit edilmiştir. İdare, başvurucuların hisselerinin 14/1/2016 tarihinde açık artırmayla satılmasını kararlaştırmıştır.

A. Malikler Kurulu Kararının İptali ve Sözleşmenin Düzeltilmesi İstemiyle Açılan Dava

13. Başvurucular 7/11/2015 tarihli Malikler Kurulu kararının iptali ve sözleşmenin düzeltilmesi istemiyle 21/12/2015 tarihinde İstanbul Anadolu 25. Asliye Hukuk Mahkemesinde (Asliye Hukuk Mahkemesi) dava açmıştır. Başvurucular dava dilekçesinde, projeyi ve sözleşmeyi menfaatlerine uygun olup olmadığı yönünden inceleme fırsatı bulamadıkları için toplantının ertelenmesini talep ettikleri hâlde bu isteklerinin dikkate alınmadığından yakınmıştır. Başvurucular ayrıca maliklerin üçte iki çoğunluğunun kararının belirleyici olmasının mülkiyet hakkını ölçüsüz kısıtladığını belirtmiş, dört işyeri ve bir daire olmak üzere beş bağımsız bölüm yerine bodrum katta iki daire verilmesinin hakkaniyetli olmadığını savunmuştur. 6306 sayılı Kanun'un 6. maddesine atıfta bulunan başvurucular, taşınmazların yıkılmasından önceki vasıflarıyla değerlendirilmesinin esas olduğunu ifade etmiş, bir akademisyenden aldıkları mütalaaya istinaden yeni projede kendilerine dört dükkân ve bir daire tahsis edilmesi gerektiğini iddia etmiştir. Başvurucular kat karşılığı inşaat sözleşmesinin toplantıdan önce imzalandığına dikkat çekmiş, müzakere sürecine katılamamaktan şikâyet etmiştir. Başvurucular son olarak sözleşmeye göre ödemekle yükümlendirildikleri tutarın (1.652.000 TL) fahiş olduğunu öne sürmüştür.

14. Asliye Hukuk Mahkemesi 22/12/2015 tarihinde, Malikler Kurulu toplantısında alınan kararlar ile inşaat sözleşmesinin uygulanmasının 735.000 TL teminat karşılığında tedbiren durdurulmasına karar vermiştir. Kararın gerekçesinde, iptali talep edilen Malikler Kurulu kararının uygulanmaya devam edilmesi hâlinde başvurucuların karara muhalif kalmış olması ve müteahhit ile sözleşme imzalanmasına rıza göstermemiş bulunması nedeniyle 6306 sayılı Kanun hükümleri gereği paylarının açık artırma ile diğer paydaşlara satılmasının veya Hazine adına tescilinin söz konusu olacağı belirtilmiştir. Kararda, böyle bir durumda davanın konusuz kalacağı, hakkın elde edilmesinin imkânsız hâle geleceği ve Anayasa ile güvence altına alınan mülkiyet hakkının da telafisi imkânsız bir biçimde zedeleneceği ifade edilmiştir. İhtiyati tedbirin koşullarının bu sebeplerle mevcut olduğunun vurgulandığı kararda, karşı tarafın veya üçüncü kişilerin ihtiyati tedbir nedeniyle zarara uğraması hâlinde bunun teminat altına alınması maksadıyla başvurucuların hisselerinin değerinin %15'i oranında -735.000 TL- teminat alınmasına karar verildiği açıklanmıştır.

15. Anılan ihtiyati tedbir kararı üzerine İdare 5/1/2016 tarihinde, 14/1/2016 tarihinde satış yapılmasına ilişkin işlemi iptal etmiştir.

16. Asliye Hukuk Mahkemesi davalıların talebi üzerine 23/2/2016 tarihinde 840.000 TL teminatın yatırılması koşuluyla ihtiyati tedbirin kaldırılmasına hükmetmiştir. Kararın gerekçesinde, taşınmaz üzerinde bulunan binanın yıkılmış olduğuna vurgu yapılarak dosyadaki deliller dikkate alındığında ihtiyati tedbir kararı verilmesini gerektirecek şekilde gecikmesinde zarar oluşacak veya hakkın elde edilmesini imkânsız hâle getirecek bir durumun söz konusu olmadığı belirtilmiştir. Kararda 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 395. maddesi uyarınca ihtiyati tedbirin kaldırılarak bunun yerine davalılardan teminat istenmesi yönünde hüküm kurulmasının başvurucuların haklarının korunması bakımından yeterli olacağı ifade edilmiştir.

17. İdare, ihtiyati tedbirin kaldırılmasından sonra 10/3/2016 tarihli işlemle satışın 5/4/2016 tarihinde yapılmasını kararlaştırmıştır. Ancak bu işleme karşı İstanbul 4. İdare Mahkemesinde (İdare Mahkemesi) açılan davada satış işleminin yürütmesinin İdarenin savunması alınıncaya kadar durdurulmasına 22/3/2016 tarihinde karar verilmiştir. Bunun üzerine ikinci satış işlemi de iptal edilmiştir. Ancak İdare Mahkemesinin yürütmenin durdurulması istemini 26/5/2016 tarihinde reddetmesi üzerine İdare 22/6/2016 tarihli işlemle başvurucuların hisselerinin 21/7/2016 tarihinde açık artırmayla satılmasına karar vermiştir. İhale 21/7/2016 tarihinde yapılmıştır. İhale neticesinde başvurucuların hisseleri toplam 6.400.000 TL bedelle paydaşlardan A.Y.ye satılmıştır. Satış bedeli başvuruculara ödenmiştir.

18. Asliye Hukuk Mahkemesi 4/5/2017 tarihinde davanın konusuz kalması nedeniyle karar verilmesine yer olmadığına karar vermiştir. Kararın gerekçesinde, Malikler Kurulu kararına iştirak etmeyen başvurucuların hisselerinin 6306 sayılı Kanun'un 6. maddesi uyarınca yapılan ihale sonucunda hissedarlardan A.Y.ye satıldığı belirtilerek başvurucuların arsa paylarının kalmaması sebebiyle davanın konusuz kaldığı sonucuna varıldığı ifade edilmiştir.

19. Başvurucular bu karara karşı İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 2. Hukuk Dairesinde (Bölge Adliye Mahkemesi) istinaf yoluna başvurmuştur. Bölge Adliye Mahkemesi 14/11/2018 tarihinde istinaf istemini esastan ve kesin olarak reddetmiştir. Kararın gerekçesinde; 6306 sayılı Kanun'un 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'na göre özel nitelikte olduğu, 6306 sayılı Kanun uyarınca yapılan satış işlemi idari yargı tarafından iptal edilmedikçe başvurucuların mülkünün varlığının kabulünün mümkün olmadığı ifade edilmiştir. Bölge Adliye Mahkemesi bu sebeple Asliye Hukuk Mahkemesinin davanın konusuz kaldığına ilişkin kabulünün hukuka uygun olduğunu vurgulamıştır.

20. Nihai karar 1/12/2017 tarihinde başvuruculara tebliğ edilmiştir.

21. Başvurucular 29/12/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

B. Hisselerin Satılmasına İlişkin Kararın İptali İstemiyle Açılan Dava

22. Başvurucular, hisselerinin satılmasına ilişkin 22/6/2016 tarihli işlemin iptali istemiyle 30/6/2016 tarihinde İstanbul 2. İdare Mahkemesinde dava açmış; dava dilekçesinde, Malikler Kurulu kararının iptali ve sözleşmenin düzeltilmesi istemiyle Asliye Hukuk Mahkemesinde açılan davaya ait dilekçedeki iddiaları ileri sürmüştür.

23. İstanbul 2. İdare Mahkemesince 17/8/2016 tarihinde dosyanın bağlantı nedeniyle İdare Mahkemesine gönderilmesine karar verilmiştir.

24. İdarenin cevap dilekçesinde, 6306 sayılı Kanun'un 6. maddesinden söz edilerek hissedarların anlaşamamaları üzerine çoğunluk kararına katılmayan hissedarların hisselerinin üçte iki çoğunluğun talebiyle açık artırma usulüyle satılmasının kanuni bir zorunluluk olduğu belirtilmiştir.

25. İdare Mahkemesi 20/6/2017 tarihinde davayı reddetmiştir. Kararın gerekçesinde; başvurucuların 16/100 oranındaki hisselerinin yeni paylaşımda da değişmediği, ayrıca dört işyerinin tek bir bağımsız bölüm olduğu hâlde fiilen dörde bölünerek kiralandığı belirtilmiştir. Kararda, Malikler Kurulunca alınan karara iştirak etmeyen başvurucuların hisselerinin satılmasında hukuka aykırılık bulunmadığı ifade edilmiştir.

26. Başvurucular bu karara karşı İstanbul Bölge İdare Mahkemesi 4. İdari Dava Dairesinde (Bölge İdare Mahkemesi) istinaf yoluna başvurmuştur. İstinaf dilekçesinde; kat karşılığı inşaat sözleşmesinde ve projede adil bir paylaşım yapılıp yapılmadığının teknik bir konu olduğu, İdare Mahkemesinin bilirkişi incelemesi yapmadan karar vermesinin hukuka aykırılık taşıdığı belirtilmiştir. Dilekçede ayrıca işyerlerinin bağımsız bölüm olarak tapuya tescilli olduğu, İdare Mahkemesinin bunların tek bir bağımsız bölüm niteliğinde bulunduğu saptamasının doğru olmadığı ifade edilmiştir. Kendilerine verilmesi önerilen iki dairenin zemin katın bile altında olduğunu vurgulayan başvurucular, İdare Mahkemesinin mevzuat ve maddi olgular yönünden eksik incelemeye dayalı olarak ve İdarenin tezlerini doğru kabul ederek karar verdiğini savunmuştur.

27. Bölge İdare Mahkemesi 3/1/2018 tarihli kararıyla İdare Mahkemesi kararının gerekçesinin bir kısmının çıkarılması suretiyle istinaf istemini reddetmiştir. Bölge İdare Mahkemesi, İdare Mahkemesi kararındaki yeni projedeki paylaşımın hukuka uygun olduğuyla ilgili değerlendirmelerin davanın konusunun satış kararının hukukiliğinin denetlenmesiyle sınırlı olduğu gerekçesiyle karardan çıkartılmasına karar vermiştir.

28. Nihai karar 16/1/2018 tarihinde başvuruculara tebliğ edilmiştir.

29. Başvurucular 14/2/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

C. İhalenin ve Değer Tespitinin İptaline İlişkin Dava

30. Başvurucular 21/7/2016 tarihli ihalenin ve hisseler için İdarece yapılan değer takdirinin iptali istemiyle 5/8/2016 tarihinde İstanbul 8. İdare Mahkemesinde dava açmıştır. Dava dilekçesinde, İdarece takdir edilen 39.000 TL metrekare birim değerinin düşük olduğunu belirtmişlerdir. Başvurucular, özel bir şirket tarafından sermaye piyasası mevzuatı çerçevesinde hazırlanan ve bir inşaat projesinin pazar değerinin tespiti amacını taşıyan bir rapor ile benzer bir davada İstanbul 7. İdare Mahkemesince yapılan bilirkişi incelemesi çerçevesinde hazırlanan bir raporu Mahkemeye sunmuştur. Başvuruculara göre hisselerinin metrekare birim değeri 79.841 TL olmalıdır.

31. İstanbul 8. İdare Mahkemesince 28/12/2016 tarihinde dosyanın bağlantılı olması nedeniyle İdare Mahkemesine gönderilmesine karar verilmiştir.

32. İdare Mahkemesi 21/11/2017 tarihinde hisse değerinin tespitine ilişkin işlem bakımından davanın görev yönünden reddine, ihale işlemi yönünden ise davanın esastan reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesinde; ihalenin dayanağı olan satış kararına karşı açılan davanın 20/6/2017 tarihinde reddedildiği, bu nedenle ihale işleminde de hukuka aykırılık bulunmadığı belirtilmiştir. Kararda, hisse değerinin tespitine ilişkin işlem yönünden ise 6100 sayılı Kanun'un 2. maddesinin (1) numaralı fıkrasına atıfta bulunularak dava konusunun değer ve miktarına bakılmaksızın mal varlığı haklarına ilişkin davalarda görevli mahkemenin -aksine bir düzenleme bulunmadıkça- asliye hukuk mahkemesi olduğu ifade edilmiş, somut olaydaki değer tespitine dair işlemin mal varlığı haklarına ilişkin olduğu vurgulanarak bu işleme karşı adli yargıda dava açılması gerektiği sonucuna ulaşılmıştır.

33. Başvurucular bu karara karşı Bölge İdare Mahkemesinde istinaf yoluna başvurmuştur. İstinaf dilekçesinde; satış kararı ile ihale işleminin doğurduğu sonuçlar yönünden birbirinden bağımsız olduğunu, satış kararının hukuka uygun olmasının ihale işlemini otomatik olarak hukuka uygun hâle getirmeyeceğini belirtmişlerdir. Başvurucular; hisse değerine ilişkin tespitin ihale işleminin sebep unsurunu oluşturduğunu, satış bedeline ilişkin olarak denetim yapılmadan ihalenin hukuka uygun olduğu sonucuna varılamayacağını ifade etmiştir. Başvurucular ayrıca İdarenin tek taraflı olarak tesis ettiği bir işlemle belirlediği bedele yönelik olarak açılacak davalarda görevli yargı yerinin idari yargı olduğunu iddia etmiştir. Bölge İdare Mahkemesi 25/10/2018 tarihinde istinaf istemini esastan ve kesin olarak reddetmiştir.

34. Nihai karar 20/11/2018 tarihinde başvuruculara tebliğ edilmiştir.

35. Başvurucular 19/12/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

IV. İLGİLİ HUKUK

A. Ulusal Hukuk

36. 4721 sayılı Kanun'un 688. maddesi şöyledir:

"Paylı mülkiyette birden çok kimse, maddî olarak bölünmüş olmayan bir şeyin tamamına belli paylarla maliktir.

Başka türlü belirlenmedikçe, paylar eşit sayılır.

Paydaşlardan her biri kendi payı bakımından malik hak ve yükümlülüklerine sahip olur. Pay devredilebilir, rehnedilebilir ve alacaklılar tarafından haczettirilebilir."

37. 4721 sayılı Kanun'un 692. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

"Paylı malın özgülendiği amacın değiştirilmesi, korumanın veya olağan şekilde kullanmanın gerekli kıldığı ölçüyü aşan yapı işlerine girişilmesi veya paylı malın tamamı üzerinde tasarruf işlemlerinin yapılması, oybirliğiyle aksi kararlaştırılmış olmadıkça, bütün paydaşların kabulüne bağlıdır."

38. 4721 sayılı Kanun'un 698. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

"Hukukî bir işlem gereğince veya paylı malın sürekli bir amaca özgülenmiş olması sebebiyle paylı mülkiyeti devam ettirme yükümlülüğü bulunmadıkça, paydaşlardan her biri malın paylaşılmasını isteyebilir"

39. 4721 sayılı Kanun'un 699. maddesi şöyledir:

"Paylaşma, malın aynen bölüşülmesi veya pazarlık ya da artırmayla satılarak bedelinin bölüşülmesi biçiminde gerçekleştirilir.

Paylaşma biçiminde uyuşma sağlanamazsa, paydaşlardan birinin istemi üzerine hâkim, malın aynen bölünerek paylaştırılmasına, bölünen parçaların değerlerinin birbirine denk düşmemesi hâlinde eksik değerdeki parçaya para eklenerek denkleştirme sağlanmasına karar verir.

Bölme istemi durum ve koşullara uygun görülmezse ve özellikle paylı malın önemli bir değer kaybına uğramadan bölünmesine olanak yoksa, açık artırmayla satışa hükmolunur. Satışın paydaşlar arasında artırmayla yapılmasına karar verilmesi, bütün paydaşların rızasına bağlıdır."

40. 6306 sayılı Kanun'un 2. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"(1) Bu Kanunun uygulanmasında;

...

d) Riskli yapı: Riskli alan içinde veya dışında olup ekonomik ömrünü tamamlamış olan ya da yıkılma veya ağır hasar görme riski taşıdığı ilmî ve teknik verilere dayanılarak tespit edilen yapıyı,

...

ifade eder."

41. 6306 sayılı Kanun'un 3. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:

"Riskli yapıların tespiti, Bakanlıkça hazırlanacak yönetmelikte belirlenen usul ve esaslar çerçevesinde masrafları kendilerine ait olmak üzere, öncelikle yapı malikleri veya kanuni temsilcileri tarafından, Bakanlıkça lisanslandırılan kurum ve kuruluşlara yaptırılır ve sonuç Bakanlığa veya İdareye bildirilir. Bakanlık, riskli yapıların tespitini süre vererek maliklerden veya kanuni temsilcilerinden isteyebilir. Verilen süre içinde yaptırılmadığı takdirde, tespitler Bakanlıkça veya İdarece yapılır veya yaptırılır. Bakanlık, belirlediği alanlardaki riskli yapıların tespitini süre vererek İdareden de isteyebilir. Bakanlıkça veya İdarece yaptırılan riskli yapı tespitlerine karşı maliklerce veya kanuni temsilcilerince onbeş gün içinde itiraz edilebilir. Bu itirazlar, Bakanlığın talebi üzerine üniversitelerce, ilgili meslek disiplini öğretim üyeleri arasından görevlendirilecek dört ve Bakanlıkça, Bakanlıkta görevli üç kişinin iştiraki ile teşkil edilen teknik heyetler tarafından incelenip karara bağlanır.

Riskli yapılar, tapu kütüğünün beyanlar hanesinde belirtilmek üzere, tespit tarihinden itibaren en geç on iş günü içinde Bakanlık veya İdare tarafından ilgili tapu müdürlüğüne bildirilir. Tapu kütüğüne işlenen belirtmeler hakkında, ilgili tapu müdürlüğünce ayni ve şahsi hak sahiplerine bilgi verilir."

42. 6306 sayılı Kanun'un 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilk hâli şöyledir:

"Üzerindeki bina yıkılarak arsa hâline gelen taşınmazlarda daha önce kurulmuş olan kat irtifakı veya kat mülkiyeti, ilgililerin muvafakatleri aranmaksızın Bakanlığın talebi üzerine ilgili tapu müdürlüğünce resen terkin edilerek, önceki vasfı ile değerlemede bulunularak veya malik ile yapılan anlaşmanın şartları tapu kütüğünde belirtilerek malikleri adına payları oranında tescil edilir. Bu taşınmazların sicilinde bulunan taşınmazın niteliği, ayni ve şahsi haklar ile temlik hakkını kısıtlayan veya yasaklayan her türlü şerh, hisseler üzerinde devam eder. Bu şekilde belirlenen uygulama alanında cins değişikliği, tevhit ve ifraz işlemleri Bakanlık, TOKİ veya İdare tarafından resen yapılır veya yaptırılır. Bu parsellerin malikleri tarafından değerlendirilmesi esastır. Bu çerçevede, parsellerin tevhit edilmesine, münferit veya birleştirilerek veya imar adası bazında uygulama yapılmasına, yeniden bina yaptırılmasına, payların satışına, kat karşılığı veya hasılat paylaşımı ve diğer usuller ile yeniden değerlendirilmesine sahip oldukları hisseleri oranında paydaşların en az üçte iki çoğunluğu ile karar verilir. Bu karara katılmayanların bağımsız bölümlerine ilişkin arsa payları, Bakanlıkça rayiç değeri tespit ettirilerek bu değerden az olmamak üzere anlaşma sağlayan diğer paydaşlara açık artırma usulü ile satılır. Bu suretle paydaşlara satış gerçekleştirilemediği takdirde, bu paylar, Bakanlığın talebi üzerine, tespit edilen rayiç bedeli de Bakanlıkça ödenmek kaydı ile tapuda Hazine adına resen tescil edilir ve yapılan anlaşma çerçevesinde değerlendirilmek üzere Bakanlığa tahsis edilmiş sayılır veya Bakanlıkça uygun görülenler TOKİ’ye veya İdareye devredilir. Bu durumda, paydaşların kararı ile yapılan anlaşmaya uyularak işlem yapılır."

43. 6306 sayılı Kanun'un 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasının 14/4/2016 tarihli ve 6704 sayılı Kanun'un 23. maddesiyle değiştirilen hâli şöyledir:

"Üzerindeki bina yıkılarak arsa hâline gelen taşınmazlarda daha önce kurulmuş olan kat irtifakı veya kat mülkiyeti, ilgililerin muvafakatleri aranmaksızın Bakanlığın talebi üzerine ilgili tapu müdürlüğünce resen terkin edilerek, önceki vasfı ile değerlemede bulunularak veya malik ile yapılan anlaşmanın şartları tapu kütüğünde belirtilerek malikleri adına payları oranında tescil edilir. Taşınmazların niteliği resen mevcut duruma göre tescil edilir. Bu taşınmazların sicilinde bulunan ayni ve şahsi haklar ile temlik hakkını kısıtlayan veya yasaklayan her türlü şerh, hisseler üzerinde devam eder. Belirtilen haklar ve şerhler, tapuda; tevhit, ifraz, terk, tescil, kat irtifakı ve kat mülkiyeti tesisine ilişkin işlemlerin yapılmasına engel teşkil etmez ve bu işlemlerde muvafakat aranmaz. Bu şekilde belirlenen uygulama alanında cins değişikliği, tevhit, ifraz, terk, ihdas ve tescil işlemleri muvafakat aranmaksızın Bakanlık, TOKİ veya İdare tarafından resen yapılır veya yaptırılır. Bu parsellerin malikleri tarafından değerlendirilmesi esastır. Bu çerçevede riskli alanlar ve rezerv yapı alanlarında uygulama yapılan etap veya adada, riskli yapılarda ise bu yapıların bulunduğu parsellerde, yapılar yıktırılmadan önce, parsellerin tevhit edilmesine, münferit veya birleştirilerek veya imar adası bazında uygulama yapılmasına, ifraz, terk, ihdas ve tapuya tescil işlemlerine, yeniden bina yaptırılmasına, payların satışına, kat karşılığı veya hasılat paylaşımı ve diğer usuller ile yeniden değerlendirilmesine, yapının paydaşı olup olmadıkları gözetilmeksizin sahip oldukları hisseleri oranında paydaşların en az üçte iki çoğunluğu ile karar verilir. Bu karara katılmayanların arsa payları, Bakanlıkça rayiç değeri tespit ettirilerek ve bu değerden az olmamak üzere anlaşma sağlayan diğer paydaşlara açık artırma usulü ile satılır. Bu suretle paydaşlara satış gerçekleştirilemediği takdirde, bu paylar, Bakanlığın talebi üzerine, tespit edilen rayiç bedeli de Bakanlıkça ödenmek kaydı ile tapuda Hazine adına resen tescil edilir ve yapılan anlaşma çerçevesinde değerlendirilmek üzere Bakanlığa tahsis edilmiş sayılır veya Bakanlıkça uygun görülenler TOKİ’ye veya İdareye devredilir. Bu durumda, paydaşların kararı ile yapılan anlaşmaya uyularak işlem yapılır. Açık artırma ile satışı yapılacak payların üzerindeki ipotek, ihtiyati haciz, haciz ve intifa hakkı gibi haklar, satış sonrasında satış bedeli üzerinde devam eder. Satış işlemi sonrasında tapu kaydındaki haklar ve şerhler Bakanlığın talebi üzerine tapu müdürlüğünce resen terkin edilir."

44. 6306 sayılı Kanun'un Türkiye Büyük Millet Meclisine sunulan genel gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:

"Bilindiği üzere, Ülkemizin çok mühim bir kısmı, başta deprem olmak üzere tabiî afetlerin riski altındadır. Buna rağmen, mevcut yapıların büyük bir kısmının muhtemel afetlere karşı dayanıklı olmadıkları ve orta şiddetteki bir depremde bile ağır derecede hasar görüp yıkıldıkları, bundan dolayı sosyo-ekonomik problemlerin yaşandığı ve Devletin beklenmedik bir anda büyük malî külfetler ile karşı karşıya kaldığı bilinmektedir. Onbinlerce insanın ölümüne ve çok yüksek malî kayıplara sebebiyet veren ve 1999 yılında Marmara Bölgesinde vuku bulan büyük deprem felâketleri, müteakip depremler ve en son olarak 2011 yılında Van’da meydana gelen deprem ile bu gerçek acı bir şekilde ortaya çıkmıştır. Ülkemizin bazı yerleri ve buralardaki yerleşim merkezleri hâlen çok yüksek deprem riski altındadır. Örneğin, İstanbul’un yakın bir zaman içinde çok şiddetli bir depremle karşı karşıya kalacağı, bu hususta ihtisas sahibi bilim adamlarınca ifade edilmektedir. Bazı yerleşim merkezlerinin jeolojik durumu ve zemin özellikleri ise, buralarda iskânın tehlikeler arz ettiğini ve afet riski altında bulunan bu yerleşim merkezlerinin bir an önce bulundukları yerlerde dönüştürülerek buralardaki iskânın yeniden düzenlenmesini ve hatta bunların başka yerlere nakledilmesini zarurî kılmaktadır.

...

Kanun sayesinde, başta deprem olmak üzere tabiî afetler sebebiyle meydana gelmesi kuvvetle muhtemel can ve mal kayıpları önlenecek; mülkiyet haklarına saygı, sağlıklı ve düzenli yerleşme, daha az maliyet ile en fazla sosyal faydanın temin edilmesi, kaynakların plânlı, sağlıklı ve verimli kullanılması ilkelerinin hayata geçirilmesi de mümkün olacaktır.

...

Özellikle belirtilmelidir ki afet riski altında olduğu kabûl edilen yerlerde deprem afeti meydana gelmeden önce buralardaki meskenlerin, işyerlerinin ve sanayi tesislerinin yeni alanlara nakledilmesi sayesinde, yerleşme ve yapı emniyeti temin edilecek ve muhtemel can ve mal kayıpları ile iktisadî ve sosyal diğer zararların en aza indirilmesi mümkün olacaktır. Ayrıca, hâlihazırda yaşanabilirlikten uzak, köhnemiş, can ve mal emniyeti bakımından riskli ve görüntü itibarı ile de çirkin olan yapılaşmalar ortadan kaldırılabilecek, estetik yapılar inşa edilecek ve halkın daha sıhhatli ve emniyetli şartlar altında ikameti de temin edilecektir."

45. 6100 sayılı Kanun'un 1. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:

"Dava konusunun değer ve miktarına bakılmaksızın malvarlığı haklarına ilişkin davalarla, şahıs varlığına ilişkin davalarda görevli mahkeme, aksine bir düzenleme bulunmadıkça asliye hukuk mahkemesidir."

46. 6100 sayılı Kanun'un 389. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:

"Mevcut durumda meydana gelebilecek bir değişme nedeniyle hakkın elde edilmesinin önemli ölçüde zorlaşacağından ya da tamamen imkânsız hâle geleceğinden veya gecikme sebebiyle bir sakıncanın yahut ciddi bir zararın doğacağından endişe edilmesi hâllerinde, uyuşmazlık konusu hakkında ihtiyati tedbir kararı verilebilir."

47. 6100 sayılı Kanun'un 395. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:

"Aleyhine ihtiyati tedbir kararı verilen veya hakkında bu tedbir kararı uygulanan kişi, mahkemece kabul edilecek teminatı gösterirse, mahkeme, duruma göre tedbirin değiştirilmesine veya kaldırılmasına karar verebilir."

48. 15/12/2012 tarihli ve 28498 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan 6306 sayılı Kanun'un Uygulama Yönetmeliği'nin (Yönetmelik) 15. maddesinin olay tarihinde yürürlükte olan hâlinin ilk üç fıkrası şöyledir:

"(1) Riskli alanlarda, rezerv yapı alanlarında ve riskli yapılarda Kanun kapsamında öncelikle maliklerce uygulama yapılması esastır. Kanun kapsamında yapılacak bu uygulamalara ilişkin iş ve işlemlerde ilgili kurum maliklere yardımcı olmakla yükümlüdür.

 (2) Riskli alanlar ve rezerv yapı alanlarında uygulama yapılan etapta veya adada, riskli yapılarda ise bu yapıların bulunduğu parsellerde; yapıların yıktırılmış olması şartı aranmaksızın ve yapının paydaşı olup olmadıkları gözetilmeksizin parsellerin tevhit edilmesine, münferit veya birleştirilerek veya imar adası bazında uygulama yapılmasına, ifraz, taksim, terk, ihdas ve tapuya tescil işlemlerine, yeniden bina yaptırılmasına, payların satışına, kat karşılığı veya hasılat paylaşımı ve diğer usuller ile yeniden değerlendirilmesine sahip oldukları hisseleri oranında paydaşların en az üçte iki çoğunluğu ile karar verilir. Bu karar anlaşma şartlarını ihtiva eden teklif ile birlikte karara katılmayanlara noter vasıtasıyla veya 7201 sayılı Kanuna göre tebliğ edilir. Bu tebliğde, on beş gün içinde kararın ve teklifin kabul edilmemesi halinde arsa paylarının, Bakanlıkça tespit edilecek veya ettirilecek rayiç değerden az olmamak üzere anlaşma sağlayan diğer paydaşlara açık artırma usulü ile satılacağı, paydaşlara satış gerçekleştirilemediği takdirde, riskli alanlar ve rezerv yapı alanlarında rayiç bedeli Bakanlıkça ödenmek kaydı ile tapuda Hazine adına resen tescil edileceği, riskli yapılarda ise anlaşma sağlayan diğer paydaşlara veya yapılan anlaşmaya uyularak işlem yapılmasını kabul etmek şartıyla üçüncü şahıslara satılacağı bildirilir.

 (3) Hisseleri oranında paydaşların en az üçte iki çoğunluğu ile alınan karara katılmayan maliklerin arsa payları; 15/A maddesinde belirtilen usule göre, arsa payı değeri üzerinden anlaşma sağlayan diğer paydaşlara açık artırma usulü ile satılır. Paydaşlara satış gerçekleştirilemediği takdirde, bu paylar riskli alanlar ve rezerv yapı alanlarında rayiç bedeli Bakanlıkça ödenmek kaydı ile tapuda Hazine adına resen tescil edilir ve en az üçte iki çoğunluk ile alınan karar çerçevesinde değerlendirilmek üzere Bakanlığa tahsis edilmiş sayılır veya Bakanlıkça uygun görülenler TOKİ’ye veya İdareye devredilir. Riskli yapılarda ise, anlaşma sağlayan paydaşlara veya anlaşma sağlayan paydaşların kararı ile yapılan anlaşmaya uyularak işlem yapılmasını kabul etmek şartıyla üçüncü şahıslara satış yapılıncaya kadar satış işlemi tekrarlanır."

49. Yönetmelik'in 15. maddesinin 27/10/2016 tarihli ve 29870 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan 6306 sayılı Kanun'un Uygulama Yönetmeliğinde Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik'in 8. maddesiyle değiştirilen (2) ve (3) numaralı fıkraları şöyledir:

"(2) Riskli alanlar ve rezerv yapı alanlarında uygulama yapılan etapta veya adada, riskli yapılarda ise bu yapıların bulunduğu parsellerde; yapıların yıktırılmış olması şartı aranmaksızın ve yapının paydaşı olup olmadıkları gözetilmeksizin, parsellerin tevhit edilmesine, münferit veya birleştirilerek veya imar adası bazında uygulama yapılmasına, ifraz, taksim, terk, ihdas ve tapuya tescil işlemlerine, yeniden bina yaptırılmasına, payların satışına, kat karşılığı veya hasılat paylaşımı ve diğer usuller ile yeniden değerlendirilmesine, bütün maliklerce oybirliği ile karar verilememiş ise, anlaşma sağlanamayan maliklere ait taşınmazların değeri Sermaye Piyasası Kuruluna kayıtlı olarak faaliyet gösteren lisanslı değerleme kuruluşlarına tespit ettirilir ve bu değer de gözetilerek oybirliği ile anlaşmaya çalışılır. Oybirliği ile anlaşma sağlanamaması halinde yapılacak uygulamalara sahip oldukları hisseleri oranında paydaşların en az üçte iki çoğunluğu ile karar verilir. Bu karar anlaşma şartlarını ihtiva eden teklif ile birlikte karara katılmayanlara noter vasıtasıyla veya 7201 sayılı Kanuna göre tebliğ edilir ve bu tebliğde, onbeş gün içinde kararın ve teklifin kabul edilmemesi halinde arsa paylarının, Bakanlıkça tespit edilecek veya ettirilecek rayiç değerden az olmamak üzere anlaşma sağlayan diğer paydaşlara açık artırma usulü ile satılacağı, paydaşlara satış gerçekleştirilemediği takdirde, bu payların, rayiç bedeli Bakanlıkça ödenmek kaydı ile tapuda Hazine adına resen tescil edileceği bildirilir.

 (3) Hisseleri oranında paydaşların en az üçte iki çoğunluğu ile alınan karara katılmayan maliklerin arsa payları; 15/A maddesinde belirtilen usule göre, arsa payı değeri üzerinden anlaşma sağlayan diğer paydaşlara açık artırma usulü ile satılır. Paydaşlara satış gerçekleştirilemediği takdirde, bu paylar, rayiç bedeli Bakanlıkça ödenmek kaydı ile tapuda Hazine adına resen tescil edilir ve en az üçte iki çoğunluk ile alınan karar çerçevesinde değerlendirilmek üzere Bakanlığa tahsis edilmiş sayılır veya Bakanlıkça uygun görülenler TOKİ’ye veya İdareye devredilir. Bu durumda, paydaşların kararı ile yapılan anlaşmaya uyularak işlem yapılır."

B. Uluslararası Hukuk

50. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne (Sözleşme) ek (1) No.lu Protokol'ün "Mülkiyetin korunması" kenar başlıklı 1. maddesi şöyledir:

"Her gerçek ve tüzel kişinin mal ve mülk dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme hakkı vardır. Bir kimse, ancak kamu yararı sebebiyle ve yasada öngörülen koşullara ve uluslararası hukukun genel ilkelerine uygun olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılabilir.

Yukarıdaki hükümler, devletlerin, mülkiyetin kamu yararına uygun olarak kullanılmasını düzenlemek veya vergilerin ya da başka katkıların veya para cezalarının ödenmesini sağlamak için gerekli gördükleri yasaları uygulama konusunda sahip oldukları hakka halel getirmez."

51. Sözleşme'nin "Etkili başvuru hakkı" kenar başlıklı 13. maddesi şöyledir:

"Bu Sözleşme’de tanınmış olan hak ve özgürlükleri ihlal edilen herkes, söz konusu ihlal resmi bir hizmetin ifası için davranan kişiler tarafından gerçekleştirilmiş olsa dahi, ulusal bir merci önünde etkili bir yola başvurma hakkına sahiptir."

52. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) Sözleşme'nin 13. maddesi uyarınca temel hak ve özgürlüklerin ulusal düzeyde korunması için etkili bir başvuru yolunun var olması gerektiğini belirtmektedir. AİHM'e göre Sözleşme'nin 13. maddesi yetkili ulusal makamlar tarafından Sözleşme kapsamına giren bir şikâyetin esasının incelenmesine izin veren ve uygun bir telafi yöntemi sunan bir iç hukuk yolunun sağlanmasını gerekli kılmaktadır. Ayrıca bu hukuk yolunun teoride olduğu kadar pratikte de etkili bir yol olması gerekmektedir (İlhan/Türkiye [BD], B. No: 22277/93, 27/6/2000, § 97; Kudla/Polonya [BD], B. No: 30210/96, 26/10/2000, § 157; Özpınar/Türkiye, B. No: 20999/04, 19/10/2010, § 82).

53. AİHM, etkili başvuru hakkının Sözleşme çerçevesinde savunulabilir nitelikteki bir şikâyetin mahkemelerce etkili bir şekilde incelenmesini ve öngörülen yolun uygun bir telafi imkânı sunmaya elverişli olmasını güvence altına aldığını vurgulamaktadır (Kudla/Polonya, § 157; Dimitrov-Kazakov/Bulgaristan, B. No: 11379/03, 10/2/2011, § 35). AİHM, iç hukuktaki düzenlemelerin başvuruculara bu anlamda asgari güvenceleri içerecek şekilde yeterli bir hukuk yolu sunup sunmadığını irdelemektedir (Dimitrov-Kazakov/Bulgaristan, § 36).

V. İNCELEME VE GEREKÇE

54. Anayasa Mahkemesinin 10/2/2022 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Mülkiyet Hakkıyla Bağlantılı Olarak Etkili Başvuru Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Başvurucuların İddiaları

55. Başvurucular; Asliye Hukuk Mahkemesinin ihtiyati tedbirin mahiyetini değiştirmesi sebebiyle satış işleminin önünün açılmasından ve davanın konusuz kalmasına yol açılmasından yakınmıştır. Başvurucular, mülkiyet hakkıyla ilgili olarak Asliye Hukuk Mahkemesinde açılan davanın esasının incelenmemesinin, dolayısıyla Malikler Kurulu kararının içeriğinin denetlenmemesinin mülkiyet hakkının usul boyutunu ihlal ettiğini savunmuştur. Asliye Hukuk Mahkemesinin idari yargıda açılan iptal davasının neticelenmesini beklememesinden şikâyetçi olan başvurucular, sonuç olarak Malikler Kurulu kararının iptali ve sözleşmenin düzeltilmesi istemiyle açılan davanın konusuz kaldığı gerekçesiyle usulden reddedilmesinin mülkiyet hakkı ile adil yargılanma hakkını ihlal ettiğini belirtmiştir.

2. Değerlendirme

56. Anayasa'nın "Mülkiyet hakkı" kenar başlıklı 35. maddesi şöyledir:

"Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.

Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir.

Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz."

57. Anayasa'nın "Temel hak ve hürriyetlerin korunması" kenar başlıklı 40. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

"Anayasa ile tanınmış hak ve hürriyetleri ihlâl edilen herkes, yetkili makama geciktirilmeden başvurma imkânının sağlanmasını isteme hakkına sahiptir."

58. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucular, mülkiyet hakkının usul boyutunun ihlali iddiasının yanında adil yargılanma hakkının da ihlal edildiğini ileri sürmektedir. Bununla birlikte başvurucuların temel hedefinin hissedarı bulundukları taşınmazla ilgili olarak Malikler Kurulunca verilen kararın hukuka aykırılığını tespit ettirmek olduğu anlaşılmıştır. Başvurucuların Asliye Hukuk Mahkemesinde açtığı dava, Malikler Kurulu kararının hukuka aykırılığının tespiti ve iptali amacına yöneliktir. Bu durumda başvurucuların şikâyetinin mülkiyet hakkını ilgilendirdiği görülmektedir. Bununla birlikte başvurucuların açtığı davanın esası incelenmediğinden, diğer bir ifadeyle Asliye Hukuk Mahkemesince Malikler Kurulu kararının hukukiliğine yönelik bir denetim yapılmadığından şikâyetin Anayasa'nın 35. maddesinde düzenlenen mülkiyet hakkıyla bağlantılı olarak Anayasa'nın 40. maddesinde güvence altına alınan etkili başvuru hakkı kapsamında değerlendirilmesi gerektiği sonucuna varılmıştır.

a. Kabul Edilebilirlik Yönünden

59. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan mülkiyet hakkıyla bağlantılı olarak etkili başvuru hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

b. Esas Yönünden

i. Mülkün Varlığı

60. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğinden şikâyet eden bir kimse, önce böyle bir hakkının var olduğunu kanıtlamak zorundadır (Mustafa Ateşoğlu ve diğerleri, B. No: 2013/1178, 5/11/2015, §§ 49-54). Anayasa'nın 35. maddesinin birinci fıkrasında "Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir." denilmek suretiyle mülkiyet hakkı güvenceye bağlanmıştır. Anayasa'nın anılan maddesiyle güvenceye bağlanan mülkiyet hakkı, ekonomik değer ifade eden ve parayla değerlendirilebilen her türlü mal varlığı hakkını kapsamaktadır (AYM, E.2015/39, K.2015/62, 1/7/2015, § 20). Bu bağlamda mülk olarak değerlendirilmesi gerektiğinde kuşku bulunmayan menkul ve gayrimenkul mallar ile bunların üzerinde tesis edilen sınırlı ayni ve fikrî hakların yanı sıra icrası kabil olan her türlü alacak da mülkiyet hakkının kapsamına dâhildir (Mahmut Duran ve diğerleri, B. No: 2014/11441, 1/2/2017, § 60).

61. Somut olayda başvurucuların İstanbul ili Kadıköy ilçesi Erenköy Mahallesi'nde kâin 106 pafta 1167 ada 28 parsel sayılı taşınmazın hissedarı oldukları hususunda bir ihtilaf bulunmamaktadır. Dolayısıyla başvurucuların Anayasa'nın 35. maddesi uyarınca mülkiyet hakkı kapsamında korunması gereken bir menfaatinin mevcut olduğu kabul edilmiştir.

ii. Genel İlkeler

62. Etkili başvuru hakkı anayasal bir hakkının ihlal edildiğini ileri süren herkese hakkın niteliğine uygun olarak iddialarını inceletebileceği makul, erişilebilir, ihlalin gerçekleşmesini veya sürmesini engellemeye ya da sonuçlarını ortadan kaldırmaya (yeterli giderim sağlama) elverişli idari ve yargısal yollara başvuruda bulunabilme imkânı sağlanması olarak tanımlanabilir (Y.T. [GK], B. No: 2016/22418, 30/5/2019, § 47; Murat Haliç, B. No: 2017/24356, 8/7/2020, § 44).

63. Öte yandan şikâyetlerin esasının incelenmesine imkân sağlayan ve gerektiğinde uygun bir telafi yöntemi sunan etkili hukuk yollarının olması ilgililere etkili başvuru hakkının sağlanmasının bir gereğidir. Buna göre kişilerin mağduriyetlerinin giderilmesi amacıyla öngörülen yargı yollarının mevzuatta yer alması yalnız başına yeterli olmayıp bu yolun aynı zamanda pratikte de başarı şansı sunması gerekir. Söz konusu yola başvurulabilmesi için öngörülen koşullar somut olaylara tatbik edilirken dayanak işlem, eylem ya da ihmallerden kaynaklanan savunulabilir nitelikteki iddiaların bu doğrultuda geniş şekilde değerlendirilmesi, koşulların oluşmadığı sonucuna ulaşılması durumunda ise bu durumun yargı makamları tarafından ilgili ve yeterli gerekçelerle açıklanması gerekir (İlhan Gökhan, B. No: 2017/27957, 9/9/2020, §§ 47, 49).

64. Anayasa'nın 35. maddesinde "Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir." hükmüne yer verilerek mülkiyet hakkı güvence altına alınmıştır. Anayasa'nın 5. maddesi ise insanın maddi ve manevi varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamayı devletin temel amaç ve görevleri arasında saymıştır. Mülkiyet hakkının etkili bir şekilde korunabilmesi yalnızca devletin bu haklara müdahaleden kaçınmasıyla sağlanamaz. Anayasa’nın 5. maddesi ile birlikte değerlendirildiğinde 35. maddesi uyarınca devletin pozitif yükümlülükleri de bulunmaktadır. Bu pozitif yükümlülükler kimi durumlarda özel kişiler arasındaki uyuşmazlıklar da dâhil olmak üzere söz konusu temel hakların korunması için belirli tedbirlerin alınmasını gerektirmektedir (AYM, E.2019/11, K.2019/86, 14/11/2019, § 13; AYM, E.2019/40, K.2020/40, 17/7/2020, § 37; Türkiye Emekliler Derneği, B. No: 2012/1035, 17/7/2014, §§ 34-38; Eyyüp Boynukara, B. No: 2013/7842, 17/2/2016, §§ 39-41; Osmanoğlu İnşaat Eğitim Gıda Temizlik Hizmetleri Petrol Ürünleri Sanayi Ticaret Limited Şirketi, B. No: 2014/8649, 15/2/2017, § 43).

65. Devletin pozitif yükümlülükleri nedeniyle mülkiyet hakkı bakımından koruyucu ve düzeltici bazı önlemler alması gerekmektedir. Koruyucu önlemler mülkiyete müdahale edilmesini önleyici; düzeltici önlemler ise müdahalenin etkilerini giderici, diğer bir ifadeyle telafi edici yasal, idari ve fiilî tedbirleri kapsamaktadır. Mülkiyet hakkına müdahalenin malik üzerinde doğurduğu olumsuz sonuçların mümkünse eski hâle döndürülmesi, mümkün değilse malikin zarar ve kayıplarının telafi edilmesini sağlayan idari veya yargısal birtakım hukuki mekanizmaların oluşturulması devletin pozitif yükümlülüklerinin bir gereğidir (Osmanoğlu İnşaat Eğitim Gıda Temizlik Hizmetleri Petrol Ürünleri Sanayi Ticaret Limited Şirketi, §§ 46, 48).

66. Müşterek mülkiyete tabi bir taşınmazın değerlendirilmesi ve kullanılması şekliyle ilgili olarak hissedarlar arasında ortaya çıkan ihtilafların çözümlenmesini sağlayan etkili başvuru mekanizmalarının kurulması devletin pozitif yükümlülüklerinin gereğidir. Dolayısıyla diğer hissedarların taşınmazla ilgili işlemlerinin hukuka aykırı olduğunu öne süren hissedarın söz konusu işlemin hukuka aykırılığının tespiti ve iptali için yetkili makama başvurma imkânının, diğer bir ifadeyle etkili başvuru hakkının sağlanması Anayasa'nın 40. maddesinin gereğidir.

iii. İlkelerin Olaya Uygulanması

67. Somut olayda başvurucular, Malikler Kurulu kararındaki yeni paylaşım modelinin hakkaniyetli olmadığını öne sürerek kararın iptali istemiyle Asliye Hukuk Mahkemesinde açtıkları davada ihtiyati tedbir talebinde bulunmuştur. Asliye Hukuk Mahkemesi 22/12/2015 tarihinde, Malikler Kurulu toplantısında alınan kararlar ile inşaat sözleşmesinin uygulanmasının tedbiren durdurulmasına karar vermiş ise de davalılar tarafından yapılan itiraz üzerine 23/2/2016 tarihinde 840.000 TL teminatın yatırılması koşuluyla ihtiyati tedbirin kaldırılmasına hükmetmiştir. İhtiyati tedbir kararı verilmesiyle İdarece durdurulan satış işlemlerine, ihtiyati tedbirin kaldırılmasıyla devam edilmiş, 21/7/2016 tarihinde yapılan ihaleyle hisseler satılmıştır. Asliye Hukuk Mahkemesi, hisselerin 6306 sayılı Kanun kapsamında satıldığını gözeterek davanın konusuz kaldığını kabul etmiş ve karar verilmesine yer olmadığına 4/5/2017 tarihinde hükmetmiştir.

68. Başvurucular, tedbir talebinin nevinin değiştirilmesi sebebiyle İdarenin satış işlemlerine devam etmesinin önünün açılmasından, akabinde de satış işleminin gerçekleştiği gerekçesiyle davanın esası hakkında karar verilmesine yer olmadığına karar verilmesinden şikâyet etmektedir.

69. Anayasa'nın 35. maddesi mülkiyet hakkının korunması amacıyla yargı mercilerinde dava açan malik lehine ihtiyati tedbir kararı verilmesini kural olarak zorunlu kılmamaktadır. Ancak bazı durumlarda mülkiyet hakkının gerçek manada korunabilmesi, mahkemenin nihai hükümden önce de birtakım tedbirlere karar vermesine bağlı olabilir. Özellikle malik lehine verilecek muhtemel bir nihai hükmün sonuçsuz kalma riskinin bulunduğu hâllerde mahkemenin nihai hükmün uygulanma kabiliyetini yitirmesini önleyici tedbirleri daha yargılama devam ederken alması gerekli hâle gelebilir. Malikin, mülkiyet hakkının korunmasına ilişkin olarak mahkemelerce lehine olarak verilen bir hükmün sonuçlarından yararlanabilmesi gerekir. Uygulanma kabiliyeti bulunmadıktan sonra lehe verilen hükmün malik yönünden çok fazla bir anlama sahip olmayacağı açıktır. Ayrıca bu durum yargısal başvurunun etkililiğini de ortadan kaldırır.

70. Somut olayda başvurucu tarafından Asliye Hukuk Mahkemesinde açılan davanın Malikler Kurulu kararındaki yeni paylaşım modelinin hakkaniyetli olmadığının değerlendirilmesi yönünden etkili bir yol olmadığının söylenmesi için elde hiçbir veri bulunmamaktadır. Öte yandan anılan davada verilecek nihai hükmün uygulanabilirliğini temin etmek amacıyla ihtiyati tedbir kararı verilmesinin de mümkün olduğu anlaşılmaktadır. Nitekim Asliye Hukuk Mahkemesi davayı incelemeye başlamış, verilecek muhtemel bir nihai hükmün sonuçsuz kalmasını önlemek için Malikler Kurulu kararının uygulanmasının tedbiren durdurulmasına karar vermiştir. Dolayısıyla Asliye Hukuk Mahkemesinde açılan davanın başvurucuların müşterek mülkiyetten kaynaklanan haklarının korunması yönünden etkili bir başvuru yolu niteliğinde olduğu değerlendirilmiştir.

71. Anayasa Mahkemesince bu aşamada incelenecek mesele ise teorik düzeyde etkili olduğu tespit edilen bu yolun başvurucuların davasında fiilen işleyip işlemediğini, diğer bir ifadeyle pratikte başarı şansı sunup sunmadığını incelemektir. Asliye Hukuk Mahkemesi başvurucuların hisselerinin -davanın açılmasından sonra- İdare tarafından satıldığını gözeterek başvurucuların mülkiyet hakkının sona erdiği neticesine ulaşmış ve davanın konusuz kalması nedeniyle karar verilmesine yer olmadığına 4/5/2017 tarihinde karar vermiştir. Asliye Hukuk Mahkemesinin davanın konusuz kaldığını değerlendirerek davanın esası hakkında karar verilmesine yer olmadığına karar vermiş olması tek başına etkili başvuru hakkının ihlal edildiği anlamına gelmemektedir. Anayasa'nın 40. maddesinde düzenlenen etkili başvuru hakkı, temel hak ve özgürlüklerin korunması amacıyla oluşturulan idari ve yargısal mekanizmaların birtakım usul şartlarına bağlanmasını yasaklamamaktadır.

72. Bölge Adliye Mahkemesinin Asliye Hukuk Mahkemesi kararına yönelik istinaf istemini reddederken 6306 sayılı Kanun'un 4721 sayılı Kanun'a göre özel nitelikte olduğuna ve 6306 sayılı Kanun uyarınca yapılan satış işlemi idari yargı tarafından iptal edilmedikçe başvurucuların mülkünün varlığının kabulünün mümkün olmadığına vurgu yaptığı görülmektedir. Gerçekten hisselerin 6306 sayılı Kanun uyarınca İdare tarafından satılması hâlinde satış işleminin son çare olduğunun İdare tarafından ortaya konulması gerektiğinden ve İdarenin gösterdiği sebep satış işlemine karşı açılacak davada idare mahkemesince denetleneceğinden Asliye Hukuk Mahkemesinin 4721 sayılı Kanun hükümleri uyarınca açılan davanın konusuz kaldığı sonucuna ulaşmasının keyfî olmadığı anlaşılmıştır. Başvurucuların benzer iddiaları satış kararının iptali istemiyle açacağı davada ileri sürmesinin mümkün olduğu da gözetildiğinde Asliye Hukuk Mahkemesinin davanın konusuz kaldığı gerekçesiyle karar verilmesine yer olmadığına karar vermesinin başvurucuları, Malikler Kurulu kararına ilişkin şikâyetlerini denetlettirme imkânından mahrum bırakmadığı değerlendirilmiştir. Dolayısıyla konusuz kalan davanın esasının incelenmemesi etkili başvuru hakkının ihlal edilmesi sonucunu doğurmamaktadır.

73. Bununla birlikte Malikler Kurulu kararının hukukiliğinin denetiminin satış işleminden önce gerçekleştirilemediği anlaşılmıştır. Bu bağlamda İdarenin satış işlemlerine devam etmesinin Asliye Hukuk Mahkemesinin ihtiyati tedbir kararını kaldırmasından sonra mümkün olduğunu dikkate almak gerekmiştir. İdarenin satış yetkisinin doğabilmesi için Malikler Kurulu kararının varlığı şart olduğuna göre söz konusu kararın uygulanmasının tedbiren durdurulması satış işlemlerinin devamını ve başvurucular lehine verilecek muhtemel kararın sonuçsuz kalmasını önlemiştir. İhtiyati tedbir kararının kaldırılması mahkemelerin yetkisinde olsa da -ihtiyati tedbirin nihai kararın sonuçsuz kalmasını önleme amacı gözetildiğinde- kaldırma kararını haklı kılan olguların bulunduğunun ilgili ve yeterli bir gerekçeyle gösterilmesi gerekir.

74. Asliye Hukuk Mahkemesi başvurucuların hisselerinin 6306 sayılı Kanun hükümleri gereğince İdarece satılması riskinden söz ederek böyle bir durumda davanın konusuz kalacağını, hakkın elde edilmesinin imkânsız hâle geleceğini ve Anayasa ile güvence altına alınan mülkiyet hakkının da telafisi imkânsız bir biçimde zedeleneceğini ifade etmiş ve Malikler Kurulu kararının uygulanmasını durdurmuştur. Asliye Hukuk Mahkemesi Malikler Kurulu kararının uygulanmasının durdurulması biçimindeki tedbiri teminat yatırmaya dönüştürürken ise ihtiyati tedbir kararı verilmesini gerektirecek şekilde gecikmesinde zarar oluşacak veya hakkın elde edilmesini imkânsız hâle getirecek bir durumun söz konusu olmadığı sonucuna ulaşmıştır. Asliye Hukuk Mahkemesi ihtiyati tedbirin mahiyetini değiştirirken binanın yıkılmış olması olgusuna dayanmıştır.

75. Ne var ki bina gerek Malikler Kurulu toplantısından gerekse bu toplantıda alınan kararın iptali istemiyle Asliye Hukuk Mahkemesine dava açılmasından önce -27/8/2015 tarihinde- yıkılmıştır. Dolayısıyla ihtiyati tedbir kararının verildiği tarihte de bina zaten yıkılmış hâldedir. Öte yandan binanın yıkılmış olması başvurucuların hissesinin 6306 sayılı Kanun kapsamında İdarece satılması riskini ortadan kaldırmamaktadır. Asliye Hukuk Mahkemesinin Malikler Kurulu kararının uygulanmasının durdurulması yönündeki tedbire karar verirken gözettiği koşullar değişmemiştir. Esasen başvurucuların binanın yıkılmasına yönelik bir şikâyetleri bulunmamaktadır. Başvurucuların itirazı Malikler Kurulu kararında kabul edilen yeni paylaşım yöntemidir. Başvurucular, bu yöntemin hakkaniyetli olmadığından yakınmaktadır. Taşınmazın yeni paylaşım yönteminin hakkaniyetli olup olmadığı, üzerindeki binanın yıkılmasından bağımsız bir meseledir. Bu sebeple Asliye Hukuk Mahkemesinin Malikler Kurulu kararının hukukiliğini etkilemeyen binanın yıkılmış olması olgusuna dayalı olarak ihtiyati tedbirin gerekli bir tedbir olmaktan çıktığını ve davalılardan teminat istenmesinin yeterli olacağını kabul etmesinin somut olayın koşulları çerçevesinde makul bir yorum olmadığı değerlendirilmiştir. Nitekim Asliye Hukuk Mahkemesinin bu kararından sonra İdarece satış işlemleri tamamlanmış ve ihtiyati tedbir kararı verilirken bahsedilen risk fiilen gerçekleşmiştir.

76. Sonuç olarak Asliye Hukuk Mahkemesinin Malikler Kurulu kararının uygulanmasının durdurulması yönündeki ihtiyati tedbir kararını kaldırması sebebiyle başvurucular mülkiyet haklarını yitirmeden önce Malikler Kurulu kararının hukukiliğine ilişkin şikâyetlerini denetlettirme imkânından mahrum kalmıştır. Böylece, teorik düzeyde etkili olduğu tespit edilen bir hukuksal mekanizma Asliye Hukuk Mahkemesinin bu uygulaması sebebiyle somut olayda başarı şansı sunma kapasitesini yitirmiştir.

77. Bu durumda Anayasa'nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkı ile bağlantılı olarak Anayasa'nın 40. maddesinde düzenlenen etkili başvuru hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

B. Mülkiyet Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Başvurucuların İddiaları ve Bakanlık Görüşü

78. Başvurucular;

i. Kentsel dönüşüm uygulamasıyla mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. 6306 sayılı Kanun'un 6. maddesinde taşınmazın mevcut niteliğinin korunarak tescil edileceğinin hükme bağlandığını, kentsel dönüşüm yoluyla taşınmazın niteliğinin keyfî olarak değiştirilemeyeceğini ifade etmiştir.

ii. Dördü işyeri olan toplam beş bağımsız bölüm karşılığında zemin katın bile altında iki bağımsız bölüm verilmesinin mülkiyet hakkını zedelediğini, Malikler Kurulunun uygun bulduğu projenin kendileri yönünden dengesiz olduğunu gösteren raporları derece mahkemelerine sundukları hâlde bunların dikkate alınmadığını vurgulamıştır. Satış kararının iptali istemiyle açılan davada Malikler Kurulunun kabul ettiği projenin açık dengesizlikler içermesine rağmen bu yönüyle inceleme yapılmamasının mülkiyet hakkını ve adil yargılanma hakkını ihlal ettiğini iddia etmiştir.

iii. Hisselerinin rayiç değerinin İdarece düşük belirlendiğini, olması gereken bedeline ilişkin olarak sermaye piyasası mevzuatı kapsamında düzenlenen raporu derece mahkemelerine sunduklarını ancak mahkemenin bu yönüyle bir inceleme yapmadığını vurgulamıştır. Hisselerini satın alan kişi lehine dengesizliğin oluştuğunu, kentsel dönüşüm uygulamasının kötüye kullanılarak mülkiyet hakkının ihlal edildiğini savunmuştur. Derece mahkemelerinin Malikler Kurulu kararı ile hisselerinin rayiç bedeline ilişkin temel iddialarını incelemekten kaçınmalarının adil yargılanma hakkının ihlaline yol açtığını iddia etmiştir.

79. Bakanlık görüşünde, başvurucuların hisselerinin bulunduğu taşınmazın 6306 sayılı Kanun'daki kısıtlamalara tabi tutulmasının kanuni dayanağının ve meşru amacının bulunduğu belirtilmiştir. Bakanlık, çoğunluk kararına katılmayan azınlığın hisselerinin İdare tarafından satılmasının 6306 sayılı Kanun'da öngörülen amaca ulaşılabilmesi için gerekli olduğunu, yüklendikleri külfetin hisselerinin bedeli başvuruculara ödenmek suretiyle hafifletildiğini ifade etmiştir. Bakanlık ayrıca derece mahkemelerinin değerlendirmelerinin keyfîlik ve bariz takdir hatası içermediğini vurgulamıştır.

80. Başvurucular, Bakanlık görüşüne karşı beyanında başvuru formlarındaki iddialarını tekrarlamıştır.

2. Değerlendirme

81. Anayasa'nın iddianın değerlendirilmesinde dayanak alınacak "Mülkiyet hakkı" kenar başlıklı 35. maddesi şöyledir:

"Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.

Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir.

Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz."

82. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, § 16). Başvurucularının şikâyetinin özü, şartları oluşmadan hisselerinin satıldığına ve satış bedelinin düşük olduğuna yöneliktir. Başvurucular, adil yargılanma hakkına yönelik olarak da iddialar öne sürmüşse de başvurunun bir bütün olarak mülkiyet hakkı kapsamında incelenmesi uygun bulunmuştur.

a. Kabul Edilebilirlik Yönünden

83. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

b. Esas Yönünden

i. Müdahalenin Varlığı ve Türü

84. Anayasa’nın 35. maddesi ile mülkiyet hakkına temas eden diğer hükümleri birlikte değerlendirildiğinde Anayasa'nın mülkiyet hakkına müdahaleyle ilgili üç kural ihtiva ettiği görülmektedir. Buna göre Anayasa'nın 35. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin mülkiyet hakkına sahip olduğu belirtilmek suretiyle mülkten barışçıl yararlanma hakkına yer verilmiş; ikinci fıkrasında da mülkten barışçıl yararlanma hakkına müdahalenin çerçevesi belirlenmiştir. Maddenin ikinci fıkrasında, genel olarak mülkiyet hakkının hangi koşullarda sınırlanabileceği belirlenerek aynı zamanda mülkten yoksun bırakmanın şartlarının genel çerçevesi de çizilmiştir. Maddenin son fıkrasında ise mülkiyet hakkının kullanımının toplum yararına aykırı olamayacağı kurala bağlanmak suretiyle devletin mülkiyetin kullanımını kontrol etmesine ve düzenlemesine imkân sağlanmıştır. Anayasa'nın diğer bazı maddelerinde de devlet tarafından mülkiyetin kontrolüne imkân tanıyan özel hükümlere yer verilmiştir. Ayrıca belirtmek gerekir ki mülkten yoksun bırakma ve mülkiyetin düzenlenmesi, mülkiyet hakkına müdahalenin özel biçimleridir (Recep Tarhan ve Afife Tarhan, B. No: 2014/1546, 2/2/2017, §§ 55-58).

85. Başvurucuların hisselerinin rıza dışı satılması mülkiyet hakkına müdahale niteliği taşımaktadır. Satış işlemi sonucu başvurucuların taşınmaz üzerindeki mülkiyet hakkını yitirdiği gözetildiğinde müdahalenin mülkten yoksun bırakma niteliğinde olduğu anlaşılmaktadır.

ii. Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı

86. Anayasa'nın 13. maddesi şöyledir:

"Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz."

87. Anayasa’nın 35. maddesinde mülkiyet hakkı sınırsız bir hak olarak düzenlenmemiş, bu hakkın kamu yararı amacıyla ve kanunla sınırlandırılabileceği öngörülmüştür. Mülkiyet hakkına müdahalede bulunulurken temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasına ilişkin genel ilkeleri düzenleyen Anayasa'nın 13. maddesinin de gözönünde bulundurulması gerekmektedir. Dolayısıyla mülkiyet hakkına yönelik müdahalenin Anayasa'ya uygun olabilmesi için müdahalenin kanuna dayanması, kamu yararı amacı taşıması ve ayrıca ölçülülük ilkesi gözetilerek yapılması gerekmektedir (Recep Tarhan ve Afife Tarhan, § 62).

 (1) Kanunilik

88. Mülkiyet hakkına yönelik müdahalelerde ilk incelenmesi gereken ölçüt kanuna dayalı olma ölçütüdür. Bu ölçütün sağlanmadığı tespit edildiğinde diğer ölçütler bakımından inceleme yapılmaksızın mülkiyet hakkının ihlal edildiği sonucuna varılacaktır. Müdahalenin kanuna dayalı olması, müdahaleye ilişkin yeterince ulaşılabilir, belirli ve öngörülebilir kanun hükümlerinin bulunmasını gerektirmektedir (Türkiye İş Bankası A.Ş. [GK], B. No: 2014/6192, 12/11/2014, § 44; Necmiye Çiftçi ve diğerleri, B. No: 2013/1301, 30/12/2014, § 55; Ford Motor Company, B. No: 2014/13518, 26/10/2017, § 49).

89. Başvurucuların hisseleri 6306 sayılı Kanun'un 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasına dayanılarak satılmıştır. Anılan fıkraya göre, üzerindeki binanın riskli olarak tespit edilmesi ve yıkılması nedeniyle arsa hâline gelen taşınmazların tevhit edilmesine, münferit veya birleştirilerek veya imar adası bazında uygulama yapılmasına, yeniden bina yaptırılmasına, payların satışına, kat karşılığı veya hasılat paylaşımı ve diğer usuller ile yeniden değerlendirilmesine sahip oldukları hisseleri oranında paydaşların en az üçte iki çoğunluğu ile karar verilir. Bu karara katılmayanların bağımsız bölümlerine ilişkin arsa payları, Çevre ve Şehircilik Bakanlığınca rayiç değeri tespit ettirilerek bu değerden az olmamak üzere anlaşma sağlayan diğer paydaşlara açık artırma usulü ile satılır.

90. Başvurucuların hissedarı olduğu taşınmazın üzerindeki yapının riskli yapı olarak tespit edildiği noktasında bir tereddüt bulunmamaktadır. Ayrıca başvurucuların bu işleme karşı dava açtığına ilişkin herhangi bir bilgi bireysel başvuru dosyasında mevcut değildir. Öte taraftan başvurucuların diğer hissedarların taşınmazın yeni paylaşım modeline ilişkin kararına katılmadığı ve diğer hissedarların pay itibarıyla üçte iki çoğunluğu sağladığı da açıktır. Bu durumda taşınmazın yeni paylaşım yöntemine rıza göstermeyen başvurucuların hisselerinin Çevre ve Şehircilik Müdürlüğü tarafından satılmasının kanuni dayanağının bulunduğu anlaşılmıştır.

 (2) Meşru Amaç

91. Anayasa'nın 13. ve 35. maddeleri uyarınca mülkiyet hakkı ancak kamu yararı amacıyla sınırlandırılabilmektedir. Kamu yararı kavramı, mülkiyet hakkının kamu yararının gerektirdiği durumlarda sınırlandırılması imkânı vermekle bir sınırlandırma amacı olmasının yanı sıra mülkiyet hakkının kamu yararı amacı dışında sınırlanamayacağını öngörerek ve bu anlamda bir sınırlama sınırı oluşturarak mülkiyet hakkını etkin bir şekilde korumaktadır. Kamu yararı kavramı, devlet organlarının takdir yetkisini de beraberinde getiren bir kavram olup objektif bir tanıma elverişli olmayan bu ölçütün her somut olay temelinde ayrıca değerlendirilmesi gerekir (Yunis Ağlar, B. No: 2013/1239, 20/3/2014, §§ 28, 29; Nusrat Külah, B. No: 2013/6151, 21/4/2016, §§ 53, 56).

92. 6306 sayılı Kanun'da riskli alan kapsamında kalan veya riskli yapı ilan edilen taşınmazlarla ilgili olarak mülkiyet hakkına yönelik birçok kısıtlama getirildiği görülmektedir. Bu bağlamda riskli yapı olarak tespit edilen binanın yıktırılmasına, söz konusu binanın bulunduğu arsanın cins değişikliği, birleştirme, ifraz ve parselasyon işlemlerine tabi tutulmasına, malikin rızası dışında satışına yönelik olarak mülkiyet hakkına müdahale teşkil eden birtakım uygulamaların gerçekleştirilmesi öngörülmektedir.

93. 6306 sayılı Kanun'un genel gerekçesinde deprem riski altındaki alanlar, afetler bakımından risk taşıdığı ilmî ve teknik araştırmalar ile belirlenmiş alanlar, jeolojik durumu ve zemin özellikleri itibarıyla iskânın tehlike arz ettiği alanlar ile yaşanabilirlikten uzak, köhnemiş, can ve mal emniyeti bakımından riskli ve görüntü itibarıyla da çirkin olan yapıların bulunduğu alanların riskli alanlar arasında sayıldığı gözlemlenmektedir. Genel gerekçeden 6306 sayılı Kanun'un amacının afet riski altındaki alanlar ile bu alanlar dışındaki riskli yapıların bulunduğu arsa ve arazilerde, fen ve sanat norm ve standartlarına uygun, sağlıklı ve güvenli yaşama çevrelerini teşkil etmek üzere iyileştirme, tasfiye ve yenileme olduğu anlaşılmıştır (AYM, E.2012/87, K.2014/41, 27/2/2014). Dolayısıyla üzerindeki yapının riskli olduğu tespit edilen taşınmazın 6306 sayılı Kanun'daki kısıtlamalara tabi tutulmasında kamu yararına dönük meşru bir amacın bulunduğu sonucuna ulaşılmıştır.

 (3) Ölçülülük

 (a) Genel İlkeler

94. Anayasa'nın 13. maddesi uyarınca hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasında dikkate alınacak ölçütlerden biri olan ölçülülük, hukuk devleti ilkesinden doğmaktadır. Hukuk devletinde hak ve özgürlüklerin sınırlandırılması istisnai bir yetki olduğundan bu yetki ancak durumun gerektirdiği ölçüde kullanılması koşuluyla haklı bir temele oturabilir. Bireylerin hak ve özgürlüklerinin somut koşulların gerektirdiğinden daha fazla sınırlandırılması kamu otoritelerine tanınan yetkinin aşılması anlamına geleceğinden hukuk devletiyle bağdaşmaz (AYM, E.2013/95, K.2014/176, 13/11/2014).

95. Anayasa'nın 13. maddesinde yer alan ölçülülük ilkesi elverişlilik, gereklilik ve orantılılık olmak üzere üç alt ilkeden oluşmaktadır. Elverişlilik öngörülen müdahalenin amacı gerçekleştirmeye elverişli olmasını, gereklilik amaç bakımından müdahalenin zorunlu olmasını yani aynı amaca daha hafif bir müdahale ile ulaşılmasının mümkün olmamasını, orantılılık ise bireyin hakkına yapılan müdahale ile ulaşılmak istenen amaç arasında makul bir dengenin gözetilmesi gerekliliğini ifade etmektedir (AYM, E.2011/111, K.2012/56, 11/4/2012; E.2016/16, K.2016/37, 5/5/2016; Mehmet Akdoğan ve diğerleri, B. No: 2013/817, 19/12/2013, § 38).

96. Buna göre mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin Anayasa'ya uygun olabilmesi için amacı gerçekleştirmeye elverişli olmasının yanında gerekli olması da gerekir. Gereklilik yukarıda da belirtildiği üzere hakka müdahale teşkil eden birden fazla araç arasından hakkı en az zedeleyen aracın seçilmesini ifade etmektedir. Hak ve özgürlüğü sınırlayan tedbirlerden hangisi diğerlerine nazaran hakkın norm alanına daha az müdahale edilmesi sonucunu doğuruyorsa o tedbirin tercih edilmesi gerekir. Bununla birlikte hakka müdahale oluşturacak aracın seçiminde kamu otoritelerinin belli ölçüde takdir payının bulunduğu da kabul edilmelidir. Zira yetkili kamu makamları, öngörülen amaca ulaşılması bakımından hangi aracın etkili ve verimli sonuçlar doğuracağına ilişkin olarak isabetli karar verme noktasında daha iyi bir konumdadır. Özellikle alternatif aracın bulunmadığı veya mevcut alternatiflerin öngörülen meşru amaca ulaşılması bakımından etkili olmadığı ya da daha az etkili olduğu durumlarda kamu makamlarının araç seçimi hususundaki tercih yetkisinin gereklilik kriterini sağlamadığının söylenebilmesi için çok güçlü nedenlerin bulunması gerekir (D.C., B. No: 2018/13863, 16/6/2021, § 48).

97. Öte yandan mülkiyet hakkına yönelik müdahaleler orantılı olmalıdır. Orantılılık sınırlamayla ulaşılmak istenen amaç ile başvurulan sınırlama tedbiri arasında aşırı bir dengesizlik bulunmamasına işaret etmektedir. Diğer bir ifadeyle orantılılık, amaç ile araç arasında adil bir denge kurulmasını gerektirmektedir. Buna göre mülkiyet hakkına getirilen sınırlamayla ulaşılmak istenen meşru amaç ve başvurucunun mülkiyet hakkından yararlanmasındaki bireysel yarar arasında makul bir orantı kurulmalıdır. Hedeflenen amaca ulaşıldığında elde edilecek kamusal yararla kıyaslandığında sınırlama ile kişiye yüklenen külfetin aşırı ve orantısız olmaması gerekir (D.C., § 49).

98. Seçilen aracın ulaşılmak istenen amaçla kıyaslandığında bireye orantısız bir külfet yüklediğinin saptanması, ihlal sonucuna ulaşılabilmesi için bazı hâllerde tek başına yeterli olmayabilir. Kişiye yüklenen külfeti dengeleyici mekanizmaların var olup olmadığı da büyük önem taşımaktadır. Elverişli ve gerekli olduğu hükmüne varılan aracın seçilmiş olması nedeniyle kişiye yüklenen aşırı külfeti hafifleten hukuksal mekanizmalar mevcutsa bir ihlalin olmadığı sonucuna varılabilir (D.C., § 50).

99. Usule ilişkin güvencelerin varlığı orantılılık değerlendirmesinde önemli bir rol oynayabilir. Bu bağlamda müdahalenin hukuka aykırılığının ileri sürülebileceği veya müdahale nedeniyle oluşan maddi ve manevi zararların tazmin edilmesinin istenebileceği hukuk yollarının olmaması da bazı durumlarda kişiye yüklenen külfeti ağırlaştıran bir unsur olarak görülebilir. Bu bakımdan kişinin hukuka aykırılık iddialarının bir mahkeme tarafından etkili bir biçimde incelenmesi müdahalenin orantılılığı bakımından ehemmiyet arz etmektedir (D.C., § 52; başvurucuya diğer unsurlar yanında ayrıca etkin bir savunma hakkı tanındığından müdahalenin ölçülü görüldüğü kararlar için bkz. Eyyüp Baran, B. No: 2014/8060, 29/9/2016, §§ 75-95; Fatma Çavuşoğlu ve Bilal Çavuşoğlu, §§ 74-89; buna karşılık aynı koşulun yargılama sürecinde sağlanmaması nedeniyle müdahalenin ölçüsüz görüldüğü kararlar için bkz. Mahmut Üçüncü, B. No: 2014/1017, 13/7/2016, §§ 79-102; Arif Güven, B. No: 2014/13966, 15/2/2017, §§ 57-72).

 (b) İlkelerin Olaya Uygulanması

 (i) Elverişlilik

100. Olayda başvurucuların hissedarı olduğu taşınmazın üzerinde bulunan yapının riskli olduğunun tespit edilmesi nedeniyle taşınmaz, 6306 sayılı Kanun'daki kısıtlamalara tabi tutulmuştur. Ekonomik ömrünü tamamlamış olan ya da yıkılma veya ağır hasar görme riski taşıdığı ilmî ve teknik verilere dayanılarak tespit edilen binanın üzerinde bulunduğu arsanın riskli yapı kategorisine alınması başta deprem olmak üzere tabii afetler sebebiyle meydana gelmesi kuvvetle muhtemel can ve mal kayıplarının önlenmesi amacına ulaşılmasına elverişli olduğu açıktır.

 (ii) Gereklilik

101. Müdahalenin gerekliliği noktasında başvurucuların mülkiyet hakkına daha az müdahale teşkil eden bir aracın bulunup bulunmadığına bakılmalıdır. Başvurucular taşınmazın 6306 sayılı Kanun'daki kısıtlamalara tabi tutulmasına yönelik olarak bir şikâyetleri bulunmamaktadır. Başvurucuların şikâyeti hisselerinin rıza dışı satılmasına yöneliktir. Bu bağlamda Anayasa Mahkemesince incelenecek mesele, başvurucuların hisselerinin rızaları dışında satılması biçimindeki bir aracın somut olayın koşulları çerçevesinde mülkiyet hakkına en hafif müdahale teşkil eden araç, diğer bir ifadeyle son çare olup olmadığıdır.

102. Yukarıda ifade edildiği gibi 6306 sayılı Kanun'da öngörülen kısıtlamaların temel amacı riskli yapıların bulunduğu arsa ve arazilerde, fen ve sanat norm ve standartlarına uygun, sağlıklı ve güvenli yaşama çevrelerini teşkil etmek üzere iyileştirme, tasfiye ve yenileme faaliyetlerinin yapılmasıdır (bkz. § 93). 6306 sayılı Kanun'un 6. maddesi iyileştirme, tasfiye ve yenileme uygulamalarının öncelikle maliklerince yapılmasını öngörmüştür. Ancak maliklerin tümünün taşınmazın değerlendirilme yöntemi hakkında hemfikir olmaması ihtimalini de gözeten kanun koyucu değerlendirme yöntemine rıza göstermeyen ve azınlıkta kalan paydaşların rızasına mutlak üstünlük tanımamış, Kanun'un öngördüğü amaç çerçevesinde uygulama yapılmasının akamete uğramasını önlemek adına paydaşların hisse itibarıyla üçte iki çoğunluğunun kararını yeterli görmüştür. Riskli yapıların bulunduğu alanların yenilenmesinin ve iyileştirilmesinin mal ve can güvenliği yönünden sağladığı kamusal menfaat gözetildiğinde hissedarların üçte biri veya daha az kısmının değerlendirme yöntemi konusundaki olumsuz iradelerine geçerlilik tanınmamasının ve rıza göstermeyen paydaşların hisselerinin satılmasının öngörülmesinin kamu makamlarının takdir yetkisi dâhilinde olduğu sonucuna ulaşılmıştır (benzer yöndeki değerlendirme için bkz. F. E., B. No: 2018/16483, 14/9/2021, § 64).

103. Malikler Kurulunun üçte iki çoğunluğunun taşınmazın yeni paylaşım şekline ilişkin kararına rıza göstermeyen hissedarların paylarının satılması yolunda düzenleme yapılması kamu makamlarının takdir yetkisinde olsa da bu durum, İdarenin söz konusu yetkisini keyfî bir biçimde kullanabileceği anlamına gelmemektedir. Bu bağlamda hissedarların yeterli bir müzakere sonucu bir karara varmış olması, bu kararın azınlıkta kalan hissedarların menfaatlerini açık bir biçimde zedelememesi gerekir. Azınlıkta kalan hissedarların, kendi çıkarlarına açıkça aykırı olan, taşınmazın eski durumuna kıyasla açık dengesizlikler içeren bir projeyi kabul etmeye zorlayan karara iştirak etmemiş olmaları hisselerin satışı gibi ağır bir müdahaleyi haklılaştırmamaktadır. Azınlıkta kalan paydaşların hisselerinin Malikler Kurulunun çoğunluğunca kararlaştırılan yeni paylaşım yöntemine yönelik itirazları yargısal bir merci tarafından dinlenerek ilgili ve yeterli gerekçeyle karşılanmadan satışa çıkarılması hâlinde en hafif zedeleyici araca başvurulduğu söylenemeyecektir. Dolayısıyla azınlıkta kalan hissedarların teklif edilen yeni paylaşım şekline yönelik iddialarının incelenip incelenmediği müdahalenin gerekliliği bağlamında oldukça önem taşımaktadır.

104. Somut olayda üçte iki çoğunluğun kararına iştirak etmeyen başvurucuların çoğunluk kararına karşı iki farklı yargısal yola başvurdukları görülmektedir. Başvurucular öncelikle Asliye Hukuk Mahkemesinde Malikler Kurulu kararının iptali ve kat karşılığı inşaat sözleşmesinin düzeltilmesi istemiyle dava açmıştır. Bu davada binanın eski hâlinde dört işyeri ve bir mesken olmak üzere toplam beş bağımsız bölüme sahip iken çoğunluk tarafından kabul edilen projeye göre kot seviyesinin altında iki bağımsız bölümün başvuruculara verildiği, kat karşılığı inşaat sözleşmesinin toplantıdan önce ve başvurucularla müzakere edilmeden noterde imzalandığı ve çoğunluğun lehine olduğu ileri sürülmüştür. Asliye Hukuk Mahkemesi başvurucuların hisselerinin -davanın açılmasından sonra- İdare tarafından satıldığını gözeterek başvurucuların mülkiyet hakkının sona erdiği neticesine ulaşmış ve davanın konusuz kalması nedeniyle karar verilmesine yer olmadığına karar vermiştir.

105. Başvurucular aynı iddiaları satış kararının iptali istemiyle İdare Mahkemesinde açtıkları davada da ileri sürmüştür. İdare Mahkemesi davayı reddederken başvurucuların bu iddialarına yönelik olarak 16/100 oranındaki hisselerinin yeni paylaşımda da değişmediği, ayrıca dört işyerinin aslında tek bir bağımsız bölüm olduğu hâlde fiilen dörde bölünerek kiralandığı vurgusunu yapmıştır. Bununla birlikte Bölge İdare Mahkemesi istinaf isteminin reddine ilişkin kararında İdare Mahkemesi kararında yer alan bu gerekçenin karar metninden çıkartılmasına karar vermiştir. Bölge İdare Mahkemesi davanın konusunun satış kararının hukukiliğinin denetlenmesiyle sınırlı olduğunu, Malikler Kurulu kararının davaya konu olmadığını kabul ederek bu sonuca ulaşmıştır.

106. Bu durumda başvurucunun Malikler Kurulu kararına yönelik şikâyetlerinin hiçbir yargı mercii tarafından incelenmediği anlaşılmaktadır. Yukarıda açıklandığı üzere Malikler Kurulunun taşınmazın değerlendirme biçimini belirleyen kararının tarafların menfaatlerine uygun ve hakkaniyetli olması mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin ölçülülük şartlarındandır.

107. İdare Mahkemesi kararında başvurucuların hisse miktarının değişmediğine ve dört işyerinin gerçekte tek bir bağımsız bölüm olduğuna vurgu yapılarak başvurucuların taşınmazın yeni paylaşım biçimine yönelik iddiaları değerlendirilmiş ise de Bölge İdare Mahkemesi bu değerlendirmeleri içeren kısmı ilk derece mahkemesi kararının gerekçesinden çıkarmıştır. Bölge İdare Mahkemesinin kabulüne göre Malikler Kurulu kararı davanın konusunu oluşturmamaktadır. Oysa Malikler Kurulu kararı davanın konusunu oluşturmasa da başvuruculara teklif edilen yeni paylaşım şeklinin kabul edilmemesi satış kararının temel sebebini teşkil etmektedir. Satış kararının hukukiliğinin denetlenmesi başvurucuların yeni paylaşım şekline rıza göstermemelerinin haklı bir temele dayanıp dayanmadığının da incelenmesini gerektirmektedir. Yeni paylaşım şeklinin dengeli ve adil olup olmadığı incelenmeden satış kararının hukukiliği yönünden yapılacak bir denetimin gerçek manada yargısal bir denetim olduğundan söz edilemez. Aksi takdirde idare mahkemesi salt şeklî bir denetim yapmış olur. Dolayısıyla Bölge İdare Mahkemesinin başvurucuların taşınmazın yeni paylaşım şekline yönelik itirazlarını inceleme dışı bırakan yaklaşımı Anayasa'nın 35. maddesinin devlete yüklediği gerekliliklere uygun bir denetim yapılmaması sonucunu doğurmuştur.

108. Öte yandan İdare Mahkemesinin yeni paylaşım şeklindeki hisse oranının eski paylaşım yöntemine uygun olup olmadığıyla sınırlayan denetiminin de Anayasa'nın 35. maddesindeki güvencelere uygun olduğu söylenemez. Anayasa'nın 35. maddesinin aradığı manada bir denetim yeni paylaşım şeklinin ekonomik yönden dengeli olup olmadığının incelenmesini gerektirmektedir. Bu da gerekirse bilirkişi incelemesi yapılmasıyla anlaşılabilecek bir husustur. İdare Mahkemesinin yeni paylaşım şeklinin adil ve dengeli olup olmadığı yolunda -gerekirse bilirkişi görüşünü alarak- bir inceleme yapmadan salt şeklî denetimle yetinmesi başvurucuların hisselerinin satışının son çare olup olduğunun gösterilememesi neticesini husule getirmiştir.

109. Kuşkusuz başvurucuların dört işyerinin gerçekte tek bir bağımsız bölüm olup olmadığı meselesi de önem taşımaktadır. Başvurucuların bir bağımsız bölümü fiilen dörde bölerek kullandıklarının tespiti hâlinde bu durumun dikkate alınması gerektiği tabiidir. Ancak derece mahkemelerinin bu durumu dahi netleştiremedikleri görülmektedir. Kaldı ki bu durum sabit görülse bile tek başına bu olgu yeni paylaşım modelinin adil ve dengeli olup olmadığı yönünden ilgili ve yeterli bir denetim yapıldığını göstermemektedir.

110. Yukarıda yapılan açıklamalar bir bütün olarak değerlendirildiğinde başvurucuların hisselerinin satılmasının son çare olduğunun kamu makamlarınca ortaya konulamadığı sonucuna ulaşılmıştır.

111. Müdahalenin gerekli, dolayısıyla son çare olmadığının tespiti hâlinde kural olarak orantılılık ölçütü yönünden ayrıca bir inceleme yapılmasına gerek görülmemektedir. Bununla birlikte somut olayın koşulları dikkate alındığında orantılılık ölçütü yönünden de denetim yapılmasının gerekli olduğu değerlendirilmiştir.

 (iii) Orantılılık

112. Hisselerinin iradeleri dışında satılması suretiyle başvuruculara yüklenen külfetin dengelenmesinde taşınmazın gerçek değerinin ödenmesi önem taşımaktadır. Bu kapsamda ilk olarak vurgulanacak husus hissesi satılan paydaşın bedelsiz olarak mülkünden yoksun kalmadığıdır. Değerlendirme yöntemine rıza göstermeyen paydaşın hissesinin satılması ona oldukça ağır bir külfet yüklemektedir. Ancak bu külfet hissenin rayiç bedelinin paydaşa ödenmesi suretiyle telafi edilmektedir. Bu bağlamda değerleme ve satış işleminin satış talep eden paydaşlar tarafından değil Çevre ve Şehircilik Müdürlüğünce yapılması önemli bir güvence teşkil etmektedir. Ayrıca Çevre ve Şehircilik Bakanlığının değerleme ve satış işlemine karşı idari yargıda dava yolu açık olup taşınmazın rayiç bedelinin düşük belirlendiği iddialarının yargı mercilerince denetlenmesi mümkündür. Tüm bunlar gözetildiğinde hissesi satılan malikin menfaatlerinin de yeterince hesaba katıldığı ve ona yüklenen külfeti dengeleyecek mekanizmaların yasal düzeyde mevcut olduğu kanaatine varılmıştır (F. E., § 65).

113. Yasal düzeyde yeterli görülen usul güvencelerinin fiilen sağlanıp sağlanmadığının da irdelenmesi gerekir. Somut olayda başvurucuların hisselerinin rayiç bedeli İdare tarafından 6.396.000 TL olarak tespit edilmiş, ihale sonucunda başvurucuların hisseleri paydaşlardan biri olan A.Y.ye 6.400.000 TL bedelle satılmış, satış bedeli başvuruculara ödenmiştir. Başvurucular İdare Mahkemesindeki dava dilekçesinde hisselerinin rayiç bedelinin düşük belirlendiğine yönelik iddialar ileri sürmüştür. Bu bağlamda başvurucular emsal teşkil edeceğini düşündükleri iki raporu İdare Mahkemesine sunmuş, hisselerinin metrekare birim değerinin 39.000 TL değil, 79.841 TL olduğunu savunmuştur. Buna karşılık İdare Mahkemesinin başvurucuların rayiç bedelin düşük belirlendiği iddiasıyla ilgili olarak hiçbir değerlendirme yapmadığı, davanın bu kısmını görev yönünden reddettiği görülmektedir.

114. Başvurucuların hisselerinin değerinin takdir edilmesine ilişkin işleme karşı açılacak davada görevli mahkemenin hangisi olduğunu değerlendirmek Anayasa Mahkemesinin görevi değildir. Anayasa Mahkemesinin görevi bu yorumun keyfîlik ve bariz takdir hatası içerip içermediğini denetlemekten ibarettir. İdare Mahkemesinin dayandığı 6100 sayılı Kanun hukuk (adliye) mahkemelerinin kendi aralarındaki görev ve yetki kurallarını düzenlemektedir. Bu husus gözetildiğinde söz konusu Kanun'un 2. maddesinin (1) numaralı fıkrasındaki hükmün mal varlığı haklarına ilişkin olarak adli yargının görevine giren uyuşmazlıklara adli yargının içindeki hangi mahkemenin bakacağını düzenlediği anlaşılmaktadır. 6100 sayılı Kanun idari işlemlere karşı açılacak davaları kural olarak düzenlemediğinden mal varlığını etkileyen idari işlemlere ilişkin davaların da asliye hukuk mahkemesinde açılacağının kabulü oldukça zorlama ve kabul edilebilir olmayan bir yorumdur.

115. Öte yandan bir an için -idari işlemler de dâhil olmak üzere- mal varlığını etkileyen tüm davaların asliye hukuk mahkemesinde açılacağı kabul edilse bile bu durumda İdare Mahkemesinin başvurucuların adli yargıda dava açarak bunun neticelenmesini beklemeden ihale işlemini karara bağlaması, başvurucunun mülkiyet hakkıyla ilgili şikâyetinin incelenmemesi sonucunu doğurmuştur. Başvurucuların ihalenin iptalini istemesinin esas sebebi hisselerinin değerinin düşük belirlendiğini, buna bağlı olarak gerçek değerinin altında satıldığını düşünmüş olmasıdır. İhalenin iptali istemiyle açılan bir davada çözüme kavuşturulması beklenen en önemli mesele satılan mal varlığının değeridir. Satılan malın bedelinin usulüne uygun olarak tespit edilip edilmediği incelenmeyecekse ihalenin iptali istemiyle dava açılmasının bir anlamı kalmaz. Bedel tespitine ilişkin meselenin adli yargıda açılacak bir davayla çözüme kavuşturulması gerektiği düşünülüyorsa bu takdirde bedel tespitine ilişkin uyuşmazlık sonuçlanmadan ihalenin iptali davasının karara bağlanması yargısal denetimin içinin boşalmasına yol açar. Kaldı ki kişinin mülkiyet hakkı üzerinde sonuç doğuran bir işlemi unsurlarına ayırarak söz konusu işlemin sebep unsurunu oluşturan hazırlık işlemini ana işlemden bağımsız olarak ayrı bir davaya konu etmesini şart koşmak kişiye gereksiz ve aşırı bir külfet yükleyebilir.

116. Ayrıca İdare Mahkemesinin satış işlemine karşı açılan davanın reddedilmiş olduğunu gözeterek ihalenin hukuka uygun olduğuna karar verdiği görülmektedir. Diğer bir ifadeyle İdare Mahkemesi satış işleminin hukuka uygun olmasının otomatik olarak ihalenin de hukuka uygun olması sonucunu doğurduğu kabulünden hareket etmiştir. İdare Mahkemesinin bu yaklaşımı, ihale işleminin tam bir hukuksal denetime tabi tutulmaması riskini ortaya çıkarmaktadır. Zira ihalenin yapılabilmesi için İdare tarafından satış kararı alınması zorunlu olsa da satış kararının bulunması ve hukuka uygun olması ihalenin hukuka uygunluğunun tek koşulu değildir. İhalenin koşullarından biri de satışa çıkarılacak hisselerin değerinin İdarece usulüne uygun olarak tespit edilmiş olmasıdır. Hisselerin değerinin tespitindeki usulsüzlükler de ihale işleminin hukukiliğini etkilemektedir. Dolayısıyla İdare Mahkemesinin ihale işleminin hukukiliğinin denetimini satış kararının hukuka uygunluğunun incelenmesine indirgeyen yorumu yargısal denetimi etkili olmaktan çıkarmıştır.

117. Tüm bu hususlar gözetildiğinde ihalenin iptali istemiyle açılan davanın en önemli meselesi olan hisselerin değerinin usulüne uygun olarak tespit edilip edilmediği sorunu çözüme kavuşturulmadan, başvurucuların değer takdirine ve satış bedeline yönelik itirazları incelenmeden karara bağlanması, hisselerinin iradeleri dışında satılması suretiyle mülkiyet hakkına yapılan müdahaleyle başvuruculara yüklenen külfetin dengelenmesi amacıyla getirilen güvencelerin somut olayda sağlanmaması sonucunu doğurmuştur. Bu durumda başvurucuların mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin aynı zamanda orantılı da olmadığı kanaatine ulaşılmıştır.

118. Açıklanan gerekçelerle Anayasa'nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

C. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

119. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…

 (2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir."

120. Başvurucular; ihlalin tespit edilmesi ile yargılamanın yenilenmesine hükmedilmesi, bunun mümkün olmaması hâlinde 5.364.660 TL maddi tazminata karar verilmesi talebinde bulunmuştur. Başvurucular ayrıca birleşen her üç başvuruda da kişi başı 50.000 TL manevi tazminata hükmedilmesini istemiştir.

121. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan ([GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018) kararında ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağı hususunda genel ilkeler belirlenmiştir. Anayasa Mahkemesi diğer bir kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal kararının yerine getirilmemesinin sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin devamı anlamına geleceği gibi ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle sonuçlanacağına işaret etmiştir (Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019).

122. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural, mümkün olduğunca eski hâle getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması, ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan, §§ 55, 57).

123. İhlalin mahkeme kararından kaynaklandığı veya mahkemenin ihlali gideremediği durumlarda Anayasa Mahkemesi, 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası ile Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 79. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın bir örneğinin ilgili mahkemeye gönderilmesine hükmeder. Anılan yasal düzenleme, usul hukukundaki benzer hukuki kurumlardan farklı olarak ihlali ortadan kaldırmak amacıyla yeniden yargılama sonucunu doğuran ve bireysel başvuruya özgülenen bir giderim yolunu öngörmektedir. Bu nedenle Anayasa Mahkemesi tarafından ihlal kararına bağlı olarak yeniden yargılama kararı verildiğinde usul hukukundaki yargılamanın yenilenmesi kurumundan farklı olarak ilgili mahkemenin yeniden yargılama sebebinin varlığını kabul hususunda herhangi bir takdir yetkisi bulunmamaktadır. Dolayısıyla böyle bir kararın kendisine ulaştığı mahkemenin yasal yükümlülüğü, ilgilinin talebini beklemeksizin Anayasa Mahkemesinin ihlal kararı nedeniyle yeniden yargılama kararı vererek devam eden ihlalin sonuçlarını gidermek üzere gereken işlemleri yerine getirmektir (Mehmet Doğan, §§ 58, 59; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), §§ 57-59, 66, 67).

124. İncelenen başvuruda, Asliye Hukuk Mahkemesince ihtiyati tedbir kararının kaldırılması sebebiyle başvurucuların -hisselerinin mülkiyetini yitirmeden önce- Malikler Kurulu kararının hukukiliğine ilişkin şikâyetlerini denetlettirme imkânından mahrum bırakılması nedeniyle mülkiyet hakkıyla bağlantılı olarak etkili başvuru hakkının ihlal edildiği sonucuna ulaşılmıştır. Dolayısıyla mülkiyet hakkıyla bağlantılı olarak etkili başvuru hakkı ihlali Asliye Hukuk Mahkemesi kararından kaynaklanmıştır.

125. İhlalin tedbire ilişkin karardan kaynaklandığı gözetildiğinde etkili başvuru hakkıyla bağlantılı olarak mülkiyet hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar görülmemiştir. Bununla birlikte ihlalin tespit edilmesinin başvurucuların uğradığı zararların giderilmesi bakımından yetersiz kalacağı açıktır. Dolayısıyla eski hâle getirme kuralı çerçevesinde ihlalin bütün sonuçlarıyla ortadan kaldırılabilmesi için etkili başvuru hakkıyla bağlantılı olarak mülkiyet hakkının ihlali nedeniyle yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında başvuruculara net 17.500 TL manevi tazminatın müştereken ödenmesine karar verilmesi gerekir.

126. Ayrıca başvurucuların hisselerinin satılmasının gerekli -son çare- olup olmadığı ortaya konulmadan satılması ve hisselerin değerinin tespitine yönelik iddiaların incelenmemesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği kanaatine varılmıştır. Dolayısıyla satış kararına karşı açılan davadaki ihlal, İdarenin işleminden; ihalenin iptali istemiyle açılan davadaki ihlal ise mahkeme kararından kaynaklanmıştır. Bununla birlikte satış kararından kaynaklanan ihlali mahkemeler de giderememiştir.

127. Bu durumda mülkiyet hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Yapılacak yeniden yargılama ise bireysel başvuruya özgü düzenleme içeren 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu kapsamda yapılması gereken iş, yeniden yargılama kararı verilerek Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar verilmesinden ibarettir. Bu sebeple kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere İstanbul 4. İdare Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekmektedir.

128. Mülkiyet hakkının ihlalinin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılamanın yeterli bir giderim sağlayacağı anlaşıldığından tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerektiği sonucuna ulaşılmıştır.

129. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 846,90 TL harç ve 4.500 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 5.346,90 TL yargılama giderinin başvuruculara müştereken ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. 1. Mülkiyet hakkıyla bağlantılı olarak etkili başvuru hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

2. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. 1. Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkı ile bağlantılı olarak Anayasa'nın 40. maddesinde düzenlenen etkili başvuru hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

2. Anayasa'nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Kararın bir örneğinin mülkiyet hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere İstanbul 4. İdare Mahkemesine (E.2016/1475, K.2017/1353; E.2017/164, k.2017/2289) GÖNDERİLMESİNE,

D. Başvuruculara net 17.500 TL manevi tazminatın MÜŞTEREKEN ÖDENMESİNE,

E. 846,90 TL harç ve 4.500 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 5.346,90 TL yargılama giderinin başvuruculara MÜŞTEREKEN ÖDENMESİNE,

F. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucuların Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 10/2/2022 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

ONUR ORAL BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2019/15602)

 

Karar Tarihi: 22/2/2022

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Hasan Tahsin GÖKCAN

Üyeler

:

Hicabi DURSUN

 

 

Muammer TOPAL

 

 

Recai AKYEL

 

 

Yusuf Şevki HAKYEMEZ

Raportör

:

M. Emin ŞAHİNER

Başvurucu

:

Onur ORAL

Vekili

:

Av. Esra ŞAHİN

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, ihtirazi kayıtla verilen düzeltme beyannamesi üzerinden yapılan vergi tarhiyatlarına ve kesilen vergi ziyaı cezasına karşı açılan davanın esası incelenmeden reddedilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 2/5/2019 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:

8. Başvurucunun mal alımında bulunduğu mükellef firma hakkında vergi tekniği raporu düzenlenmiştir. Bu rapora göre vergi mükellefi firma, iş ve işlemlerinde sahte faturalar düzenlemiştir.

9. Beylikdüzü Vergi Dairesi Müdürlüğü (Vergi İdaresi) tarafından 28/3/2018 tarihli yazı ile hakkında vergi tekniği raporu düzenlenen mükellef firmadan Mart 2017 döneminde yapılan mal alımlarına ait faturaların sahte olduğu belirtilerek başvurucudan bu alımlara isabet eden katma değer vergisinin (KDV) tenzil edilmesi istenmiş, aksi takdirde olumsuz mükellefler listesine alınacağı uyarısı yapılmıştır.

10. Başvurucu anılan yazı üzerine olumsuz mükellefler listesine girmemek için 6/12/2017 tarihinde Vergi İdaresine ihtirazi kayıtla düzeltme beyannamesi vermiştir. Bu beyanname üzerine Vergi İdaresince KDV, damga vergisi ve gecikme faizi tahakkuk ettirilmiş ve vergi ziyaı cezası kesilmiştir.

11. Başvurucu, ihtirazi kayıtla verilen düzeltme beyannamesi üzerine Vergi İdaresince kesilen vergi cezasının iptali talebiyle 27/4/2018 tarihinde İstanbul 14. Vergi Mahkemesinde (Vergi Mahkemesi) dava açmıştır. Dava dilekçesinde başvurucu; düzeltme beyannamesini Vergi İdaresinin zorlayıcı yazısı üzerine olumsuz mükellefler listesinde yer almamak için verdiğini, mükelleflerin birtakım müeyyidelerin uygulanacağı baskısı altında beyanname vermek zorunda bırakılmasının haksızlık olduğunu ileri sürmüştür. Başvurucu ayrıca ilgili yükümlüden yapılan alışların gerçek olduğunu, bu alışlara ilişkin KDV'nin yasalara uygun şekilde defterlere kaydedilerek indirim konusu edildiğini ve şirket hakkında yapılmış kapsamlı bir vergi incelemesinin bulunmadığını iddia etmiştir.

12. Vergi Mahkemesi 26/10/2018 tarihli kararıyla davanın kabulüne karar vermiştir. Kararın gerekçesi özetle şöyledir:

i. Vergi İdaresinin 28/3/2018 tarihli yazısını müteakiben verilen beyanname üzerine başvurucunun aleyhine olan bu durumun kendi iradesiyle ortaya çıktığı iddia edilse de ticari hayatın olağan koşulları altında bir yükümlünün bu yönde bir eylemde bulunması olağan olmayacağından verilen ikinci beyannamenin özgür iradeyle oluştuğundan söz edilemeyecektir.

ii. Somut olayda başvurucu tarafından düzeltme beyannamesinin verildiği tarih itibarıyla kullandığı faturaların gerçek olup olmadığına ilişkin olarak başvurucu hakkında Vergi İdaresince usulüne uygun biçimde vergi incelemesi bulunmamakta olup salt başvurucunun mal ve hizmet alımında bulunduğu şirket ya da şahıslar hakkındaki tespitlerden hareketle dava konusu tahakkuk işlemi yapılmıştır.

iii. Bu durumda başvurucunun mal alımında bulunduğu yükümlü hakkındaki tespitler yeterli görülerek kullandığı faturaların gerçek olup olmadığına yönelik olayın gerçek mahiyetini ortaya koyacak bir inceleme yapılmaksızın Vergi İdaresinin baskısı altında verildiği anlaşılan düzeltme beyannamesi üzerine uyuşmazlık konusu dönem için tahakkuk ettirilen KDV, damga vergisi, kesilen vergi ziyaı cezası ile hesaplanan gecikme faizlerinde hukuka uyarlık bulunmamaktadır.

13. Mahkeme kararına karşı Vergi İdaresi tarafından 6/11/2018 tarihinde istinaf başvurusunda bulunulmuş, istinaf incelemesi sonucunda İstanbul Bölge İdare Mahkemesi 1. Vergi Dava Dairesinin (Bölge İdare Mahkemesi) 28/2/2019 tarihinde istinaf başvurusunun kabulüyle yerel mahkeme kararının kaldırılmasına ve davanın reddine kesin olarak karar verilmiştir. Mahkemeye göre başvurucu tarafından beyanname verme süresi geçirildikten sonra faturaları kayıtlara intikal ettirilen firma hakkındaki olumsuz tespitler nedeniyle söz konusu faturalar kayıtlardan çıkarılarak ilgili dönemlere ait KDV düzeltme beyannamelerine konulan ihtirazi kaydın süresinden sonra verilen beyanname üzerine tahakkuk ettirilen vergiye dava açılmasına imkân sağlayan bir çekince olarak kabulüne olanak bulunmamaktadır. Mahkemeye göre ayrıca KDV beyannamelerinin yasal süresinden sonra verildiği gerçeği dikkate alındığında süresinde tahakkuk ettirilmeyen vergi kalemi için 4/1/1961 tarihli ve 213 sayılı Vergi Usul Kanunu'nun 341. maddesi gereği vergi ziyaı cezası kesilmesi elzemdir.

14. Nihai karar başvurucu vekiline 3/4/2019 tarihinde tebliğ edilmiştir.

15. Başvurucu 2/5/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

IV. İLGİLİ HUKUK

16. Konu ile ilgili hukuk için bkz. Arbay Petrol Gıda Turizm Taşımacılık Sanayi Ticaret Ltd. Şti. ve Arbay Turizm Taşımacılık İthalat İhracat İnşaat ve Organizasyon Sanayi ve Ticaret Ltd. Şti., [GK], B. No: 2015/15100, 27/2/2019, §§ 19-34.

V. İNCELEME VE GEREKÇE

17. Anayasa Mahkemesinin 22/2/2022 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun İddiaları

18. Başvurucu, mal ve hizmet alımında bulunduğu şirketin olumsuz mükellef listesinde (kod listesi) yer alması nedeniyle Vergi İdaresince yapılan uyarı üzerine Mart 2017 dönemine ilişkin düzeltme beyannamesi vermek zorunda bırakıldığını belirtmiştir. Başvurucu, emsal mahkeme kararlarının davacıların lehine sonuçlandığını ifade etmiştir. Başvurucu sonuç olarak ihtirazi kayıtla verilen bu beyanname üzerinden kesilen vergi ziyaı cezasına karşı açtığı davanın söz konusu beyannamenin kanuni süresi geçtikten sonra verildiğinden bahisle haksız olarak reddedilmesinden yakınarak eşitlik ilkesi ile mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

B. Değerlendirme

19. Anayasa’nın "Mülkiyet hakkı" kenar başlıklı 35. maddesi şöyledir:

 “Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.

Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir.

Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz.”

20. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucu adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkının da ihlal edildiğini ileri sürmekte ise de vergilendirme işlemine ilişkin şikâyetin ilgili olduğu mülkiyet hakkının ihlali iddiası kapsamında incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

21. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Esas Yönünden

22. Başvurucuların ihtirazi kayıtla verdiği beyannameler üzerinden yapılan tarh ve tahakkuk işlemleri sonucu KDV ve damga vergisi ile bu vergilere ait gecikme faizi ve vergi ziyaı cezası ödemelerinin mülkiyet hakkına müdahale teşkil ettiği kuşkusuzdur. Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarında; vergi ve benzeri mali yükümlülükler ile sosyal güvenlik prim ve katkılarını belirlemeye, değiştirmeye ve ödenmesini güvence altına almaya yönelik müdahalelerin taşıdığı amaçlar dikkate alındığında devletin mülkiyetin kamu yararına kullanımını kontrol veya düzenlenmesi yetkisi kapsamında incelenmesi gerektiği kabul edilmiştir (Arif Sarıgül, B. No: 2013/8324, 23/2/2016, § 50; Narsan Plastik San. ve Tic. Ltd. Şti., B. No: 2013/6842, 20/4/2016, § 71). Somut olayda da müdahalenin mülkiyetin kullanılmasının kontrolü veya düzenlenmesine ilişkin üçüncü kural çerçevesinde incelenmesi gerekmektedir.

23. Başvurucunun aynı konu ile ilgili olarak yukarıda belirtilen şikâyetleri daha önce Anayasa Mahkemesince incelenmiş ve karara bağlanmıştır (Arbay Petrol Gıda Turizm Taşımacılık Sanayi Ticaret Ltd. Şti. ve Arbay Turizm Taşımacılık İthalat İhracat İnşaat ve Organizasyon Sanayi ve Ticaret Ltd. Şti., §§ 41-67).

24. Buna göre Anayasa Mahkemesi söz konusu başvuruda derece mahkemelerinin 213 sayılı Kanun'un 378. maddesinin ikinci fıkrasında düzenlenen hukuk kuralını, düzeltme beyannamesine ihtirazi kayıt konulmasının dava açma hakkı vermeyeceği şeklinde yorumlamasını -sürecin bütününe bakıldığında- başvurucunun müdahalenin hukuka aykırı olduğuna yönelik olarak iddia ve itirazlarını etkin bir biçimde sunamaması sonucuna yol açtığını tespit etmiş ve somut olayda mülkiyet hakkının öngördüğü usul güvencelerinin sağlanamamasından dolayı müdahalenin başvurucuya şahsi olarak aşırı bir külfet yüklediği, başvurucunun mülkiyet hakkının korunması ile müdahalenin kamu yararı amacı arasında olması gereken adil dengenin başvurucu aleyhine bozulduğu ve dolayısıyla mülkiyet hakkının ihlal edildiği sonucuna varmıştır (Arbay Petrol Gıda Turizm Taşımacılık Sanayi Ticaret Ltd. Şti. ve Arbay Turizm Taşımacılık İthalat İhracat İnşaat ve Organizasyon Sanayi ve Ticaret Ltd. Şti., §§ 52-67).

25. Aynı şikâyeti içeren somut başvuruda da bu ilkelerden ayrılmayı gerektirir bir durum bulunmayıp mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin ölçüsüz olduğu ve Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.

3. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

26. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 50. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir. ...

(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir."

27. Başvurucu, yeniden yargılamaya karar verilmesi talebinde bulunmuştur.

28. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan ([GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018) kararında ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağı hususunda genel ilkeler belirlenmiştir. Anayasa Mahkemesi diğer bir kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal kararının yerine getirilmemesinin sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin devamı anlamına geleceği gibi ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle sonuçlanacağına işaret etmiştir (Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019).

29. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural mümkün olduğunca eski hâle getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması, ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan, §§ 55, 57).

30. İhlalin mahkeme kararından kaynaklandığı veya mahkemenin ihlali gideremediği durumlarda Anayasa Mahkemesi, 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası ile Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 79. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın bir örneğinin ilgili mahkemeye gönderilmesine hükmeder. Anılan yasal düzenleme, usul hukukundaki benzer hukuki kurumlardan farklı olarak ihlali ortadan kaldırmak amacıyla yeniden yargılama sonucunu doğuran ve bireysel başvuruya özgülenen bir giderim yolunu öngörmektedir. Bu nedenle Anayasa Mahkemesi tarafından ihlal kararına bağlı olarak yeniden yargılama kararı verildiğinde usul hukukundaki yargılamanın yenilenmesi kurumundan farklı olarak ilgili mahkemenin yeniden yargılama sebebinin varlığını kabul hususunda herhangi bir takdir yetkisi bulunmamaktadır. Dolayısıyla böyle bir kararın kendisine ulaştığı mahkemenin yasal yükümlülüğü, ilgilinin talebini beklemeksizin Anayasa Mahkemesinin ihlal kararı nedeniyle yeniden yargılama kararı vererek devam eden ihlalin sonuçlarını gidermek üzere gereken işlemleri yerine getirmektir (Mehmet Doğan, §§ 58, 59; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), §§ 57-59, 66, 67).

31. İhtirazi kayıtla verilen düzeltme beyannamesi üzerine yapılan vergilendirmeye ve kesilen cezaya karşı açılan davanın derece mahkemesince reddedilmesinin ölçüsüz olması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır. Dolayısıyla somut başvuruda ihlalin mahkeme kararından kaynaklandığı anlaşılmaktadır.

32. Bu durumda mülkiyet hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Buna göre yapılacak yeniden yargılama ise 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu kapsamda derece mahkemesince yapılması gereken iş, öncelikle ihlale yol açan mahkeme kararının ortadan kaldırılması ve nihayet ihlal sonucuna uygun yeni bir karar verilmesinden ibarettir. Bu sebeple kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılması amacıyla İstanbul Bölge İdare Mahkemesi 1. Vergi Dava Dairesine iletilmek üzere İstanbul 14. Vergi Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekir.

33. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 364,60 TL harç ve 4.500 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 4.864,60 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Anayasa'nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Kararın bir örneğinin mülkiyet hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılması amacıyla İstanbul Bölge İdare Mahkemesi 1. Vergi Dava Dairesine iletilmek üzere İstanbul 14. Vergi Mahkemesine (E.2018/949, K.2018/2948) GÖNDERİLMESİNE,

D. 364,60 TL harç ve 4.500 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 4.864,60 TL yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,

E. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

F. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 22/2/2022 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

SAİT KAYA İŞYAPAN VE DİĞERLERİ BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2018/25711)

 

Karar Tarihi: 10/5/2022

R.G. Tarih ve Sayı: 29/6/2022-31881

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

Başkan

:

Hasan Tahsin GÖKCAN

Üyeler

:

Hicabi DURSUN

 

 

Recai AKYEL

 

 

Selahaddin MENTEŞ

 

 

İrfan FİDAN

Raportör

:

Ayhan KILIÇ

Başvurucular

:

1. Sait Kaya İŞYAPAN

 

 

2. Fahrettin İŞYAPAN

 

 

3. Mehmet İŞYAPAN

Başvurucular Vekili

:

Av. Fatih Mehmet TERCAN

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru; kentsel dönüşüm projesi kapsamında hak kazanılan artan hisse bedelinin ödenmemesi nedeniyle mülkiyet hakkının, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 17/8/2018 tarihinde yapılmıştır. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

3. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir.

4. Başvurucu Mehmet İşyapan 23/10/2017 tarihinde, Fahrettin İşyapan ise 1/11/2021 tarihinde ölmüştür.

III. OLAY VE OLGULAR

5. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:

6. Başvurucu Sait Kaya İşyapan 1961 doğumlu olup Çanakkale'de ikamet etmektedir.

7. Başvurucuların iştirak hâlinde malik olduğu ve Bursa ili Osmangazi ilçesi Doğanbey Mahallesi'nde bulunan 4430 ada 7 parsel numaralı 123,31 m² büyüklüğündeki taşınmaz Doğanbey Kentsel Dönüşüm Projesi alanında kalmaktadır. Toplu Konut İdaresi Başkanlığı (TOKİ), Osmangazi Belediye Başkanlığı (Belediye) ve başvurucular arasında taşınmazın kentsel dönüşüm projesinde kullanılmasına yönelik olarak muvafakat senedi imzalanmıştır. Söz konusu muvafakat senedine göre şu hususlarda anlaşmaya varılmıştır:

"Konut Sözleşmesi Esasları

2.1. Tapulu Arsalar İçin Hisse Karşılığı

Doğanbey Kentsel Dönüşüm Projesi Alanı'nda bulunan tapulu arsaların her 2 m²'lik hissesine karşılık, aynı proje alanı içinde T.O.K.İ. tarafından üretilecek konutların brüt 3 m²'lik hissesi eşdeğer tutulacaktır ancak, T.O.K.İ. tarafından üretilecek konutlar için, yapılacak ihale sonucunda ortaya çıkacak yapı birim maliyeti dikkate alınarak borçlanma miktarı kesinleştirilecektir.

...

2.3.2. Borçlanma Esasları

Konut sözleşmelerinin gerçekleşmesi için; taşınmaz sahiplerinin 2.3.1. de ifade edilen, sözleşme yapılmaya hak kazanılmış konut hisseleri, konut tam büyüklüğüne tamamlanacağından; 'Toplam Konut Büyüklüğü'nden 'Hak Kazanılmış Konut' büyüklüğü (2.1.) çıkarılır ve 'Borçlanılacak Konut Hissesi' ortaya çıkar.

Taşınmaz sahiplerinin konut hisseleri (m²) T.O.K.İ. tarafından yapılacak ihale sonucunda kesinleşecek olan yapı birim m² maliyet bedeli ile çarpılarak; taşınmaz sahibinin 'borçlanma miktarı' hesaplanır. 2.3.1. e göre tüm taşınmaz sahiplerinin borçları/alacakları, T.O.K.İ ihalesi sonrası kesinleşecek bedele göre hesaplanacaktır.

Taşınmaz sahibi bir adet konut için sözleşme yapıyor ise borcunu 72 ayda, birden fazla konut için sözleşme yapıyor ise ilave konutun borcunu defaten öder. Borçlanma bedeli, T.O.K.İ.ye bakiye borcun ve taksit tutarının vade süresince her altı ayda bir, bir önceki 6(altı) aylık dönemdeki memur maaş artış oranına göre artış uygulayarak taksitlerle ödenecektir.

2.3.3.

Taşınmaz sahipleri, taşınmazlarının toplam arsa büyüklüğünün bir kısmı ile borçlanmaksızın konut sözleşmesi yaparak, geri kalan kısmını nakti değer olarak talep edebilir ve artan hisselerinin karşılığını, arsa metrekaresi 1.000 YTL ye karşılık gelecek şekilde T.O.K.İ. tarafından belirlenecek takvime göre almaya hak kazanır.

...

4. Taşınmazların Devri

İşbu mavafakat senedini imzalayan ve binasız olan tapulu hak sahipleri 15 gün içinde, mülkiyetlerinde bulunan arsa/arazileri üzerindeki her türlü takyidatın kaldırılmasını sağlayarak T.O.K.İ.ye devredecektir. Binalı olan arsa sahipleri, elektrik, su, doğalgaz ve emlak vergisi vb. Borçlarını kapatarak, yapı ve müştemilatı boş olarak Belediye'ye teslim edecekler ve tapularını T.O.K.İ.ye devredeceklerdir.

...

... arsa hissesi - konut programı - toplam konut- ... - tesis bedeli - borçlanma

... (m²) (m²) (m²) YTL YTL

...123.31 1 ADET 149.90 144.9 6.985,38 30.295,38"

8. Başvurucular 12/11/2007 tarihinde taşınmazı tapuda TOKİ'ye devretmiştir.

9. TOKİ ile başvurucular arasında 26/9/2012 tarihinde gayrimenkul satış sözleşmesi imzalanmıştır. Anılan sözleşmeye göre B-6 blok 26. katta bulunan 67 numaralı ve 149,90 m² büyüklüğündeki daire katma değer vergisi hariç 118.813 TL'ye başvuruculara satılmıştır.

10. Başvurucular 2/2/2012 tarihinde Bursa Tüketici Mahkemesinde (Tüketici Mahkemesi) Belediye ve TOKİ aleyhine tazminat davası açmıştır. Dava dilekçesinde, artan 35,065 m² hissesinin bedelinin taşınmazın TOKİ'ye devir tarihinden itibaren güncellenerek ödenmesi gerektiği belirtilmiştir. Dava dilekçesinde; taşınmazın m² birim fiyatının devir tarihinde 1.000 TL olduğu ifade edilmiş, fazlaya ilişkin haklar saklı tutularak şimdilik 2.000 TL tazminata hükmedilmesi talep edilmiştir.

11. Tüketici Mahkemesi 7/2/2013 tarihinde davayı görev yönünden reddetmiş, talep hâlinde dosyanın Bursa Asliye Hukuk Mahkemesine gönderilmesine karar vermiştir. Başvurucuların talebi üzerine dosya Bursa 4. Asliye Hukuk Mahkemesine (Asliye Hukuk Mahkemesi) gönderilmiştir.

12. Belediyenin cevap dilekçesinde 4/11/1983 tarihli ve 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu'nun 35. maddesine atıfta bulunularak başvurucuların özel parselasyon sonucunda rızaen kamuya terk ettiği taşınmazları için tazminat talep etme haklarının olmadığı savunulmuştur.

13. TOKİ'nin cevap dilekçesinde ise muvafakat senedinin sözleşme olarak kabul edilemeyeceği ve muvafakat senedinde konutun teslim tarihiyle ilgili bir hükme yer verilmediği belirtilmiştir. TOKİ, konut teslimi gerçekleşmeden başvurucuların alacaklı olup olmadığının netleşemeyeceğini ifade etmiş; ayrıca arsa bedelinin güncellenmesinin de mümkün olmadığını ileri sürmüştür.

14. Asliye Hukuk Mahkemesince bilirkişi incelemesi yaptırılmıştır. Bilirkişi heyeti tarafından hazırlanan 13/1/2015 tarihli raporda, başvurucuların 35,065 m² artan hissesinin bulunduğu tespiti yapılmıştır. Raporda, muvafakat senedine göre artan hissenin m² bedelinin 1.000 TL olduğu, dolayısıyla başvurucuların artan hisse bedelinin 35.065 TL şeklinde hesaplandığı belirtilmiş ancak muvafakat senedinde bu tutarın 30.295,38 TL olarak belirlendiği vurgulanmıştır. Taşınmazın TOKİ'ye devredildiği 12/11/2007 tarihinin ödeme tarihi olarak kabulü gerektiği değerlendirilen raporda, 30.295,38 TL'nin dava tarihi itibarıyla ulaştığı değer denkleştirici adalet ilkesine göre 53.591 TL biçiminde hesaplanmıştır.

15. Asliye Hukuk Mahkemesi 11/3/2015 tarihinde davayı reddetmiştir. Kararın gerekçesinde; borcun ödeme zamanının belli olmadığı, bu nedenle vadenin belirlenmesi için öncelikle borçluya ihtar çekilmesi gerektiği belirtilmiştir. Kararda, muvafakat senedinde herhangi bir ödeme takviminin tayin edilmediği ve ödeme zamanının TOKİ'nin tercihine bırakıldığı vurgulanmış; projenin kapsamının genişliğine de işaret edilerek davanın sübut bulmadığı açıklanmıştır.

16. Başvurucular bu karara karşı temyiz yoluna başvurmuştur. Temyiz dilekçesinde, sözleşmeye göre devir tarihinin aynı zamanda idarenin borcu bakımından vade tarihi olduğu ve bu vadenin kesin nitelikte bulunduğu savunulmuştur.

17. Yargıtay 13. Hukuk Dairesi (Daire) 21/6/2018 tarihinde gerekçesini değiştirmek suretiyle kararı onamıştır. Daire kararında, muvafakat senedinin 2.1. maddesine değinilerek konutlar için yapılacak ihale sonucunda ortaya çıkacak yapı birim maliyeti dikkate alınarak borçlanma miktarının kesinleştirileceği belirtilmiş; buna göre muvafakat senedinin gereğinin yerine getirilmesi için borçlanma miktarının kesinleştirilmesi gerektiği ifade edilmiştir. Taraflar arasında 26/9/2012 tarihinde imzalanan sözleşme ile başvuruculara kaç metrekare daire verileceğinin kesinleştiği vurgulanan kararda, sözleşme tarihinin dava tarihinden sonraki bir tarih olduğu gözetilerek davanın henüz tarafların alacak-borç durumunun kesinleşmediği bir tarihte açıldığı gerekçesiyle reddi gerektiği sonucuna varılmıştır.

18. Nihai karar 27/7/2018 tarihinde başvuruculara tebliğ edilmiştir.

IV. İLGİLİ HUKUK

A. Ulusal Hukuk

19. 24/2/1984 tarihli ve 2981 sayılı İmar ve Gecekondu Mevzuatına Aykırı Yapılara Uygulanacak Bazı İşlemler ve 6785 sayılı İmar Kanununun Bir Maddesinin Değiştirilmesi Hakkında Kanun'un ek 7. maddesinin birinci ve ikinci fıkraları şöyledir:

"Başkanlık gecekondu bölgelerinin tasfiyesine veya iyileştirilerek yeniden kazanımına yönelik olarak gecekondu dönüşüm projeleri geliştirebilir, inşaat uygulamaları ve finansman düzenlemeleri yapabilir. Bu amaçla gecekondu bölgelerinde, gerçek kişilerin ve özel hukuk tüzel kişilerinin mülkiyetinde bulunan gayrimenkuller ile 24.2.1984 tarihli ve 2981 sayılı İmar ve Gecekondu Mevzuatına Aykırı Yapılara Uygulanacak Bazı İşlemler ve 6785 Sayılı İmar Kanununun Bir Maddesinin Değiştirilmesi Hakkında Kanuna göre hak sahibi olan kişilerin haklarına konu gayrimenkullerin değeri Başkanlık tarafından tespit edilir ve Başkanlık bu kişilerle proje çerçevesinde anlaşmalar yapabilir. Bu anlaşmaların usul ve esaslarını belirlemeye Başkanlık yetkilidir.

Gecekondu Dönüşüm Projesi çerçevesinde idare tarafından yapımı gerçekleştirilen konutların bedelleri proje uygulamalarının yapıldığı illerdeki mevcut ekonomik durum, doğal afetler, konut rayiç bedelleri ve gecekondu bölgesindeki kişilerin gelir durumu göz önünde bulundurularak gerekli görüldüğünde kamuoyuna ilân edilerek yapım maliyetlerinin altında tespit edilebilir. Bu madde uyarınca konut bedellerini, ödeme şeklini ve süresini belirlemeye Toplu Konut İdaresi Başkanının önerisi üzerine Başkanlığın bağlı bulunduğu Bakan yetkilidir."

B. Uluslararası Hukuk

20. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) özellikle bir kişinin taşınmazının kamulaştırmaya tabi tutulduğu hâllerde, ilgili yargılama sürecinin kamulaştırılan mülkün değeriyle uyumlu bir bedel verilmesi, bedelden yararlanma hakkına sahip olanların belirlenmesi ve kamulaştırma ile ilgili bütün konular ile kamulaştırmanın sonuçlarının kapsamlı bir değerlendirilmesini içermesi gerektiğini belirtmektedir (Alfa Glass Anonymi Emboriki Etairia Yalopinakon/Yunanistan, B. No. 74515/13, 28/1/2021, §§ 36-44). AİHM'e göre bu gibi durumlarda ilgili davaya taraf olan başvuruculardan yeni bir dava açması istenemez (Bistrović/Hırvatistan, B. No. 25774/05, 31/5/2007, § 28; Yel ve diğerleri/Türkiye, B. No: 28241/18, 13/7/2021, § 72).

V. İNCELEME VE GEREKÇE

21. Anayasa Mahkemesinin 10/5/2022 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucu Mehmet İşyapan Yönünden

22. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 51. maddesi ile Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün (İçtüzük) 83. maddesi gereği başvurucunun istismar edici, yanıltıcı ve benzeri nitelikteki davranışlarıyla bireysel başvuru hakkını açıkça kötüye kullandığının tespit edilmesi hâlinde başvuru reddedilir ve yargılama giderleri dışında ilgilinin 2.000 Türk lirasından fazla olmamak üzere disiplin para cezasıyla cezalandırılmasına karar verilir.

23. Anılan düzenlemelerde genel olarak bir hakkın öngörüldüğü amaç dışında ve başkalarını zarara sokacak şekilde kullanılmasının hukuk düzenince himaye edilmeyeceğini ifade eden hakkın kötüye kullanılmasının bireysel başvuru alanında özel olarak ele alındığı açıkça görülmektedir. Bu bağlamda bireysel başvuru usulünün amacına açıkça aykırı olan ve Anayasa Mahkemesinin başvuruyu gereği gibi değerlendirmesini engelleyen davranışların başvuru hakkının kötüye kullanılması olarak değerlendirilmesi mümkündür (S.Ö., B. No: 2013/7087, 18/9/2014, § 28; Mehmet Güven Ulusoy [GK], B. No: 2013/1013, 2/7/2015, § 31).

24. Bu kapsamda özellikle Anayasa Mahkemesini yanıltmak amacıyla gerçek olmayan maddi vakıalara dayanılması veya bu nitelikte bilgi ve belge sunulması, başvurunun değerlendirilmesi noktasında esaslı olan bir unsur hakkında bilgi verilmemesi, başvurunun değerlendirilmesi sürecinde vuku bulan ve söz konusu değerlendirmeyi etkileyecek nitelikte yeni ve önemli gelişmeler hakkında Anayasa Mahkemesinin bilgilendirilmemesi suretiyle başvuru hakkında doğru bir kanaat oluşturulmasının engellenmesi, medeni ve meşru eleştiri sınırları saklı kalmak kaydıyla bireysel başvuru amacıyla bağdaşmayacak surette hakaret, tehdit veya tahrik edici bir üslup kullanılması, söz konusu başvuru yolu kapsamında ihlalin tespiti ile ihlal ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına ilişkin amaçla bağdaşmayacak surette içeriksiz bir başvuruda bulunulması durumunda başvuru hakkının kötüye kullanıldığı kabul edilebilecektir (S.Ö., § 29; Mehmet Güven Ulusoy, § 32; Osman Sandıkçı, B. No: 2013/6297, 10/3/2016; Selman Kapan ve diğerleri, B. No: 2013/7302, 20/4/2016).

25. Başvurucu Mehmet İşyapan 23/10/2017 tarihinde ölmüştür. Buna rağmen Av. Fatih Mehmet Tercan 17/8/2018 tarihinde Mehmet İşyapan'ın anayasal haklarının ihlal edildiği iddiasıyla bireysel başvuru yapmış, başvuru formunda da Mehmet İşyapan'ın ölümünden bahsetmemiştir.

26. Kamu gücü tarafından hakkı ihlal edilen kişinin bireysel başvuru yapmadan önce ölmesi durumunda ölen kişi adına bir başkası tarafından bireysel başvuru yapma imkânı bulunmamaktadır (Abdurrehman Uray, B. No: 2013/6140, 5/11/2014, § 30).

27. Açıklanan gerekçelerle başvuru tarihinden önce vefat etmiş başvurucu adına vekâlet ilişkisi sona ermiş olan avukat tarafından yapılan bireysel başvurunun başvuru hakkının kötüye kullanımı nedeniyle reddine karar verilmesi gerekir.

28. Bu durumda Av. Fatih Mehmet Tercan hakkında Anayasa Mahkemesini yanıltıcı nitelikte başvuru yapması nedeniyle 6216 sayılı Kanun'un 51. maddesi ve İçtüzük’ün 83. maddesi uyarınca takdiren 2.000 TL disiplin para cezasına hükmedilmesi gerekir.

B. Başvurucu Fahrettin İşyapan Yönünden

29. 6216 sayılı Kanun'un 49. maddesinin (7) numaralı fıkrası şu şekildedir:

"Bireysel başvuruların incelenmesinde, bu Kanun ve İçtüzükte hüküm bulunmayan hâllerde ilgili usul kanunlarının bireysel başvurunun niteliğine uygun hükümleri uygulanır."

30. İçtüzük'ün 84. maddesinin (1) numaralı fıkrası şu şekildedir:

"Bireysel başvuruların incelenmesinde, kararların infazında Kanun ve İçtüzükte hüküm bulunmayan hâllerde ilgili usul kanunlarının bireysel başvurunun niteliğine uygun hükümleri uygulanır."

31. 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun "Dava sırasında taraflardan birinin ölümü" kenar başlıklı 55. maddesinin (1) numaralı fıkrası şu şekildedir:

"Taraflardan birinin ölümü hâlinde, mirasçılar mirası kabul veya reddetmemişse, bu hususta kanunla belirlenen süreler geçinceye kadar dava ertelenir. Bununla beraber hâkim, gecikmesinde sakınca bulunan hâllerde, talep üzerine davayı takip için kayyım atanmasına karar verebilir."

32. 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun 606. maddesi şu şekildedir:

"Miras, üç ay içinde reddolunabilir.

Bu süre, yasal mirasçılar için mirasçı olduklarını daha sonra öğrendikleri ispat edilmedikçe mirasbırakanın ölümünü öğrendikleri; vasiyetname ile atanmış mirasçılar için mirasbırakanın tasarrufunun kendilerine resmen bildirildiği tarihten işlemeye başlar."

33. Başvurunun incelemesi devam ederken başvurucunun 1/11/2021 tarihinde öldüğü nüfus kayıtlarından anlaşılmıştır.

34. Anayasa Mahkemesi Asya Oktay ve diğerleri (B. No: 2014/3549, 22/3/2017, §§ 18-21) kararında başvurucunun bireysel başvurunun yapıldığı tarihten sonra ölmesi durumunda başvurunun incelenmesine devam edilip edilemeyeceğine ilişkin ilkelerini belirlemiştir. Anılan kararın ilgili kısmı şöyledir:

"18. Uygulamada hukuk yargılamalarında, taraflardan birinin ölümü halinde dava sonunda verilecek hükmün olumlu veya olumsuz bir şekilde mirasçıların haklarını etkilemesi nedeniyle davaya mirasçılar tarafından devam edilebileceğinin kabul edildiği hallerde, mahkemelerce mirasçılara usulüne uygun olarak tebligat yapılarak mirası reddetmeyen mirasçıların mecburi dava arkadaşı olarak davada yer almalarının sağlandığı görülmektedir (Yargıtay 21. Hukuk Dairesi E. 2015/20127, K. 2015/21189, 26/11/2015).

19. Asli görevi Anayasa'yı yorumlamak, böylece Anayasa'da yer alan temel hak ve özgürlüklerin kapsam ve sınırlarını belirlemek olan Anayasa Mahkemesinin (Mahkeme) bireysel başvuru yolunda başvurucuların başvuru tarihinden sonra vefat etmeleri hâlinde yukarıda yer verilen usulü benimseyerek4721 sayılı Kanun'un anılan hükümlerindeki tarihleri tespit etme ve buna göre mirası reddetmeyen mirasçıların başvuruya devam etmelerini sağlama yükümlülüğünü üstlenmesinin, Mahkemenin asli görevini yerine getirmesi önünde engel teşkil edecek ve böylelikle Mahkemeyi temel işlevinden uzaklaştırabilecek olması nedeniyle bireysel başvurunun niteliğine uygun düşmediği görülmektedir.

20. İçtüzük'ün 80. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (ç) bendine göre başvurunun incelenmesinin sürdürülmesini haklı kılan bir sebebin olmadığı kanaatine varılması hâlinde başvurunun düşmesine karar verilebilir. Bununla birlikte İçtüzük'ün 80. maddesinin (2) numaralı fıkrası gereği Anayasa'nın uygulanması, yorumlanması veya temel hakların kapsamının ve sınırlarının belirlenmesi ya da insan haklarına saygının gerekli kıldığı hâllerde başvurunun incelenmesine devam edilebileceği öngörülmüştür.

21. Yukarıda yer verilen açıklamalar doğrultusunda Anayasa'nın uygulanması ve yorumlanması veya temel hakların kapsamının ve sınırlarının belirlenmesi ya da insan haklarına saygının gerekli kıldığı hâller gibi başvurunun incelenmesinin sürdürülmesini haklı kılan bir sebebin olmadığı kanaatine varıldığı durumlarda, başvurucuların vefat etmesi hâlinde başvuruya devam edilmesinin sağlanması yönünden öncelikli yükümlülüğün başvuruya devam etme hakları olan şahıslarda bulunduğu kabul edilmelidir."

35. Anayasa Mahkemesi Asya Oktay ve diğerleri içtihadından sonraki dönemde, bireysel başvuru devam ederken başvurucunun ölmesi durumunda ölüm tarihinden sonra makul bir süre içinde kendiliğinden Anayasa Mahkemesine başvurarak başvuruya devam etmek istediğini bildiren mirasçıların -menfaatlerinin bulunup bulunmadığını da gözeterek- başvurularını incelemiştir (diğerleri arasından bkz. Ayten Yeğenoğlu, B. No: 2015/1685, 23/5/2018 (ölümden yaklaşık üç ay sonra); Fatma Ülker Akkaya, B. No: 2014/18979, 22/2/2018 (ölümden iki ay sonra). Mirasçıların başvuruyu devam ettirme yönündeki iradelerini Anayasa Mahkemesine bildirmediği hâllerde ise düşme kararı verilmektedir (Ali Sedat Yücelik ve diğerleri, B. No: 2015/2574, 9/5/2018, §§ 22-25; Abbas Çelik ve diğerleri, B. No: 2014/749, 7/3/2018, §§ 26-29; Haşim Özpolat, B. No: 2014/3140, 21/9/2017, § 19; Şükran Çopuraslan, B. No: 2014/4695, 14/9/2017, § 22).

36. Anayasa Mahkemesi T.G. (B. No: 2017/21163, 9/1/2019, §§ 17-20) kararında bireysel başvuru yapıldıktan sonra ölen başvurucuların mirasçılarının başvuruyu devam ettirme yönündeki taleplerini Anayasa Mahkemesine iletebilecekleri makul sürenin -haklı mazeretler saklı kalmak kaydıyla- ölüm tarihinden itibaren dört ay olarak tespit etmiştir.

37. Somut olayda bireysel başvuru tarihinden sonra başvuru süreci devam ederken 1/11/2021 tarihinde başvurucunun yaşamını yitirdiği anlaşılmıştır. Ancak başvurucunun mirasçıları ölüm tarihinden itibaren dört ay içinde başvuruyu devam ettirmek istediklerine ilişkin taleplerini Anayasa Mahkemesine iletmemiştir. Öte yandan başvurunun incelenmesini devam ettirmeyi gerekli kılan ve İçtüzük'ün 80. maddesinin (2) numaralı fıkrasında öngörülen nedenlerden birinin de bulunmadığı değerlendirilmiştir.

38. Açıklanan gerekçelerle başvurunun düşmesine karar verilmesi gerekir.

C. Başvurucu Sait Kaya İşyapan Yönünden

1. Mülkiyet Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

a. Başvurucunun İddiaları

39. Başvurucu; taşınmazın TOKİ'ye devredildiği 12/11/2007 tarihi itibarıyla idarenin ödeme yükümlülüğünün doğduğunu, dolayısıyla Asliye Hukuk Mahkemesinin vadenin kesin olmadığı yolundaki değerlendirmesinde isabet bulunmadığını ileri sürmüştür. Başvurucu, Dairenin borç tutarının kesinleşmediği şeklindeki değerlendirmesinin temelinin bulunmadığını zira muvafakat senedinde idarenin ödemesi gereken tutarın belirli olduğunu ifade etmiştir. Başvurucu sonuç olarak artan hissenin bedelinin ödenmemesi nedeniyle adil yargılanma hakkı ile mülkiyet hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir.

b. Değerlendirme

40. Anayasa'nın iddianın değerlendirilmesinde dayanak alınacak "Mülkiyet hakkı" kenar başlıklı 35. maddesi şöyledir:

"Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.

Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir.

Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz."

41. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucu adil yargılanma hakkının da ihlal edildiğini iddia etmiş ise de başvurunun bir bütün olarak mülkiyet hakkı kapsamında incelenmesinin daha uygun olacağı değerlendirilmiştir.

i. Kabul Edilebilirlik Yönünden

42. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

ii. Esas Yönünden

 (1) Mülkün Varlığı

43. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğinden şikâyet eden bir kimse, önce böyle bir hakkının var olduğunu kanıtlamak zorundadır. Bu nedenle öncelikle başvurucunun Anayasa'nın 35. maddesi uyarınca korunmayı gerektiren mülkiyete ilişkin bir menfaate sahip olup olmadığı noktasındaki hukuki durumunun değerlendirilmesi gerekir (Cemile Ünlü, B. No: 2013/382, 16/4/2013, § 26; İhsan Vurucuoğlu, B. No: 2013/539, 16/5/2013, § 31).

44. Başvurucunun gecekondu dönüşüm projesine konu edilen taşınmazın iştirak hâlinde maliklerinden biri olduğu konusunda tereddüt bulunmamaktadır. Öte yandan iştirak hâlinde malikler ile TOKİ ve Belediye arasında imzalanan muvafakat senedinde kentsel dönüşüm alanında bulunan tapulu arsaların büyüklüğünün, bunlar için üretilecek konutların büyüklüğünün %50 fazlasına eş değer tutulması öngörülmüştür. Buna göre başvurucu iştirak hâlinde maliki olduğu 123,31 m² büyüklüğünde tapulu taşınmaz için 184,97 m² büyüklüğünde konut elde etmeye hak kazanmış olup bunun başvurucu yönünden mülk teşkil ettiği değerlendirilmiştir.

 (2) Müdahalenin Varlığı ve Türü

45. Olayda başvurucunun iştirak hâlinde maliki olduğu taşınmaz, gecekondu önleme projesinde kullanılmak üzere TOKİ'ye devredilmiştir. Devir işlemi taraflar arasında akdedilen bir satış sözleşmesine dayanmaktaysa da belirtilen sözleşme TOKİ'nin gecekonduların tasfiyesi ve iyileştirilmesi hizmetleri kapsamında kurulan ve -malikin anlaşmaya yanaşmaması durumunda- alternatifi kamulaştırma olan bir hukuki ilişkinin ürünüdür. Diğer bir ifadeyle anılan sözleşme gecekonduların tasfiyesi ve iyileştirilmesi hizmetlerinin yürütülmesi sırasında maliklerin sürece katılımını temin eden bir araçtan ibarettir. Dolayısıyla artan hisse bedeliyle ilgili uyuşmazlığın eşit iki tarafın serbest iradesiyle kurduğu bir sözleşmeden doğan ihtilaf olarak değerlendirilmesi mümkün görülmemiştir. Yürütülen hizmetin mahiyeti dikkate alındığında taşınmazın gecekondu önleme projesinde kullanılmak üzere TOKİ'ye devrinin bir kamu müdahalesi olarak değerlendirilmesi gerektiği sonucuna ulaşılmıştır.

46. Anayasa'nın 35. maddesi ile mülkiyet hakkına temas eden diğer hükümleri birlikte değerlendirildiğinde Anayasa'nın mülkiyet hakkına müdahaleyle ilgili üç kural ihtiva ettiği görülmektedir. Buna göre Anayasa'nın 35. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin mülkiyet hakkına sahip olduğu belirtilmek suretiyle mülkten barışçıl yararlanma hakkına yer verilmiş; ikinci fıkrasında da mülkten barışçıl yararlanma hakkına müdahalenin çerçevesi belirlenmiştir. Maddenin ikinci fıkrasında, genel olarak mülkiyet hakkının hangi koşullarda sınırlanabileceği belirlenerek aynı zamanda mülkten yoksun bırakmanın şartlarının genel çerçevesi de çizilmiştir. Maddenin son fıkrasında ise mülkiyet hakkının kullanımının toplum yararına aykırı olamayacağı kurala bağlanmak suretiyle devletin mülkiyetin kullanımını kontrol etmesine ve düzenlemesine imkân sağlanmıştır. Anayasa'nın diğer bazı maddelerinde de devlet tarafından mülkiyetin kontrolüne imkân tanıyan özel hükümlere yer verilmiştir. Ayrıca belirtmek gerekir ki mülkten yoksun bırakma ve mülkiyetin düzenlenmesi mülkiyet hakkına müdahalenin özel biçimleridir (Recep Tarhan ve Afife Tarhan, B. No: 2014/1546, 2/2/2017, §§ 55-58).

47. Taşınmazın TOKİ'ye devredilmesinin amacı malikleri mülklerinden yoksun bırakmak olmayıp onlara yeni bir konut vermektir. Müdahale, gecekonduların tasfiyesi ve iyileştirilmesi amacıyla çıkarılan mevzuata dayanılarak gerçekleştirilmiştir. Dolayısıyla müdahalenin temel hedefi mülkün kullanımını düzenlemektir. Bu itibarla müdahale sürecinin bir bütün olarak mülkiyetin kontrolü ve düzenlenmesi kapsamında görülmesi mümkündür. Gelgelelim başvurucular 184,97 m² büyüklüğünde bir konut elde etme hakkına sahip oldukları hâlde başvuruculara 149,90 m² büyüklüğünde bir konut teslim edilmiştir. Bu durumda başvurucular eksik kalan 35,065 m² yönünden mülklerini yitirmiştir. Dolayısıyla eksik teslim edilen 35,065 m² yönünden müdahalenin mülkten yoksun bırakma niteliğinde olduğunun kabulü gerekmiştir.

 (3) Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı

48. Anayasa'nın 13. maddesi şöyledir:

"Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz."

49. Anayasa'nın 35. maddesinde mülkiyet hakkı sınırsız bir hak olarak düzenlenmemiş, bu hakkın kamu yararı amacıyla ve kanunla sınırlandırılabileceği öngörülmüştür. Mülkiyet hakkına müdahalede bulunulurken temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasına ilişkin genel ilkeleri düzenleyen Anayasa'nın 13. maddesi de gözönünde bulundurulmalıdır. Dolayısıyla mülkiyet hakkına yönelik müdahalenin Anayasa'ya uygun olabilmesi için müdahalenin kanuna dayanması, kamu yararı amacı taşıması, ayrıca ölçülülük ilkesi gözetilerek yapılması gerekmektedir (Recep Tarhan ve Afife Tarhan, B. No: 2014/1546, 2/2/2017 § 62).

 (a) Kanunilik

50. Başvurucunun iştirak hâlinde maliki olduğu taşınmazının gecekondu önleme projesine konu edilmesinin, bu kapsamda taşınmazın TOKİ'ye devredilmesinin 2981 sayılı Kanun'un ek 7. maddesine dayandığı anlaşılmıştır. Dolayısıyla müdahalenin kanuni dayanağı bulunmaktadır.

 (b) Meşru Amaç

51. Taşınmazın idareye devredilmesinin amacı gecekonduların tasfiye edilmesi ve iyileştirilmesidir. Gecekonduların tasfiyesi ve iyileştirilmesinin kamu yararı amacı taşıdığı hususunda tereddüt yoktur.

 (c) Ölçülülük

 (i) Genel İlkeler

52. Anayasa'nın 13. maddesinde yer alan ölçülülük ilkesi elverişlilik, gereklilik ve orantılılık olmak üzere üç alt ilkeden oluşmaktadır. Elverişlilik öngörülen müdahalenin amacı gerçekleştirmeye elverişli olmasını, gereklilik amaç bakımından müdahalenin zorunlu olmasını yani aynı amaca daha hafif bir müdahale ile ulaşılmasının mümkün olmamasını, orantılılık ise bireyin hakkına yapılan müdahale ile ulaşılmak istenen amaç arasında makul bir dengenin gözetilmesi gerekliliğini ifade etmektedir (AYM, E.2011/111, K.2012/56, 11/4/2012; E.2016/16, K.2016/37, 5/5/2016; Mehmet Akdoğan ve diğerleri, B. No: 2013/817, 19/12/2013, § 38).

53. Orantılılık sınırlamayla ulaşılmak istenen amaç ile başvurulan sınırlama tedbiri arasında aşırı bir dengesizlik bulunmamasına işaret etmektedir. Diğer bir ifadeyle orantılılık, amaç ile araç arasında adil bir denge kurulmasını gerektirmektedir. Buna göre mülkiyet hakkına getirilen sınırlamayla ulaşılmak istenen meşru amaç ve başvurucunun mülkiyet hakkından yararlanmasındaki bireysel yarar arasında makul bir orantı kurulmalıdır. Hedeflenen amaca ulaşıldığında elde edilecek kamusal yararla kıyaslandığında sınırlama ile kişiye yüklenen külfetin aşırı ve orantısız olmaması gerekir (D.C., B. No: 2018/13863, 16/6/2021, § 49).

54. Mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin orantılı olup olmadığı değerlendirilirken başvurucunun ve İdarenin kusurlarının olup olmadığı da gözönünde bulundurulur. Bu bağlamda tarafların yasal yükümlülüklerinin neler olduğu, bunların yerine getirilmesinde ihmalkârlık gösterilip gösterilmediği ve ihmalin varlığının tespiti hâlinde bunun hukuka aykırı sonucun doğmasında bir etkisinin bulunup bulunmadığı da dikkate alınır (D.C., § 51).

55. Kamu yararı amacı doğrultusunda mülkle ilgili olarak bu ve benzeri tedbirlerin uygulanmasının zarara yol açması kaçınılmazdır. Ancak bu zararın kaçınılmaz olandan ağır veya aşırı sonuçlara da yol açmaması ya da oluşması durumunda böyle bir zararın kamu makamlarınca makul bir sürede, uygun bir yöntem ve vasıtayla gideriminin sağlanması gerekmektedir. Buna göre kamu makamlarının kanuna dayalı olarak ve ilgili kamu yararı amacı doğrultusunda mülkiyet hakkına müdahale teşkil eden tedbirler uygulaması ve bu tedbirlerin belirli bir süre de devam etmesi ancak bireyin haklarının korunmasının gerekliliklerine uyulduğu takdirde ölçülü görülebilir (D.C., § 54).

56. Usule ilişkin güvencelerin varlığı orantılılık değerlendirmesinde önemli bir rol oynayabilir. Bu bağlamda müdahalenin hukuka aykırılığının ileri sürülebileceği veya müdahale nedeniyle oluşan maddi ve manevi zararların tazmin edilmesinin istenebileceği hukuk yollarının olmaması da bazı durumlarda kişiye yüklenen külfeti ağırlaştıran bir unsur olarak görülebilir. Bu bakımdan kişinin hukuka aykırılık iddialarının bir mahkeme tarafından etkili bir biçimde incelenmesi müdahalenin orantılılığı bakımından ehemmiyet arz etmektedir (D.C., § 52).

 (ii) İlkelerin Olaya Uygulanması

57. Olayda taşınmazın gecekondu önleme projesinde kullanılmak üzere TOKİ'ye devredilmesinin gecekonduların tasfiyesi ve iyileştirilmesi amacı yönünden elverişli ve gerekli olduğu hususunda tereddüt bulunmamaktadır. Bu sebeple mevcut bireysel başvurudaki inceleme müdahalenin orantılılığıyla sınırlı olarak yapılacaktır.

58. Başvurucunun iştirak hâlinde maliki olduğu taşınmazın TOKİ'ye devredilmesinin amacı kamu hizmetinde kullanılacak olması değil insan yaşamı yönünden risk teşkil etmeyen, şehircilik ilkelerine uygun olan konutların inşa edilerek malikine teslim edilmesidir. Dolayısıyla temel amaç insanın yaşam kalitesini yükseltmektir. Hâl böyle olunca taşınmazın TOKİ'ye devri karşılığında malike ayrıca bir bedel ödenmemesi kural olarak orantılı görülebilir. Bununla birlikte uygulama sonrası malike teslim edilen taşınmazın ekonomik değerinin, önceki taşınmaza nazaran düşük olması durumunda malikin bu ekonomik kaybının telafi edilmesi müdahalenin orantılılığı yönünden zorunlu hâle gelebilir.

59. Başvurucular ile TOKİ ve Belediye arasında akdedilen muvafakat senedine göre başvurucuların 35,065 m² artan hissesinin bulunduğu ve artan hisse için m²si 1.000 TL'den olmak üzere hesaplanacak bedelin TOKİ tarafından maliklere ödeneceğinin kararlaştırıldığı hususunda tartışma yoktur. TOKİ, derece mahkemesindeki yargılama sırasında muvafakat senedinin bir sözleşme olmadığını ileri sürmüşse de söz konusu senedin teknik olarak sözleşme şeklinde tanımlanıp tanımlanmayacağı tarafların artan hissenin bedeliyle ilgili olarak uzlaşmaya vardığı gerçeğini değiştirmemektedir. Dolayısıyla taraflar arasındaki esas tartışmanın, artan hisse bedelinin ödenmesi yükümlülüğünün ne zaman doğacağına yönelik olduğu anlaşılmıştır.

60. Asliye Hukuk Mahkemesi muvafakat senedinde herhangi bir ödeme takviminin tayin edilmemiş olduğuna işaret ederek ödeme zamanının TOKİ'nin tercihine bırakıldığını kabul etmiştir. Buna karşılık Daire, TOKİ'nin ödeme yükümlülüğünün sözleşmenin imzalandığı 26/9/2012 tarihinde doğacağını, bu tarihten önce açılan davanın reddi gerektiğini ifade etmiştir. Daireye göre muvafakat senedinin 2.1. maddesi gözetildiğinde konutlar için yapılacak ihale sonucunda ortaya çıkacak yapı birim maliyeti dikkate alınarak borçlanma miktarı kesinleştirilecektir. Yapı birim maliyetinin ne kadar olduğu ancak satış sözleşmesinin imzalandığı tarihte belli olacağından borçlanma miktarı da bu tarihte kesinleştirilebilir.

61. Somut olayda başvurucuların taşınmazının TOKİ'ye devrinin kamu gücü kullanımından kaynaklanan bir müdahale olduğu ve söz konusu müdahalenin eksik teslim edilen 35,065 m² yönünden mülkten yoksun bırakma mahiyetinde bulunduğu yukarıda ifade edilmiştir (bkz. §§ 45-47). Mülkten yoksun bırakma biçimindeki müdahale ancak malike tazminat ödenmesi veya başkaca telafi imkânları sağlanmasıyla Anayasa'nın 35. maddesine uygun hâle gelebilir. Kamu otoritelerince bir kimsenin mülkünden yoksun bırakılması hâlinde adil dengenin sağlanması için ödenmesi gereken tazminatın taşınmazın mülkiyetinin kaybedildiği tarihteki değeri üzerinden hesaplanması gerektiği Anayasa Mahkemesinin daha önceki kararlarında kabul edilmiştir (AYM, E.2013/95, K.2014/176, 13/11/2014; Arzu Kocakaya ve diğerleri, B. No: 2018/34900, 13/1/2022, § 68). Dolayısıyla başvurucunun taşınmazın mülkiyetini kaybettiği tarih itibarıyla bedele müstahak olduğu söylenebilir. Bu durumda Asliye Hukuk Mahkemesinin TOKİ'nin ödeme yükümlülüğünün ancak malikin ihtarından sonra doğacağı yorumu Anayasa'nın 35. maddesinden doğan güvencelerle uyumlu değildir. Nitekim Asliye Hukuk Mahkemesinin bu gerekçesi Daire tarafından da benimsenmemiş ve değiştirilmiştir. Bu durumda Anayasa Mahkemesinde Dairenin gerekçesi incelenerek bir sonuca ulaşılması gerekmektedir.

62. Somut olaydaki müdahalenin mahiyeti dikkate alındığında artan hisse bedelinin ne zaman ödeneceği konusunda -kamulaştırmadan farklı olarak- kamu otoritelerinin belli ölçüde takdir yetkisinin bulunduğu kabul edilmelidir. Yukarıda da ifade edildiği üzere eldeki müdahalenin asıl amacı başvurucuyu mülkünden yoksun bırakmak değil insan yaşamı için risk teşkil etmeyen şehircilik ilkelerine uygun konutlar inşa etmektir. Ancak başvurucu inşa edilen konutlara ait projelerinin tipleştirilmiş olmasının zorunlu bir sonucu olarak mülkünün bir kısmından yoksun kalmıştır. Başvurucunun mülkünün bir kısmını kaybetmiş olmasının telafi edilmesi gerektiği kuşkusuzdur. Ne var ki başvurucunun bu müdahaleden ciddi yarar da elde ettiği gözetildiğinde telafinin biçiminin tayiniyle ilgili olarak kamu otoritelerinin bir ölçüde serbestiye sahip olması hakkaniyete aykırı düşmez.

63. Olayda başvurucunun mülkiyetini yitirdiği 35,065 m²nin bedelinin ödenmesi hususunda taraflarca uzlaşmaya varılmıştır. Başvurucunun bu telafi yöntemine ilişkin bir itirazı bulunmamaktadır. Başvurucu muvafakat senedinde kararlaştırılan bedelin taşınmaz mülkiyetinin idareye geçtiği tarihte ödenmesi gerektiğini öne sürmektedir.

64. Muvafakat senedi incelendiğinde kamu otoritelerinin artan hisse bedelinin tutarının belirlenmesi için yapı birim maliyetinin ortaya çıkmasını beklemesinin gerekli olmadığı anlaşılmıştır. Başvurucunun artan hissesinin miktarı ile bunun bedelinin ne kadar olduğu muvafakat senedinde belirlenebilir niteliktedir. Bununla birlikte taşınmazı, kentsel dönüşüm uygulamasına tabi tutulan malikin de borçlandırılacağı açıktır. Malikin borçlandırılacağı tutar ancak projenin tamamlanmasıyla kesinleştirilebilir. Nitekim muvafakat senedinin 2.1. maddesindeki hüküm de bu gerçek gözetilerek ihdas edilmiştir.

65. Dairenin, başvurucunun artan hisse bedelinin ödenmesini talep hakkının ancak sözleşmenin imzalandığı tarihte doğacağını kabul ederken kamu otoritelerinin başvurucunun alacağını, hisse karşılığı doğan borcundan mahsup edilebileceğini gözettiği anlaşılmaktadır. Kamu otoritelerinin artan hisse bedelini malike ödemek yerine bunu malikin hisse karşılığı borcundan mahsup etmeyi tercih etmesinin makul karşılanması gerekir. Başvurucunun hisse karşılığı borcunun ne kadar olduğu ancak satış sözleşmesiyle belirli hâle geldiğinden Dairenin yorumunun keyfî ve temelsiz olmadığı değerlendirilmiştir.

66. Bununla beraber Daire kararında işaret edilen satış sözleşmesinin akdedilmesi olgusu Asliye Hukuk Mahkemesinin ve Dairenin karar verdiği tarihlerden önce gerçekleşmiştir. Satış sözleşmesi 26/9/2012 tarihinde imzalanmış, Asliye Hukuk Mahkemesi 11/3/2015, Daire ise 21/6/2018 tarihinde karar vermiştir. Dolayısıyla Dairenin uyuşmazlığın esasının incelenmesi için gerekli gördüğü şart (sözleşme imzalanması), dava daha derdestken tahakkuk etmiştir. Bu durumda yargı mercilerinin başvurucunun mülkiyet hakkıyla ilgili iddialarının esasını incelemesinin önünde görünürde bir engelin kalmadığı anlaşılmıştır. Başvurucu temel olarak artan hisselerden dolayı alacağının bulunduğunu, bunun taşınmazın mülkiyetinin TOKİ'ye devir tarihinde ödenmesi gerektiğini ancak vadesinde ödeme yapılmadığı için alacağının hakkaniyet ilkesi gereğince güncellenmiş hâline hükmedilmesinin zorunlu olduğunu iddia etmiştir. Artan hisse bedelinin taşınmazın mülkiyetinin TOKİ'ye devir tarihinde ödenmesi zorunluluğunun bulunmadığı hususu çözüme kavuşmakla birlikte alacağın tam olarak ne kadar olduğu, ödenip ödenmediği ve hakkaniyet ilkesi gereğince güncellenmesi gerekip gerekmediği meseleleri henüz yargısal karara bağlanmamıştır.

67. Her davanın açıldığı tarihe göre değerlendirilmesi genel bir kural olmakla birlikte somut olayda olduğu gibi davanın niteliğinin kamu gücü müdahalesi ile ilgili olduğu kimi durumlarda ilgili dava şartının yargılama sırasında gerçekleşmiş olmasına rağmen uyuşmazlığın esasının karara bağlanmaması bireylerin hak ve özgürlüklerinin ihlaline yol açabilir. Nitekim yukarıda da değinildiği üzere başvurucunun iştirak hâlinde maliki olduğu taşınmaz, gecekondu önleme projesinde kullanılmak üzere TOKİ'ye devredilmiştir. Sözleşmenin TOKİ'nin gecekonduların tasfiyesi ve iyileştirilmesi hizmetleri kapsamında kurulan ve alternatifi kamulaştırma olan bir hukuki ilişkinin ürünü olduğu dikkate alındığında davanın esasının incelenmesi için gereken koşulların -sonradan da olsa- sağlandığı hâllerde eldeki davayı karara bağlamak yerine başvurucuyu ayrı bir dava açmaya zorlamak aşırı bir külfete sebep olmaktadır.

68. Somut olayda -Dairenin kabulüne göre- hak sahibinin borçlandırılacağı tutarı kesin olarak belirlenebilir kılan sözleşmenin imzalanması olgusu dava derdestken gerçekleşmiştir. Nitekim Dairenin kararında sözleşmenin 26/9/2012 tarihinde imzalandığı da belirtilmiştir. Bu durumda artan hisse bedelinin ödenip ödenmediği ve hakkaniyet ilkesi gözetilerek güncellenmesinin gerekip gerekmediği meseleleri karara bağlanabilir hâle gelmiştir. Eldeki başvuruya konu dava doğrudan kamulaştırma ile ilgili olmasa da müdahalenin yukarıda değinilen niteliği dikkate alınmadan başvurucunun yeni bir dava açmaya zorlanması Asliye Hukuk Mahkemesinin karar verdiği tarihte şartın tahakkuk ettiği gözetildiğinde, başvurucunun mülkiyet hakkıyla ilgili iddialarının incelenmemesi mülkiyet hakkının usul güvenceleriyle uyumlu bulunmamıştır. Başvurucunun mülkiyet hakkına yapılan müdahaleyi orantılı kılacak bir araç olduğu anlaşılan artan hisse bedeliyle ilgili iddialarının incelenmemesi başvurucuya yüklenen külfetin dengelenmesini önlemiş ve kamu yararı ile bireysel menfaatler arasındaki dengenin başvurucu aleyhine bozulmasına yol açmıştır.

69. Açıklanan gerekçelerle Anayasa'nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

2. Makul Sürede Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

a. Başvurucunun İddiaları

70. Başvurucu, yargılamanın makul süre içinde tamamlanmaması nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

b. Değerlendirme

i. Kabul Edilebilirlik Yönünden

71. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

ii. Esas Yönünden

72. Medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin yargılamanın süresi tespit edilirken sürenin başlangıç tarihi olarak davanın ikame edildiği tarih; sürenin sona erdiği tarih olarak -çoğu zaman icra aşamasını da kapsayacak şekilde- yargılamanın sona erdiği tarih, yargılaması devam eden davalar yönünden ise Anayasa Mahkemesinin makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin şikâyetle ilgili kararını verdiği tarih esas alınır (Güher Ergun ve diğerleri, B. No: 2012/13, 2/7/2013, §§ 50, 52).

73. Medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin yargılama süresinin makul olup olmadığı değerlendirilirken yargılamanın karmaşıklığı ve kaç dereceli olduğu, tarafların ve ilgili makamların yargılama sürecindeki tutumu ve başvurucunun yargılamanın süratle sonuçlandırılmasındaki menfaatinin niteliği gibi hususlar dikkate alınır (Güher Ergun ve diğerleri, §§ 41, 45).

74. Anılan ilkeler ve Anayasa Mahkemesinin benzer başvurularda verdiği kararlar dikkate alındığında 6 yıl 4 ay 19 gün devam eden yargılama süresinin makul olmadığı sonucuna varmak gerekir.

75. Açıklanan gerekçelerle Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

3. Giderim Yönünden

76. Başvurucu, ihlalin tespiti ile yargılamanın uzun sürmesi sebebiyle 10.000 TL, arsa bedeli için 53.591 TL tazminata hükmedilmesini talep etmiştir.

77. Tespit edilen ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına ilişkin usul ve esaslar 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinde yer almaktadır.

78. Başvuruda tespit edilen mülkiyet hakkı ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Bu kapsamda kararın gönderildiği yargı mercilerince yapılması gereken iş, yeniden yargılama işlemlerini başlatmak ve Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar vermektir (6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasında düzenlenen bireysel başvuruya özgü yeniden yargılama kurumunun özelliklerine ilişkin kapsamlı açıklamalar için bkz. Mehmet Doğan [GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018, §§ 54-60; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019, §§ 53-60, 66; Kadri Enis Berberoğlu (3) [GK], B. No: 2020/32949, 21/1/2021, §§ 93-100).

79. Öte yandan makul sürede yargılanma hakkı yönünden ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında net 7.500 TL manevi tazminatın başvurucu Sait Kaya İşyapan'a ödenmesine karar verilmesi gerekir. Mülkiyet hakkının ihlalinin niteliğine göre yeniden yargılamanın yeterli bir giderim sağlayacağı anlaşıldığından başvurucunun mülkiyet hakkı ihlaline ilişkin tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

A. 1. Başvurucu Mehmet İşyapan yönünden başvurunun başvuru hakkının kötüye kullanımı nedeniyle REDDİNE,

2. Avukat Fatih Mehmet Tercan'ın 6216 sayılı Kanun'un 51. maddesi ve Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün 83. maddesi uyarınca 2.000 TL disiplin para cezası ile CEZALANDIRILMASINA,

3. Başvurucu Fahrettin İşyapan yönünden başvurunun başvurucunun ölümü nedeniyle DÜŞMESİNE,

B. 1. Başvurucu Sait Kaya İşyapan yönünden mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

2. Başvurucu Sait Kaya İşyapan yönünden makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

C. 1. Anayasa'nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

2. Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki makul sürede yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

D. Kararın bir örneğinin mülkiyet hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere Bursa 4. Asliye Hukuk Mahkemesine (E.2014/122, K.2015/197) GÖNDERİLMESİNE,

E. Başvurucu Sait Kaya İşyapan'a net 7.500 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE, tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,

F. 1. 294,70 TL harç ve 4.500 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 4.794,70 TL yargılama giderinin başvurucu Sait Kaya İşyapan'a ÖDENMESİNE,

2. Diğer başvurucuların yaptığı yargılama giderlerinin üzerlerinde BIRAKILMASINA,

G. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucu Sait Kaya İşyapan'ın Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

H. Kararın bir örneğinin İstanbul Barosuna GÖNDERİLMESİNE,

İ. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 10/5/2022 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

NALAN UĞURLU VE DİĞERLERİ BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2019/7091)

 

Karar Tarihi: 29/6/2022

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Hasan Tahsin GÖKCAN

Üyeler

:

Muammer TOPAL

 

 

YusufŞevki HAKYEMEZ

 

 

Selahaddin MENTEŞ

 

 

İrfan FİDAN

Raportör

:

Ayhan KILIÇ

Başvurucular

:

1. Nalan UĞURLU

 

 

2. Kadir KAZAN

 

 

3. Mavideniz Gemi İnşaat Mühendislik Sanayi Ticaret Limited Şirketi

Başvurucular Vekili

:

Av. Ali Erdem AKÇAY

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, ihtirazi kayıtla verilen düzeltme beyannameleri üzerinden tarh edilen vergi ve cezalara karşı açılan davanın esası incelenmeden reddedilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvurular muhtelif tarihlerde yapılmıştır. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

3. 2019/7159 ve 2019/7161 numaralı başvurular incelenen başvuruyla birleştirilmiştir.

4. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

5. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:

6. Başvurucular gerçek usulde katma değer vergisi mükellefidir. Vergi İdaresi, hakkında olumsuz tespit bulunan mükelleflerden yapılan alışların yansıtıldığı beyannamelerin düzeltilmesini başvuruculara ihtar etmiştir. Bunun üzerine başvurucular çeşitli dönemlere ait katma değer vergisine ilişkin olarak ihtirazi kayıtla düzeltme beyannameleri vermiştir. Düzeltme beyannamelerine dayanılmak suretiyle anılan dönemlere ilişkin olarak başvurucular adına katma değer vergisi tarh edilmiş ve kayba uğratılan verginin yarısı oranında vergi ziyaı cezası uygulanmıştır.

7. Başvurucular söz konusu tahakkuk işlemlerine karşı İstanbul ve Bursa Vergi Mahkemelerinde (Vergi Mahkemeleri) davalar açmıştır.

8. Vergi Mahkemeleri davaları kabul etmiş ve tarhiyatları iptal etmiştir. Kararların gerekçesinde özetle mükelleflerin idarenin yazısıyla müeyyide uygulanma baskısı altında düzeltme beyannamesi verme mecburiyetinde bırakılmasının hukuk devleti ilkesiyle bağdaşmayacağı belirtilmiştir. Kararlarda, hukuken geçerli somut tespitler yapılmadan ve kanuni koşullar oluşmadan vergi incelemesiyle varılmak istenen maksat gözardı edilmek suretiyle başvurucular adına tahakkuk yapılmasının ve vergi ziyaı cezası kesilmesinin hukuka açıkça aykırı olduğu ifade edilmiştir.

9. Davalı idareler bu karara karşı istinaf yoluna başvurmuştur. İstanbul Bölge İdare Mahkemeleri mahkeme kararlarını kaldırmış ve davaları reddetmiştir. Kararların gerekçesinde özetle başvurucular tarafından beyanname verme süresi geçirildikten sonra ilgili dönemlere ait katma değer vergisi düzeltme beyannamelerine konulan ihtirazi kaydın süresinden sonra verilen beyanname üzerine tahakkuk ettirilen vergiye dava açılmasına olanak sağlayan bir çekince olarak kabulüne olanak bulunmadığı ifade edilmiştir.

IV. İLGİLİ HUKUK

10. İlgili hukuk için bkz. Arbay Petrol Gıda Turizm Taşımacılık Sanayi Ticaret Limited Şirketi ve Arbay Turizm Taşımacılık İthalat İhracat İnşaat ve Organizasyon Sanayi ve Ticaret Limited Şirketi [GK], B. No: 2015/15100, 27/2/2019, §§ 19-34.

V. İNCELEME VE GEREKÇE

11. Anayasa Mahkemesinin 29/6/2022 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucuların İddiaları

12. Başvurucular, idarenin vergi incelemesi yapmak yerine tehditle düzeltme beyannamesi verdirmesinin Anayasa'ya aykırı olduğunu belirtmiştir. Başvurucular, beyana dayalı vergi sisteminde ihtirazi kaydın mükellefler yönünden önemli bir adil yargılanma güvencesi olduğunu ifade etmiştir. Kanuni süresi geçtikten sonra verilen beyannamelere konulan ihtirazi kaydın geçerli olup olmadığı yolunda içtihat birliğinin bulunmadığını savunan başvurucular, idarenin zorlamasıyla ve mükellefin serbest iradesi olmaksızın verdiği beyannamelere karşı dava açamamasının hak arama hürriyetini ve mülkiyet hakkını ihlal ettiğini savunmuştur. Başvurucular son olarak süresinden sonra verilen beyannamelere karşı dava açılamayacağına ilişkin yorumun hukuki güvenlik ve belirlilik ilkelerini zedelediğini ileri sürmüştür.

B. Değerlendirme

13. Anayasa'nın "Mülkiyet hakkı" kenar başlıklı 35. maddesi şöyledir:

"Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.

Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir.

Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz."

14. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucuların ileri sürdüğü tüm iddiaların mülkiyet hakkı kapsamında incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir (aynı yöndeki karar için bkz. Arbay Petrol Gıda Turizm Taşımacılık Sanayi Ticaret Limited Şirketi ve Arbay Turizm Taşımacılık İthalat İhracat İnşaat ve Organizasyon Sanayi ve Ticaret Limited Şirketi, § 39).

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

15. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Esas Yönünden

16. Anayasa Mahkemesi idarenin icbarıyla süresinden sonra ve ihtirazi kayıtla verilen düzeltme beyannamesine dayalı olarak tarh edilen vergi ve kesilen cezalara karşı açılan davanın, süresinden sonra verilen beyannamelere karşı dava açılamayacağı gerekçesiyle esası incelenmeksizin reddedilmesi suretiyle mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin anayasallığını Arbay Petrol Gıda Turizm Taşımacılık Sanayi Ticaret Limited Şirketi ve Arbay Turizm Taşımacılık İthalat İhracat İnşaat ve Organizasyon Sanayi ve Ticaret Limited Şirketi kararında incelemiştir.

17. Anayasa Mahkemesi süresinden sonra ihtirazi kayıtla verilen beyannameye dayalı olarak tarh edilen cezalı vergiye karşı açılan davanın incelenmemesi suretiyle mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin kanuni dayanağının ve meşru amacının bulunduğunu kabul etmiş (Arbay Petrol Gıda Turizm Taşımacılık Sanayi Ticaret Limited Şirketi ve Arbay Turizm Taşımacılık İthalat İhracat İnşaat ve Organizasyon Sanayi ve Ticaret Limited Şirketi, §§ 44-47), bununla birlikte müdahalenin ölçülü olmadığı sonucuna ulaşmıştır (Arbay Petrol Gıda Turizm Taşımacılık Sanayi Ticaret Limited Şirketi ve Arbay Turizm Taşımacılık İthalat İhracat İnşaat ve Organizasyon Sanayi ve Ticaret Limited Şirketi, §§ 52-67).

18. Anılan kararda, hukuki bir ihtilafın bulunduğu konularda mükelleflere -kural olarak- verdikleri beyannamelere -ihtirazi kayıt koymak suretiyle- dava açma hakkı sağlanmaması hâlinde mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin keyfî veya hukuka aykırı olduğunun ileri sürülebileceği etkin bir itiraz imkânı tanınmamış olacağından mülkiyet hakkı sahibine aşırı bir külfet yükleneceğine işaret edilmiştir (Arbay Petrol Gıda Turizm Taşımacılık Sanayi Ticaret Limited Şirketi ve Arbay Turizm Taşımacılık İthalat İhracat İnşaat ve Organizasyon Sanayi ve Ticaret Limited Şirketi, § 57). Kararda 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 27. maddesinin (4) numaralı fıkrasındaki düzenlemeyle ihtirazi kayıt konularak verilen beyanname üzerine mükelleflerin dava açabileceğinin kabul edildiğine vurgu yapıldıktan sonra bu suretle vergilendirmede mükellef aleyhine hukuka aykırılığa yol açmamak ve bazı matrah unsurlarını hukuken tartışılabilir kılmak amacıyla yargı içtihatlarıyla geliştirilen ihtirazi kayıt kurumunun kanuni düzenlemeye de konu olduğunun altı çizilmiştir (Arbay Petrol Gıda Turizm Taşımacılık Sanayi Ticaret Limited Şirketi ve Arbay Turizm Taşımacılık İthalat İhracat İnşaat ve Organizasyon Sanayi ve Ticaret Limited Şirketi, § 58).

19. Anılan kararda Anayasa Mahkemesi; süresinden sonra verilen düzeltme beyannamesine ihtirazi kayıt koyarak dava açmak isteyen mükelleflerin durumlarının, süresinden sonra pişmanlıkla verdiği beyanname üzerine dava açmak isteyen mükelleflerden farklılık arz ettiğini belirtmiştir. Anayasa Mahkemesine göre pişmanlıkla beyanda bulunan mükellef, hatalı davranışını kabul etmiştir ve vergi ziyaına yol açan fiilden pişmandır. Bu hâlde dava açılması bu pişmanlık hâliyle bağdaşmamaktadır. Ancak pişmanlık hükümlerinden faydalanma yönünde bir irade göstermeden düzeltme beyanına ihtirazi kayıt koyan mükellefin dava açabilme isteğinin de hukuken korunması gerekir. Bunun nedeni mükellefin pişmanlık iradesinin olmaması ve hâlâ tereddüde düştüğü ya da vergi idaresinin düzeltme talebine konu olan hususun hukuken tartışılır hâle gelmesini istemesidir. İdarenin icbarı üzerine düzeltme beyannamesi verildiği hâllerde başvurucular, herhangi bir hatalı davranışlarının varlığını kabul etmemektedir. Pişmanlıkla verilen beyannamelere ihtirazi kayıt konularak dava açılamayacağının ileri sürülmesi pişmanlık kurumunun doğasından kaynaklanan bir sınır oluştursa da aynı iddianın süresinden sonra verilen düzeltme beyannameleri için geçerli olmadığı açıktır. Çünkü bu durumda mükellef pişmanlık beyanında bulunmamıştır. İdari bir yorumla beyanına dâhil edilmesi gereken bir matrahın bulunduğunun ya da indirimlerinden çıkarılması gereken bir faturanın olduğunun ileri sürülmesi veya fark edilmesi üzerine vergi mükellefi bu durumun hukuken tartışılır kılınmasını isteyebilmelidir. Başvurucuların idari yorumun aksi yönünde oluşan bir iddiası vardır ve bu iddianın tartışılabilirliğinin hukuken korunması gerekir (Arbay Petrol Gıda Turizm Taşımacılık Sanayi Ticaret Limited Şirketi ve Arbay Turizm Taşımacılık İthalat İhracat İnşaat ve Organizasyon Sanayi ve Ticaret Limited Şirketi, §§ 60, 61).

20. Anayasa Mahkemesine göre vergi idaresinin ihtar ettiği kod listesine alınmanın -diğer mükelleflerce bilinebilir hâle geldiğinden- ticari satışların bitmesi ve tacirlerin muhasebe döngüsünü sağlama yönünden çok önemli bir unsur olan vergi iadelerinin alınamaması/geç alınması gibi riskli sonuçlarının olduğu görülmektedir. Dolayısıyla başvurucuların vergi idaresinden kanunda öngörülen usulü yani incelemeye sevk edilme ve vergi inceleme raporu ya da takdir komisyonu kararına dayalı olarak vergi ziyaı cezalı tarhiyat yapılmasını beklemeleri uygun olmayabilir. Kaldı ki bu hâlde başvurucular düzenlenecek vergi suçu raporu üzerine adli soruşturma ve kovuşturmaya da tabi tutulabileceklerdir. Ayrıca tarhiyat üzerine dava açılması hâlinde gecikme faizi bu davanın reddine ilişkin kararın tebliğine göre hesaplanacak ve başvurucular daha fazla gecikme faizi ödeyebileceklerdir. Bu sebeple başvurucular düzeltme beyannamesi vermeyi tercih etmektedir. Bunun da ötesinde idarenin yazısı üzerine düzeltme beyannamesi verilmesine rağmen vergilendirme işlemine karşı dava açılamaması hukuki denetim dışında kalan bir alan oluşmasına yol açmaktadır. Vergilendirme idarenin takdir yetkisinin geniş olduğu bir alandır. Ancak bu geniş takdir yetkisi mülkiyet hakkına vergilendirme yoluyla müdahale bakımından kamu makamlarının mülkiyet hakkının gerekliliklerine uyması zorunluluğunu ortadan kaldırmamaktadır (Arbay Petrol Gıda Turizm Taşımacılık Sanayi Ticaret Limited Şirketi ve Arbay Turizm Taşımacılık İthalat İhracat İnşaat ve Organizasyon Sanayi ve Ticaret Limited Şirketi, § 63).

21. Sözü edilen kararda ayrıca resen yapılacak vergi incelemesinin, matrah takdirinin ve buna bağlı olarak vergi tarhiyatının ne zaman yapılacağı da belirli olmayıp başvurucuların buna dayalı olarak başlatılacak idari ve yargısal süreç boyunca cezalı vergiyi ödeme baskısıyla karşılaşacaklarına da işaret edilmiş, davanın mükellef aleyhine sonuçlanması durumunda da cezalı vergi yanında tarhiyatın ilgili bulunduğu döneme ilişkin normal vade tarihinden sürecin kesinleştiği tarihe kadar, dava süresini de içerecek şekilde gecikme faizi ödemesinin söz konusu olabileceği vurgulanmıştır (Arbay Petrol Gıda Turizm Taşımacılık Sanayi Ticaret Limited Şirketi ve Arbay Turizm Taşımacılık İthalat İhracat İnşaat ve Organizasyon Sanayi ve Ticaret Limited Şirketi, § 64).

22. Anayasa Mahkemesi nihai olarak derece mahkemelerinin 4/1/1961 tarihli ve 213 sayılı Vergi Usul Kanunu'nun 378. maddesinin ikinci fıkrasında düzenlenen hukuk kuralını, düzeltme beyannamesine ihtirazi kayıt konulmasının dava açma hakkı vermeyeceği şeklinde yorumlamasının -sürecin bütününe bakıldığında- başvurucuların müdahalenin hukuka aykırı olduğuna yönelik iddia ve itirazlarını etkin bir biçimde sunamaması sonucuna yol açtığını belirtmiş; mülkiyet hakkının öngördüğü usul güvencelerinin sağlanamaması dolayısıyla müdahalenin başvuruculara şahsi olarak aşırı bir külfet yüklediği, başvurucuların mülkiyet hakkının korunması ile müdahalenin kamu yararı amacı arasında olması gereken adil dengenin başvurucular aleyhine bozulduğu neticesine ulaşmıştır (Arbay Petrol Gıda Turizm Taşımacılık Sanayi Ticaret Limited Şirketi ve Arbay Turizm Taşımacılık İthalat İhracat İnşaat ve Organizasyon Sanayi ve Ticaret Limited Şirketi, § 66).

23. Eldeki başvurunun koşulları ile Anayasa Mahkemesinin anılan kararına konu olaydaki koşulların aynı olduğu görülmektedir. Anayasa Mahkemesinin Arbay Petrol Gıda Turizm Taşımacılık Sanayi Ticaret Limited Şirketi ve Arbay Turizm Taşımacılık İthalat İhracat İnşaat ve Organizasyon Sanayi ve Ticaret Limited Şirketi kararında ulaşılan sonuçtan ayrılmayı gerektiren bir neden bulunmamaktadır.

24. Açıklanan gerekçelerle Anayasa'nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

3. Giderim Yönünden

25. Başvurucular, ihlalin tespitine ve yargılamanın yenilenmesine karar verilmesini talep etmiştir.

26. Tespit edilen ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına ilişkin usul ve esaslar 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinde yer almaktadır.

27. Başvuruda tespit edilen hak ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Bu kapsamda kararın gönderildiği yargı mercilerince yapılması gereken iş, yeniden yargılama işlemlerini başlatmak ve Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar vermektir (6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasında düzenlenen bireysel başvuruya özgü yeniden yargılama kurumunun özelliklerine ilişkin kapsamlı açıklamalar için bkz. Mehmet Doğan [GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018, §§ 54-60; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019, §§ 53-60, 66; Kadri Enis Berberoğlu (3) [GK], B. No: 2020/32949, 21/1/2021, §§ 93-100).

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Anayasa'nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Kararın bir örneğinin mülkiyet hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere İstanbul 1. Vergi Mahkemesine (E.2017/3077, K.2018/2168), İstanbul 6. Vergi Mahkemesine (E.2017/1698, K.2018/872) ve Bursa 1. Vergi Mahkemesine (2018/51, K.2018/1150) GÖNDERİLMESİNE,

D. 1.093,80 TL harç ve 4.500 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 5.593,80 TL yargılama giderinin başvuruculara MÜŞTEREKEN ÖDENMESİNE,

E. Ödemenin kararın tebliğini takiben başvurucuların Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

F. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 29/6/2022 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

KASIM TOPRAK BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2018/2800)

 

Karar Tarihi: 5/10/2022

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Kadir ÖZKAYA

Üyeler

:

M. Emin KUZ

 

 

Yıldız SEFERİNOĞLU

 

 

Basri BAĞCI

 

 

Kenan YAŞAR

Raportör

:

Mahmut ALTIN

Başvurucu

:

Kasım TOPRAK

Vekili

:

Av. Erhan AYTEKİN

 

I. BAŞVURUNUN ÖZETİ

1. Başvuru, ilgili mevzuat uyarınca hak sahibi olarak tespit edilen depremzedelere kalıcı konut tahsis edilmemesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu, nihai hükmü 8/12/2017 tarihinde öğrendikten sonra 3/1/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

II. DEĞERLENDİRME

2. Anayasa Mahkemesi, olay ve olguları somut başvuru ile benzer nitelikte olan Sedat Şanlı (B. No: 2018/6812, 3/7/2019) kararında uygulanacak anayasal ilkeleri belirlemiştir. Bu çerçevede deprem sebebiyle 15/5/1959 tarihli ve 7269 sayılı Umumi Hayata Müessir Afetler Dolayısiyle Alınacak Tedbirlerle Yapılacak Yardımlara Dair Kanun'un hükümlerine göre konut edinme yönünde bir meşru beklentisi bulunan başvurucu yönünden aradan kırk yılı aşkın bir süre geçtiği hâlde başvuru konusu konuta ait tapu kaydının düzenlenip düzenlenmediğinin araştırılmadığı gerekçesiyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği sonucuna ulaşılmıştır. Somut başvuruda, anılan kararda açıklanan ilkelerden ve ulaşılan sonuçtan ayrılmayı gerektiren bir durum bulunmamaktadır. Bu doğrultuda başvurucunun Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

III. GİDERİM

3. Başvurucu, ihlalin tespiti ve yeniden yargılama yapılması ile tazminat talebinde bulunmuştur. Başvuruda tespit edilen hak ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Bu kapsamda kararın gönderildiği yargı mercilerince yapılması gereken iş, yeniden yargılama işlemlerini başlatmak ve Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar vermektir (Mehmet Doğan [GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018, §§ 54-60; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019, §§ 53-60, 66; Kadri Enis Berberoğlu (3) [GK], B. No: 2020/32949, 21/1/2021, §§ 93-100). İhlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasının yeterli bir giderim sağlayacağı anlaşıldığından tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekir.

IV. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Kararın bir örneğinin mülkiyet hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere Diyarbakır 2. İdare Mahkemesine (E.2016/1324, K.2017/625) GÖNDERİLMESİNE,

D. Başvurucunun tazminat talebinin REDDİNE,

E. 294,70 TL harç ve 9.900 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 10.194,70 TL yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,

F. Ödemenin kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

G. Kararın bir örneğinin bilgi için Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 5/10/2022 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

LATİFE BAŞBUĞ VE DİĞERLERİ BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2018/2020)

 

Karar Tarihi: 6/10/2022

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Hasan Tahsin GÖKCAN

Üyeler

:

Muammer TOPAL

 

 

Recai AKYEL

 

 

Yusuf Şevki HAKYEMEZ

 

 

İrfan FİDAN

Raportör

:

Mahmut ALTIN

Başvurucular

:

Latife Başbuğ ve diğerleri [bkz. ekli tablo]

Başvurucular Vekili

:

Av. Erhan AYTEKİN

 

I. BAŞVURUNUN ÖZETİ

1. Başvuru, ilgili mevzuat uyarınca hak sahibi olarak tespit edilen depremzedelere kalıcı konut tahsis edilmemesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular süresi içinde yapılmıştır. Başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. 2018/11775 başvuru numaralı dosyanın 2018/5675 başvuru numaralı dosya ile kişi ve konu yönünden aynı olduğu ve 2018/11775 başvuru numaralı dosyanın mükerrer kayıt nedeniyle oluşturulduğu anlaşılmıştır. Buna göre 2018/11775 başvuru numaralı dosyanın 2018/5675 başvuru numaralı dosya ile birleştirilmesine karar verilmiştir.

II. DEĞERLENDİRME

2. Anayasa Mahkemesi, olay ve olguları somut başvuru ile benzer nitelikte olan Sedat Şanlı (B. No: 2018/6812, 3/7/2019) kararında uygulanacak anayasal ilkeleri belirlemiştir. Bu çerçevede deprem sebebiyle 15/5/1959 tarihli ve 7269 sayılı Umumi Hayata Müessir Afetler Dolayısiyle Alınacak Tedbirlerle Yapılacak Yardımlara Dair Kanun hükümlerine göre konut edinme yönünde bir meşru beklentisi bulunan başvurucu yönünden aradan kırk yılı aşkın bir süre geçtiği hâlde başvuru konusu konuta ait tapu kaydının düzenlenip düzenlenmediği araştırılmadığı gerekçesiyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği sonucuna ulaşılmıştır. Somut başvurularda, anılan kararda açıklanan ilkelerden ve ulaşılan sonuçtan ayrılmayı gerektiren bir durum bulunmamaktadır. Bu doğrultuda başvurucuların Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

III. GİDERİM

3. Başvurucular; ihlalin tespit edilmesi, maddi ve manevi tazminat ile yeniden yargılamaya hükmedilmesi talebinde bulunmuştur. Başvurularda tespit edilen hak ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Bu kapsamda kararın gönderildiği yargı mercilerince yapılması gereken iş, yeniden yargılama işlemlerini başlatmak ve Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar vermektir (Mehmet Doğan [GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018, §§ 54-60; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019, §§ 53-60, 66; Kadri Enis Berberoğlu (3) [GK], B. No: 2020/32949, 21/1/2021, §§ 93-100). İhlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasının yeterli bir giderim sağlayacağı anlaşıldığından tazminat taleplerinin reddine karar verilmesi gerekir.

IV. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Adli yardım taleplerinin KABULÜNE,

B. Başvuruların BİRLEŞTİRİLMESİNE,

C. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

D. Anayasa'nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

E. Kararın bir örneğinin mülkiyet hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere ekli listenin (D) sütununda gösterilen İdare Mahkemelerine GÖNDERİLMESİNE,

F. Başvurucuların tazminata ilişkin taleplerinin REDDİNE,

G. 9.900 TL vekâlet ücretinden oluşan yargılama giderinin başvuruculara MÜŞTEREKEN ÖDENMESİNE,

H. Ödemenin kararın tebliğini takiben başvurucuların Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

I. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 6/10/2022 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

AYDIN TUNEL VE MEHDİN ÖZKAN BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2018/22284)

 

Karar Tarihi: 3/11/2022

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Hasan Tahsin GÖKCAN

Üyeler

:

Muammer TOPAL

 

 

Recai AKYEL

 

 

Selahaddin MENTEŞ

 

 

Muhterem İNCE

Raportör

:

Mahmut ALTIN

Başvurucular

:

1. Aydın TUNEL

 

 

2. Mehdin ÖZKAN

Başvurucular Vekili

:

Av. Bilal AYTEKİN

 

I. BAŞVURUNUN ÖZETİ

1. Başvuru, ilgili mevzuat uyarınca hak sahibi olarak tespit edilen depremzedelere kalıcı konut tahsis edilmemesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. 2018/22297 başvuru numaralı dosya 2018/22284 başvuru numaralı dosya ile birleştirilmiştir. Başvurular süresi içinde yapılmıştır. Başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

II. DEĞERLENDİRME

2. Anayasa Mahkemesi, olay ve olguları somut başvuru ile benzer nitelikte olan Sedat Şanlı (B. No: 2018/6812, 3/7/2019) kararında uygulanacak anayasal ilkeleri belirlemiştir. Bu çerçevede deprem sebebiyle 15/5/1959 tarihli ve 7269 sayılı Umumi Hayata Müessir Afetler Dolayısiyle Alınacak Tedbirlerle Yapılacak Yardımlara Dair Kanun'un hükümlerine göre konut edinme yönünde bir meşru beklentisi bulunan başvurucu yönünden aradan kırk yılı aşkın bir süre geçtiği hâlde başvuru konusu konuta ait tapu kaydının düzenlenip düzenlenmediğinin araştırılmadığı gerekçesiyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği sonucuna ulaşılmıştır. Somut başvurularda, anılan kararda açıklanan ilkelerden ve ulaşılan sonuçtan ayrılmayı gerektiren bir durum bulunmamaktadır. Bu doğrultuda başvurucuların Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

III. GİDERİM

3. Başvurucular ayrı ayrı, ihlalin tespiti ile yeniden yargılama yapılması ve tazminat talebinde bulunmuştur. Başvuruda tespit edilen hak ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Bu kapsamda kararın gönderildiği yargı mercilerince yapılması gereken iş, yeniden yargılama işlemlerini başlatmak ve Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar vermektir (Mehmet Doğan [GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018, §§ 54-60; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019, §§ 53-60, 66; Kadri Enis Berberoğlu (3) [GK], B. No: 2020/32949, 21/1/2021, §§ 93-100). İhlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasının yeterli bir giderim sağlayacağı anlaşıldığından tazminat taleplerinin reddine karar verilmesi gerekir.

IV. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Adli yardım taleplerinin KABULÜNE,

B. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

C. Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

D. Kararın bir örneğinin mülkiyet hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere Diyarbakır 2. İdare Mahkemesine (E.2017/1019, K.2017/2092; E.2017/1021, K.2017/2098) GÖNDERİLMESİNE,

E. Başvurucuların tazminat taleplerinin REDDİNE,

F. 9.900 TL vekâlet ücretinin başvuruculara MÜŞTEREKEN ÖDENMESİNE,

G. Ödemenin kararın tebliğini takiben başvurucuların Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

H. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 3/11/2022 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

DOĞAN MİMARLIK İNŞAAT GIDA SANAYİ VE TİCARET LTD. ŞTİ. BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2019/23070)

 

Karar Tarihi: 17/11/2022

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

Başkan

:

Kadir ÖZKAYA

Üyeler

:

M. Emin KUZ

 

 

Yıldız SEFERİNOĞLU

 

 

Basri BAĞCI

 

 

Kenan YAŞAR

Raportör

:

Mahmut ALTIN

Başvurucu

:

Doğan Mimarlık İnşaat Gıda Sanayi ve Ticaret Ltd. Şti.

Vekili

:

Av. Süleyman DOĞAN

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, irtifak sözleşmesinin feshedilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 28/6/2019 tarihinde yapılmıştır. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

3. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır.

III. OLAY VE OLGULAR

4. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:

5. Başvurucu, Şanlıurfa ticaret siciline 5249 numarayla kayıtlı bir şirkettir. Başvurucu Şirket eski ortaklarından A.D., ortaklar kurulunun 30/3/2007 tarihli kararıyla on yıllığına şirket müdürü olarak seçilmiş ve A.D.nin şirket kaşesinin altına atacağı imza ile şirketi temsile yetkili olacağına karar verilmiştir.

6. Başvurucu Şirket ile İl Özel İdaresi arasında Şanlıurfa'nın Haliliye ilçesine bağlı Sırrın Mahallesi'nde kain 4771 ada 1 No.lu parsel sayılı 47.347,77 m² yüz ölçümlü taşınmaz üzerinde park ve rekreasyon tesisleri yapılmak üzere 18 yıl 6 ay süreliğine 3/6/2010 tarihinde başvurucu Şirket lehine yıllık 72.000 TL bedelle irtifak hakkı sözleşmesi imzalanmıştır. Sözleşmeyi, başvurucu Şirket adına A.D. imzalamıştır.

7. Söz konusu sözleşmenin irtifak hakkının amacı ve taşınmazın kullanım şekline ilişkin 4. maddesinde taşınmaz üzerinde su parkı (aquapark), yarı olimpik yüzme havuzu, asma germe brandalı çok amaçlı mekânlar, mini futbol, basketbol, voleybol sahaları, tenis kortu, koşu kondisyon pisti, çocuk carting pisti ile bu mekânları destekleyecek bitkilendirme, bunların otomatik sulanması ve bu mekânlara yetecek kadar otopark tesisleri yapılmak amacıyla irtifak hakkının kurulmuş olduğu ve su parkı konseptinin irtifak hakkının kullanım amacı ve şekli olduğu belirtilmiştir. Sözleşmenin irtifak hakkı bedeline ilişkin 6. maddesinde ise İl Özel İdaresinin taşınmaz üzerinde yapılacak tesisin bizzat hak lehtarınca işletilmesi hâlinde bu tesisin işletilmesinden elde edilen toplam yıllık hasılatın yüzde biri oranında pay alacağı; üçüncü kişilere kiraya verilmesi hâlinde ise hak lehtarından brüt kiranın yüzde biri oranında, kiracı/kiracılardan ise tesisin işletilmesinden elde edilecek toplam yıllık hasılattan hak lehtarına ödenen kira bedeli düşüldükten sonra kalan tutar üzerinden yüzde bir oranında ayrıca pay alınacağı kararlaştırılmıştır.

8. Başvurucu Şirket ortaklarından A.D. 14/3/2011 tarihinde başvurucu Şirketteki hisselerini M.D.ye devretmiş ve şirket müdürlüğü görevi de sona ermiştir.

9. Başvuru konusu taşınmaz 13/6/2014 tarihinde bedelsiz olarak Şanlıurfa Büyükşehir Belediyesine (Belediye) devredilmiştir.

10. Başvuru konusu irtifak sözleşmesi 22/7/2016 tarihli ve 667 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde Kararname'nin (667 sayılı KHK) 8. maddesi gereğince 13/1/2017 tarihinde Belediye tarafından tek taraflı olarak feshedilmiştir.

11. Başvurucu Şirket tarafından fesih işleminin iptali talebiyle 19/4/2017 tarihinde Belediye aleyhine Şanlıurfa 2. İdare Mahkemesinde (Mahkeme) iptal davası açılmıştır. Mahkeme 28/6/2018 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesi özetle şöyledir:

i. İrtifak sözleşmesinin imzalanması aşamasında şirket ortağı ve temsilcisi olan A.D. hakkında Şanlıurfa Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından 2017/444 soruşturma numaralı dosyasında -PKK/KCK- silahlı terör örgütüne üye olma, silahlı terör örgütü propagandası yapma suçlarının işlendiği iddiasıyla iddianame düzenlendiği belirtilmiştir.

ii. Bununla birlikte Şanlıurfa 5. Ağır Ceza Mahkemesinde yapılan yargılamada 14/3/2018 tarihinde atılı suçlarla ile ilgili olarak somut delillerle desteklenmeyen yalnızca istihbari bilgi bulunduğu, yapılan aramalarda ele geçirilen materyaller ile dijital materyallerde bulunan ses ve görüntü dosyalarının sempati ve iltisak boyutunu aşmadığı gerekçesiyle beraat kararı verildiği izah edilmiştir.

iii. Öte yandan A.D.nin sonrasında şirket ortaklığından ayrıldığı görülmüş ise de irtifak sözleşmesinin başvurucu Şirketin ortağı ve kanuni temsilcisi olan A.D. tarafından imzalandığı vurgulanmıştır. Ayrıca A.D.nin irtifak sözleşmesinin imzalandığı tarihte şirket yetkilisi ve ortağı olmasından dolayı sorumluluğunun devam ettiği belirtilmiştir.

iv. Bunun yanında ceza mahkemesi kararındaki tespitler ile diğer bilgi ve belgelerin değerlendirilmesi neticesinde, A.D.nin PKK/KCK terör örgütü ile iltisakı olduğu sonucuna varıldığı dile getirilerek 667 sayılı KHK'nın 8. maddesi uyarınca irtifak hakkı sözleşmesinin feshedilmesi işleminde hukuka aykırılık bulunmadığı kabul edilmiştir.

12. Başvurucunun istinaf istemi, Gaziantep Bölge İdare Mahkemesi 2. İdari Dava Dairesince (Daire) 15/3/219 tarihinde kesin olarak reddedilmiştir.

13. Nihai karar, başvurucu vekiline 29/5/2019 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 28/6/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

IV. İLGİLİ HUKUK

14. 29/6/2001 tarihli ve 4706 sayılı Hazineye Ait Taşınmaz Malların Değerlendirilmesi ve Katma Değer Vergisi Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun 'un ek 2. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"Hazinenin özel mülkiyetinde bulunan taşınmazlar üzerinde tesis edilecek irtifak hakları ile Devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan yerler üzerinde verilecek kullanma izinlerinde, irtifak hakkı veya kullanma izni bedellerine ilave olarak, bu alanlarda yürütülen faaliyetlerden elde edilecek tüm hâsılatın yüzde 1’i oranında Hazinece pay alınır. Toplam yıllık hasılat; işletmenin, tek düzen muhasebe sistemindeki gelir tablosunda yer alan net satışlar, iştiraklerden ve bağlı ortaklıklardan elde edilen temettü gelirleri hariç olmak üzere diğer faaliyetlerden olağan gelir ve kârlar ile olağan dışı gelir ve kârların toplamı üzerinden tespit edilir. İrtifak hakkı kurulan veya kullanma izni verilen Hazine taşınmazı üzerinde bulunan tesisin tamamının veya bir kısmının hak lehtarınca üçüncü kişilere kiraya verilmesi hâlinde; hak lehtarından brüt kiranın yüzde l’i oranında, kiracıdan/kiracılardan ise, tesisin işletilmesinden elde edilecek toplam yıllık hasılattan hak lehtarına ödenen kira bedeli düşüldükten sonra, kalan tutar üzerinden yüzde 1 oranında ayrıca pay alınır. Kiracılardan alınamayan hasılat payları hak lehtarından alınır. Yürütülen faaliyetin niteliği gereği yıllık hasılatın tespit edilememesi durumunda; hak lehtarından cari yıl irtifak hakkı veya kullanma izni bedeli, kiracılardan ise hak lehtarına ödenen cari yıl kira bedeli üzerinden yüzde 20 oranında pay alınır.

..."

15. 667 sayılı KHK'nın "İrtifak ve İntifa hakları ile kira sözleşmelerinin iptali" kenar başlıklı 8. maddesi şöyledir:

"Mülkiyeti 10/12/2003 tarihli ve 5018 sayılı Kamu Malî Yönetimi ve Kontrol Kanununda belirtilen genel bütçe kapsamındaki kamu idareleri ile özel bütçe kapsamındaki idarelere, düzenleyici ve denetleyici kurumlara, sosyal güvenlik kurumlarına, mahalli idarelerle bu idareler tarafından kurulan birlik ve işletmelere, özel kanunla kurulmuş diğer kamu kurum, kurul, üst kurul ve kuruluşları, kamu iktisadi teşebbüsleri ve bunların bağlı ortaklıkları, müessese ve işletmeleri ile sermayesinin %50'sinden fazlası kamuya ait diğer ortaklıklara ve vakıflara ait olan her türlü taşınmazın yararlanıcıları ile kiracılarının, milli güvenliğe tehdit oluşturduğu tespit edilen yapı, oluşum veya gruplara ya da terör örgütlerine üyeliği veya iltisakı ya da bunlarla irtibatının değerlendirilmesi halinde irtifak ve intifa hakları ile kira sözleşmeleri ilgili kurum ve kuruluş tarafından resen iptal edilir. Bu durumda, ilgili kurum ve kuruluşlara ait ve sözleşme tarihinde mevcut bina, yapı ve tesisler hariç olmak üzere, taşınmazların üzerinde yapılan bina, yapı ve tesisler ile her türlü taşınır, alacak ve haklar, belge ve evrak 23/7/2016 tarihinden geçerli olmak üzere bedelsiz olarak Hazineye devredilmiş sayılır."

V. İNCELEME VE GEREKÇE

16. Anayasa Mahkemesinin 17/11/2022 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü

17. Başvurucu Şirket, faaliyetlerinin ve ortaklarının terör örgütleriyle ilişkisinin olmadığını ve bu hususta somut bir delil gösterilmediğini belirterek irtifak sözleşmesinin feshedilmesinden yakınmaktadır. Başvurucu Şirket özellikle A.D.nin 14/3/2011 tarihinde şirketteki tüm hisselerini devrederek şirketle ilişkisinin kalmamasına rağmen eski ortağın terör örgütüyle iltisaklı olduğu kabul edilerek irtifak sözleşmesinin imzalanmasından altı yıl sonra feshedilmesinin hakkaniyete aykırı olduğunu iddia etmiştir.

18. Başvurucu Şirket ayrıca kural olarak limited şirket ortak ve yöneticilerinin, ortak veya yöneticilik sıfatının devam ettiği dönemle sınırlı olarak sorumlu olduklarını ancak kendi idareleri zamanını ilgilendiren vergi ve cezalar nedeniyle sorumlu tutulabileceklerini savunmuştur. Bununla birlikte ceza sorumluluğunun şahsi olduğu ve ceza kanunlarının geriye yürütülemeyeceği vurgulanmıştır. Sonuç olarak başvurucu Şirket bu gerekçelerle çalışma ve sözleşme hürriyeti ile mülkiyet, adil yargılanma ve etkili başvuru hakları ile suç ve cezada kanunilik ilkesinin ihlal edildiğini iddia etmiştir.

19. Bakanlık görüşünde, yapılacak incelemede Anayasa Mahkemesi içtihadı ve somut olayın kendine özgü koşulları ile Belediye'den temin edilen görüş ve ilgili belgelerin dikkate alınması gerektiğini vurgulamıştır.

B. Değerlendirme

20. Anayasa’nın "Mülkiyet hakkı" kenar başlıklı 35. maddesi şöyledir:

"Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.

Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir.

Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz."

21. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucu Şirketin şikâyetlerinin özü, irtifak sözleşmesinin feshedilmesine ilişkin olduğundan tüm şikâyetlerin mülkiyet hakkı kapsamında incelenmesinin uygun olacağı değerlendirilmiştir.

1. Uygulanabilirlik Yönünden

22. Anayasa'nın "Temel hak ve hürriyetlerin sınırlanması" kenar başlıklı 13. maddesi şöyledir:

"Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz."

23. Anayasa'nın "Temel hak ve hürriyetlerin kullanılmasının durdurulması" kenar başlıklı 15. maddesi şöyledir:

"Savaş, seferberlik, sıkıyönetim veya olağanüstü hallerde, milletlerarası hukuktan doğan yükümlülükler ihlâl edilmemek kaydıyla, durumun gerektirdiği ölçüde temel hak ve hürriyetlerin kullanılması kısmen veya tamamen durdurulabilir veya bunlar için Anayasada öngörülen güvencelere aykırı tedbirler alınabilir.

Birinci fıkrada belirlenen durumlarda da, savaş hukukuna uygun fiiller sonucu meydana gelen ölümler dışında, kişinin yaşama hakkına, maddî ve manevî varlığının bütünlüğüne dokunulamaz; kimse din, vicdan, düşünce ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz ve bunlardan dolayı suçlanamaz; suç ve cezalar geçmişe yürütülemez; suçluluğu mahkeme kararı ile saptanıncaya kadar kimse suçlu sayılamaz."

24. Anayasa Mahkemesi Aydın Yavuz ve diğerleri ([GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017 §§ 187-191) kararında, olağanüstü yönetim usullerinin uygulandığı dönemlerde alınan tedbirlere ilişkin bireysel başvuruları incelerken Anayasa'nın 15. maddesinde ortaya konulan temel hak ve özgürlüklere ilişkin güvence rejimini dikkate alacağını belirtmiştir. Buna göre olağanüstü bir durumun bulunması ve bunun ilan edilmesinin yanı sıra bireysel başvuruya konu temel hak ve özgürlüklere müdahale teşkil eden tedbirin olağanüstü durumla bağlantılı olması hâlinde inceleme Anayasa'nın 15. maddesi uyarınca yapılacaktır.

25. 15 Temmuz 2016 tarihinde yaşanan darbe teşebbüsünden sonra Cumhurbaşkanı başkanlığında toplanan Bakanlar Kurulu 21/7/2016 tarihinde OHAL ilan edilmesine karar vermiş; daha sonra da OHAL birçok kez uzatılmıştır. OHAL ilanı nedenlerinin başında darbe teşebbüsü gelmektedir (Aydın Yavuz ve diğerleri, §§ 224, 226). OHAL ilanı ile darbe teşebbüsünden kaynaklanan tehlikenin yanı sıra bu teşebbüsün arkasında olduğu değerlendirilen Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanmasından (FETÖ/PDY) kaynaklanan tehdit ve tehlikenin de bertaraf edilmesinin amaçlandığı görülmektedir (Aydın Yavuz ve diğerleri, §§ 48, 229). Nitekim darbe teşebbüsünün arkasındaki yapılanmanın FETÖ/PDY olduğuna ilişkin olarak kamu makamlarınca ve soruşturma mercilerince yapılan değerlendirmeler olgusal temellere dayanmaktadır (Aydın Yavuz ve diğerleri, § 216).

26. Başvurucunun irtifak sözleşmesinin feshedildiği tarihte Türkiye'de olağanüstü hâl yönetim usulü yürürlüktedir. Ayrıca başvurucunun şikâyet ettiği fesih işleminin dayanağının olağanüstü hâl ilanını gerekli kılan olaylarla ilgili olduğu görülmektedir. Bu itibarla sözleşmenin feshedilmesi işleminin hukuki olup olmadığının incelenmesi Anayasa'nın 15. ve 35. Maddeleri maddesi kapsamında yapılacaktır.

2. Kabul Edilebilirlik Yönünden

27. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

3. Esas Yönünden

a. Mülkün Varlığı

28. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğinden şikâyet eden bir kimse, önce böyle bir hakkının var olduğunu kanıtlamak zorundadır. Bu nedenle öncelikle başvurucunun Anayasa'nın 35. maddesi uyarınca korunmayı gerektiren mülkiyete ilişkin bir menfaate sahip olup olmadığı noktasındaki hukuki durumunun değerlendirilmesi gerekir (Cemile Ünlü, B. No: 2013/382, 16/4/2013, § 26; İhsan Vurucuoğlu, B. No: 2013/539, 16/5/2013, § 31). İrtifak hakkının tapu kaydında başvurucu Şirket adına tescil edildiği hususunda tereddüt bulunmadığına göre Anayasa'nın 35. maddesi anlamında bir mülkün varlığı hususunda kuşku bulunmamaktadır.

b. Müdahalenin Varlığı ve Türü

29. Anayasa’nın 35. maddesi ile mülkiyet hakkına temas eden diğer hükümleri birlikte değerlendirildiğinde Anayasa'nın mülkiyet hakkına müdahaleyle ilgili üç kural ihtiva ettiği görülmektedir. Buna göre Anayasa'nın 35. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin mülkiyet hakkına sahip olduğu belirtilmek suretiyle mülkten barışçıl yararlanma hakkına yer verilmiş; ikinci fıkrasında da mülkten barışçıl yararlanma hakkına müdahalenin çerçevesi belirlenmiştir. Maddenin ikinci fıkrasında genel olarak mülkiyet hakkının hangi koşullarda sınırlanabileceği belirlenerek aynı zamanda mülkten yoksun bırakmanın şartlarının genel çerçevesi de çizilmiştir. Maddenin son fıkrasında ise mülkiyet hakkının kullanımının toplum yararına aykırı olamayacağı kurala bağlanmak suretiyle devletin mülkiyetin kullanımını kontrol etmesine ve düzenlemesine imkân sağlanmıştır. Anayasa'nın diğer bazı maddelerinde de devlet tarafından mülkiyetin kontrolüne imkân tanıyan özel hükümlere yer verilmiştir. Ayrıca belirtmek gerekir ki mülkten yoksun bırakma ve mülkiyetin düzenlenmesi, mülkiyet hakkına müdahalenin özel biçimleridir (Recep Tarhan ve Afife Tarhan, §§ 55-58).

30. Başvurucu Şirketin irtifak sözleşmesinin feshedilmesi mülkiyet hakkına müdahale niteliği taşıdığı aşikardır. Bununla birlikte başvurucunun mülkiyetinde bulunmayan taşınmazın çıplak mülkiyetinin İl Özel İdaresinde/Belediyede olması nedeniyle müdahalenin mülkten yoksun bırakma niteliğinde olmadığı değerlendirilmiştir. Diğer taraftan başvurucunun mülkiyetinde bulunmayan taşınmazı, 18 yıl 6 ay süreyle üzerine irtifak sözleşmesi amacına uygun tesisler yapmak ve bu tesisleri işletmek veya kiraya vermek suretiyle yararlanma imkânı sağlayan sözleşmenin feshinin başvurucunun taşınmaz üzerindeki kullanma/yararlanma hakkını yitirdiği anlaşılmıştır. Buna göre müdahalenin mülkten barışçıl yararlanma yetkisine bir müdahale teşkil ettiği ve birinci kural kapsamında incelenmesi gerektiği kabul edilmiştir.

c. Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı

i. Genel İlkeler

31. Anayasa’nın 35. maddesinde mülkiyet hakkı sınırsız bir hak olarak düzenlenmemiş, bu hakkın kamu yararı amacıyla ve kanunla sınırlandırılabileceği öngörülmüştür.

32. Hak ve özgürlüklerin, bunlara yapılacak müdahalelerin ve sınırlandırmaların kanunla düzenlenmesi bu haklara ve özgürlüklere keyfî müdahaleyi engelleyen ve hukuk güvenliğini sağlayan demokratik hukuk devletinin en önemli unsurlarından biridir (Tahsin Erdoğan, B. No: 2012/1246, 6/2/2014, § 60). Kanunun varlığı kadar kanun metninin ve uygulamasının da bireylerin davranışlarının sonucunu öngörebileceği kadar hukuki belirlilik taşıması gerekir. Bir diğer ifadeyle kanunun kalitesi de kanunilik koşulunun sağlanıp sağlanmadığının tespitinde önem arz etmektedir (Necmiye Çiftçi ve diğerleri, B. No: 2013/1301, 30/12/2014, § 55). Müdahalenin kanuna dayalı olması, müdahaleye ilişkin yeterince erişilebilir ve öngörülebilir kuralların bulunmasını gerektirmektedir (Türkiye İş Bankası A.Ş. [GK], B. No: 2014/6192, 12/11/2014, § 44).

33. Anayasa'nın 15. maddesine göre savaş, seferberlik, sıkıyönetim veya olağanüstü hâllerde temel hak ve özgürlüklerin kullanılmasının kısmen veya tamamen durdurulabilmesi ve bunlar için Anayasa'nın diğer maddelerinde öngörülen güvencelere aykırı tedbirler alınabilmesi mümkündür. Ancak Anayasa'nın 15. maddesi, bu hususta kamu otoritelerine sınırsız bir yetki tanımamaktadır. Anayasa'nın diğer maddelerinde öngörülen güvencelere aykırı tedbirlerin Anayasa'nın 15. maddesinin ikinci fıkrasında sayılan hak ve özgürlüklere dokunmaması, milletlerarası hukuktan doğan yükümlülüklere aykırı bulunmaması ve durumun gerektirdiği ölçüde olması gerekir. Anayasa Mahkemesince Anayasa'nın 15. maddesine göre yapılacak inceleme bu ölçütlerle sınırlı olacaktır. Mahkeme bu incelemenin usul ve esaslarını ortaya koymuştur (Aydın Yavuz ve diğerleri, §§ 192-211, 344).

34. Mülkiyet hakkı savaş, seferberlik, sıkıyönetim ve olağanüstü hâl gibi olağanüstü yönetim usullerinin benimsendiği dönemlerde Anayasa'nın 15. maddesinin ikinci fıkrasında yer alan dokunulması yasaklanan çekirdek haklar arasında değildir. Dolayısıyla bu özgürlükler yönünden olağanüstü hâllerde Anayasa'daki güvencelere aykırı tedbirler alınması mümkündür.

35. Bununla birlikte temel hak ve özgürlüklere müdahale teşkil eden tedbir yönünden kişilerin, olağanüstü hâl döneminde de ölçüsüz veya keyfî müdahalelere karşı koyabilecekleri usulî güvencelerden yararlandırılması gerekir (benzer yönde bkz. Ayla Demir İşat [GK], B. No: 2018/24245, 8/10/2020, § 160). Bu bağlamda belirtmek gerekir ki olağanüstü hâl döneminde de müdahalenin kanuniliğine ilişkin iddia ve itirazların ilgili ve yeterli bir gerekçe ile karşılanması keyfi müdahaleleri önlemek bakımından önemli bir usul güvencesidir.

ii. İlkelerin Olaya Uygulanması

36. Somut olayda 14/3/2011 tarihinde şirketteki hisselerini devrederek şirketle ilişiği kesilen şirketin eski ortağı ve müdürü olan A.D. tarafından, başvurucu Şirket lehine İl Özel İdaresiyle 2010 yılında başvuru konusu taşınmaz üzerinde park ve rekreasyon tesisleri yapılmak üzere irtifak sözleşmesi imzalanmıştır. Sözleşmenin imzalanmasından sonra 2014 yılında başvuru konusu taşınmaz, bedelsiz olarak Belediyeye devredilmiştir. Ardından söz konusu irtifak sözleşmesi 667 sayılı KHK 8. maddesi gereğince 13/1/2017 tarihinde Belediye tarafından tek taraflı olarak feshedilmiştir (bkz. §§ 6-10).

37. Mahkeme, başvurucu Şirket tarafından fesih işleminin iptali talebiyle açılan iptal davasının reddine karar vermiştir. Mahkemece başvurucu Şirket eski ortağı A.D. hakkında yapılan soruşturmadan ve iddianame içeriğinden alıntılar yapıldıktan sonra ceza dosyasında beraat kararı verildiği açıklanmıştır. Bununla birlikte A.D.nin sonrasında şirket ortaklığından ayrıldığı görülmüş ise de A.D.nin irtifak sözleşmesinin imzalandığı tarihte şirket yetkilisi ve ortağı olmasından dolayı sorumluluğunun devam ettiği ve ceza mahkemesi kararındaki tespitler ile diğer bilgi ve belgelerin değerlendirilmesi neticesinde, A.D.nin PKK/KCK terör örgütü ile iltisakı olduğu kabul edilerek 667 sayılı KHK'nın 8. maddesi uyarınca irtifak hakkı sözleşmesinin feshedilmesi işleminde hukuka aykırılık bulunmadığı belirtilmiştir (bkz. § 11).

38. Başvurucu şirketin tarafı olduğu sözleşmenin 667 sayılı KHK'nın 8. maddesi uyarınca feshedildiği açıktır. Anayasa'nın 15. maddesi uyarınca 667 sayılı KHK'nın 8. maddesinin kanunilik kriterini karşılayıp karşılamadığı ve aynı zamanda olağanüstü halden kaynaklanan bir amaca yönelik olup olmadığının tespiti bu aşamada üzerinde durulacak bir husus değildir. Bu itibarla Anayasa Mahkemesi, sözleşmenin feshine dayanak teşkil eden ve olağanüstü hal tedbiri olarak getirilen düzenlemeyi esas alarak olağanüstü hal şartlarında bir ölçülülük kriteri olan durumun gerektirdiği ölçüde kriterinin somut olay bağlamında müdahaleyi haklı ya da en azından katlanılabilir kılıp kılmadığını irdeleyecektir.

39. Başvurucu şirket, 667 sayılı KHK'nın 8. maddesinde yer alan "taşınmazın yararlanıcıları ve kiracıları" ibaresinin şirket eski ortaklarını kapsamadığı veya bu kabul edilse dahi KHK'nın yürürlüğe girdiği 29/10/2016 tarihinden önceki ortakları kapsamadığını ileri sürmüştür. Başvurucunun bu iddiaları karşısında Mahkeme, sözleşmenin şirket adına şirketin eski ortağı ve müdürü olan A.D. tarafından imzalanmış olması ve bu kişinin de terör örgütü ile iltisakını oraya koyan maddi delillerin varlığını esas alarak sözleşmenin feshinin KHK'ya uygun olduğu sonucuna varmıştır.

40. Mülkiyet hakkının usule ilişkin güvencelerinin varlığı olağan dönemlerde olduğu kadar olağanüstü hal koşullarında zorunludur. Bu bağlamda mülkiyet hakkının usule ilişkin güvencelerinin somut olayda sağlandığından söz edilebilmesi için derece mahkemelerinin kararlarında konu ile ilgili ve yeterli gerekçe bulunmalıdır (benzer bir yaklaşım için bkz. Kamil Darbaz ve Gmo Yapı Grup End. San. Tic. Ltd. Şti., B. No: 2015/12563, 24/5/2018, § 53). Somut olayda mahkemenin anılan kararında neden sonuç ilişkisi kurularak şekli anlamda bir gerekçeye yer verildiği tartışmasızdır. Ancak şekli anlamda bir gerekçenin varlığı yeterli olmayıp bu gerekçenin makul olması da şarttır. Makul bir gerekçeden söz edilebilmesi için dava konusu maddi olay ve olgulardan hareketle delillerin değerlendirilmesi ve hukuk kurallarının yorumlanması ile varılan sonucun ve bu sonuca varılırken kullanılan takdir yetkisinin sebeplerinin belli bir mantık silsilesi içinde ortaya konulmuş olması gerekmektedir. Derece Mahkemelerinin bu yükümlülüğe uyması aynı zamanda hukuki güvenlik ve belirliliğin sağlanması ve keyfî uygulamaları önüne geçilmesi yönünden önem taşımaktadır.

41. Anılan bütün bu hususlar ile derece mahkemelerinin gerekçesi birlikte değerlendirildiğinde, başvurucu şirketin ortağı ve temsile yetkili müdürü sıfatıyla 3/6/2010 tarihli sözleşmeyi imzalayan A.D.nin 14/3/2011 tarihinde şirketteki hisselerini de devretmek suretiyle ortaklıktan ayrıldığı ve bu tarih itibariyle şirketteki temsil yetkisinin de sona erdiği anlaşılmıştır. Belediye, imtiyaz sözleşmesini 667 sayılı KHK'nın 8. maddesine dayanarak başvurucu şirketin terör örgütü ile iltisaklı bulunduğu gerekçesi ile tek taraflı olarak feshetmiş ise de bu iltisakın nedeni hakkında bir açıklama yapmamıştır. Derece mahkemeleri ise şirketin önceki ortaklarından A.D.nin terör örgütü ile iltisaklı olduğu yönünde değerlendirmelerde bulunmuş ancak, şirketin terör örgütü ile iltisaklı olduğunu ortaya koyacak maddi olguları göstermediği gibi 14/3/2011 tarihinde şirket ile hukuki ilişkisi kesilen A.D.nin şirket ile hukuki ilişkisi kesilmesine rağmen fiilen şirkette etkin olduğu yönünde şirketi de kapsayacak şekilde bir açıklamada bulunmamışlardır. Bu itibarla 2011 yılında şirket ile ilişkisi kesilen eski ortak ve temsilcinin 677 sayılı KHK'nın yürürlük tarihinden sonra şirket üzerindeki gücü ve etkisi gösterilmeden bu kişinin yalnızca kendi şahsını ilgilendiren iltisakından hareketle şirketin de terör örgütü ile iltisaklı olduğunun kabulünü doğuran takdir yetkisinin belli bir mantık silsilesi içinde ortaya konulduğundan söz edilemez. Bunun doğal sonucu olarak irtifak hakkı sözleşmesinin feshedilmesi suretiyle mülkiyet hakkına yapılan müdahaleye yönelik olarak başvurucunun uyuşmazlığın sonucuna etkili, ayrı ve açık yanıt gerektiren iddia ve itirazlarının derece mahkemelerince ilgili ve yeterli bir gerekçe ile karşılandığının kabulü de mümkün olmamıştır.

42. Açıklanan gerekçelerle olağanüstü hâl döneminde temel hak ve özgürlüklerin kullanımının durdurulmasını ve sınırlandırılmasını düzenleyen Anayasa'nın 15.maddesiyle birlikte değerlendirildiğinde başvurucunun Anayasa'nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

4. Giderim Yönünden

43. Başvurucu, ihlalin tespiti ve yeniden yargılama ile 5.000.000 TL maddi ve 3.000.000 TL manevi tazminat talebinde bulunmuştur.

45. Başvuruda mülkiyet hakkı yönünden ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Bu kapsamda kararın gönderildiği yargı mercilerince yapılması gereken iş, yeniden yargılama işlemlerini başlatmak ve Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar vermektir (30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasında düzenlenen bireysel başvuruya özgü yeniden yargılama kurumunun özelliklerine ilişkin kapsamlı açıklamalar için bkz. Mehmet Doğan [GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018, §§ 54-60; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019, §§ 53-60, 66; Kadri Enis Berberoğlu (3) [GK], B. No: 2020/32949, 21/1/2021, §§ 93-100).

46. İhlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılamanın yeterli bir giderim sağlayacağı anlaşıldığından tazminat taleplerinin reddine karar verilmesi gerektiği sonucuna ulaşılmıştır.

 

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Anayasa'nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Kararın bir örneğinin mülkiyet hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere Şanlıurfa 2. İdare Mahkemesine (E.2017/499, K.2018/628) GÖNDERİLMESİNE,

D. Başvurucunun tazminat taleplerinin REDDİNE,

E. 364,60 TL harç ve 9.900 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 10.264,60 TL yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,

F. Ödemenin kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına ve Şanlıurfa Büyükşehir Belediyesine GÖNDERİLMESİNE 17/11/2022 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

ASİYE SARI VE DİĞERLERİ BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2019/40153)

 

Karar Tarihi: 8/2/2023

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Hasan Tahsin GÖKCAN

Üyeler

:

Muammer TOPAL

 

 

Yusuf Şevki HAKYEMEZ

 

 

İrfan FİDAN

 

 

Muhterem İNCE

Raportör

:

Mahmut ALTIN

Başvurucular

:

1. Asiye SARI

 

 

2. Hanımcuk ASLAN

 

 

3. Hava DİNÇ

 

 

4. Kemal SARI

 

 

5. Mehmet SARI

 

 

6. Mutlu SARI

Başvurucular Vekili

:

Av. Oktay YAVUZ

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru; kamulaştırmadan arta kalan kısmın değerinin düşük hesaplanması, hükmedilen kamulaştırma bedelinin yetersiz olması ve değer kaybına uğratılması nedenleriyle mülkiyet hakkının, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılama hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 2/12/2019 tarihinde yapılmıştır. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

3. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

4. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:

5. Başvurucular, Trabzon'un Merkez/Ortahisar ilçesi Erdoğdu Mahallesi'nde kâin 693 ada 15 (daha sonra 409) parsel sayılı başvuru konusu taşınmazın hissedarıdır.

6. Karayolları Genel Müdürlüğü (İdare) tarafından söz konusu taşınmazın 69,58 m² yüz ölçümündeki kısmının yol olarak kullanılmak üzere kamulaştırılmasına karar verilmiştir. Tarafların kamulaştırma bedeli hususunda uzlaşmaya varamamaları üzerine İdare, başvurucular aleyhine 30/9/2014 tarihinde kamulaştırma bedelinin tespiti ve tescili istemiyle Trabzon 3. Asliye Hukuk Mahkemesinde (Mahkeme) dava açmıştır.

7. Mahkemeye sunulan cevap dilekçesinde başvurucular, taşınmazın kalan bölümünün de kamulaştırılmasını talep etmiştir. Başvurucular ayrıca aynı mahallede kâin 469 ada 19 parsel sayılı taşınmaz için Trabzon 1. Asliye Hukuk Mahkemesinin E.2014/121 sayılı dosyasına sunulan bilirkişi raporunda metrekare birim fiyatının 6.600 TL olarak tespit edildiğini bildirmiştir. Başvurucular kendi taşınmazlarının özelliklerini belirterek metrekare birim fiyatının en az 10.000 TL olarak esas alınmasını istemiştir.

8. Mahkemece taşınmaz mahallinde yapılan birinci keşif sonrası birinci bilirkişi heyeti tarafından hazırlanan 19/2/2015 tarihli raporda:

i. Taşınmazın arsa niteliğinde imar planı dâhilinde kadastro parseli olduğu dikkate alınarak emsal karşılaştırma yöntemiyle metrekare birim fiyatı 3.000 TL olarak belirlenmiştir.

ii. Raporda, kamulaştırmadan arta kalan 23,89 m² yüz ölçümündeki kısmın imar mevzuatına göre parsel derinliği ve cephe hattı itibarıyla tek başına bina yapımına elverişli olmadığı açıklanarak bu kısmın da kamulaştırılması gerektiği vurgulanmıştır.

iii. Raporda ayrıca kamulaştırmadan arta kalan 91,31 m² yüz ölçümündeki kısmın imar mevzuatına göre tek başına bina yapımına elverişli olmadığı ancak komşu parseller ile tevhit imkânı bulunduğundan kamulaştırmadan arta kalan kısımda %15 oranında değer düşüklüğü oluşacağı ifade edilmiştir.

iv. Sonuç olarak taşınmazın üzerindeki yapı bedeli de hesap edilerek toplam 343.078,11 TL kamulaştırma bedeli tespit edilmiştir.

9. Rapora yapılan itirazlar üzerine Mahkemece ikinci bir bilirkişi heyeti tayin edilerek ikinci keşif icra edilmiştir. Bu heyet tarafından düzenlenen 23/3/2015 tarihli raporda, birinci bilirkişi heyeti raporundan farklı olarak taşınmazın metrekare birim fiyatı 3.065 TL olarak belirlenmiştir. Bununla birlikte kamulaştırmadan arta kalan 91,31 m² yüz ölçümündeki kısmın imar mevzuatına göre tek başına bina yapımına elverişli olmadığı ancak komşu parseller ile tevhit imkânı bulunduğundan kamulaştırmadan arta kalan kısımda %20 oranında değer düşüklüğü oluşacağı ifade edilmiştir. Neticede taşınmazın üzerindeki yapı bedeli de hesap edilerek toplam 364.036,52 TL kamulaştırma bedeli tespit edilmiştir.

10. Ortahisar Belediye Başkanlığının (Belediye) 14/10/2015 tarihli yazısı sonrasında birinci bilirkişi heyeti tarafından verilen 18/11/2015 tarihli ek bilirkişi raporunda:

i. Belediyenin söz konusu yazısı esas alınarak başvuru konusu taşınmazla ilgili imar planı değişikliğinin 30/5/2015 tarihinde kesinleştiği vurgulanmıştır.

ii. Raporda başvuru konusu taşınmazın imar durumuyla ilgili olarak taşınmazın kamulaştırmadan arta kalan kısmında inşaat alanın azalması ve oldukça küçülmesi haricinde bir kısıtlılık durumunun söz konusu olmadığı belirtilmiş ve bu sebepler dikkate alınarak ilk raporda takdir edilen %15 değer düşüklüğünün oluşacağı ifade edilmiştir.

11. İkinci bilirkişi heyeti tarafından verilen 18/11/2015 tarihli ek bilirkişi raporunda ise birinci bilirkişi heyetinin ek raporundaki aynı gerekçelerle kamulaştırmadan arta kalan kısım için ilk raporda takdir edilen %20 değer düşüklüğünün oluşacağı ifade edilmiştir.

12. Mahkeme 11/12/2015 tarihinde davanın kabulüne karar vermiştir. Kararın gerekçesinde:

i. Kamulaştırmadan arta kalan 23,89 m² yüz ölçümündeki kısmın daha önce Trabzon 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin E.2011/45, K.2013/186 sayılı kararıyla kamulaştırıldığına işaret edilmiştir. Ardından taşınmazın 69,58 m² yüz ölçümündeki kısmın tamamının kamulaştırılması için dava açılmış ise de bu alan içindeki 23,89 m² yüz ölçümündeki kısmın daha önce kamulaştırılması nedeniyle 45,69 m² yüz ölçümündeki kısmının kamulaştırılmasına hükmedildiği belirtilmiştir.

ii. İkinci bilirkişi heyeti tarafından hazırlanan 23/3/2015 tarihli raporun mevzuat ve içtihatlar ile dosya içeriğine ve fiilî duruma uygun olması nedeniyle hükme esas alındığı açıklanmıştır. Neticede daha önce kamulaştırılan 23,89 m² yüz ölçümündeki kısma ilişkin bedel düşüldükten sonra kalan 290.813,67 TL kamulaştırma bedeline 31/1/2015 tarihinden itibaren karar tarihine kadar yasal faiziyle birlikte hükmedildiği vurgulanmıştır.

13. Başvurucular karara karşı temyiz yoluna başvurmuştur. Temyiz dilekçesinde, taşınmazın bedelinin düşük takdir edildiği ileri sürülmüştür. Dilekçede aynı bölgedeki başka taşınmazlar için belirlenen metrekare birim fiyatlarının 6.600 TL, 7000 TL, 7.270 TL, 7.350 TL ve 8.000 TL şeklinde olduğu belirterek taşınmazın değerinin emsallerine göre düşük belirlendiği vurgulanmıştır. Başvurucular, kamulaştırmadan arta kalan 91,31 m² yüz ölçümündeki kısım için imar izni verilmeyeceğinin aşikâr olduğunu belirterek %20 değer düşüklüğünün mağduriyeti gidermediğini ifade etmiştir.

14. Belediye İmar ve Şehircilik Müdürlüğünün 31/1/2018 tarihli yazısında, İdarenin 18/5/2017 tarihli yazısıyla başvuru konusu parseli de kapsayan alanda çalışma yapıldığından yapılaşma izni verilmemesi talebi dikkate alınarak imar durumunun düzenlenemediği belirtilmiştir. Başvuru formu ve ekleri ile Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden yapılan araştırmada bu yazının başvuruculara tebliğ edildiğine dair bilgi ve belgeye rastlanmamıştır. Bununla birlikte karar düzeltme dilekçesinde bu yazıdan söz edildiğinden başvurucuların karar düzeltme talep tarihinde bu yazıdan haberdar olduğu kabul edilmiştir.

15. Yargıtay 5. Hukuk Dairesi (Daire) 6/11/2018 tarihli kararıyla usul ve yasaya uygun olduğunu belirterek ilk derece mahkemesi kararını onamıştır.

16. Başvurucular, kararın düzeltilmesi yoluna başvurmuştur. Başvurucular temyiz dilekçesindeki gerekçelere ilaveten İdarenin yapılaşma izni verilmemesi talebi sonrasında Belediyenin imar durumunu düzenleyemeyeceğine dair yazısına göre imar iznin verilmeyeceğine dikkat çekmiştir. Başvurucular bu nedenle kamulaştırmadan arta kalan 91,31 m² yüz ölçümündeki kısmın da kamulaştırılması gerektiğini ileri sürmüştür. Karar düzeltme istemi, Dairenin 9/10/2019 tarihli kararıyla reddedilmiştir.

17. Nihai karar 4/11/2019 tarihinde başvuruculara tebliğ edilmiştir. Başvurucular 2/12/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

IV. İLGİLİ HUKUK

18. İlgili hukuk için bkz. Hasan Mutlu, B. No: 2018/22691, 30/6/2021, §§ 22-23.

V. İNCELEME VE GEREKÇE

19. Anayasa Mahkemesinin 8/2/2023 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Kamulaştırmadan Arta Kalan Alanın Değer Kaybına İlişkin İddia

1. Başvurucuların İddiaları

20. Başvurucular, kamulaştırmadan arta kalan 91,31 m² yüz ölçümündeki kısmın imar mevzuatına göre yapılaşmaya uygun olmadığını belirterek bu taşınmaz kısmının değer kaybının düşük hesaplanmasından yakınmıştır. Başvurucular bu noktada Belediye İmar ve Şehircilik Müdürlüğünün 31/1/2018 tarihli yazısında da söz konusu taşınmazda yapılaşmaya izin verilmeyeceğinin açıklandığını vurgulamıştır. Başvurucular bu nedenle gerçek kamulaştırma bedeline hükmedilmediğini belirterek mülkiyet haklarının ihlal edildiğini iddia etmiştir.

2. Değerlendirme

a. Kabul Edilebilirlik Yönünden

21. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan kamulaştırmadan arta kalan alanın kamulaştırılmaması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

b. Esas Yönünden

22. Anayasa'nın iddianın değerlendirilmesinde dayanak alınacak "Mülkiyet hakkı" kenar başlıklı 35. maddesi şöyledir:

"Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.

Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir.

Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz."

23. Anayasa'nın ''Kamulaştırma'' kenar başlıklı 46. maddesi şöyledir:

"Devlet ve kamu tüzelkişileri; kamu yararının gerektirdiği hallerde, gerçek karşılıklarını peşin ödemek şartıyla, özel mülkiyette bulunan taşınmaz malların tamamını veya bir kısmını, kanunla gösterilen esas ve usullere göre, kamulaştırmaya ve bunlar üzerinde idarî irtifaklar kurmaya yetkilidir.

Kamulaştırma bedeli ile kesin hükme bağlanan artırım bedeli nakden ve peşin olarak ödenir. Ancak, tarım reformunun uygulanması, büyük enerji ve sulama projeleri ile iskân projelerinin gerçekleştirilmesi, yeni ormanların yetiştirilmesi, kıyıların korunması ve turizm amacıyla kamulaştırılan toprakların bedellerinin ödenme şekli kanunla gösterilir. Kanunun taksitle ödemeyi öngörebileceği bu hallerde, taksitlendirme süresi beş yılı aşamaz; bu takdirde taksitler eşit olarak ödenir.

Kamulaştırılan topraktan, o toprağı doğrudan doğruya işleten küçük çiftçiye ait olanlarının bedeli, her halde peşin ödenir.

İkinci fıkrada öngörülen taksitlendirmelerde ve herhangi bir sebeple ödenmemiş kamulaştırma bedellerinde kamu alacakları için öngörülen en yüksek faiz uygulanır."

24. Somut olayda başvurucuların maliki oldukları taşınmaz kamulaştırılmıştır. Taşınmaz mal varlığının Anayasa’nın 35. maddesinde yer alan mülkiyet hakkının kapsamına dâhil olduğunda tereddüt bulunmamaktadır. Başvurucuların maliki olduğu taşınmazın mülkiyetinin devletin üstün buyurma gücüne dayanılarak Hazineye geçmiş olmasının mülkiyet hakkına müdahale teşkil ettiği açıktır. Anayasa Mahkemesinin çok sayıda kararında da belirtildiği üzere taşınmazın kamulaştırılması mülkten yoksun bırakma niteliği taşımaktadır (Mehmet Akdoğan ve diğerleri, B. No: 2013/817, 19/12/2013, § 32; AYM, E.1988/34, K.1989/26, 21/6/1989; E.2011/58, K.2012/70, 17/5/2012).

25. Anayasa’nın 35. maddesinde mülkiyet hakkı sınırsız bir hak olarak düzenlenmemiş, bu hakkın kamu yararı amacıyla ve kanunla sınırlandırılabileceği öngörülmüştür. Mülkiyet hakkına müdahalede bulunulurken Anayasa'nın temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasına ilişkin genel ilkeleri düzenleyen 13. maddesinin de gözönünde bulundurulması gerekmektedir.

26. Anılan madde uyarınca temel hak ve özgürlükler, demokratik toplum düzeninin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olmaksızın Anayasa'nın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Dolayısıyla mülkiyet hakkına yönelik müdahalenin Anayasa'ya uygun düşebilmesi için müdahalenin kanuna dayanması, kamu yararı amacı taşıması ve ayrıca ölçülülük ilkesi gözetilerek yapılması gerekmektedir (Recep Tarhan ve Afife Tarhan, B. No: 2014/1546, 2/2/2017, § 62).

27. Kamulaştırmanın usul ve esasları 4/11/1983 tarihli ve 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu'nda düzenlenmiştir. Somut olayda, kamulaştırma sürecinin 2942 sayılı Kanun’a göre sürdürülerek tamamlandığı görülmektedir. Bu durumda mülkiyetten yoksun bırakmanın kanuni dayanağının bulunduğu anlaşılmaktadır. Ayrıca başvuruya konu taşınmazdan yol geçirilmesinde kamu yararı amacının bulunduğu açıktır.

28. Ölçülülük ilkesi elverişlilikgereklilik ve orantılılık olmak üzere üç alt ilkeden oluşmaktadır. Elverişlilik öngörülen müdahalenin ulaşılmak istenen amacı gerçekleştirmeye elverişli olmasını, gereklilik ulaşılmak istenen amaç bakımından müdahalenin zorunlu olmasını yani aynı amaca daha hafif bir müdahale ile ulaşılmasının mümkün olmamasını, orantılılık ise bireyin hakkına yapılan müdahale ile ulaşılmak istenen amaç arasında makul bir dengenin gözetilmesi gerekliliğini ifade etmektedir (AYM, E.2011/111, K.2012/56, 11/4/2012; E.2012/102, K.2012/207, 27/12/2012; E.2012/149, K.2013/63, 22/5/2013; E.2014/176, K.2015/53, 27/5/2015; E.2015/43, K.2016/37, 5/5/2016; E.2016/13, K.2016/127, 22/6/2016; Mehmet Akdoğan ve diğerleri, B. No: 2013/817, 19/12/2013, § 38).

29. Mülkiyet hakkından yoksun bırakma biçimindeki müdahalelerde, hedeflenen kamu yararı ile malikin bireysel yararı arasında gözetilmesi gereken adil denge ancak malike tazminat ödenmek suretiyle sağlanabilir. Diğer bir ifadeyle mülkten yoksun bırakmalarda malike tazminat ödenmesi, müdahaleyle malike yüklenen aşırı külfetin telafi edilmesini temin eden temel bir araçtır. Anayasa'nın 46. maddesi uyarınca kamulaştırma yoluyla malikin mülkiyet hakkının sona erdirildiği hâllerde malike ödenmesi gereken tazminat taşınmazın gerçek bedelidir. Bu itibarla taşınmazın gerçek bedelinin ödenmediği durumlarda somut olayın koşulları da gözetilerek müdahalenin orantılı olmadığı sonucuna ulaşılabilir (Cevat Aydın, B. No: 2014/13886, 4/10/2017, § 48).

30. Mülkiyet hakkının korunmasının söz konusu olduğu durumlarda usule ilişkin güvencelerin somut olayda yerine getirildiğinden söz edilebilmesi için derece mahkemelerinin kararlarında konu ile ilgili ve yeterli gerekçe bulunmalıdır. Bu zorunluluk davacının bütün iddialarına cevap verilmesi anlamına gelmemekle birlikte mülkiyet hakkını ilgilendiren davanın sonucuna etki eden esasa ilişkin temel iddia ve itirazların yargılama makamlarınca özenli bir şekilde değerlendirilerek karşılanması gerekmektedir (Kamil Darbaz ve GMO Yapı Grup End. San. Tic. Ltd. Şti., B. No: 2015/12563, 24/5/2018, § 53).

31. Başvurucular, kamulaştırmadan arta kalan kısmın da kamulaştırılması gerektiğini cevap dilekçesinde dile getirmiştir.

32. Birinci bilirkişi heyeti tarafından hazırlanan raporda, kamulaştırmadan arta kalan 91,31 m² yüz ölçümündeki kısmın imar mevzuatına göre tek başına bina yapımına elverişli olmadığı ancak komşu parseller ile tevhit imkânı bulunduğundan kamulaştırmadan arta kalan kısımda %15 oranında değer düşüklüğü oluşacağı ifade edilmiştir. Aynı gerekçelerle ikinci bilirkişi heyeti raporunda kamulaştırmadan arta kalan kısımda %20 oranında değer düşüklüğü oluşacağı belirtilmiştir. Başvurucular, kamulaştırmadan arta kalan 91,31 m² yüz ölçümündeki kısım için imar izni verilmeyeceğinin aşikâr olduğunu belirterek hesaplanan değer düşüklüğünün mağduriyeti gidermediğini belirterek bilirkişi raporlarına itiraz etmiştir.

33. İki bilirkişi heyetinden Belediyenin taşınmazın imar durumuna ilişkin 14/10/2015 tarihli yazısı sonrasında alınan ek raporlarda ise taşınmazın imar durumuyla ilgili olarak taşınmazın kamulaştırmadan arta kalan kısmında inşaat alanın azalması ve oldukça küçülmesi haricinde bir kısıtlılık durumunun söz konusu olmadığı belirtilmiş ve bu sebepler dikkate alınarak ilk raporlarında açıklanan değer düşüklüğünün oluşacağı ifade edilmiştir.

34. Mahkemenin 11/12/2015 tarihli kararında, kamulaştırmadan arta kalan 91,31 m² yüz ölçümündeki kısımla ilgili olarak ikinci heyet bilirkişi raporundaki %20 değer düşüklüğü dikkate alınarak yapılan hesaplama hükme esas alınmıştır. Başvurucular, karara karşı temyiz dilekçelerinde kamulaştırmadan arta kalan 91,31 m² yüz ölçümündeki kısım için imar izni verilmeyeceğinin aşikâr olduğunu belirterek %20 değer düşüklüğünün mağduriyeti gidermediğini vurgulamıştır. Daire 6/11/2018 tarihinde ilk derece mahkemesi kararını onamıştır.

35. Kararın temyiz edilmesinden sonra Belediye İmar ve Şehircilik Müdürlüğünün 31/1/2018 tarihli gönderilen yazısında, İdarenin 18/5/2017 tarihli yazısıyla başvuru konusu parseli de kapsayan alanda çalışma yapıldığından yapılaşma izni verilmemesi talebi dikkate alınarak imar durumunun düzenlenemediği belirtilmiştir. Başvurucular, Belediyenin bahsi geçen imar durumunu düzenleyemeyeceğine dair yazısına göre imar izninin verilmeyeceğinin anlaşıldığını, buna göre kamulaştırmadan arta kalan 91,31 m² yüz ölçümündeki kısmın da kamulaştırılması gerektiğini ileri sürerek karar düzeltme talebinde bulunmuştur.

36. Somut olayda bilirkişi raporlarının sunulduğu tarih itibarıyla başvuru konusu taşınmazla ilgili yapılaşma yasağının bulunmadığı kabul edilerek kamulaştırmadan arta kalan alanın değer düşüklüğü hesaplanmıştır. Bununla birlikte temyiz aşamasında yargılama devam ederken Belediye İmar ve Şehircilik Müdürlüğünün 31/1/2018 tarihli yazısı düzenlenmiştir. Bu yazıya göre başvuru konusu taşınmazın imar durumunun İdarenin talebi doğrultusunda yapılaşma izni verilmemesi için düzenlenmediği anlaşılmaktadır.

37. Başvurucular imar durumuyla ilgili Belediyenin söz konusu yazısından da bahsederek ve dilekçe ekinde de sunarak karar düzeltme talebinde bulunmuştur. Ancak Dairece bu hususta herhangi bir değerlendirmede bulunulmaksızın talebin reddine karar verilmiştir. Kuşkusuz kamulaştırma bedeli tespit edilirken taşınmaz hakkında yapılaşma yasağı bulunup bulunmaması, taşınmaz değerini önemli oranda etkileyen unsurlardandır.

38. Buna göre somut olayın koşulları altında taşınmazın imar durumuyla ilgili Belediyenin bahsi geçen yazısına göre taşınmazın yapılaşma yasağı kapsamında olup olmadığının belirlenmesi Anayasa'nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının gerekliliklerindendir.

39. Dolayısıyla somut olayda, Daire kararının başvurucuların davanın sonucuna etkili olabilecek mahiyette olan iddia ve itirazlarına cevap verecek nitelikte yeterli ve ilgili bir gerekçe içermediği anlaşılmıştır.

40. Bu çerçevede idari ve yargısal sürecin bütününe bakıldığında mülkiyet hakkının korunmasında usule ilişkin güvencelerin somut olayda yerine getirilmediği, başvurucuların bu güvencelerden yararlandırılmadığı sonucuna varılmıştır. Bu sebeple başvurucuların mülkiyet hakkı ile müdahalenin dayandığı kamu yararı arasında olması gereken adil denge, başvurucular aleyhine bozulmuş olup mülkiyet hakkına yapılan müdahale ölçüsüzdür.

41. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

B. Metrekare Değerinin Düşük Olduğuna İlişkin İddia

1. Başvurucuların İddiaları

42. Başvurucular, Mahkemenin hükme esas aldığı ikinci bilirkişi heyetince düzenlenen raporda taşınmazın metrekare birim değeri olarak tespit edilen 3.065 TL'nin düşük olduğu yolundaki itirazlarının derece mahkemelerince karşılanmadığından yakınmıştır. Başvurucular, Mahkemeye ibraz ettikleri emsal bilirkişi raporlarının dikkate alınmadığından şikâyet etmiştir. Bilirkişi raporlarının gerekçesiz olduğunu iddia eden başvurucular, Mahkemece bunların hükme esas alınmasının hak kaybına yol açtığını savunmuştur. Başvurucular tüm bunların mülkiyet hakkını, adil yargılanma hakkını ve eşitlik ilkesini ihlal ettiğini ifade etmiştir.

2. Değerlendirme

43. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucuların tüm şikâyetlerinin mülkiyet hakkı kapsamında incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.

44. Başvurucular, düşük metrekare fiyatı üzerinden ikinci bilirkişi heyetince hazırlanan rapor esas alınarak belirlenen kamulaştırma bedelinin düşük olduğunu ileri sürmüştür. Başvurucular ayrıca yargılama sırasında sundukları emsallerin dikkate alınmadığını savunmuştur. Vurgulanmalıdır ki taşınmaz bedelinin tespiti teknik ve uzmanlık gerektiren bir konudur. Bu nedenle kamulaştırılan taşınmazın bedelinin tespiti uzman mahkemelerin ve Yargıtayın bu konudaki uzman dairelerinin yetki ve görevindedir. Anayasa Mahkemesi bu konuda uzmanlaşmış bir mahkeme olmadığı gibi Anayasa Mahkemesinin mülkiyet hakkı kapsamında yapılan bireysel başvurularda bedel veya değer düşüklüğü karşılığını hesaplamak gibi bir görevi de bulunmamaktadır (Mukadder Sağlam ve diğerleri, B. No: 2013/2511, 22/1/2015, § 49; Abdülkerim Çakmak ve diğerleri, B. No: 2014/1964, 23/2/2017, § 52).

45. Mahkemenin hükme esas aldığı bilirkişi raporunda başvuru konusu taşınmazın metrekare birim fiyatı belirlenirken aynı bölgede bulunan bir taşınmaz emsal alınmış ve başvuruculara ait taşınmazın nitelikleri dikkate alınarak metrekare birim fiyatı 3.065 TL olarak tespit edilmiştir. Mahkemenin de bu rapordaki görüşü benimsediği anlaşılmıştır. Başvurucular, bu birim fiyatın düşük olduğunu ileri sürmekte ise de bilirkişi raporundaki tespitlerden hangisine itiraz ettiklerini açıklamamıştır. Öte yandan Mahkemenin gerekçeli kararında başvurucuların emsal olarak gösterdiği taşınmaz birim fiyatlarının neden dikkate alınmadığı açıklanmamış ise de gerekçe yükümlülüğünün tarafların her türlü iddialarının karşılanması gerektiği anlamına gelmediği hatırlanmalıdır. Derece mahkemelerinin uyuşmazlığın esasına etkili iddiaları karşılaması yeterlidir. Teknik bir mesele olan kamulaştırma bedelinin hesaplanmasına ilişkin uyuşmazlıklarda mahkemelerin bilirkişi raporuna atıfla karar vermesi tek başına kararın gerekçesiz olduğu anlamına gelmez. Bilirkişi raporuna atıf yapılmasının -özellikle raporda ciddi bir eksikliğin bulunmadığı veya başvurucuların rapora yönelik itirazlarının esaslı olmadığı hâllerde- ilgili ve yeterli gerekçe standardını karşıladığı kabul edilmelidir (benzer yöndeki değerlendirme için bkz. Hasan Mutlu, § 37).

46. Başvuru formu incelendiğinde başvurucuların emsal gösterdiği taşınmazların hangi yönleriyle dikkate alınması gerektiğini açıklamadığı görülmektedir. Başvurucuların salt emsal olarak gösterdiği taşınmazlar için başka mahkemelerce belirlenen bedelin dikkate alınmadığına vurgu yaptığı anlaşılmaktadır. Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuru kapsamındaki inceleme yetkisinin sınırları ve niteliği gözetildiğinde başvurucuların bu iddiasına yönelik daha öte bir inceleme yapılmasına yetecek verilerin başvurucular tarafından temin edilmediği görülmektedir. Bu durumda bilirkişi raporuna atıfla verilen kararın ilgili ve yeterli gerekçe standardını karşılamadığı sonucuna ulaşılmasını gerektiren bir neden bulunmamaktadır (benzer yöndeki değerlendirme için bkz. Hasan Mutlu, § 38).

47. Sonuç olarak somut başvuruya konu olayda kamulaştırma yoluyla başvurucuların mülkiyet hakkına yapılan müdahaleyle başvuruculara yüklenen külfetin taşınmazın gerçek bedelinin ödenmesi suretiyle telafi edildiği ve bu suretle kamu yararı ile başvurucuların mülkiyet hakkı arasında makul ve hakkaniyete uygun bir dengenin kurulduğu anlaşılmıştır. Bu durumda bedel tespiti boyutuyla mülkiyet hakkına yönelik bir ihlalin bulunmadığının açık olduğu sonucuna ulaşılmıştır.

48. Açıklanan gerekçelerle başvurucuların kamulaştırma bedeline esas metrekare değerinin yetersiz olduğuna yönelik şikâyeti bakımından mülkiyet hakkının ihlali iddiasının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

C. Kamulaştırma Bedelinin Değer Kaybına Uğratıldığına İlişkin İddia

1. Başvurucuların İddiaları

49. Başvurucular, Mahkemece en yüksek mevduat faizi yerine yasal faize hükmedildiğini ve kamulaştırma tarihi ile ödeme tarihi arasındaki enflasyon farkının giderilmediğini ileri sürmüştür.

2. Değerlendirme

50. Başvuruya konu olayda uygulanacak ilkeler Anayasa Mahkemesinin Mehmet Akdoğan ve diğerleri (B. No: 2013/817, 19/12/2013, §§ 41-65) ile Ali Şimşek ve diğerleri (B. No: 2014/2073, 6/7/2017, §§ 58-69) kararlarında belirtilmiştir.

51. Buna göre kamulaştırma yoluyla mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin orantılı olabilmesi için taşınmazın gerçek bedelinin malike ödenmesi ve ayrıca ödenen bedelin tespitinde esas alınan tarih ile ödeme tarihi arasında geçen dönemde gerçekleşen enflasyona nispetle taşınmazın hissedilir derecede değer kaybetmemiş olması gerekir (Mehmet Akdoğan ve diğerleri, § 59). Ödenen tutarların enflasyonun etkilerinden arındırılarak güncelleştirilmesi yani kamulaştırma tarihi ile ödeme tarihi arasında geçen süredeki hissedilir değer kaybını telafi edecek biçimde faiz uygulanması, kamulaştırma bedelinin enflasyon karşısında değer kaybetmesini önleyebilecek bir araçtır (Mehmet Akdoğan ve diğerleri, § 42).

52. Anayasa Mahkemesince yapılan incelemede başvurucuların mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin ölçülü olup olmadığı hususunda bir sonuca varmak için derece mahkemelerince tespit edilen gerçek değer ile başvuruculara yapılan ödemelerin enflasyon etkisi arındırılmış sonuçlarının karşılaştırılması gerekmektedir. Elde edilmek istenen kamu yararı ile başvurucuların mülkünden mahrum kalması arasında makul dengenin sağlanıp sağlanmadığını ve müdahalenin ölçülü olup olmadığını tespit etmede önemli olan, yapılan ödemelerin değer kaybının toplam bedele oranı üzerinden başvurucuların maruz kaldığı yükü belirlemektir (Ali Şimşek ve diğerleri, § 66).

53. Aynı yöndeki şikâyete ilişkin başvuru konusu olayda da bu ilkelerden ayrılmayı gerektiren bir durum bulunmamaktadır.

54. Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuru kapsamında -kural olarak- faiz işletilip işletilmemesi, faiz oranları veya faizin işletilme tarihleri ya da dönemleriyle ilgili hukuk kurallarını yorumlama görevi bulunmamaktadır. Bu görev esas itibarıyla derece mahkemelerine düşmektedir. Bununla birlikte Anayasa Mahkemesi derece mahkemelerinin söz konusu hukuk kurallarının yorumunun mülkiyet hakkı bağlamında sonuçlarını incelemek durumundadır.

55. Ödenen tutarların enflasyonun etkilerinden arındırılarak güncelleştirilmesi yani kamulaştırma bedeline hak kazanılan tarih ile ödeme tarihi arasında geçen süredeki hissedilir değer kaybını telafi edecek biçimde faiz uygulanması, kamulaştırma bedelinin enflasyon karşısında değer kaybetmesini önleyebilecek bir araçtır (benzer yöndeki değerlendirmeler için bkz. Mehmet Akdoğan ve diğerleri, § 42).

56. Somut olayda yargılama makamlarının 30/9/2014 tarihi itibarıyla başvurucuların tazminata hak kazandığını tespit ettiği ve 31/1/2015 tarihinden itibaren karar tarihine kadar tazminata yasal faiz işletilmesine karar verdiği görülmektedir (bkz. § 12). Ayrıca başvurucuların kamulaştırma bedelinin ödenmediğine ya da karar tarihinden farklı bir tarihte ödendiğine dair iddiaları bulunmadığından kamulaştırma bedelinin karar tarihi itibarıyla ödendiği kabul edilmiştir.

57. Türkiye İstatistik Kurumu verilerine göre başvuruculara ödenmesi gereken 290.813,67 TL tutarındaki kamulaştırma bedelinin 2015 yılı Ocak ayı itibarıyla değer kaybını telafi edecek fark 30.782,77 TL'dir. Buna karşılık derece mahkemelerince başvurucuların alacağına 31/1/2015 tarihinden itibaren yasal faiz işletilmesine karar verilmiş olup bu doğrultuda başvuruculara 22.516,15 TL tutarında faiz ödemesi yapıldığı görülmektedir. Bu durumda başvurucuların alacağında meydana gelen değer kaybı %2,84'tür.

58. Sonuç olarak somut olayda taşınmaz maliklerine ödenen faizin aradan geçen sürede kamulaştırma bedelinin uğradığı değer kaybını çok büyük ölçüde karşıladığı anlaşılmaktadır. Yukarıda tespit edilen düzeyde küçük bir farklılığın ise (%10'dan daha az) hesaplama yöntemi sebebiyle oluşabilecek yanılma farklılığı (hata marjı) kapsamında kaldığı değerlendirilmelidir. Bu durumda kamulaştırma bedelinin ödenmesi sürecindeki gecikmenin -bu sürede uğranılan zararın karşılanması amacıyla ödenen faiz miktarı da gözetildiğinde- müdahalenin başvuruculara şahsi olarak aşırı bir külfet yüklemediği anlaşılmaktadır. Dolayısıyla mülkiyet hakkının ihlal edilmediğinin açık olduğu sonucuna varılmıştır.

59. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

D. Makul Sürede Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Başvurucuların İddiaları

60. Başvurucular, uzun süren yargılama nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

2. Değerlendirme

a. Kabul Edilebilirlik Yönünden

61. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddiaların kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

b. Esas Yönünden

62. Medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin yargılamanın süresi tespit edilirken sürenin başlangıç tarihi olarak davanın ikame edildiği tarih; sürenin sona erdiği tarih olarak -çoğu zaman icra aşamasını da kapsayacak şekilde- yargılamanın sona erdiği tarih, yargılaması devam eden davalar yönünden ise Anayasa Mahkemesinin makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin şikâyetle ilgili kararını verdiği tarih esas alınır (Güher Ergun ve diğerleri, B. No: 2012/13, 2/7/2013, §§ 50-52).

63. Medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin yargılama süresinin makul olup olmadığı değerlendirilirken yargılamanın karmaşıklığı ve kaç dereceli olduğu, tarafların ve ilgili makamların yargılama sürecindeki tutumu ve başvurucunun yargılamanın süratle sonuçlandırılmasındaki menfaatinin niteliği gibi hususlar dikkate alınır (Güher Ergun ve diğerleri, §§ 41-45).

64. Anılan ilkeler ve Anayasa Mahkemesinin benzer başvurularda verdiği kararlar dikkate alındığında 5 yıl 9 günlük yargılama süresinin makul olmadığı sonucuna varmak gerekir.

65. Açıklanan gerekçelerle Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

E. Giderim Yönünden

66. Başvurucular, ihlalin tespit edilmesi ile yargılamanın yenilenmesine ve tazminata hükmedilmesini talep etmiştir.

67. Tespit edilen ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına ilişkin usul ve esaslar 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinde yer almaktadır.

68. Başvuruda tespit edilen mülkiyet hakkı ihlalinin (bkz. 24-41) sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Bu kapsamda kararın gönderildiği yargı mercilerince yapılması gereken iş, yeniden yargılama işlemlerini başlatmak ve Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar vermektir (6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasında düzenlenen bireysel başvuruya özgü yeniden yargılama kurumunun özelliklerine ilişkin kapsamlı açıklamalar için bkz. Mehmet Doğan [GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018, §§ 54-60; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019, §§ 53-60, 66; Kadri Enis Berberoğlu (3) [GK], B. No: 2020/32949, 21/1/2021, §§ 93-100). Öte yandan mülkiyet hakkı yönünden ihlalin niteliğine göre yeniden yargılamanın yeterli bir giderim sağlayacağı anlaşıldığından başvurucuların tazminat taleplerinin reddine karar verilmesi gerektiği sonucuna ulaşılmıştır.

69. Somut olayda ayrıca makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır. Makul sürede yargılanma hakkı yönünden ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında net 24.000 TL manevi tazminatın başvuruculara müştereken ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. 1. Kamulaştırmadan arta kalan alanın değer kaybının düşük hesaplanması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

2. Metrekare değerinin yetersiz olması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

3. Değer kaybı nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

4. Adil yargılanma hakkı kapsamındaki makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. 1. Anayasa'nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

2. Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki makul sürede yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Kararın bir örneğinin mülkiyet hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere Trabzon 3. Asliye Hukuk Mahkemesine (E.2014/690, K.2015/900) GÖNDERİLMESİNE,

D. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edilmesi nedeniyle net 24.000 TL manevi tazminatın başvuruculara MÜŞTEREKEN ÖDENMESİNE, tazminata ilişkin diğer taleplerinin REDDİNE,

E. 364,60 TL harç ve 9.900 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 10.264,60 TL yargılama giderinin başvuruculara MÜŞTEREKEN ÖDENMESİNE,

F. Ödemelerin kararın tebliğini takiben başvurucuların Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

G. Kararın bir örneğinin bilgi için Yargıtay 5. Hukuk Dairesine GÖNDERİLMESİNE,

H. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 8/2/2023 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

GENEL KURUL

 

KARAR

 

AHMET ALANAY VE DİĞERLERİ BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2018/32667)

 

Karar Tarihi: 27/4/2023

R.G. Tarih ve Sayı: 16/6/2023 - 32223

 

GENEL KURUL

 

KARAR

 

Başkan

:

Zühtü ARSLAN

Başkanvekili

:

Hasan Tahsin GÖKCAN

Başkanvekili

:

Kadir ÖZKAYA

Üyeler

:

Engin YILDIRIM

 

 

M. Emin KUZ

 

 

Rıdvan GÜLEÇ

 

 

Recai AKYEL

 

 

Yusuf Şevki HAKYEMEZ

 

 

Yıldız SEFERİNOĞLU

 

 

Selahaddin MENTEŞ

 

 

Basri BAĞCI

 

 

İrfan FİDAN

 

 

Kenan YAŞAR

 

 

Muhterem İNCE

Raportör

:

Mahmut ALTIN

Başvurucular

:

1. Ahmet ALANAY

 

 

2. Ahmet DEMİRCİ

 

 

3. Ahmet DEMİRCİ

 

 

4. Akgül Latife AYDOĞAN

 

 

5. Ayşe GÜMRÜKCÜLER

 

 

6. Ayşen DEMİRCİ

 

 

7. Candan SARIKADIOĞLU

 

 

8. Emine TAVLI

 

 

9. Emine TURGUT

 

 

10. Emine Aydan ALANAY

 

 

11. Emine Yaşar DEMİRCİ

 

 

12. Fatma CEVKİROĞLU

 

 

13. Fatma Mahigül GÜMRÜKCÜLER

 

 

14. Günay BAYKARA

 

 

15. Hafize Sema ÇAĞIRICI

 

 

16. Hatice Saba ARMAN

 

 

17. İnci ALANAY

 

 

18. Kerim GÜMRÜKCÜLER

 

 

19. Latife AĞAOĞLU

 

 

20. Mehmet Nevzat ALANAY

 

 

21. Mehmet Tevfik GÜMRÜKCÜLER

 

 

22. Melike GÜVEN

 

 

23. Mustafacan GÜMRÜKCÜLER

 

 

24. Müge GÜCÜOĞLU

 

 

25. Numan GÜMRÜKCÜLER

 

 

26. Rifat GÜMRÜKCÜLER

 

 

27. Saadet GÖNÜLLÜ

 

 

28. Saadettin GÜMRÜKCÜLER

 

 

29. Sadettin GÜMRÜKCÜLER

 

 

30. Sema GÜMRÜKCÜLER

 

 

31. Serpil ÖZGEN

 

 

32. Süleyman ALANAY

 

 

33. Tuba DEMİRCİ

 

 

34. Uğur ALANAY

 

 

35. Raşit Fehmi RAŞİTOĞLU

 

 

36. Tevfik RAŞİTOĞLU

 

 

37. Zahide SEVİMLER

 

 

38. Serdar Rifat RAŞİTOĞLU

 

 

39. Fatma TEPEALAN

 

 

40. Cansen YILMAZ

 

 

41. Rifat TEPEALAN

 

 

42. Mehmet TEPEALAN

 

 

43. Ali Rıza TEPEALAN

 

 

44. Yusuf DEMİRCİ

Başvurucular Vekili

:

Av. Osman TURGUT

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, taşınmazın tapu kaydının iptal edilmesine rağmen tazminat ödenmemesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 5/11/2018 tarihinde yapılmıştır. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

3. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucular, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmuştur.

4. İkinci Bölüm tarafından 21/12/2022 tarihinde yapılan toplantıda, niteliği itibarıyla Genel Kurul tarafından karara bağlanması gerekli görüldüğünden başvurunun Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün (İçtüzük) 28. maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca Genel Kurula sevkine karar verilmiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

5. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:

A. Tapu İptal ve Tescil Davası Süreci

6. 15/12/1934 tarihli ve 2613 sayılı mülga Kadastro ve Tapu Tahriri Kanunu'na göre yapılan kadastro çalışmalarında Antalya'nın Alanya ilçesine bağlı Tepe Mahallesi'nde kâin 94 ada 12 parsel sayılı 97.332 m² ve 126 ada 2 parsel sayılı 160.878 m² yüz ölçümlü başvuru konusu taşınmazlar 11/11/1949 tarihli ve 24 ile 25 sıra No.lu tapu kayıtlarına dayanılarak 16/6/1970 tarihinde tarla vasfı ile başvurucular ve murisleri adına tescil edilmiştir.

7. Orman Genel Müdürlüğü tarafından başvurucular aleyhine 10/8/1994 tarihinde Alanya 2. Asliye Hukuk Mahkemesinde başvuru konusu taşınmazların orman sınırları içinde kaldığı iddiasıyla her bir taşınmaz için ayrı ayrı tapu iptali ve tescil davası açılmıştır.

8. Alanya 2. Asliye Hukuk Mahkemesi 5/5/1998 tarihinde davaların kabulüyle 94 ada 12 parsel sayılı taşınmazın 82.290,53 m²lik kısmının, 126 ada 2 parsel sayılı taşınmazın da 114.872,35 m²lik kısmının başvurucular adına olan tapu kaydının iptaline ve orman niteliği ile Hazine adına tesciline karar vermiştir. Bu kararlar, Yargıtay 20. Hukuk Dairesince 18/2/2002 tarihinde onanmasının ardından aynı Dairece 24/6/2002 tarihinde karar düzeltme isteminin reddine karar verilmekle kesinleşmiştir.

B. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine Yapılan Başvuru Süreci

9. Başvurucular, tazminat ödenmeksizin tapu kayıtlarının iptal edilmesi nedeniyle mülkiyet ile adil yargılanma haklarının ihlal edildiği iddiasıyla 15/1/2003 tarihinde Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) başvuruda bulunmuştur.

10. AİHM Gümrükcüler ve diğerleri/Türkiye (B. No:9580/03, 26/1/2010) kararında, başvurucuların mülkiyet haklarının ihlal edildiğine ve taraflar arasındaki olası bir uzlaşma ihtimaline binaen Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) 41. maddesinin uygulanmamasına karar vermiştir. Kararda ayrıca başvuru konusu taşınmazlar için dayanak alınan kayıtların 1918 yılına ait olduğu ve bu kayıtlarda tarla vasfının açıkça yer aldığının tespit edildiği belirtilmiştir.

11. Bu karar üzerine Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı Avrupa Konseyi ve İnsan Hakları Genel Müdür Yardımcılığı (Dışişleri Bakanlığı) tarafından 5/7/2010 tarihinde 94 ada 12 parsel sayılı taşınmaz için 825.374,50 TL, 126 ada 2 parsel sayılı taşınmaz için de 1.142.620,70 TL olmak üzere toplam 1.967.995,20 TL uzlaşma teklifinde bulunulmuştur. Ancak başvurucular bu uzlaşma teklifini kabul etmemiştir.

12. AİHM, Sözleşme'nin 41. maddesine ilişkin kararını 7/2/2017 tarihinde açıklamıştır. Bu karar ile AİHM, Sözleşme’ye ek (1) No.lu Protokol’ün 1. maddesinin ihlali sebebiyle maddi tazminat talep edilmesine ilişkin olarak başvurunun Sözleşme’nin 41. maddesiyle ilgili kısmının kayıttan düşürülmesine karar vermiştir. Ayrıca başvurucuların 6384 sayılı Kanun'la kurulan Adalet Bakanlığı İnsan Hakları Tazminat Komisyonuna (Tazminat Komisyonu) başvurması gerektiğine, diğer şikâyetlerle ilgili olarak ise başvuranlara toplam 17.000 avro manevi tazminat ödenmesine karar vermiştir.

C. Tazminat Komisyonuna Yapılan Başvuruyla İlgili Süreç

13. Başvurucular, AİHM kararına istinaden 21/6/2017 tarihinde Tazminat Komisyonuna başvurarak tazminat talebinde bulunmuştur.

14. Tazminat Komisyonuna -Tazminat Komisyonun 24/4/2018 tarihli kararındaki açıklamalar çerçevesinde- maliye uzmanı bilirkişi tarafından sunulan 21/3/2018 tarihli gayrimenkul değerleme raporunda;

i. Taşınmazların uygulama imar planı ve yerleşim alanı dışında, ilçe merkezine yaklaşık beş km uzaklıkta bulunduğu, su, elektrik ve diğer altyapı hizmetlerinden yararlanmadığı, iki taşınmazın bitişik vaziyette ve yaklaşık %60 civarında eğimli, tamamen orman sahasında, üzerinde sık orman ağaçlarının olduğu belirtilmiştir.

ii. Ayrıca söz konusu taşınmazlar üzerinde konut ya da herhangi bir ticari ve tarımsal faaliyetin yapılmasının mümkün olmadığı ve emsal alınan aynı mahalledeki taşınmazlar düz zemin olup, konut ve tarım için uygun olduğundan taşınmazların değerinin inceleme verilerinden çok daha düşük olması gerektiği açıklanarak taşınmazların mülkiyetinin kaybedildiği 2002 yılı birim bedellerinin 1,50 TL/m² olduğu izah edilmiştir.

iii. 94 ada 12 parsel sayılı taşınmazın mülkiyetinin kaybedildiği 2002 yılı itibarıyla değerinin (82.537,45 m² x 1,50 TL) 123.806,175 TL, karar tarihi itibarıyla yasal faiz işlenmiş değerinin 436.680,305 TL ve TÜİK enflasyon oranlarına göre karar tarihi itibarıyla güncellenmiş değerinin ise 558.868,15 TL olduğu hesaplanmıştır.

iv. 126 ada 2 sayılı taşınmazın mülkiyetinin kaybedildiği 2002 yılı itibarıyla değerinin (114.262,07 m² x 1,50 TL) 171.393,105 TL, karar tarihi itibarıyla yasal faiz işletilmiş değerinin 604.256,955 TL, TÜİK enflasyon oranlarına göre karar tarihi itibarıyla güncellenmiş değerinin ise 773.678,27 TL olduğu açıklanmıştır.

v. Sonuç olarak her iki taşınmazın 2018 tarihi itibarıyla yasal faiz işletilmiş toplam değerinin 1.040.937,26 TL, TÜİK enflasyon oranlarına göre güncellenmiş toplam değerinin ise 1.332.546,42 TL olduğu tespit edilmiştir.

15. Tazminat Komisyonu, maliye uzmanı bilirkişi raporundaki TÜİK enflasyon oranlarına göre güncellenmiş hesaplamayı esas alarak 24/4/2018 tarihinde 94 ada 12 parsel sayılı taşınmaz için 558.868,15 TL ve 126 ada 2 parsel sayılı taşınmaz için 773.678,27 TL olmak üzere toplam 1.332.546,42 TL tazminat ödenmesine hükmetmiştir. Tazminat Komisyonu kararının gerekçesinde; taşınmazların değerinin mülkiyetin kaybedildiği 24/6/2002 tarihi esas alınarak tespit edilmesi gerektiği açıklanarak millî emlak denetmeni tarafından hazırlanan ve Dışişleri Bakanlığı tarafından AİHM'e sunulan 11/6/2010 tarihli rapor ile bu rapor gözönünde bulundurularak güncellenen 20/5/2015 tarihli raporun dikkate alınmadığı vurgulanmıştır. Bununla birlikte taşınmazların tapu kaydının tazminat ödenmeksizin iptal edilmesi nedeniyle başvurucuların mülkiyet hakkının ihlal edildiği belirtilerek AİHM'in mülkiyet hakkına ilişkin yerleşik içtihadına göre başvurucuların tüm zararlarına hükmedildiği izah edilmiştir.

16. Başvurucular, Tazminat Komisyonu kararına karşı itiraz kanun yoluna başvurmuştur. Başvurucular itiraz dilekçesinde bilirkişi raporuna karşı itirazlarını da dile getirmiştir. Bu bağlamda gayrimenkul değerleme raporunun aksine taşınmazların bir kısmının 1/1.000 ölçekli imar planı ve belediye sınırları içinde olduğunu, -elektrik, su, kanalizasyon ve toplu ulaşım gibi- altyapı hizmetlerinden yararlandığını, taşınmazdaki eğimin %30 ile %50 arasında olduğunu, villa oturum alanına çok yakın olduğunu vurgulamıştır. Ayrıca AİHM dosyasına sunulan bilirkişi raporlarında taşınmazın birim bedellerinin 10-30 TL/m² arasında belirtildiğini, komşu parselin birim fiyatının mahkemeye sunulan bilirkişi raporunda 2007 yılı itibarıyla 280 TL/m², 2010 yılı itibarıyla ise 500 TL/m² olarak belirlendiğini, taşınmazların tarla olarak değil arsa olarak değerlendirilmesi gerektiğini belirterek 2010 yılı itibarıyla bölgedeki arsa birim fiyatının 40.000 TL/m² olduğunu beyan etmiştir.

17. Başvurucuların Tazminat Komisyonu kararına karşı yaptıkları itiraz Ankara Bölge İdare Mahkemesi 11. İdari Dava Dairesince (Daire) 14/9/2018 tarihinde reddedilmiştir. Daire kararında; tazminat miktarının taşınmazların alanı, yerleşim yerlerine yakınlığı, çevresindeki taşınmazların durumu, yola yakınlığı, topoğrafik yapısı, orman sahasında yer alması, üzerinde konut ya da herhangi bir ticari ve tarımsal faaliyetin yapılmasının mümkün olmaması, emsal piyasa değerleri gibi taşınmazın değerini artıran ve azaltan tüm faktörler değerlendirilerek tespit edildiği belirtilmiştir. Bu nedenle tazmin kararında bireyin mülkiyet hakkının korunması ile kamu yararı arasında olması gereken adil dengenin gözetilmesi gerektiği yolundaki AİHM içtihatlarına aykırılık görülmediği ifade edilmiştir.

18. Nihai karar, başvuruculara 11/10/2018 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucular 5/11/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

19. Başvurucular Yaşar Tepealan ve Ülfet Raşitoğlu başvurunun devamı sırasında vefat etmiş, mirasçısı olan başvurucular başvuruyu devam ettirmek istediklerini bildirmiştir.

IV. İLGİLİ HUKUK

20. İlgili ulusal ve uluslararası hukuk için bkz. Cemile Gökhan ve diğerleri, B. No: 2015/1203, 23/5/2018, §§ 26-47; Arzu Kocakaya ve diğerleri, B. No: 2018/34900, 13/1/2022, §§ 21-35; ilgili Yargıtay içtihadı için bkz. Adile Şölen Yücel ve diğerleri, B. No: 2017/15169, 15/9/2020, §§ 27-32.

V. İNCELEME VE GEREKÇE

21. Anayasa Mahkemesinin 27/4/2023 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucuların İddiaları ve Bakanlık Görüşü

22. Başvurucular gerçek ve güncel zararın konusunda uzman bilirkişi marifetiyle araştırılması gerekirken sadece maliye uzmanına aldırılan raporun hükme esas alınmasından, bu rapora itiraz hakkı tanınmadan tazminata hükmedilmesinden ve bu rapora karşı Daireye yaptıkları itirazların da gerekçe belirtilmeden reddedilmesinden şikâyetçidir. Tazminat Komisyonunca öncelikle Dışişleri Bakanlığı tarafından 5/7/2010 tarihinde uzlaşma kapsamında teklif edilen toplam 1.967.995,20 TL'nin 2018 yılı itibarıyla güncellenmiş değeri üzerinden karar verilmesi gerektiği görüşünde olan başvurucular bu doğrultuda Tazminat Komisyonu tarafından TÜİK verileri esas alınarak güncelleme yapılmış ise de bu değerin arsa niteliğindeki taşınmazların tam ve güncel rayiç değerlerini yansıtmadığını iddia etmiştir. Başvurucular ayrıca lehlerine tazminata hükmedilmesine rağmen vekâlet ücretine hükmedilmediğini vurgulamış, bu gerekçelerle silahların eşitliği ilkesiyle mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

23. Bakanlık görüşünde evvela 2010 yılında önerilen bedelin uyuşmazlığın dostane çözümüne yönelik taraf iradesini yansıttığı, taşınmazın değerine ilişkin bir tespit içermediği iddia edilmiştir. Öte yandan Tazminat Komisyonu kararında başvurucular lehine hükmedilen tazminatın tespitine ilişkin tüm hususlar ve daha önce AİHM'e sunulan raporun tazminatın tespitine esas alınmama gerekçesinin de detaylarıyla açıklandığı vurgulanmıştır. Buna göre mağduriyetin giderilmesi amacıyla 22/11/2018 tarihinde başvuruculara ödenen tazminat tutarının adil denge kriterini sağladığı ifade edilmiştir. Ayrıca başvurucuların itirazlarının kanun yolu şikâyeti niteliğinde olduğu ve başvurucuların taşınmazların bedelini almış olmaları nedeniyle mağdur statüsünün devam edip etmediğinin değerlendirilmesi gerektiği savunulmuştur. Bununla birlikte AİHM'in yerleşik içtihadına göre Sözleşme'ye ek (1) No.lu Protokol'ün 1. maddesinin her zaman bedelin tamamının tazmin edileceği yönünde bir teminat sağlamadığı açıklanmıştır. Son olarak Anayasa ve ilgili mevzuat hükümleri, Anayasa Mahkemesi ve AİHM içtihadı, somut olayın kendine özgü koşullarının da dikkate alınmasının faydalı olacağı ifade edilmiştir.

24. Başvurucular, Bakanlık görüşüne karşı beyanlarında genel olarak başvuru formundaki iddialarını tekrarlamıştır.

B. Değerlendirme

25. Anayasa'nın "Mülkiyet hakkı" kenar başlıklı 35. maddesi şöyledir:

"Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.

Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir.

Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz."

26. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder. Başvurucuların belirtilen şikâyetlerinin mülkiyet hakkı kapsamında incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

27. Bakanlık görüşünde, başvurucuların mağdur statüsünün bulunup bulunmadığının değerlendirilmesi gerektiği belirtilmiştir.

28. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un "Bireysel başvuru hakkına sahip olanlar" kenar başlıklı 46. maddesinin (1) numaralı fıkrası uyarınca bireysel başvuru ancak ihlale yol açtığı ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal nedeniyle güncel ve kişisel bir hakkı doğrudan etkilenenler tarafından yapılabilir.

29. Buna göre bir kişinin Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunabilmesi için üç temel ön koşulun birlikte bulunması gerekmektedir. Bunlar, başvuruya konu edilen kamu gücü eylem veya işleminden ya da ihmalinden başvurucunun güncel bir hakkı nedeniyle kişisel olarak ve doğrudan etkilenmesidir. Bu çerçevede ortaya çıkan sonuç nedeniyle başvurucu, mağdur olduğunu ileri sürmelidir (Onur Doğanay, B. No: 2013/1977, 9/1/2014, § 42).

30. Lehlerine toplam 1.332.546,42 TL tazminata hükmedilmiş ise de başvurucular, Tazminat Komisyonunun hesaplama yöntemi nedeniyle bu tutarın yetersiz olduğunu ileri sürmüştür. Başvurucular, tüm süreç boyunca Tazminat Komisyonunun hesaplama yönteminin taşınmazın gerçek bedelini karşılamaktan uzak olduğunu belirterek taşınmazın rayiç bedeline ilişkin kimi verileri sunmuştur. Mevcut bireysel başvurudaki temel şikâyet Tazminat Komisyonunun hesaplama yöntemine yöneliktir. Başvurucular devletin taşınmazların güncel rayiç bedelini ödemesi gerektiğini ileri sürmektedir. Başvurucuların Tazminat Komisyonu kararının Anayasa'nın 35. maddesiyle uyumlu olup olmadığını denetlettirmesinde meşru bir menfaatinin bulunduğu açıktır. Dolayısıyla başvurucuların mağdur statüsünün devam ettiğinin kabulü gerekir.

31. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Esas Yönünden

32. AİHM Gümrükcüler ve diğerleri/Türkiye kararında, başvurucuların mülkiyet haklarının ihlal edildiğine ve taraflar arasındaki olası bir uzlaşma ihtimaline binaen Sözleşme'nin 41. maddesinin uygulanmamasına karar vermiştir. Bunun üzerine Dışişleri Bakanlığı tarafından 5/7/2010 tarihinde 94 ada 12 parsel sayılı taşınmaz için 825.374,50 TL, 126 ada 2 parsel sayılı taşınmaz için de 1.142.620,70 TL olmak üzere toplam 1.967.995,20 TL uzlaşma teklifinde bulunulmuştur. Ancak başvurucular bu uzlaşma teklifini kabul etmemişlerdir. AİHM, Sözleşme'nin 41. maddesine ilişkin kararını 7/2/2017 tarihinde açıklayarak Sözleşme’ye ek (1) No.lu Protokol’ün 1. maddesinin ihlali sebebiyle maddi tazminat talep edilmesine ilişkin olarak başvurucuların Tazminat Komisyonuna başvurması gerektiğine hükmetmiştir.

33. AİHM'in mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin bu tespitleri dikkate alınarak mülkün ve müdahalenin varlığı ile müdahalenin haklılığına/meşruluğuna ilişkin testleri yapmaya gerek görülmemiştir. Bununla birlikte AİHM'in tespit ettiği ihlalin gideriminin sağlanıp sağlanmadığı meselesi ölçülülük bağlamında hem usul güvenceleri yönünden hem de tazminatın belirlenmesi usulü bakımından incelenecektir.

34. Tapu kayıtlarının oluşturulması ve tutulması kamu makamlarının gözetiminde olduğuna göre orman olmasına rağmen hatalı olarak bu kayıtların oluşturulması hâlinde de yine devletin sorumlu olması tabiidir. Orman olan taşınmazların korunması bağlamında müdahalenin kamu yararına dayalı meşru bir amacı bulunmakta ise de devletin verdiği tapu ile mülk sahibi olan başvurucunun da menfaatlerinin gözetilmesi ve bu çerçevede idarenin hatalı işleminin bütün sonuçlarının başvurucuya yüklenmemesi gerekmektedir. Bu bağlamda tapunun iptal edilmesi karşılığında tazminat ödenmesinin başvurucuya yüklenen külfeti hafifletecek ve kamu yararı ile bireysel menfaatlerin dengelenmesini sağlayacak önemli bir araç olduğu söylenebilir.

35. Vurgulanmalıdır ki taşınmaz bedelinin tespiti teknik ve uzmanlık gerektiren bir konudur. Bu nedenle kamulaştırılan taşınmazın bedelinin tespiti uzman derece mahkemelerinin yetki ve görevindedir. Anayasa Mahkemesinin mülkiyet hakkı kapsamında yapılan bireysel başvurularda bedel veya değer düşüklüğü karşılığını hesaplamak gibi bir görevi de bulunmamaktadır (benzer değerlendirme için bkz. Mukadder Sağlam ve diğerleri, B. No: 2013/2511, 22/1/2015, § 49; Abdülkerim Çakmak ve diğerleri, B. No: 2014/1964, 23/2/2017, § 52). Bu noktada Anayasa Mahkemesinin görevi taşınmaz bedelinin tespiti yönteminin makul/adil bir tazminat ödenmesini temin edip etmediğini incelemekten ibarettir.

36. Tazminatın belirlenmesi kural olarak derece mahkemelerinin yetkisinde olsa da somut olayda AİHM'in konu hakkındaki adil tazmin ilkelerinin gözetilmesi gerekmektedir. Bu bağlamda Yargıtay İçtihatları Birleştirme Büyük Genel Kurulunun 28/6/1944 tarihli ve 5742 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan 15/3/1944 tarihli ve E.1944/13, K.1944/18 sayılı kararında, tapu sicillerinden devletin 17/2/1926 tarihli ve 743 sayılı mülga Türk Kanunu Medenisi'nin 917. maddesi -22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun 1007. maddesi- kapsamında sorumlu olduğu kabul edilmiştir (Adile Şölen Yücel ve diğerleri, § 27). Nitekim Anayasa Mahkemesi daha önceki kararlarında Yargıtay içtihadına dayanarak 4721 sayılı Kanun'un 1007. maddesinde öngörülen tazminat yolunun kadastro tespiti aşamalarındaki işlemlerden doğan zararların telafisi yönünden de etkili olduğu sonucuna ulaşmıştır (Nazmiye Akman, B. No: 2013/1012, 16/4/2013, § 25; Ahmet Hilmi Serter, B. No: 2014/10954, 17/11/2016, §§ 41, 42; Hatice Avcı ve diğerleri, B. No: 2014/9788, 22/9/2016, §§ 74-76). Öte yandan 4721 sayılı Kanun'un 1007. maddesinde öngörülen tazminat davalarında Yargıtayca kamulaştırma usulünde uygulanan yöntemler benimsenerek tazminat ödenmesi gerektiği kabul edildiğinden AİHM ve Anayasa Mahkemesince bu yolun etkili olduğu değerlendirilmiştir.

37. Somut olayda başvuru konusu taşınmazlar 1970 yılında yapılan kadastro çalışmalarında 11/11/1949 tarihli tapu kayıtlarına dayanılarak başvurucular ve murisleri adına tescil edilmiştir. Ardından Orman Genel Müdürlüğü tarafından başvurucular aleyhine başvuru konusu taşınmazların orman sınırları içinde kaldığı iddiasıyla 1994 yılında açılan davalar kabul edilerek söz konusu taşınmazların orman olan kısımlarının başvurucular adına olan tapu kaydının iptali ve orman niteliği ile Hazine adına tesciline karar verilmiştir. Bu kararlar, Yargıtayca onanmış ve nihayet 24/6/2002 tarihinde karar düzeltme isteminin reddine karar verilmekle kesinleşmiştir. Dolayısıyla başvurucular 24/6/2002 tarihinde taşınmazların mülkiyetini kaybetmiştir. Başvurucuların taşınmazların orman olarak tespit edilmesine yönelik bir şikâyeti bulunmamaktadır. Başvurucular Tazminat Komisyonunun takdir ettiği tazminatın yetersiz olmasından yakınmaktadır.

38. Belirtilmelidir ki başvuruculara ödenmesi gereken tazminatın hesaplanmasında taşınmazların güncel rayiç bedelinin dikkate alınmaması Anayasa'nın 35. maddesini ihlal etmemektedir. Anayasa Mahkemesinin 13/11/2014 tarihli ve E.2013/95, K.2014/176 sayılı kararında da kabul edildiği üzere taşınmazın müdahale anındaki değerinin hesaplanması dışındaki seçenekler taşınmaz değerinde sonradan meydana gelen artış veya azalmalar nedeniyle malikin haksız kazanç elde etmesine veya haksız yere zarara uğramasına yol açabilir. Dolayısıyla malikin mülkiyet hakkıyla ormanların korunması amacı arasındaki adil dengenin sağlanmasında taşınmazın güncel değerinin (Tazminat Komisyonuna başvuru tarihindeki) verilmesi gerektiği söylenemeyecektir. Nitekim AİHM'in yaklaşımı da taşınmazın mülkiyetinin yitirildiği tarihteki değerinin verilmesi yönündedir (Arzu Kocakaya ve diğerleri, § 35). Kuşkusuz tazminat miktarının hesaplanmasında taşınmazın mülkiyetinin yitirildiği tarihteki niteliği de gözönünde bulundurulacaktır. Ne var ki malike ödenecek tazminatın hesaplanmasında taşınmazın mülkiyetinin yitirildiği tarihteki niteliğinin ve değerinin esas alınması gerekmekte ise de bunun enflasyon karşısında yitirilen kısmının da karşılanması gerekir. Aksi takdirde yıllarca taşınmazını kullanamayan ve taşınmazın bedelinden yararlanamayan malik, elde ettiği yarara karşılık orantısız bir külfete katlanmış olacaktır.

39. Tazminat Komisyonu taşınmazların tapu kaydının tazminat ödenmeksizin iptal edilmesi nedeniyle başvurucuların mülkiyet hakkının ihlal edildiğini kabul ederek AİHM'in mülkiyet hakkına ilişkin yerleşik içtihadına göre taşınmazların enflasyon karşısındaki değer kaybını da dikkate alarak karar vermiştir. Tazminat Komisyonu bu noktada maliye uzmanı bilirkişiden aldığı gayrimenkul değerleme raporunu hükme esas alarak karar tarihi itibarıyla toplam 1.332.546,42 TL tazminat ödenmesine hükmetmiştir. Ayrıca taşınmazların değerinin mülkiyetin kaybedildiği 24/6/2002 tarihi esas alınarak tespit edilmesi gerektiği açıklanarak Dışişleri Bakanlığı tarafından 2010 yılında AİHM'e sunulan uzlaşma teklifindeki 1.967.995,20 TL değerin tespit edildiği raporun dikkate alınmadığı vurgulanmıştır.

40. Kural olarak mülkten yoksun bırakma niteliğindeki müdahalelerde taşınmazın bedeli 4/11/1983 tarihli ve 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu’nun 11. maddesine göre alanında uzman bilirkişi/bilirkişiler tarafından tespit edilmektedir. Bu noktada özellikle taşınmazın niteliğine göre net gelir veya emsal satış değerine göre taşınmazın bedeli tespit edilmektedir. Nitekim yukarıda da değinildiği üzere hem Anayasa Mahkemesi hem de AİHM, Yargıtayın yoksun kalınan taşınmazın gerçek değerinin hesabına ilişkin olarak bu yöntemi uyguladığını dikkate alarak 4721 sayılı Kanun'un 1007. maddesinde öngörülen tazminat yolunu tüketilmesi gerekli etkili bir başvuru yolu olarak kabul etmiştir (Anayasa Mahkemesi kararı için bkz. Nazmiye Akman, § 26; AİHM kararı için bkz. Altunay/Türkiye (k.k.), B. No: 42936/07, 15/5/2012). Öte yandan AİHM, Tazminat Komisyonuna başvuru yolunu etkili bir iç hukuk yolu olarak görürken Komisyonun kararlarını gerekçeli olarak ve AİHM içtihadını dikkate alarak vereceğine özel bir vurgu yapmıştır (Demiroğlu ve diğerleri/Türkiye (k.k.), B. No: 56125/10, 4/6/2013).

41. Bu çerçevede somut olay incelendiğinde ise mülkiyetin kaybedildiği 2002 yılı itibarıyla taşınmazın gerçek değerine ilişkin tespitin hangi hesaplama yöntemine göre belirlendiği Tazminat Komisyonu ve Bölge İdare Mahkemesince gösterilememiştir. Ayrıca Tazminat Komisyonunca tebliğ edilmediği anlaşılan maliye uzmanı bilirkişi tarafından hazırlanan 21/3/2018 tarihli gayrimenkul değerleme raporu yönünden Daire önünde görülen yargılama sırasında da başvuruculara, rapora karşı etkin bir biçimde itiraz edebilmeleri ile ilgili olarak çelişme imkânı tanınmamıştır. Üstelik başvurucuların Tazminat Komisyonu kararına karşı itirazını inceleyen Daire tarafından bu rapora karşı dile getirilen sonuca etkili, ayrı ve açık yanıt gerektiren iddia ve itirazlara yönelik ilgili ve yeterli bir gerekçe de ortaya konulamamıştır.

42. Bu durumda mülkiyet hakkının korunmasının gerektirdiği usul güvencelerinin olayın koşulları altında sağlanmadığı dikkate alındığında başvurucular lehine hükmedilen tazminatın başvurucuların bireysel yararı ile ormanların muhafazasındaki kamusal yarar arasındaki adil dengeyi temin ettiği kamu makamlarınca gösterilememiştir. Dolayısıyla başvurucuların mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin ölçüsüz olduğu sonucuna varılmıştır.

43. Açıklanan gerekçelerle Anayasa'nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

44. Mülkiyet hakkının ihlal edildiği sonucuna varıldığından başvurucuların diğer ihlal iddiaları yönünden ayrıca bir değerlendirme yapılmasına gerek görülmemiştir.

C. Giderim Yönünden

45. Başvurucular; ihlalin tespit edilmesi, tazminata ve yeniden yargılamaya hükmedilmesi talebinde bulunmuştur.

46. Başvuruda tespit edilen mülkiyet hakkı ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Bu kapsamda kararın gönderildiği yargı mercilerince yapılması gereken iş, yeniden yargılama işlemlerini başlatmak ve Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar vermektir (6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasında düzenlenen bireysel başvuruya özgü yeniden yargılama kurumunun özelliklerine ilişkin kapsamlı açıklamalar için bkz. Mehmet Doğan [GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018, §§ 54-60; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019, §§ 53-60, 66; Kadri Enis Berberoğlu (3) [GK], B. No: 2020/32949, 21/1/2021, §§ 93-100).

47. Öte yandan mülkiyet hakkı yönünden ihlalin niteliğine göre yeniden yargılamanın yeterli bir giderim sağlayacağı anlaşıldığından başvurucuların tazminat taleplerinin reddine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Anayasa'nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Kararın bir örneğinin mülkiyet hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere Ankara Bölge İdare Mahkemesi 11. İdari Dava Dairesine (E.2018/152, K.2018/3610) GÖNDERİLMESİNE,

D. Başvurucuların tazminat taleplerinin REDDİNE,

E. 294,70 TL harç ve 9.900 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 10.194,70 TL yargılama giderinin başvuruculara MÜŞTEREKEN ÖDENMESİNE,

F. Ödemenin kararın tebliğini takiben başvurucuların Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 27/4/2023 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

GENEL KURUL

 

KARAR

 

AMELİA KUKUTARA VE DİĞERLERİ BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2019/7923)

 

Karar Tarihi: 27/4/2023

R.G. Tarih ve Sayı: 19/7/2023 - 32253

 

GENEL KURUL

 

KARAR

 

Başkan

:

Zühtü ARSLAN

Başkanvekili

:

Hasan Tahsin GÖKCAN

Başkanvekili

:

Kadir ÖZKAYA

Üyeler

:

Engin YILDIRIM

 

 

M. Emin KUZ

 

 

Rıdvan GÜLEÇ

 

 

Recai AKYEL

 

 

Yusuf Şevki HAKYEMEZ

 

 

Yıldız SEFERİNOĞLU

 

 

Selahaddin MENTEŞ

 

 

Basri BAĞCI

 

 

İrfan FİDAN

 

 

Kenan YAŞAR

 

 

Muhterem İNCE

Raportör

:

Ayhan KILIÇ

Başvurucular

:

1. Amelia KUKUTARA

 

 

2. Dimitrios MALAMATAS

 

 

3. Elefteriya FİTRİADİS

 

 

4. Emmanuil FİTRİADİS

 

 

5. Emmanuil RAPTİS

 

 

6. Georgios FİTRİADİS

 

 

7. Herakliya SİMİTÇİOĞLU

 

 

8. Kimon FİTRİADİS

 

 

9. Konstantinia SPİRİDİS

 

 

10. Marina STAVRELİS

 

 

11. Nikolas SİMİTÇİOĞLU

 

 

12. Panaotis RAPTİS

 

 

13. Stamatia FİTRİADİS

 

 

14. Stilyani KOCABAŞİDİS

 

 

15. Stilyanos MALAMATAS

 

 

16. Vasil GAYTANİDİS

 

 

17. Vasiliki PALME

 

 

18. Zoi FİTRİYADU

 

 

19. Zoi ZARAGULİAS

Başvurucular Vekili

:

Av. Okan HEMŞİNLİOĞLU

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru; taşınmazların kadastro çalışması sonucu üçüncü kişiler adına tescil edilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvurular 7/3/2019 ve 6/7/2020 tarihlerinde yapılmıştır. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

3. 2020/22447 numaralı başvuru eldeki başvuruyla birleştirilmiştir.

4. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucular, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur.

5. Bölüm, başvurunun Genel Kurula sevkine karar vermiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

6. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:

7. Başvurucular, İstepan kızı Ayzer (Ayiza) Zetya'nın [öl. 1299 (1883)] tek çocuğu olan Amalya (Ameliye) Fitriyadu'nun (öl. 22/5/1941) mirasçılarıdır.

8. 38/2 numaralı Sarıyer müdevvere defterine göre Ayzer Zetya adına kayıtlı olan sekiz taşınmaz 2/12/1953 tarihinde kesinleşen kadastro tutanaklarıyla Hazine adına tespit ve tescil edilmiştir. Söz konusu taşınmazlar 3/4/1961 tarihinde İstanbul Belediyesine devredilmiştir. Bunlardan bazıları sonraki tarihlerde çeşitli nedenlerle üçüncü kişiler adına tescil edilmiştir. Belirtilen taşınmazlar hâlihazırda İstanbul ili Sarıyer ilçesi Büyükdere Mahallesi Ekserci mevkii 559 ada 12 parsel, 613 ada 5 parsel, 559 ada 37 parsel, 559 ada 41 parsel, 653 ada 26 parsel, 559 ada 27 parsel, 613 ada 10 parsel ve 613 ada 27 parsel sayısına revizyon görmüştür.

9. Ayzer Zetya'nın on bir mirasçısı tarafından söz konusu taşınmazların altısı için 19/7/1993 tarihinde Sarıyer 2. Asliye Hukuk Mahkemesinde Hazine, Sarıyer Belediyesi ve İstanbul Büyükşehir Belediyesi aleyhine sicilin düzeltilmesi davası açılmıştır. Sarıyer 2. Asliye Hukuk Mahkemesi 29/12/1995 tarihinde davayı süre aşımı gerekçesiyle reddetmiştir. Kararın gerekçesinde; 21/6/1987 tarihli ve 3402 sayılı Kadastro Kanunu'nun geçici 4. maddesinin üçüncü fıkrasında 15/12/1934 tarihli ve 2613 sayılı mülga Kadastro ve Tapu Tahriri Kanunu ile diğer kanunlar gereğince özel kadastrosu yapılan ve tutanakları kesinleşmiş olan taşınmazlar için on yıllık hak düşürücü süre geçmiş ise 3402 sayılı Kanun'un yürürlüğe girdiği tarihten itibaren bir yıl içinde hak sahiplerinin dava açabileceklerinin hükme bağlandığı belirtilmiş, 1993 yılında açılan davanın süresinde olmadığı ifade edilmiştir.

10. Başvurucular sekiz taşınmaz için 10/4/2012 tarihinde İstanbul 2. Asliye Hukuk Mahkemesinde (Mahkeme) Hazine ve İstanbul Büyükşehir Belediyesi aleyhine iki ayrı sicilin düzeltilmesi ile tazminat davası açmıştır. Davalardan biri üç taşınmaza, diğeri ise beş taşınmaza ilişkindir. Dava dilekçelerinde; murislerine ait olan taşınmazların hukuka aykırı olarak Hazine adına tescil edildiğini belirtmiş, ayrıca 3402 sayılı Kanun'un 12. maddesinin üçüncü fıkrasında öngörülen on yıllık sürenin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine (Sözleşme) aykırı olduğunu ileri sürmüştür. Başvurucular, tapuların iptal edilmemesi hâlinde taşınmazların bedelinin tazminat olarak ödenmesine karar verilmesini talep etmiştir.

11. Davalı Hazinenin savunmasında, 11/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun 82. maddesi uyarınca iki yıllık, aynı Kanun'un 146. maddesi uyarınca da on yıllık zamanaşımı süresinin dolduğu ileri sürülmüştür. Ayrıca Sarıyer 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin 29/12/1995 tarihli kararının kesin hüküm teşkil edeceği savunulmuş, 3402 sayılı Kanun'un 12. maddesinin üçüncü fıkrası uyarınca kadastro öncesi sebeplere dayanılarak açılacak davaların on yıllık hak düşürücü süreye tabi olduğu öne sürülmüştür.

12. Mahkeme 17/12/2015 tarihinde davaları hak düşürücü sürenin geçtiği gerekçesiyle reddetmiştir. Kararların gerekçelerinde, Sarıyer 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin 29/12/1995 tarihli kararının anılan dava ile eldeki davaların taraflarının aynı olmaması sebebiyle kesin hüküm oluşturmayacağı belirtilmiştir. Kararlarda, kadastro tutanaklarının 1953 yılında kesinleştiği dikkate alındığında 3402 sayılı Kanun'un 12. maddesinin üçüncü fıkrasında belirtilen on yıllık hak düşürücü sürenin dolduğu ifade edilmiştir. Ayrıca 6098 sayılı Kanun'un 72. maddesinde haksız fiil için öngörülen bir ve on yıllık, 82. maddesinde sebepsiz zenginleşme için öngörülen bir ve on yıllık, 146. maddesinde öngörülen genel on yıllık zamanaşımı sürelerinin dolduğu belirtilerek tazminat talebinin reddi gerektiği açıklanmıştır.

13. Başvurucular bu kararlara karşı temyiz yoluna müracaat etmiştir. Temyiz dilekçelerinde, Mahkemenin Sözleşme'ye ek (1) No.lu Protokol'ün 1. maddesini gözardı ettiği belirtilmiştir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin (AİHM) Ocak/Türkiye (B. No: 33675/04, 19/1/2010) kararına değinilen dilekçelerde, ulusal hukuktaki itiraz süreleri içinde iptal davası açılmamasının tazminat ödenmesi yükümlülüğünü ortadan kaldırmayacağı savunulmuştur. Dilekçelerde, devlet aleyhine açılacak davalarda on yıllık hak düşürücü sürenin söz konusu olmadığı iddia edilmiş; söz konusu sürenin mülkiyet hakkına ölçüsüz bir müdahale oluşturduğu ifade edilmiştir. Taşınmazların mülkiyetinin Hazine adına tescilinin meşru bir amacının bulunmadığının öne sürüldüğü dilekçelerde, AİHM'in Günaydın Turizm ve İnşaat Ticaret A. Ş./Türkiye (B. No: 71831/01, 2/6/2009) ile Rimer ve diğerleri/Türkiye (B. No: 18257/04, 10/3/2009) kararlarına atıfta bulunularak başvuruculara tebliğ edilmeyen bir işlemle mülkün yitirilmesi hâlinde hak düşürücü sürenin işlemeyeceği belirtilmiştir.

14. Temyiz talepleri iki farklı Daire tarafından incelenmiştir. 613 ada 27 parsel, 613 ada 10 parsel ve 559 ada 27 parsel sayılı taşınmazların konu olduğu kararı inceleyen Yargıtay 20. Hukuk Dairesi (20. Hukuk Dairesi) 17/9/2018 tarihinde, gerekçe eklemek suretiyle mahkeme kararını onamıştır. 20. Hukuk Dairesi kararında, tazminata ilişkin talep yönünden davanın 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun 1007. maddesi uyarınca açıldığı kabul edilerek 22/4/1926 tarihli ve 818 sayılı mülga Borçlar Kanunu'nun 125. maddesinde öngörülen on yıllık zamanaşımı süresinden sonra açılan davanın reddine karar verilmesinde isabetsizlik bulunmadığı belirtilmiştir. Karar düzeltme istemi de 20. Hukuk Dairesinin 17/1/2019 tarihli kararıyla reddedilmiştir.

15. Diğer beş taşınmazın konu olduğu karara yönelik temyiz istemini inceleyen Yargıtay 16. Hukuk Dairesi (16. Hukuk Dairesi) 24/10/2019 tarihinde mahkeme kararını onamıştır. Karar düzeltme istemi de 16. Hukuk Dairesinin 11/6/2020 tarihli kararıyla reddedilmiştir.

IV. İLGİLİ HUKUK

A. Ulusal Hukuk

16. 2613 sayılı mülga Kanun'un 19. maddesi şöyledir:

"On üçüncü maddede söylenen postalar, gayrimenkul sahiplerine beyannameler dağıtır. Bunlar sahipleri ve isterlerse posta katipleri tarafından bir ay içinde doldurulur. Beyannamelere varsa vesikaların aslı veya postalar tarafından tasdik olunmuş suretleri iliştirilir.

Beyannameler alakalılar tarafından imza olunur. Yazı bilmeyenlerin koyacakları işaret belediye veya muhtar tarafından tasdik edilir."

17. 2613 sayılı mülga Kanun'un 20. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"...

C- Vasikaları olmayan beyannameler üzerine vukuf erbabınca verilecek izahlarla yapılacak tetkiklerden alınacak kanaate göre, sahipleri namına gayrimenkulün kaydı yapılır.

D - Gayrimenkul mal tapu sicilindeki sahipleri veya varisleri namına kaydolunur ...

...

H - Yapılacak ilanlar ve tahkik üzerine sahibi bulunmayan gayrimenkuller Devlet namına kaydolunur. Bu malların on seneye kadar hükmen müstehikkı çıktığı takdirde namına kaydi tashih edilir ve satılmış ise bedeli verilir."

18. 2613 sayılı mülga Kanun'un 25. maddesi şöyledir:

"Komisyonlar tasarruf hakları tesbit ve kadastrosu ve tahriri ikmal olunan yerlerin planları ile her hangi parçanın kimlerin namına kaydolunduğunu ve tahakkuk ettirilen kadastro ve tahrir resimlerinin miktarını gösterir cetveller alakadarların öğrenmesi için mahalle veya köylerin herkes tarafından görülebilecek yerlerine iki ay müddetle asılır ve keyfiyet mutad şekillerle ayrıca ve varsa mahalli gazete ile ilan olunur."

19. 2613 sayılı mülga Kanun'un 26. maddesi şöyledir:

"Bu cetvellerin asılması şahsen tebliğ hükmündedir. O şehir veya köyde bulunanlar tarafından yukarıki maddede yazılı müddet içinde ve bulunmayanlar tarafından o şehir veya köyde kadastro heyetlerinin işleri bitinceye kadar vuku bulacak iddia ve ihbarlar ve bir hatadan doğan teklifler komisyonlarca alakalıların müdafaaları dahi dinlenip tetkik edildikten sonra iktizasına göre muamele düzeltilir ve karar alakalılara tebliğ olunur. Tebliğ tarihinden itibaren 15 gün içinde bu karar aleyhine kadastro mahkemesine müracaat olunabilir.

Müddet geçince cereyan edecek muamelenin ve tetkika tabi olupda neticelenmemiş olanlardan maadasının vaziyetlerinin katileştiğini gösterir bir zabıtname yapılarak komisyon azası tarafından imza edilir.

Askı müddeti içinde müracaat etmeyenlerin müracaat hakları mahfuz olup bunların gayrimenkulleri için yapılan muamele hilafı hükmen sabit oluncaya kadar kat’idir."

20. 3402 sayılı Kanun'un 12. maddesinin ilk üç fıkrası şöyledir:

"30 günlük ilan süresi geçtikten sonra, dava açılmayan kadastro tutanaklarına ait sınırlandırma ve tespitler kesinleşir.

Kadastro müdürü tarafından onaylanarak kesinleşen tutanaklar ile kadastro mahkemesinin kesinleşmiş kararları; kesinleşme tarihleri tescil tarihi olarak gösterilmek suretiyle en geç 3 ay içinde tapu kütüklerine kaydedilir.

Bu tutanaklarda belirtilen haklara, sınırlandırma ve tespitlere ait tutanakların kesinleştiği tarihten itibaren on yıl geçtikten sonra, kadastrodan önceki hukuki sebeplere dayanarak itiraz olunamaz ve dava açılamaz."

21. 3402 sayılı Kanun'un geçici 4. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:

"2613 sayılı Kadastro ve Tapu Tahriri Kanunu ile diğer kanunlar gereğince özel kadastrosu yapılan ve tutanakları kesinleşmiş bulunan taşınmazlar için 10 yıllık hak düşürücü süre geçmiş ise, bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren bir yıl içinde hak sahipleri dava açabilirler."

22. 4721 sayılı Kanun'un 1007. maddesi şöyledir:

"Tapu sicilinin tutulmasından doğan bütün zararlardan Devlet sorumludur.

Devlet, zararın doğmasında kusuru bulunan görevlilere rücu eder.

Devletin sorumluluğuna ilişkin davalar, tapu sicilinin bulunduğu yer mahkemesinde görülür."

23. 818 sayılı mülga Kanun'un 125. maddesi şöyledir:

"Bu kanunda başka suretle hüküm mevcut olmadığı takdirde, her dava on senelik müruru zamana tabidir."

B. Uluslararası Hukuk

24. Sözleşme'ye ek (1) No.lu Protokol'ün 1. maddesi şöyledir:

"Her gerçek ve tüzel kişinin mal ve mülk dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme hakkı vardır. Bir kimse, ancak kamu yararı sebebiyle ve yasada öngörülen koşullara ve uluslararası hukukun genel ilkelerine uygun olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılabilir.

Yukarıdaki hükümler, devletlerin, mülkiyetin kamu yararına uygun olarak kullanılmasını düzenlemek veya vergilerin ya da başka katkıların veya para cezalarının ödenmesini sağlamak için gerekli gördükleri yasaları uygulama konusunda sahip oldukları hakka halel getirmez."

25. AİHM Rimer ve diğerleri Türkiye kararı ile Ocak/Türkiye kararlarında, başvurucuların kadastro tespitine karşı süresinde itirazda bulunmaması sebebiyle olağan hukuk yollarını tüketmediği şikâyetini, kadastro sonuçlarından haberdar edildiğine ilişkin bir bilginin bulunmaması sebebiyle yerinde görmemiştir (Rimer ve diğerleri Türkiye, §§ 27-29; Ocak/Türkiye, § 41). AİHM aynı şekilde Elif Kızıl/Türkiye (B. No: 4601/06, 24/3/2020) başvurusunda 1974 yılında gerçekleşen kadastro çalışması sırasında taşınmazın Hazine adına tespit ve tescil edilmesine karşı 2002 yılında açılan sicilin düzeltilmesi davasının reddi üzerine yapılan bireysel başvuruda, 1974 yılındaki kadastro tutanaklarının başvuruculara tebliğ edilmediğini de vurgulayarak zaman bakımından yetki, konu bakımından yetki ve süre yönünden bir sorun görmemiştir (Elif Kızıl/Türkiye, §§ 71, 72).

26. Elif Kızıl/Türkiye kararına konu olayda başvurucu tarafından 1973 tarihinde satın alınan taşınmaz, 1974 yılında yapılan kadastro çalışması sırasında, malikinin kimliğinin tespit edilemediği gerekçesiyle Hazine adına tespit ve tescil edilmiştir. Kadastro tutanakları askı suretiyle ilan edilmiş, o tarihte Almanya'da yaşayan başvurucuya herhangi bir tebligat yapılmamıştır. Taşınmazının Hazine adına tescil edildiğini 2002 yılında fark eden başvurucu 2003 yılında Hazine aleyhine sicilin düzeltilmesi davası açmıştır. Dava, on yıllık hak düşürücü sürenin geçtiği gerekçesiyle reddedilmiştir (Elif Kızıl/Türkiye, §§ 6-28).

27. AİHM, kadastro öncesi tapuya sahip olan başvurucunun on yıllık hak düşürücü süre nedeniyle kadastro işlemine karşı dava açamadığını vurgulamış ancak ne kadastro çalışmalarının başlangıcının ne de sonuçlarının başvurucuya tebliğ edildiğini not etmiştir. AİHM, kadastro işlemine karşı itirazlarını etkili bir biçimde yetkili makamlar önünde ileri sürebilme fırsatının kadastro işleminden dolayı mülkiyet hakkı etkilenen kişiye tanınması gerektiğine dikkat çekmiştir. Somut olayda ilanen tebliğ yönteminin uygulandığını vurgulayan AİHM'e göre ilanen tebliğ geniş halk kitlelerinin kadastro işlemlerinden haberdar olmasını mümkün kılsa da başvurucunun bundan haberdar olmasını garanti etmemiştir. Bu bağlamda AİHM başvurucunun Almanya'da ikamet ettiğinin altını özellikle çizmiştir. AİHM, başvurucunun kadastro çalışmalarından haberdar olmasını beklemenin makul karşılanabileceği bir olgunun varlığının hükûmet tarafından gösterilemediğini ifade etmiş, ayrıca kadastro çalışmaları sırasında başvurucunun tespiti ile haberdar edilmesi için bir girişimde bulunulduğunun da ortaya konulamadığını açıklamıştır. AİHM sonuç olarak başvurucunun kadastro işlemine karşı dava açamamasının mülkiyet hakkını ihlal ettiğine karar vermiştir (Elif Kızıl/Türkiye, §§ 97-111).

V. İNCELEME VE GEREKÇE

28. Anayasa Mahkemesinin 27/4/2023 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Mülkiyet Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Başvurucuların İddiaları ve Bakanlık Görüşü

29. Başvurucular; tazminat talebinin zamanaşımına uğradığı gerekçesi yönünden Günaydın Turizm ve İnşaat Ticaret A. Ş./Türkiye kararına atıfta bulunarak söz konusu kararda AİHM'in zamanaşımı süresinin geçmiş olmasına rağmen başvuruyu kabul edilebilir bulduğunu ve ihlal kararı verdiğini belirtmiştir. Başvurucular, maliklere tebliğ edilmeyen bir idari kararla mülkiyet hakkından yoksun bırakıldıklarını öne sürmüş; AİHM'in Ocak/Türkiye kararına değinerek ulusal hukukta yer alan hak düşürücü sebeplere dayanılarak tazminat isteminin reddedilemeyeceğini iddia etmiştir. Başvurucular sonuç olarak mülkiyet hakkının ihlal edildiğinden şikâyet etmiştir.

30. Bakanlık görüşünde, Yaşar Çoban ([GK], B. No: 2014/6673, 25/7/2017) ve bu doğrultuda ele alınan Adil İbrahim Çeyrek ve diğerleri (B. No: 2017/15166, 18/6/2020) kararlarına atıfta bulunularak tazminat davasının Yargıtay Hukuk Genel Kurulu kararının verildiği 18/11/2009 tarihinden yaklaşık 2 yıl 4 ay 22 gün sonra açıldığı belirtilmiş; sözü edilen kararlarda belirlenen ilkeler doğrultusunda başvurunun kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerektiği savunulmuştur. Bakanlık görüşünde, davanın kadastro tutanaklarının kesinleşmesinden (1953) yaklaşık 59 yıl sonra açıldığına dikkat çekilerek başvurunun Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetkisinin kapsamının dışında kaldığı ifade edilmiştir. Bakanlık görüşünde ayrıca derece mahkemelerinin hak düşürücü süreyle ilgili yorumlarının keyfî olmadığı vurgulanmıştır. Son olarak Hazine ve Maliye Bakanlığı, Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü ile Millî Emlak Genel Müdürlüğünden temin edilen görüş ve ilgili belgelerin de dikkate alınması talebinde bulunulmuştur.

31. Hazine ve Maliye Bakanlığının Bakanlık aracılığıyla gönderdiği yazıda başvurunun Anayasa Mahkemesinin Bayram Hasan Özer ve Rüses Özer (B. No: 2017/17513, 3/6/2020) kararı doğrultusunda kabul edilemez bulunması gerektiği belirtilmiştir. Tapu Kadastro Genel Müdürlüğü tarafından ise söz konusu taşınmazlara ilişkin kadastro tutanakları ile ekleri gönderilmiştir.

32. Başvurucular, Bakanlık görüşüne karşı beyanında davanın 18/11/2009 tarihinden itibaren iki yıl içinde açılamamasının sebebinin mirasçılık belgesi temin etmelerinin uzun sürmesi olduğunu belirtmiştir. Başvurucular ayrıca taşınmazların Sultan Mahmut Han Sani Vakfı adına icareli olduğu şerhi sebebiyle hak düşürücü sürenin işlemeyeceğini ileri sürmüştür.

2. Değerlendirme

33. Anayasa'nın "Mülkiyet hakkı" kenar başlıklı 35. maddesi şöyledir:

"Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.

Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir.

Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz."

a. Kabul Edilebilirlik Yönünden

34. Başvurunun niteliği dikkate alındığında öncelikle zaman bakımından yetki meselesinin tartışılması gerekmektedir.

35. Anayasa'nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası ile 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 45. maddesinin (1) numaralı fıkrasında herkesin Anayasa'da güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerden Sözleşme ve buna ek Türkiye'nin taraf olduğu protokoller kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü tarafından ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine başvurabileceği hükmüne yer verilmiştir. Anayasa'nın geçici 18. maddesinde uygulama kanununun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren bireysel başvuruların kabul edileceği, 6216 sayılı Kanun'un 76. maddesinin (1) numaralı fıkrasında ise Kanun'un 45. ila 51. maddelerinin 23/9/2012 tarihinde yürürlüğe gireceği belirtilmiştir.

36. Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetkisini doğru olarak belirleyebilmek için kesinleşen nihai işlem ve kararın tarihinin yanı sıra gerçekleştiği iddia olunan müdahalenin zamanını da doğru tespit etmek gerekir. Bu tespit yapılırken müdahaleyi oluşturan olaylar ve ihlal edildiği iddia olunan hakkın kapsamı birlikte değerlendirilmelidir (Zeycan Yedigöl [GK], B. No: 2013/1566, 10/12/2015, § 31).

37. Somut olayda müdevvere defteri kayıtlarına göre başvurucuların murisine ait olan taşınmazlar 2/12/1953 tarihinde kesinleşen kadastro tutanaklarıyla Hazine adına tespit ve tescil edilmiştir. Müdevvere kayıtlarının tapu kaydı hükmünde olup olmadığı tartışmalı olsa da tasarruf ve zilyetliği doğrulayan belgeler olduğu hususunda tereddüt bulunmamaktadır. Bu yönüyle müdevvere kayıtlarının mülkiyetin varlığına işaret eden güçlü delil niteliğinde olduğu açıktır. Kadastro işleminin kesinleştiği 2/12/1953 tarihinde başvurucuların murislerinin müdevvere defterinden kaynaklanan mülkiyetle ilgili haklarını yitirdiği konusunda ihtilaf yoktur.

38. Anayasa Mahkemesi ayrıca mülkiyetten yoksun bırakma şeklindeki müdahalelerin kural olarak anlık eylemler olup sürekli bir müdahale oluşturmadığını belirtmiştir (Agavni Mari Hazaryan ve diğerleri, B. No: 2014/4715, 15/6/2016, § 114). Bununla birlikte Anayasa Mahkemesi, zaman bakımından yetki içinde sonuçlanmış olmak kaydıyla kamu makamlarınca müdahalenin incelenerek esası hakkında bir karar verilmesi veya müdahaleyle ilgili tanınan tazminat ve benzeri bir yolun mevcut olması durumlarını da dikkate alarak değerlendirme yapacaktır (Varvara Arnavut, B. No: 2014/7538, 13/9/2017, § 48; Agavni Mari Hazaryan ve diğerleri, §§ 111-120).

39. Somut olayda başvurucular, 10/4/2012 tarihinde 3402 sayılı Kanun'un 12. maddesi uyarınca sicilin düzeltilmesi davaları açmıştır. Eldeki başvuruya konu davaların hatalı kadastro tespitlerine dayalı olarak yapılan tescilin düzeltilmesi bakımından etkili bir yol olmadığının düşünülmesi için bir neden bulunmamaktadır. Nitekim Mahkeme, davaları bu temelde değil hak düşürücü süre içinde açılmadığı gerekçesiyle reddetmiştir. Mahkemeye göre 3402 sayılı Kanun'un 12. maddesinin üçüncü fıkrası ve geçici 4. maddesinin üçüncü fıkrası dikkate alındığında davaların 3402 sayılı Kanun'un yürürlüğe girdiği 9/10/1987 tarihinden itibaren bir yıl içinde açılması gerekir. Bu tarihten çok sonra açılan sicilin düzeltilmesi davaları süresinde değildir.

40. Bu durumda başvurunun Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetkisinin kapsamında kalıp kalmadığı sorunu mülkün kaybedilmesine ilişkin işlemin (kadastro işleminin) başvurucular yönünden ne zaman kesinleştiğine ilişkin tespite bağlı olarak çözüme kavuşturulabilecektir. Kadastro işleminin başvurucular yönünden kesinleşip kesinleşmediği meselesi ise başvurunun esasıyla yakından ilişkili olduğundan zaman bakımından yetkiyle ilgili kabul edilebilirlik incelemesinin esasla birlikte yapılmasının daha uygun olacağı değerlendirilmiştir.

41. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden bulunmadığı anlaşılan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın -zaman bakımından yetki dışındaki hususlar yönünden- kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

b. Esas Yönünden

i. Mülkün Varlığı

42. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğinden şikâyet eden bir kimse, önce böyle bir hakkının var olduğunu kanıtlamak zorundadır. Bu nedenle öncelikle başvurucunun Anayasa'nın 35. maddesi uyarınca korunmayı gerektiren mülkiyete ilişkin bir menfaate sahip olup olmadığı noktasındaki hukuki durumunun değerlendirilmesi gerekir (Cemile Ünlü, B. No: 2013/382, 16/4/2013, § 26; İhsan Vurucuoğlu, B. No: 2013/539, 16/5/2013, § 31).

43. İhtilaf konusu taşınmazların 38/2 numaralı Sarıyer müdevvere defterine kayıtlı olmadığıyla ilgili olarak derece mahkemelerince yapılmış bir tespit bulunmamaktadır. Müdevvere kayıtlarının niteliğini belirlemek Anayasa Mahkemesinin görevi değildir. Bununla birlikte Anayasa Mahkemesi, Anayasa'nın 35. maddesi anlamında bir mülkün veya mülkü edinmeye yönelik meşru bir beklentinin mevcut olup olmadığını belirlerken öncelikle eşya hukuku kuralları çerçevesinde ilgili kanun hükümlerini ve yargısal içtihatları da dikkate alır. Bu çerçevede müdevvere kayıtlarının bu mevzuat ve içtihada göre ne anlam ifade ettiğine bakılmalıdır. Buna göre söz konusu kayıtların tapu hükmünde olup olmadığı tartışmalı olmakla birlikte taşınmaz üzerindeki tasarruf ve zilyetliği tevsik edici belgelerden olduğu anlaşılmıştır. Bu niteliği sebebiyle diğer koşulların da gerçekleşmesine bağlı olarak mülkün edinilebildiği dikkate alındığında başvurucuların Anayasa'nın 35. maddesi anlamında korunması gereken bir menfaatinin bulunduğu değerlendirilmektedir.

ii. Müdahalenin Varlığı ve Türü

44. Anayasa'nın 35. maddesinde bir temel hak olarak güvence altına alınmış olan mülkiyet hakkı kişiye -başkasının hakkına zarar vermemek ve yasaların koyduğu sınırlamalara uymak koşuluyla- sahibi olduğu şeyi dilediği gibi kullanma ve ondan tasarruf etme, onun ürünlerinden yararlanma olanağı verir (Mehmet Akdoğan ve diğerleri, B. No: 2013/817, 19/12/2013, § 32). Dolayısıyla malikin mülkünü kullanma, mülkün semerelerinden yararlanma ve mülkü üzerinde tasarruf etme yetkilerinden herhangi birinin sınırlanması mülkiyet hakkına müdahale teşkil eder (Recep Tarhan ve Afife Tarhan, B. No: 2014/1546, 2/2/2017, § 53).

45. Anayasa'nın 35. maddesi ile mülkiyet hakkına temas eden diğer hükümleri birlikte değerlendirildiğinde Anayasa'nın mülkiyet hakkına müdahaleyle ilgili üç kural ihtiva ettiği görülmektedir. Buna göre Anayasa'nın 35. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin mülkiyet hakkına sahip olduğu belirtilmek suretiyle mülkten barışçıl yararlanma hakkına yer verilmiş; ikinci fıkrasında da mülkten barışçıl yararlanma hakkına müdahalenin çerçevesi belirlenmiştir. Maddenin ikinci fıkrasında, genel olarak mülkiyet hakkının hangi koşullarda sınırlanabileceği belirlenerek aynı zamanda mülkten yoksun bırakmanın şartlarının genel çerçevesi de çizilmiştir. Maddenin son fıkrasında ise mülkiyet hakkının kullanımının toplum yararına aykırı olamayacağı kurala bağlanmak suretiyle devletin mülkiyetin kullanımını kontrol etmesine ve düzenlemesine imkân sağlanmıştır. Anayasa'nın diğer bazı maddelerinde de devlet tarafından mülkiyetin kontrolüne imkân tanıyan özel hükümlere yer verilmiştir. Ayrıca belirtmek gerekir ki mülkten yoksun bırakma ve mülkiyetin düzenlenmesi, mülkiyet hakkına müdahalenin özel biçimleridir (Recep Tarhan ve Afife Tarhan, §§ 55-58).

46. Başvuru konusu taşınmazlar 1953 yılında kadastro işlemine tabi tutulmuş, kadastro sürecinin sonunda taşınmazların Hazine adına tescil edilmesiyle önceki hukuksal durum ortadan kalkmıştır. Dolayısıyla kadastro işlemiyle başvurucuların mülkiyet hakkına yapılan bir müdahalenin mevcut olduğu kuşkusuzdur. Diğer taraftan niteliği ve amacı gözetildiğinde müdahalenin mülkten yoksun bırakmaya ilişkin kural çerçevesinde incelenmesi uygun görülmüştür.

iii. Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı

47. Anayasa'nın 13. maddesi şöyledir:

"Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz."

48. Anayasa'nın 35. maddesinde mülkiyet hakkı sınırsız bir hak olarak düzenlenmemiş, bu hakkın kamu yararı amacıyla ve kanunla sınırlandırılabileceği öngörülmüştür. Mülkiyet hakkına müdahalede bulunulurken temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasına ilişkin genel ilkeleri düzenleyen Anayasa'nın 13. maddesinin de gözönünde bulundurulması gerekmektedir. Dolayısıyla mülkiyet hakkına yönelik müdahalenin Anayasa'ya uygun olabilmesi için müdahalenin kanuna dayanması, kamu yararı amacı taşıması ve ayrıca ölçülülük ilkesi gözetilerek yapılması gerekmektedir (Recep Tarhan ve Afife Tarhan, § 62).

 (1) Kanunilik

49. Anayasa'nın 35. maddesinin ikinci fıkrasında, mülkiyet hakkının ancak kamu yararı amacıyla kanunla sınırlandırılabileceği belirtilmek suretiyle mülkiyet hakkına yönelik müdahalelerin kanunda öngörülmesi gerektiği ifade edilmiştir. Öte yandan temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasına ilişkin genel ilkeleri düzenleyen Anayasa'nın 13. maddesi de hak ve özgürlüklerin ancak kanunla sınırlanabileceğini temel bir ilke olarak benimsemiştir. Buna göre mülkiyet hakkına yapılan müdahalelerde dikkate alınacak öncelikli ölçüt, müdahalenin kanuna dayalı olmasıdır (Ford Motor Company, B. No: 2014/13518, 26/10/2017, § 49).

50. Başvurucular tarafından hak iddia edilen taşınmazlar 2/12/1953 tarihinde yapılan kadastro işlemi sonucu Hazine adına tescil edilmiştir. Kadastro işlemi 2613 sayılı Kanun'a dayalı olarak yapılmıştır. Anılan Kanun'da taşınmazların tahdit, tespit ve tesciline ilişkin detaylı hükümler yer almaktadır. Dolayısıyla somut olaydaki taşınmazların Hazine adına tescilinin erişilebilir, belirli ve öngörülebilir kanun hükümlerine dayandığı anlaşılmaktadır.

 (2) Meşru Amaç

51. Anayasa'nın 13. ve 35. maddeleri uyarınca mülkiyet hakkı ancak kamu yararı amacıyla sınırlandırılabilmektedir. Kamu yararı kavramı mülkiyet hakkının kamu yararının gerektirdiği durumlarda sınırlandırılması imkânı vermekle, bir sınırlandırma amacı olmasının yanı sıra mülkiyet hakkının kamu yararı amacı dışında sınırlanamayacağını öngörerek ve bu anlamda bir sınırlama sınırı oluşturarak mülkiyet hakkını etkin bir şekilde korumaktadır. Kamu yararı kavramı, devlet organlarının takdir yetkisini de beraberinde getiren bir kavram olup objektif bir tanıma elverişli olmayan bu ölçütün her somut olay temelinde ayrıca değerlendirilmesi gerekir (Nusrat Külah, B. No: 2013/6151, 21/4/2016, §§ 53, 56; Yunis Ağlar, B. No: 2013/1239, 20/3/2014, §§ 28, 29).

52. Kadastro işleminin amacı ülke koordinat sistemine göre memleketin kadastral veya topoğrafik kadastral haritasına dayalı olarak taşınmaz malların sınırlarını arazi ve harita üzerinde belirterek hukuki durumlarını tespit etmek ve bu suretle güvenli bir tapu sicil sistemi kurmaktır. İhtilaf konusu taşınmazlar da bu amacın sağlanması için kadastro işlemine tabi tutulmuş ve nihayetinde Hazine adına tespit ve tescil edilmiştir. Dolayısıyla ihtilaf konusu taşınmazların Hazine adına tescil edilmesinin kamu yararı amacına dayandığı anlaşılmıştır.

 (3) Ölçülülük

53. Anayasa'nın 13. maddesi uyarınca hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasında dikkate alınacak ölçütlerden biri olan ölçülülük, hukuk devleti ilkesinden doğmaktadır. Hukuk devletinde hak ve özgürlüklerin sınırlandırılması istisnai bir yetki olduğundan bu yetki ancak durumun gerektirdiği ölçüde kullanılması koşuluyla haklı bir temele oturabilir. Bireylerin hak ve özgürlüklerinin somut koşulların gerektirdiğinden daha fazla sınırlandırılması kamu otoritelerine tanınan yetkinin aşılması anlamına geleceğinden hukuk devletiyle bağdaşmaz (AYM, E.2013/95, K.2014/176, 13/11/2014).

54. Anayasa'nın 13. maddesinde yer alan ölçülülük ilkesi elverişlilik, gereklilik ve orantılılık olmak üzere üç alt ilkeden oluşmaktadır. Elverişlilik öngörülen müdahalenin amacı gerçekleştirmeye elverişli olmasını, gereklilik amaç bakımından müdahalenin zorunlu olmasını yani aynı amaca daha hafif bir müdahale ile ulaşılmasının mümkün olmamasını, orantılılık ise bireyin hakkına yapılan müdahale ile ulaşılmak istenen amaç arasında makul bir dengenin gözetilmesi gerekliliğini ifade etmektedir (AYM, E.2011/111, K.2012/56, 11/4/2012; E.2016/16, K.2016/37, 5/5/2016; Mehmet Akdoğan ve diğerleri, § 38).

55. Usule ilişkin güvencelerin varlığı orantılılık değerlendirmesinde önemli bir rol oynayabilir. Bu bağlamda müdahalenin hukuka aykırılığının ileri sürülebileceği veya müdahale nedeniyle oluşan maddi ve manevi zararların tazmin edilmesinin istenebileceği hukuk yollarının olmaması da bazı durumlarda kişiye yüklenen külfeti ağırlaştıran bir unsur olarak görülebilir. Bu bakımdan kişinin hukuka aykırılık iddialarının bir mahkeme tarafından etkili bir biçimde incelenmesi müdahalenin orantılılığı bakımından ehemmiyet arz etmektedir (D.C., B. No: 2018/13863, 16/6/2021, § 52).

56. Taşınmaz malların sınırlarının arazi ve harita üzerinde belirtilerek hukuki durumlarının tespit edilmesi ve bu suretle tapu sicilinin kurulması tapu sicilinin güvenilirliğinin sağlanması yönünden oldukça önemlidir. Kadastro işlemi, sözü edilen amaçlara ulaşılması bakımından zorunlu işlem niteliğindedir. Ne var ki hatalı olduğu değerlendirilen kadastro işlemlerinin düzeltilmesi amacıyla yargı yollarına başvuru imkânının sağlanması mülkiyet hakkının korunmasına ilişkin anayasal yükümlülüklerin bir gereğidir.

57. Kadastro çalışmalarının kesinleşmesinde sürenin uzaması taşınmaz mülkiyetine ilişkin tereddütlerin oluşmasına, hukuki belirsizliklerin yaşanmasına ve hak sahiplerinin haklarına geç ulaşmalarına neden olabilecektir. Kanun koyucunun kadastro tespitlerinin ilgililere tebliğinin ilan suretiyle yapılmasını öngörmesinin amacının taşınmazların mülkiyetine ilişkin belirsizlikleri bir an önce sona erdirmek olduğu anlaşılmaktadır (orman kadastrosu için benzer değerlendirme için bkz. AYM, E.2018/33, 2018/113, 20/12/2018, § 29).

58. Bununla birlikte tebligatın ilan suretiyle yapılmasına ilişkin düzenlemelerin kadastroya konu taşınmazlar üzerinde hak iddia edecek kişilerin söz konusu taşınmazların bulunduğu bölgede oturduğu veya orada oturmasa bile bundan haberdar olacak araçlara sahip olduğu düşüncesiyle haklılaştırıldığını hesaba katmak gerekir. Gerçekten kadastroya konu taşınmazların malikleri veya zilyetleri genellikle söz konusu taşınmazları doğrudan kendileri kullanmakta ya da hukuki ilişkiyle tasarruf yetkisini devrettikleri kişilere kullandırmaktadır. Her iki hâlde de malik ya da zilyedin kadastrodan haberdar olması neredeyse kesindir. Fakat örneğin yurt dışında ikamet eden bir kişi yönünden taşınmazla bağını koparan istisnai durumların da bulunması hâlinde kadastro ilanından haberdar olunmasının oldukça güç olduğu söylenebilir. Bu gibi hâllerde on yıllık dava açma süresinin otomatik olarak askı ilan müddetinin geçmesinden sonra başlatılması mülkiyet hakkı yönünden telafisi imkânsız zararların doğmasına yol açabileceğinden mülkiyet hakkına yönelik ölçüsüz bir müdahale teşkil eder.

59. Ayrıca belirtmek gerekir ki mülkiyet hakkının usul güvenceleri bağlamında dava açma sürelerinin söz konusu başvuru yoluna müracaat edilmesi imkânını ortadan kaldıracak veya aşırı derecede zorlaştıracak derecede katı ve şekilci yorumlanmaması gerekir (mahkemeye erişim hakkı bağlamında ihlal sonucuna varılan kararlar için bkz. Songül Akça ve diğerleri [GK], B. No: 2015/2401, 19/7/2018,§§ 46, 49; Yaşar Çoban §§ 40-42). Dava açma sürelerinin aşırı katı ve şekilci bir biçimde yorumlanması mahkemeye erişim hakkının yanı sıra maddi haklara ilişkin usul güvencelerinin de ihlaline yol açabilir.

60. Somut olayda Yunanistan vatandaşı olan başvurucular ve murislerinin kadastro çalışmalarının yapıldığı tarihte ve sonrasında Türkiye'de ikamet ettiklerine dair bir bilgi derece mahkemesi kararlarına yansımamıştır. Dolayısıyla başvurucuların kadastro tutanaklarına ilişkin ilandan haberdar olmamaları olağan görülebilir. Ayrıca Ayzer Zetya'nın on bir mirasçısı tarafından 19/7/1993 tarihinde Sarıyer 2. Asliye Hukuk Mahkemesinde dava açılmış ise de Mahkemece söz konusu kişilerin eldeki bireysel başvuruya taraf olanların dışındaki mirasçılar olduğu kabul edilmiştir. Bu durumda mülkiyetin yitirilmesine yol açan idari işlemin başvurucular yönünden usulüne uygun olarak kesinleştiğinin Mahkemece ortaya konulduğu söylenemez. Bu itibarla somut olayın koşulları dikkate alındığında mülkün kaybına ilişkin hukuki sürecin Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetkisinden önce kesin olarak tamamlandığı değerlendirilmemiştir. Başvurucuların açtığı sicilin düzeltilmesi davalarının Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetkisi içinde kesinleştiği hesaba katıldığında başvurunun Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetkisinin kapsamında kaldığı sonucuna ulaşılmıştır.

61. Eldeki başvurunun tüm koşulları gözönünde bulundurulduğunda Yunanistan'da yaşadıkları Mahkemenin bilgisi dâhilinde olan başvurucuların veya üst soylarının kadastro işleminden haberdar olmadıklarının beklenmesinin makul görülebildiği istisnai bir durumun somut olayda var olup olmadığı araştırılmadan dava açma süresinin askı ilan müddetinden başlatılmasının katı ve şekilci bir yorum olduğu değerlendirilmiştir. Mahkemece dava açma süresinin kadastro tutanaklarına ilişkin askı ilan süresinin sonundan itibaren başlatılması başvurucuların kadastro işleminin hukuka aykırılığı iddialarını dava konusu etmesini imkânsız kılmıştır. Zira başvurucular, kadastro işleminden haberdar olduğu tarihte -Mahkemenin yorumuna göre- dava açma süresi zaten dolmuş durumdadır. Yunanistan'da yaşadıkları bilinen başvurucuların veya murislerinin kadastro tespitinden haberdar olduklarının düşünülmesini haklı kılan sebeplerin varlığı Mahkemece ortaya konulmadıkça başvurucuların dava açmasını imkânsız kılan bu yorumun mülkiyet hakkının usul güvenceleriyle uyumlu görülmesi mümkün değildir.

62. Tapu kayıtlarının kesinliğe kavuşturulmasındaki kamusal yararın önemi inkâr edilemese de başvurucuların mülkiyet hakkının korunmasındaki menfaatinin de gözardı edilmemesi gerekir. Somut olayda başvurucuların Yunanistan'da yaşadığı olgusu gözetilmeden dava açma süresinin aşırı katı ve şekilci bir yorumla, otomatik olarak kadastro tutanaklarının kesinleştiği tarihten başlatılması tapu sicilinin kesinleştirilmesindeki kamusal yarar ile başvurucuların mülkiyet hakkının korunmasındaki bireysel yarar arasındaki dengeyi başvurucular aleyhine aşırı bir külfete yol açacak şekilde bozmuştur. Bu durum başvurucuların mülkiyet hakkına yapılan müdahaleyi orantısız kılmıştır.

63. Açıklanan gerekçelerle Anayasa'nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

Kadir ÖZKAYA, Recai AKYEL, Yıldız SEFERİNOĞLU, Selahaddin MENTEŞ, İrfan FİDAN ve Muhterem İNCE bu görüşe katılmamışlardır.

B. Makul Sürede Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Başvurucuların İddiaları

64. Başvurucular, yargılamaların makul süre içinde tamamlanmaması nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

2. Değerlendirme

65. 9/1/2013 tarihli ve 6384 sayılı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine Yapılmış Bazı Başvuruların Tazminat Ödenmek Suretiyle Çözümüne Dair Kanun'a 25/7/2018 tarihinde eklenen geçici 2. maddeye göre yargılamaların uzun sürmesi ve yargı kararlarının geç veya eksik icra edilmesi ya da icra edilmemesi şikâyetiyle Anayasa Mahkemesine yapılan ve bu maddenin yürürlüğe girdiği tarih itibarıyla Anayasa Mahkemesi önünde derdest olan bireysel başvuruların başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle verilen kabul edilemezlik kararının tebliğinden itibaren üç ay içinde yapılacak müracaat üzerine Tazminat Komisyonu tarafından incelenmesi öngörülmüştür.

66. Bu defa 28/3/2023 tarihli ve 7445 sayılı Kanun'un 40. maddesi ile 6384 sayılı Kanun'un geçici 2. maddesinin birinci fıkrasında yer alan tarih 9/3/2023 olarak değiştirilmiştir.

67. Anayasa Mahkemesi Ferat Yüksel (B. No: 2014/13828, 12/9/2018) kararında, ilk bakışta ulaşılabilir olan ve ihlal iddialarıyla ilgili başarı şansı sunma ve yeterli giderim sağlama kapasitesi olduğu görülen Tazminat Komisyonuna başvuru yolu tüketilmeden yapılan başvurunun incelenmesinin bireysel başvurunun ikincil niteliği ile bağdaşmayacağı sonucuna vararak başvuru yollarının tüketilmemiş olması nedeniyle kabul edilemezlik kararı vermiştir.

68. Mevcut başvuruda da söz konusu karardan ayrılmayı gerektiren bir durum bulunmamaktadır.

69. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

C. Giderim Yönünden

70. 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…

 (2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir."

71. Başvurucular; ihlalin tespit edilmesini, mülkiyet hakkı ihlali nedeniyle yargılamanın yenilenmesine hükmedilmesini, buna gerek görülmemesi hâlinde tazminata hükmedilmesini, makul sürede yargılanma hakkı ihlali yönünden tazminata hükmedilmesini talep etmiştir.

72. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan ([GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018) kararında ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağı hususunda genel ilkeler belirlenmiştir. Anayasa Mahkemesi diğer bir kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal kararının yerine getirilmemesinin sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin devamı anlamına geleceği gibi ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle sonuçlanacağına işaret etmiştir (Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019).

73. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural mümkün olduğunca eski hâle getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması, ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan, §§ 55, 57).

74. İhlalin mahkeme kararından kaynaklandığı veya mahkemenin ihlali gideremediği durumlarda Anayasa Mahkemesi, 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası ile Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 79. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın bir örneğinin ilgili mahkemeye gönderilmesine hükmeder. Anılan yasal düzenleme, usul hukukundaki benzer hukuki kurumlardan farklı olarak ihlali ortadan kaldırmak amacıyla yeniden yargılama sonucunu doğuran ve bireysel başvuruya özgülenen bir giderim yolunu öngörmektedir. Bu nedenle Anayasa Mahkemesi tarafından ihlal kararına bağlı olarak yeniden yargılama kararı verildiğinde usul hukukundaki yargılamanın yenilenmesi kurumundan farklı olarak ilgili mahkemenin yeniden yargılama sebebinin varlığını kabul hususunda herhangi bir takdir yetkisi bulunmamaktadır. Dolayısıyla böyle bir kararın kendisine ulaştığı mahkemenin yasal yükümlülüğü, ilgilinin talebini beklemeksizin Anayasa Mahkemesinin ihlal kararı nedeniyle yeniden yargılama kararı vererek devam eden ihlalin sonuçlarını gidermek üzere gereken işlemleri yerine getirmektir (Mehmet Doğan, §§ 58, 59; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), §§ 57-59, 66, 67).

75. İncelenen başvuruda, hak düşürücü sürenin geçtiği gerekçesiyle davanın reddedilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği sonucuna ulaşılmıştır. Dolayısıyla ihlalin mahkeme kararından kaynaklandığı anlaşılmıştır.

76. Bu durumda mülkiyet hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Yapılacak yeniden yargılama ise bireysel başvuruya özgü düzenleme içeren 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu kapsamda yapılması gereken iş, yeniden yargılama kararı verilerek Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar verilmesinden ibarettir. Bu sebeple kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere mahkemeye gönderilmesine karar verilmesi gerekmektedir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. 1. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA OYBİRLİĞİYLE,

2. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA OYBİRLİĞİYLE,

B. Anayasa'nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE Kadir ÖZKAYA, Recai AKYEL, Yıldız SEFERİNOĞLU, Selahaddin MENTEŞ, İrfan FİDAN ve Muhterem İNCE'nin karşıoyu ve OYÇOKLUĞUYLA,

C. Kararın bir örneğinin mülkiyet hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere İstanbul 2. Asliye Hukuk Mahkemesine (E.2012/179, K.2015/458; E.2012/180, K.2015/457) GÖNDERİLMESİNE,

D. 811,50 TL harç ve 9.900 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 10.711,50 TL yargılama giderinin başvuruculara MÜŞTEREKEN ÖDENMESİNE,

E. Ödemenin kararın tebliğini takiben başvurucuların Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

F. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 27/4/2023 tarihinde karar verildi.

 

 

 

KARŞIOY

1. Eldeki bireysel başvuruda Sayın Çoğunluk, başvurucuların mülkiyet haklarının ihlal edildiği sonucuna ulaşmıştır. Aşağıda ortaya koymuş olduğumuz nedenlerle çoğunluğun bu görüşüne katılmamız mümkün değildir:

2. Başvurucular 1883 yılında vefat eden Ayzer (Ayiza) Zetya isimli kişinin (kök murisleri) çocuğu olan ve 1941 yılında vefat eden Amalya (Ameliye) Fitriyadu'nun mirasçıları oldukları, İstanbul ilinde bulunan bazı taşınmazların Sarıyer Müdevvere Defterinde kök murisleri adına kayıtlı olduğu, ancak taşınmazların 1953 yılında kesinleşen kadastro çalışmaları sırasında Hazine adına tespit gördüğü; buna karşılık taşınmazlara ilişkin açmış oldukları davada dile getirdikleri tapu iptali ve tescil istemlerinin hak düşürücü süre nedeniyle reddedildiği, tazminat taleplerinin ise zamanaşımı sebebiyle kabul edilmediği iddiasıyla mülkiyet haklarının ihlal edildiğini öne sürmüşlerdir.

3. Çoğunluk görüşünde, başvurucuların taleplerinin Sarıyer Müdevvere Defterine dayanması dolayısıyla Anayasa'nın 35. maddesi bağlamında bir menfaatlerinin (mülkün) olduğu, bu defterde kayıtlı olan taşınmazların kadastro tespitiyle Hazine adına tapuya tescil edilmesi dolayısıyla da mülke yönelik müdahalede bulunulduğu kabul edilmiştir. Çoğunluk bu müdahalenin Anayasa'ya uygunluğu bakımından yaptığı değerlendirmede ise başvurucuların açtıkları tapu iptali ve tescil davasının hak düşürücü süre nedeniyle reddedilmesinin (kanuni bir dayanağı ve meşru amacı bulunmakla birlikte) ölçülü olmadığı kanaatine varmıştır.

4. Somut olayda başvurucuların mülkiyet haklarına bir müdahalenin olup olmadığının tespitinde, başvurucular tarafından dayanılan Sarıyer Müdevvere Defterindeki kayıtların mahiyetinin belirlenmesi büyük önem taşımaktadır. Çoğunluk görüşünün gerekçesinde; bu kayıtların tapu hükmünde olup olmadığının tartışmalı bulunduğu, ancak bunların taşınmaz üzerindeki tasarruf ve zilyetliği tevsik edici belgelerden olduğu ifade edilerek diğer koşulların gerçekleşmesi halinde mülkün edinilebildiği şeklindeki bir değerlendirmeyle mülkiyet hakkı bağlamında korunması gereken bir menfaatin var olduğu sonucuna ulaşılmıştır.

5. Oysa ortada bir mülkün ya da mülkiyet hakkı kapsamında bir menfaatin varlığının tespiti için bu kayıtların niteliğinin açıkça ortaya konulması, bu bağlamda tapu kaydı vasfında olup olmadıklarının belirlenmesi, tapu kaydı niteliğinde olmamaları halinde ise hangi koşullarda mülk edinmeye hukuki dayanak oluşturabileceklerinin açıklığa kavuşturulması gerekmektedir. Bununla birlikte; taşınmaz hukukuna dair uyuşmazlıkların çözümüyle ilgili bu belirlemeyi yapmak, bireysel başvuru incelemesinin kapsamında değildir. Bu nedenle söz konusu kayıtlara hukuk sistemimizin ne tür bir anlam ve değer yüklediğinin tespitinde bilhassa ilgili yargı mercilerinin yaklaşımının dikkate alınması gereği ortaya çıkmaktadır. Böyle olunca da konuya ilişkin uyuşmazlıkların esas bakımından nihai çözüm yeri olan temyiz mercilerinin karar ve değerlendirmelerine bakılması, bu karar ve değerlendirmelerde açık bir keyfilik veya bariz bir takdir hatası bulunup bulunmadığının incelenmesi gerekmektedir.

6. Yargıtay 7. Hukuk Dairesi bir kararında Cumhuriyet öncesi dönemde tutulan hangitür kayıtların tapu kaydı sayılması gerektiğiyle ilgili önemli ilkeler belirlemiştir. Buna göre eski döneme ait bir kaydın tapu kaydı sayılabilmesi için şu dört koşulun bulunması gerekmektedir:

 a- O defterin ve muhtevasının gayrimenkullerdeki mülkiyet ve tasarruf hakkını belirtmesi,

b- Mülkiyet ve tasarruf haklarındaki değişmelerin o defter üzerinden yürütülmüş olması,

c- O defterler tutulduğu zaman, tapu idarelerinin buna yetkisi bulunmamış olması ve defteri tutanların tedavül ve intikal muamelelerine resmiyet vermek yetkilerinin bulunması,

d- Defteri tutanların yetkileri kaldırıldıktan sonra defterin zamanında tapu idarelerine devredilmiş bulunması gerekmektedir (Yargıtay 7. Hukuk Dairesinin 15/7/1964 tarihli ve E.2562, K.4752 sayılı ilamı; Süleyman Sapanoğlu, B. (2014). Zilyetlikten Kaynaklanan Tescil Davaları (s. 16).

7. Yargıtay bir başka kararında ise -yukarıda yer alan ilkelerden hareket ederek yaptığı değerlendirmede- "... müdevvere kaydının tapu kaydı olarak kabulü mümkün olmayıp ancak tasarrufu teyit eden başka bir deyimle zilyetliği gösteren bir belge olarak nitelendirilmesi mümkündür." sonucuna ulaşmıştır (Yargıtay 8. Hukuk Dairesinin 10/10/1989 tarihli ve E.1989/6720, K.1989/9538 sayılı ilamı).

8. Buna göre Yargıtay uygulamasında müdevvere defteri kayıtlarının tapu kaydı niteliğinde olduklarının kabul edilmediği anlaşılmaktadır. Bireysel başvurunun ikincillik niteliği dikkate alındığında Anayasa Mahkemesinin, Yargıtayın bu tespit ve değerlendirmelerinin yerine kendi yaklaşımını koyarak bu defterlerde yer alan kayıtların tapu belgesi olduğunu söylemesi de mümkün görünmemektedir. Esasen bu durum bireysel başvurunun temel prensiplerinden biri olarak vücut bulmaktadır.

9. Daha da önemlisi bu kayıtlar, taşınmazların mülkiyetini gösteren belgeler olmadıklarından, sahiplerine ait oldukları arazi parçalarını kazandırma bakımından tek başına bir anlam taşımamaktadırlar. Bunlar, ancak zilyetlik ile birleştiği sürece hukuki bir öneme haizdirler. Bu husus 3402 sayılı Kanun'un 14. maddesinden de açıkça anlaşılmaktadır. Somut olayda ise başvurucuların kök murisleri Ayzer veya yakın murisleri Amalya'nın dava konusu taşınmazların kadastro tespitlerinin yapıldığı 1953 yılı ve öncesinde taşınmazlar üzerinde zilyetliklerinin olduğu yönünde bir ispatı, hatta iddiası dahi bulunmamaktadır.

10. Bu durumda başvurucuların dayandığı Sarıyer Müdevvere Defteri kayıtlarının taşınmazların mülkiyetini kazanmayı sağlayan belge olarak kabulü mümkün değildir. Bir başka anlatımla tapu kaydı niteliğinde olmayan ve zilyetlikle de birleşmediği için hukuki bir değer taşımayan bu kayıtların varlığından bahisle başvurucuların taşınmazları mülk edinme bakımından meşru bir beklenti içinde oldukları söylenemez. Dolayısıyla somut olayın koşullarında başvurucular bakımından ortada anayasal anlamda bir mülkün varlığı söz konusu değildir.

11. Bu itibarla Sayın Çoğunluğun başvurucuların mülkiyet hakkının mevcut olduğu ve bu hakka yönelik müdahalede bulunulduğu yönündeki değerlendirmesine katılmıyoruz.

12. Diğer taraftan biran için başvurucular tarafından açılan tapu iptali tescil davasının hak düşürücü süre nedeniyle reddedilmesinin mülkiyet hakkına yönelik bir müdahale teşkil ettiği kabul edilse dahi Çoğunluğun bu müdahalenin ölçülü olmadığı yönünde ulaştığı sonucun dosya kapsamına ve somut olayın özelliklerine uygun olduğunu söylemek de mümkün görünmemektedir. Bu çerçevede olayın daha iyi anlaşılabilmesi bakımından yaşanan dava süreçlerine kısaca değinmek yararlı olacaktır.

13. Eldeki dosyanın başvurucuları, 2012 yılında İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı ve Hazine aleyhine açtıkları iki ayrı davada 38/2 numaralı Sarıyer Müdevvere Defterine göre kök murislerine ait olan sekiz ayrı taşınmazın kadastro çalışmalarında Hazine adına tespit edildiğini ve sonrasında kanuni devir suretiyle İstanbul Belediyesi adına tescil olduğunu ileri sürerek taşınmazların tapularının iptali ile adlarına miras payları oranında tescil edilmesini, bu istemleri kabul edilmediği takdirde ise taşınmazların değerinin tahsiline karar verilmesini talep etmişlerdir.

14. Mahkemece yapılan yargılamalar sonunda her iki davanın, 3402 sayılı Kanun'un 12. maddesinin üçüncü fıkrasında öngörülen on yıllık hak düşürücü sürenin dolmasından sonra açıldığı gerekçesiyle davalarının reddine karar verilmiştir. Mahkemeye göre başvurucuların tapu iptali ve tescil talebine dayanak yaptıkları hukuki sebep (taşınmazları Sarıyer Müdevvere Defterinde kök murisleri adına kayıtlı olduğu iddiası) kadastro öncesine dayanmaktadır ve bu nedenle anılan Kanun hükmündeki on yıllık hak düşürücü süreye tabidir. Mahkeme tazminat istemlerini ise zamanaşımı sebebiyle reddetmiştir. Her iki davada verilen hükümler, Yargıtay denetiminden geçerek kesinleşmiştir.

15. Öte yandan murisin bir kısım mirasçısı tarafından aynı hukuki sebebe dayalı olarak daha önce açılan başka bir davanın Sarıyer 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin E.1993/437, K.1995/640 sayılı kararı ile yine hak düşürücü süreden reddedildiği anlaşılmaktadır.

16. Bu durumda öncelikle bir yerde yapılacak olan kadastro çalışmalarının yürütülme şekline dair bazı genel bilgilere değinilmesi, sonrasında ise her iki davanın ret sebebini oluşturan ve 3402 sayılı Kanun'un 12. maddesinin üçüncü fıkrasında düzenlenmiş olan "hak düşürücü süre" ile ilgili bir takım açıklamalara yer verilmesi uygun olacaktır.

17. Kadastro; bir ülke veya bölgedeki her çeşit arazi ve mülklerin yeryüzü üzerindeki yer ve konumlarının, alanının, sınırlarının, sahiplerinin ve değerlerinin, üzerindeki hak ve yükümlülüklerin devlet eliyle saptanıp plana ve kayda bağlanması işlemlerinin tümünü ifade etmektedir (Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun (YHGK) 17/6/2021 tarihli ve E.2017/1219, K.2021/791 sayılı kararı).

18. Kadastronun amacı (3402 sayılı Kanun'un 1. maddesinde de ifade diliği üzere) ülkedeki taşınmaz malların sınırlarını arazi ve harita üzerinde belirterek taşınmazların hukukî durumlarını tespit etmek, böylelikle sağlıklı bir tapu sicili kurmaktır. Bu bağlamda, bir yerde kadastro çalışmaları tamamlandığında orada bulunan tüm taşınmazların sınırları koordinat esasına göre hem zeminde hem de harita üzerinde belirlenecek, ayrıca her bir taşınmazın hukuki niteliği ve durumu da tespit edilmiş olacaktır.

19. Yargıtaya göre de 3402 sayılı Kanun'un üç temel amacı vardır. Bunlar; taşınmaz malların sınırlarının arazi ve harita üzerinde belirlenmesi, hukukî durumlarının tespit edilmesi ve Türk Medeni Kanunu'nun öngördüğü tapu sicilinin kurulmasıdır. Yine kadastronun biri geometrik diğeri hukukî olmak üzere iki yönü bulunmaktadır. Geometrik anlamda kadastro, tekniğin ve fennin yardımı ile bir ülkedeki her taşınmazın türünü, sınırını ve yüzölçümünü kesin bir şekilde belirleyip, sınırlarını tespit etmektir. Hukukî yönü ise geometrik olarak sınırlanan bu taşınmazlar üzerindeki haklar ile hak sahiplerinin belirlenmesinden ibarettir. Kadastronun kesinleşmesi ile birlikte taşınmazlar üzerindeki mülkiyet durumu, bunların kime ait olduğu, üzerlerindeki sınırlı ayni haklar ve bunların sahipleri belirlenmiş olacak; sonrasında da her taşınmaz, malikinin adı belirtilerek tapu kütüğüne kaydedilecektir (YHGK'nin 17/6/2021 tarihli ve E.2017/1219, K.2021/791 sayılı kararı).

20. Bu yönüyle kadastro çalışmalarının yapılması ve tamamlanması, ülkedeki tüm taşınmazların fiili durum ve hukuki nitelik olarak tapu sicilinde kayıt altında olması ve bu sayede taşınmazlara ilişkin hukuki uyuşmazlıkların büyük ölçüde çözüme kavuşması bakımından hayati derecede öneme sahiptir.

21. Nitekim Anayasa Mahkemesi de devletin pozitif yükümlülükleri çerçevesinde taşınmaz mülkiyetinin korunması bakımından tapu sicili sisteminin öneminin tartışmasız olduğunu teyit etmektedir (Ahmet Yazı ve diğerleri, B. No: 2016/13545, 23/10/2019, § 43). Mahkeme ayrıca taşınmazlar üzerindeki ayni hakların tapu sicili yoluyla açıklık kazanmasının güveni ve sürekliliği sağladığını vurgulamıştır (AYM, E.1993/21, K.1993/30, 21/9/1993). Mahkemeye göre taşınmazlara ilişkin ayni hakların açıklığa kavuşturulmasında ve bu hakların herkese karşı korunmasının güvencesi olan tapu sicili müessesesinin kurulmasında kadastronun yeri ve önemi tartışma götürmez bir biçimde kendini göstermektedir (AYM, E.1973/13, K.1973/23, 3/5/1973). Bu bağlamda belirtmek gerekir ki kanun koyucu kadastro çalışmaları yoluyla plana dayalı çağdaş tapu sicilinin oluşturulmasını amaçlamış olup bu sistemin amaçlarından biri de taşınmazların arz üzerindeki yerleri ile sınırlarını doğru ve açık olarak göstermektir. Buna göre tapu sicilindeki bilgilerin güvenilirliğini sağlamak ise pozitif yükümlülükleri kapsamında devletin sorumluluğunu gerektirmektedir (Sefa Koşar, B. No: 2015/18352, 10/5/2018, § 51).

22. Kanun koyucu, kadastro çalışmalarının bu özelliğini göz önüne alarak 3402 sayılı Kanun'da taşınmaz hukukuna ilişkin olarak diğer mevzuatımızda yer alan hükümlerden ayrılan çok sayıda düzenleme yapmıştır. Tapulu taşınmazın bir bölümünün veya şayi payının zilyetlikle kazanılması, tapu dışı paylaşıma değer verilmesi, muhdesatın beyanlar hanesinde gösterilmesi, ölü kişi aleyhine dava açılabilmesi, tapulu taşınmazın tapu dışı bir yolla temlikine geçerlilik tanınması bu ayrıksı düzenlemelere örnek olarak gösterilebilir.

23. Öte yandan 3402 sayılı Kanun'un genel sistematiği ve bu ayrıksı hükümleri bütünlük içinde incelendiğinde, anılan Kanun'un bir nevi tasfiye kanunu şeklinde tanımlanması mümkün görünmektedir. Bu çerçevede kadastronun tamamlanmasıyla oluşan ve haritaya ve sicile bağlanmış olan fiili ve hukuki durumun bir an önce netleşmesinin sağlanması amaçlanmakta; bunun yanı sıra kadastro öncesinden gelen talep ve iddiaların belirli süre içinde yargı mercileri önüne taşınması ve bunların biran önce çözüme ulaştırılması hedeflemektedir.

24. Esasen kadastro çalışmalarının bu özellikleri Yargıtay kararlarında da vurgulanmıştır. Yargıtay İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulu (YİBBGK) bir kararında kadastro çalışmaları ile Kanun'da öngörülen "... amaca varılabilmesi, tapulu taşınmazların tapularının yenilenmesini, tapusuz taşınmazların tapuya bağlanmasını ve kamu mallarının statüsünün belirlenmesini gerektirir. Önemle belirtelim ki, Kadastro Kanunu, tasfiyeyi öngören özel ve geçici bir kanundur. Kadastro Kanunu ile eylemli durumun yasal hale getirilmesi amaçlanmış ve zilyetliğe ağırlık veren hükümlere yer verilmiştir ..."demek suretiyle 3402 sayılı Kanun'un ayrıksı niteliğine dikkat çekmiştir. Kararda ayrıca Kadastro Kanunu'nun; işlevi, niteliği ve özelliği itibariyle genel hükümlerden ayrı ve genel hükümlere aykırı bazı hükümler içerdiğine de vurgu yapılmıştır (YİBBGK'nin 6/6/1997/ tarihli ve E.1994/5, K.1997/2 sayılı kararı).

25. Kadastro çalışmalarının ilk kez yapıldığı yerlerde var olan tapu kaydı gibi mülkiyet belgelerinin sınırları çoğu zaman bir koordinata bağlı olmadığından hangi kaydın nereye ait olduğu veya bir taşınmaza uygulanabilecek birden fazla kaydın bulunup bulunmadığının tespiti çoğu zaman mümkün olamayabilmektedir. Yine taşınmazların zilyetlerinin dayanabilecekleri ve fakat tapu kaydı niteliğinde olmayan belgelerin bulunup bulunmadığı ve varsa bunların sınırlarının belirlenmesi de aynı şekilde güçlükler içermektedir. Zira bu belgeler genelde beyana istinaden tanzim edilmiş, sınırları ve yüzölçümleri birbirine uygun olmayan kayıtlar olarak ön plana çıkabilmektedir.

26. Tüm bu nedenlerle Kanun'da, kadastro öncesi ve sonrasında, çalışma yapılacak bölgeyle ve çalışma alanıyla ilgili bir takım duyuruların yapılması yöntemi benimsenmiştir. Kadastro Kanunu uygulamalarında her ilin merkez ilçesi ile diğer ilçelerin idari sınırları içinde kalan yerlere "bölge", bölgelerde bulunan her köy ile belediye sınırları içinde bulunan her mahalleye "çalışma alanı" denilmektedir. Bölgede ve çalışma alanında kadastro faaliyetlerinin yürütülebilmesi için ilk olarak gerekli ilanların yapılması zorunlu bulunmaktadır.

27. Bu çerçevede 3402 sayılı Kanun'un 2. maddesinin üçüncü fıkrası uyarınca; kadastrosuna başlanacak bölgeler en az bir ay önceden Resmi Gazete, Radyo veya Televizyonda, bölge merkezi ve bağlı bulunduğu ilde, bir yerel gazete ve bir internet haber sitesinde ilan olunur ve ayrıca alışılmış vasıtalarla duyurulur. Sonrasında ise Kanun'un4. maddesinin ikinci fıkrası uyarınca; kadastro müdürü, kadastrosuna başlanacak mahalleyi veya köyü en az 15 gün önce bölge merkezi ile çalışma alanı ve komşu köy, mahalle ve belediyelerde alışılmış vasıtalarla duyurur. Bu duyuruda çalışma sınırlarının tespitine hangi gün ve saatte başlanacağı belirtilir. Devamında ise Kanun'un 6. maddesi uyarınca; kadastro teknisyenleri, kadastrosuna başlayacakları mevki veya adaları en az yedi gün önceden alışılmış vasıtalarla ilgili köy veya mahallede ilan ettirir. Çalışmalara üç aydan fazla ara verilmesi halinde ilan yenilenir.

28. Nihai olarak kadastro tespit çalışmaları tamamlanınca, Kanun'un11. maddesinin birinci fıkrası uyarınca; kadastro müdürü, kadastro tutanaklarına göre yapılan tespitlere dayanarak, askı cetvellerini düzenler; bu cetvelleri ve pafta örneklerini, müdüriyette ve ayrıca muhtarın çalışma yerinde 30 gün süre ile ilan ettirir; itirazı olanların ilan süresi içinde Kadastro Mahkemesinde dava açabileceklerini belirtir.

29. Bu itibarla kadastro çalışmalarıyla ilgili olarak dört aşamalı bir ilan sürecinin bulunduğu söylenebilir. İlk önce çalışma yapılacak bölge (ilçe), sonrasında çalışma alanı (köy/mahalle), devamında tespit yapılacak mevki ve adalar ilan edilmekte; tespit çalışmaları tamamlanınca da yapılan tespitler ilan yoluyla durulmaktadır. Kanun koyucu11. maddenin dördüncü (sonuncu) fıkrasında "Bu Kanun gereğince yapılan ilanlar, ilgili gerçek kişilere, kamu ve özel hukuk tüzelkişilerine şahsen tebliğ edilmiş sayılır." demek suretiyle bu ilanların hukuki ehemmiyetini de açıkça ifade etmiştir.

30. Kadastro çalışmalarının yapılış sürecinin ve çalışmaların tamamlanmasıyla yapılan tespitlerin sonuçlarının ilan yoluyla duyurulması,işin mahiyeti gereği bir zorunluluk olarak ön plana çıkmaktadır. Zira kadastro öncesinde çalışma alanında bulunan hangi taşınmazın sınırlarının neresi olduğu, taşınmazların yüzölçümü miktarının ne olduğu, bu taşınmaz parçalarıyla ilgili olarak çalışmanın yapıldığı mahalde yaşayan veya başka bir yerde bulunan kimselerin ne tür bir ayni veya şahsi hak sahibi oldukları konusunda belirsizlik bulunmaktadır. Bu itibarla kadastro çalışması yapan mercilerin, çalışmaya konu taşınmaz malların ilgililerinin kimler olduğunu tam anlamıyla bilmeleri mümkün olmadığından ilgili kişilere bizatihi tebliğ yapılması imkânı mevcut değildir. Bir başka anlatımla kadastro çalışmalarında bildirimlerin ilanen yapılması, kadastronun tasfiye edici ve inşai olma niteliklerinden kaynaklanan bir zorunluluk olarak kendini göstermektedir.

31. Kanun koyucu, bir taraftan kadastro faaliyetinin açıklanan özelliklerini dikkate alarak tasfiye amacına ulaşılması, diğer yandan ise kişilerin kadastro çalışmalarıyla zedelenebilecek taşınmazlara dair haklarına erişimin sağlanabilmesi amacıyla iki ayrı dava açma imkanı öngörmüştür. Bu bağlamda 3402 sayılı Kanun'un 12. maddesinin birinci fıkrası uyarınca otuz günlük askı ilan süresi içinde kadastro tutanaklarında yer alana sınırlandırma ve tespitlere karşı Kadastro Mahkemesine itiraz davası açılması mümkündür. Bu davalar, uygulamada "kadastro tespitine itiraz davaları" olarak ifade edilmektedir. Anılan sürede belirtilen dava açılmadığı taktirde tutanaklar kesinleşir. Bununla birlikte anılan maddenin üçüncü fıkrası uyarınca; bu tutanaklarda belirtilen haklara, sınırlandırma ve tespitlere ait tutanakların kesinleştiği tarihten itibaren on yıl içinde genel mahkemelerde (Asliye Hukuk Mahkemelerinde) dava açılması imkânı bulunmaktadır (aynı yöndeki açıklamalar için bkz. Ayşe Türk ve diğerleri, B. No: 2018/1906, 21/4/2021, § 26).

32. Bir başka ifadeyle 3402 sayılı Kanun'un 12. maddesinin üçüncü fıkrasında kadastro tutanaklarında yer alan haklara, sınırlandırmalara ve tespitlere ilişkin olarak kadastrodan önceki hukuki sebeplere dayanarak itiraz olunması ve dava açılması on yıllık hak düşürücü süreye tabidir. Kanun'a göre bu süre tutanağın kesinleşmesinden itibaren başlamaktadır. Ayrıca hak düşürücü süre yalnızca kadastro öncesi hukuki sebeplere dayanılarak açılan davalar bakımından söz konusudur; kadastro sonrasında oluşan hukuki durumlara ilişkin açılan davalarda buradaki hak düşürücü süre uygulanmaz.

33. Anayasa Mahkemesi bir kararında 3402 sayılı Kanun'un 12. maddesinde öngörülen on yıllık sürenin Anayasa'ya uygunluğunu denetlemiştir. Mahkeme, ilk olarak maddede düzenlenen sürenin "hak düşürücü süre" niteliğinde olduğunu, kanun koyucunun böylece kamu düzeniyle ilgili bir nitelik taşıyan kadastro işlemlerinin korunması ve düzenli bir tapu sicilinin oluşması amacını güttüğünü vurgulamıştır. Mahkeme ayrıca hak düşürücü süreyle ilgili olarak "Hak arama yolunu kısıtlayan 'hak düşürücü süre' hakkı ortadan kaldırıcı, yok edici işleve sahip olduğundan süre geçtikten sonra hakkın varlığından söz edilemez. Hak düşürücü süre ile, yasanın belirlediği sürede bir dava açılmaması halinde hakkın kendisi sona erer. Hak düşürücü süre, davanın görülebilirlik koşulu olduğundan yargıç hak düşürücü süreyi kendiliğinden, gözönünde bulundurmak zorundadır." değerlendirmesinde bulunmuştur (AYM, E.1991/9, K.1991/36, 8/10/1991).

34. Mahkeme, esasa ilişkin incelemede, kuralın Anayasa'nın 2. maddesine uygunluğu bakımından "... Kamu yararı amacıyla on yıllık hak düşürücü kural getirilirken, daha önce mülkiyet hakkını yitirenlere yeniden bu hakkın tanınmasını isteme olanağı verilmesi adalete aykırı olacağı gibi, mülkiyet hakkı kazananların bu haklarına da zarar verir. Bu bakımdan yapılan düzenleme demokratik toplum kurallarına ve hukukun genel ilkelerine ters düşmediği gibi, kamu yararını öngördüğünden hukuk devleti kavramına da aykırı değildir." şeklinde bir değerlendirmede bulunmuştur.

35. Mahkeme, Anayasa'nın 23. maddesine uygunluk bakımından yaptığı incelemede ise "... Kadastro çalışmalarına başlama işlemleri her türlü iletişim araçlarıyla duyurulmaktadır. Kanun bir tasfiye kanunudur ve uygulamanın bitmesiyle son bulacağından geçicidir. İlgili kural ile kadastrosu yapılan yerlerde taşınmazının, kadastro sırasındaki ve sonraki hukuksal durumuyla ilgilenmeyen kişilerin yasa ile konulan hak düşürücü süre içinde ilgili merciine başvurmamalarının sonucunu hükme bağlamaktadır. Bu nedenle anılan kural, kişileri taşınmazın bulunduğu yerde ikamet etmeye zorlayan bir hüküm içermediği için, Anayasa'nın 23. maddesine aykırı bir yönü yoktur." diyerek, kadastro çalışmalarının ilan yoluyla tebliğinde Anayasa'ya aykırılık tespit etmemiştir.

36. Mahkeme, Anayasa'nın 35. maddesine uygunluğu bakımından da ".. Yasada öngörülen durumlar ve süreler ile ilgililerin haklarını kullanmalarında kolaylık sağlayan öbür kurallar birlikte gözönüne alındığında, dava hakkının on yıllık hak düşürücü bir süre ile sınırlandırılmış olmasını, bu hükmün kamu düzeni düşüncesine uygun olduğu kadar, tanınan sürenin hakkın kullanılmasına da elverişli bulunduğu kabul edilmelidir. Bu kurallarla güdülen amacın devletin hak sahibi olmasına yönelik olduğu da düşünülemez." şeklinde değerlendirmeler yapmış ve sonuç olarak3402 sayılı Kanun'un 12. maddesinin üçüncü fıkrasının Anayasa'ya uygun olduğu tespitinde bulunarak iptal talebini reddetmiştir (AYM, E.1991/9, K.1991/36, 8/10/1991).

37. Anayasa Mahkemesi, kadastro tespitleri sonrasında 3402 sayılı Kanun'un 12. maddesinin üçüncü fıkrasında hüküm altına alınmış olan hak düşürücü süre içinde açılmaması sebebiyle reddedilen davalarla ilgili başvurularda, bu durumun başvurucular üzerinde ağır bir yük oluşturmadığı değerlendirmesiyle mahkemeye erişim hakkına yönelik bir ihlal olmadığı sonucuna varmıştır (bkz. Ayşe Türk ve diğerleri, § 30; Hasan Kalender, B. No: 2017/31122, 18/6/2020, § 46).

38. Yapılan bu açıklamalar ışığında somut olaya dönüldüğünde -Çoğunluk görüşünde de vurgulandığı üzere- başvurucular tarafından açılan tapu iptali ve tescil istemli davaların dava tarihi itibarıyla hak düşürücü sürenin dolması sebebiyle reddedilmesinin kanuni dayanağının olduğunda ve meşru amaca sahip bulunduğunda tereddüt mevcut değildir. Ne var ki Sayın Çoğunluk, davaların hak düşürücü sürenin dolması nedeniyle reddedilmesinin ölçülü olmadığı görüşündedir. Bu değerlendirmenin ise genel olarak başvurucuların, kadastro tespitine konu taşınmazların bulunduğu yerde oturmamasına dayandırıldığı görülmektedir. Çoğunluğa göre yurt dışında ikamet eden bir kişi yönünden -taşınmazla bağını koparan istisnai durumların da bulunması hâlinde- kadastro ilanından haberdar olunması oldukça güçtür. Bu gibi hallerde 3402 sayılı Kanun'un 12. maddesinin üçüncü fıkrasında öngörülen on yıllık hak düşürücü sürenin otomatik olarak kadastro tutanakların kesinleşmesinden sonra başlatılmış olması, mülkiyet hakkına yönelik ölçüsüz bir müdahale teşkil edecektir.

39. Anılan yaklaşımın, kadastro çalışmalarının yukarıda etraflıca açıklanan nitelik ve özellikleriyle bağdaşmadığı açıktır. Zira Anayasa Mahkemesi ve Yargıtay kararlarında da vurgulandığı üzere kadastro çalışmaları, ülkedeki taşınmazların fiili ve hukuki durumlarını belirmemeye yönelik kurucu özellikler taşıyan ve tasfiye niteliğinde işlemlerin tesis edildiği süreçlerdir. Bu çalışmalar, öncesinde üç aşamada çeşitli vasıtalarla ilan edilmekte, çalışmalar tamamlanınca sonuçları yine ilan yoluyla duyurulmakta, sonrasında da on yıllık dava açma süresi bulunmaktadır.

40. Söz konusu ilanların ilgili kişiler tarafından öğrenilmemesi ihtimali sadece yurt dışında yaşayan kişilerle sınırlı değildir. Günümüzde kişilerin, çoğu zaman birden fazla yerde taşınmazları bulunabilmektedir. Yine ülke nüfusunun önemli bir kısmı artık büyükşehirlerde ya da kent merkezlerinde yaşamını sürdürmektedir. Bu kişiler bakımından da taşınmazlarıyla ilgili kadastro faaliyetlerinden haberdar olamama durumu söz konusu olabilmektedir. Nitekim uygulamada görülmektedir ki; kadastro çalışmalardan haberdar olamama nedeniyle on yıllık hak düşürücü süre içinde dava açamayan kişilerin çok büyük bir bölümü ülkemiz sınırları içinde, hatta çoğu zaman taşınmazın bulunduğu şehirlerde yaşayan kimselerdir.

41. Bu itibarla Sayın Çoğunluğun yurt dışında yaşayan kişiler bakımından 3402 sayılı Kanun'un 12. maddesinin üçüncü fıkrasında öngörülen on yıllık hak düşürücü sürenin başlangıcına dair dile getirdiği ayrıksı yaklaşımın herhangi bir hukuki ya da sosyal temele dayandığını söylemek güçtür. Dahası, böyle bir yaklaşım, kadastro ile amaçlan taşınmazların fiziki ve hukuki durumlarının tespit ve kayıt altına alınması, kişiler açısından sağlıklı, güvenilir ve öngörülebilir bir tapu sicili tesis edilmesi hedefini de önemli ölçüde sekteye uğratma riski taşımaktadır. Esasen bu yaklaşımın, hak düşürücü sürenin mahiyetiyle uyumlu olduğunu söylemek de mümkün değildir.

42. Dolayısıyla somut olayda ilk derece mahkemesinin ve Yargıtayın dava açma süresinin başlangıcını kadastro tutanaklarının kesinleşme tarihine göre belirlemesi Kanun'un açık hükmü gereğidir. İlave olarak bu yaklaşım, Yargıtayın uzun yıllardır kökleşmiş ve süregelen içtihadının somut olaya uygulanmasından ibarettir. Bu durumda, bireysel başvuruya konu karar ve uygulamanın; öngörülemez nitelikte olduğunu veya başvurucuların mülkiyet hakkının usulü güvencesi bağlamında katı bir yoruma dayandığını ileri sürmek de imkân dahilinde görünmemektedir.

43. Diğer taraftan Çoğunluk görüşünde bir başka ülkenin vatandaşı olan başvurucuların ülkemizde ikamet ettikleri yönünde mahkeme kararlarında bir bilginin olmadığı ifade edilmiştir. Oysa ki bireysel başvuru formları incelendiğinde başvurucuların ülkemizde hiç yaşamadıkları veya Türkiye ile bir bağlantılarının olmadığı yönünde herhangi bir iddialarının bulunmadığı görülmektedir. Daha da önemlisi başvurucular ihlal iddialarını, Türkiye'de yaşamamalarından veya ülkemizle bağlarının bulunmadığından bahisle kadastro çalışmalarından haberdar olma bakımından dezavantajlı durumda bulunmaları şeklindeki bir olguya da dayandırmamaktadırlar. Başvurucuların iddiasının temeli, kadastro çalışmalarının sonucunun ilanen duyurulması ve kendilerine ayrıca bir tebligatın yapılmamasıdır.

44. Bunlara ilave olarak başvuruculardan Okan Hemşinlioğlu'nun bireysel başvuru formunda beyan ettiği adres de İstanbul'dadır. Yine vekaletnameler dikkatle incelendiğinde başvurucuların yakın murisi olup 1941 yılında vefat eden Amalya'nın bazı çocuklarının İstanbul'da doğduğu ve yaşadıkları sonucuna ulaşılabilmektedir.

45. Bu durumda Sayın Çoğunluğun, başvurucuların dile getirmediği ve esasında varlığı tespit edilmemiş olan bir olguyu muhtemel bir gerçek olarak kabul etmek suretiyle ihlal sonucuna ulaştığı görülmektedir. Esasen başvurucuların ihlal iddiasının dayanağı olan kadastro çalışmalarının kendilerine ilanla duyurulmasının dışında ayrıca tebliğ edilmemiş olması, ülkemizdeki tüm kadastro çalışmalarının ilgilileri bakımından geçerli bir uygulamadır. Bu yönüyle başvurucuların durumunu diğer kişilerden ayrı kılan herhangi bir olgu mevcut değildir.

46. Ayrıca başvurucular, dava konusu taşınmazlara ilişkin kadastro tespitinin kesinleştiği tarihten yaklaşık altmış yıl sonra bu taşınmazların mülkiyetinin 1883 yılında ölen kök murisleri Ayzer'e ait olduğu iddiasıyla bireysel başvuruya konu davaları açmışlardır. Üstelik, başvurucuların yakın murisi olan Amalya'nın diğer bazı mirasçıları tarafından aynı hukuki sebebe dayalı olarak 1993 yılında açılmış olan bir başka dava, 1995 yılında verilen bir kararla "davanın hak düşürücü sürenin dolmasından sonra açılmış olması" sebebiyle reddedilmiştir. Buna göre, anılan davanın karara bağlandığı tarih ile eldeki bireysel başvuruya konu davanın açıldığı tarih arasında da otuz yıla yakın bir süre bulunmaktadır.

47. Dolayısıyla, tüm bu süreçler içinde başvurucuların iddia konusu ettikleri haklarına erişim bakımından özenli davrandıkları ve üzerilerine düşen yükümlülükleri yerine getirdikleri söylenemeyecektir.

48. Son olarak karar metninde yer verilen AİHM'in Elif Kızıl/Türkiye kararına konu olayın özelliklerinin eldeki bireysel başvuruya konu olayla tam anlamıyla örtüştüğünü kabul etmek mümkün görünmemektedir. AİHM, anılan kararda ihlal sonucuna ulaşırken başvurucunun askı ilan sırasında yurt dışında olmasının yanında, tapu belgesinin resmi olarak hiçbir zaman ihlal edilmemesine, başvurucunun taşınmaza ilişkin emlak vergilerini ödemeye devam etmesine, en önemlisi de başvurucunun taşınmazı kamu makamları tarafından müdahale edilmesi endişesi taşımaksızın her zaman mülkü olduğu düşüncesiyle 28 yıl gibi çok uzun bir süre kullanmaya devam etmesine dayanmıştır. Anılan bu olguların hiçbiri eldeki bireysel başvuruya konu somut olayda mevcut değildir.

49. Bu itibarla, somut olayın koşullarında başvurucuların mülkiyet haklarının ihlal edilmediği kanaatinde olduğumuzdan Sayın Çoğunluğun aksi yöndeki düşünce ve kararına katılmıyoruz.

Başkanvekili

Kadir ÖZKAYA

Üye

Recai AKYEL

Üye

Yıldız SEFERİNOĞLU

Üye

Selahaddin MENTEŞ

Üye

İrfan FİDAN

Üye

Muhterem İNCE

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

ÇETİN İNAN VE DİĞERLERİ BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2018/15602)

 

Karar Tarihi: 7/6/2023

R.G. Tarih ve Sayı: 10/11/2023-32365

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

Başkan

:

Hasan Tahsin GÖKCAN

Üyeler

:

Recai AKYEL

 

 

Selahaddin MENTEŞ

 

 

İrfan FİDAN

 

 

Muhterem İNCE

Raportör

:

Mahmut ALTIN

Başvurucular

:

1. Çetin İNAN

 

 

2. Hasan İNAN

 

 

3. Murat İNAN

Vekili

:

Av. Uğur TARHAN

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, tapu tahsis belgesi alınan taşınmazın arsa bedeli ödenmeksizin tapu tahsis belgesinin iptal edilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 5/6/2018 tarihinde yapılmıştır. Komisyon, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir.

3. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

4. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:

A. Uyuşmazlığın Arka Planı

5. Başvurucuların murisi, Ankara'nın Mamak ilçesine bağlı Hüseyin Gazi Mahallesi 12. Sokak No: 115 adresinde, 2139 ada 10 parsel sayılı Maliye Hazinesi (Hazine) adına tapuda kayıtlı bulunan taşınmaz üzerine, başvuru formu ve eklerinde belirtilmeyen bir tarihte tek katlı bir gecekondu inşa ettirmiştir.

6. Başvurucuların murisi, bu taşınmazda bulunan gecekondusu için 8/4/1983 tarihinde 24/2/1984 tarihli ve 2981 sayılı İmar ve Gecekondu Mevzuatına Aykırı Yapılara Uygulanacak Bazı İşlemler ve 6785 Sayılı İmar Kanununun Bir Maddesinin Değiştirilmesi Hakkında Kanun kapsamında imar affı başvurusu yapmıştır.

7. Millî Emlak Müdürlüğü tarafından 11/1/1985 tarihinde söz konusu taşınmaz için 2981 sayılı Kanun’a göre başvurucular murisi adına tapu tahsis belgesi düzenlenmiştir. Tapu tahsis belgesi Tapu Müdürlüğü tarafından taşınmazın tapu kaydının beyanlar hanesine işlenmiştir.

8. Başvuru formu ekinde tahsise konu arsa bedelinin taksitle ödendiğine dair makbuzlar sunulmuş ancak tapu tahsis belgesine dayanılarak tapu verilmesi şartlarının oluştuğu iddiasıyla tescil davası açıldığına ilişkin bilgi ve belgelere rastlanmamıştır.

B. Kamulaştırma Davası Süreci

9. T.C. Başbakanlık Toplu Konut İdaresi Başkanlığı (TOKİ) tarafından başvurucular aleyhine 25/12/2015 tarihinde Ankara 10. Asliye Hukuk Mahkemesinde açılan kamulaştırma bedelinin tespiti davasının 12/4/2016 tarihinde kabulüne karar verilmiştir. Kararda; tespit edilen kamulaştırma bedelinin (37.082 TL asgari levazım bedeli) başvuruculara ödenmesine, söz konusu gecekondu, müştemilat ve ağaçların zilyetliğinin TOKİ'ye ait olduğunun tespitine hükmedilmiştir. Ayrıca kararın bedel yönünden yasa yolunun açık, zilyetlik yönünden kesin olduğu ifade edilmiştir.

10. Taraflarca temyiz edilen karar, Yargıtay 5. Hukuk Dairesince 8/5/2018 tarihinde bozulmuştur. Bozma kararında başvurucular murisine tapu tahsis belgesi verildiği ancak herhangi bir arsa tahsisi yapılmaması nedeniyle bina bedeline hükmedilmesi gerekirken asgari levazım bedeline hükmedilmesinin hatalı olduğu belirtilmiştir. Öte yandan başvuru konusu taşınmazın kamulaştırılan kısmı üzerinde bulunan ve davalılara ait olan yapılara değer biçilirken bayındırlık birim fiyatının dava tarihine eskale edilmemesi gerektiği ifade edilmiştir. Ankara 10. Asliye Hukuk Mahkemesince bozma kararına uyularak 13/6/2019 tarihinde 43.430 TL kamulaştırma bedeline hükmedilmiştir. Söz konusu karar taraflarca temyiz edilmeksizin kesinleşmiştir.

C. Başvuru Konusu İptal Davası Süreci

11. Mamak Belediyesi (Belediye), Ankara 10. Asliye Hukuk Mahkemesinin 12/4/2016 tarihli kararıyla gecekondu ve ağaçların mülkiyetinin TOKİ'ye geçtiği gerekçesiyle 29/4/2016 tarihinde tapu tahsis belgesinin iptaline karar vermiştir.

12. Başvurucular 15/8/2016 tarihinde Belediye aleyhine Ankara 18. İdare Mahkemesinde (Mahkeme) tapu tahsis belgesi almak için arsa bedeli ödenmesine rağmen kamulaştırma dosyasında arsa bedeline hükmedilmediğini belirterek tapu tahsis belgesinin iptaline ilişkin işlemin iptali davası açmıştır. Mahkemece 23/11/2017 tarihinde davanın reddine karar verilmiştir. Kararın gerekçesinde 12/4/2016 tarihli kamulaştırma kararının gecekondu, müştemilat ve ağaçların zilyetliğinin TOKİ'ye ait olduğunun tespitine ilişkin kısmı yönünden kesin olması nedeniyle gecekondu ve ağaçların zilyetliğinin TOKİ'ye geçtiği ve kamulaştırma bedelinin başvuruculara ödendiği açıklanarak tapu tahsis belgesinin iptaline ilişkin işlemde hukuka aykırılık bulunmadığı ifade edilmiştir. Ayrıca kamulaştırma işlemi nedeniyle arsa bedelinin ödenip ödenmeyeceği hususunun adli yargıda hükme bağlanması gerektiği vurgulanmıştır.

13. Başvurucuların istinaf kanun yoluna başvurmaları üzerine Ankara Bölge İdare Mahkemesi 6. İdari Dava Dairesi (Daire) tarafından 8/3/2018 tarihinde istinaf başvurusunun kesin olarak reddine karar verilmiştir.

14. Nihai karar, başvurucular vekiline 7/5/2018 tarihinde tebliğ edilmiştir.

15. Başvurucular 5/6/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

IV. İLGİLİ HUKUK

16. İlgili hukuk için bkz. Ercan Mumcu ve diğerleri, B. No: 2019/37721, 19/10/2022, §§ 13-16; Osman Ukav, B. No: 2014/12501, 6/7/2017, §§ 24-36.

V. İNCELENME VE GEREKÇE

17. Anayasa Mahkemesinin 7/6/2023 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucuların İddiaları

18. Başvurucular, Belediyenin tahsis ettiği arsanın bedelini tahsil ettiğini ancak kamulaştırma dosyasında davacı TOKİ'nin arsa yönünden bedel tespitini talep etmeyip sadece yapı bedelini tespit ettirdiğini vurgulamıştır.

19. Başvurucular ayrıca tapu tahsis belgesine konu yapının ruhsatsız olmadığını, tapu tahsis belgesinin ön tapu niteliğinde olduğunu açıklayarak Belediyenin arsa bedelini ödemeden tapu tahsis belgesini iptal etmesinin geçerli olmadığını öne sürmüştür.

20. Öte yandan başvurucular, kamulaştırma dosyasında dava konusu yapılmayan arsa bedelinin başvuru konusu davada verilen mahkeme kararı nedeniyle adli yargıda kamulaştırmasız el atma davası açılamayacağını ancak arsa bedelinin iadesine ilişkin dava açılabileceğini ifade etmiştir.

21. Başvurucular bu gerekçelerle mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini iddia etmiştir.

B. Değerlendirme

22. Anayasa'nın "Mülkiyet hakkı" kenar başlıklı 35. maddesi şöyledir:

"Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.

Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir.

Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz."

23. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder. Başvurucuların şikâyetlerinin özü, iptal edilen tapu tahsis belgesine yönelik olduğundan şikâyetlerinin mülkiyet hakkı kapsamında incelenmesi uygun görülmüştür.

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

24. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Esas Yönünden

a. Mülkün Varlığı

25. Somut olayda başvurucular murisinin talebi kabul edilerek 11/1/1985 tarihinde adına tapu tahsis belgesi düzenlenmiştir. Tapu tahsis belgesinin düzenlenmesi tek başına kişiye taşınmazın mülkiyetini edinme yönünde meşru bir beklenti doğurmasa da söz konusu belgenin mülkiyet hakkı kapsamında korunmaya değer bir ekonomik menfaat teşkil ettiği açık olup başvurucuların Anayasa'nın 35. maddesi kapsamında korunması gereken bir menfaatinin olduğu değerlendirilmiştir (benzer yöndeki değerlendirme için bkz. Ercan Mumcu ve diğerleri, §§ 22-26).

b. Müdahalenin Varlığı ve Türü

26. Anayasa'nın 35. maddesi ile mülkiyet hakkına temas eden diğer hükümleri birlikte değerlendirildiğinde Anayasa'nın mülkiyet hakkına müdahaleyle ilgili üç kural ihtiva ettiği görülmektedir. Buna göre Anayasa'nın 35. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin mülkiyet hakkına sahip olduğu belirtilmek suretiyle mülkten barışçıl yararlanma hakkına yer verilmiş; ikinci fıkrasında da mülkten barışçıl yararlanma hakkına müdahalenin çerçevesi belirlenmiştir. Maddenin ikinci fıkrasında genel olarak mülkiyet hakkının hangi şartlarda sınırlanabileceği belirlenerek aynı zamanda mülkten yoksun bırakmanın şartlarının genel çerçevesi de çizilmiştir. Maddenin son fıkrasında ise mülkiyet hakkının kullanımının toplum yararına aykırı olamayacağı kurala bağlanmak suretiyle devletin mülkiyetin kullanımını kontrol etmesine ve düzenlemesine imkân sağlanmıştır. Anayasa'nın diğer bazı maddelerinde de devlet tarafından mülkiyetin kontrolüne imkân tanıyan özel hükümlere yer verilmiştir. Ayrıca belirtmek gerekir ki mülkten yoksun bırakma ve mülkiyetin düzenlenmesi, mülkiyet hakkına müdahalenin özel biçimleridir (Recep Tarhan ve Afife Tarhan, B. No: 2014/1546, 2/2/2017, §§ 55-58).

27. Başvurucular murisine 2981 sayılı Kanun uyarınca verilen tapu tahsis belgesinin iptal edilmesi mülkiyet hakkına müdahale oluşturmuştur. Meşru beklentinin karşılanmaması biçiminde tezahür eden müdahalenin mülkiyetten barışçıl yararlanma hakkına saygıya ilişkin genel kural çerçevesinde incelenmesi gerekir.

c. Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı

28. Anayasa'nın 13. maddesi şöyledir:

"Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz."

29. Anayasa’nın 35. maddesinde mülkiyet hakkı sınırsız bir hak olarak düzenlenmemiş, bu hakkın kamu yararı amacıyla ve kanunla sınırlandırılabileceği öngörülmüştür. Mülkiyet hakkına müdahalede bulunulurken temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasına ilişkin genel ilkeleri düzenleyen Anayasa'nın 13. maddesinin de gözönünde bulundurulması gerekmektedir. Anılan madde uyarınca temel hak ve özgürlükler, demokratik toplum düzeninin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olmaksızın Anayasa'nın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Dolayısıyla mülkiyet hakkına yönelik müdahalenin Anayasa'ya uygun olabilmesi için müdahalenin kanuna dayanması, kamu yararı amacı taşıması ve ölçülülük ilkesi gözetilerek yapılması gerekmektedir (Recep Tarhan ve Afife Tarhan, § 62).

i. Kanunilik

30. Somut olayda taşınmaz, kentsel dönüşüm projesi kapsamında bulunduğundan 4/11/1983 tarihli ve 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu kapsamında kamulaştırılmış ve tapu tahsis belgesi de aynı nedene dayanılarak iptal edilmiştir. Dolayısıyla müdahalenin kanuni dayanağının olduğu değerlendirilmiştir.

ii. Meşru Amaç

31. Anayasa'nın 56. maddesinde, herkesin sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahip olduğu düzenlenmiş; çevreyi geliştirmenin, çevre sağlığını korumanın ve çevre kirliliğini önlemenin devlet ve vatandaşların ödevi olduğu belirtilmiştir. İnşa edilecek yapıların imar mevzuatına uygun olarak yapılmasının sağlanması ve bu kapsamda ilgili mevzuat hükümleri uyarınca ruhsat alınmadan yapılabileceği açıkça düzenlenen yapılar hariç bütün yapıların ruhsata bağlanması suretiyle yapılaşmanın fen, sağlık ve çevre şartlarına uygun olarak gerçekleştirilmesi; sağlıklı, güvenli, kaliteli ve ekonomik yaşam çevrelerinin oluşturulması bakımından önem teşkil etmektedir. Bu bakımdan yapılaşmanın fen, sağlık ve çevre şartlarına uygunluğunun sağlanmasında ve buna ilişkin düzenlemelerde kamu yararı olduğu kabul edilmelidir (Osman Yücel, B. No: 2014/4874, 15/6/2016, §§ 82-84).

32. Somut olay bağlamında düzenli, sağlıklı ve güvenli yerleşim yerleri oluşturmak amacıyla tapu tahsis belgesinin iptal edilmesinde kamu yararına dayanan meşru bir amaç olduğu kabul edilmiştir.

iii. Ölçülülük

 (1) Genel İlkeler

33. Anayasa'nın 13. maddesi uyarınca hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasında dikkate alınacak ölçütlerden biri olan ölçülülük, hukuk devleti ilkesinden doğmaktadır. Hukuk devletinde hak ve özgürlüklerin sınırlandırılması istisnai bir yetki olduğundan bu yetki ancak durumun gerektirdiği ölçüde kullanılması şartıyla haklı bir temele oturabilir. Bireylerin hak ve özgürlüklerinin somut şartların gerektirdiğinden daha fazla sınırlandırılması kamu otoritelerine tanınan yetkinin aşılması anlamına geleceğinden hukuk devletiyle bağdaşmaz (AYM, E.2013/95, K.2014/176, 13/11/2014).

34. Anayasa'nın 13. maddesinde yer alan ölçülülük ilkesi elverişlilik, gereklilik ve orantılılık olmak üzere üç alt ilkeden oluşmaktadır. Elverişlilik öngörülen müdahalenin amacı gerçekleştirmeye elverişli olmasını, gereklilik amaç bakımından müdahalenin zorunlu olmasını yani aynı amaca daha hafif bir müdahale ile ulaşılmasının mümkün olmamasını, orantılılık ise bireyin hakkına yapılan müdahale ile ulaşılmak istenen amaç arasında makul bir dengenin gözetilmesi gerekliliğini ifade etmektedir (AYM, E.2011/111, K.2012/56, 11/4/2012; E.2016/16, K.2016/37, 5/5/2016; Mehmet Akdoğan ve diğerleri, B. No: 2013/817, 19/12/2013, § 38).

35. Ölçülülük ilkesi gereği kişilerin mülkiyet hakkının sınırlandırılması hâlinde elde edilmek istenen kamu yararı ile bireyin hakları arasında adil bir dengenin kurulması gerekmektedir. Bu adil denge, başvurucunun şahsi olarak aşırı bir yüke katlandığının tespit edilmesi durumunda bozulmuş olacaktır. Müdahalenin ölçülülüğünü değerlendirirken Anayasa Mahkemesi bir taraftan ulaşılmak istenen meşru amacın önemini, diğer taraftan müdahalenin niteliğini, başvurucunun ve kamu otoritelerinin davranışlarını da gözönünde tutarak başvurucuya yüklenen külfeti dikkate alacaktır (Arif Güven, B. No: 2014/13966, 15/2/2017, §§ 58, 60).

36. Orantılılık, sınırlamayla ulaşılmak istenen amaç ile başvurulan sınırlama tedbiri arasında aşırı bir dengesizlik bulunmamasına işaret etmektedir. Diğer bir ifadeyle orantılılık, amaç ile araç arasında adil bir denge kurulmasını gerektirmektedir. Buna göre mülkiyet hakkına getirilen sınırlamayla ulaşılmak istenen meşru amaç ve başvurucunun mülkiyet hakkından yararlanmasındaki bireysel yarar arasında makul bir orantı kurulmalıdır. Hedeflenen amaca ulaşıldığında elde edilecek kamusal yararla kıyaslandığında sınırlama ile kişiye yüklenen külfetin aşırı ve orantısız olmaması gerekir (D.C., B. No: 2018/13863, 16/6/2021, § 49).

37. Seçilen aracın ulaşılmak istenen amaçla kıyaslandığında bireye orantısız bir külfet yüklediğinin belirlenmesi, ihlal sonucuna ulaşılabilmesi için bazı hâllerde tek başına yeterli olmayabilir. Kişiye yüklenen külfeti dengeleyici mekanizmaların var olup olmadığı da büyük önem taşımaktadır. Elverişli ve gerekli olduğu hükmüne varılan aracın seçilmiş olması nedeniyle kişiye yüklenen aşırı külfeti hafifleten hukuksal mekanizmalar mevcutsa bir ihlalin olmadığı sonucuna varılabilir (D.C., § 50).

38. Anayasa Mahkemesi başvuru konusu olaya benzer nitelikteki Osman Ukav kararında, uygulanacak ilkeleri ortaya koymuştur (Osman Ukav, §§ 45-76). Anılan kararda somut olayda derece mahkemelerince uyuşmazlık konusu taşınmazın dava tarihi itibarıyla konut alanında olduğu, yine bu tarihe göre yargılama sırasında yapılan imar planı değişikliği dışında diğer bütün koşulların gerçekleşmiş olduğu kabul edilmiş; dolayısıyla derece mahkemelerinin başvurucu yönünden tapu tahsis belgesine dayalı tescil koşullarının dava tarihi itibarıyla gerçekleştiği yönündeki tespiti dikkate alındığında başvurucunun uyuşmazlık konusu taşınmazın mülkiyetini edinme yönünde meşru bir beklentisinin mevcut olduğu belirtilmiştir. Ayrıca başvurucunun söz konusu meşru beklentisinin soyut bir temele de dayalı olmayıp somut bir şekilde derece mahkemelerinin açık tespitlerine dayandığı, bu nedenle somut olay bakımından başvurucunun Anayasa'nın 35. maddesi kapsamında korunması gereken bir menfaatinin olduğu değerlendirilmiştir (Osman Ukav, §§ 51-59).

39. Son olarak ölçülülük yönünden yapılan değerlendirmede ise başvurucuya tapu tahsis belgesi verildiği ve tahsis belgesi verilen taşınmazın bulunduğu yerde ıslah imar planı yapılarak taşınmazın imar durumunun konut alanı olarak belirlendiği tespitlerine yer verilmiştir. Başvurucu da 2981 sayılı Kanun'da öngörülen tescil şartlarının gerçekleştiği iddiasıyla tapu iptali ve tescili davası açmıştır. Derece mahkemeleri de kanunda öngörülen tescil şartlarının dava tarihi itibarıyla gerçekleştiğini tespit etmiştir. Bu sebeple başvurucunun mülkiyet hakkı kapsamında taşınmazın mülkiyetini edinme yönünde meşru bir beklentisi doğmuştur. Ancak yargılama sırasında taşınmazın imar durumunun değiştirilmesi gerekçesine dayanılarak başvurucunun tescil davası reddedilmiştir. Böylece başvurucu lehine olan hukuksal durum, kamu gücü eliyle ve tek taraflı olarak öngörülemez bir biçimde değiştirilmiştir. Üstelik bu durum, başvurucunun elinde olmayan sebeplerden ve bütünüyle kamu makamlarının tutumundan kaynaklanmış ancak meydana gelen sonuçtan yine kamu makamları yararlanmıştır. Dolayısıyla derece mahkemelerinin tescil şartlarının yargılama sırasında değişebileceğini meşru gören söz konusu kabulünün -başkaca herhangi bir giderim imkânının da sağlanmadığı dikkate alındığında- başvurucu açısından şahsi olarak aşırı ve olağandışı bir külfete yol açtığı değerlendirilmiştir. Bu sebeple müdahalenin amaçladığı kamu yararı ile mülkiyet hakkının korunması arasında olması gereken adil dengenin başvurucu aleyhine bozulduğu sonucuna varılarak mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar verilmiştir (Osman Ukav, §§ 70-78).

 (2) İlkelerin Olaya Uygulanması

40. Başvurucuların murisinin inşa ettiği gecekondunun bulunduğu alan kentsel dönüşüm kapsamına alınarak kamulaştırılmış ve idare tarafından taşınmaz üzerinde bulunan yapıdan kaynaklanan kamulaştırma bedelinin tespiti davası açılmıştır. Asliye Hukuk Mahkemesi davacı idarenin talebi doğrultusunda yalnızca muhdesat yönünden yargılama yapmış ve bilirkişi kurulu tarafından belirlenen muhdesat bedeline hükmetmiştir. Belirlenen muhdesat bedeli bireysel başvurunun konusunu oluşturmamaktadır.

41. Başvurucular, kamulaştırma bedelinin tespiti davasına konu edilmeyen zemin ile bağlantılı olarak murislerinden intikal eden tapu tahsis belgesinin iptal edilmesi nedeniyle maddi zararlarının olduğunu iddia etmiştir. Başvurucuların tapu tahsis belgesinin bedelsiz olarak iptal edilmesine yönelik şikâyetleri müdahalenin orantılılığıyla ilgili görüldüğünden bununla sınırlı bir değerlendirme yapılacaktır.

42. Kamu makamlarının özellikle şehircilik gibi karmaşık ve zor bir alanda kendi imar politikalarını uygulamak için geniş bir takdir alanı kullanmaları doğal olmakla birlikte bu takdir yetkisinin Anayasa'nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkını ve Anayasa'nın 13. maddesinde yer verilen güvence ölçütlerini gözetecek şekilde kullanılıp kullanılmadığının denetlenmesi zorunludur (AYM, E.2012/100, K.2013/84, 4/7/2013).

43. Bu kapsamda kentsel dönüşüm projesi kapsamında bulunan taşınmaza ilişkin tapu tahsis belgesinin iptal edilmesi kararının hukuka uygun olması idarenin tazminat sorumluluğunu ortadan kaldırmamaktadır. Mülkiyet hakkına yapılan ve mülkten yoksun bırakma ya da mülkten barışçıl yararlanma kapsamında kalan müdahalenin hukuka uygun olması tek başına mülkiyet hakkının ihlal edilmediğini göstermemektedir. Müdahalenin aynı zamanda ölçülü olması ve bu bağlamda öngörülen meşru amaçla kıyaslandığında malike aşırı ve olağanın ötesinde bir külfet de yüklememesi gerekir (benzer yöndeki değerlendirme için bkz. Ayhan Işık Aslım, B. No: 2018/14339, 14/9/2021, § 56).

44. Somut olayda uyuşmazlık konusu taşınmaza ilişkin kamulaştırma bedelinin tespiti ve tescili davasında taşınmaz üzerindeki yapı ve diğer muhdesatların bedeli belirlenmiş ise de zemin yönünden bir değerlendirme yapılmamasına rağmen Belediye yargılamada gecekondu ve müştemilat ile ağaçların bedeline hükmedildiği gerekçesiyle tahsis belgesini iptal etmiştir. Mahkeme ise tapu tahsis belgesinin iptaline ilişkin işleme yönelik iptal davasında hükmedilen kamulaştırma bedelinin tespiti davasında ödendiği ve arsa bedelinin ödenip ödenmeyeceğinin adli yargının görev alanında olduğu gerekçesiyle davanın reddine karar vermiştir.

45. Kamulaştırılan taşınmazlara ilişkin olarak 2942 sayılı Kanun'un 10. maddesi uyarınca taşınmazın bedelinin tespiti amacıyla dava açmak idarenin yükümlülüğünde olup kişiler bu dava kapsamında ancak belirlenen bedele ilişkin itirazlarını ileri sürebilmektedir. Ayrıca mahkemenin önünde bulunan idari işlemin dava konusu edildiği ve kesin olarak çözme kabiliyetinin bulunduğu bir uyuşmazlıkta başvuruculara başka bir yargı kolunu işaret etmesi davaların en az giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılması ilkesi ile bağdaşmadığı gibi başvurucular yönünden de aşırı bir külfete yol açmaktadır.

46. Bu noktada ayrıca belirtmek gerekir ki başvuruculara verilen tapu tahsis belgesi 2981 sayılı Kanun'da öngörülen tescil koşullarının gerçekleşmesi kaydıyla arsanın mülkiyetini edinme imkânı sağlamaktadır. Başvurucular da bu çerçevede tapu tahsis belgesinin iptal edilmesinden yakınmıştır. Başvurucuların arsa bedeli ödenmeden tapu tahsis belgesinin iptal edilmesi nedeniyle açtığı başvuru konusu iptal davasında ise kamulaştırma bedelinin ödendiği gerekçesiyle iptal davasının reddine karar verilmiştir. Hâlbuki kamulaştırma davasında yalnızca muhdesat bedeline hükmedilmiştir. Buna rağmen derece mahkemelerince tapu tahsis belgesinin iptalinin şartlarının somut olayda gerçekleşip gerçekleşmediği ile ilgili herhangi bir değerlendirmede bulunulmaksızın sonuca gidilmiştir.

47. Dolayısıyla somut olayda başvurucuların davanın sonucuna etkili olabilecek mahiyetteki iddia ve itirazlarının ilgili ve yeterli bir gerekçe ile karşılanmadığı kanaatine varılmıştır.

48. Buna göre idari ve yargısal sürecin bütününe bakıldığında mülkiyet hakkının korunmasında usule ilişkin güvencelerin somut olayda yerine getirilmediği, başvurucuların bu güvencelerden yararlandırılmadığı sonucuna ulaşılmıştır. Bu sebeple başvurucuların mülkiyet hakkı ile müdahalenin dayandığı kamu yararı arasında olması gereken adil denge, başvurucular aleyhine bozulmuş olup mülkiyet hakkına yapılan müdahale ölçüsüzdür.

49. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

3. Giderim Yönünden

50. Başvurucular, ihlalin tespit edilmesini ve yargılamanın yenilenmesine karar verilmesini talep etmiştir.

51. Başvuruda tespit edilen mülkiyet hakkı ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Bu kapsamda kararın gönderildiği yargı mercilerince yapılması gereken iş, yeniden yargılama işlemlerini başlatmak ve Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar vermektir (30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasında düzenlenen bireysel başvuruya özgü yeniden yargılama kurumunun özelliklerine ilişkin kapsamlı açıklamalar için bkz. Mehmet Doğan [GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018, §§ 54-60; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019, §§ 53-60, 66; Kadri Enis Berberoğlu (3) [GK], B. No: 2020/32949, 21/1/2021, §§ 93-100).

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Anayasa'nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Kararın bir örneğinin mülkiyet hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere Ankara 18. İdare Mahkemesine (E.2016/3224, K.2017/3208) GÖNDERİLMESİNE,

D. 294,70 TL harç ve 9.900 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 10.194,70 TL yargılama giderinin başvuruculara MÜŞTEREKEN ÖDENMESİNE,

E. Ödemenin kararın tebliğini takiben başvurucuların Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal faiz UYGULANMASINA,

F. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 7/6/2023 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.