Yargı hizmetlerinin etkinleştirilmesi amacıyla hazırlanan kanun tasarısı Başbakanlığın 30 Ocak 2012 tarihli yazıları ile Meclis Başkanlığına gönderildi. Tasarıyla Türk Ceza Kanunu, CMK, TMK, Basın Kanunu, İcra İflas Kanunu, başta olmak üzere bir kısım kanunlarda değişiklik yapılması öngörülüyor. 
Son yıllarda belki de en çok tartıştığımız konuların başında yargı geliyor. İyi işleyen bir yargı toplumda adaleti sağlar. Hukukun amacı da adaleti tesis etmektir. Adalet, bireyin temel hak ve özgürlükleri ile toplumun barış ve huzurunu birlikte sağlayan, olmazsa olmaz ilkedir. Bu nedenle köklü bir yargı reformu yapılıncaya kadar yargı sisteminin aksayan yönlerini düzeltmeye ve iyileştirmeye yönelik çalışmalara ihtiyaç bulunmaktadır. Geneli itibariyle olumlu gördüğümüz tasarının ceza hukukuna yönelik kısmını kısaca şöyle değerlendirebiliriz.


TUTUKLAMADA SOMUT GEREKÇE ŞARTI GETİRİLİYOR
Tutuklama kararları, ve uzun tutukluluk halleriyle ilgili yakınmalara cevap teşkil edecek usul değişikliği düzenlemenin en önemli bölümünü oluşturuyor diyebiliriz. Diğer değişiklikler belirli suçlarla ilgili olmasına rağmen usul değişikliği bütün yargılamaları ilgilendirdiği için önemi bir kat daha fazla. Tutuklama konusunda son düzenleme 2005 yılında yürürlüğe giren CMK ile yapılmıştı. Azami tutukluluk sürelerini düzenleyen CMK. 102.madde ise 1 Ocak 2011 tarihinde yürürlüğe girmiş, 5 ve 10 yıllık azami süreleri dolduran bazı tutuklular tahliye olmuştu. Hizbullah davası sanıklarının tahliyeleri tepkiyle karşılanınca Yargıtay Ceza Genel Kurulu hemen toplanarak temyiz safhasında geçen sürenin tutukluluk süresi olarak kabul edilemeyeceğine karar vermiş ve tahliye edilen sanıklar yeniden tutuklanmıştı.
 Tutuklama nedenlerinin hakim veya mahkeme kararlarında somut olarak açıklanmaması, sadece kanunda belirtilen, ‘kuvvetli suç şüphesi olgularının varlığı, kaçma şüphesi, delilleri karartma ihtimali’ gibi kavramların tekrarlanması eleştiri konusu olmakta, sonradan ‘pardon’ denilen tutukluluklar kişileri mağdur ettiği gibi yargıya olan güveni de zedelemekteydi. Yeni düzenleme uygulamaya etkin biçimde yansırsa, bu eleştirileri önemli ölçüde karşılar nitelikte diyebiliriz. Tasarı şöyle:  “Tutuklamaya, tutuklamanın devamına veya bu husustaki bir tahliye isteminin reddine ilişkin kararlarda;
a) Kuvvetli suç şüphesini, 
b) Tutuklama nedenlerinin varlığını, 
c) Tutuklama tedbirinin ölçülü olduğunu, 
gösteren deliller somut olgularla gerekçelendirilerek açıkça gösterilir„  Şimdiye kadar da hakim veya mahkeme kararlarının gerekçeli olma zorunluluğu gerek Anayasa gerek CMK’da bulunmakta ise de, gerekçede hangi hususların somut olarak yer alacağı ayrıntlı olarak yer almıyordu. Şimdi bu  konu hakimlerin takdirine bırakılmamış zorunlu hale getirilmiş oluyor ki, hakimin otokritik yapmasını sağlayacak, itiraz ve tahliye istemlerinin incelenmesinde somut olgular aranacak, önemli ölçüde haksız tutuklamaların önüne geçilmiş olacaktır. Değişikliğin kağıt üstünde kalmaması için hem HSYK denetimleri, hem de temyiz incelemelerinde Yargıtay eleştirileri etkin olacaktır.
Tutuklulukta azami süre sınırlamalarının soruna çözüm olmayacağı tezi son yaşanan pratiklerle bir kez daha görülmüştü. Ergenekon davalarında uzun tutukluluktan yakınanlar   azami 3 yıl olmalı diyerek yasa teklifi verirken, Hrant Dink davasında 5 yıl sonunda sanığın tahliye riski ortaya çıkınca tekliflerinin doğru olmadığını görmüş olmalılar. Tutuksuz yargılama asıldır neden tutuklanıyor diyen bazı yazarlar ve hukukçular, kendilerine yönelik saldırılarda şüphelinin serbest bırakılmasını protesto ederek, ‘can güvenliğimiz kalmadı yargı nerede’ demeye başladılar. Bu nedenle tutuklamaya tümden karşı çıkma veya süre sınırlaması yerine, tutuklama nedenlerinin somut olgular halinde gerekçelendirme mecburiyeti getirilmesinin, gerekçeleri yoksa tutuklama yerine adli kontrol tedbiri uygulamasının daha gerçekçi ve  denetime elverişli olduğunu söyleyebiliriz. 
Tutuklamayı gerektiren sebeplerin varlığı halinde, kanunda öngörülen cezanın üst sınırı 3 yıl ve daha az hapis cezasını gerektiren hallerde tutuklama yerine adli kontrol tedbiri verilebilmekte iken yeni düzenleme ile hapis cezasının üst sınırı 5 yıla çıkarılmaktadır. Böylece hakimin takdir hakkı genişletilerek, beş yıla kadar hapis gerektiren suçlarda tutuklama sebepleri olsa da tutuklama yerine adli kontrol tedbiri uygulanması imkanı getirilmektedir. Son derece yerinde bir düzenleme olduğunu söylerken  bu olumlu düzenlemeler yanında CMK. 100.made 3.fıkrada yazılı katalog suçlarla ilgili düzenlemenin aynen muhafazasının yapılan değişiklikle çelişki teşkil etmeye devam ettiğini ifade etmeliyiz. Meclis görüşmelerinde katalog suç konusunun gündeme gelmesi ve uygulamada tutuklama zorunluluğuna dönüşen 3.fıkranın kaldırılması veya değiştirilmesini gerekli gördüğümüzü ifade etmek istiyorum.


YARGININ SAVUNMA AYAĞI GÜÇLENİYOR 
Suç ve suçlularla mücadelede, özellikle örgütlü suçların faillerinin ortaya çıkarılmasında soruşturmanın gizliliği önemlidir. Bizim mevzuatımızda hazırlık soruşturmasının gizliliği ilkesi benimsenmiştir. Gizliliğin nereye kadar olacağı ise tartışmalıdır. Mevzuat da kendi içinde çelişkilidir. Bir taraftan evrensel normlar, Anayasa’nn 19. ve CMK. 147. Maddeleri bir suç isnadı nedeniyle yakalanan kişilere haklarındaki iddialar ve ne ile suçlandığının yazılı ve  sözlü olarak anlatılmasını, kendisi aleyhinde var olan şüphe sebeplerini ortadan kaldırabilmek ve lehine olan hususları ileri sürme imkanı tanınmasını öngörmektedir. Diğer taraftan soruşturma aşamasında gizlilik kararı aldırılarak şüpheli veya müdafiinin aleyhinde var olduğu iddia edilen delillere ulaşması engellenmektedir. Bu engelleme çoğu kez iddianamenin kabulüne kadar devam etmekte, şüpheli kendisi aleyhindeki delillere ulaşamadığı için lehine olan hususları savunmasında ileri sürme imkanı bulamamaktadır. Bu çelişkinin giderilerek savunma hakkını kısıtlayan hükümlerin kaldırılması beklenmekteydi. 
Adalet Bakanlığı hazırladığı tasarıda sorunu kökünden çözmemekle birlikte, gizlilik kararının en fazla 3 ay süreli olabileceğini öngörmektedir. Bu öneri mevcut duruma göre hukuka uygun ileri bir adım olmakla birlikte yeterli değildir. Delilden sanığa ulaşma yöntemine göre, soruşturma imkan ve vasıtalarının oldukça geliştiği günümüzde, şüpheli yakalanıncaya kadar soruşturmanın gizliliği elbette korunmalıdır. Ancak şüpheli yakalanarak sorgulanma safhasına gelinmişse, aleyhindeki delilleri bilme hakkı vardır. Gizlilik gerekçesiyle temel haklardan olan güvenlik ve savunma hakkı kısıtlanmamalıdır. Meclis görüşmelerinde verilecek önergelerle tasarıdaki bu noksanlığın düzeltilme imkanı olduğunu düşünüyoruz.


İFADE ÖZGÜRLÜĞÜNÜ GENİŞLETEN ÖNEMLİ İYİLEŞTİRMELER
Adil yargılama, yargılamanın şeffaf ve eleştirlere açık olmasını gerektirdiği halde, devam eden davalar hakkında beyanda bulunanları cezalandıran, bu nedenle pek çok gazeteci, köşe yazarı, yorumcu ve akademisyeni mahkemelerde süründüren ‘adil yargılamayı etkilemeye teşebbüs’ suçlarında değişiklik öngörülüyor. Tasarıda söz konusu suçlar  ‘..hukuka aykırı bir karar vermesi veya bir iş̧lem tesis etmesi ya da gerçeğe aykırı beyanda bulunması için..’ tanımlamasıyla özel kast unsurunun varlığına bağlanıyor. Suçun yaptırımı da para cezasına dönüştürülerek ifade özgürlüğü alanı genişletiliyor.
Yargı görevi yapanı etkileme suçu da madde başlığıyla birlikte değiştiriliyor. Yargı görevi yapanı, bilirkişiyi veya tanığı etkilemeye teşebbüs  başlığıyla düzenlenen maddede tanımlanan suç, ‘görülmekte olan bir davada veya yapılmakta olan bir soruşturmada, gerçeğin ortaya çıkmasını engellemek veya bir haksızlık oluş̧turmak..’  unsurlarının oluşmasına bağlanıyor. 
Yasak yayın, yasak kitap konusunda af niteliğinde bir düzenleme geliyor. Kanunun yayımı tarihinden itibaren altı ay içinde yetkili mahkemelerden yeni bir yasaklama kararı verilmeyen tüm basılı yayınlar hakkındaki yasaklar kendiliğinden kalkmış sayılıyor. Bu düzenleme tek parti dönemi Başbakanlık Matbaat Umum Müdürlüğünce yapılan yasaklamalardan 12 Eylül dönemi sıkıyönetim mahkemelerince verilen yasaklama ve toplatma kararlarına kadar pek çok ayıbı ortadan kaldıracak olumlu bir düzenleme. Muhalefet bu konuda nasıl yaklaşacak doğrusu merak ediyorum. Ak Partiden geldiği için peşinen ret mi, yoksa özgürlükten yana bir tavır mı, bekleyip göreceğiz.
Suç işlemek amacıyla örgüt kurma  ve örgüte üye olma suçlarında, örgüte üye olmamakla birlikte örgüt adına eylem yapanlar, ve örgüt içinde hiyerarşik yapıya bağlı olmamakla birlikte bilerek ve isteyerek örgüte  yardım edenler aynen örgüt üyesi gibi cezalandırılmakta iken, örgüt üyesi olmayanların cezalarında yarı oranından üçte ikiye kadar indirim yapılabilmesi hakimin takdirine bırakılıyor. Tasarının, eylemin niteliğine göre uygulanan yaptırımda denge sağlayıcı adil bir düzenleme olduğunu söyleyebiliriz.


ÖZEL HAYATIN GİZLİLİĞİNİ İHLAL EDENLERE AĞIR CEZALAR GELİYOR
Üçüncü yargı paketinin hazırlanmasında toplumsal tepkilerin etkili olduğunu gösteren bir düzenleme de, özel hayatın ve haberleşme gizliliğinin ihlali, konuşmaların dinlenmesi ve kayda alınması suçlarıyla ilgili yaptırımların artırılması diyebiliriz. Haberleşmenin gizlliğini ihlal edenlere altı aydan iki yıla kadar hapis veya adli para cezası uygulanmakta iken bunun yerine bir yıldan üç yıla kadar hapis, gizlilik ihlali haberleşme içeriği kayıt edilerek gerçekleşmişse cezanın bir kat artırılması öngörülüyor. Aynı şekilde kişiler arasındaki aleni olmayan konuşmaları teknik cihazlarla dinleyenler, tarafların rızası olmadan kayıt altına alanlar, ifşa edenler, ses kayıtlarını yayınlayanlar hakkında iki yıldan beş yıla kadar hapis cezası getiriliyor. Kişilerin özel hayatın gizliliğini ihlal edenler, izinsiz ses ve görüntülü kayıt yapanlar ve bu kayıtları ifşa edenler, hukuka aykırı biçimde yayınlara da aynı şekilde  ağır hapis cezaları öngörülüyor.
Son dönemlerde teknolojik aletlerin gelişmesiyle birlikte gizliliğin ihlal edildiği eylemlerde artış olduğu, şuyuu vukuundan beter bu eylemlerin toplumun her kesiminde tedirginlik oluşturduğu gerçeği karşısında, ne hukuken ne ahlaken kabuledilebilir olmayan bu eylemlere ağır cezai yaptırımlar getirilmesi paketin genel kabul görecek bir maddesi olabilir.