Yürütmenin Durdurulması İçin Esasa İlişkin Şartlar

İdari işlemin uygulanması durumunda telafisi güç veya imkansız zararların ortaya çıkabilecek olması ve idari işlemin açıkça hukuka aykırı olması gereklidir. Bir idari işlemin yürütülmesinin durdurulması konusunda karar verilebilmesi için bu iki şartın birlikte gerçekleşmiş olması aranır. Yani işlem hem hukuka açıkça aykırı olmalı hem de telafisi güç ya da imkansız zararlar ortaya çıkarıcı nitelik taşımalıdır.


İşlemin Açıkça Hukuka Aykırı Olması

Hukuka aykırılık ilk bakışta anlaşılamayacak kadar çok çetrefil bir soruna ilişkindir. Hukuka aykırılık zaten iptal davasının esasına ilişkin bir koşuldur ve bunun ilk bakışta ya da başta anlaşılabilmesi ancak yetki unsuruna ilişkin ve çok açık tecavüzlerde veya yokluk hallerinde mümkündür. Maksat, sebep, konu ve bir ölçüde de sekil-usul unsurları yönünden hukuka aykırılık ise çoğu kez davanın son aşamalarına kadar elle tutulur bir biçimde ortaya çıkmaz.[1]

Açık hukuka aykırılık, herkesin kolayca anlayabileceği hukuki sakatlıklar olmayıp, davaya bakan hakimlerin mesleki bilgi ve deneyimlerine dayanarak, herhangi bir özel araştırma ve incelemeye gerek olmaksızın ilk bakışta görebilecekleri sakatlıklardır.[2] Bu şartın açık kanunsuzluk olarak anlaşılmaması gerekir. Bu bakımdan, işlemin açıkça hukuka aykırı olması hükmünün, davanın iptali ile sonuçlanacağının kabul edilir görünmesi, hakimde davanın esastan kabul edilme şansının büyük olduğu kanaatinin oluşması veya idari işlemin dava sonunda iptal edilmesinin olası görülmesi halleri şeklinde anlaşılması gerekir.[3] Bir başka anlatımla, dava dilekçesinde ortaya konulan nedenler ve dava dilekçesine eklenen belge ve kanıtlar, dava konusu yapılan işlemin iptalini gerektirecek nitelikte olup da, yürütmenin durdurulması kararı verilmemesi durumunda ileride verilebilecek olan bir iptal kararı etkisini yitirecek ise bu koşulun gerçekleştiği kabul edilmelidir.[4]

Hukuka aykırılık, yalnızca kanuna ve mevzuata aykırılık hali olmayıp, kanuna ve mevzuata aykırılığı kapsayan daha geniş ve genel bir kavram olup, eşitlik, adalet, hak ve nesafet kurallarını da içine alan bir kavramdır.[5]

Açıkça hukuka aykırılık şartı, dava dilekçesinin incelenmesiyle çoğu kez ortaya çıkartılamamaktadır. Davalı idarenin savunmasının gelmesiyle, davaların büyük bir çoğunluğunda açık hukuka aykırılık şartı ortaya konulabilmektedir. Davaların çok azında ise açık hukuka aykırılığın tespiti için ara kararı ya da keşif ve bilirkişi incelemesine ihtiyaç duyulmaktadır. Mahkeme, yürütmenin durdurulması istemli davalarda açık hukuka aykırılık şartını araştırırken isin esasına da girmektedir. Diğer bir anlatımla, yürütmenin durdurulması istemli davalarda yürütmenin durdurulmasına karar verilebilmesi için aranan hukuka aykırılık şartı esas dosyaların incelendiği şekilde araştırılmaktadır.

Uygulamada, eğer yürütmenin durdurulması isteminin kabulü yönünde karar verilmişse çok büyük olasılıkla esas yönünden de dava konusu işlemin iptaline ya da davanın kabulüne karar verilmektedir. Hatta çoğu kez, yürütmenin durdurulması kararlarına karşı davalı idarenin yaptığı itiraz sonucu bölge idare mahkemelerinin, yürütmenin durdurulması kararlarının kaldırılması yönündeki kararları da, ilgili mahkeme tarafından dosya hemen tekemmül ettirilerek esastan iptal ya da kabul kararı verilmesiyle, etkisiz kılınmaktadır.

Yürütmenin durdurulması kararı verilebilmesi için açık hukuka aykırılık halinin şart koşulduğu bir düzenlemede, yürütmenin durdurulması kararı verilmesi neredeyse hem imkansızdır hem de zaten gereksizdir. Çünkü bir işlemin açıkça hukuka aykırılığının tespit edilebilmesi ancak dilekçe teatileri sonucunda ortaya çıkabilmekte ve artık bu aşamada ise artık uyuşmazlığı esastan karara bağlama imkanı doğmaktadır.[6]

Bu bakımdan, davada açık hukuka aykırılık şartının aranması davanın esastan incelenmesinden başka bir şey değildir. Uygulamada da mahkemeler davanın esastan iptalle sonuçlanacağı kanaatine ulaşmadan yürütmenin durdurulmasının kabulü yönünde kararlar vermemektedirler.


Telafisi Güç Ya Da İmkansız Zararların Doğması

Telafisi güç ya da imkansız zarar, maddi bir kavram değil, eski halin geri gelmesini mümkün kılmayacak durum anlamındadır. Böyle olunca verilecek bir iptal kararının geriye yürür biçimde uygulanabilmesi, eski halin iadesi, başka bir deyişle o işlem sanki hiç yapılmamış gibi bir olgunun gerçekleşebilmesini önleyici her durum telafisi güç ya da imkansız sayılmalıdır.[7]

Verginin derhal tahsilinin ilgiliyi zor durumda bırakıp, ödediği vergi nedeniyle düştüğü darboğazı uzun yıllar atlatamadığı,[8] ekonomik hayattan çekilmesi ve iflasa kadar götürebilecek sonuçlara yol açtığı ve böylece vergi kaynağını kurutarak hazinenin de çıkarına ters düştüğü, hallerde telafisi güç veya imkansız zararın varlığından söz edilebileceği[9] ileri sürülmüşse de telafisi güç ya da imkansız zararın bu derce katı bir şekilde yorumlanmaması gerekir. Zira bu koşulda sözü edilen “zarar” deyiminden mutlaka teknik anlamda maddi veya manevi zararlar anlaşılmamakta, dava konusu işlemin yürütülmesinin durdurulmaması halinde ileride verilebilecek olan bir iptal kararının uygulaması güçleşecek ya da imkansız hale gelecek ise, bu koşulun gerçekleştiği kabul edilmelidir.[10]

İdari yargıda açılan bazı davalarda özellikle de parasal hakları içeren davalarda, açık hukuka aykırılık şartı hiç araştırılmamaktadır. Bu davalarda işlemin açık hukuka aykırı olduğu ilk bakışta görülebilir, ancak ortada telafisi güç veya imkansız bir zarar olmadığından esasa girilmeden yürütmenin durdurulması istemi reddedilmektedir.

İdarenin vergi alacağını zamanında alamaması, devletin mahvına sebep olmayacağı gibi, gecikme zammı ve gecikme faizi gibi feriler ile de, alacağının değerinde bir eksilme meydana gelmeyecektir. Ancak haksız bir verginin ödenmesi, bireyin maddi açıdan mahvına yol açılabilir. Kamunun bireylerden oluştuğu ve idarenin de kamuya hizmet için var olduğu düşünüldüğünde, idari yargıda dava açılması ile yürütmenin kendiliğinden durması gerektiği görüşünün, en azından vergisel işlemler yönünden, akla daha yatkın olduğu kanaatindeyim.


Av. Selçuk ENER

---------------------------------------------

[1] İl Han ÖZAY, Günışığında Yönetim – Yargısal Korunma, İstanbul, Alfa Yayınevi, 1996, s.171. 
[2] Turgut Candan, Açıklamalı İdari Yargılama Usulü Kanunu, Adalet Yayınevi, 5. Bs., Ankara, 2012, s. 613. 
[3] Zehreddin ASLAN, İdari Yargıda Yürütmenin Durdurulması, 2. Bs., İstanbul, Alfa Basım Yayım Dağıtım, 2001, s.46. 
[4] Metin Günday, “Yürütmenin Durdurulması Kararı ve Uygulamada Karşılaşılan Bazı Sorunlar,” İdari Yargı Sempozyumu, 2001. (Çevrimiçi) http://www.danistay.gov.tr, 3 Nisan 2006. 
[5] KARAVELİOĞLU Celal, Açıklama ve Son İçtihatlarla İdari Yargılama Usulü Kanunu, Ankara: Karavelioğlu Hukuk Yayınevi, 2006, s.1289. 
[6] Celal Erkut, “İdari Yargının Yeniden Yapılandırılmasında Yargılama Hukuku Kurallarının Etkinleştirilmesi Sorunu,” İdari Yargı Sempozyumu, 2001. (Çevrimiçi) http://www.danistay.gov.tr, 3 Nisan 2006. 
[7] İl Han ÖZAY, Günışığında Yönetim – Yargısal Korunma, İstanbul, Alfa Yayınevi, 1996, s.173,174. 
[8] H. Hüseyin Bayraklı, “Türk Vergi Yargılama Hukukunda Yürütmenin Durdurulması,” Anadolu Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Yıllığı, 1991, s. 137.. 
[9] Lütfi Duran, “Vergi Davasında Tahsilatın Durması ve Yürütmenin Durdurulması Önleniyor, İktisat ve Maliye, S. 2, 1983, s. 83. 
[10] Metin Günday, “Yürütmenin Durdurulması Kararı ve Uygulamada Karşılaşılan Bazı Sorunlar,” İdari Yargı Sempozyumu, 2001. (Çevrimiçi) http://www.danistay.gov.tr, 3 Nisan 2006