Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 01.10.2019 tarihli, 2019/460 E. ve 2019/572 K. sayılı kararında; sanığın müdafii ile birlikte hazır bulunduğu duruşmada hüküm, Ceza Muhakemesi Kanunu m.231 uyarınca kendisine okunmuş ve açıklanmış, ancak sanık gerekçeli kararın tebliğinin tutuklu bulunduğu Ceza İnfaz Kurumu’nda okunup anlatılmak suretiyle gerçekleştirilmemesi, okumak/almak suretiyle yapılması nedeniyle tebligatın usulsüz yapıldığı gerekçesiyle temyiz talebinde bulunmuştur. Talebe ilişkin husus CMK m.35/3’de düzenlenmiştir. Bu hükme göre; “İlgili taraf serbest olmayan bir kişi veya tutuklu ise tebliğ edilen karar, kendisine okunup anlatılır”. Yargıtay Ceza Genel Kurulu; CMK m.35/3’ü kararın okunup anlatılması gerekmediği şeklinde değerlendirip, gerekçeli kararın tebliğinin usulsüz olduğu yönünde bir itirazının bulunmaması karşısında, gerekçeli kararın okunup anlatılmasının gerekmediğine, dolayısıyla bu uygulamanın İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi m.6’da düzenlenen adil/dürüst yargılanma hakkını, Anayasa m.36 ve 40 ile güvence altına alınan temel hak ve özgürlükleri ihlal etmediğine ve tebligatın usule uygun olduğuna oyçokluğu ile karar vermiştir.
Karşıoy yazısında; CMK m.35/3’ün ihlal edildiği ve bu sebeple usulsüz tebligat yapıldığını belirtmiştir. Altı Ceza Genel Kurulu üyesi ise, “Sanığa yapılan tebligatın 5271 sayılı CMK'nın 35. maddesinin üçüncü fıkrasına aykırı olduğu, bu nedenle sanığın sunduğu 26.06.2019 havale tarihli ek dilekçenin öğrenme üzerine ve süresinde olduğunun kabul edilmesi gerektiği” yönünde görüş beyan ederek çoğunluğun görüşüne iştirak etmemiştir.
Sonuç olarak; gerekçeli karar, hem 19.06.2019 tarihinde kendisine tebliğ edilen sanık müdafiinin 01.07.2019 tarihinde sunduğu ek dilekçenin, hem de gerekçeli karar usulüne uygun olarak 18.06.2019 tarihinde kendisine tebliğ edilen sanığın sunduğu 26.06.2019 havale tarihli ek dilekçenin CMK'nın 295. maddesinde öngörülen yedi günlük süreden sonra sunulduğu kabul edilmiştir. Bu sürelere göre; sanığın sunduğu ek dilekçenin, müdafiine yapılan tebligatın süresine uygun olduğu, temyiz dilekçesinin süresinde sunulduğu anlaşılmaktadır. Çünkü duruşmada hazır bulunan sanığın müdafiine yapılan tebligat, CMK m.35/2-3 uyarınca yeterlidir ve yedi günlük süreyi başlatır. Bu noktada tutuklu sanığa yapılan tebligattan sonra yedi günlük süre dolmakla birlikte, tutuklu sanığın sunduğu dilekçe tarihine göre, avukatına yapılan tebligattan sonra başlayan yedi günlük sürenin içinde olduğu anlaşılmaktadır. Bu nedenle, dilekçenin süresinde verildiğinin kabulü gerekir.
Gerekçeli karar; sanığa 18.06.2019 tarihinde, müdafiine 19.06.2019’de tebliğ edilmiş olup, sanık ek temyiz dilekçesini 26.06.2019, müdafii ise 01.07.2019 tarihinde sunmuştur. CMK m.295’e göre, gerekçeli kararın tebliğinden itibaren yedi gün içinde ek dilekçe verilebilecektir. Buna göre, sanığın ek dilekçe verme hakkı 25.06.2019, müdafiin ise 26.06.2019 tarihinde son bulacaktır. Karar dikkate alındığında, sanık müdafiinin ek dilekçeyi süresinde sunmadığı anlaşılmaktadır.
Ancak sanık; müdafiinin ek dilekçe verme hakkı devam ederken, yani 26.09.2019 tarihinde ek dilekçesini sunmuştur. Sanığın 26.06.2019 tarihinde sunduğu ek dilekçe, gerekçeli kararın müdafiine tebliğinden (19.06.2019) itibaren yedi gün içinde sunulmuş olup, bu dilekçenin süresinde sunulduğu sonucuna varılmalıdır.
Her ne kadar 26.06.2019 tarihinde, sanığın kendisine yapılan tebligat tarihinden (18.06.2019) itibaren yedi gün geçmiş, sekizinci güne girilmiş, dolayısıyla CMK m.295’de öngörülen yedi günlük süre dolmuşsa da, 26.06.2019 tarihinde sanığın sunduğu ek dilekçenin süresinde verilip verilmediği hesaplanırken, sürenin başlangıcı olarak sanık müdafiine yapılan tebligat tarihi esas alınmalıdır. Bu durumda; avukatına yapılan tebligat asile de yapılmış sayılacağından, dilekçe verme süresi lehe olan tarihe göre hesaplanmalıdır. Yargıtay kararında bu hususun dikkate alınmadığı ve tartışılmadığı görülmektedir.
Konumuza dönecek olursak kanaatimizce; şüphelinin ve sanığın hakları korunmalı, bunlara bir kısıtlama getirilecekse de, Anayasa, İHAS ve ilgili kanunlara uygun hareket edilmeli, “Temel hak ve hürriyetlerin sınırlanması” başlıklı Anayasa m.13’e bağlı kalınmalı ve kanun hükümleri birey aleyhine yorumlanıp uygulanmamalıdır.
“Kararların açıklanması ve tebliğ” başlıklı CMK m.35’e göre;
“(1) İlgili tarafın yüzüne karşı verilen karar kendisine açıklanır ve isterse kararın bir örneği de verilir.
(2) Koruma tedbirlerine ilişkin olanlar hariç, aleyhine kanun yoluna başvurulabilecek hakim veya mahkeme kararları hazır bulunamayan ilgilisine tebliğ olunur.
(3) İlgili taraf serbest olmayan bir kişi veya tutuklu ise tebliğ edilen karar, kendisine okunup anlatılır”.
Görüşümüz
Konu; tutuklu sanıkla ilgili olup, sanığın müdafii ile birlikte iştirak ettiği hüküm duruşmasında yüzüne okunup anlatılan mahkumiyet ilişkin kısa karar sonrasında, gerekçeli kararın da ayrıca okunup anlatılıp anlatılmayacağına ilişkindir. Belirtmeliyiz ki; gerek “Temel hak ve hürriyetlerin korunması” başlıklı Anayasa m.40/2’nin dikkate alınması (bu hüküm her ne kadar “Devlet işlemleri” kavramını kullanmışsa da, Türk Milleti adına yargı yetkisine sahip mahkemeleri de, kişi hak ve hürriyetlerini ilgilendirmesi nedeniyle bağlar) ve gerekse de “Kararların gerekçeli olması” başlıklı CMK m.34 uyarınca, Devlet işlemleri ile yargı kararlarında başvurulabilecek yargı mercii ve süresi gösterilmeli, yargı kararının tefhimi sırasında da bu husus duruşma tutanağına geçirilmek suretiyle sanığın yüzüne okunmalıdır. Bu prosedür tatbik edilmezse, sanığın dürüst yargılanma hakkı ihlal edilmiş olur.
Somut olay CMK m.35’in birinci ve üçüncü fıkraları ile ilgilidir. Duruşmada hazır bulunan sanığın yüzüne okunup açıklanan mahkumiyet kararı ve hakları sonrasında, gerekçeli kararın tutuklu sanığa tebliğ sırasında da aynı usulün, yani gerekçeli kararın okunup anlatılma zorunluluğu var mıdır?
CMK m.35/1’e göre; ilgili tarafın yüzüne karşı verilen karar açıklanır, isterse kararın bir örneği kendisine verilir ve CMK m.34/2’de belirtilen usul kısa kararda yer alarak ilgilisine tefhim ve kısa karar teslim edildiğinde, mahkumiyet kararı ile buna karşı başvurulacak kanun yolu usulüne ilişkin tefhim tamamlanmış olur.
CMK m.35/3’de ise; ilgili taraf serbest olmayan bir kişi veya tutuklu olduğunda, tebliğ edilen karar kendisine okunup anlatılır. Belirtmeliyiz ki; yüze karşı verilen kararda isterse kararın bir örneği sanığa verilirken, burada kararın tebliğ edilme zorunluluğu öngörülmüştür ki, olması gereken de budur, çünkü içeriğini bilmediği bir karara karşı sanığın kanun yoluna başvurması beklenemez.
Ceza yargılaması sistemimizde kanun yolu süreleri tefhimle başlar, kısa karara karşı kanun yoluna gidilir ve gerekçeli karar tebliğ edildiğinde de gerekçeli kanun yolu dilekçesi hazırlanıp sunulur. Sanığın yüzüne karşı karar ve başvuracağı kanun yolları usule uygun bildirilmemişse, ister tutuklu ve isterse tutuklu olmayan sanık olsun, kendisini bir avukatla temsil ettirmediği sürece hakkında verilen kararı öğrenme hakkına sahip olduğundan, ancak kararın usule uygun tebliği ile birlikte kanun yolu süreci başlar.
Nitekim bu usul CMK m.35/2’de net bir şekilde ortaya koyulmuştur.
Sanık tutuklu olmayıp da kendisini avukatla temsil ettirmişse, hüküm duruşmasında hazır olsun veya olmasın sanığa ayrıca kararın tebliğinde zorunluluk bulunmamaktadır. Sanık tutuklu olduğunda da kanaatimizce sonuç değişmeyecektir. Esasen konu CMK m.35/2’de düzenlenmiştir. 35. maddenin üçüncü fıkrasında geçen “ilgili taraf” ibaresinin, maddenin ikinci fıkrasından bağımsız ele almak mümkün değildir. Buna göre; serbest olmayan veya tutuklu olan bir sanığın duruşmada hazır bulunmaması halinde, aleyhine kanun yoluna başvurulabilecek, hakim veya mahkeme kararı tutukluya tebliğ edilirken, tutuklu olmayan sanıktan farklı olarak kararın sanığa okunup anlatılacağı ifade edilmektedir. Esasen kararların tefhimi ve tebliği hususu, CMK m.34 ve 35’de açıkça düzenlenmiştir.
Bu iki madde ile CMK m.231/1-2 ve 232 birlikte ele alındığında, kararların sanığa ve müdafiine tefhim ve tebliğ usulünün net olarak belirlendiği, ancak bunlardan kısa kararda gerekçe olmadığı durumda, bunun CMK m.34’e aykırı olacağı ileri sürülse de, bu hususun CMK m.231/1-2’de düzenlendiği görülmekle, duruşmaya katılmayan ve yüzüne hüküm okunmayan sanığa gerekçeli kararın tebliğ edilmesi gerektiği, bu noktada müdafiine yapılan tebliğin de usulüne uygun sayılıp kanun yolu süresini başlatacağını, ancak serbest olmayan veya tutuklu olan yönünden CMK m.35/3’de özel bir düzenlemenin öngörüldüğü, buna göre duruşmaya katılmayan veya katılamayan tutuklu sanığa gerekçeli karar tebliğ edilirken, kararın kendisine okunup anlatılması gerektiği, aksi halde tebliğin usulsüz olacağı ve dürüst yargılanma hakkı kapsamında sayılan gerekçeli karar hakkının ihlal edileceği, “okunup anlatılma” ibaresinden de, en azından verilen hükmün ne olduğunun ve kanun yoluna başvurma sürecinin sanığa açıklanmasının anlaşılması gerektiği sonucuna varılmalıdır.
(Bu köşe yazısı, sayın Prof. Dr. Ersan ŞEN tarafından www.hukukihaber.net sitesinde yayınlanması için kaleme alınmıştır. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısının tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısının bir bölümü, aktif link verilerek kullanılabilir. Yazarı ve kaynağı gösterilmeden kısmen ya da tamamen yayınlanması şahsi haklara ve fikri haklara aykırılık teşkil eder.)