Kurumlara, kurum kimliğini ve ciddiyetini bahşeden şey kendi işleyişlerini düzenleyen yönetmeliklere riayet etmeleridir. Bir kurumun herhangi bir konuda nasıl hareket edeceği daima kendisini de bağlayan kurallarca belirlenir. Bir kurum kendini var eden düzenlemelere kendisi riayet etmiyorsa, bir kurum kendi ilan ettiği prosedürlere kendisi uymuyorsa o kurumun kendi kurumsal kimliğini ilga ettiğini söyleyebilir.
Geçtiğimiz günlerde bir kurumun kurumsal intiharına şahit olduk ve hala da bu kurumun kendi kurumsallığını hiçe saymasını izlemeye devam ediyoruz.
Mevzuata göre TÜRKPATENT tarafından 2 yılda bir yapılması gereken Patent Vekilliği ve Marka Vekilliği Sınavı öngörülen sürenin üzerinden 6 ay geçtikten sonra 11 Mayıs 2024 tarihinde yapıldı.
Patent Vekilliği ve Marka Vekilliği Sınav, Sicil, Disiplin Yönetmeliği’nin 11. maddesinin 1. fıkrası gereği “Sınav sonuçları, 10 uncu maddede belirtilen sürelerin bitiminden itibaren en geç on beş gün içinde Kurumun internet sitesinde ilan edilir.” hükmüne göre en geç 20 Haziran 2024 tarihinde sınav sonuçlarının kurum internet sitesinden ilan edilmesi gerekirken sınav sonuçları bu tarih üzerinden 1 ay geçmiş olmasına rağmen hâlâ ilan edilmemiştir.
Sınav sonuçlarını öğrenmeye çalışan kişiler, telefonla ulaşamadıkları kurumun sosyal medya hesaplarında paylaştığı gönderilerin altına yorumlar yaparak seslerini duyurmaya uğraşmaktadırlar. Fakat çoktan kurumsal kimliğine halel gelen kurumun yetkililerinden hiç ses çıkmamaktadır.
Kurumun sitesine girildiğinde Manisa Mesir Macunu'nun son dönemdeki başarılarından, Antep'in Menengiç Kahvesi'nin ününden bahseden içerikler görülse de açıklanması için öngörülen sürenin üzerinden 1 ay geçmiş olmasına rağmen sınav sonuçları hakkında hiçbir bilgi bulunmamaktadır. Sınav sonuçlarını öğrenmeye çalışan mağdurlara neticeyi ilan edemeyen kurum yetkilileri, her halde insanları Manisa Mesir Macununun son dönemdeki başarıları veya Antep’in Menengiç Kahvesinin ünüyle teselli edeceklerine inanmaktadırlar. Kurumsal ciddiyetini kaybeden bir kurumun gayriciddiliği bazen böyle kara mizah şaheserlerine imza atar.
Şu an mesleki yeterlilik belgesi beklediği kurum hakkında “Görevi Kötüye Kullanmaktan” suç duyurusunda bulunmaya hazırlanan çok sayıda avukat bulunmaktadır. Bir avukat savcılığa sınav sonucunu öğrenmek için gitmemelidir. Ayrıca hiçbir kurum da kendi yaptığı sınavın sonuçlarının mahkeme yoluyla duyurulması zorunda kalmamalıdır. Çünkü böyle bir durum bir kurumun acziyetinin mahkeme kararıyla onaylanması anlamına gelir. Devletin kurumları böyle bir görüntü vermemelidir.
Kanunlardan aldığı yetkiyle sınai mülkiyet tescili yapıp her şeye bir meşruiyet kazandıran Türk Patent Kurumu, kendi kurumsal sayfasında ilan ettiği kuralları yine kendisi hiçe sayarak kendi kurumsal meşruiyetini yine kendisi sakatlamıştır. Yani bir nevi kurumsal intiharla karşı karşıyayız.
Kişilerin mesleki yeterliliklerini belgelemek için müracaat edilen bir kurumun, kendi kurumsal işleyişi nedeniyle kendi kurumsal yeterliliğini tartışılır hale getirdiği bir durumda artık kimin veya neyin yeterli olup olmadığını belirlemek imkansız hale gelir. Belki de o yüzden söz konusu sınavda kazanan avukatların ilk işi Türk Patent Enstitüsüne beceriksizlik tescili ya da yetersizlik patenti vermek olmalıdır.
Kurumun sitesinde, bir kurum sitesinin olmazsa olmazı etik komisyon ve etik sözleşmesi vb. etik vurgusu dikkat çekmektedir. Kurum kendi ilan ettiği etik sözleşmeye göre halkın günlük yaşamını kolaylaştırmak, ihtiyaçlarını en etkin, hızlı ve verimli biçimde karşılamak, hizmet kalitesini yükseltmek ve toplumun memnuniyetini arttırmak için çalışmak kurumun öncelikli hedefleridir. Oysa fiili durum Kurumun kendi öncelikli hedeflerinin dahi çok uzağına düştüğünü göstermektedir. Kendi duyurduğu tarihte sınav yapamayan ve geç yaptığı sınavın sonuçlarını yine kendi duyurduğu tarihte ilan edemeyen bir kurum her şeyden evvel kendi ilan ettiği etik sözleşmeye aykırı davranıyor demektir. Kurumun gayriciddiliğinin bir başka göstergesi de mağdurların kendilerine bir muhatap bulamamalarından anlaşılmaktadır. Mesela kurumun sitesinde ilan edilen etik komisyonda kimlerin yer aldığı hakkında kurumun kendisininde bir fikri yoktur. Kurum muhayyel bir etik sözleşmeden, muhayyel bir etik komisyondan bahsetmekte ama o etik sözleşmeye öncelikle kendisi riayet etmemekte ve etik komisyonda yer alan kişilerin isimlerini kendisi bilmemektedir. Etik sözleşme ve etik komisyonun adı vardır fakat kendisi yoktur.
Bir kurumun etik kaygılarının olup olmadığı aslında sayfasında ilan ettiği sözleşmeler ve komisyonlar üzerinden değil işleyişi üzerinden anlaşılır. Bu da sınavı duyurduğu tarihte yapmayı ve sınav sonuçlarını belirttiği tarihte ilan etmeyi gerektirir. Bu işleyişde yaşanabilecek öngörülemeyen herhangi bir aksaklıkta ise gerçekten etik kaygıları olan bir kurumun yapacağı şey sınavın belirtilen tarihten daha geç bir tarihte yapılmasının ve sınav sonuçlarının belirtilen tarihte ilan edilememesinin nedenlerini kamuoyuyla derhal paylaşmaktır.
Kurumların kendi kurumsal ciddiyetlerini dinamitledikleri ve baroların da bunu sorun etmediği bu aktüel durum akla Yılmaz Erdoğan’ın “Cebimde Kelimeler” isimli gösterisinde anlattığı tren hikayesini getirmektedir. Bu hikayede Hakkari'den Ankara'ya bir tren yolculuğu yapan Erdoğan, seyahat esnasında trenin yavaşlayıp durduğunu ve bir uzun süre sonra yeniden hareket ettiğini anlatır. Bu tam bir Türkiye hikayesidir. Çünkü hiçbir yetkili trenin niye durduğunu, bozkırın ortasında neden saatlerce beklenildiğini, artık her neyse yaşanan sıkıntının nasıl çözüldüğünü yolculara anlatma yükümlülüğü hissetmez. Kurumlar kurumsal ciddiyetlerini muhataplarına açıklama yapmadıkları için değil aksine açıklama yapma zorunluluğu hissettikleri için kazanırlar.
Bunu bir gazete haberi olarak okuyanlar belki de oturdukları yerden “Aman canım sınav o gün değil de bir ay sonra olmuş, sonuçlarda bir ay sonra ilan edilmişse ne olmuş” diyebilirler. Keşke hayatlarının bir iki senesini bu sınava ayırarak bütün gelecek planlarını bu sınavın sonuçlarına göre inşa edecek olan insanlar da böyle rahat olabilseydi. Fakat gerçek hayatta hiçbir şey uzaktan göründüğü kadar basit değildir. İşin içinde hayaller, işsizlikler, hastalıklar ve bizim durduğumuz yerden öngöremeyeceğimiz daha pek çok kişisel trajediler olabilir. Buradan bakıldığında bir kurumun asli vazifesi ve varoluş sebebi insan hayatını kolaylaştırmaktır; yoksa insanlara eziyet etmek değil.