Özü

[Bu makalede, özünü Sokrates’in meşhur savunmasından alan ve ünlü ceza hukukçusu Jacques Vergès’in “Savunma Saldırıyor” adlı kitabında da kendine yer edinen, Türkçeye “kopuş savunması” şeklinde çevrilmiş olan savunma tekniğinin Türk Ceza Yargılaması sisteminde uygulanabilirliği bakımından örnekler üzerinden inceleme yapılacaktır. Makalede, Sulh Ceza Hâkimlikleri nezdinde görülen tutuklamayla sevk sorgularında kopuş savunması uygulanması hakkında incelemeler yer alacaktır.]

1. Giriş

Durkheim’a göre birey, içinde yaşadığı toplumun ürünüdür. Toplum, birey olmadan düşünülemez. Aynı şekilde birey de toplumsuz düşünülemeyecektir. Bireyler içerisinde bulundukları topluma görünmeyen bağlar ile bağlıdır. Hizmetli, bakkal, berber, avukat, memur, hâkim, savcı, milletvekili… Ezcümle toplumun her kesiminden ve sınıfından her insan, karşı koyamayacağı biçimde içinde yaşadığı toplumun değerleriyle yoğrulur.

Bahsedilen toplumda, kişiler sınırları çoğunlukla önceden belirlenmiş çeşitli kurallar manzumesinin içine doğar. Bu kurallar manzumesi ise geniş manada hukuku oluşturur.  Herkesin nasibini aldığı toplumun değerlerinden -kuralları yaratanlar da nihayetinde toplumda birey olduğundan- hukuk sistemi de nasibini alacaktır. Bu nedenle hukuk sistemindeki gelişim toplumun ahlak eğilimi ve gelişimiyle sınırlıdır.  

Toplumun her seviyesinde görülmeye başlanan ahlak değişimleri “anomi” anlayışını görünür hâle getirir. Anomi en yalın hâliyle kuralsızlığın kural olması durumudur. Yöneticilerin kötü yönetimi sonrasında vatandaştaki yani bireydeki aidiyet hissinin kaybolması toplum için kaçınılmazdır. Bu aşamada toplumda “gemisini kurtaran kaptan” anlayışı yerleşmiştir. Anomi durumu, bireyi yaşadığı toplumun içerisinde nefes alamaz hâle getirir.  

Birey, ceza yargılamasını etkileyebilir mi? Bu birey hâkim, savcı, avukat yahut suç ithamı altında bulunan kişinin bizzat kendisi olabilir mi? Hukukun bilhassa suç ve cezalar öngören kuralların sınırları önceden belirlenmiş değil midir? Değer özlü bir kargaşa hâli hasıl olursa ne yapılacaktır? Bireylerin büyük çoğunluğunu topluma bağlayan görünmez bağlar koparsa ne olur?

İşte bu sorular Türk Ceza Yargılaması bakımından “kopuş savunması” kavramının anlaşılmasıyla yanıtlanabilecektir.

2. Uyum Savunması Hakkında

Makalenin giriş kısmında “anomi” hâli izah edildi. Hangi normu izleyeceğini bilemez hâle gelen bireyler, toplumla bütünleşemez ve giderek toplumsal düzensizlik ortamı oluşur. Böylesine bir ortamda yargılamayı yapan birey de içinde bulunduğu toplumun değerleriyle yoğrulduğundan “anomi” hâlinden kendine düşen payı çoktan almıştır.

Birbiriyle çelişen normatif kurallar, her vakıa bakımından farklı uygulanan yargılama pratikleri, hukukun siyasileştirilerek araç olarak kullanılması, zaman zaman belli zümrelerin kurallara uymamasının yaptırımının olmayışı gibi çoğaltılabilecek örnekler neticesinde nihayet kişide artık kurallara uymanın gerekli olduğu yönündeki inanç kaybolma eşiğine gelmiştir. Birey, kendisinin hukuki güvenliğinin kalmadığı inancındadır.

Peki, yaşadığı toplumun bir bireyi olarak gördüklerinden yola çıkarak kendisinin de hukuki güvenliğinin kalmadığına inanan kişinin mesleği yargıçlık ise ve bu yargıç siyasi yahut kamuoyunun ilgisine mazhar olan bir dosyada vereceği herhangi bir karar neticesinde başına gelecekleri acı örnek tecrübelerle öğrendiyse ne olacaktır? Her şeyden öte bir yargıç veya karar verici, karar verirken hukuk ile bağlı kalmak yerine ön yargılarıyla hareket ediyorsa ne yapılacaktır? 

Nihayetinde belirli makamlara gelirken toplumun içinde yoğrulma bitmemektedir. Anılan karar verici makamlara gelmek -siyasal iktidar fark etmeksizin- ülkemiz pratiğinde daima siyasetin ekseninde, kontrolünde gerçekleşmektedir.

Hukuk devleti nedir? Karar vericiler daima hukuk ve dosya kapsamıyla bağlı kalmakta mıdır? Yaşadığımız dünyada mutlak adaleti sağlamak mümkün olmasa da ideale en yakın toplumsal düzeni kuran insanoğlunun birikimine ihanet etmemek gibi büyük bir sorumluluğu omuzlarımızda taşıyoruz. Bu sorumluluğu hukuku oluşturan bütün konuların, kavramların, kurumlar ve kabullerin değişebilir nitelikte olduğunu akıldan çıkarmadan taşımaktayız.

Hukuk, sosyal kontrol araçlarından birisidir. Bahsedildiği üzere toplum da bir etkileşimler ağıdır. Dolayısıyla toplum doğal değil inşa edilen bir şeydir. Toplum hâlinde yaşamak insanın vazgeçilmez bir özelliğidir. Uyum savunması tam olarak buna dayanır. İdeal bir toplumda ve ideal bir hukuki düzlemde gerektiği gibi savunma yapılarak önceden sınırları belirlenen neticeye ulaşılması gerekir.

Uyum savunmasında itham makamı suç ithamı altındaki kişiye isnadı yöneltir ve suç ithamı altındaki kişi de savunmasını kendisine yöneltilen ithamın kapsadığı sınırlar içerisinde kalarak yapar. Uyum savunması esasen modern düşünce tarihimizde oldukça yeni bir kavram olan “bireyin korunması” kavramıyla da doğrudan ilgilidir.

Birey, bir ithamla karşı karşıya kalmışsa ve dosya kapsamıyla da kendisi aleyhine şüpheden uzak sayılabilecek deliller yoksa itham çerçevesinde gereği gibi savunma yaparak neticeyi önceden öngörebilir. Yargılama makamı olarak mahkemeler ve hâkimlikler anılan süreçle bağlıdır. Burada esasen kamusal iddia makamı olan Cumhuriyet savcılığı yani yargı yetkisini haiz bir erk, kişisel özgürlüklere karşı sınırlandırılmıştır. İtham kişiye yöneltmiş ancak netice olarak kamusal iddia makamı ithamını gereği gibi ispatlayamadığından bireyin özgürlüğü, ithama karşı üstün gelmiştir.

3. Kopuş Savunması ve Türk Ceza Yargılamasında Uygulanması Hakkında

Uyum savunması yukarıda genel hatlarıyla izah edildi. Peki, önceden sınırları kesin biçimde belirlenmiş olduğu hâlde ceza yargılaması süreci gereği gibi yaşanmazsa ne yapılacaktır? Kurallara uygun hareket etmek modern devletin en önemli özelliklerinden biridir. Geçmişten günümüze dek sosyal toplum ve bireyi inceleyen büyük düşünürlerin çeşitli kuramları bize toplum sözleşmesini işaret etmektedir.

Genç bir hukukçu olarak zamanında İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesinde okurken “Hukuk Felsefesi ve Sosyolojisi” adlı dersi zorunlu olarak görmekteydim. Bu dersin açık uçlu yazılı sorularından oluşan vize sınavından fakültede nadir görülen bir şekilde tam not yani 100 puan almıştım. İştahla takip ettiğim dersler ve haricen yaptığım alan çalışmalarında, içten içte bu alanın ülkemizde bana pratikte hiçbir faydası olmayacağını üzülerek hatta kahrolarak fark etmem geri dönülemez bir aydınlanma yaşamama sebep olmuştu.

Bazen insan kendini çaresiz hisseder. Boğulmuş, çeperlere sıkışmış ve elinden bir şey gelmez hâldedir. Hepimiz aynı dünyanın içerisinde yaşıyoruz. Gidilen yollar ve yapılan tercihler insanları farklı sonuçlara götürse de günün sonunda aynı hayatı tecrübe ediyoruz. Uyuyor, uyanıyor, ağlıyor, gülüyor ve sonunda ölüyoruz. Hepimize biçilen roller var ve herkes kendi hayatında başrol oyuncusu. Oyunun geneline bakınca ise figüranlar da yer alıyor büyük aktörler de…

Şimdi bütün kuramları bir kenara bırakarak hayal edelim. Hiç olmadık ithamlarla içinde asla bulunmak istemeyeceğin bir hâle girmişsin. Neredesin? Gözaltına alındın. Kolluk personeli sana bakıyor, sen kolluk personeline… Herkesin gözü üzerinde gibi geliyor. Belki sana imalı bakışlar atanlar da var olayı hiç umursamayan kişiler de. Şanslıysan yalnızca belirli süre gözaltında nezarethanede geçirdin ve ifaden alındı. Süre uzun da sürebilirdi. İthama göre değişir. Netice olarak ifadeni verdin. Herkes bu duruma düşebilir. Şüpheli olmak mesleğe yahut kişinin hayattaki konumuna bakmaz.

Herkes, bir gün şüpheli yahut sanık olabilir. Şüphe olmayan tek şey varsa o da bu gerçekliktir. Hayatın ve akışının ne getireceği belli olmaz. Herkes bir gün ne olamaz? Herkes bir gün hâkim yahut Cumhuriyet savcısı olamaz. Zira çeşitli zorlayıcı aşamalardan geçmek gerekir. Netice olarak yargılama kürsüsüne yani “peygamber postuna” çıkmak herkese nasip olmaz.

Peki, yüzlerce yıllık toplum sözleşmesi neticesinde devlet aygıtına devredilen yargılama yetkisini Anayasa’dan aldığı yetkiyle “Türk Milleti” adına kullanan yargıç, ceza yargılamasını yapmaktayken dosya kapsamına ve maddi gerçeğe göre değil de farklı nedenleri temel alarak hüküm kurmaya kalkarsa ne olur? Bu yargılama, hakkında düzenlenen tutuklamayla sevk talebine ilişkinse nasıl bir savunma yapardın?

Kopuş savunması kuramının öncüsü kabul edilen hukukçusu Jacques Vergès’e göre bahsi geçen farazi örnek bakımından koşullar oluşmuştur. Kişinin artık uyum savunması yapmasının neticeye götüren pratik bir faydası olmayacaktır. Zira karar verici konumlarındaki kamusal iddia makamı ile yargılama makamı pozitif hukuktan uzak bir konumdadır. Yargılama başka faktörler etkisinde sürdürmektedir. En azından görünüşte tarafsızlık dahi sağlanamamış hâldedir.

Kopuş savunması içeren davada savunma, bir başka meşruiyet adına adalet dağıtıcı makamları suçlamaktadır. Adalet sisteminin siyasal etkilerle hareket ettiği savunmasını temele alan bu savunma şeklinde sürecin parçası olmak reddedilir.

Karar vericilere rasyonel bir savunma yapmanın faydasız olduğunun ortalama zekada bir kimse tarafından anlaşılabildiği hâllerde, şahıs kopuş savunmasını deneyebilir. Kopuş savunmasında artık kamuoyunu harekete geçirmek hedeflenir. Yargısal makamların vicdani kanaati değil toplumun terazisinin ölçüt olması istenir.

Kişi, büyük bir çıkmaz içerisindedir. Tutuklamayla sevk edilmiş, soruşturma etki altında ilerletilmiş ve muhtemelen karar da çeşitli etkiler altında olacaktır. Kendinizi bir an için böyle bir durumun içerisinde hayal edin. Herkes, her suç bakımından bir gün şüpheli yahut sanık olabilir. Az sonra yapacağınız savunmanın, mahkeme salonunun duvarlarına çarpmaktan başka fayda yaratmayacağını hayal edin.

 Pozitif hukuk kurallarının gereği gibi uygulanmasından ziyade o kuralların uygulanıyormuş gibi davranılması neticesinde aleyhinize işleyecek hukuksal görünümlü bir sürecin öznesi olarak duruşma salonunda bekliyorsunuz. Tıpkı kurbanlık bir koyun gibi… Yargıcın çoktan vermiş olduğu yahut kendisine iletilen hükmün suratınıza tefhimini (okunmasını) bekliyorsunuz. Neyi değiştirebilirsiniz?

Savunmanız kapsamında izah yapıyor, meşru zeminde muhatap bulmaya çalışıyor ancak karşılığını alamıyorsunuz. Hukuk kuralları ile dosya kapsamı yerine, her şey hukuka uygun ilerletiliyormuş izlenimiyle yürütülen ve sair etkilerden ari olamayan bir sürecin öznesi olduğunuzu düşünün. Bu aşamada, hukuki zeminde kalarak savunma yapmanın faydası var mıdır? İthamları karşılayacak savunmaların muhatabına ulaşmadığı ortadayken hem de. Süreç normal değilse, savunma da normal olmamalıdır.

Kopuş savunmasında, kişi bu durumun öznesi olmayı reddeder. Yargılayan makamların adalet anlayışı sorgulanır. İlk bakışta anarşist bir anlayışa yakınsıyor gibi görünen kopuş savunması kuramı kanaatime göre anarşist anlayış ile ilgisizdir. Kural yoksa kuralsız bir savunma yapmak aslında adaletin gerçek gereğidir. Kuralsız savunma nedir? Savunmayı kendi adına ve somut olay yerine yapmak yerine aslında “tarihe bir not düşmek” anlamı taşır.

İthamlara karşı savunma sunulmaktayken arzu edilen gerçek hisler maske altına alınmaksızın muhatabına yöneltilir. Sokrates’in meşhur savunması gibi tarihe bir not düşülür. Savunma makamı kopuş savunmasıyla durumun içinden çıkamaz. Bunun bilincindedir de. Zira inanışına göre yargılama makamı zaten yalnızca “hukuki görünüm” taşımaktadır. Süreç hukuki değildir. Uygulama hukuki değildir.

 Kopuş savunması da bu nedenler dolayısıyla bir inanış savunmasıdır. Pratik faydanın hiçbir türlü alınamayacağı ortada olan vakıalar bakımından uygulanması mantıklı olabilir. İki türlü de fayda alınamayacaksa kopuş savunmasıyla kamuoyu etkisi oluşturulabilir ve “tarihe not düşmek” fiili gerçekleştirilebilir. Kopuş savunmasına girişen savunmacı “diz çökerek yaşamaktansa ayakta ölmek yeğdir” düşüncesini taşır.

Savunma makamı, sisteme karşı sitemini yüksek sesle haykırma fırsatı bulmuştur. Bu belki “toplumsal anomi” hâlini sonlandırmaya yönelik kıvılcım olabilir. Nitekim Sokrates meşhur kopuş savunmasında aynı düşünceyle hareket etmiştir. Demokrasi bir bakıma toplumsal yapı ile siyasi iktidarın hareket serbestisi arasındaki çatışmanın ürünüdür. Toplumsal yapıyı oluşturan bireyler hareket edemez ve adeta nefes alamaz hâle gelirse orada demokrasiden bahsetmek güçtür.

Meşruiyet bir hukuk kuralının ahlak bakımından bağlayıcı olmasını ifade eder. Bireyler bir hukuk kuralını vicdan yönüyle onurlu bulurlar, kurallar genel olarak toplumun vicdanına hitap eder. Aksi hâlde itaat olgusu sağlanamaz ve kaos ortamı olur.

Kişiler, bir normun yahut fiili uygulamanın bağlayıcı olmadığını yani bir noktada meşru olmadığını düşünüyorsa bunun sonucu itaat etmemedir. Bu lafın aksinden ise “bir hukuk kuralı meşruysa itaat yükümlülüğü vardır” şeklinde çıkarım yapmak mümkündür. Peki, fiili uygulama görünüşte kurallara uygun ancak öz bakımından başka etkenler çerçevesinde ilerlemekteyse ne olacaktır?

Kişi burada bireysel olarak sorumluluk alıp “kopuş savunması” yapma riskini göze alabilir. İnandığımız dünya ile yaşadığımız dünya arasında yani hayaller ve hayatlarımız arasında çok ciddi bir çelişki çıkarsa inandığımız şeylerden ve gerçekliğimizden şüphe etmeye başlarız. Gerçeklikten şüphe öncelikle bireyleri sonrasında toplumu düzensizliğe sürükleyecektir.

Hukuk, devletin koyduğu kurallardan ibaret değildir. Siyasi iktidarın koyduğu kuralların dışında da toplumu kontrol eden belli bazı kurallar vardır. Bu kurallar toplumsal kontrol mekanizması işlevi görür. Her toplumun yazılı olmayan kuralları kendine özgüdür. Bizim toplumumuzda “mağdur olmak” “hakkı yenmek” gibi kavramlar daima öncelenir. Örneğin bir güç topyekûn biçimde, kendisine kıyasla görece güçsüz olana yönelik haksız bir müdahalede bulunursa durum toplumumuzda olumsuz olarak karşılanır.

Anılan müdahale her ne kadar şeklen meşru zeminde yapılmış olsa da toplumda genel inanış gerçeğin aksi yönde olduğuna dair ise er ya da geç toplumsal kontrol mekanizması devreye girecektir. Yazılı kuralları da oluşturan nihayetinde toplumun bireyleridir. Toplumun genelinin kabulüne ulaşmayan bütün olguların kaderinde yenilmeye mahkûm olmak vardır.

Makalenin başında toplumun aslında bir inşa hâli olduğundan bahsetmiştik. Toplum, belirsizliği aşmakta önemli bir mekanizmadır. Toplumu oluşturan bireyler, belirsizlik ve güvensizlik oluşturan durumların gün gelince kendilerinin de başına gelebileceğini düşünüyorlarsa bu hâli oluşturan olaylara izin vermeyeceklerdir. Aksinin kabulü toplumsal ilerlemeyi mümkün kılmaz.

İşte, kopuş savunması da toplumun ilerlemesi için bir çığlık atmaya benzemektedir. Belirsizliği yahut derinlemesine haksızlığı yaşayan itham altındaki kişi kendisini ortaya koyarak esasında toplum için bir kıvılcım yakmaktadır.

İnsanın nasıl bir yaşam sürdüreceği büyük ölçüde önceden belirlenemez. Yani insan yaşamı bir imkân ve ihtimaller toplamıdır. Bu özelliği sayesinde insan daima ileriye gitmeye meyillidir. Kopuş savunmasının öznesi de aslında ileriye yani geleceğe belki en çaresiz olduğu anın içinden seslenmektedir.

Toplumun kurulması sürecine baktığımızda önce insanın çevresiyle kurduğu ilişkide kendisini ifade etmesi hâlinin geldiğini görürüz. Dışsallaşma diyebileceğimiz bu aşamada insanlar arasında belirli bir etkileşim doğar. Ardından bu etkileşim kaçınılmaz olarak insanlar arasındaki ilişkinin nesnel bir düzene tâbi tutulmasını getirir. Bunu sağlayan da insanların karşılıklı eylemlerinin kurumlar hâline dönüşmesidir.

Bu süreç aslında nesnelleşme sürecidir. Nesnelleşme, kurumlar eliyle işleyen bir yaşama işaret eder. Bu kurumlaşma aynı zamanda bir öngörülebilirlik imkânı da sağlar. Kurumlar bir süre sonra kendi kurallarını dayatmaya başlar.

Bu kurallara uymayanların çıkması gayet doğaldır. Dolayısıyla kurumlar kendilerini meşrulaştırma ihtiyacı duyar. Bu da kişilerin kurumları içselleştirmelerini sağlar. İçselleştirme diyebileceğimiz bu aşamada söz konusu kurumların kurallarına uymayanlar, yani içselleştiremeyenlere karşı bazı zorlayıcı tedbirler alınır.

İdeal süreç böylece tamamlanır. Peki, kurumsallaşmayı içselleştirerek emredilen buyruklara uygun davrananlar da zorlayıcı tedbirlere maruz kalırsa ne olur? Makale boyunca bahsettiğimiz gibi bu aşamada en faydalı savunma “kopuş savunması” yöntemi olacaktır. Her yurttaşa yazgısının, karşısına çıktığı yargıcın görüşlerine mahkûm olmadığı ve sınırları önceden belirlenen kurallar doğrultusunda yargılanacağının güvencesi veriliyorsa orada sistemin ideal işlediğinden söz etmek mümkündür.

İnsanlar, genel olarak bu düşüncelere bilinçli şekilde ulaşmazlar. Düzen üstüne bilinçli bir düşünce geliştirmek genellikle ya bu konuda bilimsel bir meraka ya da düzene yönelik bir rahatsızlığa işaret eder. Hukukun varlığı ve işleyişinin teminatı da bu gündelik ideal işleyiş rutininin mümkün olduğunca aksamadan sürmesidir. Düzen yönünde hareket etmek, yani düzenin rasyonalitesine tâbi olmak çoğu kez bireylere güvenli bir yol sunar. Ne var ki birey, makale boyunca bahsedilen çıkmazların içerisindeyse “kopuş savunması” akla gelebilir. 

Örneğin, ülkemizde olduğu gibi temsili demokrasilerde hesap sorulabilir konumda olmayan ve halk tarafından seçilmemiş yargıçların, halkın demokratik araçlarla hesap sorulabilir temsilcilerinin iradesine karşı çıkması ve nihayet halkın yasama tercihlerini etkisiz kılmasının meşru olup olmadığı sorunu tartışmalara açık bir sorundur. Zaman zaman halk tarafından seçilen siyasi kişilikler kendi masumiyetlerine de inandıkları bu tarz davalarda “kopuş savunması” yapma yoluna gitmektedirler.

Şüphesiz kimse “lâ-yüs'el'” yani hesap sorulamaz değildir. Ancak işleyiş bütün muhataplara yani şahıslara karşı aynı olmalıdır. Her hukuk istemi asgari düzeyde de olsa adil olduğu iddiasını taşır. İddia varsa belirli ölçüde ve yasada öngörüldüğü şekliyle ispatı da gerekir. Hukukun ve uygulayıcısı hâkimin otoritesi, adil olduğu iddiasından ileri gelir. Hukuk, herkes için işlettiği prosedürlerde tutarlı olmak zorundadır.

Ceza yargılaması yapan hâkimin “tutuklama” şeklinde bir cebri gücü işletme imkânı bulunmaktadır. Tutuklama, koşulları yasada açıkça düzenlenen oldukça ağır bir koruma tedbiridir. İnsanın özgürlüğüne yönelik en ağır müdahalelerden biridir. Özgürlük, kıymetlidir. İnsanın, toplumun geneliyle birlikte bulunduğu özgürlük sahasından çeşitli nedenlerin varlığı kabul edilerek çok farklı bir topluluğun hatta bazen kimsenin olmadığı bir yere nakledilmesidir. Böylesine bir kararı iki dudağın kelamına bırakmak mümkün değildir.

Genellikle tutuklama talep edilen sevk sorgularında avukatlar sayılan hususları tekrar tekrar söylerler. Türkiye’deki aktif avukat sayısını şu an için bilmiyorum ama muhtemelen ceza yargılamasıyla muhatap olan her avukat: “Tutuklama bu aşamada ölçüsüzdür.” “Tutuklama koşulları oluşmamıştır. “Tutuklama cezalandırma amacı taşımamalıdır.” Şeklinde cümleler kurmuştur. Bu cümleler, makalede bahsedildiği gibi ne yazık ki çoğunlukla mahkeme salonunun duvarına çarpıp geri dönmektedir. Yargıç, bir kişiyi tutuklamaya karar verdiyse çoğunlukla müdafi beyanları önemsizdir.

Bu tespitlerden, yargıçların kimseyi tutuklamaması gerektiği yahut herkesin tutuksuz yargılanması gerektiği anlamı çıkarılmamalıdır. Ceza yargılamasına temel alınan kanunların nasıl ve ne amaçlara yönelik düzenlendiği ortadadır. “Tutuklama” üzerine sayfalarca makale yazılabilecek bir koruma tedbirdir.

Kanunda öngörülen şartlar, şekli bir gereklilik olarak yorumlanıyor ve kararlarda yalnızca mecburiyet nedeniyle zikrediliyorsa anılan normatif düzenlemenin hiçbir anlamı kalmamıştır. Zira makale boyunca bahsedildiği üzere ilgili norm toplumun ihtiyaçlarına yanıt vermiyor ve uygulanan gerçeklikle bağdaşmıyor hâle gelmiştir.

Tutuklama talebiyle sevk edilen dosyaların Sulh Ceza Hâkimliği sorgularında genel olarak yasal koşullara yönelik savunma yapmayı önermiyorum. Bu tarz hâkimlik sorgularında mutlaka “kopuş savunması” teorisinin ülkemize uyarlanmış hâlini uygulanmasını tavsiye ederim. En azından sorguda hazır olan hâkime, sizi ciddiyetle dinleyecek nitelikte bir canlılık katmış olursunuz.

Siyasal iktidarların tamamına yakını toplumsal onaya dayanan bir itaat rejimi kurmaya çalışır. Bunun için en kestirme yol ise “hukuk devleti, insan hak ve özgürlükleri, hukuk düzeni” gibi çeşitli adlar altında hukukun ve normlar sisteminin maskeleyici, aynı zamanda meşruiyet yaratıcı bir biçimde kullanılmasından geçmektedir. Toplumun büyük çoğunluğunda yer bulmayan, bireylerin adalet hissini tatmin etmeyen hükümler etkisini er ya da geç kaybetmeye mahkûmdur.

Eski Yunancada “adalet” kelimesi etimolojik olarak dar bir yoldan sapmamak anlamına gelir. Adaletin dar yollarında yürüyoruz. Bu yolda asıl amaç her şeye rağmen olabildiğince insan kalmayı unutmamak olmalıdır. Yargılama, her süjesiyle beşerîdir. Hukuk, durağan ve lineer olmayan zamanın içerisinde yalnızca çeşitli problemler yahut münferit olaylar olduğu vakit uğranılacak bir durak değildir.

Hukukun politikayla olan bu yakın ilişkisine ve sıklıkla politik iktidarın araçsallaştırmasına maruz kalmasına rağmen, aynı zamanda geniş kitleler için hala adaletin sağlanabilmesinin bir simgesi olarak önemini koruduğunu da belirtmek gerekir. Bu bağlamda hukukun, geniş kitleler için, haksızlık ve adaletsizliklerin giderilebilmesi bağlamında bir mücadele aracı olarak kullanılabilirliği gündeme gelmektedir. Hukuk hem yaradır hem de o yaranın merhemidir.

Politik ve toplumsal mücadelelere eşlik eden hukuksal mücadelenin sağladığı kazanımların dünya tarihinde örnekleri çoktur. Örneğin siyahilerin böyle mücadeleler neticesinde elde ettikleri kazanımlar kadar Japonların kendilerine yönelik İkinci Dünya Savaşı sırasında gerçekleştirilen toplama kampı uygulamasına yönelik yürüttükleri mücadelelerin kazanımları da oldukça önemlidir.

Yukarıdaki örneklerden de anlaşılacağı üzere hukuksal mücadele, büyük oranda kendisini önceleyen politik ve toplumsal mücadelelere bağlıdır. Söz konusu toplumsal ve politik mücadelelerin sonuçları doğrultusunda hukuksal mücadele de anlam kazanmaktadır. Kopuş savunması ise bu toplumsal hukuk mücadelesinin önceki aşamasıdır. Kopuş savunmasını yapan birey, kıvılcımı yakmaktadır.

Hukukun politik, ideolojik, tarafgir ya da belirsiz bir karakter arz etmesi hukukun değerini azaltmamakta, sadece kişilerin ona atfettiğinden daha farklı bir gerçekliğe tekabül ettiğini göstermektedir.

Hukuk, yürürlükte olduğu sistemin ekonomik, politik, toplumsal ve tarihsel gerçekliklerinin bir arada değerlendirilmesi suretiyle anlamlandırılmalıdır. Bu anlamlandırma doğru tahlil edilerek yapılan yargılamada yapılacak savunma da tahlil sonucuna göre yapılmalıdır.

İnsanın topluma karşı olumlu eğilimleri olduğu kadar, toplumsal yaşamı tehlikeye düşürecek olumsuz eğilimleri de vardır. İnsan, bencildir.

Bir çıkarı güçleştiğinde başkalarına zarar vermekten, daha da ötesi onları yok etmekten geri kalmaz. Bu durumu yaşayıp algılayan insan, aklının sesine kulak vermiş, yaşamını kurallara bağlamanın gereğini duymuştur. Bu noktadan hareketle, sınırları önceden belirlenmiş kuralların ve adil hükümlerin hepimize lazım olduğunu hatırdan çıkarmamak gerekir.

Fanatik diyebileceğimiz kimseler, görüşü fark etmeksizin her alanda karşımıza çıkmaktadırlar. Fanatik kişiler, bir ideolojiye taraftar olarak kendisi gibi düşünmeyenleri birer düşman olarak görürler. Ayrıca hakikat düşmanı olarak niteledikleri bu gibi insanları kin ve nefretle izlemekten geri kalmaz, onlardan kurtulmak yolunda hiçbir özveriden kaçınmazlar. İşte “kopuş savunması” böyle bir sezinleme yapıldığı vakit kullanılabilecek bir enstrüman niteliği taşır.

Sonuç

Sonuç olarak hukuk, her ne kadar soyut bir alanmış gibi görünse bile aslında kadim bir gerçekliğin kendisidir. Hukuku ve hükmü sosyal gerçeklikten koparmak olanaksızdır. Başlangıcı geçmişin derinliklerinde bulunan, günümüzde dahi hakkında sabit bir tanımlama vermek mümkün olmayan hukuk ve hüküm kurmak hakkında ne söylersek söyleyelim, baktığımız açılara göre değişecek olan bir eksiklik daima kalacaktır.

Durkheim’a göre kişi hiç de zararlı olmadığı hâlde kendisine yasaklanmış olan bir hayvanın etini yese kendisini hasta hissedecek ve bu yüzden ölebilecektir. Bayrağını savunurken düşen asker hiç kuşku yok ki bir bez parçası için canını feda ettiğini sanmaz. Çünkü toplumsal düşünce, kendisinde bulunan buyurucu nitelikten dolayı öylesine bir etkiye sahiptir ki bireysel düşünce buna sahip olamaz; toplumsal düşünce zihinlerimiz üzerine yaptığı etki ile nesne ve olguları bize istediği biçimde gösterebilir.

Bize gösterilen gerçeğin ötesinde bir gerçeklik olabilir. Bunun tersi de geçerli olabilir. Hukukun uygulayıcıları, toplumsal kontrol mekanizmasına ihtiyaç duymaksızın dosya kapsamındaki bilgi belgeler doğrultusunda hiçbir etki altında kalmadan; “gözleri kapalı biçimde” bağımsız, “hiç kimseden talimat almaksızın” yani tarafsız şekilde hükmünü kurmalıdır. Normatif hükümlerin, yalnızca yazılı olarak mevzuat kapsamında yer almasının toplumsal düzene dair hiçbir kıymetiharbiyesi olmayacağı açıktır.

Yazılı ve sınırları önceden belirlenmiş kurallar durumlara göre değişiyorsa toplumsal kontrol mekanizması devreye girer. Bir normun farklı mahkemelerde farklı hâkimler tarafından farklı uygulandığı çok olur. Bu kaçınılmaz bir şeydir. Niçin? Çünkü aslında her metin için, metnin kendisi ile bunun uygulanması arasında ontolojik bir fark vardır. Normatif ifadelerin yer aldığı metinlerin kaderi, uygulama ile metin arasında mesafenin oluşmasıdır. Burada bahsettiğim düşünce ise ideal olanın bu mesafenin az olması hâlidir.

Ancak bazen ne yapılırsa yapılsın çıkmaza düşülen hâller vardır. İşin içerisinde küçük uygulama farklılıklarından ziyade kumpaslar, hayali senaryolar, etkin yürütülmemiş soruşturma yahut etki altına alınmış yargısal süreç gibi hususlar yer alabilir. Böyle durumlarda sesinizin duvara çarparak size geri döndüğünü, düşüncelerinizin yahut savunmanızın karşılık bulmayacağını neredeyse kesin olarak anlarsınız. İşte bu noktada bir kıvılcım yakmak ve “tarihe not düşmek” için “kopuş savunması” yapılabilir.

Av. Salih Can ÇÖÇELLİ

.

Anahtar Kelimeler

Vergès, Kopuş Savunması, Türk Ceza Yargılaması, Sulh Ceza Hâkimlikleri, Tutuklama ile Sevk Sorgusu