Haciz ya da iflas tehlikesiyle karşılaşan borçlular alacaklılarından mal kaçırmak amacıyla zaman zaman bir takım şüpheli tasarruflarda bulunurlar. Bu durumu öngören kanun koyucu bu tip tasarruflardan dolayı alacaklıların zarar görmesini önlemek amacıyla tasarrufun iptali davasını ihdas etmiştir. Yargıtay bu davanın açılması için aciz vesikasının (veya onun yerine geçen haciz tutanağının) (İİK m. 277/1) mevcudiyetinden başka bir takım koşulların daha gerçekleşmesini aramaktadır. Bunlardan biri alacaklının borçluya karşı başlatmış olduğu takibin kesinleşmiş olması[1], diğeri alacaklının iddia ettiği alacağın gerçek olması[2], bir diğer deyişle ortada “gerçek bir alacak” bulunması ve üçüncü olarak davacının alacağının iptali istenen tasarruftan önce doğmuş olmasıdır.

Zikredilen son koşula şu karar örnek gösterilebilir: “(T)asarrufun iptali davalarının dinlenebilmesi için borcun, iptali istenen tasarruftan önce doğması dava ön koşulu olup mahkemece re’sen araştırmalıdır. Dava koşulu gerçekleşmediği takdirde işin esası hakkında hüküm kurulamaz... Gerekirse dava alacaklı ile borçlu isticvap edilerek senedin düzenlenmesine neden olan temel ilişki sorulmalı, gerektiğinde davacı ile davalı borçlunun ticari defterleri üzerinde bilirkişi incelemesi yaptırılarak borcun doğum tarihi tespit edilerek koşulun gerçekleşip gerçekleşmediği saptanmalıdır. O halde mahkemece, davacı vekiline takip konusu borcun doğumuna ilişkin temel ilişki konusunda delillerini sunması için süre verilmesi…”.[3]

Üzerinde kısaca durmak istediğimiz bu (son) koşula ilişkin olarak doktrinde iki farklı görüş ileri sürülmüştür. Bir görüşe göre[4], alacaklının alacağının doğum tarihinin iptale konu tasarruftan önce veya sonra olmasının bir önemi yoktur; her iki durumda da tasarrufun iptali davası açılabilir. İkinci görüşe göre[5] ise bir tasarrufun iptal edilebilmesi için davacının/alacaklının alacağının iptal davasının konusunu teşkil edilen tasarruftan önce doğmuş olması gerekir. Zira alacaklı, borçlu ile hukuki ilişkiye girerken onun işlem tarihindeki mal varlığı durumunu dikkate alır. Tedbirli bir kişi gibi gerekli araştırmayı yapmayan kimse ise bunun sonucuna katlanmalıdır. Diğer bir deyişle, alacaklı, borçlunun tasarruf işlemi tarihindeki mal varlığına güvenerek onunla işlem yaptığından, işlem tarihinden önceki tasarruflar iptal davasına konu edilemez.

Belirtelim ki, doktrinde savunulan ve Yargıtay tarafından da benimsenen bu (ikinci) görüşe katılmak mümkün değildir. Bu görüşün temelinde davacı/alacaklı ile borçlunun iradi olarak hukuki ilişkiye girdikleri varsayımı yatmaktadır. Bunda doğruluk payı olsa bile alacaklıların her an borçlunun mal varlığı durumunu denetleyebilmeleri kolay değildir. Özellikle borçlu hukuki ilişkiye girmeden kısa süre önce sahip olduğu mal varlığı unsurlarını devretmişse bunun sonuçlarına alacaklının katlanması beklemek ve bunu ilke düzeyinde benimsemek isabetli olmasa gerektir.

Diğer yandan alacaklı ile borçlu arasındaki alacak-borç ilişkisinin kaynağı her zaman hukuki işlem olmak zorunda da değildir; borç, sebepsiz zenginleşmeden, haksız fiilden ve başka bir takım sebeplerden de kaynaklanmış olabilir. Mesele özellikle haksız fiiller bakımından hususiyet arz etmektedir. Şöyle ki; Yargıtay kararlarına göre, alacaklının (davacının) alacağı bir haksız fiilden doğmakta ise alacağın doğum anı bakımından haksız fiil tarihi dikkate alınmalıdır.[6] Belirtmek gerekir ki, bu yöndeki içtihatlar haksız bir takım sonuçlara yol açabilir. Bilhassa şu veya bu sebeple haksız fiil işlemeyi planlayan bir borçlu haksız fiil tarihinden çok kısa bir süre önce mal varlığı unsurlarını başkalarına devretmiş olabilir. Yargıtay’ın görüşü kabul edildiği takdirde haksız fiilden zarar gören alacaklılar ikinci kez mağduriyet yaşayabilecektir. Zira, haksız fiilden zarar gören alacaklılar tazminat alacağı için icra takibi başlatıp daha sonra da tasarrufun iptali davası açtıklarında iptali istenen tasarruf haksız fiil tarihinden hemen önce vukubulmuş olduğundan talep ettikleri tazminata belki de hiç kavuşamayacaklardır.

Özetle, Yargıtay’ın iptali istenen tasarrufun muhakkak alacaklının alacağından sonra gerçekleşmiş olmasını araması ve bunun ispatını da alacaklıların omzuna yüklemesi bir yandan kötü niyetli borçlulara cesaret verecek diğer yandan pek çok olayda alacaklıları güç durumda bırakacaktır. Bu nedenle Yargıtay’ın hatalı olan bu içtihadından ivedilikle dönmesinin isabetli olacağı kanısındayız.

Av. Dr. Cenk AKİL

------------------

[1] “…Dava, İİK'nın 277 ve devamı maddelerine dayalı tasarrufun iptali istemine ilişkindir. Bu tür davaların dinlenebilmesi için, davacının borçludaki alacağının gerçek olması, borçlu hakkındaki icra takibinin kesinleşmiş olması, iptali istenen tasarrufun takip konusu borçtan sonra yapılmış olması ve borçlu hakkında alınmış kesin veya geçici aciz belgesinin (İİK.nun 277 md) bulunması ve davanın İİK’nun 284. maddesi gereğince 5 yıl içinde açılması gerekir. Somut olayda davacının alacağının tahsilini teminen davalı aleyhine Kahramanmaraş 1. İcra Müdürlüğü’nün 2017/342, 2017/310 ve Kahramanmaraş 2. İcra Müdürlüğünün 2017/442 sayılı dosyalar ile takip yaptığı, Kahramanmaraş 1. İcra Müdürlüğü’nün 2017/342 ve Kahramanmaraş 2. İcra Müdürlüğünün 2017/442 sayılı dosyalarının kesinleştiği, iş bu dosyalarda İİK'nın 105 kapsamında davalı borçlu aleyhine düzenlenmiş haciz tutanaklarının da bulunduğu, ancak Kahramanmaraş 1. İcra Müdürlüğünün 2017/310 sayılı dosyada davalı borçlunun takibe itiraz ettiği, takibin durduğu, davacı alacaklı tarafından da itirazın iptali talepli dava açılmadığı anlaşılmıştır. Bu durumda mahkemece Kahramanmaraş 1. İcra Müdürlüğü’nün 2017/310 sayılı icra dosyası yönünden davanın kesinleşmemiş takip nedeni ile reddine, …” Yarg. 4. HD, 2022/4402, 2022/12138, 12.10.2022

[2] “… Mahkemece iddia, savunma ve toplanan deliller doğrultusunda, davacı olan takip alacaklısı ...'nın avukatı yanında çalışan bir kişi olduğunu, senet borçlularından gerçekte alacağı olmayan bir kişi olduğu hususunun da davacı vekilinin 20/03/2014 tarihli duruşmadaki imzalı beyanından anlaşıldığından bahisle ortada gerçek bir alacağa dayalı olmayan takip nedeniyle açılan tasarrufun iptali davasının reddine, karar verilmiş; hüküm, davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir. Dosya içerisindeki bilgi ve belgelere, mahkeme kararının gerekçesinde dayanılan delillerin tartışılıp, değerlendirilmesinde usul ve yasaya aykırı bir yön bulunmamasına göre, davacı vekilinin yerinde görülmeyen tüm temyiz itirazlarının reddiyle usul ve yasaya uygun bulunan hükmün onanmasına…” Yarg. 17. HD 2017/3398, 2020/8005, 02.12.2020 (https.//karararama.yargitay.gov.tr/).

[3] Yarg. 4. HD 2021/25047, 2022/7315, 18.04.2022 (https.//karararama.yargitay.gov.tr/). Benzer yönde: Yarg. 4. HD 2021/20426,2022/6843, 05.04.2022 (https.//karararama.yargitay.gov.tr/).

[4] NECMEDDİN BERKİN, İFLÂS HUKUKU, 4. B., İSTANBUL 1980, s. 499; SAİM ÜSTÜNDAĞ, İFLÂS HUKUKU, 8. B., İSTANBUL 2009, s. 285;  TALİH UYAR, ALPER UYAR VE CÜNEYT UYAR, İİK. ŞERHİ, C. 3, s. 4369 vd.; RAMAZAN ARSLAN, EJDER YILMAZ, SEMA TAŞPINAR AYVAZ VE EMEL HANAĞASI, İCRA VE İFLÂS HUKUKU, 9. B., ANKARA 2023, s. 683; GÜRAY ERDÖNMEZ, ALACAKLILARA ZARAR VERME KASTIYLA YAPILAN TASARRUFLARIN İPTALİ, 2. B., İSTANBUL 2019, s. 103.

[5] BAKİ KURU, İCRA VE İFLÂS HUKUKU, C. IV, 3. B., İSTANBUL 1997, s. 3419; BAKİ KURU, İCRA VE İFLÂS HUKUKU EL KİTABI, 2. B., ANKARA 2013, s. 1402; TİMUÇİN MUŞUL, İCRA VE İFLÂS HUKUKU ESASLARI, 6. B., ANKARA 2017, s. 862. 

[6] -Haksız fiil-den (örneğin; eşin, diğer eşi aldatmasından, onu yaralamasından, ona hakaret etmesinden) doğmuşsa, ‘borcun, boşanma davasının açılmasından önce, haksız fiil tarihinde doğmuş olduğu’ kabul edilir. (Yarg. 17. HD. 27.02.2019 T. 11311/2206).