1. Giriş

25 Temmuz 2025 tarihli Beyaz Saray görüşmelerinde yeniden gündeme gelen ve kamuoyunda "Heybeliada Ruhban Okulu" olarak bilinen konu, Türkiye’nin hukuk düzeni, uluslararası yükümlülükleri ve siyasal tarihi bakımından önemini korumaktadır. Yıllardır kapalı olan bu kurumun yeniden faaliyete geçirilmesi meselesi, sadece eğitim özgürlüğü ile sınırlı bir tartışma olmayıp; Lozan Barış Anlaşması’nın yorumu, Anayasa Mahkemesi’nin içtihatları, yükseköğretim mevzuatındaki düzenlemeler ve uluslararası diplomasiyle doğrudan ilişkilidir.

Bu çalışmada; Anayasa Mahkemesi'nin kararları, Yükseköğretim mevzuatı ve Lozan Anlaşması'nın farklı yorumları arasındaki derin çelişkileri ortaya koymaktadır. Bu kapsamlı inceleme, meselenin salt hukuki bir kapanma vakası olmaktan çok, yasal boşluklar ve siyasi iradenin kesişiminde konumlandığı sonucuna varmaktadır.

Temel bulgulara göre, okulun kapatılmasının ardında doğrudan bir hükümet tasarrufu veya ani bir siyasi yasaklama değil; dönemin siyasi konjonktürü ile yakından bağlantılı olarak şekillenen yükseköğretim sistemine ilişkin Anayasa Mahkemesi’nin verdiği karar yatmaktadır. 1970’li yıllar, Türkiye açısından yalnızca iç hukuk düzenlemelerinin değil, aynı zamanda bölgesel ve uluslararası gerilimlerin de yoğun biçimde yaşandığı bir dönemdi. Bu süreçte, Kıbrıs meselesi başta olmak üzere Yunanistan ile ilişkilerdeki gerilimler, azınlık hakları konusundaki tartışmaları daha da hassas hale getirmiştir.

Anayasa Mahkemesi’nin 1971 tarihli kararı, özel yükseköğretim kurumlarının ancak devletin gözetimi ve denetimi altında, kanunla kurulabileceğine hükmetmiştir. Bu karar, görünürde teknik bir yükseköğretim düzenlemesi niteliğinde olsa da, dönemin siyasi iklimi içerisinde daha geniş bir anlam taşımaktaydı. Zira Türkiye, bir yandan Kıbrıs’ta tırmanan gerginlik ve uluslararası platformda artan baskılarla uğraşırken; diğer yandan iç siyasette artan ideolojik kutuplaşma, dini kurumların devlet denetimi dışında faaliyet göstermesine karşı daha temkinli bir yaklaşımı beraberinde getirmiştir.

Mesele, temelde Lozan Barış Anlaşması’nın azınlıklara tanıdığı eğitim ve dini özgürlüklerin “eşitlik” ve “karşılıklılık” ilkeleri çerçevesinde nasıl yorumlanması gerektiği etrafında yoğunlaşmaktadır. Lozan’ın 40. ve 42. maddeleri, gayrimüslim azınlıklara kendi eğitim kurumlarını açma hakkı tanımış olsa da, Türkiye’nin resmi tezi bu hakların mutlak olmadığını, anayasal düzen ve kamu hukuku ilkeleriyle sınırlı olduğunu ileri sürmektedir. Buna göre, Müslüman çoğunluğun özel bir yüksek dini eğitim kurumu açamadığı bir düzende, azınlıklara da benzer bir hakkın tanınamayacağı kabul edilmektedir.

Ancak günümüzde vakıf üniversiteleri bünyesinde açılan ilahiyat fakülteleri, dini yükseköğretimin devlet denetimi altında da olsa özel statülü kurumlarca yürütülebildiğini göstermekte, böylece bu resmi argümanı tartışmaya açmaktadır. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin azınlık haklarına ilişkin içtihatları ve Avrupa Konseyi raporları da Lozan’ın modern insan hakları yaklaşımı çerçevesinde yeniden değerlendirilmesi gerektiğini işaret etmektedir.

Bununla birlikte tartışmayı yalnızca Lozan hükümleri ve eğitim hakkıyla sınırlı görmek eksik kalacaktır. Çünkü Fener Rum Patrikhanesi, uluslararası alanda kendisini yalnızca Türkiye’deki Rum Ortodoks cemaati için bir dini liderlik makamı olarak değil, tarihsel Bizans mirasına dayalı “ekümenik” bir otorite olarak tanıtma eğilimindedir. Patrikhane’nin bu şekilde “Bizans Patriği” sıfatıyla görünürlük kazanması, Türkiye’nin resmi tezleriyle doğrudan çatışmaktadır. Türk hukuk sistemine göre Patrikhane, Lozan uyarınca yalnızca İstanbul’daki Rum Ortodoks cemaatine hizmet eden yerel bir dini kurumdur; “ekümenik” sıfatı hukuken tanınmamaktadır.

Bu nedenle Heybeliada Ruhban Okulu’nun yeniden açılması, yalnızca bir eğitim serbestisi veya azınlık hakkı meselesi olmaktan çıkmakta; Patrikhane’nin uluslararası statü iddialarının somut bir aracı haline gelmektedir. Türkiye açısından böylesi bir gelişme, Lozan’da çizilmiş sınırların aşılması ve Patrikhane’nin siyasi-diplomatik alanlarda güç kazanması anlamına gelmektedir.

Tüm bu hukuki ve tarihsel tartışmaların ötesinde, mesele son yıllarda ABD’nin diplomatik baskısı, Avrupa Birliği’nin raporları ve Cumhurbaşkanı Erdoğan ile Patrik Bartholomeos arasındaki doğrudan temaslarla siyasi bir pazarlık alanına dönüşmüştür. Patrik’in kamuoyuna yansıyan “yeşil ışık” açıklamaları, hukuki engellerin yeni yasal formüllerle aşılabileceğine dair bir beklenti yaratmaktadır. Nihayetinde, okulun geleceği, hem Lozan’ın yorumunu modern insan hakları anlayışıyla dengeleyebilecek hem de Patrikhane’nin statü iddialarını Türkiye’nin egemenlik anlayışıyla çelişmeyecek şekilde sınırlandırabilecek güçlü bir siyasi iradenin varlığına bağlı görünmektedir.

2. Heybeliada Ruhban Okulu'nun Kapatılması ve Hukuki Dayanakları

Heybeliada Ruhban Okulu'nun yükseköğretim faaliyetlerini 1971 yılında durdurması, Türkiye Cumhuriyeti'nin eğitim sisteminde yaşanan köklü dönüşümlerle yakından ilişkilidir. Bu dönüşümlerin başında, 3 Mart 1924 tarihli 430 sayılı Tevhid-i Tedrisat Kanunu gelmektedir. Bu kanun, eğitimde birliği sağlamayı ve tüm eğitim kurumlarını Maarif Vekaleti (şimdiki Milli Eğitim Bakanlığı) çatısı altında toplamayı hedeflemiştir. Bu yasal düzenleme, Osmanlı'dan kalan medrese ve diğer dini eğitim kurumlarının da kapatılmasına zemin hazırlamış, laik ve milli bir eğitim sisteminin temelini oluşturmuştur. Heybeliada Ruhban Okulu, bu süreçten hemen sonra özel bir yüksekokul olarak faaliyetlerine devam etmiştir. Ancak bu özel statü, zaman içinde eğitim sistemindeki değişimler ve yükseköğretim mevzuatıyla çelişen bir konuma gelmiştir.

Okulun yükseköğretim bölümünün kapatılmasının ana dayanağı, Anayasa Mahkemesi'nin 12 Ocak 1971 tarihinde verdiği 1969/31 Esas ve 1971/3 Karar sayılı kararıdır. Bu karar, 625 sayılı Özel Öğretim Kurumları Kanunu'nun bazı maddelerini iptal etmiştir. Mahkeme, anayasanın 130. ve 132. maddelerine atıfta bulunarak, bilimsel özerkliğe sahip üniversitelerin ancak kanunla ve devlet tarafından kurulabileceğini ve devletin yükseköğretim kurumlarını denetleme yetkisine sahip olduğunu hükmetmiştir. Bu kararın doğrudan bir kapatma emri olmamasına rağmen, dönemin hukuki yorumu ve Patrikhanenin devlet denetimine girmeyi reddetmesi nedeniyle okulun yükseköğretim bölümü fiilen kapanmıştır. Okul, bu tarihten sonra lise düzeyinde faaliyet göstermeye devam etmiştir. Patrik Muammer Aydın gibi hukukçular, konunun kamuoyuna siyasi bir mesele olarak sunulmasına rağmen, temel nedenin Patrikhanenin Türk hukuk sistemini ve ulusal denetimi kabul etmeme ısrarı olduğunu belirtmektedir.

Konunun en kritik ve tartışmalı noktalarından biri, okulun yasal olarak "kapatılıp kapatılmadığı" üzerinedir. Bazı hukuk çevreleri, Anayasa Mahkemesi'nin kararının okulun yükseköğretim statüsünü ortadan kaldırdığını, ancak okulun yasal varlığını sona erdirmediğini savunmaktadır. Bu görüşe göre, okulun yeniden faaliyete geçmesi için anayasa değişikliğine gerek yoktur; mevcut yasal statüsüyle, Milli Eğitim Bakanlığı denetiminde bir özel okul olarak kolayca açılabilir. Okulun, kapatıldığı günden beri maaş alan bir Türk müdür bulundurması da bu tezi destekleyen bir durum olarak sunulmaktadır. Ancak, bu görüşe karşıt olarak, Anayasa Mahkemesi kararının özel yükseköğretim kurumlarına ilişkin getirdiği mutlak sınırlamanın, okulun yüksekokul olarak faaliyetini engellediği ve bu durumun hukuki bir zorunluluk olduğu belirtilmektedir. Bu iki zıt görüş, meselenin hukuki temelinin dahi tartışmalı olduğunu ve yasal engellerin net olmaktan çok, siyasi yorumlara açık bir alanda bulunduğunu göstermektedir. Bu hukuki belirsizlik, konuyu bir çözüm bekleyen siyasi bir pazarlık zeminine taşımaktadır.

3. Lozan Barış Anlaşması Çerçevesinde Azınlık Din Eğitimlerinin Değerlendirilmesi

Heybeliada Ruhban Okulu meselesi, Lozan Barış Anlaşması'nın azınlık haklarına ilişkin hükümlerinin yorumlanması bağlamında da ele alınmaktadır. Lozan Anlaşması, Türkiye'deki Müslüman olmayan azınlıkları (Rumlar, Ermeniler ve Yahudiler) tanımlamakta ve onlara Türk uyruklularla aynı hakları tanıyarak bir ayrıcalık tanımamaktadır. Anlaşmanın 40. maddesi, azınlıkların kendi giderlerini karşılamak koşuluyla her türlü hayır kurumu, dini ve sosyal kurum, okul ve benzeri öğretim kurumları kurma, yönetme ve denetleme hakkına sahip olduğunu belirtmektedir. Anlaşma aynı zamanda, Yunanistan'daki Müslüman azınlıklara da benzer haklar tanıyarak "karşılıklılık" ilkesini tesis etmiştir.

Türk hukuku ve devletinin yorumuna göre, bu maddeler azınlıklara mutlak ve sınırsız bir hak vermemektedir. Hukuk çevreleri, Lozan'ın azınlıklara "özel imtiyaz" değil, yalnızca "eşit muamele" hakkı tanıdığını savunmaktadır. Bu yoruma göre, Türkiye'deki Müslüman çoğunluk, devlet denetiminin dışında, dini özerkliğe sahip bir özel yükseköğretim kurumu açamadığı için, Heybeliada Ruhban Okulu'nun da bu statüde açılması Lozan Anlaşması'nın 40. maddesine aykırı değildir. Bu durum, Patrikhanenin YÖK ve Milli Eğitim Bakanlığı'nın denetimi dışında, dini özerkliğe sahip bir okul talebinin, Anayasa'nın ve Lozan'ın getirdiği eşitlik ilkesiyle çeliştiği argümanına zemin hazırlamaktadır.

Patrikhane ise, okulun statüsünün uluslararası hukukun garantisi altında olduğunu iddia ederek, meselenin bir iç mesele değil, uluslararası bir konu olduğunu ileri sürmektedir. Bu çerçevede, ABD ve diğer uluslararası aktörler, konuyu hukuki bir tartışmadan ziyade, din ve vicdan özgürlüğü gibi evrensel insan hakları prensipleri bağlamında ele almaktadır. Ancak, Lozan Anlaşması'nın 40. maddesi, azınlıklara tanınan hakların "Türk uyruklarıyla aynı" olduğu ifadesiyle sınırlı bir eşitlik ilkesi kurmaktadır. Bu durum, Lozan'ın lafzı ile ruhu arasındaki bir gerilime işaret etmektedir. Bir yandan anlaşmanın lafzı, hakları çoğunluğa tanınan haklarla sınırlarken, diğer yandan uluslararası baskılar, anlaşmanın azınlık haklarını koruma ruhuna aykırı hareket edildiği yönünde bir algı oluşturmaktadır. Bu temel çelişki, meselenin uluslararası hukuk ve diplomasi alanındaki tartışmaların merkezinde yer almasına neden olmaktadır.

4. Din ve Vicdan Özgürlüğü Çerçevesinde Değerlendirme

Türkiye Cumhuriyeti Anayasası, din ve vicdan özgürlüğünü temel bir hak olarak güvence altına almaktadır. Anayasa'nın 24. maddesi, her bireyin vicdan, dini inanç ve kanaat hürriyetine sahip olduğunu, ibadet, dini ayin ve törenlerin serbest olduğunu belirtir. Anayasa Mahkemesi de kararlarında bu özgürlüğün demokratik toplumun temellerinden biri olduğunu vurgulamaktadır. Bununla birlikte, anayasa, din ve ahlak eğitim ve öğretiminin devletin gözetim ve denetimi altında yapılacağını şart koşmaktadır. Bu çerçevede, ilk ve ortaöğretim kurumlarında zorunlu Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersleri okutulmaktadır. Bu zorunlu dersler dışında kalan din eğitiminin ise kişilerin kendi isteğine bağlı olduğu hükme bağlanmıştır.

Heybeliada Ruhban Okulu'nun yükseköğretim statüsü meselesi, bu anayasal çerçeve içinde daha geniş bir bağlamda değerlendirilmektedir. "Müslüman çoğunluğun sahip olmadığı bir hakka, azınlıkların da sahip olamayacağı" yönündeki yaygın hukuki argüman, son yıllardaki gelişen uygulamalarla sınanmaktadır. Türkiye'de dini yükseköğretim kurumları, Yükseköğretim Kanunu ve Vakıflar Mevzuatı çerçevesinde faaliyet göstermektedir. Bir yandan, Diyanet İşleri Başkanlığı kendi personeline yönelik dini yüksek ihtisas ve eğitim merkezleri kurarak dini eğitim vermektedir. Öte yandan, vakıf kurma özgürlüğü anayasal bir hak olarak düzenlenmiştir. Bu yasal zeminde, Fatih Sultan Mehmet Vakıf Üniversitesi gibi özel vakıf üniversiteleri, YÖK'ün denetimi altında İslami İlimler Fakülteleri açabilmektedir. Bu durum, özel statüye sahip dini yükseköğretim kurumlarının Türkiye'de yasal olarak mümkün olduğunu göstermektedir.

Bu gelişme, Lozan Anlaşması bağlamındaki eşitlik argümanının temelini sarsmaktadır. Bu durum, hukuki engelin genel bir yasağa dayanmadığını, daha ziyade Heybeliada Ruhban Okulu'nun talep ettiği "özerk" yapıya ve Patrikhanenin özel statüsüne yönelik bir itiraz olduğunu ortaya koymaktadır. Sorun, dini eğitim kurma hakkının varlığı değil, bu eğitimin kimin tarafından, hangi denetim altında ve hangi statüde verileceği meselesine odaklanmaktadır. Bu durum, tartışmayı Lozan'ın eşitlik prensibinin dar yorumundan, Anayasa'nın denetim ve eşitlik prensiplerinin dinamik yorumuna doğru kaydırmaktadır.

5. Siyasi Boyut ve Güncel Gelişmelerin Hukuki Analizi

Heybeliada Ruhban Okulu meselesi, iç hukuk ve uluslararası anlaşmaların ötesinde, diplomatik ilişkilerin de önemli bir gündem maddesi olmuştur. En dikkat çekici gelişmelerden biri, ABD Başkanı Donald Trump ile Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan arasında gerçekleşen görüşmelerde konunun ele alınmasıdır. Bu görüşmelerde Erdoğan, Ruhban Okulu'nun açılması için "üzerimize ne düşerse biz onu zaten yapmaya hazırız" ifadesini kullanarak siyasi iradesini ortaya koymuştur. Bu açıklamalar, ABD'nin konuyu dış politika gündemine taşımasının bir sonucudur.

Trump yönetimi, dini özgürlükler konusunu dış politikasının merkezine yerleştirmiş ve bu konuda bir komisyon kurmuştur. ABD Dışişleri Bakanlığı, yıllık din özgürlüğü raporlarında ve çeşitli resmî açıklamalarında Türkiye'ye Ruhban Okulu'nu yeniden açma çağrısı yapmakta ve bu çağrısını İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi'ne dayandırmaktadır.

Patrikhane de bu diplomatik rüzgarı fırsata çevirerek konunun siyasi bir kararla çözüleceği beklentisini güçlendirmiştir. Fener Rum Patriği I. Bartholomeos, okulun açılmasına yönelik çalışmaların sürdüğünü ve bu konuda Cumhurbaşkanı Erdoğan'dan "yeşil ışık" yaktığı yönünde açıklamalar yapmıştır. Patrik'in bu açıklamaları, çözümün hukuki bir süreçten çok, siyasi bir talimatla gerçekleşeceği yönündeki algıyı pekiştirmektedir. Milli Eğitim Bakanlığı ile yürütülen görüşmeler de somut adımların atılmaya başlandığını göstermektedir.

Bu gelişmeler, meselenin hukuki zeminini ve siyasi iradenin rolünü daha net bir şekilde ortaya koymaktadır. Anayasa Mahkemesi'nin 1971 kararıyla fiilen kapatıldığı düşünülen bir kurumun, aradan geçen 50 yılı aşkın sürenin ardından siyasi bir açıklama ile yeniden gündeme gelmesi, yasal engellerin aşılamaz olmadığını, aksine siyasi bir irade oluştuğunda bu engelleri aşacak hukuki formüllerin bulunabileceğini ima etmektedir. Bu durum, Heybeliada Ruhban Okulu meselesinin, Türkiye'deki hukukun siyaset karşısındaki konumunu gösteren bir vaka incelemesi olduğunu ortaya koymaktadır. Hukuki çerçeve, statik bir kural setinden ziyade, siyasi yönlendirmelerle esneyebilen veya yeni formüllerle aşılabilen dinamik bir alan olarak işlev görmektedir.

6. Hukuki Çözüm Önerileri

Heybeliada Ruhban Okulu’nun yeniden açılabilmesi, yaklaşık yarım asırdır Türkiye’nin hukuk, siyaset ve diplomasi gündeminde yer alan çok boyutlu bir meseledir. Konu, bir yandan Anayasa’nın eğitim ve din özgürlüğüne ilişkin hükümleriyle; diğer yandan Lozan Barış Anlaşması’nın azınlık haklarına dair hükümleriyle doğrudan ilişkilidir. Ayrıca Patrikhane’nin uluslararası alanda sürdürdüğü “ekümenik” iddialar, ABD ve Avrupa Birliği’nin diplomatik baskıları ve Türkiye’nin laiklik ilkesi çerçevesinde yürütülen devlet politikaları da sorunun çözümünde belirleyici rol oynamaktadır.

Geçmişten bugüne tartışılan çözüm önerileri incelendiğinde, hem pratik hem de teorik düzeyde farklı hukuki formüller öne çıkmıştır. Ancak bu formüllerin hiçbiri tek başına hem Patrikhane’nin beklentilerini hem de Türkiye Cumhuriyeti’nin anayasal hassasiyetlerini tatmin edememiştir.

6.1. Vakıf Üniversitesi Bünyesinde İlahiyat Fakültesi

En yaygın önerilerden biri, Ruhban Okulu’nun bir vakıf üniversitesi çatısı altında “ilahiyat fakültesi” statüsünde yeniden açılmasıdır. Bu model, hukuken en uygulanabilir seçeneklerden biri olarak görülmektedir çünkü:

- Anayasa’nın eşitlik ilkesine uygunluk sağlamaktadır,

- Yükseköğretim mevzuatına göre üniversitelerin YÖK denetiminde faaliyet göstermesi öngörülmektedir,

- Böylece devlet denetimi ile Patrikhane’nin eğitim faaliyetleri arasında bir denge kurulabilmektedir.

Ne var ki Patrikhane, YÖK denetimi altında faaliyet göstermeyi “dini özerkliğin kaybı” olarak görmüş ve bu formülü kesin biçimde reddetmiştir. Patrikhane’nin beklentisi, devlet gözetimi olmadan kendi müfredatını ve kadrosunu belirleyebilmek; yani ruhban yetiştirme sürecinde tam bir özerklik sağlamaktır.

6.2. Devlet Üniversitesi ile Entegrasyon

Bir diğer öneri, Ruhban Okulu’nun Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi gibi mevcut bir devlet üniversitesine bağlı bir bölüm ya da enstitü olarak açılmasıdır. Bu model, Türkiye’nin resmi laiklik anlayışıyla ve yükseköğretim düzeniyle tam uyum içerisindedir. Çünkü devlet denetimi azami ölçüde korunmakta, öğretim kadrosu YÖK ve üniversite senatoları tarafından belirlenmekte, dolayısıyla Patrikhane’ye bağımsız hareket alanı bırakılmamaktadır.

Ancak bu modelin de dezavantajı açıktır: Patrikhane’nin uzun yıllardır dile getirdiği özerklik talebini karşılamamaktadır. Bu nedenle bu çözüm, özellikle uluslararası platformlarda Patrikhane tarafından “yarım çözüm” olarak nitelendirilmiş ve fiilen uygulanma şansı bulamamıştır.

6.3. Yabancı Üniversite Bünyesinde Fakülte Modeli

Son dönemde daha yenilikçi bir yaklaşım gündeme gelmiştir: Okulun bir yabancı üniversite bünyesinde, kendi mevzuatına tabi bir fakülte olarak yeniden faaliyete geçmesi. Bu model, yeni YÖK Kanunu taslaklarında yer alan ve şirketler aracılığıyla yabancı üniversitelerin Türkiye’de fakülte açabilmesine imkan tanıyan hükümlerle doğrudan ilişkilidir.

Bu çözüm, iki temel çatışma noktasına pratik bir cevap sunmaktadır:

- Devlet denetimi: Fakülte, yabancı üniversiteye bağlı olduğundan YÖK’ün klasik denetim sistemi dışında özel bir statüye sahip olabilir.

- Anayasal eşitlik ilkesi: Türkiye’nin mevcut anayasa hükümleri değiştirilmeden, diğer azınlık ya da çoğunluk gruplara benzer bir hak tanınmadan, yalnızca bu özel model üzerinden Ruhban Okulu’nun yeniden açılması sağlanabilir.

Bu açıdan, model hukukun siyasete pratik çözüm üretme kapasitesini göstermektedir. Hem Patrikhane’nin bağımsızlık talebini tatmin etmekte, hem de devletin egemenlik ve anayasal denetim ilkelerinden ödün vermeden bir çıkış yolu sunmaktadır.

6.4. Anayasa Değişikliği ve Din Özgürlüğü Reformu

Daha köklü bir öneri ise, okulun 1971’de kaybettiği “özel meslek yüksekokulu” statüsüne dönmesi için anayasa değişikliğine gidilmesidir. Ancak bu adım, yalnızca Heybeliada Ruhban Okulu ile sınırlı olmayacaktır. Böyle bir değişiklik, diğer dini ve etnik cemaatlere de benzer şekilde özel dini okul açma hakkı tanıyacak, dolayısıyla Türkiye’de din ve vicdan özgürlüğünün çok daha geniş kapsamlı bir reforma konu edilmesine yol açacaktır.

Genel Değerlendirme

Önerilen modellerden hiçbiri tek başına “mükemmel çözüm” sunmamaktadır. Vakıf üniversitesi ve devlet üniversitesi entegrasyonu modelleri hukuken güvenli ancak Patrikhane açısından kabul edilemezdir. Yabancı üniversite modeli daha esnek olmakla birlikte, siyasi tartışmalara yol açabilecek “egemenlik” hassasiyetlerini gündeme getirmektedir. Anayasa değişikliği ise en radikal ama en kapsamlı seçenektir.

7. Yunanistan'daki Türk Azınlığın Dini Eğitim Hakları ve Karşılıklılık İlkesi

Lozan Barış Anlaşması'nın 45. maddesi, Türkiye'nin Müslüman olmayan azınlıklarına tanınan hakların, Yunanistan tarafından kendi ülkesindeki Müslüman azınlığa da tanınacağını hükme bağlamaktadır. Anlaşmanın 40. maddesi ise, azınlıklara kendi giderlerini karşılamak koşuluyla okul kurma, yönetme ve denetleme hakkı vermektedir. Yunanistan, Lozan öncesinde de 1882 yılında çıkardığı bir yasayla masrafları devlet tarafından karşılanacak Türk okulları açılmasını düzenlemiştir. Ayrıca, 1920 tarihli Sevr Anlaşması da Yunanistan'daki azınlıklara okul ve diğer eğitim kurumları kurma hakkı tanımıştır.

Ancak, Lozan'ın getirdiği karşılıklılık ilkesine rağmen, Yunanistan'daki Batı Trakya Türk azınlığının dini eğitim hakları konusunda sorunlar yaşandığı belirtilmektedir. Türk azınlık okulları, "yetersiz öğrenci sayısı" gibi gerekçelerle kapatılmakta ve son 14 yılda okul sayısı 188'den 83'e düşmüştür. Bu durum, Batı Trakya Türk Öğretmenler Birliği ve diğer sivil toplum kuruluşları tarafından Lozan Anlaşması'yla güvence altına alınan eğitim hakkının ihlali olarak değerlendirilmektedir. Yunanistan, 1915 yılında çıkardığı bir yasayla Müslüman okullarda Yunancayı zorunlu hale getirmiş ve Batı Trakya Türk azınlık okullarına Türkiye'den kitap gönderilmesini yasaklayarak kendi hazırladığı ders kitaplarını dayatmıştır.1 Tüm bu uygulamalar, azınlığın dini haklarının neredeyse ortadan kalktığı yönünde yorumlara neden olmaktadır.

Bu bağlamda, Yunanistan'ın din görevlisi yetiştirmek için Atina'da "naip okulu" açması öngörülmüştür. Ancak, dini okulların kapatılması ve eğitimdeki kısıtlamalar, Türkiye'deki Ruhban Okulu tartışmasıyla Lozan'ın karşılıklılık ilkesi çerçevesinde ele alınmaktadır.

8. Sonuç ve Öngörüler

Heybeliada Ruhban Okulu'nun yükseköğretim faaliyetlerini yeniden başlatma meselesi, derinlemesine bir analiz sonucunda, artık bir "kapatma" meselesi olmaktan çıkıp, "hukuki bir formül ve siyasi bir irade" meselesine dönüştüğü sonucuna varılmaktadır. Hukuki zeminindeki karmaşıklıklar, özellikle Anayasa Mahkemesi kararının yorumlanması ve Lozan'ın eşitlik ilkesinin uygulanması konusundaki çelişkiler, konunun mahkemelerden ziyade siyasi ve diplomatik kanallar üzerinden bir çözüme doğru ilerlediğini göstermektedir.

Siyasi iradenin, hukuki engellerin ötesinde bir çözüm yaratma gücüne sahip olduğu görülmektedir. Patrik Bartholomeos'un "yeşil ışık" açıklamaları ve Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın diplomatik düzeyde konuya ilişkin sarf ettiği sözler, bu durumun en somut göstergeleridir. Tartışılan çeşitli hukuki çözüm modelleri, özellikle yabancı üniversite statüsü, Türk Anayasası ve yasalarında kalıcı değişiklikler yapmadan, soruna pratik ve diplomatik olarak kabul edilebilir bir çözüm getirme potansiyeli taşımaktadır.

Ancak, meselenin kalıcı ve adil bir çözüme kavuşabilmesi için, uluslararası baskıların gölgesinden çıkarılarak, son anayasa değişikliği çağrısı çerçevesinde ele alınması gerekmektedir. Bu kapsamda yalnızca devlet organlarının değil; tüm sosyal iletişim odaklarının, sivil toplum kuruluşlarının, akademik çevrelerin ve azınlık temsilcilerinin de katılımıyla geniş tabanlı bir çalışma yürütülmesi önem taşımaktadır. Böylelikle, sorunun çözümü dış müdahalelere açık bir diplomatik pazarlık konusu olmaktan çıkarılarak, Türkiye’nin kendi iç hukuk dinamikleri içerisinde şekillendirilebilecektir.

Türkiye, Lozan Anlaşması’nın “eşitlik” ilkesini gözeterek, tüm din ve inanç gruplarının dini eğitim hakkını eşit şekilde kullanmasına imkân tanıyacak yeni yasal düzenlemeler geliştirdiğinde, Heybeliada Ruhban Okulu meselesi uluslararası siyaset sahnesine taşınmadan, iç hukuk zemininde kesin bir çözüme kavuşturulabilecektir. Aksi halde, konu hem Türkiye’nin dış politik ilişkilerinde hem de iç hukuk uygulamalarında sürekli bir gerilim kaynağı olmaya devam edecektir.