Özellikle kişi hakkında uygulanan tutuklama tedbirine dayanak olan suçlamaların ifade özgürlüğü, siyasi faaliyette bulunma hakkı ve sendika hakkı gibi temel hak ve özgürlüklerle bağlantılı eylemler nedeniyle yöneltilmesi durumunda, tedbirin ölçülü olup olmadığı ve gerekçelerin ilgili ve yeterli bulunup bulunmadığı hususları üzerinde hassasiyetle durulması gerekir. Tutukluluk sürelerinin makul olup olmadığı değerlendirilirken söz konusu tedbirin, kişilerin siyasi parti faaliyetleri gibi kamusal yönü de olan faaliyetlerine olumsuz etkileri de dikkate alınmalıdır.

Derece Mahkemelerinin tutukluluğun devamına ilişkin olarak ayrıca kaçma ve delilleri değiştirme tehlikesinden, bu tehlikenin varlığına ilişkin herhangi bir açıklama yapılmaksızın söz ettikleri ve zaman zaman kanunda öngörülen cezanın ağırlığı nedeniyle kaçma riskinin olabileceğini belirttikleri görülmektedir. Oysa kanunda öngörülen cezanın ağırlığı, kaçma riskinin değerlendirilmesi sırasında kabul edilecek bir unsur olmakla birlikte bu unsurun, tek başına tutukluluğu haklı gösterecek yeterlilikte olmadığı açıktır. Kuvvetli suç şüphesinin var olduğu yönündeki gerekçeler ile ilgili olarak ise ilk tutuklama tedbirinin uygulandığı tarihte bu gerekçenin yeterli olduğu söylenebilir ancak tutukluluk süresi uzadıkça tutma için gerekli olan şüphenin seviyesinin de o ölçüde artması gerekir. Bu bağlamda İlk Derece Mahkemeleri ilk tutuklama tedbirinin üzerinden iki yılı aşkın bir süre geçmesine rağmen başlangıçta var olduğu kabul edilen kuvvetli suç şüphesini doğrulayacak ya da destekleyecek yeni bir unsura değinerek gerekçelendirmelidir.

Bu çerçevede 5271 sayılı Kanun’un 109. maddesinin (3) numaralı fıkrasında tutuklama yerine öngörülen adli kontrol hükümlerinin 2/7/2012 tarihli ve 6352 sayılı Yargı Hizmetlerinin Etkinleştirilmesi Amacıyla Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması ve Basın Yayın Yoluyla İşlenen Suçlara İlişkin Dava ve Cezaların Ertelenmesi Hakkında Kanun’la yapılan değişikliğin yürürlüğe girdiği 5/7/2012 tarihinden itibaren tutukluğa ilişkin itirazlarda özenle değerlendirilmesi gerekmektedir. Aksi takdirde hedeflenen meşru amaçla yapılan müdahale arasında gözetilmesi gereken denge açısından mevcut adli kontrol tedbirlerinin yeterince dikkate alınmaması ve bu tedbirlerin neden yetersiz kalacağı hususunun gerekçelendirilmemesi sonucu ortaya çıkabilmektedir.

İlgili Karar:

♦ (Engin Demir [GK], B. No: 2013/2947, 17/12/2015)

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

GENEL KURUL

 

KARAR

 

ENGİN DEMİR BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2013/2947)

 

Karar Tarihi:17/12/2015

R.G. Tarih ve Sayı: 12/2/2016-29622

 

GENEL KURUL

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Zühtü ARSLAN

Başkanvekili

:

Burhan ÜSTÜN

Başkanvekili

:

Engin YILDIRIM

Üyeler

:

Serdar ÖZGÜLDÜR

 

 

Serruh KALELİ

 

 

Osman Alifeyyaz PAKSÜT

 

 

Recep KÖMÜRCÜ

 

 

Alparslan ALTAN

 

 

Hicabi DURSUN

 

 

Celal Mümtaz AKINCI

 

 

Erdal TERCAN

 

 

Muammer TOPAL

 

 

M. Emin KUZ

 

 

Hasan Tahsin GÖKCAN

 

 

Kadir ÖZKAYA

 

 

Rıdvan GÜLEÇ

Raportör Yrd.

:

Yusuf Enes KAYA

Başvurucu

:

Engin DEMİR

Vekili

:

Av. Mehdi ÖZDEMİR

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru; başvurucunun kuvvetli suç şüphesi olmadan siyasi parti faaliyetlerinde bulunması nedeniyle tutuklandığı, somut gerekçelere dayandırılmadan tutukluluğun devamına karar verildiği ve görevsizlik itirazının incelenmemesi nedeniyle kişi özgürlüğü ve güvenliği ile adil yargılanma haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 2/4/2013 tarihinde Diyarbakır 5. Ağır Ceza Mahkemesi aracılığıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.

3. İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca 26/3/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

4. Bölüm Başkanı tarafından 4/7/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

5. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlığın 17/7/2014 tarihli yazısında, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir.

6. İkinci Bölüm tarafından 1/12/2015 tarihinde yapılan toplantıda başvurunun niteliği itibarıyla Genel Kurul tarafından karara bağlanması gerekli görüldüğünden Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 28. maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca görüşülmek üzere Genel Kurula sevkine karar verilmiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

A. Olaylar

7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:

8. Başvurucu BDP (Barış ve Demokrasi Partisi) üyesi olup Parti Tüzüğü’nün 81. maddesi gereğince Parti Merkez Yönetim Kurulu kararıyla merkezî eğitim komisyonu üyesi olarak görevlendirilmiştir.

9. Başvurucu, silahlı terör örgütünü yönetmek suçunu işlediği iddiasıyla 28/1/2012 tarihinde gözaltına alınmış; Diyarbakır 4. Ağır Ceza Mahkemesinin 30/1/2012 tarihli ve 2012/16 Sorgu sayılı kararıyla tutuklanmıştır.

10. Mahkemenin tutuklama gerekçesi şu şekildedir:

 “Silahlı Terör örgütüne üye olma suçundan tutuklama talebiyle sevk edilen şüpheli hakkında dosya içinde bulunan fiziki takip tespit tutanakları gizli tanık beyanları yakalama ve üst arama tespit tutanakları dikkate alındığında kuvvetli suç şüphesinin bulunması, mevcut delillerin toplanmamış olması yüklenen suçun niteliği, mevcut delil durumu, delillerin karartılma ihtimalinin bulunmasına nazaran CMK 100-101. maddeleri gereğince şüphelinin tutuklanmasına”

11. Başvurucunun da aralarında olduğu yirmi yedi sanık hakkında isnat edilen suçla ilgili olarak Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığının 20/4/2012 tarihli ve 2010/3028 Soruşturma sayılı iddianamesiyle Diyarbakır 5. Ağır Ceza Mahkemesinin E.2012/219 sayılı dosyasında kamu davası açılmıştır.

12. İddianamede başvurucu hakkında şu şekilde iddiada bulunulmuştur:

 “Terör örgütü elebaşısı Abdullah ÖCALAN’ın talimatları doğrultusunda Siyaset Akademilerinin açıldığı, BDP siyaset akademisi tabelası altında faaliyet gösterse de, bu akademilerin; “Abdullah ÖCALAN SOSYAL BİLİMLER AKADEMİSİ şeklinde adlandırılarak buraların PKK İdeolojisinin anlatıldığı bir tür OKUL ve PKK terör örgütünün alternatif eğitim sistemi olarak tanımlandığı, eğitimlerde: KCK/PKK terör örgütünün ölen mensuplarını ŞEHİT olarak adlandırılarak anıları için saygı duruşunda bulunulduğu, Terör örgütü elebaşısı Abdullah ÖCALAN’ın görüşme notlarının okunduğu, KCK Yönetim Konseyi üyelerinin talimatlarını ve açıklamalarının okunduğu, Yürütülen faaliyetlerle ilgili ÖNDERLİK şeklinde adlandırılan terör örgütü elebaşısı ve (sözde) ŞEHİTLER adına söz verildiği, eğitimlerin plan dahilinde ve devreler şeklinde gerçekleştirildiği, Konsey üyelerinin talimatlarının ve açıklamalarının okunduğu, yürütülen faaliyetlerle ilgili ÖNDERLİK şeklinde adlandırılan terör örgütü elebaşısı ve (sözde) ŞEHİTLER adına söz verildiği, eğitimlerin plan dahilinde ve devreler şeklinde gerçekleştirildiği, resmi görünüm altında ancak terör örgütünün ideolojik eğitiminin verildiği, Akademilerin PKK/KCK-TM yapılanmasının alt yapılanmalarından olan Kent Meclisleri yapılanması ile irtibatlı olarak faaliyet yürüttüğü, KCK sözleşmesinin 14. maddesinde belirtilen Alan merkezlerinden İdeolojik Alan Merkezi altında örgütlenen Bilim Aydınlanma Komitesinin: “Önderlik tarafından belirlenen felsefik-ideolojik hattın uygulanması ve geliştirilmesinden sorumludur. Tarihin ve toplum yaşamının her alanına ilişkin olarak farklı zeminlerde akademik örgütlülük temelinde yaygın ve derinlikli teorik-entelektüel çalışmalar yürütür. Temel ideolojik mücadele kurumudur. Bilimsel çalışmalar temelinde Kürdistan ve Ortadoğu aydınlanma hareketini geliştirir. KCK kadro ve çalışanlarının eğitimini yürütür ve halkın demokratik eğitimini teşvik eder.” şeklinde görev tanımının yapıldığı, Bilim Aydınlanma Komitesine bağlı örgütlenen Siyaset akademisinde verilen eğitimlerle, terör örgütü tarafından örgüt kamplarında verilen siyasi eğitimlerle paralellik gösterdiği, Terör örgütü elebaşısı Abdullah ÖCALAN’ın talimatları ve yönlendirmeleri doğrultusunda, Siyaset Akademisi/Okulu adı altında merkezlerin kurulduğu, bu akademilerde verilen eğitim programlarının içerikleri, katılımcıların KCK yapısını oluşturan alan örgütlenmelerinden geliyor oluşları, ortam konuşmalarından elde edilen tespitler, dokümanlar, tanık beyanları ve örgüt mensuplarının ifadeleri birlikte değerlendirildiğinde, siyaset akademilerinde verilen eğitimlerin, merkezi PKK/KCK terör örgütünün Kandil kampında bulunan İdeolojik Alan Merkezi yöneticileri tarafından planlanıp müfredatının belirlendiği, PKK/KCK terör örgütü elebaşısı Abdullah ÖCALAN'ın fikir ve ideolojisi doğrultusunda terör örgütü kadrosu/militanı yetiştirme amacıyla düzenlenen bu eğitimlerin yasa dışı örgütsel eğitim faaliyeti olduğu, şüphelinin de tespit edilen telefon görüşme tutanaklarından, banka hesap hareketlerinden; İzmir, İstanbul, Diyarbakır, Mersin, Van siyaset akademisi başta olmak üzere Türkiye'deki siyaset akademilerinin idaresinden sorumlu olduğu, adı geçen yerlerdeki siyaset akademilerinin ekonomik ve eğitici kadro ihtiyaçlarını gidermek amacıyla faaliyetler yürüttüğü, görevlendirmeler yaptığı, bu şekilde terör örgütünün eleman eğitim faaliyetlerini düzenlemek suretiyle üzerine atılı terör örgütünü yönetmek suçunu işlediği anlaşılmıştır.”

13. İddianamede başvurucuya isnat edilen eylemlerle ilgili olarak şu hususlara değinilmiştir:

 “11. 03.2011 günü Diyarbakır ili … ilçesi … Sokakta faaliyet gösteren BDP Siyaset akademisinde gerçekleşen Siyaset Akademisi Toplantısının Diyarbakır 6. Ağır Ceza Mahkemesi Nöbetçi Hakimliğinin 09.03.2011 tarih ve 2011/1529 sayılı kararı ile tespit edilerek seslere ait çözümünün yapıldığı,

 Örgütsel eğitimde özetle; İdeolojik alan merkezinin Bilim aydınlanma komitesinde örgütsel faaliyet yürüten Engin DEMİR isimli şahsın Nevruz çalışmaları ve örgütün ateşkes süresinin bitiminden dolayı eğitim çalışmalarını dondurdukları, Yasadışı PKK/KCK terör örgütü elebaşısı Abdullah ÖCALAN’ın devlet görevlileri ile Kürt sorununun çözümüne ilişkin yapacağı görüşmelerde elini güçlendirmek için nevruza kadar halkın serhildanları artırarak devletin büyük oranda siyasal müzakere sürecine zorlanacağı, Demokratik özerkliğin ilan edilmesi için örgütün gücünün önemli olduğu bundan dolayı halkın örgütlendirilmesi ve sürecin iyi bir şekilde anlatılmasının gerektiği, Abdullah ÖCALAN’IN bu yılın final yılı olduğunu söylediği çalışmalarda yer alan kişilerinin kendini hareketin önüne, partinin önüne koymamasının gerektiği, eğitime katılanlarının serhildanlarının artırılması için mahallelerde görevlendirecekleri ve mahallelerde örgütsel çalışma yapacakları "Kadro ve eğitim devresi dahil olmak üzere bütün eğitim çalışmalarımız durduruldu. Bütün arkadaşlarımızı konumlandırdık. buradaki arkadaşlarımızı da bugün konumlandıracağız." şeklindeki konuşmalardan şüphelinin eğitim devresi sonunda eğitim alanların hangi alanlarda çalışacaklarına ilişkin görevlendirmeler yaptığı, eğitim faaliyeti sırasında şüpheli Engin DEMİR'in; düzenlenen eğitim devresini Türkiye' de yaşanan olağanüstü duruma ilişkin olarak yapılan bütün eğitimlerin Nevruz'a kadar durduklarını, İmralı Cezaevinde tutuklu bulunan PKK terör örgütü elebaşısı Abdullah ÖCALAN ile görüşmelere devam edildiği güney olarak kast etmiş olduğu PKK terör örgütünün kamplarında da gelişmelerinin olduğu nu vurgulayarak siyasal süreçten dolayı eğitim devrelerini durduklarını belirterek Abdullah ÖCALAN ile Devlet yetkilerinin Nevruz'a kadar bir görüşme yapmalarının beklendiğini yapılacak bu görüşmeden de Kürt sorunun çözümüne ilişkin bir şeyin çıkmayacağını belirttiği, "Bu konuda hareketinde herhangi bir beklentisi yok. Ancak Nevruz'a kadarki serhildanlarımız, halk kitlesi Nevroz'da alanlarda ortaya çıkacak güç Devleti önemli oranda zorlayacaktır. ... Halkı örgütleyeceğiz, halka süreci anlatacağız ve alanlarda ve en son Nevruz'da 1 milyon, 2 milyondan fazla insanı biz Diyarbakır da alanlara getirmek zorundayız. Diğer bütün alanlara ilişkin de benzer çalışmalarımız var. Merkezi bütün arkadaşlarımız konumlamaları dün itibariyle yapıldı. Bütün arkadaşlarımız bugün hızla kendi alanlarına geçecekler. ...Ve oradaki mahalle çalışmalarına dahil olacaklar..."

 ... Yani önderlik masanın diğer tarafında bu yıl final yılıdır diyor biz burada 7 tane….arkadaşımızın şu derdiyle, bu sıkıntısıyla, şu problemiyle o ölçüye de ulaşamayız yani. Hiçbir arkadaşımız kendini hareket önüne, parti önüne şey olarak da koymasın, engel olarak da koymasın. O yüzden bu süreci öyle büyük bir motivasyonla geçirmek zorundayız... ....Diyarbakır’da ki bu eski örgütleme tarzına ve temposuna arkadaşlar uysun. Yani bu dönem böyle bir tempo tarz şey olmayacak her gün denetleyeceğiz arkadaşlarımızı. Hakikaten çalışıyorlar mı, çalışmıyorlar mı? Biz özellikle denetleyeceğiz tüm alandaki arkadaşlarımızı...

... Onu da söyleyelim. Hakikaten olağan üstü bir durum. Yani bütün Zap operasyonu zamanında bizim aşağıda 3 tane eğitim devremiz vardı. Eğitim devreleri sürdürülüyordu. Hiçbir şekilde arkadaşlar eğitimlerini terk edip savaşa katılmadırlar. Zap operasyonu zamanında yine burada bir merkez kadro devremiz vardı. Yürüyüşlerde dahi arkadaşlar katılmadılar. Çünkü eğitimimizi sürdürmek zorundayız. Hareket ne olursa olsun şeyde bombardıman da yapılsa eğitim terk edilmeyecek dedi. Bizde öyle sürdürdük. Aşağıda bombardıman yapılıyordu arkadaşlar terk etmedi eğitimlerini. Bu çok çok olağanüstü bir durumdur. Büyük bir kırılma yaşıyor Türkiye, ciddi bir kırılma sürecinden geçiyoruz. Kürtlerin bu Nevruz'da ve seçime kadar göstereceği dirayet yüzyılda bir elimize geçecek bir fırsattır bu hakikaten böyledir. Bu fırsat, bu şans önderliğe ve harekete layık bir şey olmuştur, nail olmuştur. O yüzden hareket ve önderlik bu şansı sonuna kadar kullanacaklardır... Ne önderlik atacak, ne PKK atacak, ne herhangi dürüst namuslu bir yurtsever yer…o yüzden bu süreç bu anlamda çok tarihidir, çok çok önemlidir. Kuşkusuz PKK’nin her dönemi tarihi ve önemli olmuştur. Ama dünya şartlarını gözönünde bulundurduğumuzda ilk defa Dünya'da bu kadar ciddi değişimler var...

...bu önderliğin bir talimatıdır, bu önderliğin öne sürdüğü tezler ya da orada kazanım konusu yapmanın…tümü aslında Devlet bunları bir şekilde kabul etmek zorunda kalır. Ama oradan işte biz çok büyük hayallerle yola çıkarda meydanları dolduramazsak halkımız da diyecek tamam bu iş mesele bitmiştir artık diyecekler... diyecek tamam bu iş mesele bitmiştir artık diyecekler...

...Şimdi biz arkadaşlarımızı tek tek konumlandıralım…"şeklinde söyleyerek eğitime katılanları bulundukları mahallelerde örgütleme çalışmaları için görevlendirmede bulunduğu," Bu ekstra işlerin hepsi bitiyor. Onu söyleyelim. Hangi arkadaş hangi yönetimde bilmem nereden gelmişse onlar bitmiştir. Eğitime geldiğiniz günden itibaren sizin başka çalışmanız kalmamıştır. Bu arkadaşlar bundan sonra Nevruz'a kadar bu diğer çalışmaların eğitimiymiş gibi bağlantılarını kesecekler ve mahallelerinde çalışacaklar." şeklinde konuşmalarından eğitime katılanların Nevruz'a kadar çalışmalarını bırakarak eğitimdeymiş gibi mahallelerde örgütleme ve eylemlerin geliştirilmesi için çalışacakları, isimleri ve telefon numaralarının sorumlu oldukları şahıslara verileceği herkesin bağlı bulunduğu alandaki toplantılara katılacakları ve ihtiyaç duyulan mahallelere ani olarak hızlı bir şekilde gidilerek destek verecekleri, mahalle ve ev çalışmalarında kimseyi tehdit etmemelerini "PKK tehdit etmez, bir şey yapacaksa kalkar yapar…parti tarihinde diyordu biz oturup eylem kararı alıyorduk, Kemal ayaktaydı, Kemal ne oldu? Karar aldık haydi eyleme gideceğiz diyordu. Şimdi PKK tarzı böyle bir tarzdı. Bunu örnek, o yüzden bir defa bu anti propagandalardan uzak duracağız. " ..."biz bu hareketin bir çalışanı, bir yurtseveri, bir kadrosu, biz bir militanı olarak sokaklarda, mahallelerde çalışmalarımızı sürdüreceğiz. ...." şeklinde söyleyerek bu hareketin yani PKK terör örgütünün bir elemanı olarak, kadrosu olarak mahallelerde çalışmalarını sürdürerek büyük bir halk hareketi çıkaracaklarını, örgüt olarak nasıl çalışacakları konusunda tecrübelerinin olduğu 2009 yılından bu zamana kadar eylemleri (serhildanları) nasıl geliştirdiklerini bildiklerini ve Van , Batman illerinde yapmış oldukları eylemlerde bunu gösterdiklerini sürecinin kendileri ve örgüt yani PKK terör örgütü açısından çok önemli olduğunu konularında eğitime katılanlara PKK terör örgütünün ideolojisini aşılayarak önemli olduğunu konularında eğitime katılanlara PKK terör örgütünün ideolojisini aşılayarak KCK/TM Yöneticilerine ve komitelerine yapılan operasyonlar sonrasında boşalan komitelere eleman temin etme faaliyeti yürüttüğü anlaşılmaktadır.”

14. Başvurucuyla ilgili olarak iddianamede iki gizli tanığın ifadesine de yer verilmiştir. Tanıklardan birinin ifadesi şu şekildedir:

“KCK/PKK İDEOLOJİK ALAN YAPILANMASI; KCK/PKK terör örgütü hükümlü elebaşı Abdullah ÖCALAN’ın talimatı ile kurulan 4 ayaklı paradigma içerisinde bulunan KENT MECLİSLERİ, faaliyet alanlarında görev alacak şahısları ideolojik alanlardaki yapılanmalarda yetiştirirler. Bu alanlara yetişmiş elemanlar “SİYASET AKADEMİSİ” tarafından sağlanır. Siyaset Akademisinde bulunan ve Kadro eğitimi verdiğini bildiğim şahıslardan tanıdığım Şüpheli Engin DEMİR'i kast ederek, "Ben bu şahsı Engin olarak tanımaktayım. Kendisi Siyaset Akademilerinde ideolojik eğitim adı altında Örgütsel eğitim vermektedir. Örgütün kadro olarak tabir ettiği sorumlu düzeydeki şahıslardandır." Diğer tanığın ifadesi de şu şekildedir: “Şüpheli Engin DEMİR'i kast ederek, ''Bu şahsın ismini Engin DEMİR olarak biliyorum. Uygarlık tarihi hakkında dersler vermiştir. Eğitim vermiştir''.

15. İddianamede başvurucunun yapmış olduğu telefon görüşmelerine ilişkin tapelere yer verilmiştir. Bu tapelerde özetle başvurucunun Siyaset Akademisinde kimlerin ders vereceğine ve Akademideki işler için yapılan para transferlerine ilişkin görüşmelerin yer aldığı anlaşılmaktadır.

16. Diyarbakır 5. Ağır Ceza Mahkemesinin E.2012/219 sayılı dosyasında 9/5/2012 tarihinde tensiben yapılan incelemede “isnad edilen suçun vasıf ve mahiyeti, mevcut delil durumu, kaçma şüphesi, delillerin toplanılmamış oluşu, CMK.nun 100/3-a maddesinde belirtilen katalog suçlar kapsamında olması, sanıkların üzerine atılı suçta kuvvetli şüphenin varlığının bulunması, adli kontrolün yetersiz kalacağı” dikkate alınarak tüm sanıkların tutukluluk hâllerinin devamına karar verilmiştir.

17. Başvurucunun değişik tarihlerde yaptığı tahliye talepleri reddedilmiş ve tutukluluk hâlinin devamına karar verilmiştir.

18. Tutukluluğun devamına ilişkin bazı kararların gerekçeleri “sanıkların üzerine atılı suçlara ilişkin açılan iddianame, olay tarihine ilişkin olay tutanakları, bu olaylardaki görüntülerini gösterir bilirkişi raporu gereğince suçu işlediğine dair kuvvetli suç şüphesinin varlığı görülmüş olup üzerlerine atılı suçlamanın öngördüğü cezanın üst miktarı göz önüne alındığında kaçma şüphesinin varlığı ve verilecek olan adli kontrol uygulamasının yetersiz kalacağı...” şeklinde iken diğer bir kısmınınki ise “isnat edilen suçun vasıf ve mahiyeti, mevcut delil durumu, atılı suçu işlediklerine dair kuvvetli suç şüphesinin varlığı, CMK'nın 100/3-a kapsamında belirtilen suçlardan olması adli kontrolün yetersiz kalacağı” şeklindedir.

19. Tutukluluğun devamına ilişkin kararlara yapılan itirazların reddine dair kararların gerekçeleri şu şekildedir:

 “Suçları işlediklerine dair kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren delillerin bulunması, üzerlerine atılı suç için öngörülen cezanın miktarına göre; sanıkların kaçma ve delilleri karartma ihtimalinin bulunması ile, tutuklamadan beklenen amacın adli kontrol ile elde edilmesinin bu aşamada mümkün olmaması ve tutuklamanın dosya kapsamına göre makul ve ölçülü olması dikkate alınarak, itiraza konu kararda tutukluluğa ilişkin olarak gösterilen gerekçe yasaya uygun bulunduğundan itirazların reddine”

20. Başvurucu hakkında son olarak 14/12/2012 tarihli duruşmada tutukluluk hâlinin devamına karar verilmiştir.

21. Başvurucu; tutukluluğun devamına karar verilmesinin hukuka aykırı olduğunu, kendisine isnat edilen suçların siyasi parti faaliyeti kapsamında olduğunu ve ilgili Mahkemenin görevsiz olduğunu belirterek karara itiraz etmiştir. Diyarbakır 5. Ağır Ceza Mahkemesi, tutukluluğun devamına ilişkin kararda bir isabetsizlik bulunmadığı gerekçesiyle itirazın reddine, görevsizlik kararı verilmesi yönündeki talebin ise sanıkların üzerlerine atılı suçun niteliği dikkate alınarak reddine ve dosyanın itirazı incelemek üzere Diyarbakır 6. Ağır Ceza Mahkemesine gönderilmesine karar vermiştir.

22. Diyarbakır 6. Ağır Ceza Mahkemesi 9/1/2013 tarihli ve 2013/17 Değişik İş sayılı kararıyla başvurucunun üzerine atılı suçun vasfı ve mahiyetini, anılan suçun işlendiğine dair kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren delillerin bulunmasını, suç için öngörülen cezanın miktarına göre kaçma ve delilleri karartma ihtimalinin olmasını ve adli kontrol tedbirinin uygulanmasının tutuklamadan beklenen amaca ulaşılmasını sağlamayacak olmasını gerekçe göstererek tutukluluğun makul ve ölçülü olmadığı yönündeki itirazı reddetmiştir. İtiraz mercii ayrıca başvurucunun eylemlerinin siyasi faaliyet olup olmadığı konusunda dosyanın bilirkişiye tevdii ile alınacak rapor doğrultusunda dosyanın düşürülmesi, görevsizlik kararı verilmesi yönündeki taleplerinin itiraza tabi karar mahiyetinde olmaması nedeniyle reddine karar vermiştir. Bu karar 4/3/2013 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir.

23. Başvurucu 2/4/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

24. Başvurucunun yargılandığı dosyada görevsizlik kararı verilmesi üzerine dosya Diyarbakır 3. Ağır Ceza Mahkemesinin 2014/217 sayılı esasına kaydedilmiş olup yargılama devam etmektedir.

25. Başvurucu 25/4/2014 tarihinde tahliye edilmiştir.

B. İlgili Hukuk

26. 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun 314. maddesi şöyledir:

 (1) Bu kısmın dördüncü ve beşinci bölümlerinde yer alan suçları işlemek amacıyla, silahlı örgüt kuran veya yöneten kişi, on yıldan onbeş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.

(2) Birinci fıkrada tanımlanan örgüte üye olanlara, beş yıldan on yıla kadar hapis cezası verilir.

(3) Suç işlemek amacıyla örgüt kurma suçuna ilişkin diğer hükümler, bu suç açısından aynen uygulanır.

27. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 100. maddesi şöyledir:

“(1) Kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olguların ve bir tutuklama nedeninin bulunması halinde, şüpheli veya sanık hakkında tutuklama kararı verilebilir. İşin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik tedbiri ile ölçülü olmaması halinde, tutuklama kararı verilemez.

(2) Aşağıdaki hallerde bir tutuklama nedeni var sayılabilir:

a) Şüpheli veya sanığın kaçması, saklanması veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut olgular varsa.

b) Şüpheli veya sanığın davranışları;

1. Delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme,

2. Tanık, mağdur veya başkaları üzerinde baskı yapılması girişiminde bulunma,

Hususlarında kuvvetli şüphe oluşturuyorsa.

(3) Aşağıdaki suçların işlendiği hususunda kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı halinde, tutuklama nedeni var sayılabilir:

 …

 11. Anayasal Düzene ve Bu Düzenin İşleyişine Karşı Suçlar (madde 309, 310, 311, 312, 313, 314, 315)

IV. İNCELEME VE GEREKÇE

28. Mahkemenin 17/12/2015 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvurucunun 2/4/2013 tarihli ve 2013/2947 numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:

 A. Başvurucunun İddiaları

29. Başvurucu, kuvvetli suç şüphesi olmadan siyasi parti faaliyetlerinde bulunması nedeniyle tutuklandığı, somut gerekçelere dayanılmadan tutukluluğun devamına karar verildiği gerekçesiyle kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkının; kendisine isnat edilen eylemlerin siyasi faaliyet olup olmadığı konusunda dosyanın bilirkişiye tevdii ile alınacak rapor doğrultusunda dosyanın düşürülmesi ve görevsizlik kararı verilmesi yönündeki talebinin reddedilmesi nedeniyle de adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

B. Değerlendirme

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

a. Adil Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

30. Anayasa’nın 148. maddesinin üçüncü fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:

 “Başvuruda bulunabilmek için olağan kanun yollarının tüketilmiş olması şarttır.”

31. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un "Bireysel başvuru hakkı" kenar başlıklı 45. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:

İhlale neden olduğu ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal için kanunda öngörülmüş idari ve yargısal başvuru yollarının tamamının bireysel başvuru yapılmadan önce tüketilmiş olması gerekir.”

32. Anılan Anayasa ve Kanun hükümleri uyarınca Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru ikincil nitelikte bir kanun yolu olup bu yola başvurulmadan önce kural olarak olağan kanun yollarının tüketilmiş olması şarttır.

33. Temel hak ve özgürlüklere saygı, devletin tüm organlarının anayasal ödevi olup bu ödevin ihmal edilmesi nedeniyle ortaya çıkan hak ihlallerinin düzeltilmesi idari ve yargısal makamların görevidir. Bu nedenle temel hak ve özgürlüklerin ihlal edildiği iddialarının öncelikle idari merciler ve derece mahkemeleri önünde ileri sürülmesi, bu makamlar tarafından değerlendirilmesi ve bir çözüme kavuşturulması esastır (Ayşe Zıraman ve Cennet Yeşilyurt, B. No: 2012/403, 26/3/2013, § 16).

34. Buna göre Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru, iddia edilen hak ihlallerinin derece mahkemelerince düzeltilmemesi hâlinde başvurulabilecek ikincil nitelikte bir kanun yoludur. Bireysel başvuru yolunun ikincil niteliği gereği, Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunabilmek için öncelikle olağan kanun yollarının tüketilmesi zorunludur. Bu ilke uyarınca başvurucunun Anayasa Mahkemesi önüne getirdiği şikâyetini öncelikle ve süresinde yetkili idari ve yargısal mercilere usulüne uygun olarak iletmesi, bu konuda sahip olduğu bilgi ve kanıtları zamanında bu makamlara sunması ve aynı zamanda bu süreçte dava ve başvurusunu takip etmek için gerekli özeni göstermiş olması gerekir. Bu şekilde olağan denetim mekanizmaları önünde ileri sürülüp takip edilmeyen temel hak ve özgürlüklerin ihlaline ilişkin iddialar, Anayasa Mahkemesi önünde bireysel başvuru konusu yapılamaz (Ayşe Zıraman ve Cennet Yeşilyurt, § 17).

35. Somut olayda başvurucu, kendisine isnat edilen eylemlerin siyasi faaliyet olup olmadığı konusunda dosyanın bilirkişiye tevdii ile alınacak rapor doğrultusunda dosyanın düşürülmesi ve görevsizlik kararı verilmesi yönündeki talebinin Diyarbakır 6. Ağır Ceza Mahkemesince reddedilmesi üzerine bireysel başvuruda bulunmuştur. Diyarbakır 6. Ağır Ceza Mahkemesince de belirtildiği gibi itiraz kanun yolu; henüz kesinleşmemiş bir hâkim veya mahkeme kararında hata veya hukuka aykırılıkların bulunduğu gerekçesiyle bu kararın daha yüksek bir makamca fiilî ve hukuki bakımdan incelenmesini ve denetlenmesini sağlamak için yapılan olağan bir kanun yolu başvurusudur. Görevsizlik itirazı da “hüküm” denilen son kararlardan önce verilen ve son karara esas teşkil etmeyen “ara karar” niteliğindedir. Kural olarak hâkimlik kararlarına karşı itiraz mümkündür. Mahkeme kararlarına karşı ise ancak kanunun saydığı hâllerde itiraz edilebilir. Mahkeme kararlarına karşı itiraz yolunun kural olarak kapalı olmasının nedeni, mahkemenin verdiği son kararlara karşı temyiz yolunun açık olması ve mahkeme tarafından verilen ara karar niteliğindeki kararların da temyiz incelemesinde son kararla birlikte incelenmesidir. Görevsizlik itirazının reddi kararı, 5271 sayılı Kanun’da belirtilen itirazı kabil kararlardan değildir. Bu karara karşı hükümle birlikte temyiz kanun yoluna başvurulabilir. Somut olayda başvurucu hakkındaki dava, Diyarbakır 5. Ağır Ceza Mahkemesinin 17/3/2014 tarihli ve E.2012/219, K.2014/165 sayılı görevsizlik kararı üzerine Diyarbakır 3. Ağır Ceza Mahkemesinin E.2014/217 sayılı dosyasına kaydedilmiş olup yargılama devam etmektedir. Dolayısıyla bu şikâyet bakımından olağan kanun yolları tüketilmemiştir.

36. Açıklanan nedenlerle kanunda öngörülmüş yargısal başvuru yollarının tamamı tüketilmeden bireysel başvuru yapıldığı anlaşılmıştır. Bu sebeple başvurunun bu kısmının başvuru yollarının tüketilmemiş olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

b. Kişi Özgürlüğü ve Güvenliği Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

i. Tutuklamanın Hukuki Olmadığına İlişkin İddia

37. Başvurucu, hakkındaki suç isnadı ile ilgili kuvvetli bir suç şüphesi olmadan tutuklandığını ileri sürmüştür.

38. Anayasa'nın 19. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:

 "Suçluluğu hakkında kuvvetli belirti bulunan kişiler, ancak kaçmalarını, delillerin yok edilmesini veya değiştirilmesini önlemek maksadıyla veya bunlar gibi tutuklamayı zorunlu kılan ve kanunda gösterilen diğer hallerde hakim kararıyla tutuklanabilir. Hakim kararı olmadan yakalama, ancak suçüstü halinde veya gecikmesinde sakınca bulunan hallerde yapılabilir; bunun şartlarını kanun gösterir.”

39. Anayasa’nın 19. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkına sahip olduğu ilke olarak belirtilmiş; ikinci ve üçüncü fıkralarında ise şekil ve şartları kanunda gösterilmek şartıyla kişilerin özgürlüğünden mahrum bırakılabileceği durumlar sınırlı olarak sayılmıştır. Dolayısıyla kişinin özgürlük ve güvenlik hakkının kısıtlanması ancak Anayasa’nın anılan maddesi kapsamında belirlenen durumlardan herhangi birinin varlığı hâlinde söz konusu olabilir (Ramazan Aras, B. No: 2012/239, 2/7/2013, § 43).

40. Anayasa’nın 19. maddesinin üçüncü fıkrasında suçluluğu hakkında kuvvetli belirti bulunan kişilerin; ancak kaçmalarını, delilleri yok etmelerini veya değiştirmelerini önlemek maksadıyla veya bunlar gibi tutuklamayı zorunlu kılan ve kanunda gösterilen diğer hâllerde hâkim kararıyla tutuklanabilecekleri hükme bağlanmıştır. Buna göre bir kişinin tutuklanabilmesi öncelikli olarak suç işlediği hususunda kuvvetli belirti bulunmasına bağlıdır. Bu, tutuklama tedbiri için aranan olmazsa olmaz unsurdur. Bunun için suçlamanın kuvvetli sayılabilecek inandırıcı delillerle desteklenmesi gerekir. İnandırıcı delil sayılabilecek olgu ve bilgilerin niteliği büyük ölçüde somut olayın kendine özgü şartlarına bağlıdır (Hanefi Avcı, B. No: 2013/2814, 18/6/2014, § 46).

41. Ancak bu nitelemeye bağlı olarak kişinin suçla itham edilebilmesi için yakalama veya tutuklama anında delillerin yeterli düzeyde toplanmış olması şart değildir. Zira tutukluluğun amacı, yürütülen soruşturma ve/veya kovuşturma sırasında kişinin tutuklanmasının temelini oluşturan şüphelerin doğruluğunu kanıtlayarak veya ortadan kaldırarak adli süreci daha sağlıklı bir şekilde yürütmektir. Buna göre suç isnadına esas teşkil edecek şüphelere dayanak oluşturan olgular ile ceza yargılamasının sonraki aşamalarında tartışılacak olan ve mahkûmiyete gerekçe oluşturacak olguların aynı şekilde değerlendirilmemesi gerekir (Mustafa Ali Balbay, B. No: 2012/1272, 4/12/2013, § 73).

42. Tutukluluk, 5271 sayılı Kanun’un 100. ve devamı maddelerinde düzenlenmiştir. 100. maddeye göre kişi, ancak hakkında suç işlediğine dair kuvvetli şüphelerin varlığını gösteren olguların tespit edilmesi ve bir tutuklama nedeninin bulunması hâlinde tutuklanabilir. Maddede tutuklama nedenlerinin neler olduğu da belirtilmiştir. Buna göre (a) şüpheli veya sanığın kaçması, saklanması veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut olgular varsa (b) şüpheli veya sanığın davranışları; 1) delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme; 2) tanık, mağdur veya başkaları üzerinde baskı yapılması girişiminde bulunma hususlarında kuvvetli şüphe oluşturuyorsa tutukluluk kararı verilebilecektir. Kuralda ayrıca işlendiği konusunda kuvvetli şüphe bulunması hâlinde tutuklama nedeninin varsayılabileceği suçlar bir liste hâlinde belirtilmiştir (Ramazan Aras, § 46).

43. Diğer yandan Anayasa’da yer alan hak ve özgürlükler ihlal edilmediği sürece derece mahkemelerinin kararlarındaki kanunun yorumuna ya da maddi veya hukuki hatalara dair hususlar, bireysel başvuru incelemesinde ele alınamaz. Tutukluluk konusundaki kanun hükümlerinin yorumu ve somut olaylara uygulanması da derece mahkemelerinin takdir yetkisi kapsamındadır. Ancak kanun veya Anayasa’ya bariz şekilde aykırı yorumlar ile delillerin takdirinde açık keyfîlik bulunması hâlinde hak ve özgürlük ihlaline sebebiyet veren bu tür kararların bireysel başvuruda incelenmesi gerekir. Aksinin kabulü bireysel başvurunun amacıyla bağdaşmaz (Ramazan Aras, § 49).

44. Somut olayda başvurucu, hakkında yürütülen soruşturma kapsamında 28/1/2012 tarihinde gözaltına alınmış ve 30/1/2012 tarihinde tutuklanmıştır. Tutuklama kararının gerekçesi olarak isnat edilen suçlamaya ilişkin telefon tapeleri, fiziki takip tutanakları, gizli tanık ifadeleri ve arama sonucu elde edilen dokümanlar gösterilmiştir. Başvurucu atılı suçlamaları kabul etmemiştir.

45. Başvurucuya isnat edilen eylemin suç oluşturup oluşturmadığı, yapılacak yargılama sonucunda toplanan delillere göre davayı görecek mahkemece belirlenebilir. Keza bu belirlemenin hukuka uygun olup olmadığı kanun yollarında incelenebilir. Anayasa'ya bariz şekilde aykırı yorumlar ile delillerin takdirinde açık keyfîlik hâlinde -hak ve özgürlük ihlaline sebebiyet veren durumlar hariç olmak üzere- isnat edilen eylemlerin suç oluşturup oluşturmadığı, tutuklamaya ilişkin olanlar da dâhil kanun hükümlerinin yorumu ve bunların somut olaylara uygulanması derece mahkemelerinin takdir yetkisi kapsamındadır.

46. İlk tutuklamaya ilişkin yargısal denetimde kişinin bir suç işlemiş olabileceğine dair inandırıcı nedenlerin bulunup bulunmadığıyla ve özgürlükten yoksun bırakmanın bu bağlamda hukukiliğiyle ilgili sınırlı bir inceleme yapılmaktadır. Bu kapsamda bir suçun işlenmiş olabileceğine ilişkin ciddi belirtilerin varlığı, ilk tutuklama bakımından yeterli olabilir. Somut olayda soruşturmanın ilk aşamasında mahkemenin verdiği tutuklama kararının gerekçesi incelendiğinde kuvvetli suç şüphesinin ve tutuklama nedenlerinin bulunmadığı söylenemez.

47. Açıklanan nedenlerle başvurucunun kuvvetli suç şüphesi bulunmadığı hâlde hakkında tutuklama kararı verildiğine ilişkin iddiasının açıkça dayanaktan yoksun olması sebebiyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

 ii. Tutukluluk Süresinin Makul Olmadığına İlişkin İddia

48. Başvurucunun iddialarının açıkça dayanaktan yoksun olmadığı, ayrıca başka bir kabul edilemezlik nedeni de bulunmadığı görüldüğünden başvurunun bu kısmının kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

 2. Esas Yönünden

49. Başvurucu, kuvvetli suç şüphesi olmadan siyasi parti faaliyetlerinde bulunması nedeniyle tutuklandığını ve somut gerekçelere dayanılmadan tutukluluğun devamına karar verildiğini ileri sürmüştür. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Bu şikâyetin, Anayasa'nın 19. maddesinin yedinci fıkrası kapsamında incelenmesi gerekir.

50. Anayasa’nın 19. maddesinin yedinci fıkrası şöyledir:

 Tutuklanan kişilerin, makul süre içinde yargılanmayı ve soruşturma veya kovuşturma sırasında serbest bırakılmayı isteme hakları vardır. Serbest bırakılma ilgilinin yargılama süresince duruşmada hazır bulunmasını veya hükmün yerine getirilmesini sağlamak için bir güvenceye bağlanabilir.”

51. Anayasa'nın 19. maddesinin yedinci fıkrasında bir ceza soruşturması kapsamında tutuklanan kişilerin, yargılamanın makul sürede bitirilmesini ve soruşturma veya kovuşturma sırasında serbest bırakılmayı isteme hakları güvence altına alınmıştır.

52. Tutukluluk süresinin makul olup olmadığı konusunun, genel bir ilke çerçevesinde değerlendirilmesi mümkün değildir. Bir sanığın tutuklu olarak bulundurulduğu sürenin makul olup olmadığı, her davanın kendi özelliklerine göre değerlendirilmelidir. Tutukluluğun devamı ancak masumiyet karinesine rağmen Anayasa'nın 19. maddesinde güvence altına alınan kişi hürriyeti ve güvenliği hakkından daha ağır basan gerçek bir kamu yararının mevcut olması durumunda haklı bulunabilir (Murat Narman, B. No: 2012/1137, 2/7/2013, § 61).

53. Bir davada tutukluluğun belli bir süreyi aşmamasını sağlamak, öncelikle derece mahkemelerinin görevidir. Bu amaçla yukarıda belirtilen kamu yararı gereğini etkileyen tüm olayların derece mahkemeleri tarafından incelenmesi ve serbest bırakılma taleplerine ilişkin kararlarda bu olgu ve olayların ortaya konması gerekir (Murat Narman, § 62).

54. Devam eden tutukluluğun hukuka aykırı olduğu iddiasıyla yapılan bireysel başvurularda şikâyetlerin temel amacı, tutukluluğun hukuka aykırı olduğunun ya da devamını haklı kılan sebep veya sebeplerin bulunmadığının tespitidir. Bu tespit yapıldığı takdirde buna bağlı olarak ilgilinin tutukluluk hâlinin devamına gerekçe olarak gösterilen hukuki sebeplerin varlığı sona erecek ve böylece kişinin serbest kalmasının yolu açılabilecektir. Bu amaçla yapılan bir başvuruda, itiraz kanun yolunda çelişmeli yargılama ve/veya silahların eşitliği gibi ilkelere uygun olarak bir inceleme yapılıp yapılmadığı da dikkate alınacaktır. Dolayısıyla belirtilen nedenlerle ve serbest bırakılmayı temin edebilecek bir karar alma amacıyla yapılacak bireysel başvuruların, olağan kanun yolları tüketilmek şartıyla tutukluluk hâli devam ettiği sürece yapılabilmesi mümkündür (Korcan Pulatsü, B. No: 2012/726, 2/7/2013, § 30).

55. Tutuklama tedbirine kişilerin suçluluğu hakkında kuvvetli belirti bulunması durumunda ve bu kişilerin kaçmalarını, delilleri yok etmelerini veya değiştirmelerini önlemek maksadıyla başvurulabilir. Bu tutuklama nedenleri belli bir süreye kadar tutukluluğun devamı için yeterli görülebilirse de bu süre geçtikten sonra uzatmaya ilişkin kararlarda tutuklama nedenlerinin devam ettiğinin gerekçeleriyle gösterilmesi gerekir. Bu gerekçeler “ilgili” ve “yeterli” görüldüğü takdirde yargılama sürecinin özenli yürütülüp yürütülmediği de incelenmelidir. Davanın karmaşıklığı, organize suçlara dair olup olmadığı veya sanık sayısı gibi faktörler sürecin işleyişinde gösterilen özenin değerlendirilmesinde dikkate alınır. Tüm bu unsurların birlikte değerlendirilmesiyle sürenin makul olup olmadığı konusunda bir sonuca ulaşılabilir (Savaş Çetinkaya, B. No: 2012/1303, 21/11/2013, § 53).

56. Dolayısıyla Anayasa’nın 19. maddesinin yedinci fıkrasının ihlal edilip edilmediğinin değerlendirmesinde esas olarak serbest bırakılma taleplerine ilişkin kararların gerekçelerine bakılmalı ve tutuklu bulunan kişiler tarafından yapılan tutukluluğa itiraz başvurularında sunulan belgeler çerçevesinde kararların yeterince gerekçelendirilmiş olup olmadığı dikkate alınmalıdır. Öte yandan hukuka uygun olarak tutuklanan bir kişinin, suç işlediği yönünde kuvvetli belirti bulunduğu ve tutuklama nedeninin varlığı devam ettiği sürece ilke olarak belli bir süreye kadar tutukluluk hâlinin makul kabul edilmesi gerekir (Murat Narman, § 64).

57. Tutuklamanın başlangıcındaki nedenler belli bir süreye kadar tutukluluğun devamı için yeterli görülebilirse de bu süre geçtikten sonra uzatmaya ilişkin kararlarda tutuklama nedenlerinin devam ettiğinin gerekçeleriyle birlikte gösterilmesi gerekir (Murat Narman, § 63).

58. Anayasa’nın 19. maddesinin yedinci fıkrası, belirli bir süreyi aşmayan tutukluluğa koşulsuz olarak izin verdiği biçiminde yorumlanamaz. Süresi ne kadar kısa olursa olsun tutukluluğun haklılığı, yetkililer tarafından ikna edici bir şekilde gösterilmelidir (Benzer yöndeki Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararı için bkz. Belchev/Bulgaristan, B. No: 39270/98, 8/4/2004, § 82).

59. Makul sürenin hesaplanmasında sürenin başlangıcı, başvurucunun ilk kez yakalanıp gözaltına alındığı durumlarda gözaltına alındığı tarih; doğrudan tutuklandığı durumlarda ise tutuklama tarihidir. Sürenin sonu ise kural olarak kişinin serbest bırakıldığı ya da ilk derece mahkemesince hükmün verildiği tarihtir (Savaş Çetinkaya, § 56).

60. Somut olayda başvurucunun tutukluluk süresi, gözaltına alındığı 28/1/2012 tarihi ile İlk Derece Mahkemesince tahliye edildiği 25/4/2014 tarihi arasında geçen 2 yıl 2 ay 28 gündür.

61. Somut olayda başvurucu, BDP’nin Parti Tüzüğü gereğince Parti Merkez Yönetim Kurulu kararıyla merkezî eğitim komisyonu üyesi olarak görevlendirilmiştir. Hakkında yürütülen soruşturma kapsamında 28/1/2012 tarihinde gözaltına alınmış ve 30/1/2012 tarihinde “silahlı terör örgütüne üye olma” suçundan tutuklanmıştır. Başvurucu ile ilgili olarak siyaset akademilerinin Öcalan’ın talimatıyla kurulduğu ve örgüt kadrolarını yetiştirme işlevini gördüğü, başvurucunun da buralarda örgütün ideolojisi doğrultusunda eğitim vermek, görevlendirmeler yapmak ve siyaset akademisinin faaliyetlerini düzenlemek suretiyle “terör örgütünü yönetme” suçunu işlediği iddia edilmiştir. Başvurucu kendisine isnat edilen eylemlerin siyasi parti özgürlüğü kapsamında görülmesi gerektiğini belirterek birçok kez tahliye talebinde bulunmuştur.

62. Tutuklama ve tutukluluğun devamına ilişkin olarak verilen kararlarda davanın genel durumu yanında tahliyesini talep eden kişinin özel durumunun dikkate alınması ve bu anlamda tutukluluk gerekçelerinin kişiselleştirilmesi bir zorunluluktur (Mustafa Ali Balbay, § 116). Özellikle kişi hakkında uygulanan tutuklama tedbirine dayanak olan suçlamaların ifade özgürlüğü, siyasi faaliyette bulunma hakkı ve sendika hakkı gibi temel hak ve özgürlüklerle bağlantılı eylemler nedeniyle yöneltilmesi durumunda, tedbirin ölçülü olup olmadığı ve gerekçelerin ilgili ve yeterli bulunup bulunmadığı hususları üzerinde hassasiyetle durulması gerekir. Tutukluluk sürelerinin makul olup olmadığı değerlendirilirken söz konusu tedbirin, kişilerin siyasi parti faaliyetleri gibi kamusal yönü de olan faaliyetlerine olumsuz etkileri de dikkate alınmalıdır.

63. Demokratik bir toplumsal düzenin kurulması ve sürdürülmesinde hayati bir işleve sahip olan sivil toplumun en önemli örgütlenmelerinden biri de siyasi partilerdir. Demokratik siyasi hayatın vazgeçilmez unsuru olan siyasi partiler, halkı yönetime ortak etmenin meşru yollarından biridir. Başta siyasi tartışmalar olmak üzere üyelerini ve toplumu ilgilendiren çeşitli konularda faaliyetlerde bulunmak, eğitim toplantıları düzenlemek, görüş açıklamak ve eylem yapmak siyasi parti özgürlüğünün ayırıcı özelliklerindendir.

64. Başvurucunun iki yıldan daha fazla bir süre tutuklu kalmasının ve kendisine yöneltilen suçlamaların özünde yer alan hususun BDP Siyaset Akademisindeki eğitim faaliyetlerini koordine etmek, görevlendirmeler yapmak ve eğitim vermek suretiyle silahlı terör örgütünü yönetmek suçu olduğu anlaşılmaktadır. Siyasi parti üye ve yöneticileri; son derece radikal ve muhalif fikirler barındıran siyasi söylem, açıklama ve eylemlerinin makul olmayan bir süre devam edebilecek tutuklama riski doğuracağını düşünürlerse bu gibi faaliyetlere katılmaktan veya bunları düzenlemekten kaçınma eğiliminde olacaklardır. Kuşkusuz bu durumun siyasi faaliyette bulunma özgürlüğü üzerinde caydırıcı etkisi olacaktır. Diğer koruma önlemlerine göre daha ağır sonuçlar doğuran tutuklama tedbirine yoğun ve geniş kapsamlı olarak başvurulmasının anılan temel hak ve özgürlükleri işlevsiz hâle getirebileceği göz ardı edilmemelidir.

65. Başvurucunun değişik tarihlerde yapmış olduğu tahliye talepleri; özetle isnat olunan suçların mahiyeti, isnat edilen suçlara dair kuvvetli suç şüphelerini gösteren olguların var olduğu, isnat edilen suçların katalog suçlardan olduğu, tutuklulukta geçen makul süreyi aşan bir durumun bulunmadığı, başvurucunun serbest kalması hâlinde kaçma şüphesinin bulunduğu, daha hafif koruma önlemi olan adli kontrol tedbiri uygulanmasının davanın konusu açısından yetersiz kalacağı gerekçeleriyle reddedilmiştir. Görüldüğü üzere Derece Mahkemesi, başvurucunun kişisel durumunu dikkate almadan genel ifadelerle tahliye taleplerini reddetmiştir.

66. Tutukluluğun devamına ilişkin gerekçelerde suçun katalog suçlardan olması önemli bir yer tutmaktadır. 5271 sayılı Kanun’un 100. maddesinin (3) numaralı fıkrasında başvurucuya atfedilen suçun da aralarında bulunduğu bazı suçlar için tutuklama nedenlerinin varlığı hakkında yasal bir karinenin mevcut olduğu anlaşılmaktadır (kaçma veya delilleri değiştirme ve tanıkları, mağdurları ve diğer kişileri baskı altına alma tehlikeleri). AİHM’in de vurguladığı gibi kanunun tutuklama nedenlerine ilişkin bir karine öngörmesi durumunda bile kişi özgürlüğüne müdahaleyi gerektiren somut olguların varlığının ikna edici biçimde ortaya konması gerekir. (Contrada/İtalya, B. No: 27143/95, 24/8/1998, §§ 58-65). Bu bağlamda AİHM her türlü otomatik tutuklama sisteminin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) 5. maddesinin (3) numaralı fıkrası ile uyumlu olmadığını belirtmektedir (Ilijkov/Bulgaristan, B. No: 33977/96, 26/7/2001, § 84). Ancak somut olayda tutukluluğun devamına ilişkin kararlarda, tutukluluğun devamına ilişkin somut olguların varlığının ortaya konmadığı ve sadece isnat edilen suçun 5271 sayılı Kanun’un 100. maddesinin (3) numaralı fıkrası kapsamındaki katalog suçlardan olması hususuna atıf yapıldığı görülmektedir (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Galip Doğru/Türkiye, B. No: 36001/06, 28/4/2015, § 58).

67. Derece Mahkemelerinin tutukluluğun devamına ilişkin olarak ayrıca kaçma ve delilleri değiştirme tehlikesinden, bu tehlikenin varlığına ilişkin herhangi bir açıklama yapılmaksızın söz ettikleri ve zaman zaman kanunda öngörülen cezanın ağırlığı nedeniyle kaçma riskinin olabileceğini belirttikleri görülmektedir. Oysa kanunda öngörülen cezanın ağırlığı, kaçma riskinin değerlendirilmesi sırasında kabul edilecek bir unsur olmakla birlikte bu unsurun, tek başına tutukluluğu haklı gösterecek yeterlilikte olmadığı açıktır. Kuvvetli suç şüphesinin var olduğu yönündeki gerekçeler ile ilgili olarak ise ilk tutuklama tedbirinin uygulandığı tarihte bu gerekçenin yeterli olduğu söylenebilir ancak tutukluluk süresi uzadıkça tutma için gerekli olan şüphenin seviyesinin de o ölçüde artması gerekir. Bu bağlamda İlk Derece Mahkemeleri ilk tutuklama tedbirinin üzerinden iki yılı aşkın bir süre geçmesine rağmen başlangıçta var olduğu kabul edilen kuvvetli suç şüphesini doğrulayacak ya da destekleyecek herhangi yeni bir unsura değinmemiştir.

68. Somut olayda tutukluluğun devamına ilişkin kararlarda birbirine benzer gerekçelerin kullanıldığı, bu gerekçelerin tutuklamanın başlangıcında yeterli olduğu söylenebilirse de başvurucunun 2 yıl 2 ay 28 gün boyunca özgürlüğünden mahrum bırakılmasını haklı kılacak nitelikte olmadığı anlaşılmaktadır. Derece Mahkemeleri, tutukluluğun devamına ilişkin kararlarında başvurucunun tutukluluk hâlinin devam ettirilmesini haklı kılan herhangi bir yeni unsura da değinmemişlerdir. Bu çerçevede başvurucunun 2 yıl 2 ay 28 gün boyunca tutuklu kalmasının siyasi faaliyette bulunma hakkı üzerindeki olası caydırıcı etkisi de dikkate alındığında tahliye talebinin reddine ilişkin gerekçelerin ilgili ve yeterli olduğu söylenemez. Bu bulgular ışığında yargılama sürecinin özenli yürütülüp yürütülmediğinin ayrıca incelenmesine gerek görülmemiştir.

69. Son olarak 5271 sayılı Kanun’un 109. maddesinin (3) numaralı fıkrasında tutuklama yerine öngörülen adli kontrol hükümlerinin 2/7/2012 tarihli ve 6352 sayılı Yargı Hizmetlerinin Etkinleştirilmesi Amacıyla Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması ve Basın Yayın Yoluyla İşlenen Suçlara İlişkin Dava ve Cezaların Ertelenmesi Hakkında Kanun’la yapılan değişikliğin yürürlüğe girdiği 5/7/2012 tarihinden itibaren başvurucu lehine de uygulanma imkânı ortaya çıkmıştır. Buna rağmen tutukluluğun devamına ilişkin olarak yukarıda anılan kararlarda hedeflenen meşru amaçla yapılan müdahale arasında gözetilmesi gereken denge açısından mevcut adli kontrol tedbirlerinin yeterince dikkate alınmadığı ve bu tedbirlerin neden yetersiz kalacağı hususunun gerekçelendirilmediği anlaşılmaktadır. Bu durumda tutukluluğun devamına karar verilirken yargılamanın tutuklu sürdürülmesinden beklenen kamu yararı ile başvurucunun kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı arasında ölçülü bir denge kurulmadığı ve bu nedenle tutuklu kaldığı sürenin makul olmadığı sonucuna varılmıştır.

70. Açıklanan nedenlerle başvurucunun tutukluluk süresinin uzun olduğu yönündeki şikâyeti ile ilgili olarak Anayasa’nın 19. maddesinin yedinci fıkrasının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

71. Osman Alifeyyaz PAKSÜT, Hicabi DURSUN, Celal Mümtaz AKINCI ve Kadir ÖZKAYA bu görüşe katılmamışlardır.

3. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

72. 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:

“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…

(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

73. Başvuruda Anayasa’nın 19. maddesinin ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.

74. Başvurucu, herhangi bir tazminat talebinde bulunmamıştır.

75. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 198,35 TL harç ve 1.500 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.698,35 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

76. Kararın bir örneğinin ilgili Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekir.

V. HÜKÜM

Açıklanan nedenlerle;

A. 1. Adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin şikâyetin başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA, OYBİRLİĞİYLE,

2. Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine ilişkin şikâyetin KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA, OYBİRLİĞİYLE,

B. Tutukluluk süresinin makul olmadığına ilişkin iddia yönünden Anayasa’nın 19. maddesinin yedinci fıkrasının İHLAL EDİLDİĞİNE Osman Alifeyyaz PAKSÜT, Hicabi DURSUN, Celal Mümtaz AKINCI ve Kadir ÖZKAYA’nın karşıoyu ve OYÇOKLUĞUYLA,

C. 198,35 TL harç ve 1.500TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.698,35 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE, OYBİRLİĞİYLE,

D. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal faiz uygulanmasına, OYBİRLİĞİYLE,

E. Kararın bir örneğinin yargılamayı yapan Diyarbakır 3. Ağır Ceza Mahkemesine gönderilmesine, OYBİRLİĞİYLE,

17/12/2015 tarihinde karar verildi.

 

 

 

KARŞIOY YAZISI

1. Başvurucunun, Anayasa’nın 19. maddesinin yedinci fıkrasında yer alan hakkının ihlal edildiğine ilişkin çoğunluk kararına aşağıdaki nedenlerle katılmıyoruz:

2. Somut olayda başvurucunun tutukluluk süresi, 28/1/2012 tarihinde gözaltına alınmasından, ilk derece mahkemesince tahliye edildiği 25/4/2014 tarihine kadar geçen 2 yıl 2 ay 28 günlük süredir.

3. Başvurucunun tutuklanma nedeni, “silahlı terör örgütü yöneticisi olmak” tır. İlk derece mahkemesinin dosyasında ayrıntılarıyla belirtildiği gibi, başvurucunun, PKK lideri Abdullah ÖCALAN’ın talimatları doğrultusunda açılan “siyaset akademilerinde” PKK ideolojisinin anlatıldığı ve KCK kadrolarının yetiştirildiği “eğitim” faaliyetlerini örgütlemek, bunlara azami katılımı sağlamak amacıyla gayret sarf ettiği anlaşılmaktadır.

4. Bu eğitim faaliyetleriyle güdülen amacının ne olduğu, Abdullah ÖCALAN’ın “Kürdistan Devrim Manifestosu, Kürt Sorunu ve Demokratik Ulus Çözümü” adlı ve Anayasa Mahkemesi Genel Kurulunun 25/6/2014 tarihli, 2013/409 başvuru numaralı kararına konu olan kitabının incelenmesinden görülebilir. Abdullah ÖCALAN tarafından belirlenen stratejiye göre, Kürt sorununun çözülmemesi halinde Türkiye’de otuz yıldan beri devam eden şiddet ve çatışma döneminden çok daha kanlı bir “savaş” dönemi başlayacak olup “Kürt halkının buna hazırlanması” gerekmektedir.

5. Başvurucunun sorumluluğunda yürütülen eğitim faaliyetlerinin de bu çatışmalar ve muhtemel uluslararası müdahaleler sonucunda gerçekleşecek ayrı devlet veya özerk bölgenin yönetiminde görev alacak kadroları yetiştirmeyi amaçladığı yolunda, kuvvetli deliller ve tutukluluğu gerektiren yeterli şüphe nedenleri bulunmaktadır.

6. Her ne kadar mahkemenin tutukluluğun devamına ilişkin kararlarında ayrıntılı gerekçelere yer verilmemiş ise de başvurucu hakkında gizli tanık ifadelerine dayanıldığı, AİHM kararlarında (Murray/Birleşik Krallık) terör eylemlerinde yakalamayı haklı kılacak şüphenin makullük derecesinin adi suçlarla mücadelede uygulanan standartlarla belirlenemeyeceği, özellikle gizli kaynakların korunmasının böyle bir ihtiyaç doğurabileceği yolunda yer alan içtihatlar karşısında, başvurucunun tutukluluk durumu hakkında her duruşmada yeni ve ayrıntılı gerekçeler yazılamayacağı açıktır. Bu gerekçelerin ayrıntılı olarak belirtilmemesinin, başvurucunun serbest bırakılmayı talep etme hakkını etkilemediği, tutukluluğun devamının keyfi olmadığı görülmektedir. Nitekim mahkeme, tutukluluk süresi iki yılı aştıktan sonra başvurucunun tahliyesine karar vermiştir.

7. Başvurucunun 2 yıl 2 ay 28 gün süren tutukluluğunun, kamu yararı ile kişi özgürlüğü ve güvenliği arasında kurulması gereken makul dengeye aykırı olmadığı, Anayasa’nın 19. maddesinin yedinci fıkrasında yer alan haklarının ihlal edilmediği yolunda karar verilmesi gerektiği düşüncesiyle, ihlal yönündeki çoğunluk görüşüne katılmamaktayız.

 

Üye

Osman Alifeyyaz PAKSÜT

Üye

Celal Mümtaz AKINCI

Üye

Kadir ÖZKAYA

 

 

 

KARŞIOY GEREKÇESİ

1. Mahkememiz çoğunluğu 2013/2947 nolu başvuruda Anayasa’nın 19. maddesinin yedinci fıkrasının ihlal edildiğine karar vermiştir.

2. Başvuru konusu olayda başvurucu, “Silahlı terör örgütü yöneticisi” olmak suçlaması ile gözaltına alınmış, tutuklanmış ve 2 yıl 2 ay 28 gün tutuklu kaldıktan sonra tahliye edilmiştir.

3. Mahkememize yapılan 2013/5973 nolu bir diğer başvuruda da, başvurucunun aynı suçlama ile gözaltına alındığı, tutuklandığı, 2 yıl 3 ay 19 gün tutuklu kaldıktan sonra tahliye edildiği anlaşılmıştır. Bu başvurucu için Mahkememiz Anayasa’nın 19. maddesinin yedinci fıkrasının ihlal edilmediğine karar vermiştir.

4. Her iki başvuruda da başvuruculara isnat edilen suçlamalar ile dava dosyasında ki olaylar birbiri ile büyük ölçüde benzerlik göstermektedir. Aralarında ki en önemli fark 2013/2947 nolu başvuruda, suç isnadına ilişkin olayların siyasal parti faaliyeti adı altında yürütülmüş olmasıdır.

5. Bir suçun siyasal parti faaliyeti adı altında işlenmesinin, suçu işleyen için bir ayrıcalık oluşturmayacağı gerçeğinden hareketle 2013/5973 nolu başvurudaki Anayasa’nın 19. maddesinin yedinci fıkrasının ihlal edilmediği yönündeki görüşümün ve orada yazılı gerekçelerin bu dosya için de aynen geçerli olduğu kanaatine vardığımdan çoğunluğun görüşüne katılmadım.

 

Üye

Hicabi DURSUN