Suçluların zihnine girmek istiyorum!" Ya da "İnsanları suç işlemeye iten şeyin ne olduğunu bilmek istiyorum." diye düşündünüz mü?
Suçluluk
Saldırganlık erken çocukluk döneminde yaygındır ve küçük çocukların dünyasının çoğunu oluşturan akran, kardeş ve ebeveyn ilişkilerinde gözlemlenebilir. Çocuklar hayal kırıklığını ve çatışmayı yönetmenin sosyal olarak kabul edilebilir yollarını öğrendikçe ve istenmeyen davranışları engelleme kapasiteleri geliştikçe fiziksel saldırganlık/suç genellikle azalmaktadır. Sosyalleşme saldırganca dürtüleri ortadan kaldırmayıp; bunların ifadesini yumuşatmakta ve biçimini değiştirmektedir: Okul yıllarında fiziksel saldırgan davranışlar azaldıkça ilişkisel saldırganlık devam edebilir, hatta artabilir. Saldırganlık en hızlı şekilde yetişkinlere karşı azalmakta ve akranlara karşı en uzun süre devam etmekte (akran zorbalığı), ancak çoğu durumda gençlik ergenliğe veya erken yetişkinliğe (18-21) ulaştığında minimum seviyelere inmektedir.
Bu bağlamda ortaya çıkan “Suç nasıl oluşur? Kimler suç işler? ve suçlular nasıl trete edilir?” gibi soruların yanıtları için geçerli teorik bir görüş sağlama girişimlerine bakıldığında ilk olarak Klasik ve Pozitivist Okulları görmekteyiz.
Klasik Okul suçu legal deyimlerle legal bir varlık olarak tanımlarken, Pozitif Okul, suçun legal tanımını reddederek, eylemi psikolojik bir olgu olarak kabul etti. Klasik Okul bir kişinin neden suç işlediğini açıklarken özgür irade kavramını, Pozitif Okul ise determinizmi esas aldı. Klasik Okul ceza yaptırımının önleyici etkisini teorileştirirken, Pozitif Okul toplumu korumak amacıyla cezanın suçluların bilimsel tretmanı ile ikame edilmesi görüşünü sergiledi.
XVIII. asır ünlü bir İtalyan matematikçi olan Cesare Beccaria, zamanın genel görüşü olan insanların akıllı varlıklar olarak davranışlarını seçme ve kontrol edebildiğini benimsemiş; oluşturmaya çalıştığı hukuk sisteminde mahkemelerin takdir hakkı kaldırılarak her suçun ağırlığına uyarlı ceza miktarına hükmedilmesine yer vermiştir. Beccaria, ceza bilimini, yasalarda yer alan yaptırımlara keyfi hükmedilmesinden akılcı bir enstrümana dönüştürmüştür. Ona göre, kürek cezası, yaşayan bir ölü yaratıcısı olarak, ölümden daha kötü bir yaptırımdır. Cezanın ağırlığı değil, kesinliği bu enstrüman için uygun bir işletim modu idi. Klasik kriminoloji teorisi, suçluyu bir insan veya suç işleme kasti olan bir varlık olarak görmek yerine suç kavramıyla ilgilendi. XVIII. asrın sonuna doğru İngiliz filozofu Jeremey Bentham da yarar ve acı arasındaki bir dengenin suçlu bir davranışı özgürce seçmesine rehberlik edeceğini ileri sürdü. Bentham, cezaların düzenlenmesine egemen olacak şu kuralları formüle etti:
1. Suç için saptanan ceza değeri, hiçbir halde, suçun sağladığı yararı gidermek için yeterli olandan az olmamalıdır.
2. Suçun neden olduğu zararın büyüklüğü oranında ceza bağlamındaki bedel de büyük olmalıdır.
3. İki suçun cezası karşılaştırıldığında, daha ağır suç için öngörülen ceza insanı hafif suçu işlemeye yöneltici yeterlikte vazedilmelidir.1
Klasik Okula göre, toplumsal çıkar yalnızca az suç işlenmesinde değil, topluma zararlı suçların çok az işlenmesinde yatmaktadır.2 Pozitivist teorilerin gelişimi ile klasik okulun XX. yüzyılda popülaritesi ve etkisi azaldı. Yalnız 1970’li ve 1980’li yıllarda klasik kriminolojiye ilgi yeniden oluştu; neo-klasik veya konservatif kriminologlar çağdaş teorilerde (örneğin Bayer 1981, Van Den Haag 1982) güçlü birer ses olarak belirdiler. Suç nedenlerini keşfetme ve suç kontrolünde etkili stratejiler geliştirmede pozitif teorilerdeki genel başarısızlık sonucu klasik teorilere ilişkin temel fikirlerden bazıları yeniden gündeme geldi: uzun süreli hürriyeti bağlayıcı cezalara başvuru, suç işleyenlerin “hak ettiği cezayı görmesi” fazlaca dile getirildi ve bu fikirler yeni TCK’da da yansımasını buldu.
Pozitivist Okul. Pozitivist teoriler XIX. yüzyılın ortalarından başlayarak gelişti ve özgür irade dışındaki etkilerin davranışı belirlemede çok önemli olduğu belirtildi. Bu nedenle, ceza verilmesinin esası kusur yerine kişinin tehlikeliliği olabilir. Teorilerdeki gelişim ve düşme trendine göre, etkiler de genetik tevarüs gibi biyolojik etmenlerden kişilik, öğrenim ve ahlaki gelişim gibi psikolojik yapıtlara doğru değişim sergiledi. Bu bağlamda fazlaca sosyolojik yaklaşımda, anomi ve gerilim gibi sınıf yapısı ve fakirlikten kaynaklanan kavramlara vurgu yapan sosyal yapı teorileri oluşurken, eğitim, arkadaş ilişkileri ve aile örneğindeki etkiler üzerine odaklanan sosyal süreç teorileri formüle edildi. Şimdi bu etkilerden genetik gücü esas alan, “suçlu doğulur, yoksa suçlu olunmaz” tezin sahibi Lombroso’ya göz atalım.
Doktor ve psikiyatr olan Cesare Lombroso, kariyerinin uzunca bir döneminde Turin üniversitesinde adli tıp profesörü idi. 1876 yılında, Suçlu İnsan kitabı yayınlandı. O dönemin fikri iklimine Darwin’in çalışması egemen idi. Lombroso’nun önemi, ampirik-bilimsel olarak suçluya yönelmek ve sistematik gözleme dayanmak olmuştur. Lombroso, suçlunun kişiliğinde insan neslinin özel bir tipinin izleri olduğu; O’nun suçluların öyle doğdukları yoksa olmadıklarını telkin eden fiziki karakteristiklerin yüz, kafatası biçimleri ile bedensel anormalliklerde (Lombrosian stigmata) bulunabileceği düşüncesinde idi. Fiziki olarak gelişmemiş tipler Lombroso’nun “doğuştan suçluları"nı oluşturmaktadır. Diğer bir anlatımla, suçlular suça doğru yatkınlığı tevarüs etmektedirler. Yalnız araştırmacılar İngiltere, Almanya ve Fransa’daki hükümlüler arasında gereğinden fazla başkaca bir stigmata saptayamadıkları için tüm teori gözden düştü.3 Gerçekte, kabul görmeyen yalnızca teorinin suç eylemini belli vücut karakteristiklerine bağlaması idi. Yalnız doğuştan gelen özelliğe referans, evrensel kültürde yer eden “çığ süt emmiş” (Swalloping raw milk) değişini de çağrıştırmaktadır-biogenetik faktörler. Sonuçta suçun biyolojik bir kavram olmayıp, sosyo-politik bir kavram olduğu unutulmamalıdır.
Nitekim, Lombroso’nun tüm suçluların bu sınıfa girmediğini kabul ettiği gibi ilk kitabının sonraki baskılarında suç nedenleri hakkındaki görüşünü çevresel koşulların da katkısını da göz önüne alacak şekilde genişlettiği saptandı.
Radikal Kriminoloji- Suç hakkında çatışmayı içeren görüşlere dayalı bir seri düşünceyle Marksist konumu vurgulayan teorisyenler kriminolojide yeni bir model çerçeve sergilediler. I.Taylor ve diğerlerince (1973) vaat edilen yeni kriminoloji hemen radikal kriminoloji olarak fazlaca popüler oldu.4 Ne var ki, radikal kriminolojinin birleşik bir teoriyi temsil ettiğini söylemek doğru olmayacaktır. Gerçekte görülen, 1973’den itibaren ilişkili ve tutarlı bir seri söylemlerin bilgi ve düşünce yapısı oluşturmasıdır.
Radikal kriminolojinin kökleri Marx ve Engels’in eserlerine gitmekte ise de William A. Bonger gibi teorisyenler suç hakkında Marksist bir eleştiri formüle etmişlerdir.5 Klasik teorilere karşıt olarak hiçbir eylemin kendiliğinden, doğal olarak, gayri ahlaki veya suç olamayacağı ve suç tanımlarının mevcut sosyal değerleri yansıttığı, sosyal olarak belirlendiği ileri sürüldü. Sosyal belirlemeye yapılan bu vurgu genetik ve diğer biyolojik etmenlere dayalı suç açıklamaları içeren pozitivist teorilere de karşı çıkmaktadır. Radikal yaklaşıma göre, ceza hukuku toplumda servet ve gücü ellerinde bulunduran egemen yönetici kadronun amaçlarına uyarlı bir biçimde tasarlanmaktadır. Kapitalist bir sistemde, servetin eşit olmayan dağılımı, mali gücü olmayanların diğerlerince yaşanan lüks ve avantajlardan yararlanmak için suça başvurmak zorunda oldukları demektir. Göreceli fakirlik içinde eğitim seviyesi düşük olanlar, suçu tüketim toplumuna katılmanın yegâne vasıtası olarak algılamaktadırlar. Bu nedenle, suç bazı hallerde fakirliğin bir işlevi olmaktadır. Zenginler de servet ve güçlerini artırmak amacıyla suç işlemektedirler. Ne var ki, zengin sınıf suçları düzenleme ve kontrol vasıtalarına hükmettiklerinden hukuk sisteminde farklı muamele görmekte; fakir, proleter sınıftan olanlar, zenginler, burjuvazi sınıfındakiler kadar suç işlemesine karşın daha çok, sıklıkla tutuklanan ve cezalandırılanlar da onlar olmaktadır.
Radikal kriminoloji’de suç için tasarlanan çözümde, ekonomik, siyasi ve sosyal nitelikli değişimler olması; özellikle servetin yeniden dağılımını sağlayabilecek mevcut kapitalist sistemden monopol kapitalizme geçiş önerilmektedir. Yeni düzende suçun artık gerekli olmayacağı ve işlenecek suçlarında bireysel psikopatoloji sonucu olacağı belirtilmektedir. T.Platt’ın (1985) radikal kriminolojik yaklaşıma göre, mevcut “hukuk ve düzen” sistemine alternatif bir proje geliştirdiği görülmektedir.
Özetle, insanların doğdukları ekonomik sistemin yaşamları üzerine bazı etkileri olağandır. K.Marx’a göre, ekonomik sistem, toplumun siyasal ve hukuk yapıtlarına ek olarak, kişilerin sosyal konumu ve fırsatlarını kontrol etmektedir. Suç, tartışmasız ekonomik ciddi bir sorundur. Kişiler, temel saikleri ötekilerinden farklı olduğu için değil, yarar ve bedellerini farklı değerlendirdiklerinden suçlu olmakta- dırlar (G.Becker:1968). Kuşkusuz toplumsal günahlar kişilerde ifadesini bulmaktadır. Ancak toplum kendisini cezalandırıp bir örnek gösteremediği zaman, yapılacak hiçbir örnek kalmayacaktır. İşte toplumun bir vasıta olarak kullanarak onların yok olmasına çalışması kendi suçluluk hissini bastırmak istemesinden kaynaklanmaktadır.
Etiketleme Teorisi
Çatışma teorileri ile müşterek bir yanı vardır. O da hukukun sosyal ve ekonomik güce sahip olanların yararına uygulandığı önermesidir. Toplumda yoksulluk içinde bulunan gruplar örneğin düşük sosyo-ekonomik sınıflar ile azınlık gruplarına mensup olanların itham edilme ve ağır cezalara çarptırılma olasılıkları fazladır (Chilton ve Galvin 1985; Visher 1983). Gücü elinde bulunduran ajanlar (hâkim, savcı, polis, ebeveyn ve öğretmenler) “suçlu” etiketini vurmaya karar verdiklerinde kişi suçlu olmak- tadır. Bir bakıma kişiler öyle etiketlemek istediği için davranış, sapkın (deviant) davranış olmaktadır. Burada ahlaki görüşe açıkça karşıt bir yaklaşım vardır: Söz konusu davranışın “doğru” veya “yanlış” olmasından daha çok toplumun belli kesimlerince belli davranış türlerine karşı bir hükmünü ifade etmektedir.6 Kuşkusuz, bu argüman yalnızca suçlu davranış için geçerli olmayıp, kişilerin alkolik, akıl hastası, cinsel sapık olarak etiketlenmesi ve bu grupların oluşumu için de kullanılmaktadır. Bu bağlamda hale etkisi (halo effect) işlevini görmektedir: Kişi belirgin(mevcut) bir niteliğe sahip olduğunda, öteki insanlarca o kişinin öteki nitelikleri gerçeğinden daha iyi/abartılı görülebilmektedir. Yakışıklı erkekler ve güzel kadınlar zekâ, mizah duygusu, sportif v.s. açısından abartılı derecelendirilmektedir. Gerçekte fiziki görünüşün bu niteliklerle fazlaca bir ilişkisi olmayıp; yakışıklıkla zekâ arasında az bir korelasyon olduğuna değinilmiş (Sutherland, 1992) ise de insanların hata yapmaları için yeterli bir neden değildir. Ne var ki, kişide var olan bencillik gibi belirgin kötü bir niteliğin şeytani etki (devil’s effect) diye isimlendirilen karşıt bir etkisi vardır. Bu etki ile halkın o kişinin diğer nitelikleri hakkındaki düşüncesi saptırılmakta; kişi gerçekte olduğundan daha fazla aldatıcı/sahtekâr ve daha az zeki görülebilmektedir.
Yukarıdaki teoriyle etiketlemenin sonuçlarına, damga ile bunun bireysel imaj değişimindeki etkisine, vurgu yapılmaktadır. Damga terimi, normdan sapanları halkın mahkûm etmesi düşüncesi ile etiketlenen kişinin toplumun bazı kesimlerinden dışlanması anlamına gelmektedir. “Suçlu” etiketi arzulanmayan vasıflarla ilişkilendirilmekte ve halk katında bu kişiye kuşku ile bakılmakta; belli işlerde çalışmaktan alıkonulmakta, bazı suç faillerine karşı duyulan nefret linç girişimlerine kadar götürmektedir. Bu sosyal baskıların gücü bizleri etiketlemenin ikinci sonucuna götürmekte; kişi artık toplumca verilen hükme inanmaya başlamaktadır. Kişi etikete uymak üzere kendi imajını değiştirmekte; etiketle tasvir edilen kişilik kalıbına girmektedir. Etiket, bir bakıma, kişi için benimsenecek bir rol olmakta; rol benimsenerek kişinin yaşamı rolle birlikte değişmektedir. Etiketleme, sapkınlıkların şiddetlenmesi ve kendi kendisini gerçekleştiren kehanetin oluşmasına yol açmasıdır. Fazlaca suç işleyerek, çete üyeleri aynı rolü oynayan diğerleri gibi olmakta; kişinin kimliği, değer, düşünce ve inançları ile suçlu kimliğine dönüşmektedir. Lemart (1951) bu süreci, sapmanın güçlendirilmesi (deviance amplification) olarak isimlendirmektedir. Suçlu kişiye uygulanan yaptırım veya tretman bağlamındaki her girişimdeki ironi de onun kendisini suçlu olarak algılamasına hizmet etmesinde yatmaktadır. Kuşkusuz, her teori gibi bu teori de eleştirisiz kalmamıştır. Bu eleştiriler bazı kişilerin neden suçluluk yolunu seçtiklerini açıklamadaki başarısızlıktan tutun, ta adam öldürme ve ırza geçme suçlarının neden evrensel olarak “yanlış” olduğunu kabul edilmesini açıklama başarısızlığına kadar gitmektedir.
Çıkarım olarak, etiketlerin kişinin yaşam çizgisi üzerindeki muazzam gücü göz önüne alınarak, onların özenle kullanılmasına dikkat edilmelidir.
Psikolojik Yaklaşım
İnsana dehşet veren fiillere hemen her zaman ve her yerde rastlanılmaktadır. Görünüşte hiçbir mana ifade etmeyen veya failleri yönünden saiksiz (motiveless) kalabilen bu eylemlerin izahı bizleri psikoloji, ruh sağlığı ve suç konusuna götürmektedir.
Akıl dışı olan bireysel suç değildir. Akli nedenlerle işlenen her suçta mantık ve mana bulmak mümkün- dür. Açlığını gidermek için hırsızlık yapan kişi örneğinde olduğu gibi, hırsızın davranışı doğru değilse de davranışın manalı olduğu kuşkudan uzaktır. Normal ve anormal7 oluşu belirleyen suç değil, suçlunun kendisidir ve bu durum psikolojinin bir davranış hakkında şu üç soruya "Ne", "Nasıl" ve "Neden"e vereceği yanıtla ortaya çıkacaktır.
İşte bu husustaki çalışmalara "suçlular arasındaki akıl hastaları" üzerine araştırmasıyla yön veren Dr. Bernard Glueck ve psikanalitik yönden suç dinamizmi ve nedenleri konusundaki incelemeleriyle Sıgmund Freud, Franz Alexander, William Healy, Gregory Zilboorg, Robert Lindner ve Kate Friend- lander'in ortaya attıkları tezlerle suçluya yeni bir bakış açısı getirmişlerdir.
Sözü edilen zeminde filizlenen çeşitli görüşlerden özellikle psikanalitik teori adalet psikolojisine farklı bir açılım getirmiştir.Bu görüşte, saiklerin ağırlık merkezini dürtü (drive) ve biyoloji oluşturmaktadır. Freud(1865-1939), dürtülerin davranışların nihai sebebi olduğunu ileri sürerek, davranışlarımızı belirleyen, sosyal ve kültürel güçlerin önemini azaltmağa yönelmiştir. Kendisi, toplumu, tehdit eden, nizamlayan ve hayal kırıklığına uğratan ya da tepki gösterilen bir kurum olarak görmektedir. Ego psikolojisi (örneğin Sigmund Freud, Heinz Hartman, Anna Freud, Margaret Mahler) kişisel dürtüler (cinsel ve saldırganca itiler gibi) ve sosyal kurallar (ahlaki talepler ve toplumca vazedilen gerçekçi sınırlamalar gibi) arasındaki çatışma ile belirlenen anormalliğe odaklanmıştır. Her birey böylece ceza korkusu, kaygı ve suçluluktan mustarip olmaksızın bu dürtülerin ifade edilmesi yollarını bulmak üzere yaşam boyu bir mücadeleye girmektedir.
August Aichhorn suçlu için psikanalitik ilkeleri ilk kullananlardan biri idi ve Friedlander (1947) gibi teorisyenlerce benimsenen yaklaşım stiline öncülük etmiştir. Suçlu çocuklarla çalışan bir öğretmen olarak, Aichhorn bu gençleri ve ailelerini anlamak ve trete etmekle ilgilenmiştir. O zaman için nispeten yeni olan Freud’ün fikirlerinden fazlaca etkilenen Aichhorn (1925/1955) suçlular üzerine yaptığı çalışmayla çevresel etmenlerin yalnız başına suçu yeterince açıklayamayacağı sonucuna vardı. “Latent Delinquency” terimiyle adlandırdığı “yatkınlık” çocuğu suçlu yaşama hazırlamaktadır.
Aichhorn’a göre, her çocuk başlangıçta asosyal konumdan başlamakta; Freud’un “zevk ilkesi” kavramını takip eden bu konum, yavrunun yalnızca kendi konfor ve rahatlığına yönelmektedir. Normal gelişim sırasında ego oluşumu ve “realite ilkesinin” çalışması ile çocuğun davranışı gittikçe sosyalleş- mekte; çocuk kurallara uygun davranış sergilemektedir. Ne var ki, bazı çocuklarda sosyalleşme sürecinden sapmalar, latent delinquency’in egemen olmasına el vermektedir. Aichhorn bu durumu “dissocial” olarak tasvir etmektedir. Suçlu davranış, bu nedenle, psikolojik gelişimdeki başarısızlık sonucu, latent delinquency’nin davranışı yönetmesine izin vermesidir. Realite ilkesi, F.Alexandar ve H.Staub’un (1931) ile F.Alexander ve W.Healy (1935) tarafından sunulan suçu açıklamada da merkezi konumdadır. Bu açıdan bakıldığında, suçlu, zevk ilkesinden gerçeklik ilkesine geçişte başarılı olamayan kişidir. Yetişkinlerde görülen anti-sosyallik/suçluluk, çocukluk çağında oluşan karakteristiklerin bir dışavurumudur.
Bu bağlamda psikanaliz, suç ve ceza bilimi açısından irdelendiğinde ise; psikanalistlerin suçun evrensel bir tanımını yapmalarına rağmen, suç türlerini açıklamada zorlandıkları, nevroza yönelten güçlerin farklılığı karşısında da bazı kişilerin neden yalnızca nevrotik ya da bazı nevrotiklerin neden suçlu olduğunu açıklayamadıkları gözlenmiştir. Bu konudaki çelişkilere Dr. Franz Alexander “Neurotic Criminal” adlı çalışmasında şu şekilde yaklaşmıştır. O, nevrotiklerin çoğunun bunalım nöbet dönemle- rinin; merak, endişe, korku ve somatik arazlar şeklinde oluştuğu halde, bir kısmının bilinmeyen nedenlerle bu dönemlerinde eyleme geçtiklerini, bunun nedenini ise, bugüne kadar öğrenemediğini belirterek şu gerçeği gündeme getirmiştir: Bu alanda bilimsel yöntemlerle doğrulukları saptanabilecek esaslı bilgilerin olmamasıdır. Psikanalitik yöntemlerde yalnızca hasta olan kişi gerçekleri bilir ve analizci ancak hasta tarafından, O’da bu alanda kendisine bildirilen gerçekler (gerçekse) ışığında hastayı anlamaya gayret eder. Elde edilen sonuçlar ise herhangi bir üçüncü kişi tarafından doğrulanmaya elverişli olmayıp, bunları genelleştirmek mümkün değildir.
Günümüzde psikiyatrlar, suçların hemen hemen akıl hastalığının bir belirtisi olduğu fikrinde olup; her tür akıl hastalığının suç ile olan ilgisini belirtmişlerdir. Onlara göre saykoz, nevroz, organik beyin hastalığı, sara, alkolizm ve uyuşturucu madde/ilaç kullanımı suç işlenmesine neden olan etmenlerdir. Bu bağlamda bazı suçlar, gerçekten, akıl hastalığının bir sonucudur. Bu çıkarımı Türk Ceza Kanunu 32. maddesi belgelemektedir: “(1) Akıl hastalığı nedeniyle, işlediği fiilin hukukî anlam ve sonuçlarını algılayamayan veya bu fiille ilgili olarak davranışlarını yönlendirme yeteneği önemli derecede azalmış olan kişiye ceza verilmez.”
Ancak suçun işlenmesini çeşitli akıl hastalıklarına bağlamak aşağıda belirtilen nedenlerle pek doğru görülmemektedir:
1. Araştırmaların genellikle ufak veya seçilmiş gruplar üzerinde yapılması;
2. Bu araştırmalarda ender olarak kontrol grubu kullanılması;
3. Araştırma sonucu elde edilen bulguların ender olarak geniş gruplar üzerinde yapılan araştırmalarla pekiştirilmesi; ve
4. Suçlu ve suçlu olmayanlar üzerinde yapılan mukayeseli araştırmaların akıl hastalıkları bakımından bunlar arasında esaslı farklılığın olmadığını göstermesidir.
Suçlularda, genellikle, patolojik nitelikte olmayan fikri çatışmalar, yetersizlik duygusu ve hissi anormallikler görülmesi olağandır. Suçlularda, Robert Lindner'in ifadesiyle, suça doğru yönelişe değgin psişik özellikler vardır. Bu tür özelliklere sahip kişinin, alkol kullanan, cinsi sapık ve profesyonel bir hırsızla temasında bunları reddetmesi hiç de kolay olmamaktadır. Yalnız, psikopatlar veya duygusal açıdan normal olmayan kişilerin iyi seviyede uyum sağlayamadıkları zaman daha aşağı seviyede bir uyum tesis etmek üzere suç işlediklerini söylemek yeterli değildir; nitekim, ekseri psikopatlar, uyuşturucu madde kullanmadıkları gibi cinsi yönden saldırgan da değildir. Önemli olan, şahsın toplumca kabul edilmeyen hal ve durumlarla karşılaşması ve bunlar karşısındaki tutumları ile beraberindeki kişilerin bu yoldaki teşvik ve yardımlarıdır.8
Özetle, psikanalitik ve psikodinamik teoriler, davranışın belirleyicileri olarak içsel süreçler ile çatışmaların rolüne vurgu yapmaktadırlar. Bu yaklaşım, sosyal ve diğer çevresel etmenlerin önemini göz ardı etme veya ihmal anlamına gelmeyip, dinamik süreçlerin suçlu davranışın gelişiminde önemli bir rol oynadıkları şeklinde görülmelidir. Böylece, psikanalitik model suçlu davranışı açıklama arayışında, çözümlenmemiş içsel çatışmayı, duygusal dengeden yoksunluğu ve çocukluktaki olayları göz önüne almaktadır.
Savunma Mekanizmaları
Bilinçli zihni, kaygı ve huzursuzluk yaratan duygu ve düşüncelerden koruyan bilinçsiz düşünce ve davranış yapısıdır. Ego, id ile superego’nun dürtülerini uyumlaştırmada gerçekten zorlu anlar yaşadığında savunma mekanizmalarından bir veya birkaçına başvuracaktır: Baskı, bastırma, gerileme, inkâr ve karşıt tepki oluşturma. Bunlar, istemediğimiz düşüncelerden bizi koruyan bilinçdışı çarelerdir.
Baskı (repression) bir unutma süreci olduğu kadar bir savunma vasıtasıdır. Genelde cinsel veya düşmanca türden kişiye elem veren bir olgu, fantezi veya istem, bilinç altına atılmaktadır. Ne var ki, bilinçaltının derinliklerinde saklı bulunan bu duyumlar her an bilinç üstüne çıkma tehdidinde bulunurlar: Elem verici olgu örneği olarak çocuğun anne-babası arasında şiddeti içeren bir kavga veya annesinin yabancı bir erkekle yasak ilişkisine tanık olması gösterilebilir. Bu türden bir olgu çocuğun güvenliği için tehdit oluşturmaktadır. İşte fazlaca yüklü ve elem verici nitelikte bir uyarıyı bilinçten uzak tutmak için birey genelde kaçamak ve rüşvet türü tepki yöntemleri geliştirmekte ve bu süreç bireyin nevrotik semptomlarının orijinine işaret etmektedir. Klinik uzmanlar hakiki bir repression’un bilinç dışı olduğu görüşündedir. Bir anı baskılandığında, bizler unuttuğumuzun bile farkında olmayabiliriz.
Bastırma’da (suppression)ise durum farklı olup; oluşan bilinçli bir sürecin sonucunda, bireyin bilinçli olarak aklını elem verici duruma kapamasıdır. Diğer bir anlatımla, istenmeyen düşünceleri bilinçdışına itme ve orada tutmadır. Böylece korkunç anılar veya korktuğumuz şeyler ya da suçluluk hissettiren istemlerimizi hatırlamamızı önlemektedir. Başarısız geçen bir sınav sonrası, sınavı düşünmeyerek bir anıyı sadece bastırmaktasınız. İsterseniz, sınavı hatırlayabilirsiniz.
Gerileme’de (regression) görülen odur ki, birey kendisinden fazla bir talebin beklenmediği önceki gelişme evresine-çocukluğa ya da ilkel davranış biçimlerine-dönmektedir. İşte, oldukça tehdit edici ve elem verici bu konumda olgun nitelikteki davranışın yerini çocuksu davranışa terk ettiği görülmektedir. Bu bağlamda, yoğun stres altında bazı askerlerin yatak ıslatma veya çocuksu tepkilerin egemen olduğu koşulları geliştirmeleri örnek olarak gösterilebilir.
Karşıt-tepki oluşturma’ya (reaction formation) suçluluk duygusu yaratan istemler yoğunlaştığı ve bunların baskı altında tutulması güçleştiğinde kişinin bu istemlerin karşıtı olan tutum ve davranışları geliştirdiğine tanık olunmaktadır. Gerçek güdü, kabul edilemeyecek nitelikte olabilir ve kaygı doğurur. Bu güdüyü gerçek niteliğinin karşıtına dönüştürerek algılama, onu kabul edilebilir hale getirecek ve böylece yüzeysel de olsa, çatışma çözülebilecektir. Bu tutumun en belirgin örneği cinsel sorunu olan kişinin müstehcen eserlere karşı tepki göstermesi veya komşusunun zina yapması karşısında namus havarisi kesilmesidir. Kişilerde tanık olunacak aşırı tepkilerin kendilerindeki zıtlıklardan kuşkulanma- nın, aşırı sevgi arkasındaki gizli nefret duygusu örneğinde olduğu gibi ipucu olabileceği göz ardı edilmemelidir. Özetle, reaction formation’da temel fikir, tehdit edici dürtü ve duyguları engellemek için kişinin abartılı karşıt davranış sergilemesidir.
Suçluluk Hissi ve Suç Olgusu
İnsan kötülükten/suç işlemekten zevk alırken vicdanında tam tersi bir acı oluşur; insanı bilinçli/bilinçsiz olarak oluşturduğu kuruntu ve düşüncelerle üzüntüye gark eder. İşte psikopat olanlar dışında hiçbir suçlu kendi hâkimliğinden kurtulamaz.
Bilinç altındaki bu çatışmanın, insanda suçluluk hissi; endişe ve bu suçluluk hissini gidermek için kendini cezalandırmak arzusu doğurduğu; kişide beliren bu suçluluk hissinin ise ifadesini suç işlemekte bulduğu ve verilen ceza ile kişinin geçici olarak sulh ve sükuna kavuştuğu ileri sürülmektedir. Freud'un Amerikalı takipçilerinden Dr.Alexander, bu sava karşı, bilinç altından gelen bu cezalandırılma ihtiyacının, suçlu ve nevrotik kişileri hareket ettiren esaslı bir etmen oluşunun yadsınamamasına karşın9 haz ve elem ilkesinin oynadığı esaslı rolünde inkar edilmemesi gerektiği yaklaşımı ile yanıt vermiştir.
Ne var ki, bu teorilerin ışığı altında suçluların yüksek derecede bir vicdana (superego) sahip olup, kendilerini cezalandırmak istedikleri yolundaki önermeyi gerçeklik ifadesi olarak görebilmek mümkün değildir. Aksine, suçlular, yeteri derecede gelişmemiş bir vicdana sahiptirler. Eğer nevrotik bir kişi kendisini cezalandırmak istiyorsa, bunu sağlayabilecek birçok yol bulabilir; ancak kendi vicdanı ceza normlarına aykırı bir davranışta bulunmasına engel olacaktır.10
Suçluların suç teşkil eden eylemlerinin esaslı nedeni ise, kendilerinin suç teşkil eden hareketi yapmak istemeleridir; genellikle, suç işledikleri zamanda yakalanmayacaklarını ummaktadırlar. Kendilerinin zaman zaman yakalanmaları, gerçekte, onların yakalanmak istediklerini kanıtlamaz. Bu kişilerin suç işlemeleri halinde minimum tesirli bir kolluk gücünün varlığında yakalanmaları olasılığı yüksek olacaktır. Suçlunun suç işlediği sırada almayı ihmal ettiği tedbirler ise, birçok nedenden ileri gelebilir; kendisinin oldukça yorgun veya rahatsız olması örneklerinde olduğu gibi.
Freud, nevrotik suçlunun suçluluk hissini gidermek için cezalandırılmak istediği üzerinde durdu ise de açıklamasında suçluluk hissinin giderilmesi için, kişinin neden suç işlemeğe yöneldiği konusunda yeterli derecede cevap bulmak kabil değildir. Guttmacher'in belirttiği gibi suça iten saikler araştırıldığında cezalandırılmak arzusu suçun işlenmesinde oldukça ender görülen bir saiktir.11 Yalnız Dostoyevsky’ nin Suç ve Ceza’nda Raskolnikov’un çok iyi planlayarak işlediği bir cinayet sonrası vicdanı peşini bırakmaması ise bir gerçeklik ifadesidir. Raskolnikov kendini yargılamaktan kaçamaz. Zihinde doğan iç çekişme, buna eşlik eden duygusal sıkıntı, insanı hasta bile edebilen bu durum, gerçekten de psikolojik bir olgudur. Bu, vicdanı sızlayanları bunun nereden kaynaklandığını sormaya iter. Öte yandan, benzer acılar çekmeyen psikopat türü insanların vicdansız olduğu düşüncesini kışkırtır.
Başkalarını Vasıta/Günah Keçisi Olarak Kullanma (Scapegoat)
Bu kavram, günah veya kötülüğün başka bir obje, hayvan veya insana nakledebileceği ve bu obje veya insanın yok edilmesi ile mevcut günah veya kötülükten kurtulabileceği ilkesine dayalıdır. J.Frazer, Golden Bough isimli sihir ve din konusundaki çalışmasında, insanda var olan bu psikolojinin doğuşu hakkında şunları yazmıştır: "insanoğlu sırtındaki odunu veya taşı başkasına devredeceği gibi, sıkıntıdan doğan yükünü de başkasına devredebilir. Bunun gibi Hindistan'ın Doğusundaki adalarda saralı olan şahsın belirli ağaçların yaprakları ile dövülüp, bu yaprakların atılmasıyla iyileşeceğine, Arabistan'da ise, halkın veba hastalığının varlığı zamanında bir deveyi şehrin ortasından geçirip, sonra da onu öldürerek bu hastalıktan kurtulacaklarına inanılırdı".12 Bough'un bu ilkesi Rodos'lular ve Babiller tarafından da kullanılmıştı. Özellikle, Rodoslular cezaevindeki suçlulardan birini Cronus adlı bir ilaha kurban vererek uygulamışlardır.
Başkalarını vasıta olarak kullanma olgusu, Dr.William A.White göre, insanlığın evrensel bir niteliğidir. O, insanların daima sıkıntıdan uzaklaşmak istediğini ve bu psikolojinin toplumsal normlara aykırılığın sonucu oluşması halinde sorumluluktan kaçmaya yöneldiğini ileri sürmüştür.
Bu açmazda, suçlunun cezalandırılması yalın günah yerine kişideki günahı vurgulama şeklinde yorumlanır. Suçlu kimliği kişinin kendi günahını transfer edebileceği kolay bir obje olmakta ve bu kimliğin cezalandırılarak ona karşı nefret duyulmasıyla kişinin kendine olan saygısı pekiştirilmekte ve dolaylı olarak benzer sapmalardan kendisini alıkoymasını sağlamaktadır.
White göre, burada, suç ve suçlulara karşı bilinç altından beslediğimiz tutumun oluştuğu materyale tanık olunmaktadır. Bu durum, toplumun suçlulara ilişkin reformlara neden isteksiz olduğu ve suçlunun tabi tutulduğu ağır işkence ve fena muameleye izin vermemeye neden isteksiz bulunduğunu açıklamaktadır.
Başkasını vasıta olarak kullanmak, aile ve toplum üyelerinin suçun işlenmesinde katkıları ve oynadıkları aktif rol sonucu önem kazanmaktadır. Ebeveyn, kendilerini hissen tatmin etmek amacıyla çocuklarını suç teşkil eden filleri işlemeğe teşvik ve bu tür fiilleri teyit etmektedirler.13 Bu yolda işlenen hırsızlık ve adam öldürme suçları ciddi bir nicelik göstermektedir.
Vasıta olarak kullanıma, saldırganlığın hayal kırıklığına neden olan hedef dışındaki “güvenli” hedeflere yöneltilmesi (displaced aggression) halinde de tanık olunmaktadır. En çarpıcı örneği de işsizlik arttığın- da çocuk istismarının artması; kocasından dayak yiyen eşin çocuklarını dövmesidir.
Açıklamalarımız paralelinde ulaşılan nokta odur ki, toplumda suçun işlenmesine katılabilir. Rüşvet alarak görevini suiistimal eden polis veya hâkim örneklerinde görüleceği üzere sözü edilen katılım bu tür fiilleri gazetelerde okuyan bir hırsızın kendi suçunu haklı çıkarmağa yeltenmesine sebep olabilmektedir.
Bir başka yelpazede toplumun katılımı ise, kan davasından hüküm giyen kadının feryadında şu şekilde yüzeye çıkmıştır: "Ben öldürdüm, köy rahat etti, hayır işledim diye sarıldılar eteklerime. Ama kim girdi hapse? Ben. Hepsi rahat şimdi. Ben de rahatım, Tanrıya şükür rahatım ama ya dışarı çıkınca? Ya o zaman kim silecek bu damgayı alnımdan? Köy ahalisi mi? Nerdee? İki yıl oldu, çocuğumu göstermiyorlar" diyerek bu hususta toplumun çizdiği çerçeveyi tüm çarpıklığıyla gözler önüne sermiştir.
Psikopat
Psikopat, duygusal bakımdan gelişmemiş bir kişidir. Kendisi, topluma aykırı olan fiillerinin manasını anlamakla beraber, tamamen hislerinin komutası altındadır ve sorumluluk hissi duymadan hareket eder-moral insanity. Psikopatlık, genellikle genç yaşta başlar ve kişi duygusal bakımdan olgunlaşıncaya kadar topluma zararlı olan fiillerine devam eder. Bu kişiler, topluma aykırı düşünce ve eylemlerini (antisocial personality) alışkanlık haline getirmişlerdir. Deneyimlerden ders almasını bilmezler, asla kaygı duymazlar; yani bunların duygu tellerinde bozukluk vardır.
Psikopatlar doğuştan kör olan bir insanın görme duygusundan yoksun olması gibi merhamet duygusundan yoksundurlar. Psikopatlar aldatma ustalarıdır; kendileri aldatma ustaları olarak, imajlarını özenle yaratmakta ve korumaktadırlar. Diğer bir yönden, psikopat "hiçbir neden olmaksızın isyan eden bir kişi", programsız bir ihtilalcidir. İsyanın yegâne nedeni kişisel çıkar sağlamak olup; başkaları için iyilik yapmağa hissen muktedir değildir. Psikopat, Maslow’un saikler hiyerarşisinde aşağı seviyesindeki ihtiyaçlara, maddi şeylere odaklanmıştır.
Her toplumda kişi kendisini ağır şekilde defalarca aşağılanmış, statüsünü kaybeden biri olarak gördüğünde, önceden hiçbir zaman elde edemeyeceği sosyal statü seviyesine yol açar. Herkesten öç almaya, ölümüne olsa bile her bedenden intikamını alacağı korkunç bir şiddet eylemiyle başarıya ulaşmaya çalışır- Etrafa saldırı. Bir de seri katiller var; çoğu, bir tür akıl hastalığından mustariptirler. Psikopatlar (ahlaki delilik)14, tipik olarak erkektirler. Kolayca sıkılmakta ve uyarı arayışındadırlar. Narsisist iseler de her narsisist psikopat değildir. James Bond, mükemmel bir psikopat olarak karşımıza çıkmaktadır. Psikopat ne söylediği veya ne düşündüğü ile değil ne yaptığı ile psikopat olan kişidir. Bir psikopatın beyninde her adımını meşrulaştırmaya yarayan akılcı bir avukat dışında hiçbir şeyi yoktur.
Psikopatların kayda değer bir hata yapmaları veya şiddet içeren bir suç işlemeleri dışında, maskelerini çıkarmak oldukça zordur. Bir psikopatın dünyasındaki her açıklaması gerçek yaşamda rastlanmayan insanüstü beceriler içermektedir. Normal bir insan “Dün gece birisi beni soymaya çalıştığında çevredekiler imdadıma yetişti” derken, psikopat, “Dün gece 8-10 kişi üzerime saldırdı. Tümünü hastanelik ettim. Çevredekiler beni alkışladı” biçiminde bir öykü uydurur.
Tüm bu özellikleri nedeniyle bir psikopatla mantıki olarak tartışılamaz. Tartışmaya girmek yalnızca zaman kaybına neden olacaktır.
Akıl hastası ve zafiyeti olan suçlular ile karşılaştırıldığında, psikopatlar daha çok “suçluluk” sergilemekte; hırsızlık ve müessir fiil suçlarını da çokça işlemektedirler. Cezaevlerinin uzun süre konuğu olan psikopat suçlular kurum güvenliği için de sorun oluşturmaktadırlar. Bricout’a(1989) göre, psikopatlar, % 1’i çok tehlikeli psikopat olarak cezaevi nüfusunun % 10’unu oluşturmaktadır. Psikopatların adam öldürme suçu enstrümantaldir.
Kişiyi psikopat katil yapan nedenlere bakıldığında görülen tablo şöyledir:
- Genler-Yüksek risk yaratan gen: MAO,
- Çevre, ve
- Özgür irade.
Sosyal beyin ve duygusal düzenlemenin bir kısmı olan Limbik sistem sanki psikopatlarda devre dışı kalmış/kapalı gibidir. Limbik sistemde, amigdala denilen küçük bir organ, duyguları ve özellikle dışardaki bir kişinin yüzündeki korkuyu, dehşeti, üzüntüyü kayıt altına almaktadır. Soğuk kanlı adam öldürmede amigdala işlev görmemektedir-nörolojik neden.
Yinelersek, bir psikopatın kafası içinde her adımını meşrulaştırmaya yarayan akılcı bir avukat dışında hiçbir şey yoktur. Psikopatlar şiddet içerikli suçlar işlerler; duyguları onlara asla karşı koymazlar.
Psikopatlarda esas sorun, korku ve endişe gibi duyguların yayılmasından sorumlu beyin bölgesi olan amigdala’nın çalışmıyor olmasıdır. Bu nedenle, psikopatlar öteki insanların kendilerini kötü hissetmelerine neden olduklarında kendilerini asla kötü hissetmezler.
Zekalarının yerinde olması, tahripkâr/yıkıcı bozukluğun/rahatsızlığın gizlenmesine olanak vermesidir. Psikopatlar tehlikelidir, çünkü duygusal beyinleri hasarlıdır.
Psikopat Seri Katiller
Psikopatik katiller çok normal, ortalama ailelerden gelebilir ya da gelmeyebilirler. Pek çok psikopat katil, geçmişlerinde istismar ve ihmal vardır ve bu, diğer türlerin kötü ebeveynliği ile psikopati riskini artırabilir. Ek olarak, ebeveynin madde kullanımı ve psikopat ebeveynler, psikopat bir çocuk doğurma riskini artırır.
Kişilerarası empati eksikliği ve acıma ya da pişmanlık hissetme yetersizliği de psikopatik seri katilleri karakterize eder. İnsan hayatına değer vermezler ve suçlarının sonuçlarını umursamazlar. Kurbanlarıyla etkileşimlerinde duygusuz, kayıtsız ve son derece acımasızdırlar. Seri katiller genellikle empati ve suçluluk duygusundan yoksundurlar ve çoğu zaman egosantrik bireyler haline gelirler; bu özellikler belirli seri katilleri psikopatlar olarak sınıflandırır. Seri katiller, gerçek psikopat eğilimlerini gizlemek ve normal, hatta çekici görünmek için genellikle bir “akıl sağlığı maskesi” kullanırlar. Büyüleyici bir seri katilin en dikkate değer örneği Ted Bundy'dir. Ted Bundy organize bir seri katil olarak sınıflandırılır; cinayetini metodik olarak planladı ve genellikle suçu işlemeden önce birkaç hafta boyunca kurbanını takip etti. Nihai yakalanmasından önce 1974-1978 arasında tahminen otuz cinayet işledi. Ted Bundy gibi seri katillerin organize oldukları ve cinayet işlemeye psikolojik olarak motive oldukları biliniyor, bu da onları bir seferde rastgele öldüren kitlesel katillerden ayırt etmektedir.
Psikopat Katil Örnekleri
Cezaevinden kısa süre önce tahliye olan 17 suçtan sabıkalı, para için iki kişiyi(doktoru) öldüren, bir polisi kafasından vuran Enver Yıldız (30), “Param kalmadığı için cinayetleri para için işledim. Hap aldığım için ne yaptığımı bilmiyordum.” dedi. Sorgusu sırasında, “Beni öldürün, siz beni öldürmezsiniz ben cezaevinde kendimi öldüreceğim” diyerek sinir krizi geçirdiği öğrenildi. 2 Ocak 2020 gecesi nezarethanede bacağındaki alçının bağları ve atletiyle intihara teşebbüs eden Enver Yıldız bir haftadır tek kaldığı cezaevi hücresinde kendini eşofmanın bağcıyla tavana asarak intihar etti.15
17 yaşında iken arazi anlaşmazlığı nedeniyle iki kardeşi öldüren R.M. tahliye sonrası ailesinin yüz vermemesi sonucu düştüğü bunalımla para karşılığı üç kişiyi öldürmüş; ilk cinayetten sonra tahliye olduğunda sudan çıkmış balık gibi hisseden yedi kişinin katili A.A. da kimse kendisine el uzatmadığı için cinayetlerine devam etmiş; bir kere katil damgası yemiştim, ha 99, ha 100 ne fark eder ki? demişti. 16
Bu örnekler infaz sonrası suçluların korunması hizmeti yoksunluğunun/amigdala’nin islahına eğilmemenin ne derece kriminojen bir faktör olduğunu göstermesi açısından çarpıcıdırlar.
Risk-İhtiyaç-Tepki Modeli
Risk-İhtiyaç-Tepki (RNR) modeli, suç riskini değerlendirmek ve yönetmek için üzerine en çok durulan ve atıf yapılan bir modeldir.17 Bu modelde üç bileşenin her biri ayrı ancak birbiriyle bağlantılı ilkeleri temsil etmektedir.
Risk ilkesi, suç işlemek için daha yüksek risk altında olan bireylerin daha düşük riskli bireylerden daha yoğun hizmetler (yani daha yüksek doz) alması gerektiğini ve yüksek riskli ve düşük riskli kişilerin birlikte tedavi edilmemesi gerektiğini söyler (Lowencamp ve diğerleri, 2006). Örneğin, bir kabahat suçu için sistemle ilk kez karşılaşan kişileri, tekrarlayan ağır suçlar işleyen kişilerle aynı tedavi grubuna yerleştirmek istemezsiniz. Bu düzenleme, yalnızca düşük riskli kişileri suç yaşam tarzını yaşama konusunda daha fazla deneyime sahip olanlarla karşı karşıya getirmekle kalmaz, aynı zamanda düşük riskli kişilerin daha az müdahaleye ihtiyaç duyması nedeniyle kaynak israfıdır.
Genel olarak, daha fazla risk faktörü, daha yüksek tekrar suç işleme riski anlamına gelir. Andrews ve Bonta (2010), bir anlatı incelemesine dayanarak, yedisi dinamik olan sekiz suç işlemeyi etkileyen faktör tanımladı.18 Bu risk faktörleri şunları içermektedir:
- Suç geçmişi: Gelecekteki davranışlarınızın en iyi göstergesi geçmiş davranışlarınızdır!
- Antisosyal kişilik bozukluğu veya özellikleri: Bu özelliklere sahip kişiler, diğer insanların haklarına veya refahına pek önem vermezler.
- Suç düşüncesi veya antisosyal bilişler: Birinin yasadışı faaliyetlerini meşrulaştıran düşünce veya tutumları (örneğin, toplumun kendisine borçlu olduğuna inanmak).
- Suçlu veya antisosyal akran etkisi: Sosyal çevrenizin inançlarınız ve seçimleriniz üzerinde ne kadar etkili olduğunu veya başkalarını ne kadar etkileyebildiğinizi düşünün.
- Düşük eğitim veya iş başarısı: İnsanlar, pazarlanabilir becerilerin ve iş fırsatlarının azlığı nedeniyle ortaya çıkan ekonomik istikrarsızlıkla karşı karşıya kaldıklarında geçimlerini sağlamak için yasa dışı yollara başvurabilirler.
- Uyuşturucu madde kullanımı: Bazı maddelerin kullanımı, bulundurulması veya satılmasının yasadışı olması nedeniyle değil, aynı zamanda madde zehirlenmesinin iyi karar vermeyi etkileyebilmesi nedeniyle risk oluşturmasıdır.
- Aile veya ilişki uyumsuzluğu: Bunlara çocuklukta istismar veya ihmal, aile üyeleriyle gergin ilişkiler, kaotik bir ev ortamı veya sağlıksız romantik ilişkiler örüntüsü dahil olabilir.
- Üretken olmayan boş zaman ve eğlence: "Boş eller şeytanın atölyesidir" atasözünde bir miktar doğruluk payı vardır.
“Utanmaz insan, insanların kendi hakkında ne düşüneceğine aldırmadığı için kötülük işler”: Aristoteles. Retorik (Yapı Kredi Yayını) İst., 1995, ss.70-71.
Prof. Dr. Mustafa Tören Yücel
-------------------
1 Para elde etmek için hırsızlık, adam öldürme veya yangın çıkartma arasında bir seçim yapmak konumunda olan bir kişiye yasaca daha ağır bir suç işlemekten kaçınmak için saik sağlanmalıdır. Yasada ağır suç için daha ağır bir ceza ön görüldüğünde böyle bir saike sahip olunacak ve ceza miktarları karşılaştırılacaktır. Bu suçların tümü için ağır ceza var olduğunda ise, karşılaştırılacak bir şey olmadığından, kişi işlenmesi kolay ve yakalanma olasılığı en az olan suçu seçme özgürlüğü içinde olacaktır. Ayrıca bkz. Mustafa Tören Yücel. Şiddetin Bireysel/Toplumsal Boyutu, HukukiHaber
2 Beccaria, Suçlar ve Cezalar (Çev.M.Göklü) İst., 1950, s.281; suç teorileri ve kritiği için Bkz. M.T. Yücel Kriminoloji, Ank., 2024.
3 Lombroso’nun suçlu stigmata’sı olarak saptadığı nesnenin gerçek bir cezaevi stigmata’sı olduğu; bu niteliğin hiç cezaevi deneyimi yaşamamış saygın çoğu kişilerdeki varlığının çocukluk ve gençlik yıllarında bunların cezaevi (çoğu kez de daha kötü) koşullarda bir yaşam sürmelerinden kaynaklandığı ileri sürülebilir. Ayrıca bkz. A. Solomon. Armut Dibine Düşmeyince, Yapı Kredi, 2016. R. Plomin. Blueprint: How DND Makes Us Who We are, Mıt Press Ltd, 2018: İnsan DNA’sının fiziksel özellikler yanında insanın karakteri üzerinde etki sahibi olan en önemli “tekil faktör” olduğu belirtilmektedir.
4 Bkz. I.Taylor, P.Walton ve J.Young. New Criminology, London:Routledge&Kegan Paul, 1973.
5 Bkz. W.Bonger. Criminality and Economic Conditions, İndiana Free Press, 1969.
6 “Sosyal gruplar, yaptıkları kural ihlallerinin sapma oluşturması ve bu kuralları özel kişilere uygulayıp onları dışarıdakiler(outsiders)olarak etiketleyerek sapma yaratmaktadır. Bu açıdan sapma kişinin işlediği eylemin bir niteliği olmayıp, diğerlerince kuralların ve yaptırımların bir suçluya uygulanması sonucudur.” Bkz. H.Becker. The Outsiders, New York: Free Pres, 1963. Doğru etiketler kişilerin en uygun tretman görmesinde yardımcı olabilirse de etiketlerin kişiler için olumsuz sonuçları da olabilmektedir. Sosyal psikoloji alanındaki araştırmalar, çoğu alanlardaki etiketleme gücünün kişilerin ötekileri algılamalarını etkilediğini sergilemiştir. Rosenhan(1973) bir kişiye şizofreni etiketi takıldığında, o kişinin tüm davranışlarının psikopatolojik merceklerle yorumlandığını saptamıştır. Snyder (1984) öğretmenlerin öğrencileri önceden takılan yetenekli karşıtı saldırgan etiketine göre farklı değerlendiklerini bulmuştur.
7 Normal olan çoğunluğun yaptığıdır- İstatistik ölçüt.C.T.Morgan. Psikolojiye Giriş Ank., 1995, s.332. A.Christie Üç Perdelik Cinayet Altın Kitaplar Ocak 2000, s.86: “Bir deli bile ancak kendince bir sebepten cinayet işler.”
8 Bkz.C.Reckless. Sociological Aspects of Delinquency and Crime. Encylopedia of Criminology (Ed.Vernon and Kutash) New York, 1949 p.477; Ayrıca Bkz.H.Toch ve K.Adams.The Disturbed Violent Offender New York: Vail-Ballou Press, 1989.
9 Bkz.F.Alexander and H.Staub. The Criminal, The Judge and The Public.Collier Books New York, 1962, pp.ll4-115; G.Zilboorg.The Psychology of the Criminal Act and Punishment, l954, New York, pp.49-53; “15 yaşındaki hırsız ev sahibini öldürüp video çekti” Hürriyet(27/12/2018) s.3; “Hırsızı imzası ele verdi” Hürriyet(27/12/2018), s.3: Hırsız soyduğu evin duvarlarına imzasını atıyordu. Ayrıca bkz. H.F.Tashman. “Crime out of guilt” Today’s Neurotic Family, New York, 1960, ss.100-111.
10 Bkz. M. Schimideberg."Offender's Attitude Toward Punishment" The Journal of Criminal Law, Criminology and Police Science, 51:3(1960) p.628. Yalnız vicdanın suç sonrası işlevi göz ardı edilemez: Öldürdüğü kişiyi rüyasında görünce teslim olan, öldürdüğü kadının hayalini sürekli gören kişinin kendini ele vermesi az değildir. Bkz. Hürriyet (23/07/2008) s.6, (9/10/2008) s.3; S.Freud.Civilization and Its Discontents, A Doubleday Anchor Book, New York, ss.76-90.
11 Bkz.M.Guttmacher. "The Psyhiatric Approach to Crime and Correction" Law and Contemporary Problems, 23 (1958) pp.939-640.
12 J.G.Frazer. The Golden Bough: a study in magic and religion, New York, l950, pp.665-666; J.G.Frazer. Dinin ve Folklorun Kökleri, Yapı Kredi Yayınları, 2017. R. Girard. Günah Keçisi (Çev.I.Ergüden) İst.Kanat Yayınları, 2003.
13 S. Eissler."Scapegoats of Society" Searchlights on Delinquency, l958, pp.288-305; S.
Dönmezer. Kriminoloji, İst., 1962, s.241.
14 Delilik aklın sınırsızlığıdır. Örgütlü ve silahlanmış delilik ise felaketin habercisidir. Ayrıca bkz. Mü’min suresinin 19. ayeti “haince bakış”.
15 “Torbalı Katili Kendini Astı” Hürriyet (12/01/2020) s.3. Hürriyet (31/12/2019), s.3; 3/01/2020, s.3.
16 Real Life Psychopaths(Crime Psychology Doumentary)/Real Stories YouTube Ayrıca bkz. The Reliability and Validity of the Turkish Version of Psychopathy Checklist-Revised (Turkish PCL–R). Exploring the Hare Psychopathy Checklist-Revised: 2nd Edition. Puanlar 40 üzerinden verilir ve gerçek psikopatın belirlenmesi için 26 veya daha yüksek bir puan gerekir. Önemli olan bir arada duran özelliklerin bir kombinasyonuna tanık olunmasıdır. ABD’deki iklimde psikopatlar için cezaevlerinde terapi programları pek revaçta olmayıp, tek istinası Varmont Devlet Cezaevidir. Mustafa Tören Yücel. “Suçlar ve Psikopatlaşan Suçlular(?!)” HukukiHaber; Robert D. Hare. Vicdansızlar Aramızdaki Psikopatların Rahatsız Edici Dünyası- Without Conscience: The Disturbing World of the Psychopaths Among Us (Çev. Semra Kunt-Akbaş), Serbest Kitaplar: 29, 2. Baskı: Eylül 2023.
17 Bkz. Bonta ve Andrews, 2017.
18 “Risk-İhtiyaç-Tepki (RNR) modeli üzerine güncellenmiş bir kanıt sentezi: Genel inceleme ve yorum” Ceza Adaleti Dergisi Cilt 92, Mayıs-Haziran 2024, 10219. 527 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun Madde 24- Hükümlülerin gruplandırılması; Madde 108-Mükerrirlere ve bazı suç faillerine özgü infaz rejimi ve denetimli serbestlik tedbiri.