“İnsanlar bazı değerlere değer verdiklerinde ve onlara karşı herhangi bir tehdit hissetmediklerinde refah içinde yaşarlar.”  C.Wright Mills

“Öğrencilerim bana sık sık 'Sosyoloji nedir?' diye soruyor. Ben de onlara şunu söylüyorum: 'Bu, insanların görmedikleri şeyler tarafından nasıl şekillendirildiğinin incelenmesidir.’ Sam Richards

Özgür ve bağımsız insan! Öyle mi? Sizler özgür müsünüz? Özgürce davranıyor musunuz? Düşünmeniz, hissetmeniz, hayal kurmanız ve umut beslemeniz sizlerin ne derece özgür iradesi sonucu olmaktadır? Özgürlük bir illüzyondan ibaret değil mi? Her şey kontrolümüz dışında bir görüntü mü vermektedir? Kapana kısılmış duygusu ne derece yaygındır?

İşte insana özgü sorun sanki şahsi/bireysel gibi gözüküyorsa da kişi bu sorunu öteki insanlarla paylaşmaktadır. Bizler yalnız değiliz. Global bir ağın bir kısmıyız. “Ben”in insan eylemleri/ben merkezli özgürlük üzerindeki etkisi yadsınabilir mi? Bir bakıma biz insanız (we are humanity). İşte bu noktada sosyolojik akıl devreye girmektedir.

Sosyolojide çekirdek fikir, çevre ve insanlarla etkileşimdir. Bizler asla yalnız değiliz; bizler ilişkiler içindeyiz. Bireysel olan sorunlar bireysel olmayıp, bizlerin sorunu olmaktadır. Bizler görünmez birer kabile üyesi olan bireyleriz.  Menopoza giren bir kadın, intihar eden, suç işleyen, obez bir insan düşünüldüğünde, tüm bu olgular bireysel gözükse de toplumsal niteliği hemen göz çarpmaktadır. Ne var ki, toplumda güçlünün sesi her zaman işitildiği için araştırmalar toplumun kaybedenlerine yoksullara (underdog) yoğunlaşmaktadır. Sosyoloji (ve ekonominin) temel görevi, sosyal sistemleri analiz etmektir. Odaklanma bireyler yerine davranışı açıklanacak sosyal sistemlere olmaktadır. “Hukukun ampirik bir eylem sistemi olduğu görüşü olmadan felsefi kavramlar boş kalır. Ancak hukuk sosyolojisi dışarıdan nesnelleştirici bir bakış açısında ısrar ettiği ve anlamı yalnızca içeriden erişilebilen sembolik boyuta duyarsız kaldığı sürece, sosyolojik algı tam tersi kör kalma tehlikesine duçar olur” (Habermas 1996: 66). 

Sosyolojinin en önemli özelliği, toplumun sosyal kurumlarını bilimsel olarak incelemesidir. A. Giddings, ekonominin sahip olmak istediğimiz şeylere nasıl sahip olacağımızı söylemesi gibi, sosyolojinin de bize olmak istediğimiz şeyi nasıl olacağımızı söylediğini öne sürdü. Toplum, bireylerin en büyük organizasyonudur. Toplumun her alanında kendine has sorunları vardır. Toplumun bilimsel olarak incelenmesi sosyoloji yaklaşımıyla mümkün olmuştur. Sosyoloğun amacı, böcekleri inceleyen bir böcek bilimcinin tarafsız nesnelliği ile insan toplumu ve kurumlarını incelemektir. Sosyolojik çalışma, bireyin insan toplumunu ve sosyal sistemin nasıl çalıştığını anlamasına yardımcı olmaktadır. Sosyoloji, bireyin kendisini, kaynaklarını ve sınırlarını, potansiyellerini ve toplumdaki rolünü anlamasına yardımcı olduğu için birey için pratik bir değere sahiptir.

Sosyolojinin sağladığı rakamları ve istatistikleri yorumlamak; insanlarla konuşurken doğru soruları sormak, gözlerini kullanarak etraflarında olup bitenleri gözlemlemek; belgeleri okumak ve sessizlikler kadar kelimeleri bulmaktır. İşte sahte haber ve güvenilmez anlatımın olduğu bir çağda, bunlar kritik yaşam becerileridir.1  Ötekilerin opak olmayı tercih ettiği şeyleri sosyoloji şeffaf hale getirmektedir.

Hukuk sosyolojisinin konusu ise, hukukun kuralsal/normatif yönü (dogmatik hukuk) olmayıp, hukuk realitesidir: Kural/normlar ve ilkeler2 üzerinde etkili olan, bunların oluşumu, varlığı ve ilgasını sonuçlandıran toplumsal etkenler kapsam alanı içindedir. Hukuk mekanizması, gerek “yapı” ve gerekse “işlemesi” yönünden toplumsal gerçekliğin bir parçası olduğundan toplumsal organizma ile hukuk mekanizması arasında var olan karşılıklı bağımlılık, sosyolog için özellikle önemlidir. İşte bu bağlamda kurulan işlevsel ilişki doğrultusunda “yaşayan hukuk”, toplumsal yaşamın bir işlevi3 olarak ifade edilebileceği gibi: y=f(x) bunun tersi şeklinde de ifade edilebilir: x=f(y) (y=yaşayan hukuk, x=toplumsal yaşam). 

Hukuk sosyolojisi sosyal normlar ile kanunların uygulanması; onların işlevleri ve etkileri hakkında bilgi vermekte; hukuk sisteminin, sınırları, olanakları ve toplumla etkileşimi hakkında teorilerin testine olanak sağlamaktadır. Bu bağlamda şu sorular irdelenmektedir: Toplumda bazı yasalar benimsenirken ötekiler neden göz ardı edilmektedir? Normlar ve kanunlar, sürdürülebilir bir toplum yaşamına nasıl bir katkı sağlayabilir? Kuşkusuz, hukuk teorisi ile sosyo-hukuki nitelikteki incelemelerin birbirinden öğreneceği çok şey vardır.  Hukuk çekiç gibi bir entrüman olduğuna göre onun etkili bir şekilde kullanımı söz konusudur: Kadın erkek eşitliği, kutuplaşma, fakirlik gibi konularda hukuk sosyoloğu hukukun daha iyi çalışmasını sağlamaya yardımcı olur. Özetle, bizler için önemli olan çekiçle ilgilenmek değil, onun ne yaptığıdır. Bu da hukuk fakültelerinde uyanışı gerektirmektedir.4

Sosyoloji toplumdur. Bireysel bilinç dışında hiçbir gerçek mevcut değilse, toplum kendisine özgü materyalden yoksundur. Bu durumda, gözlem için olası konu bireyin aklı durumları olacaktır. Halbuki, bireysel insanların dışında kolektif bir gerçeklik vardır.5 Diğer bir anlatımla, senfonide yalnızca bir enstrümanı dinlerseniz, tümü göremezsiniz. Sosyoloji ferdi ağaçlardan ziyade ormanı görmektir. Sosyoloğa düşen bir görev varsa, o rol insanlara ders vermekten çok, onlara mücadelelerinde kullanabi- lecekleri birtakım silahlar vermektir. Sosyolojik sorunlar, toplumlar veya toplum kesimlerinin neden davrandıkları gibi davrandıklarının saptanmasıdır. Gerçekleri bilmek kişileri gerçekçi olmaya yöneltir. Ülkelere özgü gerçekler de vardır-Almanlar kurallara uyar-kolektif bilinç. Almanya’da ilk okul seviyesinde “hayır deme” dersi var!

“Gerçek hiçbir zaman gerçeğe benzemez, bilirsiniz değil mi? Onu gerçeğe benzer hale getirmek için ille de biraz yalan katmak gerekir içine…” Dostoyevski

Kapıyı anahtar açıyor sanıyorsun. Oysa anahtar, senin gücünü yalnızca açacak mekanizmaya iletiyor. Çoğu zaman kapının çok uzaktaki bir anahtarla da açılacağını sanırız. Oysa yarının çözümleri bugünün sorunlarının içinde birikir. Bakmadığımızdan değil, neyi aradığımızı bilmediğimizden fark etmeyiz. Sosyoloji bilinç yaratmakta; saklı sorunları sergilemekte ve artan bilinçle vatandaşlar yetkililer üzerinde baskıyı artırmaktadırlar. Sosyoloji toplumdaki nedensellik örüntüleri (patterns) sergilenmektedir.

Sosyolojik akıl en temel kavramlardan biridir. Kişisel biyografi ile sosyal ve tarihi koşuların kesişme noktasıdır

“Tarihin biyografisi ve bunların toplum içindeki etkileşimi sorunlarına geri dönmeyen hiçbir sosyal inceleme entelektüel yolculuğunu tamamlamamıştır” (C.Wright Mills).

Sosyolojik akıl özel bir sorunun geniş ölçekteki sosyal tarihsel koşullara ilişkilendirilmesi, örneğin işsizliğin ülke genelinde bir sorun olarak algılanması; kişisel özel çıkmazların kamusal sorunlar olarak ele alınmasıdır. Buna Durkheim’in “İntihar” adlı eserinde tanık olduk. İntihar yoğunluklu kişisel bir deneyim olmakla beraber sosyal bir olgu olarak da belirmekte; bazı kalıplara tanık olunmakta, örneğin erkekler kadınlardan fazla intihar etmektedir. Bu bağlamda bireyler ötesinde sosyal kurumlar ve süreçler yer almaktadır. Sosyologlar da bireylerin ötesine veya arkasına bakmaya yönelerek, onların sosyal durumu, sosyal ilişkileri ve onları çevreleyen ağ ilişkileri ile insanları görmeye çalışırlar.6

Öte yandan, İnsanların aynı şeyi farklı şekilde görebilmesi söz konusu olabilmekte ve insanlar bunu bilinçli olarak yapmamaktadırlar. Sosyolojide doğru yanıtlar yoksa da yalnızca daha iyi veya kötü, yaklaşık olarak ikna edici açıklamalar, teoriler veya davanızı ileri sürebilme olanakları sağlanmaktadır.

Toplumdaki tüm başarısızlıklar da birbirine benzemez. Başarısızlık genelde özel bir zaman, özel bir mekân ve özel kişilikleri içeren girift bir kimyanın ürünüdür. Her başarısızlığın kendine özgü nedenleri/öğeleri var ise de başarısızlıklar genelde dört grupta toplanmaktadır. İlk ikisi nispeten belirgindir: Kavramsal başarısızlık (fikrin kötü olması) ile uygulama başarısızlığıdır (uygulamanın kötü olmasıdır). Diğer iki türde ise belirginlik azdır: Pazarlama yetersizliği ile analiz başarısızlığıdır.

Kuşkusuz, uygulama fikirler kadar önemlidir. Kavramları somutlaştırmak kolay değildir. Gerçeklerin belgelediği üzere, çoğu yeni işletmeler başarısız olduğu gibi çoğu yeni siyasi girişimler de başarısız olmaktadır. Bu konuda en müşterek engellerden biri de bağlamın niteliğidir: Almanya’da çalışan bir kurum, Türkiye’de çalışmayabilir. Bağlam/koşullar, yeniliklere karşı en acımasız sabotajcıdır. En büyük yanılgı da kurumun şahane olduğunu düşünerek yeni bir yerde bağlamın onu tahrip edemeyeceği düşüncesidir. Acaba istinafı/bölge adliye mahkemelerini kurgulayanlar, fikirler alınabilirken durumların alınamayacağı gerçeğini göz ardı mı ettiler? Yargıyı yargılayacak en iyi yöntem, olgusal deneyim sahibi olan tanık, sanık ve mağdurlarla anketler yapılmasıdır.

Dünyanın en zor işlerinden biri "bir işin nasıl yapılabileceğini bilip nasıl yapılamadığına tanık olmaktır" demişler.

Yargı sosyoloji bağlamında akla gelen başlıca sorular, Sokrat vari idealizmden düşünsel çıkarımlar yerine hâkimler nasıl düşünüyor; nasıl karar veriyorlar? Belli bir davanın karar evresinde, olgusal ve normatif saptamaya özgü hâkimlerin nasıl düşündüklerini açıkça ortaya koymaları için bir proje geliştirilemez mi? Aynı dosyada karar için farklı hâkimler arasında bu proje uygulanamaz mı? Hâkim- lerin nasıl karar verdiğine ait bir karar teorisi ülkede ortaya konmamış; konulamaz mı?7

Sosyolojik Dil

Gerçeğin biri ampirik, ötekisi de rasyonel olmak üzere iki temeli, birbirinden farklı anlamı bulunmaktadır. Ampirik açıdan gerçek, olaylara dayanan gerçek olup, bir ifadede belirtilen olay veya olayların olup olmadığını gösterir. Bu nedenle, ampirik gerçek gözleme dayanmaktadır. Rasyonel gerçek ise, çelişmeme ilkesi sonucu ortaya çıkan gerçektir. Mantıksal veya tam anlamıyla rasyonel anlamda önermeler dizisi, eğer mantıksal olarak tutarlıysa gerçektir. Ne var ki, “kişilerin birbiri hakkındaki imaginations, toplumun en katı gerçekleridir.”8

Yankı Odası Etkisi aynı düşünce etrafında birleşen insanlara sunulan bilginin o düşüncenin etrafında bulunan sınırlı alanda kalması, aynı görüşteki düşüncenin pekiştirilerek hiç sorgulanmadan benimsenmesi ve gerçeğin kendisinin inanılmaz bir haline dönüşmesidir. Böyle bir etkinin varlığında karşıt düşünceler baskılanır, susturulur ya da kendilerine bir forum bulamazlar.

İşte bilginin dönüştürücü gücünün yaşam boyu öğrenme felsefesinin temelini oluşturduğu eğitim alanında yaygın olarak kabul edilmektedir. C.Wright Mills (1959), yeterli, yansıtıcı bilgiye ve eleştirel düşünme becerisine sahip olanların, toplumun iktidar elitlerinin tahakkümünü bozabileceğine ve sosyal adalet modülleri yönünde çalışabileceğine inanıyordu. Bilişsel bilimlerde (cogntive sciences) henüz bildiğimiz şeyleri görebilir ve bilmediğimiz şeyleri göremeyiz. Aklımız ve hayalimiz bildiğimiz şeyin bir parçasını alıp resmin geri kalanını doldurmaktadır. Çok az bir şeyden yayılmakta ve bir realitemiz oluşmakta ve bu da objektiflik illüzyonu olmaktadır. Kant ve D. Kahneman’ın belirttikleri gibi dünyayı olduğu gibi değil, sadece bizim enstrümanlarımız elverdiği ölçüde görebilmekteyiz. Hayal etmek ve bilgi birbirini tamamlayıcı olmaktadır.

Bu bağlamda gerçek türleri ise şöyledir: 1. Objektif/kanıtlanabilir tür; 2. Öznel/subjektif olan ise, insan beynine ilişkindir: Bağımsız /bağımlı türleri vardır. Doğal gerçekler, insanın fikri faaliyetlerine dayalı değildir. Kişisel gerçekler, kişilerce benimsenen inançlar olarak yalnızca benimseyenler için gerçektir. Sosyal gerçekler ise paylaşılan ve kurumlaşmış inançlardır. Maddi ve maddi olmayan kültür bu türdendir. Toplumsal örgütlenmenin tutsakları olan bizler yaşadığımız toplum gerçeklerini iyi anlamalıyız. Ne var ki, toplumsal gerçekler göründükleri gibi değildirler.

Gerçekler yanılgısı da göz ardı edilmemelidir. Gerçeklere sanki anahtar deliğinden bakıyoruz ve mevcut bilginin yalnızca bir parçasına eğiliyoruz. Yanlı dikkat algımızı çarpıtmakta ve bu da potansiyel olarak yanlı olmaktadır. Bizler bir kimsenin vücut diline bakarak onu yorumlamaktayız. Birisi telefonumuza veya elektronik postamıza yanıt vermediğinde nedenini tahmin ediyoruz. Bir çocuk zamanının büyük kısmını yalnız geçirdiğinde ya kendisinin dışlandığını veya sadece içe kapanık olduğu yorumunu yaparız. Bizlerin sayısız ve devam eden algılarının tümü önemlidir. Gerçekte, psikologlar ekseriya şunu ileri sürmektedir: İnsanlar gerçeklik ile etkileşimde olmayıp, realitenin algısı ile etkileşimdedirler. İçinde yaşadığımız olayları ve dünya dinamiklerini kendi kavrayışımıza göre inşa etmekteyiz.  Hatta bizler kendimizi algılarımız bağlamında yorumlamaktayız.

"Gerçek, kolay kolay üstün gelmez. Ama gerçeğe saldıranların soyları zamanla tükenir" Max Flanck.

Menopoza giren bir kadın, intihar eden, suç işleyen, obez bir insan düşünüldüğünde, tüm bu olgular bireysel gözükse de toplumsal niteliği hemen göz çarpmaktadır.9  Sosyolojik düşünmek, hoşgörüyü besleyen anlayışı ve anlayışı mümkün kılan hoşgörüyü artırmaktan başka bir şey değildir.  

Sosyolojik düşünme sanatının sağlayacağı temel hizmetin, her birimizi ve hepimizi daha duyarlı kılmak olduğunu söyleyebiliriz; duygularımızı keskinleştirebilir, gözlerimizi daha fazla açabilir, öyle ki şimdiye kadar mevcut ancak görünmez olan insanlık durumlarını keşfedebiliriz.

Sosyolojide Çekirdek Fikir

İnsanların aynı şeyi farklı şekilde görebilmesi söz konusu olabilmekte ve insanlar bunu bilinçli olarak yapmamaktadırlar. Sosyolojide doğru yanıtlar yoksa da yalnızca daha iyi veya kötü, yaklaşık olarak ikna edici açıklamalar, teoriler veya davanızı ileri sürebilme olanakları sağlanmaktadır.

Her toplum/devletin varlık gereği ve sonucu olan hukukun işlev gördüğü ethos’a göre her teorik yaklaşımın hukuka farklı bir boyut getirdiği görülmekte; zaman ve mekân boyutunda hukukun değiştiğine ve günümüzde de hukukun küreselleşmesi olgusuna tanık olunmaktadır. Hukuk sosyolojisi, sosyal normlar ile kanunların uygulanması; onların işlevleri ve etkileri hakkında bilgi vermekte; hukuk sisteminin, sınırları, olanakları ve toplumla etkileşimi hakkında teorilerin testine olanak sağlamaktadır. Bu bağlamda şu sorular irdelenmektedir: Toplumda bazı yasalar benimsenirken ötekileri neden göz ardı edilmektedir? Normlar ve kanunlar, sürdürülebilir bir toplum yaşamına nasıl bir katkı sağlayabilir? İnsanların hukuka neden uydukları veya uymadıkları? Bunların yanıtı için hukuk sosyolojisi ile hukukun incelenerek sosyal düzen doğasının anlaşılması; sosyolojinin kabuğundan çıkarak hukuka nüfuz etmesi ile hukuki hakikatleri belirleme hedeflenmektedir.

Hukuk kaynağının da sınırlı olduğu bilinmelidir. Polis ile eşkıyanın farkı hukukta yazarsa da her şey de hukukta yazmaz. Neleri yaparsanız psikopat olup olmadığınızı Psikiyatr’da bulursunuz ama referansı sosyal bağlamdan kaynaklanır. Çocuklara isim verilmesi, moda, fuhuş, sabıka kaydı, yargılamanın medyada yapılması olgularında sosyoloji devreye girer. Bu giriş mikro, mezo ve makro ölçekte olmaktadır. Amaç sosyal organı tanımaktır. 

Öte yandan, hukukun nihai varlık nedeni toplum refahı, yoksa hukukun bizatihi kendisi değildir. Birkaç alet- bir evin inşasında kullanılan aletler; bunları bilmezseniz, bunu birilerinin açıklaması gereklidir.   Hukuk sosyolojisi de normlar ve sosyal koşulları/etkileşimi ele almaktadır. Diğer konuların tümü soyut kavramlar olarak ele alınmaktadır. Sosyolojiye özgü kavramsal aletlerden sonra ihtiyacınız olan teoriler vardır. Teori ile tecrübi araştırma/uygulamalı sosyoloji arasındaki ilişkiye bakıldığında, bilimsellik, teorik bir boşlukta çalışmaz- teorinin işlevi, araştırma için çözülmesi gereken bulmacalar/hipotezler sunmaktır. Bulmacalar tükenince bilimciler dikkatlerini diğer/yeni teorilere yöneltirler. Sosyologlar da sosyolojik koşulların insan davranışını açıkladığı varsayımına kendilerini adamışlardır. Bu nedenle, sosyolojik olmayan değişkenler kullanılarak yapılan insan davranışı açıklamalarına karşı direnmekte- dirler.

Sosyolojide önemli bir konu da bilgi ve tepkilerin yeknesak olmaması veya kutuplaşmalara tanık olunmasıdır. Belli bir kişi veya grubun benim yargı ve tepkilerimi paylaşmaması şu üç olası nedenden kaynaklanabilir:

(1) Sözü edilen kişi veya grup farklı bilgilerle karşı karşıya gelebilir;

(2) Kişi veya grup tembel, irrasyonel veya nesnel kanıttan makul sonuca varmak üzere normatif bir biçimde davranmaya isteksiz veya iktidarsız olabilir;

(3) Kişi veya grup (ya kanıtı yorumlama veya kanıttan sonuca gitmede) ideolojik, çıkar düşüncesi veya çarpıtıcı etki yapan diğer değişkenle taraflı davranabilir.

Sosyolojik Bakış

Toplumdaki tüm disiplinler, insan ve ilişkileri, mikro ölçekteki etkileşimler ile makro ölçekteki yapıtların/kurumların yansıması olarak belirmiştir. 1950 yılların Columbia üniversitesinde (çatışma teorisyeni) Prof. C.Wright Mills (1916-1962), “Sosyolojik Akıl/Hayal Gücü” adlı eseri ile sosyolojiye damgasını vuran kişidir. O’nun yaklaşımında, sorunlara eğilirken, sorun yaşayan insan yerine geçip, o insan için var olanı anlamak; bireysel zorlukların kamusal nitelik kazanması, kamusal sorunlar haline dönüşmesini algılamak ön plandadır.  Bu yaklaşımla, sorunlara siyasi, kolektif/toplumsal ahlaki bir eylemle yaklaşmak mümkün olabiliyor. Yinelersek, soruna insanın kendi ahlaki değerleri açısından değil, sorunu yaşayan insan açısından bakılmalıdır. O kişinin aklına girip neden davrandığı gibi davrandığını saptamak gereklidir. İşte bunu yaptığınız da sosyolojik düşüncesinin sırrını keşfetmiş olursunuz.

Sosyolojik yaklaşımın başlıca dört yararı vardır:

1.       Genelde benimsediğimiz varsayımların hakikat derecesini değerlendirmeye yardımcı olmakta,

2.       Yaşamımızı karakterize eden fırsatlar ve sınırları değerlendirmeye yöneltmekte,

3.       Topluma aktif olarak katılmamıza güç vermekte ve 

4.       İnsan çeşitlemesini tanımamıza ve farklı bir dünyada yaşamın sorunlarını göğüslememize yardımcı olmaktadır.

Hukuk sosyolojisi, toplum, onun değerler ve normlar sisteminin hukuktaki özgün rolünü sergileyerek geleneksel hukuka sosyal referanslar sağlamış ve hukuk düşüncesi sosyolojide beliren eğilimleri yansıtmaya başlamıştır. Bu alanda mevcut farklı yaklaşımlara tanık olunmakta ise de hukuk düzenine sosyolojik yaklaşım benimseyenlerin düşüncelerine egemen başlıca fikirler şöyledir: Hukukun özgün bir varlık olmak yerine bir kontrol ve düzen aracı olması ve hukukun kavramsal kapalı bir düzen oluşu fikrinin reddidir.

Hukuk sosyolojisi sosyal normlar ile kanunların uygulanması; onların işlevleri ve etkileri hakkında bilgi vermekte; hukuk sisteminin sınırları, olanakları ve toplumla etkileşimi hakkında teorilerin testine olanak sağlamaktadır. Bu bağlamda şu sorular irdelenmektedir: Toplumda bazı yasalar benimsenirken ötekileri neden göz ardı edilmektedir? Normlar ve kanunlar, sürdürülebilir bir toplum yaşamına nasıl bir katkı sağlayabilir? İnsanların hukuka neden uydukları veya uymadıkları, neden bazı ülkelerde hukuk yerine moral değerlerin daha etili olduğu, ihtilafları çözmek için formal yerine neden enformal yollara başvurdukları?

Bilimsel Düşünce

Bilimsel düşünce herkes için geçerlidir. Bir tesisatçı, su kaçağını tamire uğraşırken tam olarak bunu yapmaktadır. Önce bir hipotez oluşturmakta ve sonra gözlemle bunu doğrulamaya çalışmaktadır. Gözlemi hipotezi doğrulamazsa onu değiştirmekte ve sonuçta su kaçağının yerini bularak onarmaktadır.

Yaşlanmış piri fani olmuş bir konumdaki Betrand Russel’in gelecek nesillere öğüdü şöyledir. İki şey önemlidir:

- Entelektüel şey: Neyi öğrenirseniz öğrenin ister doğal ister felsefi olsun; önemli olan “gerçeklerin ne olduğudur”. Bir şeye inandığınız veya sosyal/kamu yararı açısında iyi olduğuna değil; gerçeklerin ne olduğuna bakmalısınız.

- Sevgi en akıllı olan bir şey iken, kin ve nefret aptallıktır. Önemli olan insanların birbirine tolerans göstermesidir. İşte ancak bu bağlamda birlikte olabiliriz.  

Kuşkusuz, teorilere kanıt getirmek zorundasınız. Sosyologlar, sosyal koşulların insan davranışını açıkladığı varsayımına kendilerini adamışlardır. Gerçekleri okumak ve yorumlamak gereksinmesi vardır. Sosyal gerçekler değişen ölçüde kişiler ve gruplar arasındaki etkileşimin ürünüdür.  İşte bu bağlamda gerçeklerin araştırılması “şeylerin nasıl oluştuğuna/olduğuna odaklanılmaktadır.  Toplanan verilerin ne anlama geldiğini yorumlanma ihtiyacı belirmektedir. Bunu yapmak için de bazı şeylerin neden/niçin olduklarına dair teorik sorular sormayı öğrenmeliyiz. Sosyoloğun soru dizisi şunlardır:

Gerçek sorusu:          Ne, neyin olduğu?

Karşılaştırmalı soru: Bu olgu her yerde var mıdır?

Gelişim sorusu:        Bu olguya uzun zamandan beri tanık  olunmakta mıdır?

Teorik soru:              Bu olgunun altında yatan değişkenler/faktörler nelerdir?

Örnek olarak esrar kullanımını ele alalım. Sosyal yapı olarak beliren arkadaşlık, kullanım konusundaki farklı fikirler ve bunda sosyal medyanın etkisi; kolayca sağlanabilir olması, bağımlı arkadaş grubu; uyuşturucuya verilen anlam, hukuku nasıl algıladıkları; kullanıcılar için denetimli serbesti rejimi öngörülmesi. İşte yapılacak şey, bolca soru sorarak sosyal yapının belirlenmesine çalışılmalıdır.

Kuşkusuz, sosyal gerçekleri saptamak her zaman kolay değildir. Suç korkusu ve risk açısından “sokaktaki suçlar” (örneğin gasp, ırza geçme) ciddiyet sergilerken mağdur açısından kayıp TL.ye bakıldığında beyaz yakalılarca işlenen suçlardaki kayıp sokaktakilerden çok fazladır. Ne kadar fazladır? Kimse daha ırza geçilen bir kişinin psikoloji travması ile yaşam boyu yaptığı tasarrufunu bir dolandırıcıya kaptıran yaşlı bir çiftin üzüntülerini karşılaştırmayı henüz yapabilmiş değildir. Türkiye’de ise herkes sokaktaki suçlarla ilgilenir/ötekilerin işledikleri suçları irdelerken ekonomik suçlar genelde görüş zaviyesi dışında kalmaktadır.

Sosyal Yaklaşımların Farklılığı

Sosyal yaklaşımlar/perspektifler neden farklıdır? Farklı açıdan bakmak gereksinmesi nereden doğmaktadır? Sosyoloji neden birbiriyle yarışan yaklaşımlara tanık olmaktadır? Bakışlar farklıdır; bazıları çıplak gözle, bazıları büyüteçle bakmaktadır. Sosyal etkileşim aynı ise de yalnız, aynı sosyal etkileşime farklı açılardan bakılmaktadır. Fili inceleyen altı görme özürlü kişinin fili tanımlamasını bilirsiniz. Her biri fili dokunduğu yer itibariyle tanımlamaktadır. Farklı açılardan file bakış, her yaklaşımda/teoride temel varsayımları açıkça belirlemek/açıklamak söz konusudur.

Sosyolojik Düşünme

Sosyolojik düşünmek hoşgörüyü besleyen anlayışı ve anlayışı mümkün kılan hoşgörüyü artırmaktan başka bir şey değildir. Sosyolojik düşünme sanatının sağlayacağı temel hizmetin her birimizi ve hepimizi daha duyarlı kılmak olduğunu söyleyebiliriz; duygularımızı keskinleştirebilir, gözlerimizi daha fazla açabilir, öyle ki, şimdiye kadar mevcut ancak görünmez olan insanlık durumlarını keşfedebiliriz.

Hukuk doğal dünyanın bir kısmıdır ve her şey gibi bilime konu olmaktadır. Yalnız, hukuk hocalarının bilime müdahil olması ve eğitilmesi, sanat veya dil ve edebiyatçılardan daha fazla değildir. Onlar, bilimin en temel sorunu olan, realitedeki değişimi anlamak için arayışa girmezler. Gerçeklik ile ilgilendiklerinde de pratik ve ahlaki iseler, bilimsel değildirler. Hukuku doğal bir olgu olarak algılayıp, hukuki davranışı tahmin etmek ve açıklamak istemezler. Hukuk öğrencileri de eğitimlerinde, hukuk akademisyenlerinin beklentilerine uyumla, bilgi yerine adalet, keşifler yerine değer yargıları, açıklama- lar yerine yorumları edinirler.

Toplumda önemli olan değişimin yaratılması için bu konudaki yanlışlar/mitler bilinmelidir:  

Birinci mit, eğitimin davranışı değiştirebileceğidir. Bilginin yeterli olmadığı; önemli olan bu bilginin nasıl sunulduğudur. Bu sürecin üç öğesi bulunmaktadır: 1. Somutlaştırılması; 2. Kişiselleştirilmesi ve 3. Etkileşime girilmesidir. Su sıkıntısı çekildiğinde, contası bozuk musluklardaki kayıplar/enerji tasarrufu için kapanmayan pencereler örneği verilebilir. İşte verilecek mesajların gruplara örneğin alkolikler/ uyuşturucu kullananlara özgün olması gerekmektedir. 

İkinci mit ise, davranışı değiştirmek için düşünceni değiştirmek gerektiğidir. Sosyologların ortaya koydukları, düşüncelerin davranışları takip ettikleridir. Davranış beklentilerinin ortaya konulması gerekmektedir. Örneğin, ebeveynin sizlere söylediği “odanızı terk ettiğinizde elektriği söndürün” ikazı. Bu doğrultuda değerlere ilişkilendirmek suretiyle davranışı pekiştirmeye yönelmeli ve kişilerin neye önem verdikleri saptanarak onun üzerinden beklentiler yaratılmalıdır. 

Üçüncü mit, kişiler kendi davranışlarını neyin motive ettiğini bilirler.  Hiç de böyle değil, sizin bilmediğiniz/size görünmeyen nedenlerle insanlar eylemde bulunmaktadır. Bunların başında sosyal normlar, ahlak kuralları v.s. gelmektedir.10  Bu konulara özgü sihir, sosyal bilimlerde ve sosyolojidedir.

Toplumlara özgü sosyal gerçeklere de tanık olunmaktadır.11 Renklere bakıyorsunuz. Ülkelere, kültürlere göre farklı anlamları var. Örneğin beyaz Avrupa’da /Türkiye’de evliliği/ saflığı çağrıştıran bir renk olarak algılanırken, Hindistan’da ölümün rengidir. Kırmızı bir sürü yerde tutkunun rengi iken, Çin’de paranın rengidir.   Yalnız adaletsizlik duygusu evrenseldir. Nitekim, Hobbes’a göre, “adalet ve adaletsiz- lik ne bedenin ve ne de zihnin melekeleridir. Böyle olsalardı, dünyada yapayalnız olan bir insanda da duyuları ve duyguları gibi var olmaları gerekirdi. Bunlar, tek başına değil, toplum içinde yaşayan insanlara ait niteliklerdir” (Leviathan, s. 96).

Sosyolojinin Ayna İşlevi

“Bir insan yaratığının hücre gibi bir yerde kendi türlerinden hiçbiriyle iletişim içinde olmadan büyüdüğü söz konusu olsa idi, kendisi artık karakterinden veya duygularının uygunluğu veya değersizliğinden, aklının güzelliği veya sakatlığını düşünemezdi. Tüm bu objeleri göremez, doğal olarak onlara bakmaz, kendisine bir ayna sağlanmadığı için de onun görüş alanına giremezlerdi. Yalnız O’nu topluma soktuğunuzda kendisinin önceleri istediği ayna hemen sağlanmakta; kişi, kendisi ile yaşadığı kişilerin tasvip ve davranışları bağlamına girmektedir”.12 Fransız Stendhal, “Kırmızı ve Siyah” (1830) romanı ile tanınır. Bir eseri de “Cures for Love”dır. Stendall, roman için sokağa ayna tutmak diyor. Böyle bir ayna olmaksızın, insan yalnız büyümekte ve kişinin kendi üzerine yansıtacağı/düşüneceği bir şeyi olmamaktadır (A.Smith).

Sosyolojinin yapabileceği en iyi hizmet, görünüşteki benzer şeyleri beklenmedik açılardan göstererek ve böylece bildik şeyleri ve özgüvenleri zayıflatarak “ağır aksak ilerleyen hayal gücünü kışkırtmak”tır. 

Sosyoloji topluma ayna tutarken, hukuk sosyolojisi “yaşayan hukuka” ayna tutmaktadır. “Ayna” ötekinin düşünce ve davranışıdır. Bu bağlamda batı uygarlığına özgü bir değer olarak öznellik/keyfilik karşıtı nesnel düzenliliğe (regularity) tanık olunmaktadır. Bir hukuk kuralının gayri adil (unjust) oluşu yalnızca teorik olarak boş laftan, kuralın kişiye nahoş görünmesinden kaynaklanabilirken, bir kararın adaletsiz (unjust) oluşu reel gerçeklere dokunmakta; kararın kurallara uygun olarak verilmediğini ifade etmektedir: Bu ya hatadan (nesnel anlamda adaletsiz) veya hukuktan bilinçli sapma (öznel anlamla adaletsiz) şeklinde olmaktadır. Nesnel/öznel karar konumu ise şöyledir: Uygulama yaygın yorum ve değerlendirme ilkeleri ışığında verilmiş ise nesnel anlamda adil (just)bir karardır. Bundan sapıldığında ise özneldir(nesnel anlamda adil olmayan bir karar). Öznellik veya adaletsizlik, genelde hâkimler ordusunun tipik yaklaşımı karşıtı olarak, hâkimin bireyselliği veya öznelliğinden (ego tükenmişliği/ön yargı vs.) kaynaklanmaktadır. 

Hukuk ilkelerine bakıldığında, sürekli biçimde ortaya çıkan toplumsal davranış ilke haline gelebilir. İlkelerin–ağırlık veya önem– boyutu olmasına karşılık kuralların bu niteliği yoktur.  İlkeler çatıştığında karar verecek kişinin her ilkenin ağırlığını göz önüne alması gerekmektedir.  Diğer bir anlatımla, her bir ilkenin ne derece önemli veya ağırlıklı olduğu saptanmalıdır. İlkeleri tohum olarak ele aldığınızda, her tür toprak her tohum için uygun evsafta olmayabilir. Humuslu topraklar/çorak topraklar/ çölleşmiş toprakların konumunu düşünün. Tohumların yeşermesi bazen çok uzun almaktadır. Tuba ağacı teorisinde olduğu gibi hukuk ve toplum arasındaki etkileşim gündeme gelmektedir.

Sosyolojik Yasalar

Mesleki ve akademik yaşamımda saptadığım bazı yasalar/bulgular şunlardır:

- İlişkisel mesafe yasası bağlamında, karı koca arasında şiddet gösterisi, cezaevinde cinsel sapıkların öldürülmesi sanki normalmiş gibi işlem görmektedir.

- Sistematik ayrımcılık-kötü şöhret sahibi kişilere(mükerrir, itiyadı suçlular gibi) hukuk ajanlarınca uygulanan sistematik ayrımcılık söz konusudur.

- En değerli fikir ve inançlarımızın mutlak bir temeli olmadığını anladığımızda, farklı fikir ve inanç sahibi olanlara daha toleranslı olacağımız ve ekstremlikte azalma olacağıdır.

- Hukuk doktrinel/öğretisel ve mantık temelli iken, davranış bilimleri, bilimsel metotların tatbiki ile bilimsel teorilere yapılabilecek katkı ile ilgilidir. İstatistik olasılıklar ve eşleşen belirsizlikler, ampirik metodolojiye özgüdür. Hukukta istatistik olasılıklarla değil, kanıt derecesine (o da bilimsel olmayan biçimde ve ampirik modelin limitleri dışında) bakılmaktadır.

- Davranış bilimleri, insan davranışına odaklı teorik modeller sunarken, hukuk ender olarak davranışın deterministik açıklamasıyla ilgilenmektedir. Tam karşıtı bir yaklaşımla, hukukta davranışın otonom, özgür iradeye dayalı rasyonel bir karar ürünü olduğu varsayımı egemen olmaktadır. Ne var ki, bu temel varsayım da suç işleyen akıl hastası kişilerin varlığı ile yetersiz kalmaktadır.

“Sosyolojiden soyutlanmış dogmatik boştur, dogmatikten soyutlanmış sosyoloji ise kördür”.

Gerçekleri bilmek kişileri gerçekçi olmaya yöneltir.

Hukukçular-Sosyal Bilimciler

Yargı mensubu hâkimler ve savcılar Mars’dan, davranış bilimcileri/sosyolog/psikolog/sosyal hizmet uzmanları ise, sanki Venüs’ten gelmişler gibi görünmektedir. Bunun başlıca nedenleri şunlardır:

- Hukuk ile davranış bilimcileri farklı dilleri konuşmaktadır; eğitimleri farklı, hukukta interdisip- liner eğitim alanların sayısı ise çok azdır. Kriminoloji ve adalet psikolojisi seçimlik dersler olarak okutulmaktadır.

- Bu alanlar, değerler sistemleri ekseriya çatışma içinde olan farklı dünyaları temsil etmektedir. Hukukçular için öğretiler, medeni haklar, örnek içtihat ve müvekkiline özel bir davada arzulanan sonucu sağlamak yer almaktadır.

Hukukta, davranış bilimlerinde sorulan sorulardan farklı sorular sorulmaktadır. Birincisi için yeterli olan bir gerçek, diğeri için yeterli olmayabilir. Hukukta gerçek, kanıt kurallarınca belirlenirken, güvenilirlik sunulan kanıtın kabul edilip edilmemesinde önemli bir faktördür. Bunun tam karşıtı olarak, gerçeğin belirlenmesi için davranış bilimleri yöntemleri oldukça farklı olup; bunlar deneylere, sistematik gözleme, güvenilir ve geçerli sonuçların tekrarlanabilmesine (replicability) dayalıdır.

Ayrıca hukuka özgü üç temel soru sorulmaktadır. Şöyle ki,

- Ontolojik: Hukuk olarak nitelendirilen şey geçerli midir?

- Fenomenolojik: Hukuk olarak nitelendirilen şey etkili midir?

- Aksiyolojik: Hukuk olarak nitelendirilen şey bir değeri gerçekleştirmekte midir? 

Bu sorulardan birincisi, hukukun biçimsel (formal) yanıyla; ikincisi, uygulamanın etkin olup olmadığı ve nedenleri yanıyla (hukuk sosyolojisi); üçüncüsü ise, hukukun belirli bir değer/program gerçekleş- tirmesi olarak "iyi" bir uygulama olup olmadığı yanıyla (hukuk felsefesi ile) ilişkili bulunmaktadır.  

Günlük yaşamımızda hukuk dinamikleri sosyolojisine bakıldığında da üç fikir belirmektedir:

Birincisi, insan kültürü ve toplumlarda “adalet arayışının”, hem kökten/en temel ve hem de evrensel oluşu inancından kaynaklanmaktadır. Adaletsizliğe karşı refleks benzeri tepki öyle güçlüdür ki, tüm öteki mülahazalar ikincil önemdedir. Bu gözlem adalet forumlarının her yerde olduğunu belgelemektedir: Adalet fikri her kültürde yer almakta ve genelde bilinç altı veya yarı bilinç sevilerinde işlev görmektedir.

İkincisi, hukuk stillerinin değiştiğini; hatta aynı ülkede bile sosyal-kültürel çevreye göre değişmekte olduğudur.

Üçüncü fikir, hukuk gidişatının, büyük ölçüde hukuku kullanmak üzere kimin ne türden amaçlarla motive edildiğine dayalı olmasıdır- tüketici hukuk teorisi.13

Sonuç olarak, hukuk, kültürel güçleri yalnızca kontrol etmekle kalmayıp, onlarca da kontrol edilmektedir. Karşılıklı etkileşim söz konusudur.

Bu noktada hâkimlerin sosyal gerçeklik bilincine değinmekte yarar vardır. Hâkimler çoğu kez, adına adalet dağıttıkları halktan kısa sürede kopma konumuna gelmektedirler. İşte kanun hükümlerinin yorumunda hümanist ölçüyü unutmanın en büyük sakıncası budur. Hukuk öğrenimi ve uygulamasında biçimsel hukuk tekniğinin aşırılığı ve hümanist ölçünün ihmali, aktörlerde “mesleki şartlanma” meydana getirebilmektedir. Başarılı bir hâkimin ölçüsü, olayları kalıplara uydurabilmekte gösterdiği hünerlilik olarak algılanmaktadır. Hiç kuşkusuz, toplum içindeki büyük akımlara ve değişikliklere karşı tanık olacağımız mesleki duyarsızlık, toplum-hâkim ilişkisini zayıflatmakta; yargıya egemen olan biçimsellik ciddi bir sorun olarak karşımıza çıkmaktadır-biçimsel adalet.

Hukukun İncelenmesinde İşlevselci Bir Yaklaşım

İşlevciliğin temelinde Comte’un organik analoji kullanımı, toplumsal uzlaşı ve sosyal statik gibi kavramlar yatmaktadır. Durkheim’den fazlaca etkilenen Parsons, temel değerler sistemini “istikrarlı ve etkili sosyal bir sistemin kalbi ve damarlarındaki kanı olarak görmektedir: Temel değerler sistemi ile herkes ve her şey mükemmel bir uyum içindedir ve sistem düzgün bir şekilde işler.” Durkheim gibi Parsons da temel değerler sisteminde ahlakiliğin önemini vurgulamaktadır. Sapkın davranış, yetersiz sosyalleşmeye göre açıklanmaktadır.

İşlevsel analiz, bir sosyal olgunun geniş toplum katındaki sonuç etkilerine odaklanmış araştırmadır. Bu bağlamda hukukun topluma katkısının ne olduğu, hükümetin, sosyal sınıfların, sendikaların veya sosyal bir olgunun “işlevleri” nelerdir gibi özel soruları gündeme getirmektedir.

Sosyologlar, işlevsel-yapısalcılar, belirgin ve gizli işlevleri de ayırt ettiler. Birinci tür işlevler, sosyal sistem ve planla inşa edilen ve grup üyelerince çok iyi anlaşılanlardır.  Karşıtı olan ikinci türü ise, işlevsel kastı olmayan ve ekseriya önceden ön görülmeyen nitelikte olanlardır. Bunlar, başkaca amaçları sağlamak üzere kurulu sistemin beklenilmeyen sonuçları olarak belirmektedir-etki taşması. Örneğin sosyal güvenlik kurumu olarak kurulan sosyal sigortalar sistemi’nin kabarık sayıda kaçak işçi/yabancı işçi çalıştırılmasına sebebiyet vermesidir.

İşlevselcilik, herhangi bir insan grubunun hayatta kalması ve ilerlemesi için cinsel üreme, doğal kaynaklara erişim ve bunların dağıtımı ve anlaşmazlıkların çözümü gibi belirli görevlerin yerine getirilmesi gerektiğinin kabul edilmesiyle başlar. İşlevselci bir yaklaşım benimsendiğinde, bu görevlerin nasıl yapıldığına bakılır. Canlı sistemlerin biyolojik kavramlarından yararlanan bu yaklaşım, toplumu, birbirine bağımlı parçaları bütünün devamına katkıda bulunan (işlevsel) veya tehdit eden (işlevsiz) bir sistem olarak ele alır.

İşlevciliğe özgü varsayımlar şunlardır:

- Toplumların, birbirleriyle ilişkili kısımlar bütünü olarak holistik/tümelci bir analize tabi tutulması,

- Neden ve sonuç ilişkilerinin “çoğulcu ve karşılıklı” olduğu,

- Sosyal sistemler öyle “dinamik bir denge” konumundadırlar ki, sistemi etkileyen güçlere intibak, sistem içinde minimal bir değişimle sağlanabildiği,

- Entegrasyon hiçbir zaman mükemmel sağlanamadığından, her sosyal sistemde gerilimlere ve sapmalara tanık olunmakta ve ikincilerin müesseseleşme ile nötrleştirildiği,

- Değişim, ihtilalci/radikal bir nitelik içermek yerine esasta yavaş giden bir uyum süreci olduğu,

- Değişim, farklılaşarak büyüme ve dahili yenilikler gibi sistem dışındaki değişimlere intibak sonucu olduğu, ve

- Sistemin paylaşılan değerlerle bütünleştiğidir.

İşlevsel Gerçekçilik ve hakikatte tüm işlevsel analiz şekilleri, “hukukun ne olduğu” yanıtını verememişlerdir. Kuşkusuz, yanıt her zaman verilebilmeli veya farz edilmelidir. Holmes’un mahkemelerin ne yaptığı şeklindeki hukuk tanımına bakıldığında, mahkeme esas alındığından, mahkeme hukukun gerçekleşme mekânı olarak görülmektedir. Esasında İşlevsel Gerçekçilik şunu söylemektedir: Hukukça ne yapılırsa hukuk odur. K.N. Llewellyn’in (1893-1962) verdiği tanımda Holmes’un görüşünü benimser niteliktedir: “Bana göre, ihtilâflar hakkında görevlilerin (hâkimler, kolluk/infaz görevlileri ve avukatlar) yaptıkları hukukun kendisidir” (1930). O’na göre hukukun kalbi yazılı kodlarda değil, uyuşmazlıkların nasıl çözümlendiğinde atmaktadır.

Sosyolog Talcott Parsons'a göre toplum, hayatta kalabilmek için dört genel işlevi yerine getirmesi gereken bir sosyal sistemdir: Uyum veya (fiziki çevreye) uyum sağlama(adaption); hedefe ulaşma (toplumun kaynaklarını hedeflere ulaşmak için organize etme/goal attainment); entegrasyon/bütünleşme (iç gerilimleri ve çatışmaları yönetme); ve örüntünün bakımı veya toplumun zaman içinde kendini nasıl koruduğu ve yeniden ürettiğidir (latent pattern maintenance-tension management). Toplumun bir bütün olarak devam etmesi için bu dört işlevin de toplum içinde yerine getirilmesi gerekirken, sosyal alt sistemler daha az kendi kendine yeterlilik gösterir.

Parsons'a göre: Sosyal sistem, çok sayıda bireysel aktörün sosyal etkileşiminden kaynaklanan sorunlar etrafında düzenlenir (Parsons and Shils 1951, 8).

Parsons’la, bir kurum olarak hukukun toplum içinde yerine getirdiği işlevleri değerlendirmeye davet ediliyoruz. Habermas'ı kullanarak, hukukun toplumsal bütünleşme mekanizması- yaşam dünyası ile sistemler arasında her ikisinin de unsurlarını sergileyen bir köprü- rolünü keşfedebiliriz.

Sosyolojik Yaklaşımın Yararları

Sosyolojik yaklaşımın başlıca yararları şunlardır:

1.       Genelde benimsediğimiz varsayımların hakikat derecesini değerlendirmeye yardımcı olmakta,

2.       Yaşamımızı karakterize eden fırsatlar ve sınırları değerlendirmeye yöneltmekte,

3.       Topluma aktif olarak katılmamıza güç vermekte, ve

4.       İnsan çeşitlemesini tanımamıza ve farklı bir dünyada yaşamın sorunlarını göğüslememize yardımcı olmaktadır.

Sosyolojik yaklaşımın gücü yalnızca bireysel yaşamları değil, toplumu değiştirmekte de yatmaktadır. C.Wright Mills’ın gördüğü gibi, kişilerin başarısızlıkları değil, toplum, fakirlik ve sosyal sorunların varlığıdır. Sosyolojik düşün gücünü kullanarak kişisel sorunlar kamusal sorun haline getirilmektedir. Yukarda değindiğimiz gibi, insanların ihtiyacı olan dünyada olup bitenler ve kendilerinde olabilenleri görebilmelerine yardımcı olabilen nitelikli akıl, sosyal düşün olarak adlandırılmaktadır.

Bu yaklaşım, birey ve onun sorunlarından soyutlanarak sorun üreten sosyal, ekonomik ve tarihsel durumlara odaklanmayı içermektedir. Sosyolojik düşün, sosyal yaşam hakkında gerçek gibi kabul görülen varsayımlardan/ postulatlardan sıyrılmayı gerektirmektedir.

Bu doğrultuda hukuk sosyolojisi, hukuku, sosyal geçerlilik açısından incelemektedir. Hukukun soyut içeriğinden daha çok nasıl çalıştığına eğinilmektedir. Hukuki fikirlerin sosyolojik yorumu; kararların “girdileri” ve “çıktıları”nı biçimlendiren sosyal değişkenler ile hukuki çözümlemelerin ekseriyetle sosyal sorunları kavrayabilmekte başarılı olup olmadığını saptamak uğraşı içinde olmalıdır. Bu doğrultuda sosyolojik akıl devreye girmelidir.   

Sosyolojik akıl, şeyleri sosyal olarak görebilmek ve şeylerin (kurumların ve insanların) nasıl etkileşimde bulundukları ve yek diğerini etkilediğini görebilme yetisini insana kazandırmaktadır. Alışık olduğumuz şeylerdeki garipliği saptayabilmek ve özelde de geneli görebilmek, davranışlarımızı daha çaplı sosyal kuvvetlerle ilişkilendirmektir. Burada söz konusu olan sosyal bağlamdır. Yapılmayacak olan ise, sağ duyuya dayalı olmaktır. Söz konusu olan basit açıklamalar olmayıp, açıklamaların altında yatan sosyal dünyanın/gerçeğin derinliğine anlaşılması demektir. Sosyal bağlamı ve gerçekleri göz ardı edemezsiniz. Sağ duyudan farklılık şu şekilde belirmektedir:

- Belirgin sosyolojik sorular(nedenler/niçinlerin) sorulması;

- Araştırma yapılması; ve

- Sosyolojik teorilerin uygulanması veya test edilmesidir.

“Akıntıya karşı yüzmek istersen, nehri suçlama.”

Sonuç

Sosyolojinin sergilediği başlıca sorular, özgür ve bağımsız bir insan mısınız? Öyle mi? Zihinsel vasıflarınız? Özgürce davranıyor musunuz? Şu anda bu incelemeyi okumanız ne derece özgürcedir? Düşünmeniz, hissetmeniz, hayal kurmanız ve umut beslemeniz sizlerin ne derece özgür iradesi sonucu olmaktadır? İnsanlar yasalara neden uymakta veya görmezden gelmektedir? Şunu özetle söyleyebilirim ki, özgürlük bir illüzyondan ibarettir. Her şey kontrolümüz dışında bir görüntü vermektedir. Kapana kısılmışlık duygusu zaman zaman insanı kaygılandırmaktadır. İnsana özgü sorun sanki şahsi/bireysel gibi gözüküyorsa da kişi bu sorunu öteki insanlarla paylaşmaktadır. Bizler yalnız değiliz. Global bir ağın(web’ın) bir kısmıyız. “Ben”in insan eylemleri/ben merkezli özgürlük- üzerindeki etkisi kaçınılmaz olmaktadır. İşte bir bakıma, yinelersek, bizler insanız (we are humanity) ve bu noktada sosyolojik akıl devreye girmektedir.  

Bu süreçte kendi yargı/değer sisteminizden çıkıp soruna yaşayanın açısından bakılmaktadır. Mills’in önerisi sorunu bireysellikten çıkarıp, büyük resme bakabilmek; kamusal nitelikte sosyal bir sorun olarak görebilmektir. Yani kişisel sorunları/müşkülatı sosyal soruna ilişkilendirmek söz konusu dur. Sosyal akıl, şeyleri sosyal olarak görebilmek ve şeylerin nasıl etkileşimde bulundukları ve yek diğerini etkilediğini görebilme yetisini insana kazandırmaktadır. Alışık olduğumuz şeylerdeki garipliği ve özelde geneli görebilmek; davranışlarımızı daha çaplı sosyal kuvvetlere ilişkilendirmektir. Yapılmayacak olan ise sağ duyuya dayalı kalmaktır. Yinelersek, sosyolojik sorunlar, toplumlar veya toplumun kesimlerinin neden davrandıkları gibi davrandıklarının saptanmasıdır.

Wright Mills'in sosyolojik hayal gücünü "kişisel deneyim14 ile daha geniş toplum arasındaki ilişkinin farkındalığı" olarak tanımladığı sonucuna vardılar. Şöyle ki,

- Sosyal yaşam vasfının bizler için anlamı vardır.

- Bu anlamlar, toplumu oluşturan erkek ve kadınların değerlerini, karakterini ve davranışını esaslı şekilde etkilemektedir.  İçselleştirilmiş bu değerleri de bizler dışsallaştırmaktayız.

Mills, sosyolojik hayal gücü kavramını açıklamanın bir parçası olarak, "kişisel sıkıntılar" ile "kamusal/ toplumsal sorunlar" arasında önemli bir ayrım yaptı. Kişisel hayatlarımızda, ailemizi, arkadaşlarımızı, iş arkadaşlarımızı ve dahil olduğumuz diğer toplulukları etkileyen kararlar alırız. Kişisel sıkıntılar, bir bireyin başkalarıyla ilgili özel sorunlarını içerir.

Yeni bir spor tişörtü satın alırken, sosyolojik hayal gücü sizden yeni kıyafetlere olan ihtiyaçlarınız veya estetik tercihleriniz gibi basit soruların ötesine bakmanızı ister. Örneğin, neden özellikle bir spor tişörtü satın alıyorsunuz? Neden başka bir egzersiz türü yerine spor salonuna gidiyorsunuz? Neden egzersiz yapıyorsunuz? Neden kullanılmış ürünler yerine yeni ürünler arıyorsunuz?

Bu soruları cevaplamak, ekonomik durumunuz, toplumdaki mağazalar ve bölgenizde popüler olan stiller gibi çeşitli farklı faktörleri gündeme getirmeyi içerir. Belki sizi zindeliğinizi geliştirmek istemeye iten bir sağlık çalışması gördünüz veya yakın zamanda sosyal medyada başka birini izleyerek ilham aldınız.

Kuşkusuz, farklı bir bağlam ve koşullar sağlandığında, farklı seçimler yapardınız. Belki de eğitim ekipmanı satın almak için kaynaklarınız veya alanınız olsaydı spor salonuna alternatifleri düşünürdünüz. Etrafımızda var olan toplumsal değerler ve normlar, kararlarımız üzerinde bilinçaltı bir etkiye bile sahip olabilir.

Sosyolojik hayal gücü ile içinde yaşadığımız toplum ile kendimiz arasındaki ilişkiyi daha iyi görebiliriz. Bireylerin kişisel huzursuzlukları, bazı toplumsal sorunlara bağlı olabilir. İnsanın kendi yaşamının anlamını kavrayabilmesi ve kendi geleceğini görebilmesi için, içinde yaşadığı tarihi dönemin ve diğer insanların bilincinde olması gerekir. Diğer bir anlatımla, sosyolojik hayal gücü, bireysel karar alma sürecinizi ve başkalarının aldığı kararları şekillendiren bağlamı görme yeteneğidir. Ancak yararlı olmasının nedeni, pasif bir şekilde içinde yaşamak yerine, toplumun çeşitli yönlerini daha iyi tanımlamamızı ve sorgulamamızı sağlamasıdır, Esasen, sosyolojik hayal gücünü kullanabilen biri, daha akıllı kişisel seçimler yapmak için daha donanımlıdır.15

Hukuk ilmi, dikkatini yalnızca hukuk kurallarının incelenmesi ve açıklanması üzerine odaklanmakla yetinemez. “Hukuk”/haklar ile sosyal koşullar ve kültürel gerçekler arasındaki dinamik ilişkiler ve etkileşim süreci de inceleme kapsamına alınmalı; yarar ve etkililiği irdelenmeli, süreçteki sorunlara gecekondu türü yaklaşımlardan kaçınılmalı; niteliksel yargılar, niceliksel yargılarla desteklenmeli/ ikame edilmeli; sosyolojik amaç (sosyal merkezli paradigma/sosyal düşün) ülkede ağırlığını hissettirmelidir. Henry L.A.Hart’a göre, hukuk, sosyolojik anlamda, bir şeyleri yapma metodudur. İşte, sosyal etkileşimde insanlarca yerine getirilen hukuk bir sosyal süreç olarak incelenebilir.16

Araştırmalar için hukukçular ve sosyologların birlikte çalışması gereğini, H. Kantorowicz 1906 yılında Kant’a17 benzer şu sözlerle ifade etmiştir: “Sosyolojiden soyutlanmış dogmatik boştur, dogmatikten soyutlanmış sosyoloji de kördür.”  “Az sosyoloji hukuktan uzaklaştırmaya, çok sosyoloji hukuka yaklaş- tırmaya; az hukuk sosyolojiden uzaklaştırmaya, çok hukuk sosyolojiye yaklaştırmaya götürmektedir” (G.Gurvitch). Hukuki disiplinler içerisinde özellikle hukuk sosyolojisi gerçek ile sürtüşmesi/örtüşmesi gereken bir disiplindir ve yaşadığı toplumun çelişkilerinden uzak duran bir teorisyen, gerçi rahat yaşayabilir, ama er ya da geç bilgiyi metodik olarak geliştirme ve ilerletme işlevini yerine getiremez hale gelir. Klenner (demokratik Alman vatandaşı idi) adlı yazar 1992 yılında, “DDR’de hukuk biliminin gelişimi hakkında”ki bir tebliğinde, oradaki hukuk disiplininin deformasyonunu, bu ülkedeki hukuk sosyolojisinin olağandışı azgelişmişliğine bağlamaktadır. Aynı saptama Türkiye için de geçerlidir.

Hukuk bilgisinin, uğruna hukuk yaratılan kişiler/toplum göz ardı edildiğinde, çok az şey ifade edeceği bilinmeli ve hukukun insani boyutu olduğu kadar toplumsal bir olgu olduğu unutulmamalıdır. İşte hukuk düşüncesinin ana teması, bireysel/kolektif seçim haklarını ve bu haklardan etkin bir şekilde yararlan- mayı sağlamaya yönelik kurallarla birlikte özgür, siyasi ve ekonomik bir düzeni biçimlendirmektir. Hukuk ilmi, dikkatini yalnızca hukuk kurallarının incelenmesi ve açıklanması üzerine odaklanmakla yetinemez. “Hukuk”/haklar ile sosyal koşullar ve kültürel gerçekler arasındaki dinamik ilişkiler ve etkileşim süreci de inceleme kapsamına alınmalı; yarar ve etkililiği irdelenmeli, süreçteki sorunlara gecekondu/sağ duyu türü yaklaşımlardan kaçınılmalı; niteliksel yargılar, niceliksel yargılarla desteklen- meli,  sosyolojik amaç ülkede ağırlığını hissettirmelidir.18

“Bağımsız yargılarda bulunmak pek az kişinin ayrıcalığıdır. Diğerlerini otorite ve örnek yönetir. Başkasının gözüyle görürler, başkasının kulağıyla dinlerler”, “Kulağı olan duysun!” Schopenhauer

Jürgen Habermas, sistemin sürekli olarak yaşam dünyalarını nasıl kolonileştirdiğine ve böylece halkın demokratik gücünü elitlere ve büyük örgütlere nasıl devrettiğine odaklanıyor. (Habermas 1984).

Prof. Dr. Mustafa Tören Yücel

----------------

1 Christopher R. Matthews · Ursula Edgington Alex Channon (Editors) Teaching with Sociological Imagination in Higher and Further Education-Contexts, Pedagogies, Reflections, Springer, 2018. C. Wright Mills and the Sociological Imagination Contemporary Perspectives, Edited by John Scott, Edward Elgar Publishing Limited, 2013.

2 Sürekli biçimde ortaya çıkan toplumsal davranış ilke haline gelebilir. İlkelerin–ağırlık veya önem– boyutu olmasına karşılık kuralların bu niteliği yoktur.  İlkeler çatıştığında karar verecek kişinin her ilkenin ağırlığını göz önüne alması gerekmektedir.  Diğer bir anlatımla, her bir ilkenin ne derece önemli veya ağırlıklı olduğu saptanmalıdır.  Bazen iki ilkenin, otomobil satış sözleşmesi örneğinde olduğu gibi (akit serbestisi ilkesi ile tüketicinin korunması ilkesi) çatışması söz konusu olabilmektedir. Buna karşılık, kuralların ancak işlevsel olarak önemli veya önemsiz olduğu söylenebilir.  Davranışı düzenlemek bakımından fazlaca önemli bir kuralın diğerinden önemli olduğu belirtilebilirse de kurallar sisteminde bir kuralın çok önemli olduğuna değinilerek iki kural çatışması halinde ağırlığı olanın üstünlüğü söz konusu olamaz. Norm (düstur) ise, kuralı ve yaptırımı birlikte ifade etmektedir. Örneğin kanun koyucu, yaşama hakkı ile mülkiyet hakkını güvence altına almak üzere tanımladıkları “öldürmeyiniz” ve “çalmayınız” gibi davranış kuralları (précepte) için yaptırım (sanction) öngörmüştür.  Norm belli bir ölçüyü göstermekte ise de bu ölçü maddi (ağırlık ölçüsü gram/kilo gibi) olmayıp, fikri bir nitelik taşımaktadır.

3 E.Ehrlich.“Sociology of Law” Readings in Jurisprudence (Ed.by J.Hall) Indianapolis, 1938, s.824. Genelde yazılı hukukun yaşayan hukuka dayalı olması gereklidir. Analojik olarak, kâğıt para üzerindeki rakam, paranın gerçek değil, itibari değerini gösterdiği ve Devletin gerçek ekonomisi ile tutarlı olmayan para basımı enflasyonu körüklediği gibi yalnızca kâğıt paraya, onun kanuni gücüne dayalı ekonomi düzeni tasarlanamaz; toplumda “yaşayan hukuka”, fert ve toplumun diyalektik değer hükümlerine dayalı olmayan yasalarla da hukuk düzeni kurulamaz.  Bu yüzden, yaşayan hukuk, yazılı hukuku kendine benzetir.  Nitekim, toplumumuzda olduğu gibi üyelerin çoğunda hak saygısı ve hukuk bilinci gelişmemiş ülkelerde yasalar ne kadar yetkin olursa olsun hukuk düzeninin üstün seviyede olması beklenemez.  Yabancı örneklere göre hazırlanan yasaların değişikliklerle sistemsiz bir hale gelişi, değiştirilmese de trafikte olduğu gibi uygulamanın bambaşka oluşu, yaşayan hukuka uyarlı bir seviye bulmasından başkaca bir olgu değildir. N. Kunter. Ceza Muhakemesi Hukuku, Ist.,1986, s.512; yaşayan anayasa için bkz. A. Kavanagh. “The Idea of Living Constitution”  Canadian Journal of Law and Jurisprudence, 55, 2003, s.56.

4 Hukuk sosyolojisinin ülkedeki etkisi oldukça marjinal kalmıştır. Bu alandaki aktif akademisyenlerin sayısı hukukun diğer alanlara göre minimal düzeyde kalmıştır. Kapıları kapalı bir Şato’nun kapısında bekleyen sosyologlara karşı Şato içinde güçlü avukatlar grubunun yer almasına tanık olunmaktadır. Nitekim Ankara Barosunun 11-14 Ocak 2024 tarihinde yer alan Hukuk Kurultayı’nda bir sosyoloğun varlığına tanık olunamadı. Şatonun kapısı ne zaman açılacak? Hukuk fakülteleri daha fazla sosyal bilimciyi işin içine katmalı ve onları temel müfredata dahil etmeli, onlara hukukçuları yasal ve ampirik analizleri birleştirebilmeleri için eğitme alanı vermelidir. İnsanların yasayı bilip bilmedikleri, neden yasalara uydukları ve yasayı neden çiğnedikleri soruları yalnızca sosyal bilim soruları olarak değil, kritik yasal sorular olarak görülmelidir. Bu tür sorular yasal eğitim, araştırma ve uygulamanın bir parçası haline gelmelidir. Bkz. Mustafa T. Yücel. “Hukuk Eğitimi Üzerine Sosyo-Juridik Bir İnceleme-Yeni Ufuklar, Ceza Adaletine Özgün Sorunlar, Adalet Yayınevi, 2023, ss.287-326. Ayrıca bkz. Teaching with Sociological Imagination in Higher and Further Education Contexts, Pedagogies, Reflections, Springer, 2018. Xvı.

5 Gerçeğin biri ampirik, ötekisi de rasyonel olmak üzere iki temeli, birbirinden farklı anlamı bulunmaktadır. Ampirik açıdan gerçek, olaylara dayanan gerçek demektir. Yani bir ifadede belirtilen olay veya olayların olup olmadığını gösterir. Bu nedenle, ampirik gerçek gözleme dayanmaktadır. Rasyonel gerçek ise, çelişmeme ilkesi sonucu ortaya çıkan gerçektir. Mantıksal veya tam anlamıyla rasyonel anlamda önermeler dizisi, eğer mantıksal olarak tutarlıysa gerçektir.  Ne var ki, «kişilerin birbiri hakkındaki imaginations, toplumun en katı gerçekleridir» (Charles Horton Cooley, 1864-1929, Amerikan Sosyoloğu).

6 “Pierre Bourdieu’nün College de France’da yaptığı giriş konuşmasında ‘sosyoloğun kendisinin önceden bağlı olduğu fikirlerle ve gruplarla ilişkisini eğer kesmezse, inandıklarından kopmazsa ve nesnel mesafesini (eleştirelliği) bunlarla koruyamazsa sosyolojiye giriş yapamaz'. Bu, her sosyoloğun çok iyi bildiği yöntemdir ve gerçeği aramakta olan sosyoloğun nesnelliği (eleştirelliği) onun çalışmasının olmazsa olmazı değilse nedir?” Ali AKAY. “Bir saha araştırması nedir?” T 24 28/03/2024. S. Çetin. Hukuk Nasıl Davranır? Kuramda ve Uygulamada Donald Black Sosyolojisi, On İki Levha Yayıncılık, 2021.

7 Karar teorisinde temel bir kural vardır: “Sorunu tanımlamadan, çözüm tasarlanamaz”. Sorunu tanımlamak çok zordur. Sorunlar hiçbir zaman çıplak gözle görünmez. Çıplak gözle görünen, sorunun kendisi değil, belirtileridir. Buna tıpta “semptom” deniyor. Çeşitli sorun türleri iki kategoride toplanabilir (Sorun çözme ve bilgi işleme teorisi):

- İyi tanımlanmış sorunlar: Bunlar, doğru çözümleri, sorun çözümleyici tarafından kesinlikle test edilebilecek sorunlardır.

- Açık sorunlar: Bunlar, test için nesnel ölçütlerinin olmadığı sorunlar olduğundan sorun çözümleyici, çözümün doğru olduğunu saptayamaz.

8 Charles Horton Cooley, 1864-1929, Amerikan Sosyoloğu.

9 Salih Cenap Baydar. “Anomi çağının anomik bireyleri” Karar 20/02/2024.

10 Besim F. Dellaloğlu. "Sosyolojik Basiret”, Timaş Yayınları, İst., 2023: "…Mahalli, yerel, ideolojik ahlak olmaz. Ahlakı sadece kendi ideolojisinden olanlardan ibaret bir evren için geçerli sayan biri aslında çok özel bir biçimde ahlaksızdır… Bir toplumda aşırı siyasallaşma, kutuplaşma var olan ahlakı da çürütür. Çünkü ahlaki ilkeyi uygulamaya layık bulduğunuz beşerî evren daraldıkça ahlaki evren de daralır. İyi olmaya sadece ailenize yakın arkadaşlarınıza, partizanlarınıza layık görüyorsanız ahlaktan tamamen kopmuşsunuz demektir. Bir toplumda iyilik ve kötülük ideolojik olarak kataloglanıyorsa o toplumda ahlak yoktur"(ss.161-162). Şahsiyetin Sosyolojisi başlıklı yazı ise şahsiyetin ilişkisel olduğu noktasıyla başlar: "Şahsiyet, biraz da kimliğe rağmen gelişir. Çok güçlü kimlikler insanı şahsiyetsizleştirir. Cemaat daha çok kimlik, cemiyet ise daha çok şahsiyettir… Cemiyet şahsiyetli bir cemaattir. Cemaat ise yeterince şahsiyet üretemeyen bir cemiyettir… Kitle toplumu denen şey bir anlamda cemiyetin cemaatleşmesidir. Kitle toplumu örgütlü şahsiyetsizliktir, çünkü özne kitle içinde kaybolur. Kitle, toplumun insanın kurdu olduğu bir insanlık halidir"(ss.168-169).

11 “Kuşkusuz, insanlar bir metni bagajında ne referans varsa onunla irdeler/okur. Öte yandan kültür sosyolojisi de o derece önemlidir. Alın Anadolu ve Afganistan’ı islam anlayışı ile karşılaştırması. İslam rahmet olmasına karşın düştüğü toprak (örf ve gelenek) farklı olduğu için ortaya çıkan islam da farklılaşmaktadır”.  Hilmi Demir ve Muzaffer Tan.  İmam-ı Mâturîdî, Ay Yayıncılık.

12 A.Smith. The Theory of Moral Sentiments, Indianapolis: N: Liberty Fund, 1759/1982.

13 Bkz. M. Erdoğan. “Hukuk Üstünlüğü ve Türkiye”, Özgürlük Araştırmalar Derneği, Ekim 2105. Çoklu Baro. Avukat sayısı 5 binden fazla olan illerde en az 2 bin avukatın imzasıyla yeni bir baro kurulabilecek; savunmayı da kendisine yakın kılma, etkisizleştirme çabası söz konusudur. Avrupa Konseyi'ne bağlı Venedik Komisyonu, Türkiye'de çoklu baro sistemini ve baroların seçim sistemlerinde değişikliği öngören Avukatlık Kanunu değişikliğine ilişkin avukatların tarafsızlığının ve bağımsızlığını tehlike girdiğini, hukuk mesleğinin daha fazla siyasallaşmasına yol açma riskini taşıdığını avukatların 'bağımsızlığı' ilkesini tehlikeye soktuğunu ifade edildi. Ayrıca avukatları mesleklerini ilgilendiren reformlar için, tartışmalara katılımlarının sağlanması gerektiğini ifade edildi. Euronews (9120/2020); TBB. Çoklu Baro, Tek Devlet İlkesine, Halkın Hak Arama Özgürlüğüne ve Avukatların Bağımsızlığına Aykırıdır (2/07/2020).

14 Yaşamda yediğimiz kazıkların toplamına deneyim/tecrübe diyoruz. Evrende herkes bu kazıkları tatmaktadır. Bu kazıklar sosyallik arz ettiğinde toplumsal sorun olmaktadır. Bizim ilgimiz yargı sosyolojisindeki sosyal adaletsizlikleri sergilemek/adli hatalar nedeniyle pardonlara dikkat çekmektir. Evet bizlere özgü tüm sorun, sosyal düşünmede/ sosyal akıldadır. Yinelersek, siz bir senfonide yalnızca bir enstrümanı dinlersiniz, bütünü göremezsiniz; sorunu bireysel görürseniz evrenden kendinizi soyutlarsınız. Sosyal gözüküp, sosyal paçozluk tuzağına düşme riski de var. Bkz. M.T. Yücel. “Ceza Adaletinde Adli Hata Bilinci” Ceza Adaletine Özgün Sorunlar, Adalet Yayınevi, 2023.

15 https://jitp.commons.gc.cuny.edu/tag/sosyolojik-hayal/ Barış Pehlivan. “Hayal bu ya..” Cumhuriyet (10/05/2024).

16 M.T.Yücel. Hukuk Sosyolojisi, 6. Bası, 2024, s.351. Research Handbook on the  Sociology of Law Edited by Jiří Přibáň, Edward Alger, 2020. "Almanya kaynaklı yargılama hukuku ve onun ürünü olan yargılama etkinliği benim ülkemde hastalanmış; hak arama yolu olmaktan çoktan çıkmıştır. Bütün yaşamım boyunca Portekizli yazar José Saramago'nun diliyle "Bakan, ancak görmeyen" hukukçularla ve "Papaz giysisi giymekle nasıl papaz olunmaz, eline asa almakla da kral olunmaz" ise, elbette yargıç cübbesi giymekle yargıç olamayanlarla çok sık karşılaşmış, bilinçsizliğin ürünü bu türden olaylar üzerinde uzun uzun düşünmüş ve de çok üzülmüşümdür, elbette: Sami Selçuk “Ülkemizde duruşmalar ve vicdani kanı (I)” T 24 (23-25/06/2024).

17 “Kavramsız algı kördür, algısız kavram da boştur.”  I. Kant.

18 Mustafa T. Yücel https://www.hukukihaber.net/hukuk-sosyolojisi-dersi  Şu anda sosyoloji bölümü mezunlarının akademi dışında çalışmak üzere gerekli becerilere sahip olmalarını sağlamak üzere sosyologların artan ihtiyaçlarını yansıtmak ve sosyologları hukuk bilimine hazırlamak üzere akademik programlar yeniden tasarlanmalıdır.